Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnÅaat Mühendisleri Odası
Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnÅaat Mühendisleri Odası
Mart 2011 - Sayı: 157 (4398 KB) - İzmir - İnÅaat Mühendisleri Odası
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
TMMOB
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
İZMİR ŞUBESİ
haber bülteni
Yıl: 26 - Sayı: 157 - Mart 2011
İki ayda bir yayınlanmaktadır.
Sahibi:
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi adına
İnş. Müh. Ayhan EMEKLİ
Sorumlu Yazı İşleri Yönetmeni:
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi adına
İnş. Müh. Ali Fuat GÜNAK
Yayın Kurulu
Tahsin VERGİN (1949-2010)
Ayhan EMEKLİ Jale ALEL
A. Fuat GÜNAK Ahmet BAHAR
Hülya ALTUN Ahmet ERMİN
Necati ATICI Gülşen IŞIK
Sadık Can GİRGİN Arslan KESKİN
Şefika SEYHAN HAS Aydın NOGAY
Erhan ARSLAN S. Ruken SARIOĞLAN
Vedat YORULMAZEL
Yayın Koşuları:
Gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmamasına
Yayın Kurulu karar verir. Yazılardaki görüşler
yazarlarına aittir. Gönderilen yazılar geri verilmez.
Yazılar yaygın kullanılan kelime işlem programlarından
birinde yazılmış olarak CD ile veya imoizmir@imoizmir.org.tr
adresine e-posta ekinde
gönderilmelidir.
İyi bir baskı kalitesi için yazılarda kullanılan fotoğraf,
şema, tablo gibi görsel malzemeler tek sütun
için en az 8 cm eninde, çift sütun için 16,5 cm
eninde ve en az 300 dpi çözünürlükte olmalıdır.
Bültenimizin bir sayfasında görsel malzeme bulunmayan
yazılar yaklaşık 580 kelime (4.500 boşluklu
karakter) içermektedir. Yazıların sayfa düzeni
yeniden yapıldığı için yazar tarafından bültene
uygun bir sayfa düzeni yapılmasına gerek yoktur.
Yazılarda mümkün olduğunca “otomatik dipnot”,
“otomatik madde işaretleri” gibi, bazı programlara
özgü otomatik işlevleri kullanmak yerine bu
işlemler “manuel” olarak (elle) yapılmalıdır.
Yönetim Yeri:
Anadolu Cad. Tepekule İş Merkezi,
No: 40, Kat: 1 Bayraklı/İZMİR
Telefon : 232 462 56 55 - Faks: 232 462 11 67
web: www.imoizmir.org.tr
e-posta: imoizmir@imoizmir.org.tr
Dizgi ve Sayfa Düzenleme:
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Bu sayı 5800 adet basılmıştır.
Şube üyelerine ücretsiz dağıtılır.
Yayın Türü: Mesleki, Yerel, Süreli Yayın
Baskı: EMKA Matbaacılık
Adres: 1204/6 Sk. No: 38/201 Baltalı İş Mrk. D
Blok Gıda Çarşısı Yenişehir-İZMİR
Tel : 232 457 43 43 (Pbx) - Fax: 232 459 48 05
BAŞYAZI
Başyazı 2
YAYIN KURULUNDAN
Merhaba 3
ŞUBEDEN
Ocak – Şubat 2011 Etkinliklerimiz 4
Şubeden Haberler 9
İMO’dan 14
TMMOB’den 21
TMMOB İzmir İKK’dan 27
İNCELEMELER
İnşaat Sektöründe Mevcut Durum ve Etkilenmeler 28
Yapı İşlerinde “Kadın” Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği 34
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ
2009 Yılı İnşaat Sektörü İş Kazası ve
Meslek Hastalıkları İstatistikleri 37
VERGİ
Ödeme Emri, Mal Beyanı,
Ödeme Emrine İtiraz ve Dava Açma Süreleri 38
SAĞLIK
Sağlıkta Kaos Devam Ediyor 40
HUKUK
İnşaat Mühendislerinin Bağlı Olduğu
Yasal Düzenlemeler Yönünden Zorunlu İş (Hizmet) Sözleşmeleri 41
ÜYELERİMİZDEN
Enerji Kimlik Belgesi (EKB) ile İlgili Bilgilendirme 44
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 46
Yeni Mezun Gözüyle Libya Deneyimlerim 47
genç-İMO
Ocak –Şubat 2011 genç-İMO İzmir Etkinlikleri 48
Karadeniz Sahil Yolu 49
Hocalarla Söyleşi: Ninel ALVER 51
KÜLTÜR ve SANAT
Mizah 53
Kitaplar Arasında 54
Tarihte Bugün 55
OYUN
Bulmaca 56
Basım Tarihi:
Başyazı
Ayhan EMEKLİ
İMO İzmir Şube Başkanı
Değerli Meslektaşlarım;
Dergimizin bu yazısını kaleme almak giderek ısınan ve sıcaklığı artan
gündemin bir günden diğerine çok hızlı değişmesi nedeniyle
kolay olmayacak. Önceki sayılarda Şube Başkanımız Tahsin Ağabeyin
yazdığı bu sayfanın taşıdığı değer ve sorumluluk anlamında;
onun çizgisini sürdürmek, İMO örgütlülüğüne, bizlere kattıkları
açısından ayrı bir görev yükleyecektir.
Geçtiğimiz günlerde bizimde içinde bulunduğumuz coğrafyada
Tunus’ta başlayıp; Mısır ve Libya’da devam eden, Kuzey Afrika ve
Arap yarımadasıyla tüm Ortadoğudaki Arap dünyasına sıçrayan,
halkların diktatörlere karşı meydanlardaki eylemleri şeklinde ortaya
çıkan ve demokrasi talepleri içeren gelişmeleri yine canlı TV
yayınları ile izledik. Buna karşılık olarak ülkelerin bazılarında otoriter
yöneticilerin -diktatörlerin- baskıları artırdığını; bir kısmında
ise diktatörlerin ayrılmasıyla yönetim değişikliklerine gidildiğini
ya da yönetimleri tarafından kısmi reform söylemlerinin dile getirildiği
süreçler gündeme geldi. Bütün bu gelişmelerin yaşandığı,
halkların demokrasi talepleriyle sokağa döküldüğü ülkelerin ortak
benzerlikleri otoriter rejimlerle yönetilmeleri ve bu nedenle de örgütlü
yapılara sahip olamamalarıdır. Toplumsal ve siyasal eylemlerde
başarı örgütlülükten geçmektedir. Bu nedenle; yıllardır ezilen,
sömürülen ve baskı altında tutulan halkların önümüzdeki süreçte
eylemlerini biçimlendirmede, haklılıklarını dile getirme ve elde etmede,
demokratik süreçlere yol almada tanıklık edeceğimiz daha
da zorlu günler beklemektedir.
“Yeni Dünya Düzeni” veya “Küreselleşme” süreci, 1991’de Sovyetler
Birliği’nin dağılmasını izleyen özellikle Doğu Avrupa’da ve Balkanlarda
oluşan -oluşturulan- yeni devletler ile başlamıştı. 9 Eylül
2001’de Amerika’daki İkiz Kulelere yapılan saldırının arkasından
dünyanın geniş bir bölümünde ABD’nin “Terörizmle küresel savaş”
diye adlandırdığı, radikal-siyasal İslami terör tehdidini askeri
girişimlerine gerekçelendirme yaptığı ve özgürlük, demokrasi
kavramlarını öne sürdüğü Irak ve Afganistan işgalleri dönemi ile
devam etti. Sömürgeciliğin tarihinde, daha önce de, ‘demokrasi’
bahanesiyle işgaller olmuştu. Amerika ve Fransa’nın Vietnam’a savaş
açarken neden olarak kullandığı ”uygarlaştırma” (sömürgeleştirme)
gerekçeleri işgal amacıyla hep kullanılan yöntemlerdi.
