13.06.2015 Views

Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnşaat Mühendisleri Odası

Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnşaat Mühendisleri Odası

Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnşaat Mühendisleri Odası

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

TMMOB

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI

İZMİR ŞUBESİ

haber bülteni

Yıl: 26 - Sayı: 157 - Mart 2011

İki ayda bir yayınlanmaktadır.

Sahibi:

İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi adına

İnş. Müh. Ayhan EMEKLİ

Sorumlu Yazı İşleri Yönetmeni:

İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi adına

İnş. Müh. Ali Fuat GÜNAK

Yayın Kurulu

Tahsin VERGİN (1949-2010)

Ayhan EMEKLİ Jale ALEL

A. Fuat GÜNAK Ahmet BAHAR

Hülya ALTUN Ahmet ERMİN

Necati ATICI Gülşen IŞIK

Sadık Can GİRGİN Arslan KESKİN

Şefika SEYHAN HAS Aydın NOGAY

Erhan ARSLAN S. Ruken SARIOĞLAN

Vedat YORULMAZEL

Yayın Koşuları:

Gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmamasına

Yayın Kurulu karar verir. Yazılardaki görüşler

yazarlarına aittir. Gönderilen yazılar geri verilmez.

Yazılar yaygın kullanılan kelime işlem programlarından

birinde yazılmış olarak CD ile veya imoizmir@imoizmir.org.tr

adresine e-posta ekinde

gönderilmelidir.

İyi bir baskı kalitesi için yazılarda kullanılan fotoğraf,

şema, tablo gibi görsel malzemeler tek sütun

için en az 8 cm eninde, çift sütun için 16,5 cm

eninde ve en az 300 dpi çözünürlükte olmalıdır.

Bültenimizin bir sayfasında görsel malzeme bulunmayan

yazılar yaklaşık 580 kelime (4.500 boşluklu

karakter) içermektedir. Yazıların sayfa düzeni

yeniden yapıldığı için yazar tarafından bültene

uygun bir sayfa düzeni yapılmasına gerek yoktur.

Yazılarda mümkün olduğunca “otomatik dipnot”,

“otomatik madde işaretleri” gibi, bazı programlara

özgü otomatik işlevleri kullanmak yerine bu

işlemler “manuel” olarak (elle) yapılmalıdır.

Yönetim Yeri:

Anadolu Cad. Tepekule İş Merkezi,

No: 40, Kat: 1 Bayraklı/İZMİR

Telefon : 232 462 56 55 - Faks: 232 462 11 67

web: www.imoizmir.org.tr

e-posta: imoizmir@imoizmir.org.tr

Dizgi ve Sayfa Düzenleme:

İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi

Bu sayı 5800 adet basılmıştır.

Şube üyelerine ücretsiz dağıtılır.

Yayın Türü: Mesleki, Yerel, Süreli Yayın

Baskı: EMKA Matbaacılık

Adres: 1204/6 Sk. No: 38/201 Baltalı İş Mrk. D

Blok Gıda Çarşısı Yenişehir-İZMİR

Tel : 232 457 43 43 (Pbx) - Fax: 232 459 48 05

BAŞYAZI

Başyazı 2

YAYIN KURULUNDAN

Merhaba 3

ŞUBEDEN

Ocak – Şubat 2011 Etkinliklerimiz 4

Şubeden Haberler 9

İMO’dan 14

TMMOB’den 21

TMMOB İzmir İKK’dan 27

İNCELEMELER

İnşaat Sektöründe Mevcut Durum ve Etkilenmeler 28

Yapı İşlerinde “Kadın” Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği 34

İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ

2009 Yılı İnşaat Sektörü İş Kazası ve

Meslek Hastalıkları İstatistikleri 37

VERGİ

Ödeme Emri, Mal Beyanı,

Ödeme Emrine İtiraz ve Dava Açma Süreleri 38

SAĞLIK

Sağlıkta Kaos Devam Ediyor 40

HUKUK

İnşaat Mühendislerinin Bağlı Olduğu

Yasal Düzenlemeler Yönünden Zorunlu İş (Hizmet) Sözleşmeleri 41

ÜYELERİMİZDEN

Enerji Kimlik Belgesi (EKB) ile İlgili Bilgilendirme 44

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 46

Yeni Mezun Gözüyle Libya Deneyimlerim 47

genç-İMO

Ocak –Şubat 2011 genç-İMO İzmir Etkinlikleri 48

Karadeniz Sahil Yolu 49

Hocalarla Söyleşi: Ninel ALVER 51

KÜLTÜR ve SANAT

Mizah 53

Kitaplar Arasında 54

Tarihte Bugün 55

OYUN

Bulmaca 56

Basım Tarihi:


Başyazı

Ayhan EMEKLİ

İMO İzmir Şube Başkanı

Değerli Meslektaşlarım;

Dergimizin bu yazısını kaleme almak giderek ısınan ve sıcaklığı artan

gündemin bir günden diğerine çok hızlı değişmesi nedeniyle

kolay olmayacak. Önceki sayılarda Şube Başkanımız Tahsin Ağabeyin

yazdığı bu sayfanın taşıdığı değer ve sorumluluk anlamında;

onun çizgisini sürdürmek, İMO örgütlülüğüne, bizlere kattıkları

açısından ayrı bir görev yükleyecektir.

Geçtiğimiz günlerde bizimde içinde bulunduğumuz coğrafyada

Tunus’ta başlayıp; Mısır ve Libya’da devam eden, Kuzey Afrika ve

Arap yarımadasıyla tüm Ortadoğudaki Arap dünyasına sıçrayan,

halkların diktatörlere karşı meydanlardaki eylemleri şeklinde ortaya

çıkan ve demokrasi talepleri içeren gelişmeleri yine canlı TV

yayınları ile izledik. Buna karşılık olarak ülkelerin bazılarında otoriter

yöneticilerin -diktatörlerin- baskıları artırdığını; bir kısmında

ise diktatörlerin ayrılmasıyla yönetim değişikliklerine gidildiğini

ya da yönetimleri tarafından kısmi reform söylemlerinin dile getirildiği

süreçler gündeme geldi. Bütün bu gelişmelerin yaşandığı,

halkların demokrasi talepleriyle sokağa döküldüğü ülkelerin ortak

benzerlikleri otoriter rejimlerle yönetilmeleri ve bu nedenle de örgütlü

yapılara sahip olamamalarıdır. Toplumsal ve siyasal eylemlerde

başarı örgütlülükten geçmektedir. Bu nedenle; yıllardır ezilen,

sömürülen ve baskı altında tutulan halkların önümüzdeki süreçte

eylemlerini biçimlendirmede, haklılıklarını dile getirme ve elde etmede,

demokratik süreçlere yol almada tanıklık edeceğimiz daha

da zorlu günler beklemektedir.

“Yeni Dünya Düzeni” veya “Küreselleşme” süreci, 1991’de Sovyetler

Birliği’nin dağılmasını izleyen özellikle Doğu Avrupa’da ve Balkanlarda

oluşan -oluşturulan- yeni devletler ile başlamıştı. 9 Eylül

2001’de Amerika’daki İkiz Kulelere yapılan saldırının arkasından

dünyanın geniş bir bölümünde ABD’nin “Terörizmle küresel savaş”

diye adlandırdığı, radikal-siyasal İslami terör tehdidini askeri

girişimlerine gerekçelendirme yaptığı ve özgürlük, demokrasi

kavramlarını öne sürdüğü Irak ve Afganistan işgalleri dönemi ile

devam etti. Sömürgeciliğin tarihinde, daha önce de, ‘demokrasi’

bahanesiyle işgaller olmuştu. Amerika ve Fransa’nın Vietnam’a savaş

açarken neden olarak kullandığı ”uygarlaştırma” (sömürgeleştirme)

gerekçeleri işgal amacıyla hep kullanılan yöntemlerdi.

Kuzey Afrika’da Libya sürecini ele aldığımızda; AB’ye ve ABD’ye

yönelik bir tehdit ya da saldırı yok iken işgale dönük girişimlerin

hızla başlatılmasını dikkatle değerlendirmeliyiz. Bugüne kadar söz

konusu ülkelerle ciddi bir çelişki yaşamayan, totaliter rejimlerle,

diktatörlerle çıkar ilişkilerini uzun yıllardır sürdüren emperyalistler

kendi kontrolleri dışına çıkabilecek gelişmelere müdahil olmak

adına yine aynı söylemleri kullanarak; insan hakları, demokrasi vb.

adına harekete geçtiklerini -işgal ettiklerini- söylüyorlar. ABD ve

AB’nin Libya müdahalesinin Nato komutasında yapılması kararı ve

ardından meclisten geçirilen tezkere ile Türkiye’nin İzmir komuta

merkezi olmak üzere üslerini kullandırmasıyla ve askeri birlikleriyle

işgal gücü içinde yer almasıyla; AKP hükümeti ülkemiz için biçilen

jandarmalık-bekçilik rolünü üstlenerek emperyalistlerle işbirlikçi

bir politika izlemektedir. Tarihin ne garip bir oyunudur ki daha iki

ay kadar öncesinde Kaddafi’den para ödülü ile birlikte “İnsan hakları

ödülü” alan yine Başbakan Tayyip Erdoğan’dır. Diğer emperyalist

ülkeleri de yanına alan ABD; tek kutuplu hale gelen yaklaşık

200 ülkeli dünyamızda BM örgütü içinde yalnızca 15 üye devletten

oluşan ve ancak beşinin veto yetkisi olan Güvenlik Kurulunu; kendi

çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Unutulmamalıdır ki bugüne

kadar hiçbir emperyalist müdahale halkların lehine çözümler

getirmemiştir.

Mısır’da Mübarek’e halkın taleplerini dikkate almasını söyleyen,

Libya’da müdahale güçleri içinde yer alan AKP hükümeti; ülkemizde

referandum ile birlikte darbelerle hesaplaşılacağı, meclisten

geçen torba yasalarla “ileri demokrasi”ye geçileceği sahte söylemleriyle

adım adım baskıcı-otoriter bir rejim dayatmaktadır. İçinde

bulunduğumuz dönemde iktidarın referandum sonrasında yargıya

yönelik düzenlemelerle “müdahalelerle” kendi yargısını oluşturduğu,

çalışma yaşamında özelleştirme taşeronlaştırma esnek

çalışma uygulamalarıyla işsizlik ve güvencesizliği yaygınlaştırdığı,

gençlerin taleplerini polis baskısıyla gözaltı ve tutuklamalarla susturmaya

çalıştığı sivil baskıcı yöntemler hüküm sürmektedir. İnsanların

savunma haklarının elinden alındığı, yargılama başlamadan

medya kanallarında suçlu ilan edildiği, muhalif görüşte devrimci

demokrat yurtsever eleştiren basına yapılan baskınlarla ve cezaya

dönüşen tutuklamalarla düzeni ve cemaati eleştiren gazeteciler

terörist ilan edilerek gözaltına alınmaktadır. Toplum; bireyler, örgütler,

medya ve yargı olarak daha özgür, daha bağımsız ve daha

“demokratik” bir çizgide mi gitmekte, yoksa daha sınırlı ve kısıtlı,

daha denetlenen, izlenen, kaydedilen ve baskıyla yönlendirilen

bir yolda mı ilerlemektedir? Önümüzdeki süreçte haklarımızı elde

etmemiz ve koruyabilmemiz birlikte ve örgütlü hareket edebilmemize

bağlı olacaktır.

Değerli meslektaşlarım;

Japonya’da 11 Mart tarihinde 9.0 büyüklüğünde, karadan 130 km.

uzaklıkta, merkezi okyanus tabanının 30 km. derinliklerinde meydana

gelen düşey atımlı depremi ve sonrasında depremin oluşturduğu,

25 dakikada kıyıya ulaşan, 10 m. yüksekliği aşan ve karanın

birkaç km. iç kısımlarına kadar giren dev tsunami dalgalarını hepimizi

ürperten görüntülerle yine canlı yayında izledik. Deprem

etkisinde binaların güvenli olduklarını, insanların bulundukları

yeri terk etmediklerini gördük. Depremden çok tsunami’nin büyük

yıkıcı etkileri, onbinlerce insanın canını kaybetmesi-yaralanması,

dev dalgaların bir-iki katlı genellikle ahşap evleri, otomobilleri,

gemileri önüne katıp sürüklemesi, nükleer santral patlamaları-sızıntıları

felaket görüntüleriydi. Japon halkıyla dayanışma duygularıyla

ve hayatlarını kaybedenleri saygıyla anarak 17 Ağustos 1999

depremi sonrası şapkamızı koyup düşünmeliyiz. Geçen süreyi nasıl

geçirdik? Daha önce defalarca söyleyip yazdıklarımızı tekarlarsak;

İmar Yasası, Yapı Denetim Yasası, Kentsel Dönüşüm Yasası vb. ilgili

yasaları yeniden düzenlemeliyiz. Okullar, hastaneler, köprüler,

ulaşım yapıları ve diğer kamu binalarını acilen gözden geçirip

deprem güvenlikli hale getirmeliyiz. Afet yönetimini yeniden düzenlemeliyiz.

Yeşil alanları, parkları koruyup halkın sığınacağı park,

bahçe, toplanma alanları hazırlıklarını yapmalıyız. Yüksek riskli yapı

ve kentsel dokularımızı, mevcut yapı stokumuzun durumunu belirlemeli,

güncellemeliyiz. Yapı denetim sistemimizin sorunlarını

gidermeliyiz. İmar aflarını gündemden düşürmeli, proje ve uygulamadaki

denetimsizliğe karşı durmalıyız. Sonuç olarak; Deprem

güvenli yapı için, tüm binaların İnşaat Mühendisliği hizmeti alması

gerçeğinden hiç sapmamalıyız.

İMO 42. Dönem Çalışma Programı doğrultusunda 9-10-11 Aralık

2011 tarihinde Ankara’da yapılması planlanan İnşaat Mühendisliği

Kurultayının İzmir Çalıştayını 29-30 Ocak 2011 tarihlerinde Balıkesir,

Çanakkale ve Manisa şubeleriyle birlikte Şubemizde gerçekleştirdik.

Mevzuattan kaynaklanan sorunlarımız, Çalışma yaşamına

ilişkin sorunlar, Siyasal ekonomik ve toplumsal gelişmelerin meslek

alanımıza yansımaları, Mühendislikte kalite ve güvenilirlik ana başlıklarında

İnşaat Mühendisliğini, mesleğimizi üyelerimizin katılım

ve katkılarıyla değerlendirdik. Düzenlediğimiz çalıştay, kurultay,

kongre, panellerde tartıştığımız sorunlarımızı, etkinlik sonuç bildirgelerini

15 Mayıs’ta Ankara’da yapılacak olan TMMOB mitinginde

ve 12 Haziran genel seçim sürecinde ülkemiz, toplum ve mesleğimiz

adına dile getirmeye devam etmeliyiz. 1998 yılından sonra

ikincisi düzenlenen TMMOB Demokrasi Kurultayına yönelik İzmir

Yerel Kurultayının 7 Mayısta Şube Başkanımız Tahsin Vergin adına

düzenlenmesi, Karşıyaka Belediye Başkanı İnşaat Mühendisi Cevat

Durak’ın önerisiyle Karşıyaka Belediye Meclisinin Karşıyaka’da bir

parkta Tahsin Başkanımızın adının yaşatılması kararları bizlerin

onur duyduğu iki gelişme oldu. Onun çizdiği yolda ilerleyeceğimize

inanıyor, Tahsin Ağabeyi saygıyla anıyorum.

Saygılarımla.

2

Mart 2011 - 157


Yayın Kurulundan

Merhaba,

Bülten’in bu sayısında da yine dünya ve ülke gündeminin

yoğun olduğu günlerde birlikteyiz. Ülkemiz seçim sath-ı

mahalline girmişken, 3. dünya ülkeleri ve/ veya Kuzey Afrika

ülkeleri denilen, Ortadoğu ülkeleri denilen ülkelerden

Tunus’ la başlayıp Mısır’ı yakıp yıkan, şimdilerde Libya’da

süren yangınlar devam etmektedir.

Eğer hafızamızı şöyle bir yoklayacak olursak, ABD eski dışişleri

bakanı Rice 2005’de: ”Fas’tan Pakistan’a 22 ülkenin

sınırları değişecek” dememiş miydi ve aynı denizaşırı ülke

Irak’a demokrasi getirmek amacıyla askeri müdahalede bulunmamış

mıydı İngiltere ile birlikte. Bugünkü durumun nereye

kadar devam edeceği ve nerede duracağı belli değil.

Aslında nasıl başladığı da belli değil. Ancak şu durum çok

iyi görülmektedir ki emperyalizm kendi menfaatlerini daha

iyi uygulayacak ve daha iyi koruyup kollayacak işbirlikçileri

bulduğunda; eskileri anında değiştirmekte herhangi bir

sakınca görmemektedir. Önümüzdeki günlerin neler getireceğini

kestirebilmek çok kolay değil elbette. Ancak anlaşılan

o ki yıkılan ve yıkılacak olan Afrika ve Ortadoğu’daki

rejimlerin yerine ikame edilecek olan yönetimlerin; bugünkünden

demokratik olmaktan öte daha Amerikancı olacağı

yönündeki görüşlerin yadsınamayacağıdır.

Demokrasinin en iyi ve tek savunucuları oldukları inancını

yaratmaya çalışan siyasi iktidarın, geldiği günden bugüne

ortaya koyduğu uygulamalar tam bir suçlama politikasına

(tenafür) dönüşmüştür. Yani siyasi iktidarın uygulamalarına

alkış tutmayan her kesim ve statüdekiler tu-kaka ilan edilmiştir

siyasi iktidar tarafından. Kimi zaman öğrenciler kötü

olurken kimi zaman çiftçiler, kimi zaman işverenler kötü

olurken kimi zaman işçiler kötü olabilmektedir. Bizlerin dahil

olduğu meslek örgütleri ise her daim kötü ilan edilmiştir

siyasal iktidar tarafından. Üzerinden geçen günlere rağmen

henüz kayda değer bir uygulama göremediğimiz anayasa

değişikliği referandumundan sonra ileri demokrasiye geçildiği

açıklanmış olmasına rağmen şu günlerde gazeteciler

kötü çocuk rolüne değer bulunmuştur.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ülkemizin ölümlü iş

kazalarında dünya ortalamasının üstünde olduğunu ve

iş kazalarının %83’ünün KOBİ’lerde meydana geldiğini

belirtmekte sakınca görmemektedir. Üstelik bu konuda

yaptığımız bütün ikazlara rağmen 50 kişiden az işçi çalıştırılan

alanlar KOBİ’ler değilmiş gibi bu alanları iş sağlığı

ve iş güvenliği yönetmeliğinin dışında tutarak hazırladıkları,

bununla birlikte birçok çelişkiler ve yanlışlıklarla dolu

yönetmelikleri ısrarla yayınlamaya devam etmektedir aynı

zamanda.

Ekonomik anlamda ise Türkiye’yi dünyanın 16. ekonomisi

(kimi zaman 17.- Başbakanın 6 Mart tarihli konuşması) yapmakla,

kişi başına milli gelirimizi 3 bin dolardan 9-10 bin

dolara yükseltmekle övünmektedir aynı siyasi iktidar. Oysa

TÜSİAD kendi genel kurulunda Başbakanın da hazır olduğu

ortamda aynı konuya ısrarla vurgu yaparak “ Dünyanın 16.

ekonomisi olan Türkiye’nin önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde

dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceği tahminleri

yapılmaktadır. Ancak kendimize şu soruyu sormalıyız, diyerek:

Bu durumda Türkiye dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına

girdiğinde gelişmiş bir ülke olacak mı?” sorusunu sorup

kendilerinin gelişmeyi ve kalkınmayı ekonomik büyümeyle

özdeşleştirmediklerini, aslında dünyada da gelişmişliğin

ekonomik büyüklük ile ölçülmediğini belirterek; 16. büyük

ekonomiyiz,ama satın alma gücü paritesine göre kişi başına

GSMH’da 84’üncü, küresel rekabet gücü endeksinde 61.

sırada, bu tür sıralamaların belkide en önemlisi olan “İnsani

gelişme endeksinde” maalesef 83. sırada olduğumuzu açık

ve net olarak belirtmiştir. Buna basın özgürlüğü hususunda

178 ülke arasında 138. durumda olunduğunu belirterek biz

de bir katkı yapalım.

Buna benzer bir sıralamayı Şube Başkanımız Tahsin VERGİN

Bülten’in 2010 Kasım ayı 155. sayısındaki son başyazısında

yapmıştı. Bu yazıda “Türk Mühendis ve Mimar Odaları

Birliği’ne bağlı meslek odalarımızın ve özellikle kendi meslek

odamız İnşaat Mühendisleri Odasının kuruluşundan

günümüze yaptığı çalışmalar izlendiğinde, ülkemizin yeraltı

ve üstü kaynaklarının talan edilmesine, bilime, tekniğe

aykırı her türlü uygulama ve girişime karşı verilen mücadelelerle

dolu olduğu görülmektedir. Son 60 yıldır ülkemizi

idare edenler, mesleki birikimlerini bilim ve tekniğin yol

göstericiliğinde, ülkenin ve halkının çıkarları yönünde kullanmakta

sınırsız özveriyle mücadele eden mühendis ve

mimarları dikkate alsalardı, Dünya Ekonomik Forumu 2010

raporunda ülkemiz 134 ülke arasında ekonomide 131. sırada,

sağlık ve yaşam ölçütleri açısından 61. sırada ve en

önemlisi eğitim düzeyinde 109. sırada yer almazdı” diyerek;

emperyalist sistemin geri bıraktırılmış ülkeleri daha

iyi sömürmek, ülkelerin doğal kaynaklarını daha iyi talan

edebilmek amacıyla yüzyıldır çeşitli politikalar uyguladığını

belirterek bu politikalara karşı yapılması gerekenlere

değinmişti.

Dünya ve ülke gündemi baş döndürücü bir hızla değişmektedir

son günlerde. Bir önceki Yayın Kurulu toplantısından

bu yana o kadar çok şeyi bir arada o kadar hızlı yaşadık ki

hangi konuları öne geçirelim hangisinden bahsedelim şaşırıp

kaldık bu yaşadıklarımız karşısında. Ancak ülkemizin

siyasi, ekonomik, toplumsal gelişiminde emeği ve bedelleri

bulunan mesleki örgütümüzün elbette söylenecek sözü de

bulunmaktadır. Bu söz söylemekteki kastımız kakofoni yapmak

değildir. Bizler bu ülkenin aydınları olarak aynı zamanda;

dünyayı, ülkemizi ve yaşadıklarımızı bilen, düşünen,

sorgulayan, yorumlayıp toplumun çıkarlarını koruyacak

bilgi ve becerideki meslek mensupları olarak elbette yapılacak

işimiz çıkaracak sesimiz vardır.

Mesleğini bilen, onu halkın hizmetinde kullanan inşaat mühendislerinden,

ülkesinin her işini yapabilecek nicel ve nitel

gücü bulunan teknik elemana, kalkınmamızın ve gelişmemizin

denetiminden meslek düzeyimizin geliştirilmesine,

ülke meslek ve meslektaş sorunlarının çözümüne kadar

amaç, iş ve eylemleri gerçekleştirme hedefinde hepimiz;

karanlığı aydınlatacak birer alev olmasını da biliriz.

Sevgilerimizle...

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 3


Şubeden

Enjeksiyonlu Fore Kazık İmalatı Teknik Gezisi

5 Ocak 2011

Karşıyaka Mavişehir’de enjeksiyonlu fore kazık imalatının

yapıldığı bir şantiyeye teknik gezi yapıldı. İmalatın

yapım sırası ve kapsamı, kullanılan makina ve

ekipmanların tanıtılması ve test kazığına verilen yük

sonucu kazık taşıma kapasitesini hesaplamada kullanılan

statik yükleme deneyi hakkında detaylı bilgilendirmenin

yapıldığı teknik geziye 65 üyemiz katıldı. Teknik

gezi sırasında yaptıkları sunum ve gösterdikleri ilgi için

üyemiz İnşaat Mühendisi Yiğit SEZER’e teşekkür ederiz.

Beton Yol ve Havaalanı Kaplamalarının Analiz ve Dizaynı

6 Ocak 2011

Iowa State Üniversitesi İnşaat, Çevre ve Yapı Mühendisliği

Bölümü Ulaştırma Enstitüsü’nden Doç. Dr. Halil

CEYLAN’ın sunduğu “Beton Yol ve Havaalanı Kaplamalarının

Analiz ve Dizaynı” başlıklı seminer Şubemiz konferans

salonunda gerçekleştirildi. Seminerde ulaştırma

altyapı sistemleri, artan ağır taşıt trafiği, gittikçe artan

ağır yükler, bütçe kısıntıları ve eskiyen mevcut altyapı

sistemleri hakkında genel bir girişin ardından beton

yollar ve havaalanı kaplamalarının analiz ve tasarımında

geleneksel yöntemlere alternatif olarak kullanılan

Yapay Sinir Ağları (YSA) modeli hakkında bilgi verildi.

Beton plakaların tasarımında YSA tabanlı bir analiz

aracı ve tasarım metodu kullanımının potansiyel faydaları

anlatılarak özellikle son yıllarda Amerika Birleşik

Devletleri’nde beton yol ve havaalanı teknolojisinde

elde edilen gelişmeler hakkında özet bilgiler sunuldu.

Depremde Hasar Görmüş Betonarme Kirişlerin Onarım ve

Güçlendirilmesi

20 Ocak 2011

Dr. Murat H. TANARSLAN’ın sunduğu “Depremde Hasar

Görmüş Betonarme Kirişlerin Onarım ve Güçlendirilmesi”

konulu seminer Şubemiz Konferans Salonu’nda

gerçekleştirildi.

“Deprem nedir?” başlığıyla genel olarak depremler

hakkında bilgi verildi.

Betonarme yapılarda oluşan hasarların nedenleri ile

sonra depremde hasar görmüş betonarme kirişlerin

sistem bazında önerilen onarım ve güçlendirme yöntemleri

anlatıldı.

4

Mart 2011 - 157


Şubeden

Kesme Dayanımı Yetersiz Kirişlerin Güçlendirilmesi

27 Ocak 2011

Dr. Gökhan ŞAKAR’ın sunduğu “Kesme Dayanımı Yetersiz

Kirişlerin Güçlendirilmesi” konulu seminerde, güçlendirme

yöntemleri hakkında ve betonarme elemanların

güçlendirilmesi hakkında genel bilgi verildi.

Kesme dayanımı açısından yetersiz betonarme kirişlerin

güçlendirilmesi ve güçlendirme yöntemleri, lifli polimer

(LP) malzemelerle güçlendirme, LP malzemelerin

betonarme kiriş güçlendirmesindeki yeri, karbon fiber

levhalarla betonarme kiriş güçlendirmesi örnekleri (uygulama

biçimleri, yöntemleri), karbon fiber levhalarla

yapılmış deneysel çalışmalar, bunların irdelenmesi ve

sonuçları anlatıldı.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği

10 Şubat 2011

İş Güvenliği Uzmanı İnşaat Mühendisi Alper Murat

Özdağ’ın sunduğu “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” konulu

seminer Şubemiz konferans salonunda gerçekleştirildi.

Kişisel koruyucular, iş kazası ve meslek hastalıkları kavramlarının

açıklaması, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı

ile iş güvenliği talimat ve tutanağı hakkında bilgilendirmenin

yapıldığı seminerde Ülkemizde ve dünyada

işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda karşılaşılan

örnekler resimler ve videolarla anlatıldı.

İZSU’nun Yatırımları

17 Şubat 2011

İZSU Genel Müdürü Dr. Ahmet H. Alpaslan’ın “İZSU Yatırımları”

başlıklı sunumu Şubemiz konferans salonunda

gerçekleştirildi. İZSU’nun misyonu, vizyonu, tarihçesi,

organizasyon yapısı, insan gücü, bütçe olanakları, abone

sayıları ve görev alanı hakkında bilgilerin verilmesi

ve İZSU’nun Su Yönetimine bakış açısının aktarılmasıyla

başlayan sunum, İzmir’in mevcut içmesuyu kaynakları,

su üretim değerleri, İZSU su kaçaklarını kontrol projesi,

İzmir’in gelecekteki içmesuyu kaynakları, içmesuyu

arıtma ve arsenik, demir-mangan arıtma tesislerinin tanıtılması,

işletmede olan ve projelendirilen atıksu arıtma

tesisleri, ihalesi yapılacak olan çamur kurutma ve

çürütme tesisinin gerekliliği, yapılan dere ıslahlarının

anlatılması ile devam etti.

İZSU’nun 2011 yılı projeleri ve yatırımları hakkında detaylı

bilginin de verildiği seminer soru cevapla sona

erdi.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 5


Şubeden

Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Sulaması İnşaatları

Teknik Gezisi

19 Şubat 2011

DSİ 2. Bölge Müdürlüğü kontrollüğünde yapılan Çaltıkoru

Barajı ve Kınık Sol Sahil Sulama Uygulamasına

düzenlenen teknik gezi şubemize kayıtlı 160 üye ve

genç-İMO üyesiyle gerçekleştirildi. Teknik gezinin ardından

Bergama Müzesi gezildi.

Teknik gezinin düzenlenmesi ve gerçekleşmesindeki

katkılarından dolayı DSİ 2. Bölge Müdürlüğü yetkililerine

ve işyeri temsilcilerimize, Bergama Müzesi gezimize

katkılarından dolayı Bergama Müzesi yetkililerine

ve İnşaat Mühendisi Muammer DALGIÇ’a teşekkür

ederiz.

Betonarme Yapıların Burulma Düzensizliğinin Doğrusal

Olmayan Yöntemlerle İrdelenmesi

24 Şubat 2011

İnş. Yük. Müh. Özgür GELMEDİ’nin “Betonarme Yapıların

Burulma Düzensizliğinin Doğrusal Olmayan

Yöntemlerle İrdelenmesi” başlıklı sunumu Şubemiz

konferans salonunda gerçekleştirildi.

66 kişinin katıldığı seminerimizde ülkemizdeki ve

diğer ülkelerdeki deprem yönetmeliklerindeki burulma

düzensizliği anlatılmış, çok ve tek modlu statik

itme yöntemleri gösterilmiştir.

Tahsin Vergin anısına

Türk Sanat Müziği Korosu Konseri

18 Şubat 2011

Devlet Korosu Sanatçısı Bülent DAĞDEVİREN yönetimindeki

Şubemiz Türk Sanat Müziği Korosu’nun bu

dönemki konseri 6 Kasım 2010 tarihinde kaybettiğimiz

Şube Başkanımız Tahsin Vergin’in anısına İsmet İnönü

Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Başkanımız Tahsin VERGİN’in eşi Doç. Dr. Canan

VERGİN’in ve ailesinin de katıldığı konsere yaklaşık

500 kişi katıldı.

6

Mart 2011 - 157


Şubeden

Güzelbahçe Belediyesi İşyeri Temsilciliği Seçimi

14 Ocak 2011

Güzelbahçe Belediyesi’nde işyeri temsilciliği seçimi

yapıldı. Şube Başkanımız Ayhan Emekli ile şubemiz

araştırma görevlisi Hüseyin Kuzu’nun katılımıyla gerçekleşen

İşyeri Temsilci Seçiminde Gökhan Akın İşyeri

Temsilcisi, Eray Mete İşyeri Temsilci Yardımcısı seçildi.

Seçildikleri görevlerden dolayı arkadaşlarımızı kutlarız.

İZSU İşyeri Tanışma Toplantısı

23 Şubat 2011

İZSU’da çalışmaya yeni başlayan üyelerimizle tanışmak,

üyelerimiz arası kaynaşmayı sağlamak, Şube

etkinlik ve çalışmalarının değerlendirilmesi amacıyla

İZSU Genel Müdürlüğü’nde yapılan toplantıya şubemiz

üyesi 20 İnşaat Mühendisi ile Şube Başkanımız

Ayhan Emekli ve şubemiz araştırma görevlileri Rahmi

Alper ve Hüseyin Kuzu katıldılar.

Toplantıda İZSU’da çalışan inşaat mühendislerinin

odamızdan beklentileri dile getirildi. Yapılacak çalışmalarla

ilgili görüş alışverişinde bulunuldu.

Bilirkişi Raporu Hazırlanması Eğitimi

15 Ocak 2011

Kamulaştırma Bilirkişiliği Yetki Belgeli üyelerimize

yönelik Bilirkişi Raporu Hazırlanması konulu eğitim

Şubemizde gerçekleştirildi. İnşaat Mühendisi Tamer

ÖZTÜRK ve İnşaat Mühendisi Hasan Hüseyin TUNÇ-

DEMİR rapor formatları hakkında ve rapor hazırlamada

dikkat edilmesi gereken konularla ilgili bilgi verdi.

Otoyol Bilgilendirme Toplantısı

17 Ocak 2011

Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu Bilgilendirme toplantısına

Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ali Fuat

GÜNAK ile Yönetim Kurulu Üyemiz Şefika SEYHAN

HAS katıldılar.

SKY TV Programı

19 Ocak 2011

İzmir SKY TV’de İnşaat Sektörünün konuşulduğu

programda Şube Başkanımız Ayhan EMEKLİ inşaat

sektörüyle ilgili görüşlerini aktardı.

“Torba Yasa”ya Karşı Basın Açıklaması

20 Ocak 2011

- DİSK’in düzenlediği, Torba Yasaya karşı yapılan yürüyüş

ve basın açıklamasına katılım sağlandı. Basmane

Meydanı’nda toplanıldıktan sonra AKP İzmir İl binasına

kadar yapılan yürüyüşün ardından basın açıklaması

yapıldı.

Enerji Kimlik Belgesi Röportajı

25 Ocak 2011

Anadolu Ajansı’nın Enerji Kimlik Belgesi (EKB) hakkında

yaptığı röportaja Şube Yönetim Kurulu Üyelerimiz

ve Şubemiz araştırma görevlisi Fırat ÜMMETOĞLU

katıldılar.

Karşıyaka Belediyesi Kent Konseyi Genel

Kurulu

25 Ocak 2011

Karşıyaka Belediyesi Kent Konseyi Genel Kuruluna

Şube Başkanımız Ayhan EMEKLİ katıldı.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 7


Şubeden

“Torba Yasa”ya Karşı Basın Açıklaması

31 Ocak 2011

TBMM’de görüşülmeye başlanan “Torba Yasa”ya karşı

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nce ortak düzenlenen “81

İlden Geliyoruz, TBMM’ni Kuşatıyoruz” başlıklı basın

açıklaması Konak Kemeraltı girişinde yapıldı. Basın

açıklamasının metnini Bültenimizin TMMOB’den sayfalarında

bulabilirsiniz.

“Torba Yasa”ya Karşı TBMM Eylemi

3 Şubat 2011

TBMM önünde yapılması planlanan torba yasaya karşı

basın açıklamasına Şube Başkanımız Ayhan Emekli

katıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yöneticileri ve birçok

milletvekilinin katıldığı eylem polis tarafından

gaz bombası, cop ve tazyikli su kullanılarak engellendi.

Bunun üzerine dört örgüt akşam saatlerinde

Sakarya Caddesi’nde ortak bir basın açıklaması yaptı.

İş Kazalarıyla İlgili Basın Açıklaması

14 Şubat 2011

Ülkemizde son dönemdeki iş kazaları ve genel olarak

iş güvenliği konusunda yaşanan sorunlara ilişkin İzmir

Tabip Odası, TÜRK-İŞ Bölge Temsilciliği, DİSK Bölge

Temsilciliği, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu

ve İzmir Barosu’nca İzmir Tabip Odası’nda gerçekleştirilen

basın toplantısına katıldık.

TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir

Plancıları ve İşsizlik İzmir Yerel Kurultayı

Hazırlık Toplantıları

18 Şubat 2011

TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve

İşsizlik İzmir Yerel Kurultayı 1. Toplantısı EMO İzmir

Şubesi’nde gerçekleşti. Toplantıya Şube Araştırma

Görevlimiz Hüseyin KUZU katıldı. TMMOB Ücretli Mühendis,

Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik İzmir Yerel

Kurultayı tarihinin 2 Nisan 2011 Cumartesi günü olması

kararlaştırıldı.

25 Şubat 2011

TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve

İşsizlik İzmir İzmir Yerel Kurultayı 2. Toplantısı EMO

İzmir Şubesi’nde gerçekleşti. Toplantıya Şube Araştırma

Görevlimiz Hüseyin KUZU katıldı.

Ocak-Şubat 2011

Bilgisayar Kurslarımız

Betonarme Yapıların Bilgisayar Ortamında

Projelendirilmesi ve Çizimi – 1 (İdestatik)

Kurs Süresi: 24 Saat

Kurs Eğitmeni: İnş. Yük. Müh. Arslan KESKİN

Kursiyer Sayısı: 25

İnşaat Mühendisliğinde İleri Excel Uygulamaları

Kurs Süresi: 24 Saat

Kurs Eğitmeni: İnş. Müh. Mustafa ŞAHİN

Kursiyer Sayısı: 26

Enerji Kimlik Belgesi

Uzmanlık Eğitimleri

Şubemizde birincisi 12 Ocak 2011 tarihinde başlayan

Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlık eğitimlerinin altıncısı

16 Şubat 2011 tarihinde tamamlandı.

18 saat süren ve içeriğinde mevzuat çalışmaları (Enerji

Verimliliği Kanunu ve Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği

vb.) ve BEP-TR programında girilen müstakil

konut ve apartman gibi uygulamalı örnekler yer alan

eğitimlerin sonunda yapılan sınavları başarıyla geçen

110 üyemiz Enerji Kimlik Belgesi Uzmanı oldu. Yoğun

ilgi gören eğitimler devam etmektedir.

Betonarme Yapıların Bilgisayar Ortamında

Projelendirilmesi Ve Çizimi – 2 (Probina)

Kurs Süresi: 24 Saat

Kurs Eğitmeni:

İnş. Müh. Özden Murat PEHLİVANOĞLU

Kursiyer Sayısı: 26

Şubemizin sürekli olarak açtığı kurslar web sitemizden ve e-posta yoluyla duyurulmaktadır. Açılacak kurslarla ilgili

bilgi almak için web sitemizi ziyaret edebilirsiniz.

