You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
43 BIS ŞEHİR<br />
Edip Hoca, o geceyi sabaha kadar Serfice tütünü<br />
içerek âşık amcayı dinlemekle geçirir.<br />
Bu hikâye üzerine sonraları çok düşündüm.<br />
Onun kuvvet delili karşısında bu teslimi sinizm ile<br />
ıttıham edilebilir. Hattâ böyle görenler bu küçük<br />
anekdotta Osmanlı yıkılışının sebeplerinden birini<br />
bulabilirler. Çünkü biz çok defa izzet Molla'nm,<br />
Meşhurdur ki zulm ile olmaz cihan harâb<br />
Eyler anı müdahane-i âlimân harâb<br />
beytini tek başına okuruz.<br />
Fakat birtakım değerlerin ancak müsait ortamlarda<br />
muhafaza edilebileceğini düşünenler hocayı affederler.<br />
Edip Hoca kahramanlık iddiası olmayan<br />
bir adamdı. O, düzgün bir nizam içinde fikirlerinin<br />
mes'uliyetini kabul edebilirdi. Osmanlı tarihindeki<br />
dram, Edip Hoca gibilerin tâvizinden ziyade bu tâvizi<br />
istemenin muayyen bir devirden sonra âdeta tabiî<br />
hal oluşundandır.<br />
Erzurum'da hikâyelerini dinlediğim insanlardan<br />
biri de 93'te Erzurum mebusu olan Ahmed Muhtar<br />
Bey'dir. Onun hayatını ana tarafından torunu olan<br />
Cevad Dursunoğlu'ndan sık sık dinledim. Beğenmediği<br />
bir valiyi övdüğü için öfkelendiği Envar-ı Şarkiye<br />
gazetesini, her hafta, uşağı Ömer ağaya: "O<br />
maşayı al, o kâğıt parçasını o maşa ile tut, o sobayı<br />
aç, şimdi içine at, sen de git, elini yıka" diyerek sobaya<br />
attıran bu adamın yapmacığı fazla hiddetleri,<br />
göreneğin güçlükle hapsettiği bütün bir mizacı gösterir.<br />
îşte Erzurum'da benim en sevdiğim şey bu mizaç<br />
oldu.<br />
ERZURUM 48<br />
- IV -<br />
Erzurum'a yağmurlu bir günde Zâkir Beyin<br />
bahsettiği bu bitmez tükenmez mezarlığın arasından<br />
geçerek girdim. Onun zamanla hırpalanmış uzun,<br />
kırmızıya çalan taşları, — Erzurum'un her işçiliğe<br />
gelen o çok güzel yumuşak taşı — sert rüzgârın savurduğu<br />
sağanak altında hayâletler gibi etrafımı almıştı.<br />
Lisede edebiyat hocalığı yapmağa gelmiş İstanbullu<br />
genç şairi alt üst etmeğe bu tesadüf kâfi<br />
idi.<br />
Bereket versin hemen ertesi günü müdür Cevad<br />
Dursunoğlu ile karşılattım. Bu köklü adam şehrin<br />
dehası gibi bir şeydi. Almanya'daki felsefe tahsili,<br />
dört yıl süren ordu tecrübesi, millî mücadelenin başlangıcındaki<br />
rolü, onu tanıdığım insanlardan ayırıyordu.<br />
Toplayıcı adamdı. Şehri çok iyi biliyordu.<br />
Anlatacağı bir yığın şey vardı. Ve konuşmayı sevenlerden,<br />
onu san'at haline getirenlerdendi. Bu sayede<br />
haftasını doldurmadan şehrin ve meselelerinin<br />
içine girdim.<br />
Bununla beraber bu ilk karşılaşmada içime ekilen<br />
yıkılış hissi beni tamamıyle bırakmadı. Yaz sonunda<br />
büyük zelzelede onun en korkunç yüzü ile<br />
içimde canlandığını gördüm. Acaip ve üzüntülü bir<br />
tesadüf istanbul'a gitmeme mâni olmuştu. Bir ikindi<br />
vakti lisede otururken boğuk bir gürültü ile yerimizden<br />
fırladık. Her şey sallanıyordu, öyle ki kapıya<br />
kadar zor gidebildik. Şehir bu rüzgârsız havada<br />
toz içinde idi. Daha kapıya varmadan bu birinci sarsıntıyı<br />
o tarifi güç gürültü ile ikinci ve üçüncü sar-