Kuzey Afrika’da Libya sürecini ele aldığımızda; AB’ye ve ABD’ye
yönelik bir tehdit ya da saldırı yok iken işgale dönük girişimlerin
hızla başlatılmasını dikkatle değerlendirmeliyiz. Bugüne kadar söz
konusu ülkelerle ciddi bir çelişki yaşamayan, totaliter rejimlerle,
diktatörlerle çıkar ilişkilerini uzun yıllardır sürdüren emperyalistler
kendi kontrolleri dışına çıkabilecek gelişmelere müdahil olmak
adına yine aynı söylemleri kullanarak; insan hakları, demokrasi vb.
adına harekete geçtiklerini -işgal ettiklerini- söylüyorlar. ABD ve
AB’nin Libya müdahalesinin Nato komutasında yapılması kararı ve
ardından meclisten geçirilen tezkere ile Türkiye’nin İzmir komuta
merkezi olmak üzere üslerini kullandırmasıyla ve askeri birlikleriyle
işgal gücü içinde yer almasıyla; AKP hükümeti ülkemiz için biçilen
jandarmalık-bekçilik rolünü üstlenerek emperyalistlerle işbirlikçi
bir politika izlemektedir. Tarihin ne garip bir oyunudur ki daha iki
ay kadar öncesinde Kaddafi’den para ödülü ile birlikte “İnsan hakları
ödülü” alan yine Başbakan Tayyip Erdoğan’dır. Diğer emperyalist
ülkeleri de yanına alan ABD; tek kutuplu hale gelen yaklaşık
200 ülkeli dünyamızda BM örgütü içinde yalnızca 15 üye devletten
oluşan ve ancak beşinin veto yetkisi olan Güvenlik Kurulunu; kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Unutulmamalıdır ki bugüne
kadar hiçbir emperyalist müdahale halkların lehine çözümler
getirmemiştir.
Mısır’da Mübarek’e halkın taleplerini dikkate almasını söyleyen,
Libya’da müdahale güçleri içinde yer alan AKP hükümeti; ülkemizde
referandum ile birlikte darbelerle hesaplaşılacağı, meclisten
geçen torba yasalarla “ileri demokrasi”ye geçileceği sahte söylemleriyle
adım adım baskıcı-otoriter bir rejim dayatmaktadır. İçinde
bulunduğumuz dönemde iktidarın referandum sonrasında yargıya
yönelik düzenlemelerle “müdahalelerle” kendi yargısını oluşturduğu,
çalışma yaşamında özelleştirme taşeronlaştırma esnek
çalışma uygulamalarıyla işsizlik ve güvencesizliği yaygınlaştırdığı,
gençlerin taleplerini polis baskısıyla gözaltı ve tutuklamalarla susturmaya
çalıştığı sivil baskıcı yöntemler hüküm sürmektedir. İnsanların
savunma haklarının elinden alındığı, yargılama başlamadan
medya kanallarında suçlu ilan edildiği, muhalif görüşte devrimci
demokrat yurtsever eleştiren basına yapılan baskınlarla ve cezaya
dönüşen tutuklamalarla düzeni ve cemaati eleştiren gazeteciler
terörist ilan edilerek gözaltına alınmaktadır. Toplum; bireyler, örgütler,
medya ve yargı olarak daha özgür, daha bağımsız ve daha
“demokratik” bir çizgide mi gitmekte, yoksa daha sınırlı ve kısıtlı,
daha denetlenen, izlenen, kaydedilen ve baskıyla yönlendirilen
bir yolda mı ilerlemektedir? Önümüzdeki süreçte haklarımızı elde
etmemiz ve koruyabilmemiz birlikte ve örgütlü hareket edebilmemize
bağlı olacaktır.
Değerli meslektaşlarım;
Japonya’da 11 Mart tarihinde 9.0 büyüklüğünde, karadan 130 km.
uzaklıkta, merkezi okyanus tabanının 30 km. derinliklerinde meydana
gelen düşey atımlı depremi ve sonrasında depremin oluşturduğu,
25 dakikada kıyıya ulaşan, 10 m. yüksekliği aşan ve karanın
birkaç km. iç kısımlarına kadar giren dev tsunami dalgalarını hepimizi
ürperten görüntülerle yine canlı yayında izledik. Deprem
etkisinde binaların güvenli olduklarını, insanların bulundukları
yeri terk etmediklerini gördük. Depremden çok tsunami’nin büyük
yıkıcı etkileri, onbinlerce insanın canını kaybetmesi-yaralanması,
dev dalgaların bir-iki katlı genellikle ahşap evleri, otomobilleri,
gemileri önüne katıp sürüklemesi, nükleer santral patlamaları-sızıntıları
felaket görüntüleriydi. Japon halkıyla dayanışma duygularıyla
ve hayatlarını kaybedenleri saygıyla anarak 17 Ağustos 1999
depremi sonrası şapkamızı koyup düşünmeliyiz. Geçen süreyi nasıl
geçirdik? Daha önce defalarca söyleyip yazdıklarımızı tekarlarsak;
İmar Yasası, Yapı Denetim Yasası, Kentsel Dönüşüm Yasası vb. ilgili
yasaları yeniden düzenlemeliyiz. Okullar, hastaneler, köprüler,
ulaşım yapıları ve diğer kamu binalarını acilen gözden geçirip
deprem güvenlikli hale getirmeliyiz. Afet yönetimini yeniden düzenlemeliyiz.
Yeşil alanları, parkları koruyup halkın sığınacağı park,
bahçe, toplanma alanları hazırlıklarını yapmalıyız. Yüksek riskli yapı
ve kentsel dokularımızı, mevcut yapı stokumuzun durumunu belirlemeli,
güncellemeliyiz. Yapı denetim sistemimizin sorunlarını
gidermeliyiz. İmar aflarını gündemden düşürmeli, proje ve uygulamadaki
denetimsizliğe karşı durmalıyız. Sonuç olarak; Deprem
güvenli yapı için, tüm binaların İnşaat Mühendisliği hizmeti alması
gerçeğinden hiç sapmamalıyız.
İMO 42. Dönem Çalışma Programı doğrultusunda 9-10-11 Aralık
2011 tarihinde Ankara’da yapılması planlanan İnşaat Mühendisliği
Kurultayının İzmir Çalıştayını 29-30 Ocak 2011 tarihlerinde Balıkesir,
Çanakkale ve Manisa şubeleriyle birlikte Şubemizde gerçekleştirdik.
Mevzuattan kaynaklanan sorunlarımız, Çalışma yaşamına
ilişkin sorunlar, Siyasal ekonomik ve toplumsal gelişmelerin meslek
alanımıza yansımaları, Mühendislikte kalite ve güvenilirlik ana başlıklarında
İnşaat Mühendisliğini, mesleğimizi üyelerimizin katılım
ve katkılarıyla değerlendirdik. Düzenlediğimiz çalıştay, kurultay,
kongre, panellerde tartıştığımız sorunlarımızı, etkinlik sonuç bildirgelerini
15 Mayıs’ta Ankara’da yapılacak olan TMMOB mitinginde
ve 12 Haziran genel seçim sürecinde ülkemiz, toplum ve mesleğimiz
adına dile getirmeye devam etmeliyiz. 1998 yılından sonra
ikincisi düzenlenen TMMOB Demokrasi Kurultayına yönelik İzmir
Yerel Kurultayının 7 Mayısta Şube Başkanımız Tahsin Vergin adına
düzenlenmesi, Karşıyaka Belediye Başkanı İnşaat Mühendisi Cevat
Durak’ın önerisiyle Karşıyaka Belediye Meclisinin Karşıyaka’da bir
parkta Tahsin Başkanımızın adının yaşatılması kararları bizlerin
onur duyduğu iki gelişme oldu. Onun çizdiği yolda ilerleyeceğimize
inanıyor, Tahsin Ağabeyi saygıyla anıyorum.
Saygılarımla.
2
Mart 2011 - 157
Yayın Kurulundan
Merhaba,
Bülten’in bu sayısında da yine dünya ve ülke gündeminin
yoğun olduğu günlerde birlikteyiz. Ülkemiz seçim sath-ı
mahalline girmişken, 3. dünya ülkeleri ve/ veya Kuzey Afrika
ülkeleri denilen, Ortadoğu ülkeleri denilen ülkelerden
Tunus’ la başlayıp Mısır’ı yakıp yıkan, şimdilerde Libya’da
süren yangınlar devam etmektedir.