(Şubemiz kayıtlarındaki e-posta adresinizi güncelleyebilirsiniz.)

www.imoizmir.org.tr

8

Mart 2011 - 157


Şubeden

İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ KURULTAYI

İZMİR ÇALIŞTAYI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

(29-30 Ocak 2010)

Balıkesir, Çanakkale, İzmir ve Manisa Şubeleri birlikteliğinde

29-30 Ocak 2011 tarihlerinde düzenlediğimiz

İnşaat Mühendisliği Kurultayı İzmir Çalıştayı’nı üyelerimizin

katılımlarıyla tamamlamış bulunmaktayız.

İnşaat Mühendisleri Odası 42. Dönem Çalışma Programı

doğrultusunda 9-10-11 Aralık 2011 tarihinde

Ankara’da yapılması planlanan İnşaat Mühendisliği

Kurultayına hazırlık olmak üzere planlanan çalıştaylar

kapsamında düzenlenen İzmir Çalıştayı 29-30 Ocak

2011 tarihlerinde Şubemiz Sekreteryasında, İzmir,

Manisa, Çanakkale ve Balıkesir Şubeleri birlikteliğinde

düzenlendi.

Meslek ve meslektaş sorunlarımızın belirlenmesinin ve

çözüm önerilerinin üretilmesinin birinci adımı olan bu

çalıştayda tartışmaya açılan;

1. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız

2. Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar

3. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek

Alanlarımıza Yansımaları

4. Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik

ana başlıkları altında toplam 12 alt başlığın tartışıldığı

Çalıştayın Şubemizde yapılan ilk gününde; sabah

oturumunda 6 çalışma grubu, öğle oturumunda diğer

6 çalışma grubu çalışmalarını tamamladı. Çalıştayın

Tepekule Kongre Merkezi Anadolu Salonu’nda yapılan

ikinci günü, çalışma gruplarının sonuç raporlarını

sunmasının ardından, salondan katkıların alınmasıyla

tamamlandı.

1. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız

“Yapı Denetim Hakkında Kanun” başlığında “Yapı

Denetim Bilinci”, “Yeni Yapı Denetim Kanunu Taslağı

ve Mevcut Kanunla Karşılaştırılması”, “Yapı Denetim

Uygulamaları” ve “Müteahhit ve Şantiye Şefi, Usta ve

Kalfalara Yönelik Düzenlemeler” ele alınarak yapı denetim

sistemiyle ilgili öneriler sunuldu.

“Afet, Acil Durum ve Sivil Savunma Hizmetleri Kanunu

Tasarısı Taslağı” başlığında mevcut mevzuatın

değerlendirilmesiyle birlikte yeni tasarının bölüm ve

madde bazında değerlendirilmesi yapılarak tespit

edilen sorunlar hakkında öneriler sunuldu.

“Kamu İhale Kanunu” başlığında “Yaklaşık Maliyetin

Hesaplanmasının Değerlendirilmesi”, “Teknik Personelin

Çalışma Şekilleri”, “Sınır Değerin Altındaki Tekliflerin

Değerlendirmesi”, “Sözleşmesinde Olmayan

İmalatlara Ait Birim Fiyatların Belirlenmesi”, “Fiyat

Farkı Düzenlemesi”, “Özel İnşaatlara Ait İş Deneyim

Belgelerinin Değerlendirilmesi” konuları ele alındı.

“Yüksek Yapılar Yönetmeliği” başlığında “Yüksek Yapılar

Yönetmeliğinin İnşaat Mühendisliği Açısından

Kapsam ve İçeriği” konusu ele alınarak “Neden Yüksek

Yapılar Yönetmeliği”ne ihtiyaç olduğu tartışıldı ve

İzmir Büyükşehir Belediyesi Yüksek Yapılar Yönetmeliği

değerlendirilerek konuya ilişkin öneriler sunuldu.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 9


Şubeden

2. Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar

“İşsizlik ve İstihdam, Çalışma Koşulları ve Ücret Politikaları”

alt başlığında daha önce yapılan genel

araştırmalar ve TMMOB İzmir İKK tarafından önceki

yıl yapılan anket çalışması sonuçlarına da değinilerek

sektördeki istihdam, çalışma koşulları, ücretler

ve örgütlülük durumu değerlendirilerek inşaat mühendislerinin

çalışma koşullarının düzeltilmesi için

örgütlenme üzerine önerilerde bulunuldu.

4. Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik

“İnşaat Mühendisliği Eğitimi” başlığında mevcut durum

ve kavramlar değerlendirilerek sorunlar vurgulandı.

“Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz” sorusu tartışılarak

çözüm önerilerinde bulunuldu.

“Mesleki Dayanışma, Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler”

başlığında “TMMOB Yasa ve Yönetmeliklerinin

Meslek Alanlarının Belirlenmesi Yönünden İrdelenmesi”,

“Diğer Meslek Disiplinlerinin Meslek Alanımıza

Etkileri” ile “Farklı Alanlarda Çalışan İnşaat Mühendisleri

Arasındaki Mesleki Dayanışmanın Sağlanması”

konuları ele alındı. Meslektaşlarımızı koruyabilmemiz

için meslekte uzmanlaşmanın önemi vurgulandı.

“İMO’nun Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik Çalışmaları”

başlığında “Meslekiçi Eğitim”, “Mesleki Denetim”,

“Yetkinlik ve Belgelendirme”, “Teknik Yayın” ve

“Teknik Gezi” konuları ele alındı.

3. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin

Meslek Alanlarımıza Yansımaları

“İnşaat Mühendisliği Açısından Planlama” başlığında

“İnşaat Mühendisliği Açısından Altyapı ve Üstyapı

Yatırım İşletmelerinin Planlanması ve Siyasal Boyutu”

konusu ele alındı.

“Altyapı ve Ulaşım Politikaları” başlığında “Dünden

Bugüne Altyapı ve Ulaşım Yatırım Süreçlerinin Değerlendirilmesi”

yapılarak öneriler sunuldu. Ayrıca

yatırımcı kamu kurumlarının görev, yapılanma ve

sorumlulukları örneklerle incelenerek önerilerde bulunuldu.

“İnşaat Mühendisliğinde Etik” başlığında “Tanım ve

Kavramlar”, “Mühendislikte Etik ve İlkeler”, “Günümüzde

ve Tarihte İnşaat Mühendisliğinin Durumu”,

“Etik Açısından Genel Sorunlar” konuları ele alınarak

öneriler sunuldu.

Son olarak yapılan “Genel Değerlendirme” başlıklı

oturumda İMO Yönetim Kurulu Üyesi Galip KILINÇ,

İMO İzmir Şube Başkanı Ayhan EMEKLİ, İMO İstanbul

Şube Başkanı Cemal GÖKÇE, İMO Balıkesir Şube

Başkanı Hikmet CESUR ve İMO Manisa Şube Başkanı

Musa AYNURU çalıştayı ve mesleğimizin bugünkü

durumunu değerlendirdiler.

“Geleneksel Tarihi ve Kültürel Yapıların Onarım ve

Güçlendirilmesi” başlığında konu ile ilgili yasal düzenlemeler

incelenerek “Devletin ve Yerel Yönetimlerin

Örgütlenme Biçimi” değerlendirildi. Konu ile ilgili

mesleki ve kamusal sorumluluklarımızın altı çizilerek

denetim süreçleri ele alındı ve öneriler sunuldu.

10

Mart 2011 - 157


Şubeden

ZEMİN VE TEMEL ETÜT

RAPORLARI MESLEKİ

DENETİM BEDELİ

İMO Yönetim Kurulunun 5 Kasım 2010 tarihli toplantısında

belirlenen, daha sonra 4 Aralık 2010

tarihli toplantısında revize edilen Zemin Etüt Raporları

mesleki denetim hizmet bedeli hesaplaması

1 Ocak 2011 tarihinden itibaren aşağıdaki

karar doğrultusunda uygulanacaktır.

Yönetim Kurulunun “zemin ve temel etüt raporlarının

mesleki denetim hizmet bedelinin

01.11.2011 tarihinden geçerli olmak üzere 30.TL/

adet olarak güncellenmesine” seklinde sehven

alınan 5 Kasım 2010 tarih ve 10/580 sayılı kararının,

asağıdaki sekilde revize edilmesine, buna

göre, Zemin ve Temel Etüt Raporlarının mesleki

denetim hizmet bedelinin:

- Parsel büyüklüğüne bağlı olarak en az 45.-TL

(kırk bes Türk Lirası), 5000 m 2 ve üstü için 225.-TL

(iki yüz yirmi bes Türk Lirası) alınmasına,

- Arada kalan parsel alanları için mesleki denetim

hizmet bedelinin asağıda gösterilen tablo yardımıyla

belirlenmesine;

Parsel

Alanı

( m 2 ) HBK/100

Mesleki

Denetim

Bedeli

Parsel

Alanı

( m 2 ) HBK/100

Mesleki

Denetim

Bedeli

500 8,00 45.TL 2800 4,35 137.TL

600 7,26 49.TL 2900 4,32 141.TL

700 6,73 53.TL 3000 4,30 145.TL

800 6,33 57.TL 3100 4,27 149.TL

900 6,02 61.TL 3200 4,25 153.TL

1000 5,78 65.TL 3300 4,23 157.TL

1100 5,58 69.TL 3400 4,21 161.TL

1200 5,41 73.TL 3500 4,19 165.TL

1300 5,26 77.TL 3600 4,17 169.TL

1400 5,14 81.TL 3700 4,16 173.TL

1500 5,04 85.TL 3800 4,14 177.TL

1600 4,94 89.TL 3900 4,13 181.TL

1700 4,86 93.TL 4000 4,11 185.TL

1800 4,79 97.TL 4100 4,10 189.TL

1900 4,73 101.TL 4200 4,08 193.TL

2000 4,67 105.TL 4300 4,07 197.TL

2100 4,61 109.TL 4400 4,06 201.TL

2200 4,57 113.TL 4500 4,05 205.TL

2300 4,52 117.TL 4600 4,04 209.TL

2400 4,48 121.TL 4700 4,03 213.TL

2500 4,44 125.TL 4800 4,02 217.TL

2600 4,41 129.TL 4900 4,01 221.TL

2700 4,38 133.TL 5000 4,00 225.TL

HBK: Hizmet Bedeli Katsayısı AK: Artı Katsayısı (2011 için 1,125 olarak

belirlenmitir)

Meslek Denetim Bedeli : (parsel alanı x HBK/100 x AK)

OCAK-ŞUBAT 2011’DE YAYINLANAN

YASA VE YÖNETMELİKLER

Yürürlüğe giren yasa ve yönetmelikler şunlardır:

• Borçlar Kanunu (4 Şubat 2011 tarih, ve 27836 Sayılı

Resmi Gazete)

• Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli

Hakkında Kanun (4 Şubat 2011 tarih, 27836 Sayılı

Resmi Gazete)

• İller Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun (8 Şubat

2011 tarih, 27840 Sayılı Resmi Gazete)

• Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliğinde

Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (9 Şubat 2011

tarih, 27841 Sayılı Resmi Gazete)

• Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına

Dair Tebliğ (9 Şubat 2011 27841 Sayılı Resmi Gazete)

• Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlarına ve Eğitici Kuruluşlara

Verilecek Eğitimlere İlişkin Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına

Dair Tebliğ (12 Şubat 2011 tarih, 27844 Sayılı

Resmi Gazete)

• Yapı Malzemeleri Yönetmeliği (89/106/eec) Kapsamında

Türk Standartları Enstitüsünün Onaylanmış

Kuruluş Olarak Görevlendirilmesine Dair Tebliğde Değişiklik

Yapılmasına Dair Tebliğ (21 Şubat 2011 tarih,

27853S. Sayılı Resmi Gazete)

• Yapı İşleri İnşaat, Makine ve Elektrik Tesisatı Genel

Teknik Şartnamelerine Dair Tebliğde Değişiklik Yapılması

Hakkında Tebliğ (21 Şubat 2011 tarih, 27853 Sayılı

Resmi Gazete)

• Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına

Dair Yönetmelik (24 Şubat 2011 tarih, 27856

Sayılı Resmi Gazete)

• 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu

Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3

üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2011 Yılında Uygulanacak

Olan İdarî Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (24

Şubat 2011 tarih, 27856 Sayılı Resmi Gazete)

• Elektronik İhale Uygulama Yönetmeliği 25 Şubat

2011 tarih, 27857 Sayılı Resmi Gazete)

- Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında

Yönetmelik (25 Şubat 2011 tarih; 27857 Sayılı Resmi

Gazete)

• Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde

Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (25 Şubat 2011

tarih, 27857 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete)

- Yapı Denetimi Kuruluşlarının Faaliyetlerinin Denetlenmesi,

Denetim Faaliyetlerinin Durdurulması Ve İzin

Belgelerinin İptal Edilmesinin Usûl ve Esaslarına Dair

Tebliğ (26 Şubat 2011 tarih, 27858 Sayılı Resmi Gazete)

İlgili yasa ve yönetmeliklere Şubemizin web sayfasından

ulaşılabilir: www.imoizmir.org.tr

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 11


Şubeden

TMMOB DEMOKRASİ KURULTAYI

Tahsin Vergin Anısına

İZMİR YEREL KURULTAYI

Değerli Üyemiz,

TMMOB 41. Dönem Genel Kurulunda; 1998 yılında düzenlenen TMMOB

Demokrasi Kurultayının ikincisinin 2011 yılı içerisinde yapılması kararlaştırılmıştır.

Kurultay yöntemi olarak İl/İlçe Koordinasyon Kurulları sorumluluğunda,

tüm üyelerin katılımıyla yerel kurultaylar yapılması benimsenmiştir.

İzmir’de Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesi sekreteryasında 7 Mayıs

2011 tarihinde yakın dönemde kaybettiğimiz “Tahsin Vergin” Anısına

düzenlenecek olan TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı’nda Şubemiz

Kentleşme ve Yerel Yönetimler başlığında çalışma yapacaktır.

İzmir Yerel Kurultayına hazırlık olması amacıyla 23 Nisan 2011 tarihinde

TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı Hazırlık Çalıştayı gerçekleştirilecektir.

TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı’nda tartışılacak konu başlıkları aşağıda

sıralanmıştır.

1. Demokrasi ve Temel İlkeler

2. Temel Hak ve Özgürlükler

3. Çalışma Yaşamı

4. Yerel Yönetimler ve Kentleşme

5. Doğal Varlıklar, Ekoloji ve Enerji

6. Tarım ve Gıda

7. Ekonomi

8. Bilim ve Teknoloji

9. Kadın

10. Kürt Sorunu

TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı ve Hazırlık Çalıştayına katılımınızı ve katkınızı bekleriz.

TMMOB ÜCRETLİ MÜHENDİS, MİMAR VE ŞEHİR PLANCILARI VE

İŞSİZLİK KURULTAYI İZMİR YEREL KURULTAYI

Değerli Üyemiz,

TMMOB Yönetim Kurulunun 9 Ekim 2010 tarihli toplantısında 2011 yılı içerisinde

TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı

yapılması kararlaştırılmıştır. Kurultay yöntemi olarak İl/İlçe Koordinasyon

Kurulları sorumluluğunda tüm üyelerin katılımıyla yerel kurultaylar yapılması

benimsenmiştir.

Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi koordinatörlüğünde 2 Nisan 2011

tarihinde Tepekule Kongre Merkezinde yapılacak olan TMMOB Ücretli Mühendis,

Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı İzmir Yerel Kurultayı’nda

Şubemiz “Ücretli Çalışan Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Çalışma

Koşulları, Asgari Ücret ve Ücretler” konusunda çalışma yapacaktır.

TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı İzmir

Yerel Kurultayı’nda tartışılacak konu başlıkları:

1.Ücretli MMŞP çalışma yaşamını belirleyen yasalar

2.Ücretli MMŞP ların çalışma koşulları, asgari ücret ve ücretler

3.Ücretli çalışan MMŞP lerin özlük hakları ve iş güvencesi, kapitalizmin krizleri

ve özlük haklarına etkileri

4.Özelleştirmenin, işsizliğin ve güvencesizliğin MMŞP üzerindeki etkileri,

örgütlenme ve sendikasızlaşma

2 Nisan 2011 tarihinde Saat 10:00 da Tepekule Kongre Merkezinde yapılacak

olan TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı

İzmir Yerel Kurultayı’na katılımınızı ve katkınızı bekleriz.

12

Mart 2011 - 157


Şubeden

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ANA BİNA CEPHE ONARIMI İŞİNDE

MEYDANA GELEN İŞ KAZASI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

3 Mart 2011 tarihindeiki taşeron işçisinin İzmir Büyükşehir Belediyesi dış cephe boyasını yaparken hayatını kaybetmeleri

üzerine Şubemiz tarafından yapılan basın açıklaması. 07.03.2011

03.03.2011 Perşembe günü 08.30 da İzmir Büyükşehir

Belediyesi dış cephenin boyanması işinde taşeron şirkette

çalışmaya başlayan iki işçi çelik halatın kopmasıyla

beton zemine düşerek hayatlarını kaybetmiştir.

Son günlerde iş kazalarından doğan ölümlerin çoğaldığı

ve inşaat iş kolunda ölüm oranlarının diğer işkollarına

göre yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle

işverenlerin iş güvenliği konusunda çok hassas

olmaları gerekmektedir.

6. katta çalışırken çelik halatın asma iskeleden kopmasıyla,

iskeleyle birlikte üçüncü kattaki iskeleye düşen

işçiler, buradan da üçüncü kattaki iskelenin de kopması

üzerine yere düşerek beton zemine çakılmışlardır.

İskelenin altında kalan işçiler çıkarılıp hastaneye kaldırılmışlarsa

da yaşamlarını yitirmişlerdir.

Özellikle askı iskelede çalışan işçilerin işe başlamadan

önce sağlık kontrollerinin ve sigortalarının yapılıp

yapılmadığının, işçilerin emniyet kemerlerini

takıp takmadıklarının, emniyet kemerlerinin CAN

HALATI’na bağlı olup olmadığının, iş iskelelerinin

tekniğe uygun olup olmadığının, iskelelerin ve

halat motorunun periyodik kontrolünün yapılıp

kontrol formuna işlenip işlenmediğinin, emniyet

kemerlerinin iskeleye takıldığı yuvaların güvenli

olup olmadığı belli değildir. Eğer bu kontroller

sağlıklı olarak yapılmış olsaydı bu kaza meydana

gelmeyecekti.

Görevli teknik eleman tarafından iş iskelelerinin güvenli

olup olmadığı, emniyet kemerlerinin takılacağı

yuvaların sağlıklı olup olmadığı, çelik halatın sağlamlığı,

yıpranıp yıpranmadığı denetlenmiş olsaydı biri

öğrenci iki işçi yaşamını yitirmezdi. Bu nedenle bu iş

kazası da diğer iş kazaları gibi kader değildir.

İş kazasında yaşamını yitiren 26 yaşındaki Nesih

Taşkın’ın yaşamı bize bugünkü eğitim sistemimize ve

yoksulluğun geldiği noktaya ayna tutması açısından

çok önemlidir.

İki yıl önce Iğdır Üniversitesini kazandığı halde ekonomik

sıkıntılardan dolayı kaydını dondurarak ailesinin

yanına İzmir’e dönen Nesih Taşkın bu sene de

Amasya Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Elektrik ve

Elektronik bölümünü kazandı. İlk dönem okula kaydını

yaptırıp derslerine devam eden Nesih; ikinci dönem

harcını ödeyemediğinden öğrenimini dondurdu. Harç

parasını biriktirmek için İzmir’e dönen ve iki gün önce

taşeron şirketinde dış cephe boyasında çalışmaya başlayan

ve yaşamını yitiren Nesih Taşkın’ın durumu gerçekten

trajedidir.

Eğitim parasız olsaydı, yoksul bir ailenin çocuğu olmasaydı,

taşeron sistemi olmasaydı ve iş güvenliği tekniğe

uygun olarak uygulansaydı Nesih Taşkın bugün

yaşıyor olacaktı. Odamız taşeron sistemine ve iş güvenliğinin

özelleştirilmesine karşı çıkmaktadır. İş güvenliği

ve işçi sağlığının kamu kurumları tarafından

denetlenmesinden yana tavır almakta ve bu konuda

hukuki mücadelesini sürdürmektedir.

İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak iki işçinin

yaşamını yitirmesine neden olan bu olaydan dolayı

duyduğumuz üzüntüyü bildiriyor, bu tür iş kazalarının

kader olmadığını, iş güvenliğinin tam uygulanması

için gereken önlemlerin alınarak işçi ölümlerinin durdurulmasını

istiyoruz.

Yaşamını yitiren işçi kardeşlerimizin ailelerine başsağlığı

ve sabır diliyoruz.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 13


İMO’dan

DENETİMSİZLİK İŞ CİNAYETLERİNE DAVETİYE ÇIKARIYOR

10 Şubat 2011 tarihinde Kahramanmaraşta yaşanan göçük nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından

yapılan açıklama.

Son günlerde arda arda yaşanan iş cinayetleriyle sarsılıyoruz.

Ankara’da OSTİM ve İVEDİK’de yaşanan ve 20 işçinin yaşamını

yitirdiği iş cinayetinin etkileri sürerken bu kez Kahramanmaraş

Afşin-Elbistan Linyitleri B Termik Santrali’nde

yaşanan ve bir kişinin yaşamını yitirdiği, 9 kişinin ise halen

göçük altında olduğu haberlerini aldık. Üstelik bu sefer yaşanan

iş cinayeti göz göre işçilerin ölüme yollanması nedeniyle

yaşandı.

Daha dört gün önce aynı bölgede göçük yaşanmış, 1 işçi

yaşamını yitirmiş 9 işçi yaralanmıştı. Termik Santrali bir an

önce işletmeye açmak isteyen Park Holding’in sahipleri gerekli

tedbirler alınmadan bölgede göçük kaldırma çalışmaları

başlatmış ve gelinen aşamada 1 işçinin ölümüne neden

olmuş, akıbetleri bilinmeyen aralarında mühendislerin de

olduğu 9 kişinin göçük altında olmasına ortam hazırlamışlardır.

Termik Santralin B ünitesi üç yıl önce özelleştirilmiş ve Park

Holding’e devredilmiştir. Yerel kaynaklar, özelleştirmesinin

ardından denetimsizliğin arttığına, işletmenin kar hırsıyla

maden göbeğinde var olan maden rezervini çekip aldığına,

daha önceleri ölümlü göçüklerin yaşanmadığına ancak

özelleştirilmenin ardından bu tür göçüklerin yaşanmaya

başlandığına dikkat çekiyorlar.

Afşin-Elbistan’da yaşanan son iş cinayeti ve diğer iş cinayeti

örnekleri bir kez daha bizlere hem sosyal devlet olgusunun

yok edilme girişimleri sonucu gerçekleştirilen özelleştirmelerin

ardından işverenlerin iş güvenliği ve işçi sağlığını

öncelikleri arasına almadıklarını hem de devletin yeterli denetimlerde

bulunmadığını göstermektedir.

İstatistiklere göre, Türkiye ölümlü iş kazaları alanında

Avrupa’da birinci dünyada ise ikinci sırada bulunmaktadır.

Türkiye’de en sık iş kazasının yaşandığı sektörler sıralamasında

inşaat sektörü ise maalesef üçüncü sırada yer alıyor.

Yine çarpıcı olan diğer bir istatistik ise 2011 yılının başından

bu yana 50 kişinin iş cinayetleri sebebiyle yaşamını yitirdiğidir.

Rakamlar oldukça çarpıcı. Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin

sorunlu bir alan olduğu ve her yıl binlerce kişinin

bu sebeple yaşamını yitirdiği bilinen bir gerçektir. Yine bilinen

bir diğer gerçek ise siyasi iktidarın bu alanda gerekli

önlemler almadığı, işçi sağlığını işverenin insafına bıraktığıdır.

Emek ve meslek örgütleri Meclis Genel Kurulu’nda değerlendirilen(!)

ve peyderpey kabul edilen “Torba Yasa”ya işte

tam da bu nedenlerle karşı çıkmaktadır. Türkiye’de çalışma

yaşamı her geçen gün biraz daha işverenin lehine, çalışanların

aleyhine düzenleniyor ve bu tercihin doğal bir sonucu

olarak her geçen gün artan ölümlü iş cinayetleri yaşanıyor.

OSTİM’de, İVEDİK’te ve Kahramanmaraş’ta yaşadığımız işçi

cinayetleri siyasi iktidarı bir kez daha iş güvenliği ve işçi sağlığı

alanını düşünmeye, değerlendirmeye ve acil önlemler

almaya davet ediyor.

Yeni iş cinayetlerinin yaşanmaması için siyasi iktidara bir

kez daha sesleniyoruz: iş cinayetlerini önlemek mümkün.

Çalışanların yaşam hakkını işverenlerin kar hırsına terk etmeyin.

Gerekli önlem ve tedbirleri biran evvel alın.

14

Mart 2011 - 157


İMO’dan

AKP’NİN SOSYAL DEVLETİ YOK ETME GİRİŞİMLERİNE SESSİZ KALMAYACAĞIZ

İnşaat Mühendisleri Odası, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen Torba Yasa Tasarı üzerine değerlendirmeleriyle ilgili

olarak 28 Ocak 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı

AKP‘nin çalışanlara oynadığı yeni bir oyunla karşı karşıyayız

İktidarda bulunduğu süre içerisinde çalışanların haklarını

yok etmeye, sosyal devlet olgusu yerine “piyasacı devlet”

mantığını inşa etmeye kararlı olan AKP Hükümeti’nin çalışanlar

üzerinde oynadığı yeni bir oyunla karşı karşıyayız.

Çalışma yaşamına işveren penceresinden bakmaktan, bunu

açık açık savunmaktan imtina etmeyen ve gerekli mevzuat

değişikliklerini hayata geçirme önünde hiçbir engel tanımayan

AKP Hükümeti bu sefer “torba yasayla” çalışanların

haklarına yeni kısıtlamalar getirmeye hazırlanıyor. Üstelik

bu sefer yalnızca işçilerin değil kamu çalışanlarının haklarını

düzenleyen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda da

değişiklik yapılmak isteniyor.

Toplumsal yaşamı neo-liberal politikalar çerçevesinde düzenlemeye

çalışan AKP Hükümeti, Torba Yasa Tasarısıyla

çalışanların güvencelerini ortadan kaldırıyor, örgütlenme

haklarını ellerinden alıyor.

Bu amaçla 2010 yılı içerisinde 657 sayılı Devlet Memurları

Kanunu‘nda da değişiklik yapılmasına ilişkin hükümler taşıyan

iki tasarı hazırlayan AKP Hükümeti, tasarıların ilkini 9

Haziran 2010 tarihinde TBMM Başkanlığına sunmuş ancak

tasarı “TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu”nun gündemine

alınmamıştı.

Bir önceki tasarıda çalışanların aleyhine olan hükümleri

aynen koruyarak ikinci bir tasarı hazırlayan AKP Hükümeti

Torba Yasa Tasarısı adını verdiği tasarıyı 25 Ocak 2011 tarihinden

bu yana Meclis Genel Kurulu‘nda görüşüyor ve

madde madde yasalaştırıyor.

Ancak “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal

Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı

Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına

Dair Kanun Tasarısı” adıyla hazırlanan ikinci tasarıyla

sadece çalışanlara değil toplumun tümüne büyük bir

oyun oynanıyor.

Yeni tasarıda vergi affı, emekli zammı, öğrenci affı gibi kamuoyunun

büyük bir kesimi tarafından merakla beklenen

yasal değişiklikler ile çalışanların istihdamında planlanan

hak kısıtlamaları birlikte düzenleniyor.

Kamu hizmeti gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren

bir alanda yapılmak istenen hak gaspları ile yine toplumun

geniş kesimleri tarafından beklenen “af”ların birlikte düzenlenmesi

tam anlamıyla bizlere oynanan bir tür “Ali Cengiz”

oyunudur.

Çalışanların haklarında olumsuz değişiklikler öngören bir

tasarının özellikle “vergi affı” ve “öğrenci affı” gibi konularla

birlikte ele alınmasındaki temel amacın aftan yararlananların

desteğini almak olduğu görülmektedir. Bu durum, tasarının

getirdiği hak kayıpları ve sosyal devletin tasfiyesi ile

emekçi kesimler üzerinde oluşacak olumsuz etkilere karşı

gelişen haklı ve meşru muhalefeti yürütenleri, “vergi affı” ve

“öğrenci affı” üzerinden tasarıyı destekleyenlerle karşı karşıya

getirme tehlikesi barındırmaktadır.

Tasarıyla kamu çalışanlarının hakları nasıl yok edilecek?

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nu tamamen değiştirme

niyetini taşıyan siyasi iktidar, Torba Yasayla hem bu

amacının önemli bir bölümünü hayata geçirmekte hem de

işçilerin haklarını işveren lehine zayıflatmaya soyunmaktadır.

AKP Hükümeti bu tasarıyla iddia ettiği gibi “memur sendikaları,

sivil toplum kuruluşları ve çalışanların makul ve

uygun görülen isteklerini karşılamayı” değil, neo-liberal

politikaları çalışma yaşamında tam anlamıyla uygulamaya

koymayı hedeflemektedir.

Tasarı genel olarak

“Kamu hizmeti”ni ortadan kaldırarak, her vatandaşın “siyasal

hakkı” olan kamu hizmetinde çalışma hakkını yok etmeyi,

Anayasanın değiştirilemez hükümlerden biri olan “sosyal

devlet ilkesi”nin en temel mekanizmasını ve sayısı 3 milyon

olan kamu personelinin iş güvenceli kariyerini ortadan

kaldırmayı; işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerini iyice

zayıflatmayı, sendikalarda örgütlenmeyi yok etmeyi, taşeronlaşmanın

önünü açmayı ve işverenin üzerindeki yükü

azaltmayı amaçlamaktadır.

Tasarının olumsuz yönlerini gizleme amacıyla vitrin niyetine

sunulan “izin hakları ile kadın ve engelli çalışma koşullarında

yapılan iyileştirmeler” dışarıda bırakıldığında kamu

çalışanlarının hak kayıpları üç temel noktada düzenlenmektedir.

Siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisi”nin sık ve yaygın

kullanılabilir kılınması.

Tasarı ile siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisini” sık ve

yaygın kullanabilmesine olanak tanınmaktadır. Temel memur

güvencesini ortadan kaldıran bu değişiklikle birlikte,

“kadro kaldırma yetkisi” tüm kamu sistemini sürekli tehdit

edecek bir yetki olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,

böylece siyasal iktidarın kamu personeli

üzerinde yapacağı partizanca işlemlerin kapısı sonuna kadar

açılacaktır.

Üst kademe yöneticilik makamlarının özel sektöre ve serbest

meslek sahiplerine açılması.

Tasarı yöneticilik görevleri için değerlendirmeyi “sicil sistemi”

dışına çıkarmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12

yıl hizmeti yeterli saymakta ve bu sürenin hesabında özel

kurumlarda veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının

dikkate alınacağını hükme bağlamaktadır. Özel sektöre

ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe yönetici

olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin

üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla gelip

gidecek “siyasal kadrolara” dönüştürülecek, memuriyet

kariyer sisteminin taşıyıcısı olan “piramidin tepesi” kariyer

sistemine kapanacaktır.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 15


İMO’dan

Sicil değerlendirme sisteminin yerine “disiplin” ile “ödül”

uçları üzerinde yükselen “performans değerlendirme

sistemi”nin getirilmesi.

Tasarı sicil sistemini ortadan kaldırılmakta, insan doğasının

benmerkezci ve kişisel çıkar odaklı olduğu kabulüne dayanan

liberal değerler üzerine kurulan ödüllendirme-cezalandırma

çerçevesinde bir performans değerlendirme sistemi

kurmaktadır. Kolektif bir iş olan kamu hizmetini performans

değerlendirme sistemi ile bireysel rekabete dayalı bir

iş haline getiren değişikliklerle kamu hizmeti kavramının

altı boşaltılmaktadır.

Özetle tasarı ile

Kamu hizmetini tasfiye etme politikasının önü açılmaktadır.

Tasarı, kendi içinde danışma, görüşme, tartışma, direnme

yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları olmayan,

siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal güç odaklarının

vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim aygıtı öngörülmektedir.

Üst kademe yöneticilik makamları siyasal kadroların ve

özel sektör aktörlerinin iş görme yerlerine dönüştürülmektedir.

Bunlar, hükümetle gelip hükümetle gitmekle birlikte,

emir-komuta makamlarında kamu kaynaklarına yön veren

ve bütün bir yönetim aygıtını ve personelini yönlendirip

değerlendiren kadrolar olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde

çalışacak olanların güvenceden yoksun oldukları ve bir

yandan disiplin bir yandan da bunların takdirlerine bağlanmış

ödüllemeye dayalı performans değerlendirme sistemine

bağlandıkları düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin

yalnızca genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı,

doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça

görülmelidir.

Bu noktada Anayasada “Çalışma Hakkı ve Ödevi”nin “Sosyal

ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ana başlığı altında;

“Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı”nın ise “Siyasal Haklar ve

Ödevler” içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır.

Bu ayrımın temel felsefesini kamu adına karar

verenlerin siyasal iktidarın baskılarının yanında farklı çıkar

gruplarına karşı da kamu adına korunması gerekliliğinde

aranmalıdır. Bu niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal bir

öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini

ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından

vazgeçildiğini de işaret etmektedir.

Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi

örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek

amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak, kamu

personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla,

sözleşmelilik ve kadro sistemine geçirilmesiyle

gerçekleştirilebilir.

Tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden çıkaracak bir

nitelikte olması nedeniyle sadece 657 sayılı yasaya tabi çalışanları

değil toplumun tüm emekçi kesimlerini olumsuz

etkileyecek bir özellik taşımaktadır.

Torba Yasa iş yaşamına neler getiriyor?

Tasarı yasalaşırsa

Asgari ücret hesaplamasında belirlenen 16 yaş sınırı 18‘e

çıkarılacak. Böylece 16-18 yaş arasındaki 200 binden fazla

gencin asgari ücretleri yaklaşık 80 TL azaltılacak.

Kısmi süreli çalıştığı için sigorta primi eksik yatanlar eksik

süreyi 30 güne tamamlayacak ve farkı kendileri ödeyecekler.

Ödememeleri durumunda devletin sağlık hizmetinden

yararlanamayacaklar.

Tasarıda 18-29 yaş arası erkekler ile 18 yaş üstü kadınları

istihdam eden işverenlerin sigorta primlerinin işveren tarafından

ödenmesi gereken tutarı, işe alındıkları tarihten

itibaren İşsizlik Sigortası Fonu‘ndan karşılanacak. Bu durum

30 ve daha yukarı yaşlardaki çalışanları işten atılma tehdidiyle

karşı karşıya bırakacak. “İstihdam artırma niyetiyle”

yapılan bu düzenlemeler ne yazık ki aynı zamanda yeni işsizler

yaratma tehlikesi taşımaktadır.

Şirketler kadrolu işçi çalıştırmak yerine, sadece ihtiyacı olduğunda

işçi çalıştıracak, böylece kısa süreli çalıştırmanın

yolu açılacak. Geriye kalan süreyi 30 güne tamamlamak için

kendi cebinden primini yatıramayan hiçbir çalışan, ömür

boyu emekli olamayacaktır.

İşe alımlarda deneme süresi 2 aydan 4 aya çıkarılacak ve

buna karşılık ücret ödenmeyecek.

Tasarıyla aynı zamanda İl Özel İdarelerinde çalışan yaklaşık

80 bin işçinin sendikasızlaştırılmasının önü açılacak.

İnşaat Mühendisleri Odası mesleki ve toplumsal sorumluğu

gereği kamuda çalışan mühendis ve mimarların, sayıları üç

milyonu bulan kamu çalışanlarının ve özel sektörde çalışan

işçilerin haklarını korumak adına, Torba Yasa‘nın çalışanlarla

ilgili hükümlerine karşı çıkmaktadır.

Çalışanların haklarında ve 657 sayılı Devlet Memurları

Kanunu‘nda yapılmak istenen değişiklikler vergi affı, öğrenci

affı gibi yasa tasarılarıyla birlikte ele alınamaz.

Kamu çalışanlarıyla ilgili yapılacak bir düzenleme, kamusal

alanın taşıdığı özellikler nedeniyle ayrıca değerlendirilmeli

ve konunun sosyal taraflarıyla ele alınmalıdır.

Kamu hizmeti veren kamu çalışanlarının güvencesiz koşullarda

çalıştırılmaları “kamu hizmeti” kavramının temel anlayışına

aykırıdır. Dolayısıyla üç milyon kamu çalışanı güvencesiz

çalışmaya mahkûm edilemez. Tasarıda ilgili alanlarda

yapılan değişiklikler derhal geri çekilmelidir.

İnşaat Mühendisleri Odası, siyasal iktidarın, Anayasa‘nın

vazgeçilmezlerinden olan sosyal devlet anlayışını tamamen

ortadan kaldıran, yerine neoliberalizmin piyasacı

anlayışını ikame eden yaklaşıma şimdiye kadar nasıl karşı

durduysa bundan sonra da karşı durmaya devam edecektir.

Odamız, TMMOB, KESK, DİSK ve TTB‘nin açıkladığı eylem

planı doğrultusunda 31 Ocak-3 Şubat 2011 tarihleri arasında

alanlarda tüm örgütsel yapısıyla çalışanların yok edilmek

istenen haklarını savunacaktır.

Bu doğrultuda tüm üyelerimizi TMMOB‘nin içinde yer aldığı

platformun Torba Yasa‘ya karşı düzenleyeceği eylem ve

etkinliklere karşı duyarlı olmaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

16

Mart 2011 - 157


İMO’dan

MESLEKTAŞLARIMIZI “GÜVENCELİ İŞ, GÜVENLİ GELECEK İSTİYORUZ”

KAMPANYASINA DESTEK OLMAYA DAVET EDİYORUZ.

İMO Ankara Şubesi’nin imza kampanyası

Günümüzde mühendislerin çalışma yaşamları teknolojinin,

üretim ilişkileri ve üretici güçlerin gelişim ve dönüşümüne

bağlı olarak tarihsel bir değişim göstermektedir. Özel

sektörde istihdam edilen ücretli mühendis sayısı hızla artmıştır,

artmaya devam etmektedir. Plansız ve altyapısız bir

şekilde her ilde bir üniversite açılmasına bağlı olarak artan

mezun sayısı ve sıklaşan krizler, meslektaşlarımızın emeğinin

vasıfsızlaşmasına ve ucuz iş gücünün oluşmasına neden

olmaktadır. Bu dönemde işsizlik, çalışma koşullarının

niteliksizleşmesi, çalışma saatlerinin uzaması, düşük ücretler,

iş güvencesinden yoksun mezarda emeklilik ve mesleğimizin

itibarsızlaştırılması en önemli sorunlarımız olarak

öne çıkmaktadır. Meslektaşlarımıza ve mesleğimize dönük

yaşanan bu olumsuzluklara karşı aşağıda ifade etmiş olduğumuz

10 talebimizi TBMM’ye ulaştırmak üzere tüm inşaat

mühendislerine imzaya açıyoruz. Bütün meslektaşlarımızı

imza kampanyasına destek olmaya davet ediyoruz.