Eğer hafızamızı şöyle bir yoklayacak olursak, ABD eski dışişleri
bakanı Rice 2005’de: ”Fas’tan Pakistan’a 22 ülkenin
sınırları değişecek” dememiş miydi ve aynı denizaşırı ülke
Irak’a demokrasi getirmek amacıyla askeri müdahalede bulunmamış
mıydı İngiltere ile birlikte. Bugünkü durumun nereye
kadar devam edeceği ve nerede duracağı belli değil.
Aslında nasıl başladığı da belli değil. Ancak şu durum çok
iyi görülmektedir ki emperyalizm kendi menfaatlerini daha
iyi uygulayacak ve daha iyi koruyup kollayacak işbirlikçileri
bulduğunda; eskileri anında değiştirmekte herhangi bir
sakınca görmemektedir. Önümüzdeki günlerin neler getireceğini
kestirebilmek çok kolay değil elbette. Ancak anlaşılan
o ki yıkılan ve yıkılacak olan Afrika ve Ortadoğu’daki
rejimlerin yerine ikame edilecek olan yönetimlerin; bugünkünden
demokratik olmaktan öte daha Amerikancı olacağı
yönündeki görüşlerin yadsınamayacağıdır.
Demokrasinin en iyi ve tek savunucuları oldukları inancını
yaratmaya çalışan siyasi iktidarın, geldiği günden bugüne
ortaya koyduğu uygulamalar tam bir suçlama politikasına
(tenafür) dönüşmüştür. Yani siyasi iktidarın uygulamalarına
alkış tutmayan her kesim ve statüdekiler tu-kaka ilan edilmiştir
siyasi iktidar tarafından. Kimi zaman öğrenciler kötü
olurken kimi zaman çiftçiler, kimi zaman işverenler kötü
olurken kimi zaman işçiler kötü olabilmektedir. Bizlerin dahil
olduğu meslek örgütleri ise her daim kötü ilan edilmiştir
siyasal iktidar tarafından. Üzerinden geçen günlere rağmen
henüz kayda değer bir uygulama göremediğimiz anayasa
değişikliği referandumundan sonra ileri demokrasiye geçildiği
açıklanmış olmasına rağmen şu günlerde gazeteciler
kötü çocuk rolüne değer bulunmuştur.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ülkemizin ölümlü iş
kazalarında dünya ortalamasının üstünde olduğunu ve
iş kazalarının %83’ünün KOBİ’lerde meydana geldiğini
belirtmekte sakınca görmemektedir. Üstelik bu konuda
yaptığımız bütün ikazlara rağmen 50 kişiden az işçi çalıştırılan
alanlar KOBİ’ler değilmiş gibi bu alanları iş sağlığı
ve iş güvenliği yönetmeliğinin dışında tutarak hazırladıkları,
bununla birlikte birçok çelişkiler ve yanlışlıklarla dolu
yönetmelikleri ısrarla yayınlamaya devam etmektedir aynı
zamanda.
Ekonomik anlamda ise Türkiye’yi dünyanın 16. ekonomisi
(kimi zaman 17.- Başbakanın 6 Mart tarihli konuşması) yapmakla,
kişi başına milli gelirimizi 3 bin dolardan 9-10 bin
dolara yükseltmekle övünmektedir aynı siyasi iktidar. Oysa
TÜSİAD kendi genel kurulunda Başbakanın da hazır olduğu
ortamda aynı konuya ısrarla vurgu yaparak “ Dünyanın 16.
ekonomisi olan Türkiye’nin önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde
dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceği tahminleri
yapılmaktadır. Ancak kendimize şu soruyu sormalıyız, diyerek:
Bu durumda Türkiye dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına
girdiğinde gelişmiş bir ülke olacak mı?” sorusunu sorup
kendilerinin gelişmeyi ve kalkınmayı ekonomik büyümeyle
özdeşleştirmediklerini, aslında dünyada da gelişmişliğin
ekonomik büyüklük ile ölçülmediğini belirterek; 16. büyük
ekonomiyiz,ama satın alma gücü paritesine göre kişi başına
GSMH’da 84’üncü, küresel rekabet gücü endeksinde 61.
sırada, bu tür sıralamaların belkide en önemlisi olan “İnsani
gelişme endeksinde” maalesef 83. sırada olduğumuzu açık
ve net olarak belirtmiştir. Buna basın özgürlüğü hususunda
178 ülke arasında 138. durumda olunduğunu belirterek biz
de bir katkı yapalım.
Buna benzer bir sıralamayı Şube Başkanımız Tahsin VERGİN
Bülten’in 2010 Kasım ayı 155. sayısındaki son başyazısında
yapmıştı. Bu yazıda “Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği’ne bağlı meslek odalarımızın ve özellikle kendi meslek
odamız İnşaat Mühendisleri Odasının kuruluşundan
günümüze yaptığı çalışmalar izlendiğinde, ülkemizin yeraltı
ve üstü kaynaklarının talan edilmesine, bilime, tekniğe
aykırı her türlü uygulama ve girişime karşı verilen mücadelelerle
dolu olduğu görülmektedir. Son 60 yıldır ülkemizi
idare edenler, mesleki birikimlerini bilim ve tekniğin yol
göstericiliğinde, ülkenin ve halkının çıkarları yönünde kullanmakta
sınırsız özveriyle mücadele eden mühendis ve
mimarları dikkate alsalardı, Dünya Ekonomik Forumu 2010
raporunda ülkemiz 134 ülke arasında ekonomide 131. sırada,
sağlık ve yaşam ölçütleri açısından 61. sırada ve en
önemlisi eğitim düzeyinde 109. sırada yer almazdı” diyerek;
emperyalist sistemin geri bıraktırılmış ülkeleri daha
iyi sömürmek, ülkelerin doğal kaynaklarını daha iyi talan
edebilmek amacıyla yüzyıldır çeşitli politikalar uyguladığını
belirterek bu politikalara karşı yapılması gerekenlere
değinmişti.
Dünya ve ülke gündemi baş döndürücü bir hızla değişmektedir
son günlerde. Bir önceki Yayın Kurulu toplantısından
bu yana o kadar çok şeyi bir arada o kadar hızlı yaşadık ki
hangi konuları öne geçirelim hangisinden bahsedelim şaşırıp
kaldık bu yaşadıklarımız karşısında. Ancak ülkemizin
siyasi, ekonomik, toplumsal gelişiminde emeği ve bedelleri
bulunan mesleki örgütümüzün elbette söylenecek sözü de
bulunmaktadır. Bu söz söylemekteki kastımız kakofoni yapmak
değildir. Bizler bu ülkenin aydınları olarak aynı zamanda;
dünyayı, ülkemizi ve yaşadıklarımızı bilen, düşünen,
sorgulayan, yorumlayıp toplumun çıkarlarını koruyacak
bilgi ve becerideki meslek mensupları olarak elbette yapılacak
işimiz çıkaracak sesimiz vardır.
Mesleğini bilen, onu halkın hizmetinde kullanan inşaat mühendislerinden,
ülkesinin her işini yapabilecek nicel ve nitel
gücü bulunan teknik elemana, kalkınmamızın ve gelişmemizin
denetiminden meslek düzeyimizin geliştirilmesine,
ülke meslek ve meslektaş sorunlarının çözümüne kadar
amaç, iş ve eylemleri gerçekleştirme hedefinde hepimiz;
karanlığı aydınlatacak birer alev olmasını da biliriz.
Sevgilerimizle...
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 3
Şubeden
Enjeksiyonlu Fore Kazık İmalatı Teknik Gezisi
5 Ocak 2011
Karşıyaka Mavişehir’de enjeksiyonlu fore kazık imalatının
yapıldığı bir şantiyeye teknik gezi yapıldı. İmalatın
yapım sırası ve kapsamı, kullanılan makina ve
ekipmanların tanıtılması ve test kazığına verilen yük
sonucu kazık taşıma kapasitesini hesaplamada kullanılan
statik yükleme deneyi hakkında detaylı bilgilendirmenin
yapıldığı teknik geziye 65 üyemiz katıldı. Teknik
gezi sırasında yaptıkları sunum ve gösterdikleri ilgi için
üyemiz İnşaat Mühendisi Yiğit SEZER’e teşekkür ederiz.