TALEPLERİMİZ

1. Son yıllarda mühendislerin ücretleri büyük bir hızla tırpanlanmakta,

750-800 TL’ ye çalışmak zorunda bırakılan

meslektaşlarımız bulunmaktadır. Ayrıca SSK primleri gerçek

ücretler üzerinden değil, asgari ücret üzerinden yatırılmaktadır.

2011 yılı odamızın belirleyeceği inşaat mühendisliği asgari

ücretinin yasal güvence altına alınmasını, SSK primlerini gerçek

ücretler üzerinden yatırmayan işyerleri için gerekli cezai

işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz.

2. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız, zorunlu mesailerle

birlikte günlük 12 saate varan çalışma süreleri ile karşı

karşıya bırakılmaktadır. Üstelik birçok işyerinde mesaileri

kayıt altına alınmamakta, yasal izinleri işverenleri tarafından

gasp edilmektedir.

Haftalık çalışma sürelerinin kamu ve özel sektörde 40 saate

eşitlenmesini, fazla mesai ücretlerinin eksiksiz ödenmesini,

yasal izin haklarının tümünün kullandırılmasını, çalışanların

bu haklarını gasp eden işyerlerine cezai yaptırım uygulanmasını

istiyoruz.

3. Birçok işyerinde teknik elemanlara ilişkin işler mühendislere

yaptırılmazken, meslektaşlarımız mühendislik mesleği

dışındaki işlerde de çalışmaya zorlanmaktadır. Bu bazen işverenin

banka vb. işlemleri, bazen özel yaşamı ile ilgili işler

olabilmektedir.

Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı, üretim

sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını,

mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve

angaryanın engellenmesini istiyoruz.

4. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilerek kamuda

güvencesiz çalışma koşulları yaratılmak isteniyor. Özel

sektörde çalışan meslektaşlarımız için ise güvencesizlik en

büyük sorun. Sebepsiz ve tazminatsız işten çıkarmalar yaygınlaşıyor,

emeklilik ise ulaşılması zor bir hayale dönüşüyor.

Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı, üretim

sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını,

mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve

angaryanın engellenmesini istiyoruz.

5. Meslek alanımızda son yıllarda işsizlik büyük bir hızla

artmaktadır. Yeni mezun meslektaşlarımızın birçoğu iş bulamamakta

ya da kölelik koşullarında çalışmaya zorlanmaktadır.

İşsizliğe karşı mühendislerin istihdamını artıracak düzenlemelerin

yapılmasını istiyoruz.

6. Son dönem uygulamaya konulan “her ile bir üniversite”

uygulaması ile her yıl yaklaşık 5000 inşaat mühendisi sektöre

girmektedir. Bu sayı her geçen yıl daha da artacaktır.

İstihdam sorunu çözülmeden geliştirilen bu yaklaşım hem

çalışan hem de mezun olacak genç meslektaşlarımız üzerinde

büyük bir baskı yaratmakta, ücretleri düşürmekte, işsizliği

artırmakta, mesleğimizi niteliksizleştirmektedir.

Bütüncül bir planlama anlayışı olmaksızın sürdürülen her ile

bir üniversite yaklaşımı derhal terk edilmelidir. Var olan üniversitelerin

mühendislik bölümleri donanım ve içerik bakımından

iyileştirilmeli, bilimsel yeterliliği sağlanmalıdır.

7. Yurtdışında çalışan meslektaşlarımız zorlu çalışma koşullarında,

emeklilik primleri yatırılmadan, maaşlarını kimi zaman

geç alarak, kimi zaman alamayarak çalışmakta, ayrıca

çalıştığı ülkedeki mühendislere göre daha ucuz iş gücü olarak

görülmektedirler. Maaşlarını alamadan ülkeye dönen

çok sayıda meslektaşımız bulunmaktadır. Döndüklerinde

ise hiçbir hak talep edememektedirler.

Yurt dışında çalışan meslektaşlarımızın kötü çalışma koşullarına

karşı önlem alınmalı, çalışma bakanlığı ve odamız uygulamaları

takip ve kontrol etme konusunda yetkilendirilmelidir.

8. Kadın meslektaşlarımız; doğum vb. nedenlerle işten çıkarılmakta;

bebek bakımı ve emzirme gibi yasal izin dönemlerinde

işveren keyfi uygulamalarla maaş kesintisine giderek

kadın meslektaşlarımızı hak gaspına uğratmaktadır.

Yasalarda bulunan anne ve baba için ücretli doğum izni ve

emzirme izninin ihtiyaçlara göre arttırılmasını, kadınların doğum

izni sırasındaki ücretlerinin ve primlerinin tam ve eksiksiz

ödenmesini istiyoruz.

9. Kamu kurum ve kuruluşlarında mühendis istihdamı, tayin

ve terfileri, politik ve benzeri etkilerden arındırılarak ehliyet

ve liyakat ölçülerinde açık, şeffaf ve denetlenebilir bir

sistem oluşturulmalıdır.

10. Tüm bu taleplerimizin takibi ve denetlenmesi için, biz

inşaat mühendislerinin tek örgütlü gücü olan odamıza gerekli

yetki ve sorumlulukların verilmesini, mesleğimizi ve

meslektaşlarımızı ilgilendiren yasa ve diğer konuların karar

süreçlerinde odamızın da içinde bulunduğu demokratik

katılım mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz.

“GÜVENCELİ İŞ, GÜVENLİ GELECEK İSTİYORUZ” KAMPANYA-

SINA DESTEK OLMAK İÇİN http://www.guvenceliisguvenligelecek.org/

adresindeki imza formunu doldurmanızı rica

ederiz.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 17


İMO’dan

JAPONYA’DAKİ FELAKETTEN TÜRKİYE’YE DERSLER

Japonyada meydana gelen deprem, tsunami ve nükleer patlamalar nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan

değerlendirme. 17 Mart 2011

Bir haftaya yakın bir süredir, Japonya’da yaşanmakta

olan katmerli felaketi dehşet ve ibretle izlemekteyiz.

Neler oluyor Japonya’da? Önce çok büyük bir deprem,

ardından deprem etkisiyle oluşan tsunami, onun da arkasından

biribirini izleyen nükleer santral patlamaları.

Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük felaketini

yaşıyor. Dünya, gelişmeleri kaygı içinde izliyor.

Deprem ve tsunami yapacağını yaptı ve artık duruldu

sayılır. Ama nükleer tehlike hala sürüyor. Böyle bir gelişmenin

yalnızca Japonya için değil, bölgedeki diğer

ülkeler ve hatta dünyanın önemli bir bölümü için yaratabileceği

tehlikeler biliniyor.

Japonya depremi birkaç nedenle öğretici, ders verici

özellikler taşıyor. Türkiye’nin de bu olaylardan pek çok

ders çıkarması gerektiği herkes tarafından biliniyor.

Oysa önlemler sınırlı ve yetersiz. İnşaat Mühendisleri

Odası’nın Japonya felaketine bakışı ile Türkiye’deki duruma

ilişkin düşünceleri bu yazıda kısaca özetlenmektedir.

Deprem Boyutu

Japonya’nın Kuzey Doğusundaki Tohoku Bölgesi açıklarında

kıyıdan 130 km uzakta 11 Mart 2011 taihinde Greenwich

saati ile 05:46’da (yerel saatle 14:46) 9.0 büyüklüğünde

bir deprem meydana gelmiştir. Deprem merkezi

38.322°N, 142.369°E koordinatlarında olup odak derinliği

24 km. dir. Japonya Meteoroloji Ajansı tarafından Taiheiyou

olarak isimlendirilen deprem, Japonyanın Kuzey

dogu kentlerinde hasara yol açmış, deprem merkezinden

350 km güneydeki başkent Tokyo’da da şiddetli hissedilmiştir.

Deprem sonrası, derin denizde 15 metreden

yüksek genlikte ve yaklaşık 1 saat peryodunda oluşan

tsunami dalgaları en yakın kıyıya yaklaşık 25 dakikada

ulaşmıştır.

Japonya açıklarında gerçekleşen bu deprem, yeryüzünde

bugüne kadar kayda girmiş en büyük beş depremden

birisidir.

Bu olayı, ardından gelen diğer felaketlerden ayırmak elbette

olanaklı değil. Ama depremi izleyen ve tsunaminin

etkili olmasından önceki kısa süre içinde Japonya’dan

yansıyan görüntüler, depremin etkileri hakkında bir fikir

verebiliyor.

Bu yansımalar, Japonya’daki yapıların bu çok büyük deprem

karşısında oldukça başarılı bir sınav verdiğini, yapısal

hasarın ve buna bağlı can kaybının oldukça düşük bir

düzeyde kaldığını gösteriyor. Televizyondaki görüntüler

ve görgü tanıklarının ifadelerinden, yapılarda önemli

ötelenmeler oluştuğunu, ama aşırı bir hasar oluşmadığını

söylemek mümkün. Bu bağlamda, Japonya’da yapıların

deprem güvenli yapılar olduğu söylenebilir.

Büyük depremden bir hafta kadar önce yine Japonya’da

gerçekleşen 7,2 veya 7,3 büyüklüğündeki deprem bu

düşünceyi doğrulamaktadır. Can kaybı olmaksızın ve

kayda değer bir yapısal hasar görülmeksizin atlatılan

bu deprem, sıradan bir doğa olayı olarak, yalnızca birkaç

gün haber bültenlerinde yer bulabilmişti. Dikkat

edilirse, önemsenmeden geçiştirilen bu depremin büyüklüğü,

ülkemizin karabasanı olan ve gerçekleştiğinde

büyük bir felakete yol açacağı, ellibinler düzeyinde can

kaybı oluşturacağı bilinen olası İstanbul depreminin olası

büyüklüğü kadardır.

Japonya depremi bize bilim ve tekniğin doğru kullanılmasıyla

her zeminde bina yapılabileceğini ve mühendislik

hizmeti alan binaların şiddetli depremlere dayanabileceğini

bir kez daha göstermiştir.

Bu noktada durup bir özdeğerlendirme ve bir özeleştiri

yapmak gereklidir.

Ülkemizde deprem meselesi uzun süre kaderci bir yaklaşımla

doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışılmış, bilim

insanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen elle tutulur bir gelişme

sağlanamamıştır.

Ne yazık ki ülkemizde deprem bilinci ancak büyük kayıplara

yol açan yıkıcı depremler yaşandıkça gelişmektedir.

Bu bağlamda yaklaşık 40 000 can kaybına mal olan

1939 Erzincan depremi bir milat olarak kabul edilebilir.

1939 Erzincan depremi ardından adım adım gelişen

deprem yönetmeliği çalışmaları 1975 yönetmeliği ile

somut bir düzeye erişmişse de, bu yönetmeliğin yaygın

biçimde uygulamaya geçirilmesinde başarılı olunamamıştır.

Bugün bir dönüm noktası gibi algılanan 1999

Marmara depreminde görülen aşırı yapı hasarı ve buna

bağlı 20 000’i aşkın can kaybında, 1975 deprem yönetmeliğinin

uygulanamamış olmasının büyük etkisi olduğu

kuşkusuzdur.

Daha da önemlisi, deprem olgusunun artık çok daha iyi

algılandığı, özellikle de olası İstanbul depremi konusunda

somut bilgiler bulunan son 12 yılda, deprem zararlarını

azaltmak adına neler yapıldığı ya da yapılmadığı

konusudur.

Değişik alanlarda yapılması gerekenler ve yapılanlar çok

kısaca gözden geçirilirse şöyle bir özetleme yapılabilir:

Önemsenebilir düzeyde bilimsel çalışmalar yapılmıştır

ve yapılmaktadır. Örneğin, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun

Marmara Denizi içinde kalan bölümü oldukça ayrıntılı

biçimde incelenmiştir. Kuvvetli yer hareketi kayıt sistemleri

geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Elde edilen

ve edilecek olan verilerin uygulamaya ışık tutabilecek

nitelikte olduğu kesindir, ama bu ışık henüz yeterince

değerlendirilebilmiş değildir. Mevcut yapıların deprem

güçlendirmesine yönelik uygulanabilir nitelikte teknikler

geliştirilmiş ve yönetmeliğe yansıtılmıştır, ama henüz

bu yöntemlerin uygulamada yeterince yer aldığı söylenemez.

Bir Deprem Şurası gerçekleştirilmiş, deprem sorunuyla

ilgili pek çok konu, en yüksek düzeyde ele alınarak,

kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmiş ve önemli kararlar

18

Mart 2011 - 157


İMO’dan

alınmıştır. Şura kararlarının çok azı hayata geçirilebilmiş

olup büyük çoğunluğu tozlu raflarda unutulmuştur.

Deprem Yönetmeliği yenilenmiş, geliştirilmiş ve kapsamı

genişletilmiştir ve mevcut yapıların güçlendirilmesine

ilişkin yeni bir bölüm eklenmiştir.

Köprü, okul, hastahane gibi kullanım öncelikli ve acilen

güçlendirilmesi gereken yapıların deprem için güçlendirilmesi

konusu değişik düzeylerde ele alınmışsa da bu

konuda yeterli bir ilerleme sağlanamamıştır.

1999 Marmara depremi sonrasında başta İstanbul olmak

üzere deprem bölgelerinde yaşayan özel mülk

sahiplerinin birçoğu yapılarının deprem güvenliği kaygısına

bir süre düşmüş ve bir değerlendirme yaptırmak

ve gerekiyorsa binalarını güçlendirmek için girişimlerde

bulunmuşlarsa da, bir bölümü olanaksızlık nedeniyle girişimlerinden

vazgeçmiş, bir bölümü ehil olmayan kişilerce

yanlış yönlendirilmiş, bir bölümü de işi kaderciliğe

dökerek bu konuyu unutmayı tercih etmiştir.

Japonya olayında gördüklerimizden ders alarak, kendimize

bir özeleştiri çerçevesinden baktığımızda, başladığımız

birçok işi tamamlayamadığımızı, son oniki yılda

yapabildiklerimizin bir arpa boyundan öteye geçmediğini

söyleyebiliriz.

Tsunami Boyutu ve Nükleer Santrallerde yarattığı etki

Japonya’ da deprem güvenli yapılaşma sonucu, depremin

oluşturduğu salınımlar kayda değer bir hasar oluşmamakla

beraber, deprem nedeniyle oluşan tsunami ne

yazık ki ciddi hasarlar oluşturmuş, binlerce can kaybına,

nükleer santrallerde oluşturduğu hasar nedeniyle de bir

çevre feleketine neden olmuştur.

Bölgede tarih boyunca bilinen en büyük tsunami, 869

yılında meydana gelen “Jogan tsunamisi”dir. Elde edilen

bilgiler o tarihteki tsunaminin, kıyıdan 4 km uzakta bulunan

Tagajo kalesine kadar ulaştığını, 1000 kadar can

kaybı yarattığını göstermektedir. Ancak yaşanan deprem

ve tsunaminin, Jogan deprem ve tsunamisinden

çok daha büyük olduğu görülmüştür.

Kıyılara ulaşan dev tsunami dalgaları koruyucu duvarları

aşarak kıyı alanlarında 4-5 km kadar ilerlemiş, nehir ağızlarından

giren okyanus suları ise nehir boyunca kıyıdan

10 km uzaklığa kadar ulaşmıştır. Dalgalar, Japonyanın

kuzey doğu kıyılarında birçok yerde, altyapı ve binaları

yıkarak sürüklemiştir. Bölgenin genel yapı düzeni tek

ya da iki katlı hafif ahşap yapı tipi olduğundan, kuvvetli

akıntılarla karada ilerleyen dalgaların etkisi tamamen

yıkıcı olmuştur. Ancak beton yapılardaki hasarın ahşap

yapılara göre çok daha az olduğu gözlenmiştir.

Ülkemizde bu boyutta bir tsunaminin gerçekleşme olasılığı

düşük olmakla birlikte kıyı kentlerimizde yoğun

bir kıyı yapılaşması bulunmaktadır. Bu yapılar olası bir

depremde – Değirmendere örneğinde olduğu gibi- ağır

hasar görebilecektir.

Bu acı kayıplara ek olarak Fukushima Nükleer Santralinde

soğutma sisteminin hasar görmesi ve yedek sistemlerin

de etkilenmesi nedeniyle zorunlu soğutmanın

sağlanamamasından dolayı oluşan aşırı ısınma önlenememiş,

bunun sonucunda depremle başlayan ve tsunami

ile devam eden doğal afetler dizisine, insan etkisi ile

ortaya çıkan radyoaktif sızıntıya bağlı nükleer felaket de

eklenmiştir.

Nükleer santraller her zaman nükleer tehlike potansiyeli

taşımakta, yapımında ve işletilmesinde yapılacak

en küçük bir hata bile, telafi edilmesi mümkün olmayan

sonuçlara yol açabilmektedir. Japonya gibi güvenli yapı

üretiminde ileri düzeyde bir ülke bile nükleer patlamaya

engel olamamış ve insanlığı gelecek tehlikesiyle baş

başa bırakmıştır.

Ülkemizde de yaşanabilecek olası doğal afetler ve depremler

gözüne alındığında, yapılması planlanan nükleer

santrallerin oluşturacağı riskin ne kadar büyük olduğu

geçmişte Çernobil bugün Japonya örnekleriyle sabittir.

Buna rağmen bu konuda ısrar edilmesi en hafif ifadesiyle

falakete davetiye çıkarmaktır.

Eğitim Boyutu

Depremin oluşturacağı risklerin azaltılması çalışmalarının

en önemli boyutlarından biri de eğitimdir. Yurttaşların

depreme hazırlıklı olmalarını, deprem sırasında

ve sonrasında doğru davranışlar içinde olmalarını sağlamaya

yönelik eğitim çalışmalarının Japonya’da uzun

süredenberi özenle yürütüldüğü bilinmektedir. Japon

halkının bu büyük felaketler dizisi karşısındaki tutum

ve davranışı, bütün dünya tarafından takdir ve hayretle

izlenmektedir.

Yaşamakta oldukları büyük sorun ve sıkıntılara rağmen,

çocuğundan yaşlısına insanların hiç birinde aşırı duygusal

tepki görülmemekte, tam tersine insanların yüzlerinde

bu doğa olaylarının getirdiği sorunları aşma azmi ve

kararlılığı izlenmektedir. Japon insanı yaşadığı felaketler

karşısında soğukkanlılığını kaybetmemiş, düzene ve

kurallara gerektiği gibi uymayı sürdürmüş, birbirinin

hakkına saygı gösterip her konuda sırasını beklemiş,

her konuda payına razı olup yolsuzluklara sapmamış,

varolan karışık durumdan yararlanıp talan girişiminde

bulunmamıştır.

Bu örnek davranış biçiminin ortaya çıkmasında, elbette

Japon kültürünün, gelenek ve göreneklerinin katkısı

önemli bir yer tutmaktadır, ama okulda, ailede, televizyonda,

radyoda aralıksız biçimde sürdürülen depreme

hazırlıklı olma eğitiminin de büyük bir payı bulunduğu

kuşkusuzdur.

Ancak Japon toplumunun bu sağduyulu yaklaşımında

en önemli etmenin Japonya’daki yapıların deprem gerçeği

gözönüne alınarak üretilmiş olması ve deprem güvenli

yapılaşmaya ilişkin her tür tedbirin aldığına ilişkin

güven ve inanç duygusu olduğu da gözden kaçırılmamalıdır

ki, yaşananlar bu güveni haksız çıkarmamıştır.

Bu noktada bir kez daha Türk toplumuna dönerek bir

özeleştiri yapmakta yarar vardır.

Başta siyasi erk olmak üzere hiç bir düzeyde depreme

hazırlıklı olma konusunda önlem alınmayan ülkemizde

Türkiye insanı, bu durumlarda ya depremi bir doğa olayı

olarak değil, tanrısal bir ceza olarak algılayıp, çaresizlik

içinde boynunu büküp oturmakta, acılarını yüreğine gömüp

tam bir eylemsizlik içine girmekte, ya da kontolsüz

bir öfkeye kapılıp aşırı duygusal davranışlar sergilemektedir.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 19


İMO’dan

Bu davranış biçiminin ortaya çıkmasında da kültürel ve

ekonomik yetersizlik faktörleri kuşkusuz etkili olmaktadır.

Bununla birlikte, eğitim eksikliğinin rolü de yadsınamayacak

düzeydedir.

Japonya depremi, toplumsal yaşamın deprem gerçeğini

görerek tanzim edilmesinin, topluma doğa olaylarıyla

iç içe yaşama becerisinin kazandırılmasının ne derece

önemli olduğunu somut olarak göstermiştir.

Son Söz: Tek Çözüm, Topyekûn Seferberlik

Bu yazıda, bir deprem ülkesi olan Japonya ile bir deprem

ülkesi olan Türkiye’nin deprem gerçeğine yaklaşımlarını

karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye çalıştık.

Sorunları aynı ama yaklaşımları farklı iki ülke…

İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizdeki sorunların

başında gelen kaçak yapılaşma ve imar aflarının

önlenmesi, mevcut yapı stokunda güçlendirme çalışmalarının

tamamlanması, özel konut ve kamu binalarının

deprem güvenli inşa edilmesi doğrultusunda hızlı

adımlar atılması gerektiğini, tüm bunların yapılabilmesi

için ise imar, yapı denetim, belediye kanunu ve benzeri

kanunlarda bir an önce köklü değişikliklere gidilmesi

doğrultusundaki görüşlerimizi her platformda kamuoyuyla

paylaşıyoruz.

Biz biliyoruz ki; sorun çözümsüz değil. Güvenli yaşanabilir

kentler yaratmak mümkün. Önemli olan çözmeye

niyet etmek.

Tıpkı Japonya gibi…

657 SAYILI DEVLET MEMURLARI KANUNU’NDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA

İLİŞKİN TMMOB GÖRÜŞÜ

TMMOB’nin üyelerinin önemli bir kısmını oluşturan kamuda çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarını etkileyecek,

memurların özlük haklarını ve çalışma koşullarını düzenleyen ve Torba Yasa içerisinde getirilen 657 Sayılı Devlet

Memurları Kanunu’ndaki değişikliklere ilişkin TMMOB görüşü ekte bilgilerinize sunulmaktadır.

GENEL

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören

hükümlerin yer aldığı tasarı kamuoyunda torba yasa

olarak adlandırılan ve 29 Kasım 2010 tarihinde "Bazı Alacakların

Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve

Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve

Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına

Dair Kanun Tasarısı" adı altında TBMM Başkanlığına sunulan

kanun tasarısıdır.

Söz konusu torba yasa tasarısı TBMM Başkanlığı‘na sunulduğu

şekli ile 112 madde iken Plan Bütçe Komisyonu‘ndan

çıktığı şeklinde 224 madde haline gelmiştir.

Torba Yasa Tasarısı 5 kısımdan oluşmaktadır. Tasarının ilk

dört kısmı Bazı Alacakların Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar

ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu üzerindeki değişiklik

maddelerini içermekte, 5. Kısımdan itibaren ise bazı

kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına

dair maddeler yer almaktadır.

EMEK ALANINI DÜZENLEYEN YASALARDA DEĞİŞİKLİKLER

Onlarca yasada değişiklik hükümleri içeren ve temel olarak

emek alanını emekçiler aleyhine düzenleyen "biraz iyi,

çokça kötü" olan düzenlemelerin aynı torba içinde değerlendirilmesi

yöntemi AKP Hükümetince Anayasa paketi

oylamasında da uygulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında torba

yasaya yönelik olumsuz eleştirilerin "birkaç iyi madde"

üzerinden savunulması işin özünü unutturmaya dönüktür.

Torba Yasa Tasarısı ile; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel

Sağlık Sigortası Kanunu; 4857 Sayılı İş Kanunu; 657 Sayılı

Devlet Memurları Kanunu; 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları

Hakkında Kanun vb. gibi pek çok kanunda yapılan

düzenlemelerle, emekçiler mevcut durumlarından çok

daha kötü ve geri düzenlemelerle karşı karşıya kalmaktadır.

Asgari ücretlilerin yaş sınırının yükseltilmesi, kısmi süreli

çalışanların primlerini cebinden tamamlamak zorunda

olması, stajyer çalıştırma üzerinden ucuz emek sömürüsünün

önünün açılması, kısa çalışma ödeneğinin süresi ve

kapsamının genişletilmesi, işsizlik fonunun yıllık gelirinin

yarısına Bakanlar Kurulu‘nun el koyup işverenlere istihdam

teşviki olarak vermesi gibi emekçi sınıfların aleyhine düzenlemeler

torba yasa tasarısında yer almıştır.

4857 sayılı kanunda; çağrılı çalışma, parça başına çalışma,

sözleşmelilik, deneme süreli iş akitlerinin uzatılması, geçici

çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması gibi düzenlemelerle

esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerini çalışma

yaşamının esası haline getiren torba yasa tasarısı 657 sayılı

Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören hükümleri

ile birlikte bütün olarak değerlendirildiğinde emek alanına

topyekûn bir saldırı olarak değerlendirilmelidir.

657 SAYILI DEVLET MEMURLARI KANUNU‘NDA DEĞİŞİKLİK

1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 236 madde

ve ekinde yer alan iptal ve ihdas edilen kadroların gösterildiği

tablolarla 94 sayfalık bir metindir. 657 sayılı Devlet

Memurları Kanunu, devlet personel istihdamına ilişkin

hükümler taşımasının yanı sıra Anayasa‘da "Siyasal Haklar

ve Ödevler" içerisinde sayılan "Kamu Hizmetlerine Girme

Hakkı"nın hayata geçirilmesinin en önemli aracı olması niteliğiyle

temel kanun özelliği taşımaktadır.

AKP Hükümetlerince, Ağustos 2004 ve Ekim 2005‘de Kamu

Personeli Kanun Tasarısı, Ağustos 2006‘da Devlet Memurları

Kanun Tasarısı adı altında hazırlanan taslaklarla 657

sayılı Yasa‘yı değiştirmek amacıyla farklı girişimlerde bulunulmuştur.

AKP Hükümetince 2010 yılı içerisinde de 657 sayılı Devlet

Memurları Kanununda Değişiklik yapılmasına ilişkin hükümler

taşıyan iki tasarı hazırlanmıştır.

20

Mart 2011 - 157


TMMOB’den

Bunlardan ilki "Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanun ve

Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına

Dair Kanun Tasarısı" adı altında 9 Haziran 2010 tarihinde

TBMM Başkanlığı‘na sunulan tasarı taslağıdır. Bu tasarı taslağı

"TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu"na gönderilmiş ancak

Komisyon gündemine girmemiştir.

29 Kasım 2010 tarihinde TBMM Başkanlığı‘na sunulan ve

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik yapılmasını

da içeren ikinci tasarı "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması

ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası

Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde

Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" adını

taşımaktadır. İki tasarı birlikte incelendiğinde 9 Haziran

tasarısı ile 29 Kasım tasarısının 675 sayılı Devlet Memurları

Kanunu‘nda değişiklik öngören maddelerinde bir farklılık

olmadığı görülmektedir. Yani 9 Haziran tasarısı 29 Kasım

tasarısının içerisine madde numaralarında meydana gelen

değişiklikler haricinde, madde ve gerekçeleri ile aynen işlenmiştir.

29 Kasım 2010 tarihli tasarıya ilişkin olarak "Plan Bütçe

Komisyonu" alt komisyonu tarafından yapılan değerlendirme

sonucunda hazırlanan metin incelendiğinde, 657

sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören

hükümlerde alt komisyon tarafından, öngörülerin genel

yapısında farklılık yaratacak bir değişiklik yapılmadığı görülmektedir.

Ancak "Plan Bütçe Komisyonu"nda yapılan

değerlendirme sonucunda hazırlanan "Plan Bütçe Komisyonu"

metninde, tasarının devlet personel istihdamına ilişkin

temel hedefine ulaşmasının bir aracı olarak değerlendirilebilecek

ve uygulanması ile tüm bakanlıklar sisteminin

kariyer esasından koparılıp norm-kadro ya da iş sınıflaması

esasına doğru dönüştürülmesini; istihdamda, kariyer ilkesinin

öngördüğü "kamu hizmetine en alt basamaktan girip

en üst düzey yönetime doğru yükselme" felsefesi yerine

istihdamda sözleşmelilik düzeni getirilmesini; buna bağlı

olarak, "kurum bazlı", "yöneticilik yasaklı", "güvencesiz" istihdama

geçişin yasal dayanağını oluşturacak "uzmanlık"

sistemine ilişkin hükümler tasarıdan çıkarılmıştır. Bununla

birlikte söz konusu değişiklikleri önceleyen hükümler tasarıdaki

yerlerini korumuştur.

"Plan Bütçe Komisyonu"ndan geçtiği halinde tasarı genel

olarak incelendiğinde, önceki girişimlerle yapılmaya çalışılan

657 Sayılı Kanun‘un topyekun değiştirilmesinden

vazgeçilmekle birlikte hedefe yönelik planın "parçalar

halinde" hüküm değişiklikleriyle yürürlüğe konulmasına

karar verildiği görülmektedir. Hedefin önemli araçlarından

birini teşkil eden "uzmanlık" sistemine ilişkin hükümlerin

tasarının içerisinden çıkarılması da -TBMM‘de görüşmeler

sürecinde önergelerle dâhil edilip edilmeyeceği bilinmemekle

birlikte- parça başı çalışmanın bir göstergesi olarak

değerlendirilmelidir.

Torba yasa tasarısının devlet personel istihdamında değişiklik

öngören hükümlerinin hedefi, tasarı gerekçesinde

yer alan " memur sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve

çalışanların makul ve uygun görülen isteklerini karşılamak"

değil, küresel kapitalizmin neo-liberal politikaları ile

belirlenen noktaya ulaşmaktır. Buna göre tasarının hedefi

"sosyal devleti" değil "düzenleyici devleti" destekleyen bir

bürokratik yapının oluşturulmasıdır.

Buna bağlı olarak tasarıda; 657 sayılı Devlet Memurları

Kanunu‘nda değişiklik öngören hükümlerle, (1) "Kamu

hizmeti" ortadan kaldırılarak, her vatandaşın "siyasal hakkı"

olan kamu hizmetine girme hakkı yok edilmektedir. (2)

Anayasa‘da değiştirilemez hükümlerden biri olan "sosyal

devlet ilkesi"nin en temel mekanizması ortadan kaldırılmaktadır.

(3) Günümüzde sayısı 3 milyonu bulan kamu

personelinin "iş güvenceli kariyeri" tehdit edilmektedir.

İzin hakları, kadın ve özürlü çalışma koşullarında yapılan

iyileştirmeler v.b. verilen ödünler tasarının gerçek hedefinin

gizlenmesi ve tasarı lehine bir kamuoyu oluşturulmasında

kullanılacak araçlar olarak tasarıda yerini almıştır.

Bu maddeler dışarıda bırakıldığında torba yasa tasarısında

yer alan 657 Sayılı Kanun‘da değişiklik öngören hükümlerle

Devlet Personeli İstihdam Rejiminde;

1- Siyasal iktidarın "kadro kaldırma yetkisini" sık ve yaygın

olarak kullanabilmesine olanak yaratılmakta, temel

memur güvencesi ortadan kaldırılarak, "kadro kaldırma

yetkisi" tüm kamu sistemini sürekli tehdit edecek bir yetki

olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,

siyasal iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca

işlemlerin kapısı sonuna kadar açılmaktadır.

2- Yöneticilik görevleri için değerlendirme "sicil sistemi"

dışına çıkarılmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl

hizmet yeterli sayılmakta ve bu sürenin hesabında özel kurumlarda

veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının

dikkate alınacağını hükme bağlanmaktadır. Özel sektöre

ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe yönetici

olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin

üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla

gelip gidecek "siyasal kadrolar"a dönüştürülmekte, memuriyet

kariyer sisteminin taşıyıcısı olan "piramidin tepesi"

kariyer sistemine kapanmaktadır.

3- Sicil değerlendirme sistemi ortadan kaldırılmakta, insan

doğasının bencil, çıkarcı, tembel bir varlık olduğu kabulüne

ve çalışma adı verilen şeyin bireysel doyumdan ibaret

olduğu görüşüne dayanan liberal değerler üzerinde yükselen

ödüllendirme-cezalandırma ekseninde performans

değerlendirme sistemi kurulmaktadır. Kolektif bir iş olan

kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile bireysel

rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle

kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır.

SONUÇ

AKP Hükümetince 9 Haziran 2010 tarihinde Meclis

Başkanlığı‘na sunulan "Devlet Memurları Kanunu ile Bazı

Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik

Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" ve bu tasarının 657 sayılı

Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören tüm

hükümlerini içeren ve 29 Kasım 2010 tarihinde Meclis

Başkanlığı‘na sunulan "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması

ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası

Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde

Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" AKP

Hükümetinin "Personel Rejimine" ilişkin hedefini açıkça

gözler önüne sermektedir. "Plan Bütçe Komisyonu" metninde

söz konusu hükümler içerisinde yer alan "uzmanlık

sistemi" ile ilgili hükümler tasarı metninden çıkarılmakla

birlikte bu tür bir sistemin uygulanmasının yolunu açacak

olan memuriyet güvencelerini kaldıran ve özel sektör şir-

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 21


TMMOB’den

ketlerinin istihdam kurallarını içinde barındıran hükümler

tasarıdaki yerlerini korumuştur. Bu anlamda tasarı "Plan

Bütçe Komisyonu"ndan çıktığı hali ile personel rejiminde

kariyer sisteminden kadro sistemine dönüşümünün bir ön

çalışması niteliğine bürünmüştür.

Tasarı, kendi içinde danışma - görüşme - tartışma - direnme

yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları

olmayan, siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal güç odaklarının

vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim anlayışını

öngörmektedir.

Tasarıda yer alan hükümlerle üst kademe yöneticilik makamları

siyasal kadroların ve özel sektör aktörlerinin iş görme

yerlerine dönüştürülmektedir. Bunlar, hükümetle gelip

hükümetle gitmekle birlikte, emir-komuta makamlarında

kamu kaynaklarına yön veren ve bütün bir yönetim sistemini

ve personelini yönlendirip değerlendiren kadrolar

olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde çalışacak olan personelin

memurluk güvencelerinden yoksun olduğu, bir yandan

disiplin, bir yandan da subjektif kriterlerle "takdire" dayalı

ödüllendirme esaslı performans değerlendirme sistemine

tabi tutulacağı düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin

yalnızca genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı,

doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça

görülmektedir.

Bu noktada Anayasa‘da "Çalışma Hakkı ve Ödevinin", "Sosyal

ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" ana başlığı altında,

"Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı"nın ise "Siyasal Haklar ve

Ödevler" içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır.

Bu ayrımın temel felsefesi, kamu adına karar

verenlerin siyasal iktidarın baskılarının yanında farklı çıkar

gruplarına karşı da kamu adına korunması gerekliliğinde

aranmalıdır. Bu niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal

bir öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini

ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından

vazgeçildiğine de işaret etmektedir.

Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi

örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek

amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak, kamu

personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla,

sözleşmelilik ve kadro sistemine geçirilmesiyle

gerçekleştirilebilir.

Öte yandan tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden

çıkaracak bir nitelikte olması nedeniyle sadece 657 Sayılı

Kanuna tabi çalışanları değil, toplumun tüm emekçi kesimlerini

olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır. Bu

nedenle bu tasarıya karşı yürütülecek mücadelenin tüm

emekçilerin ortak mücadelesi haline getirilmesi özel önem

arz etmektedir.

Temel bir kanun niteliğinde olan 657 Sayılı Devlet Memurları

Kanunu‘nun bir çok kanunda değişiklik öngören bir

torba yasa içerisinde, ayrıca birlikte değerlendirildiğinde

toplumsal parçalanma ve çatışmalara neden olabilecek

nitelikteki "vergi affı" ve "emek alanı düzenlemeleri" gibi

hususlarla aynı tasarı içerisinde değerlendirilmesi kabul

edilemez. Bu nedenle öncelikli olarak, kamuoyunda torba

yasa olarak anılan "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması

ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu

ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde

Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" içerisinde yer

alan "Devlet Personel İstihdam Rejimi"nde ve emek alanında

yapılmaya çalışılan değişikliklere ilişkin tüm hükümlerin

tasarıdan çıkarılması ve söz konusu hususların ilgili tüm

emek örgütlerinin de katılımı ile tekrar değerlendirilmesi

gerekmektedir.

TMMOB YEREL KADIN KURULTAYI HAZIRLIK ÇALIŞTAYI

3 NİSAN’DA TEPEKULEDE

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Nisan

ve Mayıs aylarında ulusal ve yerel ölçekte bir dizi kurultay

etkinliğiyle ile kamuoyunun önüne çıkacak. TMMOB

Demokrasi Kurultayı, TMMOB Kadın Kurultayı ve TMMOB

Ücretli Mühendis-Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik

Kurultayı Nisan ve Mayıs aylarında İzmir’de gerçekleştirilecek.