Beton Yol ve Havaalanı Kaplamalarının Analiz ve Dizaynı
6 Ocak 2011
Iowa State Üniversitesi İnşaat, Çevre ve Yapı Mühendisliği
Bölümü Ulaştırma Enstitüsü’nden Doç. Dr. Halil
CEYLAN’ın sunduğu “Beton Yol ve Havaalanı Kaplamalarının
Analiz ve Dizaynı” başlıklı seminer Şubemiz konferans
salonunda gerçekleştirildi. Seminerde ulaştırma
altyapı sistemleri, artan ağır taşıt trafiği, gittikçe artan
ağır yükler, bütçe kısıntıları ve eskiyen mevcut altyapı
sistemleri hakkında genel bir girişin ardından beton
yollar ve havaalanı kaplamalarının analiz ve tasarımında
geleneksel yöntemlere alternatif olarak kullanılan
Yapay Sinir Ağları (YSA) modeli hakkında bilgi verildi.
Beton plakaların tasarımında YSA tabanlı bir analiz
aracı ve tasarım metodu kullanımının potansiyel faydaları
anlatılarak özellikle son yıllarda Amerika Birleşik
Devletleri’nde beton yol ve havaalanı teknolojisinde
elde edilen gelişmeler hakkında özet bilgiler sunuldu.
Depremde Hasar Görmüş Betonarme Kirişlerin Onarım ve
Güçlendirilmesi
20 Ocak 2011
Dr. Murat H. TANARSLAN’ın sunduğu “Depremde Hasar
Görmüş Betonarme Kirişlerin Onarım ve Güçlendirilmesi”
konulu seminer Şubemiz Konferans Salonu’nda
gerçekleştirildi.
“Deprem nedir?” başlığıyla genel olarak depremler
hakkında bilgi verildi.
Betonarme yapılarda oluşan hasarların nedenleri ile
sonra depremde hasar görmüş betonarme kirişlerin
sistem bazında önerilen onarım ve güçlendirme yöntemleri
anlatıldı.
4
Mart 2011 - 157
Şubeden
Kesme Dayanımı Yetersiz Kirişlerin Güçlendirilmesi
27 Ocak 2011
Dr. Gökhan ŞAKAR’ın sunduğu “Kesme Dayanımı Yetersiz
Kirişlerin Güçlendirilmesi” konulu seminerde, güçlendirme
yöntemleri hakkında ve betonarme elemanların
güçlendirilmesi hakkında genel bilgi verildi.
Kesme dayanımı açısından yetersiz betonarme kirişlerin
güçlendirilmesi ve güçlendirme yöntemleri, lifli polimer
(LP) malzemelerle güçlendirme, LP malzemelerin
betonarme kiriş güçlendirmesindeki yeri, karbon fiber
levhalarla betonarme kiriş güçlendirmesi örnekleri (uygulama
biçimleri, yöntemleri), karbon fiber levhalarla
yapılmış deneysel çalışmalar, bunların irdelenmesi ve
sonuçları anlatıldı.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
10 Şubat 2011
İş Güvenliği Uzmanı İnşaat Mühendisi Alper Murat
Özdağ’ın sunduğu “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” konulu
seminer Şubemiz konferans salonunda gerçekleştirildi.
Kişisel koruyucular, iş kazası ve meslek hastalıkları kavramlarının
açıklaması, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı
ile iş güvenliği talimat ve tutanağı hakkında bilgilendirmenin
yapıldığı seminerde Ülkemizde ve dünyada
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda karşılaşılan
örnekler resimler ve videolarla anlatıldı.
İZSU’nun Yatırımları
17 Şubat 2011
İZSU Genel Müdürü Dr. Ahmet H. Alpaslan’ın “İZSU Yatırımları”
başlıklı sunumu Şubemiz konferans salonunda
gerçekleştirildi. İZSU’nun misyonu, vizyonu, tarihçesi,
organizasyon yapısı, insan gücü, bütçe olanakları, abone
sayıları ve görev alanı hakkında bilgilerin verilmesi
ve İZSU’nun Su Yönetimine bakış açısının aktarılmasıyla
başlayan sunum, İzmir’in mevcut içmesuyu kaynakları,
su üretim değerleri, İZSU su kaçaklarını kontrol projesi,
İzmir’in gelecekteki içmesuyu kaynakları, içmesuyu
arıtma ve arsenik, demir-mangan arıtma tesislerinin tanıtılması,
işletmede olan ve projelendirilen atıksu arıtma
tesisleri, ihalesi yapılacak olan çamur kurutma ve
çürütme tesisinin gerekliliği, yapılan dere ıslahlarının
anlatılması ile devam etti.
İZSU’nun 2011 yılı projeleri ve yatırımları hakkında detaylı
bilginin de verildiği seminer soru cevapla sona
erdi.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 5
Şubeden
Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Sulaması İnşaatları
Teknik Gezisi
19 Şubat 2011
DSİ 2. Bölge Müdürlüğü kontrollüğünde yapılan Çaltıkoru
Barajı ve Kınık Sol Sahil Sulama Uygulamasına
düzenlenen teknik gezi şubemize kayıtlı 160 üye ve
genç-İMO üyesiyle gerçekleştirildi. Teknik gezinin ardından
Bergama Müzesi gezildi.
Teknik gezinin düzenlenmesi ve gerçekleşmesindeki
katkılarından dolayı DSİ 2. Bölge Müdürlüğü yetkililerine
ve işyeri temsilcilerimize, Bergama Müzesi gezimize
katkılarından dolayı Bergama Müzesi yetkililerine
ve İnşaat Mühendisi Muammer DALGIÇ’a teşekkür
ederiz.
Betonarme Yapıların Burulma Düzensizliğinin Doğrusal
Olmayan Yöntemlerle İrdelenmesi
24 Şubat 2011
İnş. Yük. Müh. Özgür GELMEDİ’nin “Betonarme Yapıların
Burulma Düzensizliğinin Doğrusal Olmayan
Yöntemlerle İrdelenmesi” başlıklı sunumu Şubemiz
konferans salonunda gerçekleştirildi.
66 kişinin katıldığı seminerimizde ülkemizdeki ve
diğer ülkelerdeki deprem yönetmeliklerindeki burulma
düzensizliği anlatılmış, çok ve tek modlu statik
itme yöntemleri gösterilmiştir.
Tahsin Vergin anısına
Türk Sanat Müziği Korosu Konseri
18 Şubat 2011
Devlet Korosu Sanatçısı Bülent DAĞDEVİREN yönetimindeki
Şubemiz Türk Sanat Müziği Korosu’nun bu
dönemki konseri 6 Kasım 2010 tarihinde kaybettiğimiz
Şube Başkanımız Tahsin Vergin’in anısına İsmet İnönü
Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Başkanımız Tahsin VERGİN’in eşi Doç. Dr. Canan
VERGİN’in ve ailesinin de katıldığı konsere yaklaşık
500 kişi katıldı.
6
Mart 2011 - 157
Şubeden
Güzelbahçe Belediyesi İşyeri Temsilciliği Seçimi
14 Ocak 2011
Güzelbahçe Belediyesi’nde işyeri temsilciliği seçimi
yapıldı. Şube Başkanımız Ayhan Emekli ile şubemiz
araştırma görevlisi Hüseyin Kuzu’nun katılımıyla gerçekleşen
İşyeri Temsilci Seçiminde Gökhan Akın İşyeri
Temsilcisi, Eray Mete İşyeri Temsilci Yardımcısı seçildi.
Seçildikleri görevlerden dolayı arkadaşlarımızı kutlarız.