TMMOB Yerel Kadın Kurultayı Hazırlık Çalıştayı 3 Nisan 2011,

Pazar günü 10.00- 18.00 saatleri arasında Tepekule Kongre

ve Sergi Merkezinde gerçekleştirilecek. Kurultay ise 30 Nisan

2011 Cumartesi günü yine Tepekule’de gerçekleştirilecek.

Çalıştaya ve Kurultaya TMMOB’ne bağlı odaların kadın üyeleri

Şubelerine isim bildirerek veya sekreteryaya başvurarak

katılım sağlayabilirler. Çalıştayda ele alınacak 4 konu başlığı ve

alt başlıkları şöyle;

Toplumsal Cinsiyet Rolleri / Kadına yönelik şiddet (Aile

içinde / Toplumda Şiddet / Şiddet çeşitleri (Ekonomik, fiziksel,

psikolojik vd. şiddet. ) / Mobbing / Devlet şiddeti (Tutuklu

kadınlar- Kamu çalışanları - Kolluk kuvvetleri şiddeti) /Seks

işçileri / Şiddet ve medya / Demokratik kitle örgütleri ve şiddet

/ Örgüt içi cinsiyet ayrımcılığı sekreteryası)

Kapitalizm ve Kadınlar - Kadın Emeği (Torba yasada kadın

emeğine yönelik uygulamalar / İş yasalarında kadın (Ev işçiliği

- Tarım işçiliği -Sanayi işçiliği - Girişimci kadınlar) / Çalışan

kadına yönelik sosyal politikalar / TMMOB’ta kadın emeğine

yönelik politikalar)

TMMOB’de Kadın Örgütlülüğü (Türkiye’de kadın örgütlülüğü

/ TMMOB’ta kadın örgütlülüğünün gerekliliği / TMMOB

organlarında kadın temsiliyeti / TMMOB içinde kadın çalışma

gruplarının örgütlenme modeli (Tüzük ve Yönetmelikler -

TMMOB Kadın Çalışma Grubu- IKK Kadın Çalışma Grubu –

Kadın öğrenci örgütlenmesi- Pozitif ayrımcılık ve kota)

Kadın ve Demokrasi (Yükselen gericilik ve muhafazakârlaşma

/ Karar ve yönetim mekanizmalarında kadın (Kamuda -Özel

sektörde –Üniversite -Yerel yönetimlerde –Parlamentoda

–Yargıda) / Uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat

uygulamaları / TMMOB ve Demokrasi / Örgüt içi demokrasi

/ Toplumsal cinsiyet eşitliği / Bireysel hak ve özgürlükler /

Anadil)

Kurultay sekreteryası:

Makina Mühendisleri Odası Tel: 463 33 33 / 120- 187

22

Mart 2011 - 157


TMMOB’den

“YAPI MÜTEAHHİTLERİ İLE ŞANTİYE ŞEFLERİNİN KAYITLARI

VE YETKİ BELGELİ USTALAR HAKKINDA YÖNETMELİK”

YARGIYA TAŞINDI

TMMOB, 16 Aralık 2010 tarih ve 27787 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Müteahhitlerinin

Kayıtları ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmeliğin bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin

durdurulması istemiyle Danıştay’a başvurdu. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı konuya ilişkin

olarak 16 Şubat 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

16 Aralık 2010 tarih ve 27787 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak

yürürlüğe giren Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları ile

Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmeliğin

bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması

istemiyle Danıştay‘a başvurduk.

Bilindiği üzere; ülkemizde yapı üretim süreci uzun yıllardır,

geleneksel müteahhitlik anlayışı ile sürdürülmekte ve mühendisler,

mimarlar yapı üretim faaliyetinden uzak tutulmaktadırlar.

Konu ile ilgili yasa ve yöneltmelikler düzenlenirken yapı

üretim sürecinin "tasarım" "uygulama" ve "uygulamanın

denetlenmesi" safhalarının bütünselliği sürekli göz ardı

edilmiştir. Bu eksik yaklaşım sonucunda özellikle binanın

inşa edildiği "uygulama safhası" zincirin en zayıf halkası

olarak ortada bırakılmıştır.

Yapı üretim sürecinin asıl öznesi; binanın inşa edilmesi

sorumluluğunu yüklenen müteahhitlerdir. Bu gerçek herkesçe

bilindiği halde, "müteahhitlik" faaliyetlerinin düzenlenmesinden

sürekli kaçınılmış, bunun yerine ikincil bir faaliyet

olan "yapı denetimi" faaliyeti öne çıkarılmıştır.

Yapı üretim faaliyeti mimar ve mühendisler olmadan sürdürülürken,

bu aşamadaki teknik hizmet boşluğu, yapı

denetim faaliyetinde görev alan mimar ve mühendislerce

doldurulmaya çalışılmıştır. Üstelik bu anlayış, her gün biraz

daha yaklaştığı bilinen yıkıcı bir depremin tehdidine rağmen

devam ettirilmiştir.

Bu politikanın nedeninin, ülkenin olanaksızlıklarından kaynaklanmadığı

kesindir. Çünkü bir yanda üniversitelerden

her yıl binlerce mühendis ve mimar mezun olup, gördükleri

eğitim doğrultusunda hizmet vermek için boşta beklerken,

diğer yanda bol paranın harcandığı, bol makyajlı binlerce

bina, mimar ve mühendis katkısı olmadan yükselmektedir.

Aslında bu çarpıklık yasa koyucu tarafından fark edilerek

17 Aralık 2009‘da İmar Kanunu‘nun 44. maddesinin 1.

fıkrasının (e) bendi değiştirilmiştir. Bu değişiklik ile "yapı

müteahhitlerinin sahip olmaları gereken asgari eğitim, iş

tecrübesi, teknik donanım, mali durum ve personel şartları

ile niteliklerine ilişkin usul ve esasların" yönetmelikle belirlenmesi

kararlaştırılmıştır. Ancak, 16 Aralık 2010 tarihli Resmi

Gazete‘de yayımlanan "Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları

ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmelik",

yapıların bundan sonra bir müteahhitçe yapılması

zorunluluğunu getirmekle birlikte, müteahhitlikle ilgili kriterlerinin

hiçbiri yönetmelikte yer almamıştır.

Söz konusu yönetmeliğin 10. maddesinde "şantiye şefliği"

düzenlenmektedir. Ancak şantiye şefi; şantiyede sürekli bulunması

gerekmeyen, 5 ayrı müteahhidin 5 ayrı inşaatında

aynı anda görev alabilen, mühendis veya mimar olmasına

bile gerek duyulmayan, sonuç olarak kâğıt üzerinde imzası

alınan, "olmasa da olur" biçimindeki bir eleman haline indirgenmiştir.

Ayrıca, iş güvenliğinden sorumlu mühendis

görevi de şantiye şeflerine yüklenmiş ve son günlerde sık

sık karşımıza çıkan iş kazalarında görüldüğü gibi zaten sorunlu

olan iş güvenliği alanı bir kez daha ihmal edilmiştir.

Tüm bunların, mevcut özel yapı müteahhitlerini "üzmemek"

için yapıldığı açıktır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı,

görünür biçimde çifte standart uygulamaktadır. Kamu yapılarının

inşasını yüklenen müteahhitlere, şantiye şefinin

altında görev yapan mimar, elektrik, makine ve inşaat mühendisliği

vb. uzmanlık dallarından oluşan bir teknik kadro

şart koşulurken, özel yapı müteahhitlerinden aynı teknik

kadro istenmemektedir. Yine benzer biçimde, sırf "denetim

faaliyeti" için yapı denetim kuruluşlarına sayfalar dolusu

kurallar getirip, çeşitli uzmanlıklarda mühendis ve mimar

istihdamı istenirken; Binayı bizzat inşa etme sorumluluğunu

yüklenen özel yapı müteahhitlerinden ise bu düzeyde

bir teknik eleman kadrosu yerine, formalite gereği tek bir

şantiye şefi istenmektedir.

Bu yönetmelikte ayrıca 2. derecedeki teknik elemanların

yetkileri, mühendis ve mimarların mevcut yetkilerini paylaşacak

biçimde genişletilmiş ve 5 katı ve 2000 m2‘yi geçmeyen

yapılarda teknik öğretmenlerin, 1500 m2‘yi geçmeyenlerde

ise teknikerlerin şantiye şefliği yapabilmesine olanak

tanınmıştır.

Böyle bir uygulama; yapıdaki teknik hizmet niteliğinin, var

olanın gerisine düşürülmesi demektir. Oysa ülkemizde binlerce

mimar ve mühendis, kendi istihdam alanında çalışmak

üzere boşta beklemektedir.

Bu durumda yapılması gereken; mevcut müteahhitlik sistemini

korumak olmamalıdır. Doğru olan; yapı üretim faaliyetindeki

teknik hizmet payının ciddi biçimde arttırılmasıdır.

Bu bağlamda; özel yapılarda da müteahhitlik kurumsallaşmalı

ve kamu inşaatlarında olduğu gibi mühendis, mimar

ve teknikerlerin de istihdam edileceği bir statüye kavuşturulmalıdır.

Bu nedenlerle; söz konusu yönetmeliğin, 1, 2, ve 5‘inci

maddeleri ile 10. maddesinin 1, 2, 5, 14 ve 15 fıkralarının

ve 12. fıkrasında geçen "binanın kullanım amacına uygun

olarak" ibaresi ile mühendis veya mimar arasındaki "veya"

ibaresinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle

yargıya başvurduk.

Mehmet Soğancı

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 23


TMMOB’den

DİSK, KESK, TMMOB VE TTB`DEN CUMHURBAŞKANLIĞI’NA TORBA

YASA’YLA İLGİLİ RAPOR GÖNDERİLDİ

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Başkanları, kamuoyunda “Torba Yasa” olarak bilinen “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması

ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik

Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” hakkında Cumhurbaşkanlığı`ndan bir görüşme talebinde bulundu. Görüşme öncesi

Cumhurbaşkanlığı’na bir ön rapor sunan emek ve meslek örgütleri, yasa tasarısının tüm emek örgütlerinin katılımıyla tekrar

değerlendirilmesi için yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye gönderilmesini istedi.

Cumhurbaşkanlığı’na gönderilen ön rapor 21.02.2011

Sayın Abdullah Gül

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı,

İLGİ : TBMM‘de "Torba Yasa" adı altında kabul edilen 6111

sayılı Kanun hk.

Sayın Cumhurbaşkanı,

29 Kasım 2010 tarihinde TBMM‘ye sunulan "Bazı Alacakların

Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel

Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun

Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair

Kanun Tasarısı" ile 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel

Sağlık Sigortası Kanunu; 4857 Sayılı İş Kanunu; 657 Sayılı

Devlet Memurları Kanunu; 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları

Hakkında Kanun gibi pek çok alanı düzenleyen

kanunlarda önemli değişiklikler gündeme getirilmiştir.

Toplam 113 madde olarak TBMM‘ye sunulan tasarı, TBMM

Plan ve Bütçe Komisyonunun Alt Komisyon çalışmalarında

iktidar tarafından verilen önergelerle daha da genişleyerek

toplam 224 maddelik bir tasarıya dönüşmüştür.

Gerekçeleriyle 200 sayfaya yaklaşan bu değişiklik tasarısı

12 Şubat 2011 tarihinde TBMM‘de yasalaşmıştır.

Büyük oranda emek alanını ilgilendiren bu düzenlemelere

ilişkin olarak, 4857 sayılı İş Kanununun Üçlü Danışma

Kurulu başlığını taşıyan 114. maddesine göre, çalışma

barışının ve endüstri ilişkilerinin geliştirilmesinde, çalışma

hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının ve uygulamalarının

izlenmesi amacıyla hükümet, işçi ve işveren konfederasyonları

arasında etkin danışmayı sağlamak üzere üçlü

temsile dayalı olarak kurulmuş bulunan Üçlü Danışma

Kurulu‘nun hiç bilgilendirilmemesi; taslakların konfederasyonlara,

meslek örgütlerine gönderilip görüşlerinin

bile alınmaması manidar olduğu kadar, ülkemizin taraf olduğu

Üçlü Danışmaya İlişkin 144 Sayılı ILO Sözleşmesi‘ne

ve sosyal diyaloga aykırıdır.

Torba yasadaki 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda

değişiklikleri düzenleyen maddelere ilişkin de aynı süreç

işletilerek Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısı da

dahil hiçbir aşamada konfederasyonlara bilgi verilmemiş,

görüş istenmemiştir.

Toplumun büyük bir bölümünü yakından ilgilendiren bu

düzenlemeler Anayasa değişikliklerinde, bu tür konuların

görüşüleceği yer olarak, büyük bir iddia ile Anayasal

bir kurum haline getirilen Ekonomik Sosyal Konsey‘in de

gündemine getirilmemiştir.

Bu durum, katılımcılık ve sosyal diyalog konusunda dile

getirilen iddialarla çelişmektedir. Bunun sonucu olarak

ortaya çıkan taslak, büyük oranda sermaye kesimlerinin

beklentilerini yansıtan bir öze sahiptir.

Özellikle, ulusal istihdam strateji belgesi çalışmaları kapsamında

sermaye kesimleri tarafından dile getirilen, asgari

ücretin düşürülmesi, esnekliğin yaygınlaştırılması

gibi öneriler, taslakta kendisine yer bulmuştur. Taslağın

özellikle gençlerin istihdamının teşvik edilmesi amacı ile

oluşturulduğu iddia edilen düzenlemeleri, gençlerin açık

sömürüsü üzerine inşa edilen bir büyüme modelinin taşlarını

döşemekte ve vicdanları rahatsız etmektedir.

Kanun ile Türkiye‘nin en büyük sorunu haline gelen işsizliğin

çözümüne yönelik, emek kesiminin taleplerine karşı

sessiz ve duyarsız kalınırken, işsizliğin temel sorumlusu

olan ve kriz döneminde hükümetin bile tepkisini çeken

işveren çevrelerinin talepleri bir emir olarak kabul edilmektedir.

Kanun ile stajyerlik adı altında işe yeni giren işçilerin daha

fazla sömürülmesine olanak tanıyan düzenlemeler genişletilmektedir.

Bir yandan Meslek Yüksek Okulları da stajyer

sömürüsü kapsamına alınırken, diğer yandan stajyerlik

için uygulanan asgari ücret 229 TL‘den 178 TL‘ye çekilmektedir.

Bilindiği gibi aday çırak ve öğrencilere ödenecek

ücretler her türlü vergiden müstesnadır. Stajyer çalıştıran

iş yerleri için çalıştırılması gerek işçi sayısı sınırı 20‘den,

5‘e çekilmekte, böylelikle denetimin en az olduğu alanlar

stajyer sömürüsüne açılmaktadır. Yani bir yandan ucuz

emek sömürüsünün bir biçimi olan stajyerlik uygulaması

genişletilmekte diğer yandan ise ödenecek ücretler düşürülmektedir.

Kısa çalışma ödeneğinin genel ekonomik krizler yanında

sektörel ve bölgesel krizlerde uygulanabilmesine imkân

tanınmaktadır. Böylelikle işçilerin ücretlerinin, işsizlik fonundan

karşılanması yaygınlaşacaktır. Sermayedar, işçi

çalıştıracak ama "kriz koşullarında", karşılığını daha sonra

fona geri ödemeksizin, çalıştırdığı işçinin ücreti işsizlik fonundan

karşılanacaktır.

Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunu‘nun 91. maddesine eklenen

bir fıkra ile iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan

bireysel alacaklara ilişkin şikayetlerin Çalışma ve Sosyal

Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüklerinde görevli memurlarca

yapılmasının önü açılmakta; Hükümet yönetmelik

değişikliği ile yapmak isteyip, Danıştay engeline takılan

değişikliği yasa yoluyla yapmak istemektedir. Uzmanlık

isteyen denetim ve inceleme görevinin vasıfsız düz memurlar

eliyle yaptırılmak istenmesinin hukuka ve çalışma

yaşamının gereklerine uymadığı açıktır.

Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunu‘nun 92. maddesinde yapılan

değişiklikle, "...İş müfettişi tarafından düzenlenen

raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin

kısımlarına karşı taraflarca on beş gün içerisinde yetkili iş

24

Mart 2011 - 157


TMMOB’den

mahkemesine itiraz edilebilir. Süresinde itiraz edilmemesi

veya iş mahkemesince itirazın reddine karar verilmesi

halinde raporda veya tutanakta belirtilen alacak kesinleşir..."

hükmü getirilmekte olup, bu hükümde yer alan kısa

itiraz süresi nedeniyle hak kayıplarının yaşanacağı açıktır.

Bu düzenleme, hem hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırmakta

hem de ücretlere uygulanan 5 yıllık dava zamanaşımını

ortadan kaldırmaktadır. Zira, işçilerin alacakları,

işverenlerin, yanlı veya eksik belge vermesi nedeniyle eksik

ve yanlış hesaplanabileceği gibi, çalışma süresi, ücretin

miktarı vb. tartışmalı hususların bulunduğu ve bir yargılama

sonucunda ispatlanabilecek durumlarda bir işçinin

15 gün içinde İş Mahkemesine itiraz etmemesi halinde, bu

eksik ve yanlış hesap kesinleşecek, işçiler mağdur olacaktır.

Yine Kanun ile İl özel idareleri veya belediyelerin (bağlı

kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan "ihtiyaç

fazlası" işçilerin, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel

Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına

atanması gündeme getirilmektedir. Bu düzenleme

on binlerce belediye işçisi açısından ciddi sorunlar yaratacaktır.

"İhtiyaç fazlası" tanımlamasının hangi kriterlere

dayandırılacağının belirsiz olması, kişilerin rızası dışında

bu düzenlemenin hayata geçirilmeye çalışılması, kişi

hak ve özgürlüklerinin ihlali anlamına gelmektedir. Aynı

zamanda ataması tekemmül ettirilen işçiler, çalıştıkları

kurumlarınca atama emirlerinin tebliğini izleyen günden

itibaren beş iş günü içinde yeni görevlerine başlamak

zorundadırlar. Bu süre içinde yeni kurumunda işe başlamayan

işçilerin atamaları iptal edilmektedir. Bu düzenleme,

çalışma özgürlüğünün içinin boşaltılmasıdır. Çalışma

özgürlüğü, her halükarda bir işte istihdam edilmek değil,

kişinin iradesi ve istediği, sevdiği bir işi yapması anlamına

gelmektedir. Kişinin iradesi dışlanarak konumunun değiştirilmesi,

insanlık dışı bir uygulama olup, işçileri yıldırmak

ve istifaya zorlamak anlamına geldiği açıktır. Bu kapsamda

işçi nakleden mahalli idarelerin nakil sonrasında oluşan

işçi sayısında beş yıl süreyle artış yapılamaması, buna

karşı hizmet alımı yoluna gidebilmesi, taşeronlaşmanın

yaygınlaştırılması amacını taşımaktadır. Kadrolu çalışanlar,

sürgün edilecek, yerine taşeronlar sokulacaktır.

Ayrıca işçilerin gerçekleşmiş bulunan ve bugüne kadar

ödenmemiş olan alacaklarının devir olunmayacağı hükme

bağlanmıştır.

Kanunun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik

öngören kamu çalışanlarına yönelik kimi düzenlemeleri

de dikkat çekicidir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, devlet personel istihdamına

ilişkin hükümler taşımasının yanı sıra Anayasa‘da

"Siyasal Haklar ve Ödevler" içerisinde sayılan "Kamu

Hizmetlerine Girme Hakkı"nın hayata geçirilmesinin en

önemli aracı olması niteliğiyle temel kanun özelliği taşımaktadır.

Kanunun, devlet personel istihdamında değişiklik öngören

hükümlerinin hedefi, tasarı gerekçesinde yer alan "

memur sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve çalışanların

makul ve uygun görülen isteklerini karşılamak" değil,

küresel kapitalizmin neo-liberal politikaları ile belirlenen

noktaya ulaşmaktır. Buna göre tasarının hedefi "sosyal

devleti" değil "düzenleyici devleti" destekleyen bir bürokratik

yapının oluşturulmasıdır.

Kanunda yer alan, 657 Sayılı Kanun‘da değişiklik öngören

hükümlerle Devlet Personeli İstihdam Rejiminde;

• Siyasal iktidarın "kadro kaldırma yetkisini" sık ve yaygın

olarak kullanabilmesine olanak yaratılmakta, temel memur

güvencesi ortadan kaldırılarak, "kadro kaldırma yetkisi"

tüm kamu sistemini sürekli tehdit edecek bir yetki

olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,

siyasal iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca

işlemlerin kapısı sonuna kadar açılmaktadır.

• Yöneticilik görevleri için değerlendirme "sicil sistemi" dışına

çıkarılmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl

hizmet yeterli sayılmakta ve bu sürenin hesabında özel

kurumlarda veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının

dikkate alınacağını hükme bağlanmaktadır. Özel sektöre

ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe

yönetici olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte,

Kamu yönetiminin üst düzey yöneticilik makamları, siyasal

iktidarla gelip gidecek "siyasal kadrolar"a dönüştürülmekte,

memuriyet kariyer sisteminin taşıyıcısı olan "piramidin

tepesi" kariyer sistemine kapanmaktadır.

• Sicil değerlendirme sistemi ortadan kaldırılmakta; insan

doğasının bencil, çıkarcı, tembel bir varlık olduğu kabulüne

ve çalışma adı verilen şeyin bireysel doyumdan ibaret

olduğu görüşüne dayanan liberal değerler üzerinde yükselen

ödüllendirme-cezalandırma ekseninde performans

değerlendirme sistemi kurulmaktadır. Kolektif bir iş olan

kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile bireysel

rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle

kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır.

Kanun getirdiği hükümlerle kamu hizmetini ve bu hizmeti

görenleri kamu adına koruma anlayışından vazgeçildiğine

de işaret etmektedir.

Öte yandan Kanun, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden

çıkaracak bir nitelikte olması nedeniyle sadece 657 Sayılı

Kanuna tabi çalışanları değil, toplumun tüm emekçi kesimlerini

olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır.

İşsizlik fonunun sermaye için seferber edilmesine, gençlerin

daha fazla sömürüsüne, esneklik dayatmalarına, asgari

ücret sefaletine yol açacak bu hükümler, sosyal adalet ilkesi

ve insan onuruna yaraşır iş kavramı ile çelişkili olduğu

gibi, bu kadar kapsamlı değişiklik içeren düzenlemelerin,

sosyal taraflarca yeterince tartışılmadan sıkışık TBMM

gündeminde alelacele görüşülerek yasalaştırılmasının,

doğru olmadığını, ülkemiz çalışma ilişkilerinde, sosyal hayatında

ciddi olumsuzluklara yol açacağını düşünüyoruz.

Bu Kanunla;

• Resmi 3 milyon işsize karşın, sadece 170 bin kişinin faydalanabildiği

İşsizlik Fonu‘nun prim gelirlerinin yarısının,

taşeron firmalara, özel istihdam bürolarına aktarılmasının

yolu açılmıştır.

• Belediye işçilerine sürgün yolu açılmış, sendikasızlaştırma

kapıdadır. Norm kadroda ya da değil, belediye işçileri

"İhtiyaç fazlası" ilan edildikleri taktirde, Milli Eğitim veya

Emniyet teşkilatının taşra teşkilatlarına gönderilecek.

Atandıkları yere 5 günde başlamazlarsa işlerini kaybede-

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 25


TMMOB’den

cekler. İşçiyi yollayan belediye 5 yıl boyunca yeni kadrolu

işçi alamayacak. Hizmet alım yöntemiyle taşeron ile anlaşacak.

Taşeronlaşma yaygınlaşacaktır.

• Kriz döneminde, şirketler krizdeyiz diyerek işçi ücretlerini

ödemediler. İşçilerin ücretleri İşsizlik Fonu‘ndan, işçilerin

kendi haklarından ödendi. Şimdi bu uygulama sadece genel

kriz koşullarına tabi olmayacak, sektörel ve bölgesel

düzeyde de uygulanabilecek. Şirketler her dara düştüğünde

ücretsiz izinler, kısa çalışma ödeneği devreye girecek.

Bu uygulamanın olduğu işyerlerinde işten çıkartmalar

kolaylaşacak. İşverenler kriz bittiğinde bu fona, işçilere

yapılan ödemelerin karşılığında bir geri ödeme yapmayacaklardır.

Kaybedilen, işçilerin işsiz kaldıklarında kullanacakları

hakdır.

• Torba Yasa ile kamuda esnek istihdam artık yasal hale getirilmektedir.

Öngörülen değişiklik ile bir kamu emekçisi

birkaç farklı kurumda çalıştırılabileceği gibi, 8 saatlik çalışma

süresinin dışında farklı şekillerde çalıştırılabilecektir.

• Kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalışanlar ile ev hizmetlerinde

1 ay içerisinde 30 günden az çalışan sigortalılara, eksik

günlerine ait genel sağlık sigortası primlerini kendi cebinden

30 güne tamamlama yükümlülüğü getirildi. Eksik

primlerini tamamlamadıkları takdirde sağlık hizmetlerinden

yararlanamayacaklar. Bu düzenleme ile düşük ücretle

çalışmak zorunda olan kısmi süreli çalışanların aldıkları ücretlerin

önemli bir bölümünü sağlık sigortası için ayırmak

zorunda kalacaklar.

• Kamu emekçileri, rızaları dışında kurum içi ve kurumlar

arasında 1 yıldan 6 aya kadar görevlendirilebilecek, sürgün

kural haline gelecektir.

• Grev yasakları genişletilerek, en temel sendikal eylemlerin

"memuriyetten çıkarılma" ile cezalandırılmasının önü

açılıyor. Tasarıdaki bu düzenleme ile mevcut Anayasa ve

Türkiye‘nin altına imza koyduğu 87, 98 ve 151 Sayılı ILO

sözleşmeleri açıkça çiğnenmektedir.

• Özel sektörde 10 yılın üzerinde yöneticilik yapmış kişiler,

kamu kurumlarının başına getirilecekler. Böylece kamu

yararı ilkesi değil, piyasa koşullarına uyum sağlanmak öncelik

haline gelecektir.

• İşyeri denetimleri, iş müfettişlerince değil Bakanlıkta çalışan

herhangi bir memur tarafından yapılabilecek bir iş

olarak görüldüğünden, işçi sağlığı ve güvenliği alanında

yaşanan ölümlü kazalara "devam" denilmiştir.

• İş öğrenimi adı altında, daha kuralsız ve düşük ücretle

çalışmanın aracı olan stajyerlik uygulamasında ücretler

düşürülmüş, denetimin az olduğu işyerlerinde stajyerlerin

sömürüsünün önü açılmıştır.

• Kamuda daha az engelli istihdam edilmesi öngörülmüş,

engellilerin engellerine bir de devlet çalışma engeli koyarak

katkı sağlamıştır.

Bu nedenlerle; kamu borçlarının yeniden yapılandırılması

ile ilgili toplumda büyük beklenti oluşturan Kanun Tasarısındaki

hükümler dışındaki maddelerin ilgili tüm emek

örgütlerinin de katılımıyla tekrar değerlendirilmesi amacı

ile yeniden görüşülmek üzere TBMM‘ye gönderilmesi hususunu

takdir ve tensiplerinize sunarız.

Saygılarımızla,

Süleyman ÇELEBİ

DİSK Genel Başkanı

Döndü TAKA ÇINAR

KESK Genel Başkanı

Mehmet SOĞANCI

TMMOB Başkanı

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HİZMETLERİ YÖNETMELİKLERİNİ

BİR KEZ DAHA YARGIYA TAŞIDIK

TMMOB İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik ile İş Sağlığı ve Güvenliği

Hizmetleri Yönetmeliği’nin iptali istemiyle Danıştay’a başvurdu. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet

Soğancı, konuya ilişkin olarak 27 Ocak 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın iş güvenliği alanını

piyasa aktörlerine teslim eden, iş güvenliği hizmetini

taşeronlaştıran düzenlemelerine karşı hukuk mücadelesini

sürdüren TMMOB, konuya ilişkin yayımlanan son iki yönetmeliği

de yargıya taşımıştır.

TMMOB, 27.11.2010 tarih ve 27768 sayılı Resmi Gazete‘de

yayımlanarak yürürlüğe giren İş Güvenliği Uzmanlarının

Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik

ile İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği‘nin iptali

istemiyle Danıştay‘a başvurmuştur.

Söz konusu yönetmelikler, eğitimden ortak sağlık ve güvenlik

birimine kadar tüm süreçleri piyasa aktörlerine teslim

eden, iş güvenliği hizmetini taşeronlaştıran düzenlemeler

içermektedir. Mühendis ve mimarlık hizmetlerinin

sunumunda, lisans eğitimi sonrasında kazanılan mühendis

ve mimar unvanını değil, özel şirketlerce verilen eğitim ve

Bakanlıkça verilen sertifikayı esas almaktadır. Özel sektörde

çalışanları 7 yıl boyunca iş güvenliği mühendisliği hizmetini

alana sokmamakta ve bu süre içinde iş güvenliği alanını

Bakanlık çalışanlarına hasretmektedir.

Çalışma hayatındaki en önemli konulardan biri olan işçi

sağlığı ve güvenliği alanındaki sorunların, iktidarın ele

aldığı yöntemle çözüme kavuşturulması olası görünmemektedir.

Kamu düzeni, güvenliği ve sağlığını ilgilendiren

bu konu kamusal hizmet anlayışı ile ele alınmadığı sürece

çözümü olanaklı değildir. Her şeyden önce bireye, ailesine,

toplumsal işgücü kaybına, işletmeye ve ülke ekonomisine

ağır fatura çıkaran bu konu piyasalaştırılamaz.

TMMOB, konunun takipçisi olacak ve işçi sağlığı-iş güvenliği

alanındaki piyasalaştırma çabalarına karşı mücadelesini

sürdürecektir.

26

Mart 2011 - 157


TMMOB İKK’dan

TMMOB İZMİR İKK: HÜKÜMETİN İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ

POLİTİKALARI OSTİM VE İVEDİK’TE PATLAYARAK İFLAS ETMİŞTİR

TMMOB İzmir İKK, İzmir Barosu, DİSK Bölge Temsilciliği, Türk-İş Bölge Temsilciliği ve İzmir Tabip Odası

14 Şubat 2011 tarihinde ortak bir basın açıklaması yaparak, sorunlu yasal düzenlemelerle yeni iş kazalarına

davetiye çıkarıldığını belirttiler.

İzmir Tabip Odası‘nda gerçekleştirilen açıklamaya;

TMMOB İzmir İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi, İzmir Tabip Odası

Temsilcisi Hakan Toksöz, DİSK Temsilcisi Ali Çeltek, İzmir

Barosu Başkanı Sema Pektaş ve Türk-İş Temsilcisi Tuncay

Kireçkaya katıldılar.

ORTAK BASIN AÇIKLAMASI

3 Şubat 2011 tarihinde Ankara OSTİM‘de bir iş merkezi

ile İvedik OSB‘de yer alan işyerlerinde meydana gelen,

18 çalışanın ölümüne ve onlarca kişinin yaralanmasına

yol açan patlamalarda yaşamını kaybedenlerin yakınlarına

başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor, kamuoyunun

üzüntüsünü paylaşıyoruz.

Meslek Odalarımız ve sendikalarımız; bu kazalarla birlikte,

son yıllarda iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması

ve yeterli denetimlerin yapılmamasından kaynaklanan

bu "iş cinayetleri" ile ilgili, yıllardan beri ciddi

uyarılarda bulunmakta, sürekli olarak çalışma yaşamına

ilişkin yapısal sorunlar ve yanlış uygulamalara işaret etmekte,

yargıya başvurmakta fakat siyasal iktidar bildiğini

yapmaya devam etmektedir.

Son mevzuat düzenlemeleri sorunludur

Örneğin, İş Yasasının 78. maddesinde işyerlerinin kurulması

aşamasında işyeri koşullarının iş sağlığı ve güvenliği

önlemlerine uygun olmasını teşvik eden uygulama,

2008 yılında 5763 sayılı, "Torba Yasa" ile değiştirilmiş ve

04.12.2009 tarihli "İşletme Belgesi Alınması Hakkında

Yönetmelik"le ortadan kaldırılmıştır. Böylece 50‘den az

işçi çalıştıran işyerlerinin İşletme Belgesi alması zorunluluğu

ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın (ÇSGB)

işyerlerine yönelik denetimi ve yol göstericiliği yok edilmiştir.

Bu nedenle bugün Türkiye‘ de imalat sektöründe

çalışan 600.000 işletme denetim dışıdır, bu rakam İzmir

için 40.000 işletmedir.

15.08.2009 tarihli "İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile

Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik"

ise 50 ve üzerinde işçinin çalıştığı işyerlerinde geçerlidir.

Ancak 09.12.2009 tarihli "İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri

ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin

Uygulanmasına Dair Tebliğ" ile ana işverenleri,

işyerlerini küçük parçalara ayırarak yükümlülüklerinden

kurtarmaya yönelik bir düzenleme yapılmıştır.

Denetimler yetersiz

İşyeri denetimleri ve dolayısıyla iş sağlığı ve güvenliği

önlemleri Türkiye‘deki sanayi işletmelerinin ancak yüzde

1,6‘sında geçerlidir. 700-800 civarındaki İş Müfettişlerinin

sayısı çok yetersizdir. Bu sayı örneğin; Ülkemizle eşdeğer

işyeri sayısına sahip Almanya‘ da 3900 civarındadır. Çalışma

yaşamıyla ilgili mevzuat yalnızca başlıca "sanayi ve

ticaret" işlerini kapsamakta, tarım sektörünün tamamı,

hizmet sektörünün bir bölümü ile KOBİ‘lerin çok büyük

bir bölümü kapsam dışında bırakılmaktadır. Özetle, bugün

Türkiye‘ de 10 milyon kişiyi bulan kayıt dışı istihdamı

teşvik eder tarzda bir ‘iş sağlığı ve güvenliği‘ politikası söz

konusudur. İşte bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)

ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre Türkiye;

iş kazalarında Dünya‘ da üçüncü, Avrupa‘ da birinci

sıradadır.

Diğer yandan TMMOB Makina Mühendisleri Odası uzmanlık

alanlarına giren konulardan biri olan basınçlı kaplar

ve bu kapsamdaki endüstriyel oksijen tüpleri ile ilgili

sorunlar, insan yaşamını hiçe sayan rantçı yaklaşımlar, yasal

boşluklar ve ilgili meslek odaları tarafından yapılması

gereken mesleki denetimlere engel oluşturulmasından

kaynaklanmaktadır. Kâr güdüsüyle hareket edildiği için

ilk tasarruf edilen konu periyodik denetimler olmaktadır.

Bu tip yoğun risk barındıran işletmeler kamu kurum ve

kuruluşları ile ilgili meslek odaları tarafından mutlaka denetime

tabi tutulmalıdır.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler ile çalışanları kuşatan bu

sorunları aşmak; çalışma yaşamının insanca, iş güvenceli,

örgütlü, toplu sözleşme ve grev hakları ve işçi ve iş sağlığı

ve güvenliğine dayalı bir istihdamı esas alan, iş kazalarını

en aza indirecek şekilde örgütlenmesi pekâlâ olanaklıdır.

Ucuz işgücü ve ucuz maliyete dayalı esnek, güvencesiz

çalışmanın artması, özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırmanın

yaygınlaşması, denetimlerin yetersizliği

ve/veya yokluğu giderilmediği; Türk Mühendis ve Mimar

Odaları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, sendikalar ve üniversitelerin

görüşleri kamu ve özel sektörce dikkate alınmadığı

müddetçe ne yazık ki benzeri olaylar sürecektir.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 27


İncelemeler

İNŞAAT SEKTÖRÜNDE MEVCUT DURUM VE ETKİLENMELER

Tahsin VERGİN

İnşaat Yüksek Mühendisi

(Şube Başkanımız Tahsin Vergin’in Capital Dergisi için hazırladığı ve Kasım 2010 sayısında özeti yayınlanan

çalışmasının tam metnidir.)

İnşaat sektörü Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki (2009-GSYH) %4,3 payı ve dönemlere gore değişse bile yaklaşık 1,1-1,5 milyon

arasındaki kişiyi istihdam etmesi açısından ülkemizin en önemli sektörlerinden biri olma özelliğini her zaman korumaktadır.

Ayrıca bu sektörün kendisi ile etkileşimli olduğu yaklaşık 200 sektörü de dolaylı veya dolaysız etkilemesi açısından da önem

taşımaktadır.

İnşaat sektörü; demir-çelik, çimento, cam, seramik, boya vb. birçok malzemeyi içeren endüstriyel ürünlerin de üretilmesinin

itici gücü olmaktadır. Bu sektörün diğer sektörlere gore daha çok oranda yerli sanayiye, ulusal sermayeye ve işgücüne

dayanması açısından da önemi yüksektir.

Ayni şekilde bu sektörün, dolaylı ve dolaysız etkileri sonucu diğer sektörlere iş alanı yaratması ile ülke ekonomisi içinde %30

lara varan bir ağırlığı bulunmaktadır. Yine sektörün işgücüne özellikle ucuz iş gücüne olan talebi iç göcü artırıcı olmaktadır.

Ayrıca, coğrafi dağılım açısından ele alındığında da yarattığı iş alanlarıyla, bu sektörde uygulanacak doğru politikalarla,

yoksulluğa ve bölgeler arası dengesizliğe de kalkan olabilecek bir niteliği bulunmaktadır.

Türkiye İnşaat Sektörü’nün son 25 yılını incelediğimizde inişli çıkışlı bir yol izlediğini görmekteyiz. Sektör; 1980-1990 arasındaki

10 yıllık süreçte inişli çıkışlı istikrarsız bir yol izlemiştir. 1988 yılından sonra yavaşlama başlamış ve 1993-2003 arası

10 yılında Türkiye ekonomisi %26,13 büyürken inşaat sektörü tüm ana sektörler içersinde %22,4 ile en fazla küçülen sektör

olarak. ekonomik krizden en fazla etkilenmiştir. Bu yıllarda ana sektörler içinde en fazla düşüş gösteren yine inşaat sektörü

olmuştur. 2003 den sonra kendini toplamaya çalışan sektörde büyüme giderek artmış, 2004-2007 arası artış %20 lere ulaşmıştır.

Ayrıca, inşaat sektörü içinde %60’lık payıyla “Konut Sektörü” nün de ciddi bir yeri vardır.

Yine, özellikle 2002-2006 yılları arası uluslar arası piyasalardaki likidide bolluğunun sıcak para olarak ülkemize yönelmesi,

döviz kuru ve faiz oranlarının düşüklüğünün sonucu olarak konut talebinde önemli düzeyde artış ve talep gerçekleşmiştir.

Özellikle 2005’den 2008’e kadar olan süreçte sektör önemli düzeyde büyüme göstermiştir.

Ancak ABD’de başlayan kriz sonucu 2008-2009 yılları sektörde daralmaya neden olmuştur. Devlet planlama Teşkilatı’nın

2010 yılı programında belirttiği gibi; inşaat sektöründeki daralma özellikle 2008 yılında başlayan bir süreçle 2009 sonlarına

kadar hızla devam etmiştir. 2008’de %3,3 ile başlayan ve 2009’da %18,1’e varan bu küçülme ile tüm sektörler içinde yine en

fazla küçülen sektor inşaat sektörü olmuştur. (Tablo 1)

Tablo 1. İnşaat Sektöründe 2006-2009 Arası Gelişme (2009 ilk altı ay)

Kaynak (TÜİK)

Yıllar 2006 2007 2008 2009

GSYH İnşaat Sektörünün Payı (% cari fiyatlarla) 4,7 4,9 4,7 4,3

Büyüme Hızı (% 1998 yılı fiyatlarıyla) 18,5 5,7 -8,2 -19,9

Sektördeki kriz sonucu oluşan daralma kendini konut talebinde de göstermiştir. Konut talebi 2008 yılından itibaren önemli

oranda düşmüştür. Ancak konut sayısında düşüşe karşın ayni dönemlerde yapı kullanım izinlerinde artış görülmektedir.