İZSU İşyeri Tanışma Toplantısı
23 Şubat 2011
İZSU’da çalışmaya yeni başlayan üyelerimizle tanışmak,
üyelerimiz arası kaynaşmayı sağlamak, Şube
etkinlik ve çalışmalarının değerlendirilmesi amacıyla
İZSU Genel Müdürlüğü’nde yapılan toplantıya şubemiz
üyesi 20 İnşaat Mühendisi ile Şube Başkanımız
Ayhan Emekli ve şubemiz araştırma görevlileri Rahmi
Alper ve Hüseyin Kuzu katıldılar.
Toplantıda İZSU’da çalışan inşaat mühendislerinin
odamızdan beklentileri dile getirildi. Yapılacak çalışmalarla
ilgili görüş alışverişinde bulunuldu.
Bilirkişi Raporu Hazırlanması Eğitimi
15 Ocak 2011
Kamulaştırma Bilirkişiliği Yetki Belgeli üyelerimize
yönelik Bilirkişi Raporu Hazırlanması konulu eğitim
Şubemizde gerçekleştirildi. İnşaat Mühendisi Tamer
ÖZTÜRK ve İnşaat Mühendisi Hasan Hüseyin TUNÇ-
DEMİR rapor formatları hakkında ve rapor hazırlamada
dikkat edilmesi gereken konularla ilgili bilgi verdi.
Otoyol Bilgilendirme Toplantısı
17 Ocak 2011
Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu Bilgilendirme toplantısına
Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ali Fuat
GÜNAK ile Yönetim Kurulu Üyemiz Şefika SEYHAN
HAS katıldılar.
SKY TV Programı
19 Ocak 2011
İzmir SKY TV’de İnşaat Sektörünün konuşulduğu
programda Şube Başkanımız Ayhan EMEKLİ inşaat
sektörüyle ilgili görüşlerini aktardı.
“Torba Yasa”ya Karşı Basın Açıklaması
20 Ocak 2011
- DİSK’in düzenlediği, Torba Yasaya karşı yapılan yürüyüş
ve basın açıklamasına katılım sağlandı. Basmane
Meydanı’nda toplanıldıktan sonra AKP İzmir İl binasına
kadar yapılan yürüyüşün ardından basın açıklaması
yapıldı.
Enerji Kimlik Belgesi Röportajı
25 Ocak 2011
Anadolu Ajansı’nın Enerji Kimlik Belgesi (EKB) hakkında
yaptığı röportaja Şube Yönetim Kurulu Üyelerimiz
ve Şubemiz araştırma görevlisi Fırat ÜMMETOĞLU
katıldılar.
Karşıyaka Belediyesi Kent Konseyi Genel
Kurulu
25 Ocak 2011
Karşıyaka Belediyesi Kent Konseyi Genel Kuruluna
Şube Başkanımız Ayhan EMEKLİ katıldı.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 7
Şubeden
“Torba Yasa”ya Karşı Basın Açıklaması
31 Ocak 2011
TBMM’de görüşülmeye başlanan “Torba Yasa”ya karşı
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nce ortak düzenlenen “81
İlden Geliyoruz, TBMM’ni Kuşatıyoruz” başlıklı basın
açıklaması Konak Kemeraltı girişinde yapıldı. Basın
açıklamasının metnini Bültenimizin TMMOB’den sayfalarında
bulabilirsiniz.
“Torba Yasa”ya Karşı TBMM Eylemi
3 Şubat 2011
TBMM önünde yapılması planlanan torba yasaya karşı
basın açıklamasına Şube Başkanımız Ayhan Emekli
katıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yöneticileri ve birçok
milletvekilinin katıldığı eylem polis tarafından
gaz bombası, cop ve tazyikli su kullanılarak engellendi.
Bunun üzerine dört örgüt akşam saatlerinde
Sakarya Caddesi’nde ortak bir basın açıklaması yaptı.
İş Kazalarıyla İlgili Basın Açıklaması
14 Şubat 2011
Ülkemizde son dönemdeki iş kazaları ve genel olarak
iş güvenliği konusunda yaşanan sorunlara ilişkin İzmir
Tabip Odası, TÜRK-İŞ Bölge Temsilciliği, DİSK Bölge
Temsilciliği, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu
ve İzmir Barosu’nca İzmir Tabip Odası’nda gerçekleştirilen
basın toplantısına katıldık.
TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir
Plancıları ve İşsizlik İzmir Yerel Kurultayı
Hazırlık Toplantıları
18 Şubat 2011
TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve
İşsizlik İzmir Yerel Kurultayı 1. Toplantısı EMO İzmir
Şubesi’nde gerçekleşti. Toplantıya Şube Araştırma
Görevlimiz Hüseyin KUZU katıldı. TMMOB Ücretli Mühendis,
Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik İzmir Yerel
Kurultayı tarihinin 2 Nisan 2011 Cumartesi günü olması
kararlaştırıldı.
25 Şubat 2011
TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve
İşsizlik İzmir İzmir Yerel Kurultayı 2. Toplantısı EMO
İzmir Şubesi’nde gerçekleşti. Toplantıya Şube Araştırma
Görevlimiz Hüseyin KUZU katıldı.
Ocak-Şubat 2011
Bilgisayar Kurslarımız
Betonarme Yapıların Bilgisayar Ortamında
Projelendirilmesi ve Çizimi – 1 (İdestatik)
Kurs Süresi: 24 Saat
Kurs Eğitmeni: İnş. Yük. Müh. Arslan KESKİN
Kursiyer Sayısı: 25
İnşaat Mühendisliğinde İleri Excel Uygulamaları
Kurs Süresi: 24 Saat
Kurs Eğitmeni: İnş. Müh. Mustafa ŞAHİN
Kursiyer Sayısı: 26
Enerji Kimlik Belgesi
Uzmanlık Eğitimleri
Şubemizde birincisi 12 Ocak 2011 tarihinde başlayan
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlık eğitimlerinin altıncısı
16 Şubat 2011 tarihinde tamamlandı.
18 saat süren ve içeriğinde mevzuat çalışmaları (Enerji
Verimliliği Kanunu ve Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği
vb.) ve BEP-TR programında girilen müstakil
konut ve apartman gibi uygulamalı örnekler yer alan
eğitimlerin sonunda yapılan sınavları başarıyla geçen
110 üyemiz Enerji Kimlik Belgesi Uzmanı oldu. Yoğun
ilgi gören eğitimler devam etmektedir.
Betonarme Yapıların Bilgisayar Ortamında
Projelendirilmesi Ve Çizimi – 2 (Probina)
Kurs Süresi: 24 Saat
Kurs Eğitmeni:
İnş. Müh. Özden Murat PEHLİVANOĞLU
Kursiyer Sayısı: 26
Şubemizin sürekli olarak açtığı kurslar web sitemizden ve e-posta yoluyla duyurulmaktadır. Açılacak kurslarla ilgili
bilgi almak için web sitemizi ziyaret edebilirsiniz.
(Şubemiz kayıtlarındaki e-posta adresinizi güncelleyebilirsiniz.)
www.imoizmir.org.tr
8
Mart 2011 - 157
Şubeden
İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ KURULTAYI
İZMİR ÇALIŞTAYI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
(29-30 Ocak 2010)
Balıkesir, Çanakkale, İzmir ve Manisa Şubeleri birlikteliğinde
29-30 Ocak 2011 tarihlerinde düzenlediğimiz
İnşaat Mühendisliği Kurultayı İzmir Çalıştayı’nı üyelerimizin
katılımlarıyla tamamlamış bulunmaktayız.
İnşaat Mühendisleri Odası 42. Dönem Çalışma Programı
doğrultusunda 9-10-11 Aralık 2011 tarihinde
Ankara’da yapılması planlanan İnşaat Mühendisliği
Kurultayına hazırlık olmak üzere planlanan çalıştaylar
kapsamında düzenlenen İzmir Çalıştayı 29-30 Ocak
2011 tarihlerinde Şubemiz Sekreteryasında, İzmir,
Manisa, Çanakkale ve Balıkesir Şubeleri birlikteliğinde
düzenlendi.