(Tablo 2)

Tablo 2. Yapı İnşa ve Yapı Kullanma İzinleri 2006-2009 Arası Değişme (2009 ilk altı ay)

Kaynak (TÜİK)

Yıllar 2006 2007 2008 2009

Yapı İnşa İzni (Bin m2) 122 910 125 067 103 846 47 750

Yüzde Değişim 15,5 1,8 -17,0 -13,0

Yapı Kullanım İzni (Bin m2) 57 207 63 403 70 957 42 376

Yüzde Değişimi 13,7 10,8 11,9 20,2

2008 yılından itibaren görülen bu daralma istihdam alanında da kendini göstermiştir. İnşaat sektöründe çalışan sayısı, 2007

yılında 1 379 bin iken, 2008 yılında 1 359 bine düşmüş, 2009 yılında ise bu düşüş 1 296 bine varmıştır.

ABD’de ortaya çıkan kriz 2009’un son dönemlerinde göreceli toparlanma göstermesine rağmen, 2010 yılı ikinci ve üçüncü

çeyreklerinde yerini durgunluğa bırakmıştır. Avrupa ülkelerinde ise son 10 çeyrektir inşaat sektörü sürekli daralma göstermektedir.

Kendini ilk kez ABD’de mortgage kredilerinin geri dönmemesiyle gösteren kriz olumsuz etkisini hızla tüm ülkelerin ekonomik

yapılanmalarında göstermiştir. Krizin böylesine büyük etki göstermesinde başlıca nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

• Öncelikli olarak, 1990’lı yıllardan başlayarak gelişen neo-liberal politikalarla devletin ve kamunun ekonomi üzerindeki

28

Mart 2011 - 157


her türlü müdahalesi engellenmeye çalışıldı.

İncelemeler

• Devletin ekonomi üzerinde müdahale ve etkisinin giderek kaldırılması amacıyla, kamunun hantal yapısı ve yolsuzluk

uygulamaları gerekçe gösterilerek, bu ekonomik politikaların sanki haklılık payı varmış gibi alt yapısı yapılmaya başlandı.

• Ancak devletin yapısının hantallaştırılması ve yolsuzluklar bizzat kapitalist-emperyalist sistemin kendi varlığını devam

ettirebilmek için günümüzdeki uygulamalarının kaçınılmaz sonuçlarıydı.

• Bu süreçte ekonominin bütün süreçleri devletin ve kamunun denetiminden çıkartıldı.

• Yine bu süreçte üretim yapmaksızın paradan para kazanma hayatın her alanına yansıdı. Finansal araçlar ticareti dünya

mal ticaretinin sekiz katına çıktı.

• Üretim dışı paradan para kazanma süreci bir yerde şişecekti ve bu şişme ilkin ABD’de kendini Mortgage kredilerinin doğal

olarak geri dönmemesinde ortaya çıkarttı ve kısa zamanda tüm dünyada olumsuz etkilerini gösterdi.

• Ancak bu kez de tüm neoliberal görüş sahipleri, krizden çıkmak için devletin müdahalesi gerektiğini söylediler.

• Yine özellikle ABD yaklaşık 8 trilyon dolar civarında olmak üzere devletin sistemi kurtarmak üzere müdahalesi gerçekleşti.

• Ayni uygulamalar başta AB ülkeleri olmak üzere tüm kapitalist-emperyalist sistemde yaygın olarak hayata geçirildi.

• Tüm ülkeleri etkileyen bu kriz, ülkemizde de fazlasıyla kendini gösterdi.

• İktidarın bu kriz bizi teğet geçti demesine, 2001 krizi sonrası bankacılık sisteminde yapılan düzenleme ve güçlendirmelerle,

bu kriz bizi en az etkiledi denmesine rağmen Türkiye’deki etkisi oldukça derin gerçekleşti.

• İşsizlik ve bütçe açığı rekor düzeylere ulaştı. Kapanan işyeri sayısı, ödenmeyen çeklerin sayısal değerleri incelendiğinde

krizin etkisinin derinliği ve boyutu anlaşılacaktır.

• İşin daha vahim yönü, toplum olarak, üreten değil tüketen bir yapıya dönüşüldü.

• Sermaye birikiminin gerekli düzeylere varamadan krizlerle erimesi, toplumda üretim dışı taleplerin değer kazanmasına

ve tüm toplumsal birikimlerin buralarda tüketilmesi süreci hızla yayıldı.

• Yatırım yapmak, üretimde bulunmak ve bunların sonucu istihdam alanları yaratmak istenilmeyen, yapılmayan ve terk

edilen değerler oldu.

• Bunun yerine ranta ve faize yönelme ön plana geçti. Ayni şekilde kira geliri elde etmek vb tercihler ekonomideki anlayışların

değişikliğinin sonucu olarak öne çıktı.

Kısaca gelişimini özetlemeye çalıştığımız ve sistemin kendi döngüsü içinde meydana gelen bu krizin hem dünyada hem

de ülkemizde inşaat sektörü üzerindeki etkisi gerçekten çok büyük olmuştur. Krizin yanında siyasal iktidarların bu süreç

içersinde izledikleri yol, ağırlıklı olarak, siyasal rant elde etmek şeklinde gelişince kriz tüm toplumu ve üretimde bulunan

kesimleri düşünülenden daha fazla etkilemiştir.

İnşaat sektörünün ülkemizdeki gelişimi incelendiğinde, sektörün asıl itici gücünün kamu alanında yapılan yatırımlar olduğu

görülmektedir. DPT verileri çerçevesinde; 2008 yılında sektör %8,2 küçülürken, kamu inşaat yatırımları %10,4 artmış, ancak

özel sektör inşaat yatırımları ise %12,5 azalmıştır.

İNŞAAT SEKTÖRÜNDE KRİZ BİTTİ Mİ ?

TÜİK tarafından açıklanan 2010 yılı birinci çeyrek “İnşaat Sektörü Ciro Endeksi ve Değişim Oranları” tablosundan da izleneceği

gibi, 2010 yılı ciroları 2009 yılı değerlerine gore Bina İnşaat Sektöründe %-13,2, Bina Dışı İnşaat Sektöründe %-28,8 ve

toplamda ise %-19 seviyelerinde daralma gerçekleşmiştir. Bu değerler bize 2007 sonunda başlayan krizin 2010 yılında da

devam ettiğini göstermektedir. (Tablo 3)

Yine TÜİK tarafından açıklanan, inşaat sektörünün üretim endeksleri değişim oranları incelendiğinde 2010 yılının 1. döneminde,

%5,6 oranında bir artma görülse bile önceki 2009 yılının ayni dönemindeki %-18,4 daralma dikkate alındığında,

iyileşmenin daralma hacmini henüz aşamadığı anlaşılmaktadır. (Tablo 4)

Krizin sektör üzerinde etkisi ve sektöre yeterli desteğin verilmemesi, KDV ve ÖTV ile verilen desteğin once kaldırılmasına

ve daha sonra KDV ve harç indirimlerinin tekrar yapılmasına rağmen, 2009 yılı 3. çeyrekte bir önceki çeyreğe göre konut

satışlarının %42,53 oranında düşmesi engellenememiştir. (Tablo 5)

2010 yılı ilk iki döneminde ise konut satışları en alt düzeylere inmiştir. 2010 yılı 2. dönemde konut satışları 2009 yılı ayni

dönemine gore %53,65 oranında düşmüştür.

Yapı ruhsatı izinlerinde ise daha farklı bir durum vardır. 2010 yılının ilk altı ayında, 2009 yılının ayni dönemine gore belediyelerce

yapı ruhsatı verilen yapıların yüzölçümü %23,6 ve bina sayısında da %8,4 oranında artış olmuştur.

Belediyelerce yapı kullanma izin belgesi verilmesine göre ise; 2010 yılının ilk altı ayında, 2009 yılının ilk altı ayına göre; yapıların

yüzölçümünde %31,6, bina sayısında %38,3 oranında düşüş gerçekleşmiştir. (Tablo 6, Tablo 7)

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 29


İncelemeler

Yıl

2005

2006

2007

2008

2009

2010

İnşaat Tipleri

Sınıflaması

(CC)

Tablo 3. İnşaat Sektörü Ciro Endeksi ve Değişim Oranları (2005=100)

Bir Önceki Yıl aynı Döneme Göre

Değişim Oranı (%)

Bir Önceki Döneme Göre

Değişim Oranı (%)

1. Dönem 2. Dönem 3. Dönem 4. Dönem

Yıllık

ortalama

1. Dönem 2. Dönem 3. Dönem 4. Dönem

Bina 29,9 20,5 68,6

Bina dışı 62,6 26,7 24,7

Toplam 41,6 23,1 50,1

Bina 21,7 44,3 45,1 21,5 31,7 -53,9 54,0 21,2 41,2

Bina dışı 28,0 13,1 24,8 47,8 30,8 -50,2 43,7 39,8 47,6

Toplam 23,9 31,5 36,5 30,7 31,4 -52,6 50,2 27,8 43,7

Bina 13,8 9,5 5,1 23,2 14,1 -56,8 48,2 16,3 65,5

Bina dışı 25,6 26,1 4,5 -4,7 7,9 -57,7 44,3 15,8 34,6

Toplam 18,1 15,4 4,9 12,1 11,7 -57,2 46,7 16,1 53,6

Bina 19,9 23,1 14,5 -6 8,8 -58 52,2 8,2 35,8

Bina dışı -12 -2,2 16,2 23,5 10,2 -60,9 60,4 37,6 43,2

Toplam 7,4 13,3 15,2 3,9 9,3 -59 54,9 18,0 38,7

Bina -12,7 -5,4 -25,3 -18,7 -16,3 -61 65,0 -14,6 47,7

Bina dışı 9,2 -11,8 -17 -10,9 -10,3 -65,5 29,6 29,5 53,6

Toplam -5,7 -7,5 -22,1 -15,6 -14,1 -62,8 51,8 -0,6 50,2

Bina -13,2 -58,3

Bina dışı -28,8 -72,4

Toplam -19 -64,3

Yıl

2006

2007

2008

2009

2010

İnşaat

Tipleri

Sınıflaması

(CC)

Tablo 4. İnşaat Sektörü Üreti̇ m Endeksi̇ ve Deği̇ şi̇ m Oran 2005=100

Bir önceki yıl aynı döneme göre değişim

Üretim Endeksi

oranı (%)

I. II. III. IV. Yıllık I. II. III. IV. Yıllık

Dönem Dönem Dönem Dönem Ortalama Dönem Dönem Dönem Dönem Ortalama

Toplam 90,4 126,6 136,4 120,2 118,4 15,8 20,0 19,1 18,0 18,4

Bina 90,3 127,7 137,9 119,1 118,8 16,1 21,0 19,7 17,4 18,8

Bina dışı 90,5 120,5 128,6 125,9 116,4 14,0 14,8 15,4 20,8 16,4

Toplam 101,8 135,3 142,5 120,1 124,9 12,7 6,9 4,5 -0,1 5,5

Bina 102,4 136,2 142,2 119,4 125,1 13,4 6,6 3,1 0,3 5,3

Bina dışı 98,6 130,6 144,0 123,5 124,2 8,9 8,4 12,0 -1,9 6,7

Toplam 100,0 128,5 128,6 105,1 115,6 -1,8 -5,0 -9,7 -12,4 -7,5

Bina 97,9 125,8 125,0 98,5 111,8 -4,4 -7,6 -12,1 -17,6 -10,6

Bina dışı 111,0 142,3 147,5 139,9 135,2 12,5 9,0 2,4 13,3 8,8

Toplam 81,6 101,4 106,0 96,8 96,4 -18,4 -21,1 -17,6 -7,9 -16,5

Bina 73,4 92,9 99,1 91,1 89,1 -25,0 -26,2 -20,7 -7,5 -20,3

Bina dışı 124,1 145,5 141,7 126,9 134,6 11,8 2,2 -3,9 -9,3 -0,4

Toplam 86,2 5,6

Bina 85,8 16,8

Bina dışı 88,1 -29,0

YILLAR

Tablo 5. Konut Satişlari 2008-2009 ve 2010

DÖNEMLER

I. Dönem II. Dönem III. Dönem IV. Dönem

2008 112 168 113 088 109 333 92 516

2009 108 861 194 743 111 913 116 229

2010 85 857 90 270

Tablo 6. Yapı Ruhsatı, Ocak- Haziran ayları toplamı

Y I L L A R

Bir Önceki Yılın İlk altı Ayına

Göre Değişim Oranı (%)

Bina Sayısı

Yüzölçümü

Değer

(m²)

(TL)

Daire sayısı

2010 52 647 63 700 800 36 177 590 130 322 030

2009 48 556 51 555 147 27 663 432 648 249 373

2008 49 188 54 857 680 32 073 772 419 269 749

2010 8,4 23,6 30,8 29,1

2009 -1,3 -6,0 -13,8 -7,6

30

Mart 2011 - 157


İncelemeler

Tablo 7. Yapı Kullanma İzin Belgesi, Ocak- Haziran ayları toplamı

Y I L L A R

Bir Önceki Yılın İlk Altı

Ayına Göre Değişim Oranı

(%)

Bina Sayısı

Yüzölçümü

(m²)

Değer

(TL)

Daire sayısı

2010 28 879 31 281 354 17 179 030 297 152 293

2009 46 833 45 729 349 24 015 883 330 224 483

2008 38 596 35 245 971 19 893 518 078 179 083

2010 -38,3 -31,6 -28,5 -32,2

2009 21,3 29,7 20,7 25,4

Bina İnşaatı Maliyet Endeksi incelendiğinde, 2010 yılı üçüncü döneminde, toplamda bir önceki döneme göre %1,93, bir

önceki yılın son dönemine göre %5,86, bir önceki yılın aynı dönemine göre %5,93 ve dört dönem ortalamalara göre ise

%4,02 artış göstermiştir.

2010 yılı ikinci döneminde bir önceki döneme göre işçilik endeksi %6,42 artarken, malzeme endeksi %0,50 azalış göstermiştir.

2010 yılı ikinci döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre işçilik endeksi %5,90 ve malzeme endeksi %5,78 artış göstermiştir.

Tablo 8. 2010 ve 2009 yılı üçüncü dönem inşaat maliyet endeks yüzde değişim oranları

2010 Yılı III. Dönem 2009 Yılı III. Dönem

Toplam İşçilik Malzeme Toplam İşçilik Malzeme

Bir önceki döneme göre değişim oranı (%) 1,93 0,95 2,24 0,55 0,46 0,58

Bir önceki yılın son dönemine göre değişim oranı (%) 5,86 5,63 5,93 0,55 1,61 0,23

Bir önceki yılın aynı dönemine göre değişim oranı (%) 5,93 6,42 5,78 -3,37 1,09 -4,68

Dört dönem ortalamalara göre değişim oranı (%) 4,02 4,66 3,82 -2,71 4,99 -4,89

İnşaat sektörünün 2005-2010 yılları arasındaki durumu yukarıdaki tablo 8’den de anlaşılacağı gibi hiç te olumluluk göstermemektedir.

Kriz sektörü bir bütün olarak etkilemektedir. Sektörün kendine bağlı olarak etkilediği yaklaşık 200 sektörü ve

bu alanlarda çalışan nufusu dikkate aldığımızda krizin etkisinin oldukça büyük olduğu görülmektedir. İnşaat maliyetlerin

artış gösterdiği ortamda bina maliyetlerinde ortaya çıkacak artışların krizi daha da artıracağı açıktır.

Sektördeki durgunluğu aşmak amacıyla konut kredilerindeki düşme soruna bir care olamayacaktır. Son bir yıl içinde konut

kredi faizleri ortalama %1,49 lardan %0,90 lara kadar düşmüş olmasına rağmen konut talebi yaratılmasında ve tüketilmesinde

bir care olamayacağı açıktır. Konut kredilerinde hızlı bir düşmeye karşın yine de 2008-2010 yılları arası konut kredilerinin

tüketici kredileri içindeki payı %46,2 ile %47,8 arasında, toplam krediler içindeki payı da %10,2 ile %10,5 bandı arasında çok

büyük bir değişiklik olmadan kalmıştır.

Aynı şekilde, kredi faizlerinin hızlı düşüşü, vade sürelerini de uzatarak, 60-120-180 aya çıkarmıştır. Bu vade sürelerinde kredi

kulanımı, kullanılan kredilerin %92’lerine varmıştır.

2010 yılının ilk yarısında 203 600 kişi 14,1 milyar TL. Kredi kullanım olanakları artmasına rağmen konut satışları 2010 yılının

2. döneminde 90 270 adet ile halen kriz öncesi dönemin gerisinde kalmaktadır.

Alışveriş Merkezlerinde (AVM) ise 2010 yılı itibarıyla artış göstermektedir. Yeni açılan AVM’lerle toplam AVM sayısı 226 ve

bunların kullanılabilir alan büyüklükleri de 5,67 milyon m2’ye varmıştır.

Konut sektöründe egemen olmaya çalışan birkaç büyük firmanın ağırlıklı yatırımlarının rezidans yapılaşmalarına, yüksek

binalara ve özellikle AVM’lere yönelmesi, ülke halkının birikimlerinin ve alış güçlerinin giderek azaldığını göstermektedir.

Çalışan nufusun ortalama ücretlerindeki düşüklük, onların basit ve kolay tüketim mallarına yönelmelerine neden olmaktadır.

Tüketime yönelik harcamaların artması da inşaat sektörünün sanayi ve lojistik alanda yatırım yapmasını da karsız ve

gereksiz hale getirmektedir. Tüketim merkezlerine yönelik AVM’lerin sayısal artımı ve süreçte artacağına dair göstergeler,

üreten bir toplumdan, tüketen bir topluma gidişi de hızlandırmaktadır. 2008 yılında sanayi binaları ve depo alanları için

alınan ruhsat 2 013 402 m 2 iken 2010 yılı ilk altı ayında bu değer 1 210 778 m 2 dir.

Tablo 9’dan da görüleceği gibi sektör hala krizden çıkabilmiş değildir. Krizin etkilerinin daha uzun süre devam edeceği

açıktır.

Ayrıca günümüzde ucuz konut ürettiklerini söyleyerek, gazetelerde sayfa sayfa reklam veren firmaların sektörü canlandıracağını

ummak pek olanaklı değildir. Bu firmalar, özellikle 1990-2000 yılları arası enflasyonun %100’lere vardığı dönemlerde,

sermayelerini üretimle değil yüksek faizle artırmış kesimlerdir. Bu firmaların o dönemdeki ciroları incelendiğinde sermaye

artımlarının yüksek faiz gelirlerinden olduğu görülebilecektir. 1985-2000 yılları arasında inşaat sektöründe yer alan ve üretim

yapan çok sayıda orta ölçekli firma o dönemdeki yüksek enflasyon sonucu ya batmış yada sektörden çekilmek zorunda

kalmışlardır.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 31


İncelemeler

Tablo 9. İnşaat Sektörünün bazı alanlarında 2009

yılı aynı dönemlerine gore değişim yüzdeleri

ı.

Dönem

II.

Dönem

İnşaat Sektörü Ciro Endeksi Ve Değişim Oranları %-19,00 -

2010 Yılı

III.

Dönem

IV.

Dönem

İnşaat Sektörü Üretim Endeksi ve Değişim Oranları %-29,00 -

Konut Satışları (Düşüş %) %-21,13 %-53,65

Yapı Ruhsatı (Artış) %8,40 %23,60

Yapı Kullanma İzin Belgesi (Düşüş) %-38,30 %-31,60

İnşaat maliyet endeks (Artış) %3,86 %5,86

1990-2000 arasında üretim dışı elde edilen gelirle semayelerini artıran ve özellikle siyasal iktidara yakın olan firmaların büyük

bir bölümü bugün şu veya bu biçimde inşaat sektöründe ve ağırlıklı olarak konut yapım işinde yer almaktadırlar. Krizin

etkisiyle bugün de birçok firma iş yapamamakta, kapanmakta veya iflas etmektedir.

TOKİ KRİZE ÇARE OLABİLİR Mİ?

İnşaat sektöründe ucuz konut yapım iddiasında bulunan TOKİ’ler sektördeki krizden çıkışın yolu olarak gösterilmektedir.

Gerçekte günümüzde TOKİ’ler ilk kuruluş dönemlerindeki amaçlarından tamamen uzaktır.

Konut kooperatiflerinin yaygın olarak kurulduğu 1980’li yıllarda küçük sermayedarlar ve yerel yönetimler konut sektöründe

önemli aktörlerdi. Ancak yine ayni dönemlerde çıkartılan veya değiştirilen yasalarla konut sektörüne büyük firmaların

girmesinin önü açıldı. Bu süreçte kooperatifçiliğin sosyal yönü törpülenip yokedildi. Özellikle 2002 yılında çıkartılan “Toplu

Konut İdaresi Kaynaklarının Kullanım Şekline İlişkin Yönetmelik”le TOKİ’nin görev alanları turizimden küçük sanayi işletmelerine,

eğitime, sağlığa kadar genişletilmiş, ard arda çıkartılan yasalarla da TOKİ kamu kaynaklarını kullanarak her alanda

yatırım yapan dev bir şirkete dönüştürülmüştür. TOKİ’lerin idaresi ve yönlendirilmesi, siyasal iktidarın eline geçtiği oranda,

TOKİ’lere iş yapan firmalar da hızla tekelleşmişlerdir. Bugün inşaat sektörü, sektörde yer alan küçük veya orta ölçekte firmaların

iş alma olanaklarının azalması ve bu durumun doğal sonucu olarak sektörden uzaklaşması sonucu, sistem birkaç

büyük firmanın tekeline geçmiş durumdadır.

TOKİ konutlarının satış rakamları, maliyet rakamlarıyla kıyaslandığında söylendiği gibi hiçte ucuz olmadığı açıktır. Arsa paylarının

hemen hemen hiç olmadığı veya düşük yüzde paylarıyla yapılan bu inşaatlarda 80 m 2 sosyal bir konutun yaklaşık maliyeti

(Bayındırlık Bakanlığı Fiyatları ile) 40 bin TL. olmasına karşın satış bedelleri bu fiyatların çok üstündedir. TOKİ’den özellikle

Emlak Konut GYO çerçevesinde konut ihalelerini alan firmaların m 2 satış fiyatları 2000-4000 TL. aralığında olmaktadır.

TOKİ’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği konutların %56’sı lüks ve gelir getirici özellikler taşımakta olup, %44’ise sosyal konut

niteliğindedir. Ülke genelinde ise TOKİ kaynaklarının ancak %22’si yoksul ve dar gelirlilere yatırım olarak dönmektedir.

Yapılan çalışma ve değerlendirmelerle ülkemizde her yıl ortalama 500 bin konut yapımına ihtiyaç bulunmaktadır. TOKi’nin

2003-2010 arasında yapımı biten ve devam eden konut sayısı 458 758 dir. Yedi yılda yapılan konut sayısı ancak bir yıllık

ihtiyaca yaklaşmaktadır.

Ülkemizde sabit gelirli nufusun alış gücünün alt düzeylerde olduğu düşünüldüğünde konut talebinin büyük firmalarca

daha yüksek bedellerle üretilen konutlarla sağlanamayacağı açıktır. Ayrıca konut kredi faizleri düşük gibi görünse de gerçekte,

yıllık bazda kredi faizleri, enflasyonun yaklaşık 2 katı üstündedir.

Tüm bunlar ele alındığında inşaat sektörünün içinde bulunduğu krize, TOKİ’nin ve siyasal iktidara yakın firmaların konut

üretimleri çare olarak görülmesi mümkün değildir. Hatta kısa bir dönem sonra, dar gelirli yurttaşın, kira öder gibi konut sahibi

olabileceğini söyleyerek, konut satışlarında bulunan firmaların ülkemizde yeni bir “Banker Krizi”ni yaratmaları beklenen

bir sonuç olacaktır.

İNŞAAT SEKTÖRÜNDEKİ KRİZİN İZMİR’E YANSIMASI

Ülke bütününde yaşanan ekonomik kriz etkisini daha fazla olarak İzmir’de göstermektedir. Krizin yanında İzmir halkının siyasal

tercihlerinden ötürü, İzmir ili özellikle son 15 senedir, siyasi iktidarlarca cezalandırılan bir şehirdir. Yatırımların azalması,

hatta bir çok sektörde sıfırlanması, bu şehri büyük bir köy niteliğine dönüştürmüştür.

1995 öncesi özellikle kooperatifler ve Büyükşehir belediyesi tarafından oluşturulan konut projeleriyle, İzmir kısa bir dönem

için şantiye niteliğine dönüşmüştü.

Ege-Kop, İZKA ve EVKA projeleriyle yaklaşık 40 bin civarında konut inşaatı başlamış ve %95 oranında kısa zamanda tamamlanmışlardı.

Bu süreçlerde kredilerin maliyetleri karşılama oranı %77 iken yıllar itibariyle %7’lere kadar düşüş olmuş, inşaatların

tamamlanma süreçleri de 7-8 yıla çıkmıştır.

TOKİ’nin devreye girmesiyle özel kooperatifler ve belediyeler konut işinden çıkmışlardır. Bu durum en fazla İzmir’de iş yapan

32

Mart 2011 - 157


İncelemeler

yüklenicileri etkilemiş ve yatırımlar azaldığı oranda da kapanan firma sayısı artmıştır.

Bugün TOKİ ihaleleri İzmir’li yükleniciler tarafından alınıp, gerçekleştirilememektedir. İzmir’de iş yapan yüklenicilerin çoğu

siyasi iktidara yakın İzmir dışı yüklenicilerdir. Yapım sırasındaki bütün ticari faaliyetler, mal alım satımları da dahil olmak

üzere İzmir dışından gerçekleştirilmekte olup, yapılan işlerin İzmir iline ekonomik getirisi olmamaktadır.

Toplu konut dışı yapılan konutlar daha küçük niteliktedir. Şubemizden geçen konut projelerinin kat bazında sayısal değerleri

incelendiğinde ağırlıklı olarak konut inşaatlarının 2-4 kat arasında değiştiği görülmektedir. (Tablo 10)

Tablo 10. 2010 yılı 9 aylık değerlendirme

(sadece İzmir içi projeler)

KAT ADEDİ

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 14 15 22

Genel

Toplam

339 443 374 400 304 305 77 22 32 45 9 6 1 1 1 2359

Ağırlığı dar gelirli vatandaşlara yönelik konut yapımı, inşaat malzemeleri satış ticaretini de daraltmaktadır. Ayrıca son 5 yılda

yapılan konut sayısında ve m 2 lerinde çok büyük bir artım da gerçekleşmemiştir. (Tablo 11)

Tablo 11. İzmir’de Son 5 Yılda Yapılan Konut Sayı ve Metrekareleri

Yıllar 2006 2007 2008 2009 2010

Adet 3 349 3 301 5 762 4 449 4 584

M 2 4 290 179 3 635 610 5 497 525 3 657 714 4 595 893

İzmir’de TOKİ tarafından gerçekleştirilen yaklaşık 30 projede 13500 konut ve sosyal tesis yapılmıştır. Bu projeler içinde sayısal

olarak önemli yer tutan , özellikle Karşıyaka Mavişehir’de yapılan konutlar lüks nitelikte olup, satış bedelleri oldukça

yüksektir. TOKİ projelerinin yine yaklaşık %30’u gelir düzeyi yüksek kesime hitap etmektedir.

İzmir ilinde kamu tarafından ihale edilen işler ağırlıklı olarak Büyükşehir Belediyesi yatırımlarında görülmektedir. Altyapı

inşaatlarına yönelik bu ihalelerde kırımlar oldukça yüksek oranlardadır. Yüklenici sayısındaki büyüklüğe oranla iş miktarının

ve hacminin düşüklüğü sektörde kırım yüzdesini artırmaktadır. Bu kısır döngü içersinde inşaat kalitesi düşmekte, yapım

sureleri uzamakta hatta bir çok iş tamamlanamamaktadır.

Alsancak Liman Arkası ve Turan bölgesinde yapılan ancak, iptal edilen yeni imar planlaması, İzmir’de sermaye kesimlerince

bir kurtuluş gibi gösterilmektedir. Bu bölgenin yeniden düzenlenmesi sonucunda ticaret merkezi bu alana kayacaktır. İlk

bakışta şehir merkezinin hali hazır sıkışmış durumu dikkate alındığında doğru gibi gelen bu yaklaşım, süreç içersinde yeni

sorunlarla beraber daha büyük problemleri doğuracaktır.

İzmir’in önemli bir talihsizliği yerel yönetimlerce şehrin uzun vadeli altyapı-ulaşım vb. planlarının yapılmamasıdır. Sorunlar

hep parsel bazında çözülerek sonuçlandırılmaya çalışılmıştır. Bu açıdan, sağlıklı bir alt yapısı olmayan bu şehirde, özellikle

yüksek binalarla donanmış ticaret bölgesinin süreç içinde yaratacağı sorunlar çok daha büyük olacaktır. Başta ulaşım olmak

üzere, tüm alt yapı bu bölgenin imara açılması sonucu hiçbir düzenleme ile artık yeterli olamayacaktır.

Bugüne kadar şehrin gelişimi ve alt yapı sorunlarının çözülmesi konusunda ilgili meslek odalarınca önerilen görüşler dikkate

alınmadan, sadece rant anlayışıyla hareket eden çevrelerin imar planlarını belirlemesi sorunları daha fazla içinden

çıkılmaz hale getirmektedir.

“Çılgın Projeler” üretilmesini isteyerek, hem inşaat sektöründeki krizden çıkmayı hem de İzmir şehrine ekonomik bir açılım

geleceğini söyleyerek, toplumu etkilemeye çalışan kesimlerin önerileri hayata geçtiğinde gerçek sürecin öyle olmadığı ve

olamayacağı anlaşılacaktır.

Ayrıca İzmir kentinde yapı stoğu da çok nitelikli değildir. Yapılarımızın %50’den fazlası kaçak ve depreme karşı dayanımı

düşüktür. Çılgın projeler yerine, daha akılcı çözümlerle hareket etmemiz, mevcut yapı stoğumuzu depreme karşı güvenli

hale getirmemiz gerekmektedir. Sektörü canlandırmak amacıyla, “Binaların Enerji Performansı”, “Sığınak”, “Yangın” vb. yönetmelikleri

öncelikli olarak gündeme getirmeden once yapılarımızın güçlendirilmesine yönelik yasal düzenlemeler hayata

geçirilmelidir.

İnşaat sektöründeki krizin İzmir bazında etkisinin azaltılması konut sektörü dahil, tüm kamusal yatırımların yerel yüklenicilerce

gerçekleşmesiyle ve şehrin temel ihtiyaçlarına yönelik yatırımların hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.

Sektörün bütün alanlarında yer alan aktörlerin katkıları oranında pay alabilmeleri, krizin etkisini en aza indirebilir. Özellikle

yüklenicilik tanımının iyi yapılması, bu konuda yasal düzenlemelerin yapılması hayati önem taşımaktadır. Kriz ne yazık ki en

fazla mühendis ve mimarları etkilemektedir. Krizin derinleşmesi oranında mesleğimizin her alanında ücretler hızla gerilemekte,

buna bağlı olarak ta ürün kalitesi düşmektedir. Mühendislik hizmetinin düştüğü süreçte, inşaat sektörünün krizden

çıkması da uzun bir süreç alacaktır.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 33


İncelemeler

YAPI İŞLERİNDE “KADIN” ÇALIŞANLARIN İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

Arş. Gör. Sonay Ş. Perçin

İzmir Ekonomi Üniversitesi, MimarlıkBölümü, İzmir

Arş. Gör. Özge Akboğa

Ege Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, İzmir

Giriş

Ülkemizde yasal düzenlemeler ve toplumsal bakış açısı

uyarınca “kadın” kendisine daha geniş ça-lışma alanı bulabilmektedir

(Öğretmen, terzi, hemşire, bebek bakıcısı vb.).

Fakat özellikle yapı işlerinde istihdam ve tercih edilen cinsiyetin

“kadın” olmayışı yalnızca toplumsal bakış ve işveren

tercihiyle şekil-lenmemekte, kanun ve ilgili hükümlerinde

de bu alanlarda çalışan kadın işçiler için kısıtlamalar yer almaktadır.

Ülkemizde getirilen kısıtlamalar yapı işlerinde çalışan

kadınların yüzdesinin az olmasına neden olmaktadır.

Çalışmada, literatür taramasına dayanarak, Türkiye’de yapı

işlerinde çalışan kadınlar için tüm bu etkilerin yanında “iş

sağlığı ve güvenliği” açıkları tartışılmıştır.

Yapı İşlerinde Kadın Kimliği

Toplumda, özellikle yapı işleri endüstrisinde, “kadınlara uygun

olmayan, erkek işi” yaklaşımına sıklıkla karşılaşılmaktadır.

Öğretmen, terzi, hemşire, bebek bakıcısı gibi meslek

grupları kadınlara yakış-tırılırken, demir ustası, kaynakçı,

duvar ustası, inşaat teknikeri, inşaat mühendisi gibi meslek

grupları er-keklerin çalışabileceği pozisyonlar olarak

geçmişten bugüne değin beyinlerimize kazıtılmıştır. Yapı

işle-rindeki kadınlar, meslektaşları olan erkeklere göre ya

daha önemsiz, masa başı pozisyonlarda çalışmak zorunda

kalmakta ya da meslekte tutunabilmek için çok daha fazla

emek harcamaktadırlar. Devletin ken-dilerini “korumak”

adına koyduğu hükümler karşısında istihdam alanları daraltılmaktadır.

Hiçbir güvenlik önlemi olmaksızın 20. katta

cam silen bir kadının işi tehlikesiz, tarlada sırtında bebekleri

ile çalışan kadı-nın işi yorucu olarak atfedilmezken özellikle

teknolojinin geliştiği bu dönemde, teknik beceri gerektiren

yapı işleri, kadın işçiler için “tehlikeli ve yorucu” tanımıyla

toplum ve kanun açısından uygun görülmüş-tür. Mesleklerde

var olan bu tekelleşme, kadın ve erkeğin cinsiyet gözetmeksizin

eşitliğinin kabulü ile or-tadan kalkacaktır.

Türkiye’de Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin Getirilmiş

Düzenlemeler

DIE verilerine göre Türkiye’de kadın çalışanlar tüm çalışanların

%12’sini oluşturmaktadır. Bu oranın meslek gruplarına

göre dağılımında en düşük oran %0.89 ile İnşaat ve Bayındırlık

İşlerindedir (Demirhan ve Ekonomi, 2005). Bu düşük

oranın en büyük nedeni kanunların kadını korumaya yönelik

olan maddeleridir. Yapı işlerinde çalışan kadın işçi için birebir

özel hükümler mevcut değildir. Bu neden-le mevzuat

içersinde yapı işlerinde çalışan kadınları ilgilendiren hususlara

değinilmiştir.

4857 Sayılı iş kanunu 72. maddesi “Maden ocakları ile kablo

döşemesi, kanalizasyon ve tünel in-şaatı gibi yer altında

veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış

erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır”

demektedir. Ayrıca kanunun 85. Maddesi gereği kadınlar

şantiyede an-cak teknik hizmetler ve yardımcı işlerde pozisyon

bulabilir.

Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliğinin 4. maddesi, “16 yaşını

doldurmamış genç işçilerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması

yasaktır” der. İlgili yönetmelikte mevcut bulunan

EK-1 deki çizelgede, kar-şısında (K) harfi bulunmayan işlerde

kadınlar ve (Gİ) harfleri bulunmayan işlerde de 16 yaşını

doldurmuş fakat 18 yaşını bitirmemiş genç işçiler çalıştırılamaz.

Yapı işleride yönetmelik kapsamında yer almakta-dır.

Ancak; ihtisas ve meslek öğrenimi veren okulları bitirip bu

işi meslek edinmiş kadınlar, iş sağlığı, güvenliği ve ahlâkının

tam olarak güvenceye alınması şartıyla 16 yaşını doldurmuş

genç işçiler ihtisas ve mesleklerine uygun ağır ve tehlikeli

işlerde çalıştırılabilir. İlgili Bakanlıklarca yeterliliği kabul

edilen kursları bitirip, o işi meslek edinmiş olan kadınlar ile

16 yaşını doldurmuş genç işçiler yönetmeliğe ait EK-1 deki

çizelgenin 36. sırasından 66. sırasına kadar (66 dahil) belirtilen

işlerde çalıştırılabilir” demek-tedir. Ayrıca çizelgede 31.

maddenin sonunda “Teknik hizmetler ve yardımcı işlerde

kadın ve genç işçi çalışabilir” denmiştir. Bu açıklamalardan

anlaşılacağı üzere, inşaat mühendisliği veya inşaat teknikerliği

eğitimi almış kadın işçi yapı işlerinde çalışabilir, fakat

genel anlamda kadınların çalıştırılması yasaktır. Bu açıklama

ikinci bir eşitsizlik konusunu tartışmaya açmaktadır:

Kadınlar kendi aralarında da eşit hakla-ra sahip değildir.

Yine aynı yönetmeliğin 6. maddesi gereğince “Kadınlar, ay

hali günlerinde ağır ve teh-likeli işlerde çalıştırılamazlar. Bu

günlerin sayısı 5 gün olarak hesap edilir. Daha fazlası için

hekim rapo-runa göre hareket edilir” demektedir. Kabul

edilmelidir ki hiçbir işveren şantiyesinde ayda 5 gün çalışma-yacak

bir işçiyi işe almak istemeyecektir. Bu nedenle

6.madde zorunluluktan ziyade gerek hekim raporu ile karar

verilmiş bir durum gerek kadın işçinin kendi isteğinden doğan

bir hak olmalıdır.

Yapı işyerlerinde alınacak asgari sağlık ve güvenlik şartlarını

“Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği” belirlemektir.

Yönetmelik içersinde EK-IV “Yapı alanları için asgari sağlık

ve güvenlik ko-şulları” başlığı altında kadın işçiler ile ilgili

düzenlemeler mevcuttur.