Meslek ve meslektaş sorunlarımızın belirlenmesinin ve
çözüm önerilerinin üretilmesinin birinci adımı olan bu
çalıştayda tartışmaya açılan;
1. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız
2. Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar
3. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek
Alanlarımıza Yansımaları
4. Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik
ana başlıkları altında toplam 12 alt başlığın tartışıldığı
Çalıştayın Şubemizde yapılan ilk gününde; sabah
oturumunda 6 çalışma grubu, öğle oturumunda diğer
6 çalışma grubu çalışmalarını tamamladı. Çalıştayın
Tepekule Kongre Merkezi Anadolu Salonu’nda yapılan
ikinci günü, çalışma gruplarının sonuç raporlarını
sunmasının ardından, salondan katkıların alınmasıyla
tamamlandı.
1. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız
“Yapı Denetim Hakkında Kanun” başlığında “Yapı
Denetim Bilinci”, “Yeni Yapı Denetim Kanunu Taslağı
ve Mevcut Kanunla Karşılaştırılması”, “Yapı Denetim
Uygulamaları” ve “Müteahhit ve Şantiye Şefi, Usta ve
Kalfalara Yönelik Düzenlemeler” ele alınarak yapı denetim
sistemiyle ilgili öneriler sunuldu.
“Afet, Acil Durum ve Sivil Savunma Hizmetleri Kanunu
Tasarısı Taslağı” başlığında mevcut mevzuatın
değerlendirilmesiyle birlikte yeni tasarının bölüm ve
madde bazında değerlendirilmesi yapılarak tespit
edilen sorunlar hakkında öneriler sunuldu.
“Kamu İhale Kanunu” başlığında “Yaklaşık Maliyetin
Hesaplanmasının Değerlendirilmesi”, “Teknik Personelin
Çalışma Şekilleri”, “Sınır Değerin Altındaki Tekliflerin
Değerlendirmesi”, “Sözleşmesinde Olmayan
İmalatlara Ait Birim Fiyatların Belirlenmesi”, “Fiyat
Farkı Düzenlemesi”, “Özel İnşaatlara Ait İş Deneyim
Belgelerinin Değerlendirilmesi” konuları ele alındı.
“Yüksek Yapılar Yönetmeliği” başlığında “Yüksek Yapılar
Yönetmeliğinin İnşaat Mühendisliği Açısından
Kapsam ve İçeriği” konusu ele alınarak “Neden Yüksek
Yapılar Yönetmeliği”ne ihtiyaç olduğu tartışıldı ve
İzmir Büyükşehir Belediyesi Yüksek Yapılar Yönetmeliği
değerlendirilerek konuya ilişkin öneriler sunuldu.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 9
Şubeden
2. Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar
“İşsizlik ve İstihdam, Çalışma Koşulları ve Ücret Politikaları”
alt başlığında daha önce yapılan genel
araştırmalar ve TMMOB İzmir İKK tarafından önceki
yıl yapılan anket çalışması sonuçlarına da değinilerek
sektördeki istihdam, çalışma koşulları, ücretler
ve örgütlülük durumu değerlendirilerek inşaat mühendislerinin
çalışma koşullarının düzeltilmesi için
örgütlenme üzerine önerilerde bulunuldu.
4. Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik
“İnşaat Mühendisliği Eğitimi” başlığında mevcut durum
ve kavramlar değerlendirilerek sorunlar vurgulandı.
“Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz” sorusu tartışılarak
çözüm önerilerinde bulunuldu.
“Mesleki Dayanışma, Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler”
başlığında “TMMOB Yasa ve Yönetmeliklerinin
Meslek Alanlarının Belirlenmesi Yönünden İrdelenmesi”,
“Diğer Meslek Disiplinlerinin Meslek Alanımıza
Etkileri” ile “Farklı Alanlarda Çalışan İnşaat Mühendisleri
Arasındaki Mesleki Dayanışmanın Sağlanması”
konuları ele alındı. Meslektaşlarımızı koruyabilmemiz
için meslekte uzmanlaşmanın önemi vurgulandı.
“İMO’nun Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik Çalışmaları”
başlığında “Meslekiçi Eğitim”, “Mesleki Denetim”,
“Yetkinlik ve Belgelendirme”, “Teknik Yayın” ve
“Teknik Gezi” konuları ele alındı.
3. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin
Meslek Alanlarımıza Yansımaları
“İnşaat Mühendisliği Açısından Planlama” başlığında
“İnşaat Mühendisliği Açısından Altyapı ve Üstyapı
Yatırım İşletmelerinin Planlanması ve Siyasal Boyutu”
konusu ele alındı.
“Altyapı ve Ulaşım Politikaları” başlığında “Dünden
Bugüne Altyapı ve Ulaşım Yatırım Süreçlerinin Değerlendirilmesi”
yapılarak öneriler sunuldu. Ayrıca
yatırımcı kamu kurumlarının görev, yapılanma ve
sorumlulukları örneklerle incelenerek önerilerde bulunuldu.
“İnşaat Mühendisliğinde Etik” başlığında “Tanım ve
Kavramlar”, “Mühendislikte Etik ve İlkeler”, “Günümüzde
ve Tarihte İnşaat Mühendisliğinin Durumu”,
“Etik Açısından Genel Sorunlar” konuları ele alınarak
öneriler sunuldu.
Son olarak yapılan “Genel Değerlendirme” başlıklı
oturumda İMO Yönetim Kurulu Üyesi Galip KILINÇ,
İMO İzmir Şube Başkanı Ayhan EMEKLİ, İMO İstanbul
Şube Başkanı Cemal GÖKÇE, İMO Balıkesir Şube
Başkanı Hikmet CESUR ve İMO Manisa Şube Başkanı
Musa AYNURU çalıştayı ve mesleğimizin bugünkü
durumunu değerlendirdiler.
“Geleneksel Tarihi ve Kültürel Yapıların Onarım ve
Güçlendirilmesi” başlığında konu ile ilgili yasal düzenlemeler
incelenerek “Devletin ve Yerel Yönetimlerin
Örgütlenme Biçimi” değerlendirildi. Konu ile ilgili
mesleki ve kamusal sorumluluklarımızın altı çizilerek
denetim süreçleri ele alındı ve öneriler sunuldu.
10
Mart 2011 - 157
Şubeden
ZEMİN VE TEMEL ETÜT
RAPORLARI MESLEKİ
DENETİM BEDELİ
İMO Yönetim Kurulunun 5 Kasım 2010 tarihli toplantısında
belirlenen, daha sonra 4 Aralık 2010
tarihli toplantısında revize edilen Zemin Etüt Raporları
mesleki denetim hizmet bedeli hesaplaması
1 Ocak 2011 tarihinden itibaren aşağıdaki
karar doğrultusunda uygulanacaktır.
Yönetim Kurulunun “zemin ve temel etüt raporlarının
mesleki denetim hizmet bedelinin
01.11.2011 tarihinden geçerli olmak üzere 30.TL/
adet olarak güncellenmesine” seklinde sehven
alınan 5 Kasım 2010 tarih ve 10/580 sayılı kararının,
asağıdaki sekilde revize edilmesine, buna
göre, Zemin ve Temel Etüt Raporlarının mesleki
denetim hizmet bedelinin:
- Parsel büyüklüğüne bağlı olarak en az 45.-TL
(kırk bes Türk Lirası), 5000 m 2 ve üstü için 225.-TL
(iki yüz yirmi bes Türk Lirası) alınmasına,
- Arada kalan parsel alanları için mesleki denetim
hizmet bedelinin asağıda gösterilen tablo yardımıyla
belirlenmesine;
Parsel
Alanı
( m 2 ) HBK/100
Mesleki
Denetim
Bedeli
Parsel
Alanı
( m 2 ) HBK/100
Mesleki
Denetim
Bedeli
500 8,00 45.TL 2800 4,35 137.TL
600 7,26 49.TL 2900 4,32 141.TL
700 6,73 53.TL 3000 4,30 145.TL
800 6,33 57.TL 3100 4,27 149.TL
900 6,02 61.TL 3200 4,25 153.TL
1000 5,78 65.TL 3300 4,23 157.TL
1100 5,58 69.TL 3400 4,21 161.TL
1200 5,41 73.TL 3500 4,19 165.TL
1300 5,26 77.TL 3600 4,17 169.TL
1400 5,14 81.TL 3700 4,16 173.TL
1500 5,04 85.TL 3800 4,14 177.TL
1600 4,94 89.TL 3900 4,13 181.TL
1700 4,86 93.TL 4000 4,11 185.TL
1800 4,79 97.TL 4100 4,10 189.TL
1900 4,73 101.TL 4200 4,08 193.TL
2000 4,67 105.TL 4300 4,07 197.TL
2100 4,61 109.TL 4400 4,06 201.TL
2200 4,57 113.TL 4500 4,05 205.TL
2300 4,52 117.TL 4600 4,04 209.TL
2400 4,48 121.TL 4700 4,03 213.TL
2500 4,44 125.TL 4800 4,02 217.TL
2600 4,41 129.TL 4900 4,01 221.TL
2700 4,38 133.TL 5000 4,00 225.TL
HBK: Hizmet Bedeli Katsayısı AK: Artı Katsayısı (2011 için 1,125 olarak
belirlenmitir)
Meslek Denetim Bedeli : (parsel alanı x HBK/100 x AK)
OCAK-ŞUBAT 2011’DE YAYINLANAN
YASA VE YÖNETMELİKLER
Yürürlüğe giren yasa ve yönetmelikler şunlardır:
• Borçlar Kanunu (4 Şubat 2011 tarih, ve 27836 Sayılı
Resmi Gazete)
• Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun (4 Şubat 2011 tarih, 27836 Sayılı
Resmi Gazete)
• İller Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun (8 Şubat
2011 tarih, 27840 Sayılı Resmi Gazete)
• Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliğinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (9 Şubat 2011
tarih, 27841 Sayılı Resmi Gazete)
• Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Tebliğ (9 Şubat 2011 27841 Sayılı Resmi Gazete)
• Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlarına ve Eğitici Kuruluşlara
Verilecek Eğitimlere İlişkin Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına
Dair Tebliğ (12 Şubat 2011 tarih, 27844 Sayılı
Resmi Gazete)
• Yapı Malzemeleri Yönetmeliği (89/106/eec) Kapsamında
Türk Standartları Enstitüsünün Onaylanmış
Kuruluş Olarak Görevlendirilmesine Dair Tebliğde Değişiklik
Yapılmasına Dair Tebliğ (21 Şubat 2011 tarih,
27853S. Sayılı Resmi Gazete)
• Yapı İşleri İnşaat, Makine ve Elektrik Tesisatı Genel
Teknik Şartnamelerine Dair Tebliğde Değişiklik Yapılması
Hakkında Tebliğ (21 Şubat 2011 tarih, 27853 Sayılı
Resmi Gazete)
• Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik (24 Şubat 2011 tarih, 27856
Sayılı Resmi Gazete)
• 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu
Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3
üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2011 Yılında Uygulanacak
Olan İdarî Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (24
Şubat 2011 tarih, 27856 Sayılı Resmi Gazete)
• Elektronik İhale Uygulama Yönetmeliği 25 Şubat
2011 tarih, 27857 Sayılı Resmi Gazete)
- Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Yönetmelik (25 Şubat 2011 tarih; 27857 Sayılı Resmi
Gazete)
• Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (25 Şubat 2011
tarih, 27857 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete)
- Yapı Denetimi Kuruluşlarının Faaliyetlerinin Denetlenmesi,
Denetim Faaliyetlerinin Durdurulması Ve İzin
Belgelerinin İptal Edilmesinin Usûl ve Esaslarına Dair
Tebliğ (26 Şubat 2011 tarih, 27858 Sayılı Resmi Gazete)
İlgili yasa ve yönetmeliklere Şubemizin web sayfasından
ulaşılabilir: www.imoizmir.org.tr
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 11
Şubeden
TMMOB DEMOKRASİ KURULTAYI
Tahsin Vergin Anısına
İZMİR YEREL KURULTAYI
Değerli Üyemiz,
TMMOB 41. Dönem Genel Kurulunda; 1998 yılında düzenlenen TMMOB
Demokrasi Kurultayının ikincisinin 2011 yılı içerisinde yapılması kararlaştırılmıştır.
Kurultay yöntemi olarak İl/İlçe Koordinasyon Kurulları sorumluluğunda,
tüm üyelerin katılımıyla yerel kurultaylar yapılması benimsenmiştir.
İzmir’de Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesi sekreteryasında 7 Mayıs
2011 tarihinde yakın dönemde kaybettiğimiz “Tahsin Vergin” Anısına
düzenlenecek olan TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı’nda Şubemiz
Kentleşme ve Yerel Yönetimler başlığında çalışma yapacaktır.
İzmir Yerel Kurultayına hazırlık olması amacıyla 23 Nisan 2011 tarihinde
TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı Hazırlık Çalıştayı gerçekleştirilecektir.
TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı’nda tartışılacak konu başlıkları aşağıda
sıralanmıştır.
1. Demokrasi ve Temel İlkeler
2. Temel Hak ve Özgürlükler
3. Çalışma Yaşamı
4. Yerel Yönetimler ve Kentleşme
5. Doğal Varlıklar, Ekoloji ve Enerji
6. Tarım ve Gıda
7. Ekonomi
8. Bilim ve Teknoloji
9. Kadın
10. Kürt Sorunu
TMMOB İzmir Yerel Demokrasi Kurultayı ve Hazırlık Çalıştayına katılımınızı ve katkınızı bekleriz.
TMMOB ÜCRETLİ MÜHENDİS, MİMAR VE ŞEHİR PLANCILARI VE
İŞSİZLİK KURULTAYI İZMİR YEREL KURULTAYI
Değerli Üyemiz,
TMMOB Yönetim Kurulunun 9 Ekim 2010 tarihli toplantısında 2011 yılı içerisinde
TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı
yapılması kararlaştırılmıştır. Kurultay yöntemi olarak İl/İlçe Koordinasyon
Kurulları sorumluluğunda tüm üyelerin katılımıyla yerel kurultaylar yapılması
benimsenmiştir.
Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi koordinatörlüğünde 2 Nisan 2011
tarihinde Tepekule Kongre Merkezinde yapılacak olan TMMOB Ücretli Mühendis,
Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı İzmir Yerel Kurultayı’nda
Şubemiz “Ücretli Çalışan Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Çalışma
Koşulları, Asgari Ücret ve Ücretler” konusunda çalışma yapacaktır.
TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı İzmir
Yerel Kurultayı’nda tartışılacak konu başlıkları:
1.Ücretli MMŞP çalışma yaşamını belirleyen yasalar
2.Ücretli MMŞP ların çalışma koşulları, asgari ücret ve ücretler
3.Ücretli çalışan MMŞP lerin özlük hakları ve iş güvencesi, kapitalizmin krizleri
ve özlük haklarına etkileri
4.Özelleştirmenin, işsizliğin ve güvencesizliğin MMŞP üzerindeki etkileri,
örgütlenme ve sendikasızlaşma
2 Nisan 2011 tarihinde Saat 10:00 da Tepekule Kongre Merkezinde yapılacak
olan TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı
İzmir Yerel Kurultayı’na katılımınızı ve katkınızı bekleriz.
12
Mart 2011 - 157
Şubeden
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ANA BİNA CEPHE ONARIMI İŞİNDE
MEYDANA GELEN İŞ KAZASI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI
3 Mart 2011 tarihindeiki taşeron işçisinin İzmir Büyükşehir Belediyesi dış cephe boyasını yaparken hayatını kaybetmeleri
üzerine Şubemiz tarafından yapılan basın açıklaması. 07.03.2011
03.03.2011 Perşembe günü 08.30 da İzmir Büyükşehir
Belediyesi dış cephenin boyanması işinde taşeron şirkette
çalışmaya başlayan iki işçi çelik halatın kopmasıyla
beton zemine düşerek hayatlarını kaybetmiştir.