İşyerinde iş araç ve gereçlerinin kullanımı ile ilgili sağlık ve

güvenlik yönünden uyulması gerekli asgari şartları belirleyen

“İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik

Şartları Yönetmeliği” 9. maddesinde “Asgari sağlık ve güvenlik

gereklerinin uygulanmasında, işçilerin iş ekipmanı

kullanımı sıra-sındaki duruş pozisyonları ve çalışma şekilleri

ile ergonomi prensipleri işverence tam olarak dikkate alınacaktır”

denmektedir. Fakat uygulamada araç ve gereçler

erkek bedenine göre tasarlanmakta ve kadın işçiler için bu

kural işleyememektedir.

“Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve

Esasları Hakkında Yönetmelik” 7. maddeye göre “İşyerindeki

kadınların, gençlerin, çocukların, özürlü, eski hükümlü,

terör mağduru ve göçmen işçilerin eğitimine özel önem

verilir. Bu ifade kadın işçileri iş eğitimi konusunda korur.

Özellikle, uygulamada tamamen göz ardı edilen “Kişisel

34

Mart 2011 - 157


İncelemeler

Koruyucu Donanım Yönetmeliği” madde-leri yapı işlerinde

çalışan işçiler için oldukça önemlidir. Kadın işçilerin muhatap

olduğu eksik tasarımlar göz önüne alındığında bazı

maddelere önemle dikkat çekilmek istenmektedir; Kişisel

Koruyucu Donanım (KKD), tehlike içeren iş yapılırken, öngörülebilen

koşullarda ve amaçlanan doğrultuda kullanımı

sırasın-da kullanıcıyı mümkün olan en yüksek düzeyde koruyacak

şekilde tasarlanarak imal edilmelidir. Giyildi-ğinde

kullanıcıya temas eden veya etmesi muhtemel herhangi

bir KKD elemanı, tahriş ya da yaralanmala-ra neden olabilecek

derecede sert olmamalı, keskin kenarlar ve çıkıntılar

bulundurmamalıdır. KKD' nin vücudun duruş şekline ve hareket

etmesine neden olduğu kısıtlamalar ile duyu organlarında

yol açabile-ceği hassasiyet kaybı en aza indirilmeli

ve KKD, kullanıcı veya diğer kişiler için tehlikeli olabilecek

ha-reketlere neden olmamalıdır. KKD, iş sırasında yapılacak

hareketler ve vücudun duruş şekilleri göz önüne alınarak

kullanıcı üzerinde doğru pozisyonda kolayca durmasını

sağlayacak ve öngörülen kullanım süre-sinde yerinde kalacak

şekilde tasarlanarak üretilmelidir. Bu amaçla KKD’ nin

ayarlanabilir ve eklenebilir sistemler yardımıyla veya farklı

beden ölçülerinde üretilerek kullanıcının vücut yapısına

uygunluğu sağ-lanarak en etkin şekilde kullanılabilmesi

sağlanmalıdır.

Yurt Dışında Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin Getirilmiş Düzenlemeler

Yapı işlerinde çalışan kadın işçiler hakkında birebir düzenlemeler

mevcuttur. Özellikle ABD’de, iş güvenliği ve sağlığı

konusunda oldukça geniş çalışmalar yapılmıştır. OSHA

(Occupational Safety and Health Administration)’nın inşaat

sektörüne uygulanabilir yönetmelikleri 1926 CFR (Code of

Federal Regulations)’nin altında yer almaktadır (Baradan,

2006).

Günümüzde ABD ve Avrupa ülkelerinde yapı işlerinde çalışan

kadın işçiler için bir araya gelmiş birçok örgüt bulunmaktadır.

Çalışmaların temelini yine Haziran 1999’da OSHA

bünyesinde, HASWIC (Yapı İşlerinde Çalışan Kadınların

Sağlık ve Güvenliği Çalışma Komisyonu), NIOSH (National

Institute for Occupational Safety and Health), CWIT (Chicago

Kadın Ticaret Birliği) ve ACSH (American Council on

Science and Health) tarafından hazırlanan “Women in the

Construction Workplace: Providing Equitable Safety and

Health Protection-Yapı İşlerinde Kadın: İş sağlığı ve güvenliğinin

korumasında eşit-liğin sağlanması” adlı çalışma oluşturmaktadır.

Çalışma kadın işçiler için ayrıca dikkat edilmesi

gereken hususları içermektedir. Birçok anket ve mülakat

çalışmasını temel alan çalışmanın maddelerine aşağıda yer

verilmiştir (OSHA, 1999) :

1) İş Yeri Kültürü:

a) Saldırgan İş Ortamı: İş ortamında, kadınlar kendilerini iş

arkadaşlarının saldırgan tavrı nede-niyle güvende hissetmemektedir,

fiziksel zarara uğratılmakta, işleri sabote edilmektedir.

Erkek işçilerin olumsuz yaklaşımları nedeniyle

her şeyi tek başlarına, yardımsız yapmaya çalışmaktadırlar.

Bu durum birçok yaralanmalara ve yarattığı stresten ötürü

meslek hastalıklarına neden olmaktadır.

b) Cinsel Taciz: Kadın işçilerin sıklıkla yaşadıkları ciddi bir

problemdir. Hukuken cezalandırma olması ve işverenin sorumluluğu

dâhilinde korunuyor olmalarına rağmen problem

çözülememektedir.

c) İş Süresinde Yalnız Olmak: Şantiyede tek kadın olmak,

kadın işçinin kendisini güvensiz his-setmesine neden olur.

Bu psikoloji ise dikkat dağınıklığından ötürü yaralanmalara

ve stresten kaynaklı meslek hastalıklarına neden olur.

d) Tehlikenin Bildirilmesi: Kadın işçilerin güvensiz koşulları

ve tehlikeyi bildirilmesi genellikle “sızlanma” olarak atfedilir.

Ve bildirimin devamı halinde kadın işçinin işten çıkartılması

ile sonuçlanır.

Hukuksal yaptırımlar, cinsel tacizi önleyici eğitimler, eğitimde

kullanılan malzemelerde kadın gör-seline alıştırma,

kadınları korumak için yapılacak denetimler bu sorunlara

çözüm getirebilir.

2) Tesislerin Temizliği ve Hijyeni: Şantiyelerde sıklıkla karşılaşılan

problem, kalıcı olmayan tuva-letlerin sağlığa uygun

olmayışı, unisex olması, mahremiyet içermemesi ve korunamayışıdır.

Genellikle kadın sayısının az olmasının sebep

gösterilmesi nedeniyle kadınlar için ayrı tuvalet yoktur.

Tesislerde su kısıtlıdır, tuvalet kâğıdı neredeyse hiç yoktur.

Standartlarda bunla ilgili düzenlemeler olmasına rağmen

bu sorunlar halen yaşanmaktadır. Ve sonuçta çeşitli sağlık

problemleri ortaya çıkmaktadır. Bu şikâyetlerin giderilmesi

için şantiye içinde ve dışında tuvaletlerin, duşların bulunması

ve tesislerin kadın ve erkek için ayrı ayrı düzenlenmesi,

suyun varlığı, tuvaletlerin temizliğinin korunması çok

önemlidir.

3) Kişisel Koruyucu Donanım ve Giysiler: Sayılarının az olduğu

işlerde çalışan kadınların en çok karşılaştıkları sorun

bedenlerine oturmayan KKD ve giysilerdir. Bu durum donanımların

güvenlik sağla-masından ziyade ciddi güvenlik ve

sağlık riski oluşturur. Küçük bedenli erkek işçiler için de aynı

durum geçerlidir. Tasarımlar kadın ölçülerine uygun olarak

düzenlenmeli, piyasada bu şekilde üretim yapan fir-malar

bu konuda bilgilendirilmelidir. İşverenin sorumluluğu bu

konuda arttırılmalı ve kadın işçilere özel olan KKD’leri kullanılması

teşvik edilmelidir.

4) Ergonomi: İş kaynaklı meydana gelmiş iskelet ve kas bozuklukları

aletlerin, malzemelerin ve ekipmanların, ergonomi

dikkate alınarak tasarlanmaması nedeniyle oluşmaktadır.

Ekipmanlar genellikle ortalama erkek ölçülerine göre

tasarlanır. Ekipman ve iş aletlerinin tasarlanmasında kadın

ve erkek ara-sındaki fizyolojik farklılıklar dikkate alınmalı

bununla ilgili gerekli eğitimler verilmelidir.

5) Üreme ile ilgili tehlikeler: Kadın işçilerin şantiye ortamından

ötürü meydana gelebilecek üreme ile ilgili tehlikeler

konusundaki araştırmalar yetersizdir. Bu konu ile ilgili araştırmalar

yapılmalı ve öneri-ler sunulmalıdır.

6) İş sağlığı ve iş güvenliği eğitimi: İş güvenliği eğitimi her

yeni gelen işçi için şarttır. Özellikle iş arkadaşlarının saldırgan

tavırları nedeniyle ilişki kuramayan kadın işçilerin eğitimlerine

özen gösterilme-lidir. İşveren iş eğitimine gerekli

önemi vermeli ve yaptırım uygulanmalıdır. Eğitimlerde,

müfredat içer-sinde kadın işçilerin varlığı vurgulanmalıdır.

7) Yaralanma ve Meslek Hastalıkları ile ilgili verileri toplama

ve inceleme: Kadın işçiler ile ilgili veriler olmasına rağmen

bu veriler bir araya getirilmemiş ve irdelenmemiştir. Gerekli

çalışmalar çözüm önerilerinin sunulması açısından yapılmalıdır.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 35


İncelemeler

Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin İş Sağlığı ve Güvenliği

Yurt dışında halen kadın işçilerin kullanacağı KKD ve giysiler

araştırılmaya devam etmektedir. 1999’dan bu yana

gerekli incelemeler yapılmış ve firmalar işverenlerin de talebiyle

kadın işçilere özel KKD ve giysiler üretmişlerdir (The

Ontario Womens Directorate and The Ondustrial Accident

Preventioan Association, 2006).

Erkek ve kadın işçilerin fiziki yapıları ve vücut boyutları farklıdır.

Bu farklılığı inceleyip gerekli verileri toplayan bilim dalı

antropometridir. Toplanan veriler, donanımların, malzemelerin,

iş yerlerinin tasarlanmasında kullanılır. Erkek egemen

bir sektörden beklenildiği üzere güvenlik için alınmış önlem-lerde

kullanılan tasarımlar ortalama erkek ölçüleri temel

alınarak yapılmıştır. Ortalama erkek ölçüsünden daha

küçük ölçülere sahip bir erkek işçi ile ortalama bir kadın işçinin

ölçüleri yine örtüşmez. Bu nedenle şantiyede çalışan

erkek ve kadın işçi fizyolojik yapı gereği tehlikelere karşı

farklı şekilde korunmalıdırlar. Aksi takdirde kadın işçilerin

kullanacağı KKD’ler korumaktan ziyade risk teşkil etmektedir

(Swan, 2001).

ISEA (International Safety Equipment Association),

OSHA’nın bildiriminden sonra KKD kulla-nımı ile ilgili kadın

işçiler ile mülakatlar yapmıştır. Aşağıda Kanada’da uyumsuz,

bol gelen KKD’leri kullanan kadın işçiler ile yapılmış

bazı mülakatlardan çıkartılan sonuçlara yer verilmiştir

(Walker, 2010). Bu ve benzeri risklerin oluşmasına fırsat vermemek

için üretici firmalar tasarımlarını kadın işçileri de temel

alarak yapmalı, işveren bu donanımları kullandırtmak

üzere teşvik edilmeli ve bilgilendirilmelidir.

1) Erkeğe nazaran küçük yüzlü kadına oturmayan koruyucu

gözlük, işçiyi kullandığı makineden çıkan zararlı malzeme

tanelerinden koruyamaz, gözlüğün altında-yanında kalan

boşluklardan tanecikler yüze, göze etki eder.

2) Büyük koruyucu botlar giyen kadın işçiler, yürürken, merdivene

çıkarken, tırmanırken sendele-me yaşar. Dengeyi

sağlamak isteyen kadın işçinin ayakları su toplar. Botlar güvenlik

sağlamadığı gibi, kadın işçiye zarar verir.

3) Ellerine oturmayan eldivenler kullanan kadın işçiler, vidaları

tutamamaktadır. Kullandıkları ma-kinenin durumuna

göre ellerini kaptırma olasılıkları çok yüksektir.

Sonuçlar

Yapı işlerinde çalışan kadın işçilerinin yaşadıkları cinsel, fiziksel,

psikolojik ve ekonomik şiddet, içselleştirilmiş olan

cinsiyet ayrımcılığı bu konuda önceden yapılmış çalışmalarda

tespit edilmiştir.

Yapı işlerinde çalışan kadın işçiler için yurt dışında çalışmalar

halen sürmekte ve ilerleme kayde-dilmekte olmasına

karşın Türkiye’de bu konuda örgütlenme ve çalışma zayıftır.

Türkiye’de, halen, top-lum içersinde “kadın zayıftır”, “kadın

duygusaldır” ve en önemlisi “kadın doğurgandır” cümleleri

nesil-den nesile aktarılmakta ve sonuç olarak erkek egemen

meslek gruplarında çalışacak kadın işçi, işveren ve iş

arkadaşları tarafından tercih edilmemektedir.

Bu toplumsal zihniyet mevzuat ile desteklenmemeli, gerekli

gelişmeler ve değişimler yapılmalıdır. Şantiyedeki kadın

işçiler ve erkek işçiler eşit haklara sahip olmalı ve fizyolojik

yapı nedeniyle kadın işçi-lerin sağlık ve güvenliklerini korumak

adına gerekli araştırmalar yapılmalıdır. Çalışma hayatı

ve sosyal güvenlik konularında ulusal ve uluslar arası

düzeyde eğitim, araştırma, inceleme, yayın, dokümantasyon

ve danışmanlık faaliyetlerinde bulunan Çalışma Sosyal

ve Güvenlik Eğitim Merkezi’nin (ÇASGEM) ve İş Sağlığı ve

Güvenli Merkezi Müdürlüğü’nün (İŞGÜM) yapı işlerinde çalışan

kadın işçilerin iş güvenliği ve sağlığı konusunda araştırma

ve inceleme yapması büyük bir açığı kapatacaktır.

Yönetmelikte, kadınlar arasındaki fırsat eşitliğini ihlal eden

hususlar tekrar gözden geçirilmelidir.

Asıl olan kadın ve erkek işçiler arasındaki bu eşitsizliği, kadın

sorunu olarak algılamamak ve “in-san” sorunu olarak

ele almaktır. Kadın çalışanlar için inşaat sektöründe çalışma

koşullarını iyileştirmek ve çalışma imkânlarını arttırmak için

birlik halinde hareket edilmelidir.

Kaynaklar

Adakale Demirhan, F. E. ve Ekonomi M. (2005). “Türkiye’de Kadın

İşçilerle ilgili Koruyucu Ya-sal Düzenlemeler ve 4857 Sayılı Yeni İş

Kanunu ile Getirilen Yenilikler”, İTÜ Dergisi/mühendislik, cilt 4 sayı

5, 55-67.

Baradan, S. (2006).“Türkiye İnşaat Sektöründe İş Güvenliğinin Yeri

ve Gelişmiş Ülkelerle Kıyas-lanması”, DEÜ Fen ve Müh. Dergisi, Cilt:

8 Sayı: 1, s. 87-100.

Hoskins, A. B. (2005). “Occupational injuries, illnesses, and fatalities

among women, Breau of Labor Statistics, Monthly labor review.

Michel A. (1993). Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, İstanbul: İletişim.

OSHA (1999): www.osha.gov "Women in the Construction Workplace:

Providing Equitable Safety and 7)Health Protection" ,Submitted

to the Occupational Safety and Health Administration

(OSHA), Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2010.

Swan, K. (2001). “Women in Construction: A Review of Pertinent

Literature”, Pennsylvania State University.

TMMOB Kadın Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı Sonuç

Bildirgesi (2009). İstanbul

The Ontario Womens Directorate and The Ondustrial Accident Preventioan

Association (2006). “Personal Protective Equipment For

Women”.

Türkiye İstatistik Kurumu: http://www.tuik.gov.tr Erişim Tarihi:

Temmuz 2010.

Walker J. L. (2010). “PPE for Women” , International Safety Equipment

Association (ISEA) Protection Update News.

4857 Sayılı İş Kanunu, 2003.

5840 Sayılı Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu, 2009

25311 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği, 2003.

25325 Sayılı Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği, 2003.

26361 Sayılı Kişisel Koruyucu Donanım Yönetmeliği, 2006.

25370 Sayılı İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik

Şartları Yönetmeliği, 2004.

25426 Sayılı Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul

ve Esasları Hakkında Yönet-melik, 2004.

25494 Sayılı Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği, 2004.

25522 Sayılı Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla

Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik, 2004.

25548 Sayılı Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları

Hakkında Yönetmelik, 20

36

Mart 2011 - 157


İş Sağlığı ve Güvenliği

2009 YILI İNŞAAT SEKTÖRÜ İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIKLARI

İSTATİSTİKLERİ

Alpaslan Ertürk

Maden Yük. Mühendisi

İş Güvenliği Uzmanı (A)

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nun iş kazaları ve meslek

hastalıklarına ilişkin istatistikleri yayımlandı. 2009

yılı sonuçları 9 milyon çalışana ilişkin verileri kapsıyor.

SGK istatistiklerine göre 2009’da;

• Ocak-Nisan döneminde 17 bin 733,

• Mayıs-Ağustos döneminde 18 bin 954,

• Eylül-Aralık döneminde ise 27 bin 629 kişi olmak

üzere toplamda 64 bin 316 kişi iş kazasına uğradı, 429

kişi meslek hastalığına yakalandı.

Bunların 1.171’i ölümle sonuçlandı. Ölümle sonuçlanan

iş kazalarında İstanbul birinci sırada yer alırken,

bunu sırasıyla Ankara, Bursa ve Antalya izledi.

Yaşanan iş kazalarının en önemli nedenleri; bir veya

birden fazla cismin sıkıştırması, ezmesi, batması ve

kesmesi, düşen cisimlerin çarpıp devirmesi, makinelerin

sebep olduğu kazalar ve kişilerin düşmesi olduğu

görüldü. Bu nedenlerle yaşanan kazalar, toplam

kazaların yüzde 75’ini oluşturdu.

İnşaat Sektörü ile ilgili İş Kazası ve Meslek Hastalıkları

İstatistiklerini aşağıda yorumsuz olarak bilgilerinize

sunuyoruz.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 37


Vergi

ÖDEME EMRİ, MAL BEYANI,

ÖDEME EMRİNE İTİRAZ VE DAVA AÇMA SÜRELERİ

Doğan ÖZTÜRK

Mali Müşavir

Merhabalar, bu yazımda sizleri ödeme emri konusu

hakkında bilgilendirmeye çalışacağım. Ekonomik krizin

teğet geçtiği ülkemizde, her sınıftan mükelleflerimizin

oldukça sık karşılaştığı belgelerden biride ödeme

emirleridir. Kamu alacakları, amme alacaklarının

tahsil usulü hakkındaki kanunla düzenlenmiştir. Bu

kanun borcunu ödeyemeyen mükellefe karşılık verilen

süre dolmuş ise bunun cebren tahsilini zorunlu

kılmıştır. Başka bir deyişle mükellefler vadelerinde

ödenmeyen borçları cebren tahsil edilir hükmü bulunmaktadır.

6183 sayılı kanunun 55. Maddesinde; Amme alacağını

vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını

ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu

bir “ödeme emri” ile tebliğ olunur denmektedir.

Ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet

ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği

veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde

borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde

bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile

tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu

takdirde hapis ile cezalandırılacağı kayıtlı bulunur.

Ayrıca, borçlunun 114’üncü maddedeki vazifeleri ve

bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında

tatbik edilecek olan ceza bu ödeme emrinde kendisine

bildirilir.

Belediye hududu dışındaki köylerde bulunan borçlulara

ödeme emirleri muhtarlıkça tebliğ olunur. Ödeme

emirlerinin muhtarlığa tevdii tarihinden itibaren

15 gün içinde tebligat yapılmadığı takdirde ödeme

emirleri tebliğ edilmemiş olan borçluların isimleri

ödeme emri hüküm ve mahiyetindeki bir “ödeme cetveline”

alınarak borçlular borçlarını ödemeye ve mal

bildiriminde bulunmaya çağrılırlar. Ödeme cetveli köy

ihtiyar kurulu kapısına bir örneği de köyde herkesin

görebileceği umumi bir mahalle 10 gün müddetle

asılmak suretiyle tebliğ olunur. Cetvel asılırken ve indirilirken

keyfiyet muhtarlıkça zabıt varakasıyla tespit

edilir. Cebren tahsil ve takip ödeme emrinin tebliği

veya ödeme cetvelinin indirilmesi tarihinde başlamış

olur.

Borcunu vadesinde ödemeyenlere ait malları elinde

bulunduran üçüncü şahıslardan bu malları 7 gün içinde

bildirmeleri istenir.

Ödeme emrine itiraz Amme alacakları usulü hakkındaki

kanunun 58. maddesi konuya getirdiği açıklama

şu şekildedir.

Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir

borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına

uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren

7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine

bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir.

İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin

iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri

tatbik olunur.

Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet

ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde

itiraz edilmemiş sayılır.

İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği

takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı

için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye

kadar durdurulur.

İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara

bağlamak mecburiyetindedir.

İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan,

hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki

amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.

İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.

Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların

tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının

kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde

mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.

Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki

itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz.

Ödeme emri gelen mükellef kanunun 59. maddesi

gereği ödeme emrini tebellüğ ettiği tarihten itibaren

7 gün içerisinde mal beyanında bulunmak zorundadır.

Borçlu, borcuna yetecek miktarda kendi uhdesinde

bulunan malları, hak ve alacaklarını vergi dairesine

belirtilen sürede bildirmek zorundadır. Bu malların

veya alacakların bir kısmı üçüncü şahıslar elinde bulunuyorsa

bunları da tüm açıklığı ile ilgili daireye bildirmekle

mükelleftir. Ayrıca mükellef mal bildirimi ile

birlikte kendi yaşayış şeklini yani geçim koşulları ile

bilgiyi ve borcu ne şekilde ödeyebileceği konusunda

da vergi dairesine bilgi vermek zorundadır. Yine borçlu

borcunu ödeyebilecek kadar malının olmadığını

bildirmesi dahi mal bildirimini yapmış hükmünde yer

almaktadır. Bu tip durumlarda borçlunun ikametgah

adresi ve kimlik bilgileri kanuni iş merkezini vergi

dairesine bildirmesi gerekmektedir. Mal bildiriminde

38

Mart 2011 - 157


ulunmuş mükellef verilen ödeme planı gereği borcunu

ödemez ise mal beyanında bulunduğu değerler

nakde çevrilerek borç tahsil edilir.

Devlet alacaklarını güvence altına alarak kamu hizmetlerinin

aksamadan sürmesini sağlamakla mükelleftir.

Bu sebepledir ki; doğmuş ve vadeleri geldiği

halde ödenmeyen vergilerin tahsili devletin sorumluluğundadır.

Devlet bu sorumluluğu birden fazla yol ile

ifa etmektedir. Bunlardan bir tanesi mükellef borcunu

vadesinde ödeyememişse verdiği teminatlarını nakde

çevirmek yöntemidir. Yine bunun dışında bir başka

yöntem ise kamu borcu olan mükellef bu borcunu bir

kefil göstermiş ve borcunu vadesinde ödeyememişse

devlet bu sefer de borcu kefilden tahsil yoluna müracaat

etmektedir. Piyasada sıkça karşılaşılan usul ise

kamu borcunun, borçlunun mallarına haciz koyarak

tahsili yoluna gitmesidir. Bu yöntemlerle tahsil edilemeyen

kamu borcuna karşılık devlet şayet tahsil yolu

kalmadıysa ilgili mükellefin iflasını da isteyebilmektedir.

Amme alacakları kanunun 54 maddesi ödenmeyen

kamu borcunun tahsilini bu şekilde yapmaktadır.

Vergi

KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ

KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ

KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

1 2 13 M 4 A 5 Y 6A 7 L A8 N 9 M 10 A

1 M A 2 Y A A L L A AV N E RM E A K V

2 A L 3 A T V E K RA E B A K E V K E

3 T 4 K E A K B İ A M RE O K T E O R

4 E K 5 M A N B A K İ R E

İ M R O T O R

6 A B Y A T A K S

5 M A N B A K İ R E

7 T U T A K N E B İ

6 A B Y A T A S

8 İ K İ L İ K T A Y

7 T U

9

T K A K P A N Y AE M B İ S E

8 İ K 10 İ L D İ İ K E NT L A İ Y K

9 K P A Y A M S E

10 D İ K E N L İ K

SUDOKU ÇÖZÜMLERİ

SUDOKU SUDOKU ÇÖZÜMLERİ ( kolay )

Görüldüğü üzere ödeme emirleri ciddiye alınması SUDOKU ÇÖZÜMLERİ

gereken önemli bir husustur. Genelde mükellefler

1 6 8 9 3 5 4 2 7

vergi dairesinden gelen bu tip yazışmaları bürolarında

bekletmekte KARE BULMACA ve daha ÇÖZÜMÜ sonra ciddi sorunlarla karşı

4 2 7 1 6 8 9 3 5

SUDOKU ( 5 kolay 9 3 ) 4 7 2 6 8 1

karşıya kalmaktadır. Oysa yapılması gereken husus

1 6 8 99 83 4 55 41 26 73 7 2

gayet basittir. 1 2 Mal 3 beyanında 4 5 6 bulunmak 7 8 9 ve 10 bu konuda

KOLAY

5 9 3 74 57 2 28 69 83 1 6 4

malının olmadığını beyan etmek dahi mal beyanında

SUDOKU ( orta )

1 M A Y A L A N M A

6 3 1 2 4 7 8 5 9

bulunmakta yeterli olmaktadır. Son zamanlarda sıkça

4 2 7 1 6 8 9 3 5

KARE BULMACA 2 A L A V E R E K V

2 7 9 3 1 5 4 6

rastlanılan

ÇÖZÜMÜ

husus ise vergi dairesinin hiç haberimiz olmadan

3 taşınmazlarımıza T K A B ve A taşıtlarımız E K ve E banka he-

8 4 6 7 5 9 2 3

9 8 4 65 41 1 69 38 73 2 5 7

7 5 2 38 79 5 36 14 62 48 1 9

1 2 saplarımıza 3 4

4

5 E 6uyguladığı K 7 İ 8 M 9 blokajlardır. 10 R O T Bu O tip R durumlarla

3 1 5 6 2 4 7 9 8

SUDOKU 6 ( 3 orta 1 ) 9 2 8 1 7 5 6 4 3

1 M A karşılaşmak Y A L A 2 4 7 8 9

5 M istemiyorsak N M A

A N B ödeme A K emri İ geldiğinde R E ilk iş

5 1 9 4 2 6 7 3 8

2 A L alındığı A V E tarihi R üzerine E kalın K V alt çizgili bir şekilde tarihi

2 7 9 8 1 5 4 6

6 A B Y A T A K S

6 4 1 9 8 73 62 35 57

9 8 4 2 1

3 T not K A almak B ve A en kısa E zamanda K E müşavirimize iletmek

8 4 6 7 5 9 2 1 3

7 T U T A K N E B İ

3 7 5 6 4 2 8 41 39

1 7 9 6 5

4 E K

ve

İ

onun

M

yol

R

haritasına

O T O

uymaktır.

R

Aksi takdirde hiç ummadığınız

şaka gibi olaylarla karşılaşmak söz konusu-

1 9 2

8 İ K İ L İ K T A Y

9 2 38 1 75 85 6 36 2 64 473

75 94 8

5 M A N B A K İ R E

dur. Çek 9 K ödemeleriniz P A Y için Ayatırdığınız M S paranın E içinden,

Y

5 1 9 4 2 16 57 73 28

6 9 3 8 4

6 A B

10 unuttuğunuz A T A K

D İ veya K E atladığınız S

N L İ bir K ödeme emri 7 6 3 5 9 48 94 2 81

3 ORTA 1 5 7 6

7 T U için T A tahsil K edilen N küçük E B bir İ meblağın sizi akşamın beş 2 8 4 3 1 7 9 6 5

8 İ K buçuğunda İ L İ K koştura T koştura A Y bankaya gitmenize, hele 8 3 6 7 5 4 1 9 2

9 K

birde

P A

o

SUDOKU Y

an

A

için

M

likit durumunuz

ÇÖZÜMLERİ S E

müsait değilse daha 1 5 7 2 6 9 3 8 4

da kötü sürprizlere sebep vermesine izin vermeyiniz.

10 D İ K E N L İ K

4 9 2 8 3 SUDOKU 1 5 7 ( 6zor )

Ödeme emirleri SUDOKU genelde ( kolay ana ) borç ve uzantıları ile beraber

gelir. Bu durumlarda şunu yapmak gerekir, en

9 8 6 5 1 7 2 3 4

1 6 8 9 3 5 4 2 7

SUDOKU ÇÖZÜMLERİ

azından ödeme emrinde gelen borçlardan, damga

7 1 4 6 2 3 5 8 9

vergilerini ödemek 5 9 3 bile 4 o 7 ödeme 2 6 emri 8 1 ile ilgili işlem

3 2 5 4 8 9 1 6 7

SUDOKU ( kolay 4 ) 2 7 1 6 8 9 3 5

SUDOKU ( zor )

yapmak sayılacağından bizlere zaman kazandıracaktır.

Devletin durmadan 9 8 4 5 işleyen 1 6 bir 3 mekanizması 7 2 mev-

4 9 1 3 7 6 8 2 5

9 8 ZOR 6 5 1

1 6 8 9 3

57 32 23 84

4 1 9 7 6

cuttur. Bu mekanizma 75 54 2 87

içerisinde 9 3 1 işlemler 6 4 yürür, bizlere

düşen görevtarafımıza 9 5 3 4 1

7 1 4 6 2

5 9 3 4 7

83 65 78 29

62 36 18 21

4 7 gelen 8 5 ödeme 9 emirlerini

3 2 5 4 8

4 2 ivedilikle 7 1 mali 6 69 71 96 17

3 2 4 5 8

28 müşavirimize

79 93 35

iletmekten geçmektedir.

8 1 5 4 6

4 9 1 3 7

9 8 4 5 1

26 58 82 95

6 4 7 1 3

Sözlerimi hepinize 86 43 6 sevdiklerinizden 7 72

5 9 2 1 hoş 3 sürprizler dileyerek

bitiriyorum.

5 3 2 8 4

7 5 2 8 9 1 49 37 76

5 8 6 9 2

3 1 56 64

2 4 7 9 8

8 6 7 2 9 5 3 4 1

6 3 1 2 4 7 8 5 9

6 7 9 1 3 2 4 5 8

2 7 9 3 8 1 5 4 6

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 2 5 8 9 6 4 7 1 3 Mart 2011 - 157 39

8 4 6 7 5 9 2 1 3

1 4 3 7 5 8 6 9 2

3 1 5 6 2 4 7 9 8


Sağlık

SAĞLIKTA KAOS DEVAM EDİYOR

Dr. Fatih SÜRENKÖK

Bu satırlara tekrar dönmem diye düşünüyordum geçen

haftaya kadar. Çok sevgili Tahsin Ağabeyi kaybettikten

sonra zaten pek de beceremediğim yazıları

sevgili İMO cular fırsat bu fırsat deyip istemez diye

düşünürken sevgili Jale tekrar yazmamı istedi. Sevgili

Tahsin Ağabeyi bir kere daha özlemle ve saygıyla anmak

istiyorum. İnanıyorum ki O yukarıdan bizleri ve

olan biteni izlemeye yorumlar yapmaya devam ediyor.

Bu yüzden bende sevgili Tahsin Ağabeye sağlıkta

olan bitenleri anlatmaya çalışacağım.

Tam Gün Sağlık Bakanlığının diretmesi ve Danıştay’ın

aldığı son karar ile tam bir arap saçına döndü. Anayasa

mahkemesi verdiği kararla üniversitelerde çalışan

öğretim üyelerinin saat 5 den sonra muayenehanelerine

gitmelerine izin verirken, kamu hastanelerinde

çalışan hekimlerin durumu hala belirsiz. Bu konuda

Sağlık Bakanlığı yeni düzenlemeler içeren bir yasa

çıkarmak zorunda kalabilir. Özellikle üniversitelerde

Tam Güne geçişi tıp eğitiminin kalitesini arttırmak

amacıyla yaptığını söyleyen Bakanlık yeni uygulamaları

ile bunun tam tersini yaptı. Üniversitedeki öğretim

üyelerine performans sistemi getirilerek ücretlendirme

sistemi değiştirildi. Artık bir öğretim üyesi

muayene ve tedavi ettiği hastanın sayısına göre ücret

alacak. Daha çok ücret için de daha çok “iş” yapacak.

Asli görevi öğrenci ve asistan yetiştirmek olan öğretim

üyesi bu ulvi ve asli görevi unutacak.

Yıllardır eğitim hastanelerinde ve tıp fakültelerinde

33 saat aralıksız çalışan asistanlar artık ilk defa “yeter”

dediler. Özellikle büyük illerin asistanları yaptıkları

yürüyüşlerle çalışma koşulları ve eğitimdeki yetersizlikleri

protesto ettiler.

Genel Sağlık Sigortası her geçen gün yüzünü gösteriyor.

Seçim öncesi verilen yaldızlı hizmetler hemen

hemen her hafta çıkarılan “uygulama tebliğleri” ile

gerçek yüzünü gösterdi. Hastaneye giden herkes

katkı payı ödemek durumunda. 2010 yılında sağlıkta

dönen para, 2004 yılının 3 katını geçerek 40 milyar

buldu ve bunun yüzde kırkı sadece ilaca ayrılan kısım.

Yani 2010 yılında çok uluslu ilaç şirketlerinin kasalarına

ülkemizden 16 milyar lira aktarıldı. Tıbbi teknolojiye

aktarılan hesapsız, aşırı paralarla ülkemiz MR,

Bilgisayarlı Tomografi vb. gibi aletlerin çöplüğüne

döndü. İşin kötü yanı bu hesaplardan maalesef halkımız

haberdar bile değil.

Hekimler yine ayakta ve eylemlerde Tahsin Ağabey.

Senin emanet ettiğin mücadele bayrağını gericiliğe,

sömürüye, adaletsizliğe, haksızlığa karşı sadece meslektaşların

değil biz hekimler de yükseltiyoruz. 13

mart 2011 de ülkemizde ki tüm sağlık çalışanları - başta

hekimler olmak üzere- TTB önderliğinde Ankara’da

büyük yürüyüşe hazırlanıyoruz. Bu yürüyüşe İMO ve

TMMOB da destek olacak, mimar ve mühendis yol

arkadaşlarımızla birlikte olacağız. AKP’nin tetikçiliğini

yaptığı neo-liberal sağlık sistemini protesto edeceğiz.

Biliyorum ki “Sen” de yanımızda olacaksın her zaman

olduğun gibi. Bu yıl da sağlık çalışanları 14 Mart Tıp

Bayramını buruk kutlayacak.

Sevgili Tahsin Ağabey sağlık alanında durum böyle.

Sizden sonra değişen pek bir şey yok. Yani sağlıkta

AKP’nin yarattığı kaos devam ediyor hala…

40

Mart 2011 - 157


İNŞAAT MÜHENDİSLERİNİN BAĞLI OLDUĞU YASAL DÜZENLEMELER

YÖNÜNDEN ZORUNLU İŞ (HİZMET ) SÖZLEŞMELERİ

Avukat Baki OKAN

Hukuk

İş Sözleşmesi Yapma Özgürlüğü

Genel Olarak

“Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlığını taşıyan Anayasanın

48. maddesine göre, “Herkes, dilediği alanda

çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler

kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin

milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara

uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını

sağlayacak tedbirleri alır.”

Borçlar Kanununun 19. maddesi ise, “Bir akdin mevzuu,

kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbestçe

tayin olunabilir.” hükmü ile anayasadaki sözleşme

özgürlüğü ilkesine uygun olarak düzenlenmiştir. Hizmet

sözleşmesinin koşullarının kanuna, ahlaka (adaba)

aykırı olmamak üzere istenildiği gibi saptanabileceği

Borçlar Kanununun 319. maddesinde ayrıca

hükme bağlanmıştır. Benzeri bir hüküm 4857 sayılı İş

Kanununun 9. maddesinde de yer almaktadır. Buna

göre, “Taraflar iş sözleşmesini, Kanun hükümleriyle

getirilen sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla, ihtiyaçlarına

uygun türde düzenleyebilirler.”

İş Kanunu Açısından İş Sözleşmesi Türleri

• Sürekli ve Süreksiz İş Sözleşmeleri

• Belirli Süreli ve Belirsiz Süreli İş Sözleşmeleri

• Azami ve asgari süreli iş sözleşmeleri

• Deneme süreli iş sözleşmeleri

• Takım sözleşmesi ile kurulan iş sözleşmeleri

• Mevsimlik iş sözleşmeleri

• Kısmi süreli iş sözleşmeleri

İş sözleşmesinin Şekli

İş Kanununa göre iş sözleşmesi kural olarak - yasada

aksi belirtilmedikçe - herhangi bir özel şekle bağlı

değildir. Ancak, süresi bir yıl ve daha fazla olan belirli

süreli iş sözleşmeleri, takım sözleşmeleri ve çağrı üzerine

çalışma ile ilgili sözleşmeler açısından yazılı şekil

zorunluluğu vardır. Yazılı şekle aykırılık durumunda

ne olacaktır sorusu öğretide ve uygulamada tartışmalıdır.

Yargıtayın da katıldığı iş hukuku öğretisinin bir

kesiminin görüşüne göre, yazılı şekil bir kanıtlama/

ispat koşuludur, sözleşmenin geçerliliğini etkilemez.

Şekil koşulunun işçinin korunması amacıyla getirildiği,

sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğuracak bir

yaptırımın taraflar arasındaki iş sözleşmesini başlangıcından

itibaren hükümsüz kılacağı, bu durumda işçinin

haklarından yoksun kalacağı ileri sürülmektedir.

Diğer görüşe göre, yazılı şekle aykırılığın yaptırımı

geçersizliktir. Borçlar Kanunun 11/.maddesindeki

genel kurala göre yasada aksi belirtilmedikçe yasada

öngörülen şekil koşulu bir geçerlilik koşuludur. İş sözleşmesinde

geçersizlik koşulu geçmişe etkili olmadığından

ileri dönük sonuç doğurmaktadır. Ayrıca, sözleşme

şekle aykırı bile olsa taraflarca uygulandıktan

sonra bu nedenle geçersizliğinin ileri sürülmesi hakkın

kötüye kullanılmasıdır. Böyle bir durumu ise, yasa

korumayacaktır.

Bu görüşlerden farklı diğer bir görüş ise, Avrupa ülkelerinden

bazılarında uygulanan belirli süreli iş sözleşmelerindeki

şekle aykırılığın sözleşmeyi belirsiz süreli

sözleşmeye dönüştürmesinin kabul edilmesidir.

İş sözleşmesi yapma zorunluluğu

Sadece iş hukuku mevzuatında değil, diğer alanlara

ilişkin hukuksal düzenlemelerde de kimi durumlarda

çeşitli sebeplerle iş (hizmet) sözleşmesi yapma

zorunluluğuna yer verildiği görülmektedir. İş kanununda

özürlüler, eski hükümlüler, askerlik veya yasal

bir ödev nedeniyle işten ayrılanlara ilişkin olarak işverenler

yönünden iş sözleşmesi yapma zorunluluğu

getirilmiştir.

İnşaat mühendislerinin bağlı oldukları yasal düzenlemeler

açısından çalışma alanlarına göre kimi zaman

işveren sıfatıyla kimi zaman da çalışan olarak çeşitli

türde iş sözleşmesi yapmak zorunda oldukları bilinmektedir.

Bu zorunluluğun değişik sebeplere dayandığı,

özellikle inşaat mühendisliği hizmetlerinin belirli

ve yeknesak koşullara bağlanması, meslek mensuplarının

korunması, denetimin sağlanması ve sorumlulukların

açıklıkla belirlenmesi nin amaçlandığı söylenebilir.

Bunları aşağıdaki başlıklarda inceleyeceğiz:

TMMOB Kanunun 33. maddesine göre, Türkiye’de

mühendislik ve mimarlık meslekleri mensupları

mesleklerinin icrasını iktiza ettiren işlerle meşgul

olabilmeleri ve mesleki tedrisat yapabilmeleri için ihtisasına

uygun bir odaya kaydolmak ve azalık vasfını

muhafaza etmek mecburiyetindedirler.

6235 sayılı TMMOB Kanunu ile İnşaat Mühendisleri

Odasına, serbest çalışan ve inşaat mühendisliği hiz-

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 41


Hukuk

meti veren- Yönetmelikteki deyişle hizmeti üretenkişi

ve kuruluşların İnşaat Mühendisi çalıştırmasına

yönelik asgari koşulların belirlenmesi, meslek mensuplarının

korunması, hizmetin neden oluştuğunun

veya ne olduğunun belirlenmesi, bu hizmetlere ilişkin

kayıtların tutulması ve belge düzenlenmesi, verilen

belgelerin yenilenmesi ile serbest inşaat mühendisliği

hizmetlerinin denetimi görevi verilmiştir.

a) TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Serbest

İnşaat Mühendisliği Hizmetleri Uygulama,Tescil,

Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği

Yönünden

Serbest inşaat mühendisleri açısından da, TMMOB

İnşaat Mühendisleri Odası Serbest İnşaat Mühendisliği

Hizmetleri Uygulama,Tescil, Denetim ve Belgelendirme

Yönetmeliği'nin 14. maddesinde, serbest

inşaat mühendisliği hizmetleri iş yeri tescil belgesi

verilmesine ilişkin koşullar içinde işyeri/işveren ile

serbest inşaat mühendisi arasında bağıtlanmış ve

İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanmış bir

tip sözleşmenin varlığı aranmaktadır. Aksi durumda

işyeri tescil belgesi verilmemektedir. Bu Yönetmelikle

serbest inşaat mühendisleri ile bir iş sözleşmesi yapma

zorunluluğu getirilmesinin temel sebebi, inşaat

mühendisi çalıştırılmasının asgari koşullarının belirlenmesi

olduğu kadar konunun denetim altına alınmasını

sağlamaya yöneliktir.

Anılan Yönetmelik uyarınca TMMOB İnşaat Mühendisleri

Odası tarafından hazırlanan tip sözleşme incelendiğinde;

bu iş sözleşmesinin İş Kanunun 11.maddesinde

belirlenen unsurları taşıyan belirli süreli bir iş

sözleşmesi olduğu görülmektedir. Burada sözleşmenin

tarafları dışında, İnşaat Mühendisleri Odası'nın

onay merciidir. Bu onayın İş Hukuku açısından yani

işçi-işveren ilişkisi açısından özellikle sözleşmenin

geçerliliği yönünden herhangi bir etki yaratıp yaratmadığı

üzerinde durulabilir. Kanımca, sözleşmenin

taraflarının imzasını taşıyan tip sözleşmede Oda'nın

onayı geçerlilik/sıhhat koşulu değildir. Ancak Serbest

İnşaat Mühendisliği işinin icra edilebilmesi için zorunlu

olduğu açıktır.

b) Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Yapı

Denetimi Uygulama Yönetmeliği Yönünden

i) 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu uyarınca

çıkarılan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin

9/2 maddesinde de, “Yapım işleri yürütülen şantiyede,

mühendis, mimar, teknik öğretmen veya tekniker

diplomasına sahip olmak üzere bir şantiye şefinin

bulundurulması mecburidir. Yapı müteahhidi, inşaatta

görevlendireceği şantiye şefi ile asgari hüküm ve

şartları ek-12'de gösterilen form-10'da belirlenmiş

sözleşmeyi imzalar. Bu sözleşmenin bir sureti yapı

enetim kuruluşuna verilir.” hükmü yeralmaktadır.

Yapı müteahhidi ile şantiye şefinin görev ve sorumluluklarını

düzenleyen bu Yönetmeliğin yukarıda belirtilen

maddesine göre, yapı müteahhidi ile şantiye

şefi arasında bağıtlanması/akdedilmesi zorunlu kılınan

bu sözleşme de, İş Kanunundaki tanımlamaya

uygun olarak hazırlanmış belirli süreli bir iş (hizmet)

sözleşmesidir. Buradaki amacın ise, bazı işleri inşaat

mühendisleri eliyle yapılıp yerine getirildiğinin ve

denetlenmesinin yanısıra inşaat mühendislerinin çalışma

asgari standartlarının belirlenmesi olduğu söylenebilir.

ii) Teknik personelin yapı denetim kuruluşunda istihdam

esaslarını düzenleyen aynı Yönetmeliğin 16.

maddesinde de yapı denetim kuruluşu ile istihdam

edilecek denetçi, kontrol elemanı ve yardımcı kontrol

elemanı arasında, çalışma saatleri, ücret, görev ve

sorumlulukları içeren bir sözleşme akdedileceği belirtilmiştir.

Sözü edilen bu sözleşmenin yönetmeliğin

ekindeki örneğe uygun olması öngörülmemekle birlikte

benzer bir belirli süreli sözleşme olması uygun

olacaktır. Nitekim uygulamada da kontrol elemanı ve

denetçi inşaat mühendisleri ile yapı denetim kuruluşu

arasında bu tip sözleşmeler yapıldığı görülmektedir.

c) Fenni mesuliyet hizmet sözleşmeleri

i) 3194 Sayılı İmar Kanununu Yönünden

3194 sayılı İmar Kanunun “Müelliflik, Fenni mesuliyet,

Şantiye Şefliği, Yapı Müteahhitliği ve Kayıtlar” başlıklı

28. maddesinde;

“Bu Kanun kapsamındaki mimarlık, mühendislik ve

planlama hizmetine ilişkin harita, plan, etüt, proje

ve eklerinin düzenlenmesi ve bunların yerine getirilmesinin;

uygulamada bulunulacak alanın, yerleşme

merkezinin ve yapının sınıfına,özelliğine ve büyüklük

derecesine göre, uzmanlık alanlarına uygun olarak

38 inci maddede belirtilen meslek mensuplarına

yaptırılması mecburidir. Müellifler ve uygulamada

bulunan meslek mensupları, işlerini bu Kanuna ve ilgili

diğer mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekten

sorumludur.” hükmü yeralmaktadır.

Aynı yasanın 38. maddesinde ise, halihazır harita ve

imar planlarının hazırlanması ile yapıların, mimari,

statik ve hertürlü plan, proje, resim ve hesaplarının

hazırlanması ve bunların uygulanmasıyla ilgili fenni

mesuliyetleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına

göre mühendisler, mimarlar ile görev, yetki ve

sorumlulukları yönetmelikle düzenlenecek olan fen

adamlarının yerine getireceği belirtilmektedir.

Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzeme-

42

Mart 2011 - 157


Hukuk

lerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet,

ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği uzmanlığı

haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek

zorundadır. Fenni mesul mimar ve mühendisler

uzmanlık alanlarına göre; yapının, tesisatı ve malzemeleri

ile birlikte, İmar Kanununa, ilgili diğer mevzuata,

uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve

projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun

olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir.

ii) Yapı Denetimi Hakkında Kanun Yönünden

Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 2. maddesinde;

yapı denetim hizmetinin; yapı denetim kuruluşu ile

yapı sahibi veya vekili arasında akdedilen hizmet

sözleşmesi hükümlerine göre yürütüleceği, 3. maddesinde,

bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim

kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni

mesuliyeti ilgili idareye karşı üstleneceği belirtilmektedir.

Aynı Kanunun 9. maddesinde ise, Yapı denetim

kuruluşu ile denetçi mimar ve mühendisleri; eylem ve

işlemlerinden 3194 sayılı İmar Kanununun fenni mesul

için öngörülen hükümlerine bağlı oldukları hükmü

yeralmaktadır.

Bu tasal düzenleme açısından bakıldığında, her iki

yasanın fenni mesuliyete ilişkin hükümlerinin biribiri

ile bağlantılı olarak ele alındığı ve uygulamanın

da bu bağlantı gözetilerek yerine getirilmesi gerektiği

sonucuna varılmaktadır. Başka bir deyişle, fenni

mesuliyet kavramına inşaat mühendisleri açısından

bu iki yasanın kaynaklık ettiği, keza, fenni mesuliyet

bakımından ilgili tarafların sözleşme yapma zorunluluğunun

da Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 2.

maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Anılan Kanunun

5. maddesindeki açıklık karşısında, fenni mesulün

zorunlu olarak yapı denetim kuruluşu olacağı ve

bunun doğal sonucu olarak bu kanuna göre yapılması

zorunlu olan sözleşmelerde inşaat mühendislerinin

taraf olma ehliyeti bulunmamaktadır.

İmar Yönetmeliği'nde fenni mesul; “Proje müellifleri

kendileri olsun veya olmasın, yapının yürürlükteki

kanun, imar planı, ilgili yönetmelik hükümleri, Türk

standartları, bilimsel kurallar, teknik şartnameler, fen,

sanat ve sağlık kurallarına ve tüm mevzuat hükümlerine

uygun olarak düzenlenen ruhsat eki projelerine

göre gerçekleştirilmesini, aldıkları eğitime göre denetleyen

ve ilgili idareler ile üyesi oldukları odalarına

karşı sorumlu olan ilgili meslek mensuplarıdır.” biçiminde

tanımlanmıştır.

Bu yönetmelikte, ayrıca fenni mesul ile mal sahibi

arasında yapılması gerekli fenni mesuliyet sözleşmesi

ve bu sözleşme içeriğine ilişkin hükümler bulunmaktadır.

Yazımızın sınırlarını aşması nedeniyle bu

hükümlerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Kısaca, fenni

mesuliyet sözleşmesinin içeriği ile ilgili ayrıntılı hükümlerin

bu yönetmelikte düzenlendiği, ilgili meslek

Odalarına da bu sözleşmeler yoluyla fenni mesuliyet

üstlenen meslek mensuplarının sicillerini tutma izleme

görevi verildiği görülmektedir.

Fenni mesullük hizmet sözleşmeleri ile ilgili olarak İnşaat

Mühendisleri Odalarının içerik ve koşulları farklı

olmakla birlikte tip sözleşmeler düzenlediği ve uygulamada

bu sözleşmelerin kullanıldığı bilinmektedir.

Bu uygulamanın tarafların hukuki sorumluluklarının

belirlenmesi ve yeknesak bir uygulama sağlanması

yönünden de yerinde olduğu açıktır. Belirtilen fenni

mesuliyet sözleşmeleri düzenlenirken genel olarak

3194 sayılı İmar Kanunu ve yukarıda andığımız ilgili

yönetmeliklerde yer alan hükümler gözetilmeli ve

özellikle bazı zorunlu koşulların konulmasına özen

gösterilmelidir. Ayrıca, taraflar arasında ortaya çıkması

olası uyuşmazlıkların önlenmesi ya da çözümlenmesi

yönünden İş Kanunu açısından da hukuken

değerlendirilmeleri yerinde olacaktır.

iii) Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği Yönünden

İnceleme konusu yaptığımız mevzuat bakımından

fenni mesuliyet kavramının ile teknik uygulama sorumluluğu

(TUS) kavramı ile eş anlamda kullanıldığı

ve bu anlamda bir kavram birliği olmadığından uygulamada

duraksama yaratabileceği kanısındayım.

Sözgelimi, Türk Mühendis Ve Mimar Odaları Birliği

İnşaat Mühendisleri Odası Serbest İnşaat Mühendisliği

Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim Ve Belgelendirme

Yönetmeliği'nde belirtilen serbest inşaat

mühendisliği hizmetleri tek tek sayılmış ise de, fenni

mesuliyet kavramına yer verilmediği bunun yerine

teknik uygulama sorumluluk hizmetlerinden söz

edildiği görülmektedir. 3194 sayılı yasa uyarınca Bayındırlık

ve İmar Bakanlığı'nca çıkarılan Planlı Alanlar

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 43


Üyelerimizden

ENERJİ KİMLİK BELGESİ (EKB) İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME

Fırat ÜMMETOĞLU

İnşaat Mühendisi

Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Nedir?

Buzdolaplarında yada klimalardaki sınıflandırmalar,

artık binalarımız için de geçerli olacak. Bu sınıflandırmalar

A’dan G’ye kadar yapılmıştır. Bu sınıflandırma

yeni binalar için A, B ve C sınıfına kadar yapılabilir (D,

E, F ve G sınıfı çıkan yeni binalara Enerji Kimlik Belgesi

verilmeyecektir.) Mevcut binalar için ise, A’dan G’ye

kadar her sınıf Enerji Kimlik Belgesi verilecektir.

Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Hangi Kanun ve

Yönetmeliğe Dayanmaktadır?

5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu ve buna bağlı

olarak 05.12.2009 tarihi itibariyle yürürlülüğe giren

Binalarda Enerji Performansı (BEP) Yönetmeliği hükümlerine

göre, tüm binalar için Enerji Kimlik Belgesi

(EKB) zorunluluğu getirilmiştir.

Hangi Aşamada Enerji Kimlik Belgesi (EKB)

Zorunluluğu Aranmaktadır?

01.01.2011 tarihinden itibaren, yeni binalar için Enerji

Kimlik Belgesi (EKB) olmadan belediyelerden yapı

ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi çıkmayacaktır.

Bu sebepten dolayı, belediyelerde yapı ruhsatı için

şart olan dört ana projeye, (Mimari, statik, tesisat, ve

elektrik projeleri) ek olarak gelen bir düzenlemedir.

Yapı kullanım izin belgesi verilmesi aşamasında ise,

belediyeler ve yapı denetim firmaları Enerji Kimlik

Belgesinin (EKB), şantiyede doğru uygulanmasını

kontrol edecek. Eğer, proje aşamasındaki Enerji Kimlik

Belgesi (EKB) verileri, şantiyedeki ile tutmuyorsa

bina için yapı kullanma izni belediye tarafından verilmeyecektir.

Hangi Binalar Enerji Kimlik Belgesi Zorunluluğu

(EKB) ve BEP Yönetmeliği Dışında Kalır?

Sanayi alanlarında işletme ve üretim faaliyetleri yürütülen

binalar, planlanan kullanım süresi iki yıldan az

olan binalar, toplam kullanım alanı 50 m 2 ’nin altında

olan binalar, seralar, atölyeler ve münferit olarak inşa

edilen ve ısıtılmasına ve soğutulmasına gerek duyulmayan

depo, cephanelik, ardiye, ahır, ağıl ve benzeri

binalar dışında tüm binalarda Enerji Kimlik Belgesi

(EKB) olması zorunludur.

Merkezi Isıtma Sistemi Zorunluluğu Kaç m 2 ’den

Sonra Geliyor?

05.12.2009 tarihinde yürürlülüğe giren ve 01.04.2010

tarihinde revize edilen Binalarda Enerji Performansı

Yönetmeliğine göre; kullanım alanı 2000 m 2 ve üstündeki

yeni binalarda merkezi ısıtma sistemi zorunluluğu

getirilmiştir.

Kat maliklerinden birinin isteği üzerine ısı yalıtımı,

ısıtma sisteminin yakıt dönüşümü ve ısıtma sisteminin

merkezi sistemden ferdi sisteme veya ferdi

sistemden merkezi sisteme dönüştürülmesi, kat maliklerinin

sayı ve arsa payı çoğunluğu ile verecekleri

karar üzerine yapılır. Ancak toplam inşaat alanı ikibin

metrekare ve üzeri olan binalarda merkezi ısıtma sisteminin

ferdi ısıtma sistemine dönüştürülmesi, kat

maliklerinin sayı ve arsa payı olarak oybirliği ile verecekleri

karar üzerine yapılır. Bu konuda yapılacak ortak

işlerin giderleri arsa payı oranına göre ödenir. (Kat

Mülkiyeti Kanunu Ek fıkra: 3770 - 5.2.1992 / m.)

Kullanım Alanı Tanımı Nedir?

Binanın inşa edilen ve kullanılabilen tüm bölümlerinin;

duvarlar, kolonlar, ışıklıklar, giriş holleri, açık

çıkmalar, hava bacaları, saçaklar, tesisat galerileri ve

katları, ticari amaçlı olmayan ve binanın kendi ihtiyacı

için otopark olarak kullanılan bölüm ve katlar, yangın

merdivenleri, asansörler, tabii zemin terasları, kalorifer

dairesi, kömürlük, sığınak, su deposu ve hidrofor

dairesi çıktıktan sonraki alanıdır.

Enerji Kimlik Belgesini (EKB) Yeni Binalar ve

Mevcut Binalar İçin Kimler Hazırlayacak?

Mevcut binalar için EKByi, Enerji Verimliliği Danışmanlık

Şirketleri (EVD) verebilir. Yeni tasarlanan binalar

için ise, proje tasarımı aşamasındaki yetkili dört disiplin

verebilir. Mimarlar, İnşaat Mühendisleri, Makine

Mühendisleri ve Elektrik Mühendisleri.

Yeni Bina ve Mevcut Bina Tanımına Hangi Binalar

Giriyor?

BEP Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği tarihten önce

yapı ruhsatı alınıp yapımı devam eden veya yapımı

tamamlanan binaya mevcut bina denir. BEP Yönetmeliğinin

yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapı ruhsatı

için başvuru yapan binalar ise, yeni binalar tanımına

girer.

Mevcut Binalar ve İçin Enerji Kimlik Belgesi Alma

Zorunluluğu Ne Zamana Kadardır?

02.05.2007 tarih ve 26510 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak

yürürlülüğe giren Enerji Verimliliği Kanu-

44

Mart 2011 - 157


Üyelerimizden

nuna göre bu zorunluluk 10 yıl sonra yani 02.05.2017

tarihine kadardır.

Yeni Binalar İçin Enerji Kimlik Belgesi Verme

Yetkisi (EKB Uzmanı) Nasıl Alınır?

Bayındırlık ve İskan Bakanlığının hazırladığı üç günlük

(6 saat teorik ve 12 saat uygulama olmak üzere

toplam 18 saatten az olamaz) eğitimlere katılmak

gerekiyor. Bu eğitimin sonunda yapılan sınavdan (50

soruluk test sınav, en az 70 puan almak gerekiyor) başarılı

olan Mimarlar ve Mühendisler, Enerji Kimlik Belgesini

(EKB) vermeye yetkili oluyorlar ve Enerji Kimlik

Belgesi (EKB) Uzmanı oluyorlar.

Enerji Kimlik Belgesi Uzmanı Yetiştirme

Eğitimlerine Katılma Şartları Nelerdir?

Enerji Kimlik Belgesini (EKB) tüm Mimarlar ve Mühendisler

vermeye yetkili değildirler. Bu belgenin verildiği

uzmanlık eğitimlerine, sadece proje tasarımı aşamasında

görev alan Serbest Mimarlar ve Mühendisler

(SMM) katılabilirler. SMM olabilmek için ise, Mimar ve

Mühendislerin kayıtlı oldukları Meslek Odalarından

SMM belgelerini almaları gerekmektedir.

Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Uzmanı Eğitimlerini

Vermeye Hangi Kurumlar Yetkilidir?

Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Yetkilendirdiği iki

Meslek Odası (Makine ve Elektrik Mühendisleri Odası)

ve yetkili Enerji Verimliliği Danışmanlık Şirketleri.

Mevcut Binalar EKB’yi Nasıl Alabilir? Aşamaları

Nelerdir?

• Apartman yöneticisi Enerji Verimliliği Danışmanlık

(EVD) Şirketlerine başvuruda bulunacak.

• Mevcut binanın Enerji Kimlik Belgesinde hangi sınıfa

(Adan Gye kadar) gireceği bulunacak.

• Taraflar maliyette anlaşırsa, mevcut binamıza enerji

sınıfı A’dan G’ye kadar olacak şekilde Enerji Kimlik

Belgesi verilecek.

Enerji Kimlik Belgesini (EKB) Almanın Avantajları

Nelerdir?

Vergi indirimleri, alım satımlarda dairenin değer kazanması,

ısıtma ve soğutma için yapılan harcamalarda

%50 ye varan tasarruflar olacaktır.

Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Kaç Yıl Geçerlidir?

Enerji Kimlik Belgesi düzenleme tarihinden itibaren

10 yıl geçerlidir. Bu sürenin sonunda Enerji Kimlik Belgesi

hazırlanılacak bir rapor doğrultusunda yeniden

düzenlenir.

KAYBETTİKLERİMİZ

Feyyaz TANER (1924-2010)

1947 Yılında İstanbul Robert Kolejinden mezun

olan üyemiz

25 Eylül 2010 tarihinde vefat etmiştir.

Emin ÖZTÜRK (1953-2011)

1977 Yılında ADMMA ‘dan mezun olan üyemiz

30 Ocak 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Çetin VARLIORPAK (1944 -2011)

1970 Yılında Ege Özel MMYO’dan

mezun olan üyemiz

14 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve

meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz.

Üyemiz Sedef DEMİRKÖK ‘ün babası

Orhan ÖZER

25 Kasım 2010 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz Burak AKGÜN ‘ün babası

Erhan AKGÜN

2 Ocak 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz Halil İbrahim KADER’in annesi

Fatma KADER

7 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz Ragıp Yavuz ESEN’in babası

Mehmet ESEN

7 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz M.Erkan YILMAZ’ın babası

Orhan MESRUR

8 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz Sezar ARSLAN’ın annesi

Azize ARSLAN

17 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyemiz Abdullah İNCİR’in annesi

Halise İNCİR

3 Mart 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Üyelerimizin acısını paylaşır,

kendilerine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 45


Üyelerimizden

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Latife DOĞAN

İnşaat Mühendisi

Üretimde makineleşme ve teknolojik gelişmelerle birlikte,

emek hareketlerinin damgasını vurduğu 20. yüzyıl başlarında,

endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerde kadın sorunları

ve eşitlik hakları gündeme gelmeye başlamıştı. Ücretli

çalışma yaşamına girmeye başlayan kadınlar, çoğunlukla

cinsiyete dayalı işbölümüne uygun işlerde, çalışma koşullarının

kötü, ücretlerinse piyasanın altında olduğu alanlarda

istihdam ediliyorlardı. Yaşamlarında meydana gelen

değişiklikler, kadınları kendilerini kuşatan politik yasaklara

karşı harekete geçirdi.

1857’de New York’ta günlük 12 saat çalışma saatinin düşürülmesi,

düşük ücretlerin düzeltilmesi ve daha iyi çalışma

koşulları için yaklaşık 40.000 işçi greve başlıyordu. Polis

tarafından fabrikaya kilitlenen ve çıkan yangından kaçamayan

çoğu kadın 129 işçi vefat ederken 1908 yılında yine

New York’ta yaklaşık 15.000 kadın daha kısa çalışma saati,

daha iyi gelir ve oy hakkı için “Ekmek ve Gül” sloganıyla

yürüyordu. Ekmek; yaşama güvencesini, karın tokluğunu

temsil ederken gül; kaliteli yaşama hakkını simgeliyordu.

1910 yılında ise Clara Zetkin isimli bir Alman sosyalist kadın,

kadın Sosyalist Enternasyonalinde bir Dünya Kadınlar

Günü olmasını öneriyor ve kabul ediliyordu.

Dünya emekçi kadınlar gününün var olmasını sağlayan

bu önemli kilometre taşlarına da bakarak denilebilir ki; 8

Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü; kadınlar için insanca

yaşama hakkını, eşit eğitim alma, eşit çalışma koşullarıyla

eşit ücretler karşılığı çalışma haklarını talep ettikleri gündür.

Emeğin yüceliğinin, kutsallığının, haklılığının ve sıra

kadınlara gelince sömürünün nasıl katlandığının hatırlandığı,

haykırıldığı gündür. Emekçi kadınların sömürüye-zulme

karşı sınıfsal bir başkaldırısıdır.

İlk çağlarda kas gücü nedeniyle hayatta kalma savaşını

sırtlanan erkeğe, evde yemek yapıp çocuklarını büyüterek

yardım eden kadının görevi ne yazık ki akıl çağının yaşandığı

günümüz modern dünyasında da değişememiş, kadından

beklentiler aynıyla baki kalmış, daha fazlasını talep

etmesi önlenmeye çalışılmıştır. İnsanı bir özne olmaktan

çıkarıp, bir meta haline getiren kapitalist düzenden, yani

sermayenin hükümranlığından ne tek başına kadının, ne

de tek başına erkeğin gerçek anlamda bir kurtuluş sağlayamayacağının

bilinciyle kadınlar tarafından talep edilen;

erkek egemenliğine karşı kadın egemenliği değil, sadece

insanca eşit yaşama hakkıdır. Tıpkı Fransız Kadınların 1848

Devrimi sırasında yayımladıkları 23-28 Mart 1848 tarihli La

Voix des Femmes adlı kadın gazetesinde kendilerine erkekler

tarafından yöneltilen ‘Ne istiyorsunuz? Ne yapmaya

çalışıyorsunuz?’ sorusunu: ‘Biz, barışın ve doğruluğun

hâkim olduğu yeni bir dünyayı sizinle birlikte yeniden

kurmak istiyoruz; biz, her ruhta adalet ve her yürekte sevgi

olsun istiyoruz.’ şeklinde cevaplamaları gibi.

Fakat ne yazık ki geçen yüzyıllara rağmen bu anlayış oturamamıştır.

Hala kadına karşı şiddet en yaygın, ancak en

az cezalandırılan suçtur. Hala her yıl milyonlarca kadın

ya doğar doğmaz ya da erkek kardeşleri veya babaları ile

eşit derece gıda ve tıbbi yardım alamadığı için ölüyor. Her

geçen yıl fuhuşa zorlanan, bunun için satılan kadın sayısı,

cinsel kölelikten elde edilen kazançlar artıyor. Hala birçok

kadın, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha

çok, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybediyor veya

sakatlanıyor.

Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdür Yardımcısı

Leyla Coşkun yaptığı bir açıklamada, son 10 yılda Türkiye

genelinde; evlenmiş kadınların yüzde 39`unun fiziksel

şiddete, yüzde 15`inin cinsel, yüzde 42`sinin fiziksel veya

cinsel, yüzde 44`ünün ise duygusal şiddete, lise ve üzeri

eğitim almış her 10 kadından 3`ünün de fiziksel veya cinsel

şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Görülmektedir ki;

kadınların büyük bir çoğunluğu şiddeti yaşamakta ve eğitim

veya sosyo-ekonomik durum gibi kriterlerin yüksek

olması da kadının şiddetten korunmasını sağlayamamaktadır.

Kadınlar, yüzyıllardır verdikleri mücadeleye rağmen

hala varoluşlarını kabullendirmeye çalışmakta, insanca

eşit yaşama kavgalarını devam ettirmek durumunda bırakılmaktadır.

Doğuran, doyuran, çalışan, üreten, paylaşan yaşama anlam

ve değer katan emekçi kadınların; sömürülmeye, ezilmeye,

bedenleri üzerindeki kontrole, yoksullaştırılmaya,

cinsel, fiziksel, duygusal, psikolojik, ekonomik her türlü

erkek egemen şiddete hayır dediği evrensel günüdür 8

Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

46

Mart 2011 - 157


Üyelerimizden

YENİ MEZUN GÖZÜYLE LİBYA DENEYİMLERİM

Cihan YAMAN

İnşaat Mühendisi

Öncelikle Libya’ya nasıl gittiğimi anlatarak, yeni mezun

olan veya mezun olacak arkadaşlara birkaç tavsiyede bulunmak

istiyorum. Herkesin bildiği üzere ülkemizde işsiz

insan sayısı oldukça fazladır. Bunu düşünerek kendinizi

karamsarlığa itmeyin. İşsiz olduğunuz süreçte kesinlikle

boş durmayın. İnşaat mühendisliği ile ilgili odamızın

veya başka kurumların açtıkları kurslara gidebilirsiniz. Bir

süre için; tanıdıklarınızdan veya odadan yardım isteyerek

işi öğrenmeye çalışmak da size deneyim kazandıracaktır.

Bilindiği üzere inşaat sektörü mühendisliğin yanında

teknoloji ilede iç içe durumdadır. İnşaat teknolojilerini

internetten, dergilerden ve özellikle belgesellerden takip

etmenin yararı olacaktır.

Libya’ya gitmeden önce oradaki şartlarla ilgili internetten

araştırma yapıp fikir edinmeye çalıştım. Türkiye’den şirketin

benimle beraber gönderdiği yedi işçi ile birlikte ayrıldım.

Tek başına olmaktansa yanınızda kendi ülkenizden

insanların olması sizin için büyük bir şanstır.

Libya’da Tripoli Havaalanına geldiğinizde, ilk gözünüze

çarpan havaalanının bakımsızlığı ve herhangi bir düzenin

olmadığıdır. Libya’daki insanlar yabancıları kendilerinden

aşağıda görmekteler ve buna göre insanlara davranmaktalar.

Onlar her daim sizin üstünüzdedir ve ona göre hareket

etmek zorundasınız.

Havaalanından şantiyemin olduğu Al-Agalat kasabasına

hareket ederken trafikteki düzensizlik ve trafik kurallarına

uyulmaması dikkat çekiyor. Bu sebepten dolayı Libya’da

trafikte çok dikkatli olmalısınız. İlginçtir ki, oradaki insanlar

kaza yaptıklarında birbirleri ile kavga veya laf dalaşına

girmeden “ALLAH galip” deyip yola devam ediyorlar.

Libya’da hükümetin politikalarından ve söylemlerinden

dolayı şiddetli bir şekilde yabancı düşmanlığı göze çarpıyor

ama şunu da belirtmek isterim ki; Libya halkının

Türklere karşı düşmanlığı veya kötü düşünceleri yoktur.

Gerek geçmişten gelen ilişkilerimiz gerek şimdiki zaman

diliminde olan ilişkilerimizden ötürü bize karşı iyi davranmaya

çalışıyorlar.

Libya’ya gerek mühendislik olarak farklı ve güzel yapılar

incelemek için gerekse de maddi imkânları iyi olduğu için

gitmek istedim. Orada edindiğim tecrübelere göre, oraya

gidip de maddi ve manevi olarak memnun olmayan pek

görmedim. Memnun olmayanlar da en kısa sürede geri

dönüyorlar. Oraya giderken şunu da iyi bilmek gerekiyor,

orada kendinize vakit ayırmanız çok zor. Sosyal hayatınız

da yok denecek kadar az. Sizin için oradaki tek ve en

önemli olay şantiyede çalışmak. Bizim şantiyemiz Tunus

ile Tripoli arasında sahil kesimine çok uzak da olmayan

Al-Agalat kasabasındaki hastane inşaatıydı. 21. yüzyılın

şartlarına uygun akıllı bina sistemi ile yapılmış yenilenme

projesiydi. Benim için süre az da olsa olabildiğince tecrübe

edinmeye çalıştım. Normal şartlarda 1 Mart’ta hastaneyi

teslim edip Sabratha’daki daha da büyük olan yeni

bir hastane yenilenme projesine geçilecekti ama çıkan

olaylardan dolayı geri dönmek zorunda kaldık.

Libya’da isyan büyük çaplı olarak benim oradaki 15. günüm

olan 18 Şubat 2011 tarihinde başladı. Başlangıçta

kimse bu kadar büyüyeceğini düşünmemişti. Bizim şantiyemiz

22 Şubat’a kadar çalışıp ancak o gün içinde çalışma

durduruldu. Biz batıda olduğumuz için nispeten daha

rahattık ama herkeste endişe vardı, “Bizim de şantiyemiz

basılacak mı bize de zarar verecekler mi?” diye

Dönüş yolunda Tripoli Havaalanı çok kalabalıktı. Dışarıda

5-10 bin civarında Mısırlı yerlerde bekliyordu. Mısırlılara

karşı acımasızca muamele ediyorlardı. Orda kim olsa Mısırlılar

için üzüntü duyardı. Türkler için ayrı bir sıra vardı

ve dış kapıdan içeriye girerken pek sıkıntı olmadı. Dışarıda

Türk yetkililerinin bulunmasının payı bunda büyüktü.

İçeriye girdikten sonra artık herkes Libyalıların insafına

kalmıştı ve Libyalı görevliler de açıkçası insan gibi davranmıyorlardı.

Havaalanında 36 saat susuz, oksijensiz ve

gergin bir atmosferde bekledikten sonra ancak uçağa

binebildik.

Yeni mezun bir İnşaat Mühendisi olarak Libya’ya gidiş sürecim

ve yaşadıklarımı yansıtmaya çalıştığım yazımı sürç-i

lisan ettiysek affola sözüyle tamamlamak istiyorum.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 47


genç-İMO

genç-İMO İzmir Temsilciler Toplantısı Kararları

21 Ocak 2011

- 2010–2011 Güz Dönemi etkinliklerinin değerlendirilmesi

yapıldı.

- 30.01.2011 tarihinde yapılması planlanan Üniversite

temsilciler toplantısı hakkında Metin GÖRGEÇ tarafından

bilgilendirme yapıldı.

- 2010-2011 Bahar Dönemi etkinlik takvimi taslağı son

şekline getirildi.

- 29.01.2011 tarihinde yapılan Üniversite temsilciler toplantısı

hakkında temsilcilerimiz tarafından bilgilendirme

yapıldı.

- 12-13.02.2011 tarihinde yapılması planlanan IV. genç-

İMO Meclisi için çalışma programı hazırlandı (Komisyon-

ların dağılımı, etkinlik sunumunun hazırlanması, serbest

kürsü konuşmaları).

genç-İMO IV. Öğrenci Meclisi

12-13 Şubat 2011

genç-İMO IV. Öğrenci Meclisi

Bu yıl dördüncüsü yapılan genç-İMO Öğrenci Meclisi

Toplantısı 12-13 Şubat tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi.

38 üniversiteden sınıf ve okul temsilcilerinin

ve İMO Yönetim Kurulu üyelerinin katıldığı mecliste ilk

olarak divan oluşumu gerçekleştirildi.

Divan oluşumundan sonra açılış konuşmaları 3. dönem

genç-İMO Öğrenci Konseyi Başkanı Metin Görgeç

ve İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından

yapıldı. Konuşmalarda üniversitelerdeki sivil polis uygulamaları,

üniversitelerde yaşanan olaylar, teknoloji fakülteleri

başlıkları ön plana çıktı. Bunlara karşı genç-İMO

nun her yerde aynı anda aynı tepkiyi vermesinin önemi

vurgulandı.

Ardından Öğrenci Konseyinin çalışma raporu ve şubelerin

yıl içinde düzenledikleri etkinliklerin sunumları

yapıldı. Sunumların sonrasında serbest kürsü bölümüne

geçildi Serbest kürsüde söz alan sınıf ve üniversite temsilcileri

genç-İMO örgütlenmesini, genç-İMO nun öğrenci

sorunlarına bakış açısını, toplumsal olaylar karşısında

genç-İMOnun duruşunu tartıştılar.

Son derece verimli geçen serbest kürsü konuşmalarından

sonra, genç-İMO öğrenci konseyine yıl içinde yol

gösterecek olan komisyon çalışmalarına geçildi. Örgütlenme,

yönetmelik, öğrenci sorunları, kamp, sonuç

bildirgesi komisyonları önerileri ertesi gün oylamaya

sunuldu. Pazar günü öğleden sonra öğrenci konseyi

seçimlerine geçildi. Adaylıklarını daha önceden divana

dilekçeyle belirten temsilciler arasından oylama ile 10

kişilik öğrenci konseyi seçimi yapıldı. Yapılan öğrenci

konseyi seçimi sonrasında konsey oluşumu söyle gerçekleşti;

ASIL

Taylan Atasoy (İZMİR)

Ramazan Armağan (Diyarbakır)

Anıl Asil (Eskişehir)

Ali Oğan (Balıkesir)

Serdar Öten (Ankara)

YEDEK

Nilden Kaylar (Sakarya)

Eren Çakmak (Isparta)

Sinem Kaplan (Ankara –Kırıkkale)

Mahir Esmer ( Hatay )

Hüseyin Engin Sakın (Adana)

48

Mart 2011 - 157


Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Uygulaması İnşaatları

Teknik Gezisi ile

Bergama Müze Gezisi

19 Şubat 2011

102 genç-İMO üyesinin katılımıyla gerçekleşen gezimizde,

Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Uygulaması

hakkında teknik bilgi alındı.

Teknik gezinin düzenlenmesi ve gerçekleşmesindeki

katkılarından dolayı DSİ 2. Bölge Müdürlüğü yetkililerine

ve işyeri temsilcilerimize, Bergama Müzesi gezimize

katkılarından dolayı Bergama Müzesi yetkililerine

ve üyemiz Muammer DALGIÇ’a teşekkür ederiz.

genç-İMO

Çelik Konstrüksiyon Yapı Elemanları Üretim Aşamaları ve

Manisa Spor Stadyumu Şantiye Gezisi

26 Şubat 2011

183 genç-İMO üyesinin katılımıyla gerçekleşen gezimizde

çelik elemanların üretim aşamaları, hem sunum

hem de uygulamalı olarak çelik üretim tesisinde

gösterildi. Çelik üretim tesisi gezildikten sonra gruplar,

çatı yapımı devam eden Manisa Spor Stadyumuna

götürüldü. Stadyumda üyelerimiz uygulamayı bizzat

görerek, yapımda görev alan İnşaat Mühendisinden

montaj hakkında bilgi alma şansını bulmuşlardır.

Teknik gezimizde tesislerini ve montaj uygulama sahalarını

bizlere açan Taykon Çelik şirketine teşekkür

ederiz.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Ulaşım Politikaları

Semineri’nde Karadeniz Sahil Yolu için ‘yanlış bir

projeydi ama bitirilmesi gerekiyordu’ dedi. Yaklaşık

4,2 milyar dolara mal olan bu yanlış projenin yapımında,

138 milyon metreküp kazı-dolgu,180 milyon

ton tahkimat, 3 milyon metreküp beton imalatı gerçekleştirilmiştir.

Karadeniz Sahil Yolu kapsamında 27

kilometre uzunluğunda 263 adet köprü, 41 kilometre

uzunluğunda 12 adet tüp tünel, 18,5 kilometre uzunluğunda

20 adet çift tüp tünel yapılmıştır.

KARADENİZ SAHİL YOLU

Cihan Demirci

Ege Üniversitesi 4. Sınıf Öğrencisi

Karadeniz’i mavisinden ayıran bu proje için; Yüzüncü

Yıl Üniversitesi Uygulamalı Jeoloji Anabilim Dalı Öğretim

Üyesi Prof. Dr. İlyas Yılmazer “Sarp’tan İstanbul’a

kadar güney çevre yolunu ilk ben çizdim. Denize tek

taş atmadan geçen bir projeydi. Birim maliyeti, şu

anda yapılan sahil yolu deniz dolgusunun yarısı kadardı.

Şu anki yolun kilometresi 9 milyon dolara mal

oldu. Bizimki 4,5 milyon dolara mal olacaktı. Bizim

yolumuz Karadeniz turizmine canlılık verirken doğal

çevreyi de koruyacaktı. En önemlisi Karadenizli Kara-

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 49


genç-İMO

denizli olarak kalacaktı” dedi. Ayrıca Prof. Dr. İlyas Yılmazer

başka bir projesinde Giresun girişindeki mevcut

tünelden giren yolun, sahil yerine şehrin arkasından

geçip kısa mesafeli üç ayrı tünelle Giresun’un

merkezinin 4 kilometre batısından yeniden sahile

inmesini önermiştir, ancak yol deniz dolgusuyla şehir

merkezinden geçirildi.

Bir başka örnekse şöyle; Bolaman-Perşembe yolu, sivil

toplum örgütlerinin itirazları ve alternatif projeleri

üzerine içeri kaydırıldı. Mesafe 42 kilometreden 27

kilometreye, maliyet 1,2 milyar dolardan 411 milyon

dolara düştü.

Arıdurak Burnu’nda yüklenici firmanın danışmanlığını

üstlenen Prof. Dr. İlyas Yılmazer, alternatif

bir proje üretti. Karayolları, burnu dolaşarak deniz

dolgusuyla yol yapma planı öngördü. Yılmazer

ise doğayı bozmadan açacağı tünelin üzerini

daha sonra yine toprakla örtecek bir proje hazırladı.

Bu projenin geçeceği yerdeki arazi sahibi, kamulaştırma

için 50 bin dolar istedi. Yılmazer, “Karayolları 50

bin doları vatandaşa vermeyi kabul etmedi, ancak

denizi 5 milyon dolara doldurdu.’ Demiştir. Bunlar zaten

yanlış olan bir projenin düzeltilememesine sebep

olmuştur.

Karadeniz Sahil Yolu’nun sonuçları

Sarp-Hopa yolu 122 milyon dolar maliyetle bitirildi.

Yol trafiğe henüz açılmıştı ki heyelan başladı. Tünelin

ağzı, düşen taşlarla tahrip oldu. Heyelan durdurulamayınca

tek şeridi kapatıldı.

Artvin’in Arhavi ilçesi ise artık sahil beldesi değil yol

beldesi. Denize sıfır olan çay bahçeleri ve aile gazinosunun

önünde 20 metrelik bir toprak yığını var. Yol,

denize sıfır geçiyor. Çay bahçelerinde kimse oturmuyor.

Pazar’ın girişindeki Hamidiye köyünün 3,5 kilometrelik

sahilinin, sadece 200 metresinde kumsal bırakıldı.

Kumsalın denize mesafesi 10 metre. Hamidiye’de

kumsala ulaşımı sağlamak için Karayollarının yaptığı

altgeçit, su bastığı için kullanılamıyor.

Pazar’ın 4 kilometrelik bölümünde denizle vatandaşın

arasında 7 metre yüksekliğinde duvar çekildi.

Samsun’un Yakakent ilçesine kadar içerden devam

eden yol, ilçe merkezini geçer geçmez, sahile kıvrılıyor.

Orman içinden geçen mevcut yolun 150 metre

aşağısındaki kumsal, eskiden mesire yeri ve plajdı.

Halkın denize girip piknik yaptığı bu yerden şimdi sahil

yolu geçiyor

Bulancak’ta ise kot farkı nedeniyle dere denize kavuşamıyor,

yağmurlarla sel oluyor. Doldurulan kumsallar,

T mahmuzlarla yeniden kazanılmaya çalışılıyor.

Giresun’un Piraziz ilçesinde kıyı dolgusuyla yol yapılınca,

denize sıfır parklar, lokantalar, evler ve işyerleri

yolun 7-8 metre altında kalmış. Lokantaların ve konutların

deniz manzarası, şimdi onlara yarım metre

uzaklıkta 7 metre uzunluğunda bir duvar oldu.

Karadeniz Sahil Yolu suya set vurdu

Son yıllarda doğu Karadeniz bölümünde

meydana gelen sellerin ve

taşkınların ana sebebidir. Yolun yükselen

kotu ile birlikte sel sularının denize

kavuşması önlenmiştir. Bundan

dolayı denize ulaşmaya çalışan taşkınlar,

akarsular baraj gibi bir yükseltiye

boyun eğerek şehir merkezlerinde

hayatı felç etmektedir. Bu da nüfusun

büyük bölümünün sahil şeridinde yaşadığı

Doğu Karadeniz bölümü için

fazlasıyla yıkıcı bir durumdur..

2009 yılında Giresun’da, 2010 yılında

da Rize Gündoğdu’daki sellerde bu

durum açıkça görülüyor.

50

Mart 2011 - 157


genç-İMO

HOCALARLA SÖYLEŞİ: JAPONYA’DA DOKTORA YAPMAK

Ninel ALVER (Yard. Doç. Dr.)

Murat Erdem YÜKSEL, Cihan DEMİRCİ

Ege Üniversitesi 4. Sınıf Öğrencileri

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

Ninel Alver - Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümüne

1995 yılında girip 1999 yılında mezun oldum. Daha

sonraki dönemde Ege Üniversitesi’nde Yapı Ana Bilim

Dalında yüksek lisansımı tamamladım. Doktora derecemi

Japonya’nın Kumamoto Üniversitesi’nde aldım. Doktora

sonrası çalışmalara orada devam ettikten sonra Alexander

von Humboldt bursuyla Almanya’da çalışmalarıma

devam ettim. Şu anda ise Ege Üniversitesi’nde öğretim

üyesi olarak çalışıyorum.

Niçin yurt dışında doktora çalışması yapmayı tercih

ettiniz?

Bölümü bitirdiğimde pek sahada çalışabilecek bir insan

olmadığımı farkettim. Zaten lisede iken de bilim teknik

dergileri okuyan bilime ve araştırmaya meraklı birisiydim,

bu yüzden öğretim üyesi olmaya karar verdim. Bir

de Türkiye’de sadece öğretim üyeleri bilim insanı sıfatıyla

anılabiliyorlar bunun nedeni de araştırma enstitülerinin

çok fazla olmaması. Bu 4. sınıftan itibaren almış olduğum

bir karardı. Bunun sonucunda da doktora eğitimiyle devam

etmek istedim.

Neden Japonya’yı tercih ettiniz?

Yurtdışına gitmek her zaman aklımda vardı çünkü bir

akademisyen için dünyada yapılan çalışmaları takip

etmek, uluslararası bir kişi olmayı gerektiriyor; bu anlamda

akademisyenlik için yurtdışı tecrübesinin şart olduğunu

düşünüyorum. Tabi benim zamanımda herkes

Amerika’ya gidiyordu fakat benim, üniversitemizin kimya

mühendisliği bölümünde bir hocamın (kendisi halen devam

ediyor) doktorasını 80’li yıllarda Japonya’da yaptığını

öğrendim. Benimde yurtdışına gitmeyi düşündüğümü

söylediğimde Japonya’yı önerdi. Japonya’nın da teknik

anlamda ileri bir ülke olmasından dolayı neden olmasın

dedim ve Japonya’ya gittim.

Yurtdışında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Bir kere Japonya’da dil çok büyük bir problemdi. İlk defa

ailemden ayrılmam ve yurtdışına ilk defa tek başıma çıkmam

zorluklara neden oldu tabi ama en büyük sorun nispeten

küçük bir şehirde olmam nedeniyle insanların İngilizceyi

çok bilmemesi Japoncayı bilmeyi gerekli kılıyordu.

Farklı bir ülkeye gittiniz peki dil sorununu nasıl

çözdünüz?

Dil sorununu Japonya’daki üniversitenin sağladığı dil

kurslarına giderek çözdüm, hatta dille bayağı ilgilendim

ve kursa 2 sene devam ettim. Tabi japonca hem yazma

hem konuşma açısından çok zor bir dil ama 6 ay sonunda

günlük konuşmaları rahatlıkla yapıyordum.

Herhangi bir burs olanağından yararlandınız mı?

Tabii tabii. Çünkü Japonya oldukça pahalı bir ülke. Benim

burada tahsisli kadroda olmam sebebi ile yüksek lisansım

bittiği zaman kadromda bitmişti, o yüzden dönmek gibi

bir yükümlülüğüm yoktu. Ben Japonya Kültür ve Eğitim

Bakanlığı Monbukagakusho bursuna başvurdum ve bursa

hak kazandım.

Japonya’da yaşam ekonomik açıdan nasıldı? Gidecek

olan öğrenciler zorlanır mı?

Benim gittiğim zamanda Japonya çok pahalıydı ama artık

çok fark var denemez. Ama büyük şehir farkı orada da var.

Türkiye’de nasıl İstanbul pahalı ise orada da Tokyo pahalı.

Kiralar çok fazla, özellikle bizim gibi sebze ve meyve yiyen

insanlarsanız Japonya pahalıdır.

Barınma sorun oldu mu sizin için olduysa nasıl

çözdünüz?

Bir kere orda yabancı öğrencilere çok iyi bakıyorlar. Biz

Türkler olarak nasıl misafirperver isek Japonlar da öyle.

Benim herşeyim çok önceden ayarlanmıştı. Bir de Manbusho

öğrencisi olmak çok ayrıcalıklı birşey. Bu öğrenciler

özel havaalanında karşılanırlar, yerleri ayırılır, götürülürler,

ilk hafta oryantasyon programına tabi tutulurlar,

size yaşayış ve şehirdeki önemli yerler (hastane, postane,

banka) hakkında bilgi verilir. Benim kalacak yerim orda

ayarlanmıştı ben gitmeden önce. Yabancı öğrenciler için

yapılmış bir yurttu fakat apart otel gibiydi, odanın içinde

mutfağı, banyosu vardı ve üniversiteye yakındı.

Japonya’da hangi konu üzerine çalışma yürüttünüz?

Tabi gitmeden önce Japonya’daki hocamı tercih ettim ve

hocamla yazışma yaptım. Hocam kendi alanında dünyada

çok başarılı bir isim. Yaptığı çalışmada tahripsiz test

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 51


genç-İMO

(tahripsiz muayene) etme yöntemleriyle ilgiliydi, biraz

da kırılma mekaniği, kuantum mekaniği gibi konulara

girmişti, ben de tahripsiz test yöntemleriyle ilgili çalıştım.

Japonya’nın çalışma ortamı bakımından Türkiye’den

farklı yönleri nelerdir?

Fark çok. Neden. Bizim bölümümüz o zamanlar yeni kurulduğu

için laboratuvar koşulları yetersizdi. Laboratuvar

lisans öğrencileri için çok gerekmiyor olabilir ama akademik

bir çalışmaya girişecekseniz yüksek lisans, doktora

gibi laboratuvar şart. Sırf teorik çalışma ile işi götürmek

zor, uygulamasını laboratuvar koşullarında görmeniz lazım.

Bizim böyle imkanlarımız olmadığı için bunu kıyaslamak

bile çok doğru değil bence. Elimizde böyle imkanlarımız

olmadığı için yüksek lisans çalışmam çok teorik

kaldı. Evet yeni yeni gelişiyoruz ama yinede birçok şeyi

şuan yapamayız bence, o yüzden kesinlikle Japonya’da

imkanlar çok daha iyi. Çünkü devlet çok iyi destekliyor

üniversiteleri, bu destek sonuçunda da daha güzel şeyler

çıkıyor ortaya.

Eğitim anlamında Japonya ile Türkiye

karşılaştırmasını yapmanızı istersek ne

düşünürsünüz?

Eğitim anlamında çok fark olduğunu düşünmüyorum.

Çünkü bizde de eğitim çok iyi durumda. Ben Japonya’ya

gittiğimde bilgi açısından onlardan bir eksiğim yoktu.

Dediğim gibi bize verilen lisans bilgisi çok yeterli, bence.

Oraya gittiğimde gördüğüm tek eksik bilimsel çalışma

yapmak istediğinizde bir takım laboratuvar imkanları olmadığı

için bizden çok daha iyiler.

Bildiğim kadarıyla Japonya’da bulunduğunuz süre

içinde ödül kazanmışsınız. Ne ile ilgiliydi?

Biz orada çok güzel çalışmalar yaptık. Beton içerisindeki

boşlukları görüntülemek üzerine bir teknik geliştirdik aslında

oradaki hocamla birlikte. Beton içerisindeki boşlukları

ultrasonik resim gibi monitör ettik. Bu çalışma güzel

sonuçlar verince 3 tane ödül aldık Japonya’da.

Çok farklı bir kültüre gittiniz yemekler ve sosyal

yaşam sizi zorladı mı?

Zorladı. Ama eminim bir Amerikalıyı veya bir Avrupalıyı

daha çok zorlamıştır. Çünkü biz daha karma bir kültür olsahibiz.

Japonya ataerkil bir toplum ama gene de misafirperver

bir toplum, o açıdan bize çok benziyorlar. Ama çok

farklı düşünceleri de var. Biz Türkler herzaman işler çabuk

olsun isteriz, herşeye bir anda çözüm bulabiliriz, bir yol

işlemiyorsa başka bir yol hemen bulabiliriz. Japonya’da

bu kesinlikle yok, bunlar bana biraz zor geldi. Her şey çok

yavaş, tabii bir süre sonra alışıyorsunuz, siz de öyle oluyorsunuz.

Yemeklere gelince tabi pek evlerde yapılmıyor,

çünkü çalışma hayatı orada çok yoğun çok fazla çalışıyorlar.

Çalışmaktan ölen tek insan herhalde Japonya’da dır.

O yüzden yemek yapmaya çok da vakitleri olmuyor. Tabii

bunlar ayrıntı ama Japon insanları çok hiyerarşik bir sistemde

yetiştirildiği için insanlar üstlerinden çekiniyor. Bu

yüzden bir alttaki bir üstteki ile çok rahat konuşamıyor,

bunu da parti ve yemeklerde aşıyorlar, içki ile beraber biraz

da rahatlayınca kaynaşmaya başlıyorlar.

Türkiyedeki ve yurtdışındaki burs imkanlarının

farkları sizce nelerdir?

Bu aslında çok güzel bir soru, çünkü benim dönemimde

çok fazla burs seçeneği yoktu Türkiye’de. Bizlerden bir jenerasyon

önce insanlar çok daha kolay burslar bulabiliyorlardı,

YÖK burslarıdır, kurum burslarıdır. Bizim dönemde

çok zordu, burs yoktu çünkü, o dönem YÖK bursları da

çok az veriliyordu. Günümüze bakacak olursak Türkiye’de

de çok güzel burs imkanları var. TÜBİTAK olsun YÖK olsun

diğer başka kurumlar çok güzel destekler verebiliyorlar.

Hatta şuan bir kaç araştırma görevlimiz YÖK ile başka ülkelerde

araştırmalar ve çalışmalar yapıyorlar.

Yabancı ülkelerde Türklere bakış açısı nasıl?

Japonlar Türkiye’nin nerede olduğunu biliyorlar ama ben

orada Türkiye’nin yerini bilmeyen başka yabancılarla da

tanıştım. Bu onların ayıbı tabi ama Türkiye’nin nasıl bir

ülke olduğunu çok bilmiyorlar. Japonlar Türkleri seviyorlar,

tarihten gelen birşey bu, Türkleri seviyorlar gerçekten.

Yurtdışından Türkiye’ye döndükten sonra akademik

çevrede yararını gördünüz mü?

İnsanlar daha iyi bakıyorlar. Farklı şeyler yapmışsın

ne kadar güzel diyorlar. Bir kere oraya tek başına

gidip birşeyler yapmış olmak bile güzel birşey ki

başarılı çalışmalar yapınca daha da insanlardan takdir

görüyorsunuz. Gönül isterki yapılan bütün çalışmalar

takdir edilsin, Türkiye’de yapılan çok güzel çalışmalar var

fakat yurtdışı insana farklı bir görüş kazandırıyor.

Yurtdışından döndükten sonra hayata bakışınız

değişti mi?

Değişti tabii. Bir kere Japonya bana çok şey öğretti. Sakin

olmayı, insanlara daha saygılı olmayı öğretti, Türkiye’de

de bu değerleri alıyoruz fakat bazen biz dejenere olup

bazı şeyleri de unutabiliyoruz. Japonya bana hayata bakış

anlamında bunları kattı. Akademik anlamda ise çok şey

kattı diyebilirim. Hocam çok iyi bir hocaydı onunla beraber

çalıştım. Uluslararası çapta biri olduğu için uluslararası

düzeyde birçok insanla tanışma fırsatı buldum, ondan

sonra da hep bunun faydalarını gördüm. Halen daha da o

insanlarla görüşüyorum. Bunlar bana çok şey kazandırdı.

Japonya’da başınıza gelen en ilginç olay neydi?

Bu çok zor bir soru çünkü başıma birçok ilginç olay geldi.

Mesela başıma birkaç kez geldi bu olay. Ben Japonya’da

bisiklet kullanıyordum ulaşım aracı olarak, o kadar güvenli

bir ülke ki, cüzdanımı birkaç kez bisikletimin sepetinde

unutmama rağmen saatler geçip bisikletime geldiğimde

cüzdanımın halen sepette olduğunu görüyordum.

Orada hırsızlıktır falan pek olmuyor. Arkadaşlarım evlerini

kilitlemeden dışarı çıkarlardı.

Yurtdışında yüksek lisans doktora düşünen

öğrencilere ne önerebilirsiniz?

Ben kesinlikle yurtdışında yüksek lisans, doktora yapmaları

taraftarıyım. Hep şunu söylüyorum, Türkiye’deki eğitimi

kesinlikle çok beğeniyorum kötü demiyorum asla ama

Japonya’daki öğrencilere de başka bir ülkeye gidin derim.

Kesinlikle başka bir kültürde tek başına yaşamaya çalışmak

insana çok şey katıyor. Dünya görüşünüz değişiyor,

insanlar sizi nasıl biliyorlar, sizin ülkenizi nasıl tanıyorlar,

siz onlara ülkenizi en iyi şekilde nasıl tanıtmaya çalışıyorsunuz,

bu da sizi daha çok geliştiriyor. Aynı yerde sürekli

kalmak yosun tutmanıza sebep oluyor. Bence aktif olmak

gerekiyor özellikle akademisyenlik düşünüyorsanız.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler...

52

Mart 2011 - 157


Kültür ve Sanat

İnş. Müh. Tuğrul BAŞTAN

Karyola

Psikoloğa giden adam;

-Geceleri uyuyamıyorum efendim demiş sürekli

karyolanın altında biri var gibi geliyor. Karyolanın

altına girip orada uyumayı deniyorum. Bu

defa da üstünde biri var gibi geliyor...

Adamı dikkatle dinleyen psikolog

’Hallederiz bu saplantıyı’ demiş.

’Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir

tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.’

’Her viziteye ne kadar ödeyeceğim?’

’Her vizite 100 TL buna göre 6 ayda 4 bin 800

TL ödeyeceksiniz’ Adam gitmiş , gidiş o gidiş...

Psikolog birkaç ay sonra adama sokakta rastlamış:

’Ne oldu hastalığınız?’

’2.5 TL’ye hallettim...’

’Nasıl oldu?’

’Sizden çıktıktan sonra ilerdeki bara uğradım.

Biramı içerken barmene hastalığımı anlattım.

’Karyolanın bacaklarını kes’ dedi... Kestim; mesele

halloldu.

Sübhaneke

İmam Hatip Lisesinde teftiş yapan bir müfettiş

sınıfa girer. Ders Kur’an-ı Kerim’dir. Bir öğrenciyi

kaldırarak ismini sorar.

Öğrenci, “Fatih” diye cevap verir.

Müfettiş, “Peki öyleyse yavrum Fatiha suresini

oku bakalım.” der.

Çocuk sureyi okuduktan sonra müfettiş bir başka

öğrenciye sorar.

- İsmin ne çocuğum?

Öğrenci: “Kevser efendim” diye cevap verir.

Müfettiş, “Peki öyleyse yavrum Kevser suresini

oku bakalım.” der bu sefer.

Çocuk sureyi okur. Sıra başka bir öğrenciye gelmiştir.

Müfettiş tekrar sorar.

- İsmin ne çocuğum?

Çocuk cevap verir:

-Yasin ama arkadaşlar bana kısaca sübhaneke

derler.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 53


Kültür ve Sanat

İnş. Müh. Alim ŞADAN

BETORNAME

Betonarmeye Giriş

Betonarme Yapı Elemanları

Betonarme Taşıyıcı Sistemler

Prof. İsmet AKA

Prof. Dr. Fikret KESKİNEL

Prof. Dr. Feridun ÇILI

Doç. Dr. Oğuz Cem ÇELİK

Birsen Yayınevi

İÇİNDEKİLER

Genel Bilgiler

Yapı Malzemesi Olarak Betonarme

Eksenel Kuvvet Ve Eğilme Momenti Etkisi

Kesme Kuvveti Etkisi

Burulma Momenti Etkisi

Betonarme Kolon Ve Kirişlerde Yapımsal Esaslar

Betonarme Döşemeler

Betonarme Temeller

Yüksek Kirişler

Betonarme Yapılarda Derzler

Betonarme İstinat Duvarları

Betonarme Taşıyıcı Sistemler

Kitap oniki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel

bilgiler verilmiştir.

İkinci “bölümde yapı malzemesi olarak betonarme konusu

incelenmiş, ayrıca betonarmede

taşıma gücü kavramına ilişkin özlü bilgi verilmiştir. Üçüncü

“bölümde betonarme elemanlarda, taşıma gücü hesap

yöntemine göre, eksenel kuvvet ve eğilme momenti etkisi

ayrıntılı olarak incelenmiş; betonarmenin eğilme şekil değiştirmeleri

konusu işlenmiştir.

Dördüncü “bölümde kesme kuvveti etkisi, beşinci “bölümde

ise burulma momenti konusuna yer verilmiştir.

Mukavemet hesaplarında her konu ele alındığında verilen

ayrıntılı bilgilerin yanısıra, yöntemin anlaşılmasını kolaylaştırmak

amacıyla yeterli sayıda sayısal örnek eklenmiştir.

Bunun yanında, hesaplamaktan daha önemli olduğu belirtilerek,

betonarmenin davranışı üzerinde durulmuştur.

Betonarme kolon ve kirişlerde, betonarmenin davranışı

ve hesaplanması konusunda araştırmaların son durumu,

üzerinde görüş birliğine varılan kurallar, bu davranışı

gerçekleştirecek donatı yerleştirilmesini içeren yapımsal

esaslar altıncı bölümde verilmiştir.

Yedinci “bölümde betonarme döşemeler, sekizinci bölümde

betonarme temeller, dokuzuncu bölüm de “ ek

kirişler, onuncu bölümde betonarme yapılarda derzler ve

onbirinci bölümde betonarme istinat, duvarları konuları

incelenmiş, bu betonarme yapı elemanlarının tasarımı ve

hesabına ilişkin bilgiler sunulmuş, sayısal örnekler verilmiş,

yapımsal esaslar belirtilmiştir.

AĞABABA CUMHURİYET’İN İMAMI

M. Osman Akbaşak

Truva Yayınevi

Üyemiz İnşaat Mühendisi

M. Osman Akbaşak aydın

bir din adamı olan dedesinin

cumhuriyet dönemi ve

istiklal savaşında devrimlerin

kabuluyle ilgili yaptığı

çalışmaları anlattığı Romanı

şöyle tanıtıyor:

“Ağababa’mı ilk hatırladığım

yıl 1957, tavana asılı

salıncakta kardeşimi sallarken

ninni söylüyor, ama

bu annemin söylediği ninnilerden

değil, çok farklı.

Ayakta, salıncağı ipinden

çekerek sallarken elliüç yıl sonra hâlâ kulağımda olan yumuşacık

sesiyle “Hürmet sana ey şan dolu sancağım” diyerek

torununu uyutmaya çalışıyor.

Anneme sordum, Ağababam ne diyor? Diye, annem gülümsedi.

“O Ağababa’nın marşı” dedi. Sonra minik minik

başka anı fotoğrafları sıralanıyor belleğimde. Kapının

önünde bir tak, defne dallarıyla süslenmiş, o güne kadar

görmediğim kadar çok bayrak asılmış, evden çekilen kablodan

birçok ampullerle ışıl ışıl donatılmış. “Bugün bayram”

dediler, “Ağababa’nın en büyük bayramı”.

Henüz dört yaşındaydım anlayamamıştım ki, daha dünyayı

yeni tanımaya çalışıyordum. Birkaç yıl sonra ağababamı

kaybettik, ardından anneannemi, o anılar belleğimin bir

köşesinde hep durdu. Zaman zaman teyzelerim, dayılarım,

annem anlatırdı, ağababamı. Her geçen yıl biraz daha tanıdım,

tanıdıkça gururlandım.

Benim Ağababam bir kahramandı. Aradan yıllar geçti Ağababam

gözümde hergün daha büyüdü, hele içinde bulunduğumuz

yıllarda kıymetini çok daha fazla anladım, ama

benim anlamam yetmezdi. Herkes öğrensin, herkes tanısın

istiyordum, mutlaka onu, düşüncelerini, Atatürk’üne ve

Devletine olan sevgisini, saygısını bugünlere taşımalıydım.

Her ne kadar çeşitli sanat dallarına ilgim olsa da ben yazar

değilim. Nasıl yaparım diye son beş altı yılımı geçirirken, gecikmiş

olmanın onun anılarına saygısızlık olacağını düşündüm

ve 2009 Aralık ayında başladım yazmaya. Sağolsunlar

yakınlarım çok destek oldu ve “Ağababa” elinize geçti.

Lütfen onu iyi tanıyın, onun şahsında birkaç neslin ne koşullarda

yaşadığını, neler yaptıklarını düşünün. Mustafa Kemal

Atatürk, arkadaşları, ordusu ve “Ağababa”lar olmasaydı

biz bugün ne durumda olurduk.”

Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.

M. Osman AKBAŞAK

54

Mart 2011 - 157


Kültür ve Sanat

9 Mart 1971

9 Mart 1971 tarihinde, ülke yönetimini ele geçirmek isteyen

bir cuntanın varlığı açığa çıkarıldı.

Hakkında pek az yayın bulunan bu cunta hareketi, çok

az kişi tarafından tüm yönleri ile bilinmektedir. Bu cunta

hareketinin içerisinde olduğu iddia edilen kişiler de bu

girişimi açığa çıkaranlar da ‘9 Mart Cuntasından’ bahsetmekten

hoşlanmamıştır.

Bu sessizliğin arkasında yer alan cuntacılar açısından asıl

gerekçe; başarısız olmaları ve deşifre olmayan bazı subayların

açığa çıkarılmaması isteği olabilir. Cuntayı açığa

çıkarıp birçok subayı emekli ayıran ve bazı kişilere işkence

yapanlar açısından sessizliğin gerekçesi ise yüksek ihtimalle

kendilerinin 3 gün sonra bir darbe yapmış olmasıdır.

3 gün sonra kendileri darbe yapmış olan kişilerin,

9 Mart Cuntasında yer alanları darbecilikle suçlamasını

beklememek gerekir.

Birçok yorumcu için bu durum daha kısa bir anlatımla,

1971 yılında siyasetin farklı kulvarlarında yer alan kesimler

ordunun içerisinde siyaset yapmaya başlamıştır.

9 Mart Cuntası, ordunun içerisinde yer alan sola eğilimli

ve ABD karşıtı kesimleri temsil etmektedir. 12 Mart Muhtırasını

verenler ise, ordunun içerisinde yer alan sağa

eğilimli ve ABD ile yakın ilişkiler içersinde olan kesimleri

temsil etmektedir. Her iki kesimde, belirli bir siyasi eğilime

yakınlık gösterdiği için siviller içerisinde taraftarları

veya üyeleri bulunmaktadır.

12 Mart darbesinin ne amaçla yapıldığı, darbe yapıldıktan

bir süre geçtikten sonra anlaşılmıştır. 9 Mart

Cuntasından haberi olan bazı sol kesimler ilk anda, 12

Mart darbesinin solun önünü açacak bir askeri harekât

olduğunu düşünmüşlerdir. Birçok solda yer alan yapılanmanın

12 Mart Darbesini selamlayan bildiriler yayınlanmasının

arkasında bu yanılgı yatmaktadır. Bu sol gruplar

darbenin kendilerine karşı yapıldığını anlaması için ise

kısa bir süre geçmesi yetmiştir.

9 Mart Cuntasının başını Emekli General Cemal Madanoğlu

ve Tümgeneral Celil Gürkan çekiyordu. 12 Mart

darbesini planlayanların başını ise dönemin Genelkurmay

Başkanı Memduh Tamaç ile 1. Ordu komutanı Faik

Türün çekiyordu. 9 Mart Cuntası Kara Kuvvetleri Komutanı

Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin

Batur ile temas halindeydi. 9 Mart

Cuntasına yakın duran bu iki komutan,

MİT ajanları Mahir Kaynak ve

Mehmet Eymür tarafından Genelkurmay

Başkanına bildirilince deşifre

oldukları için saf değiştirerek 12

Martçılara katıldılar.

Bu saf değiştirme 9 Mart Cuntasının sonunu getirmişti.

12 Mart Muhtırası’nı veren Memduh Tağmaç, Orgeneral

rütbesindekiler hariç bu 9 Mart Cuntasına adı karışan

başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları

re’sen emekliye sevketti. 1. Ordu Komutanı Faik

Türün de bu darbeye adı karışan tüm aydınları ve diğer

9 Mart Cuntası üyelerini Ziverbey Köşkünde Milli İstihbarat

Teşkilatı vasıtasıyla işkenceyle sorguya çekti.

Burada bu olayın çok fazla bilinmeyen başka bir yönü ise

1.Ordu Komutanı Faik Türün’ün durumudur. Faik Türün

12 Martta darbe yapmış bir komutandır. Solculara karşıdır.

Ama karşı olmasının en büyük nedeni birçok analist

için, öncellik kendisindeyken, Faruk Gürler’in genç

subayların desteği ile Kara Kuvvetleri Komutanı yapılmış

olmasındadır. Faruk Gürler 9 Mart Cuntasına yanaşmıştır.

Çünkü geleceğini orada görmüştür. Durum değişip cuntanın

başarısız olma ihtimali belirince çark ederek sağ

bir darbenin mimarlarından biri olmuştur. Faruk Gürler

9 Mart Cuntasında devlet başkanı yapılmak istenmektedir.

Fakat 12 Mart darbesini yapanlara katılınca bu plan

suya düşmüştür. Fakat bu plan 12 Mart darbesinden 2

sene sonra 12 Mart’ı yapan askerlerin bir dayatması olarak

meclise gelecekti. Bütün kuvvet komutanları meclise

Faruk Gürler’i dayatmasına rağmen 12 Mart darbesinin

en önemli mimarlarından 1. Ordu Komutanı Faik Türün

Faruk Gürler’e destek vermemiştir. Gerekirse meclise 1.

Ordu ile birlikte yürüyeceğini, Adalet Partisi Genel Başkanı

Süleyman Demirel’e icap ederse TBMM’yi İstanbul’da

toplayabileceğini söylemiştir. Sol devrimci olduğuna

inandığı Orgeneral Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı olmasını

engellemiştir.

9 Mart Cuntası ve sonrasında gelişen 12 Mart Muhtırası

süreci farklı yönleri ile analiz edilmesi gereken bir dönemdir.

Bu konuda yazılan kaynakların artması ile birlikte

şu an sıkça kullanılan ‘darbeci’‘demokrat’ vs. tanımlamaların

yeniden yapılmasını sağlayacaktır.

İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 55


ALİ İHSAN ARGIT

İNŞAAT MÜHENDİSİ

ALİ İHSAN ARGIT

Oyun

İNŞAAT MÜHENDİSİ

Bulmaca köşesi

KARE BULMACA

KARE BULMACA

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

1

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

1

2

2

33

44

55

6

6

7

7

8

8

9

910

10

SOLDAN SAĞA

SOLDAN 1– Fermantasyon. SAĞA 2– Bir şeyin elden ele

geçmesi – Değeri bin volt olan elektrik gerilimi

biriminin ksa yazlş. 3 – Hoyrat, Nobran –

1– Baş Fermantasyon. çoban. 4 – Oniki 2– aydan Bir biri şeyin – Döneç, elden ele

geçmesi elektrik – motor Değeri yada bin dinamolarda volt olan elektrik hareketli gerilimi

biriminin bölüme ksa verilen yazlş. ad. 5 – 3 Kamyon – Hoyrat, markas Nobran – –

Baş Cinsel çoban. ilişkide 4 bulunmamş – Oniki aydan dişi. 6 biri – Avrupa – Döneç,

Birliği – Döşek. 7 – Kazan kulpu – Kendisine

elektrik motor yada dinamolarda hareketli

kitap indirilmemiş peygamber. 8 – Birbirine

bölüme kötülük etmeye verilen kadar ad. varan 5 – sürekli Kamyon anlaşmazlk markas –

Cinsel – Üç yaşna ilişkide kadar bulunmamş olan at yavrusu. dişi. 69 – Bir Avrupa

Birliği badem – Döşek. çeşidi 7 – Kazan Selenyum kulpu elementinin – Kendisine

kitap simgesi. indirilmemiş 10 – Dikenli peygamber. bitkilerin çok olduğu 8 – yer. Birbirine

kötülük etmeye kadar varan sürekli anlaşmazlk

YUKARIDAN AŞAĞI

– Üç yaşna kadar olan at yavrusu. 9 – Bir

badem 1– Sayya çeşidi dayal, mantkl, – Selenyum ince hesaba elementinin bağl,

simgesi. riyaziye. 102– – Dikenli Krmz – bitkilerin Meyvenin çok üzerini olduğu saran yer.

sert ksm. 3 – Sağlam, kesin bilgi, bir şeyi iyice,

YUKARIDAN kesinlikle bilme AŞAĞI – Kar frtnas. 4 – Alt tabaka. –

Hayvanlarn su içtikleri taş veya ağaçtan oyma

kap. 5 – Dudak – Artk, artan, kalan, geri kalan.

1– 6 Sayya – Ermenilerin dayal, Ağr mantkl, dağna ince verdikleri hesaba ad – bağl,

riyaziye. Damarda 2– dolaşan. Krmz 7- Bir – soru Meyvenin sözü – üzerini Bir erkek saran

sert ad ksm. – Mililitre’nin 3 – Sağlam, ksa yazlş. kesin 8 bilgi, – Bir maln bir şeyi tür, iyice,

kesinlikle miktar, bilme fiyat gibi – Kar nitelikleri frtnas. belirtmek 4 – Alt tabaka. için –

Hayvanlarn üzerlerine konulan su içtikleri küçük kâğt. taş veya 9 – Işk ağaçtan saçacak oyma

beyazlğa varncaya kadar stlmş olan –

kap.

İspanya’da

5 – Dudak

etnik


bir

Artk,

bölge.

artan,

10 – Karşlğ

kalan, geri

sonra

kalan.

6 ödenmek – Ermenilerin üzere. Ağr dağna verdikleri ad –

Damarda dolaşan. 7- Bir soru sözü – Bir erkek

ad – Mililitre’nin ksa yazlş. 8 – Bir maln tür,

miktar, fiyat gibi nitelikleri belirtmek için

56 Mart 2011 - 157

üzerlerine konulan küçük kâğt. 9 – Işk saçacak

beyazlğa varncaya kadar stlmş olan –

İnş. Müh. Ali İhsan ARGIT

SUDOKU (kolay)

SUDOKU (kolay)

6 3 2 7

6 3 2 7

3 2 1

3 2 1

4 8 3

4 8 3

4 5 1 4 5 7 1 7

2 9 2 1 9 1

3 43 8 4 8

7 3 6

7 3 6

8 7 2

8 7 2

3 1 2 9

3 1 2 9

SUDOKU ( orta )

SUDOKU ( orta )

3 5

7 4 1

9 7 6 3 5

9 4 27 7 4 1

3 9 8 4 7 6

4 7 9

9 4 2 7

6 5 2

3 8 4

5 6 8

9 8 4 7 9

6 5 2

5 6 8

SUDOKU ( zor ) 9 8

6 1 2

7 8

SUDOKU ( zor )

5 4

4 6 5

8

3 7

6 1 2

9 1

7 2 4

8

5 5 4 3

3 4 5 6 6 5

3 Çözümleri sayfa 39’da 7

8 Çözümleri sayfa 9 …….. da 1

2 4

5 3

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!