Son günlerde iş kazalarından doğan ölümlerin çoğaldığı
ve inşaat iş kolunda ölüm oranlarının diğer işkollarına
göre yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle
işverenlerin iş güvenliği konusunda çok hassas
olmaları gerekmektedir.
6. katta çalışırken çelik halatın asma iskeleden kopmasıyla,
iskeleyle birlikte üçüncü kattaki iskeleye düşen
işçiler, buradan da üçüncü kattaki iskelenin de kopması
üzerine yere düşerek beton zemine çakılmışlardır.
İskelenin altında kalan işçiler çıkarılıp hastaneye kaldırılmışlarsa
da yaşamlarını yitirmişlerdir.
Özellikle askı iskelede çalışan işçilerin işe başlamadan
önce sağlık kontrollerinin ve sigortalarının yapılıp
yapılmadığının, işçilerin emniyet kemerlerini
takıp takmadıklarının, emniyet kemerlerinin CAN
HALATI’na bağlı olup olmadığının, iş iskelelerinin
tekniğe uygun olup olmadığının, iskelelerin ve
halat motorunun periyodik kontrolünün yapılıp
kontrol formuna işlenip işlenmediğinin, emniyet
kemerlerinin iskeleye takıldığı yuvaların güvenli
olup olmadığı belli değildir. Eğer bu kontroller
sağlıklı olarak yapılmış olsaydı bu kaza meydana
gelmeyecekti.
Görevli teknik eleman tarafından iş iskelelerinin güvenli
olup olmadığı, emniyet kemerlerinin takılacağı
yuvaların sağlıklı olup olmadığı, çelik halatın sağlamlığı,
yıpranıp yıpranmadığı denetlenmiş olsaydı biri
öğrenci iki işçi yaşamını yitirmezdi. Bu nedenle bu iş
kazası da diğer iş kazaları gibi kader değildir.
İş kazasında yaşamını yitiren 26 yaşındaki Nesih
Taşkın’ın yaşamı bize bugünkü eğitim sistemimize ve
yoksulluğun geldiği noktaya ayna tutması açısından
çok önemlidir.
İki yıl önce Iğdır Üniversitesini kazandığı halde ekonomik
sıkıntılardan dolayı kaydını dondurarak ailesinin
yanına İzmir’e dönen Nesih Taşkın bu sene de
Amasya Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Elektrik ve
Elektronik bölümünü kazandı. İlk dönem okula kaydını
yaptırıp derslerine devam eden Nesih; ikinci dönem
harcını ödeyemediğinden öğrenimini dondurdu. Harç
parasını biriktirmek için İzmir’e dönen ve iki gün önce
taşeron şirketinde dış cephe boyasında çalışmaya başlayan
ve yaşamını yitiren Nesih Taşkın’ın durumu gerçekten
trajedidir.
Eğitim parasız olsaydı, yoksul bir ailenin çocuğu olmasaydı,
taşeron sistemi olmasaydı ve iş güvenliği tekniğe
uygun olarak uygulansaydı Nesih Taşkın bugün
yaşıyor olacaktı. Odamız taşeron sistemine ve iş güvenliğinin
özelleştirilmesine karşı çıkmaktadır. İş güvenliği
ve işçi sağlığının kamu kurumları tarafından
denetlenmesinden yana tavır almakta ve bu konuda
hukuki mücadelesini sürdürmektedir.
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak iki işçinin
yaşamını yitirmesine neden olan bu olaydan dolayı
duyduğumuz üzüntüyü bildiriyor, bu tür iş kazalarının
kader olmadığını, iş güvenliğinin tam uygulanması
için gereken önlemlerin alınarak işçi ölümlerinin durdurulmasını
istiyoruz.
Yaşamını yitiren işçi kardeşlerimizin ailelerine başsağlığı
ve sabır diliyoruz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 13
İMO’dan
DENETİMSİZLİK İŞ CİNAYETLERİNE DAVETİYE ÇIKARIYOR
10 Şubat 2011 tarihinde Kahramanmaraşta yaşanan göçük nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından
yapılan açıklama.
Son günlerde arda arda yaşanan iş cinayetleriyle sarsılıyoruz.
Ankara’da OSTİM ve İVEDİK’de yaşanan ve 20 işçinin yaşamını
yitirdiği iş cinayetinin etkileri sürerken bu kez Kahramanmaraş
Afşin-Elbistan Linyitleri B Termik Santrali’nde
yaşanan ve bir kişinin yaşamını yitirdiği, 9 kişinin ise halen
göçük altında olduğu haberlerini aldık. Üstelik bu sefer yaşanan
iş cinayeti göz göre işçilerin ölüme yollanması nedeniyle
yaşandı.
Daha dört gün önce aynı bölgede göçük yaşanmış, 1 işçi
yaşamını yitirmiş 9 işçi yaralanmıştı. Termik Santrali bir an
önce işletmeye açmak isteyen Park Holding’in sahipleri gerekli
tedbirler alınmadan bölgede göçük kaldırma çalışmaları
başlatmış ve gelinen aşamada 1 işçinin ölümüne neden
olmuş, akıbetleri bilinmeyen aralarında mühendislerin de
olduğu 9 kişinin göçük altında olmasına ortam hazırlamışlardır.
Termik Santralin B ünitesi üç yıl önce özelleştirilmiş ve Park
Holding’e devredilmiştir. Yerel kaynaklar, özelleştirmesinin
ardından denetimsizliğin arttığına, işletmenin kar hırsıyla
maden göbeğinde var olan maden rezervini çekip aldığına,
daha önceleri ölümlü göçüklerin yaşanmadığına ancak
özelleştirilmenin ardından bu tür göçüklerin yaşanmaya
başlandığına dikkat çekiyorlar.
Afşin-Elbistan’da yaşanan son iş cinayeti ve diğer iş cinayeti
örnekleri bir kez daha bizlere hem sosyal devlet olgusunun
yok edilme girişimleri sonucu gerçekleştirilen özelleştirmelerin
ardından işverenlerin iş güvenliği ve işçi sağlığını
öncelikleri arasına almadıklarını hem de devletin yeterli denetimlerde
bulunmadığını göstermektedir.
İstatistiklere göre, Türkiye ölümlü iş kazaları alanında
Avrupa’da birinci dünyada ise ikinci sırada bulunmaktadır.
Türkiye’de en sık iş kazasının yaşandığı sektörler sıralamasında
inşaat sektörü ise maalesef üçüncü sırada yer alıyor.
Yine çarpıcı olan diğer bir istatistik ise 2011 yılının başından
bu yana 50 kişinin iş cinayetleri sebebiyle yaşamını yitirdiğidir.
Rakamlar oldukça çarpıcı. Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin
sorunlu bir alan olduğu ve her yıl binlerce kişinin
bu sebeple yaşamını yitirdiği bilinen bir gerçektir. Yine bilinen
bir diğer gerçek ise siyasi iktidarın bu alanda gerekli
önlemler almadığı, işçi sağlığını işverenin insafına bıraktığıdır.
Emek ve meslek örgütleri Meclis Genel Kurulu’nda değerlendirilen(!)
ve peyderpey kabul edilen “Torba Yasa”ya işte
tam da bu nedenlerle karşı çıkmaktadır. Türkiye’de çalışma
yaşamı her geçen gün biraz daha işverenin lehine, çalışanların
aleyhine düzenleniyor ve bu tercihin doğal bir sonucu
olarak her geçen gün artan ölümlü iş cinayetleri yaşanıyor.
OSTİM’de, İVEDİK’te ve Kahramanmaraş’ta yaşadığımız işçi
cinayetleri siyasi iktidarı bir kez daha iş güvenliği ve işçi sağlığı
alanını düşünmeye, değerlendirmeye ve acil önlemler
almaya davet ediyor.
Yeni iş cinayetlerinin yaşanmaması için siyasi iktidara bir
kez daha sesleniyoruz: iş cinayetlerini önlemek mümkün.
Çalışanların yaşam hakkını işverenlerin kar hırsına terk etmeyin.
Gerekli önlem ve tedbirleri biran evvel alın.
14
Mart 2011 - 157
İMO’dan
AKP’NİN SOSYAL DEVLETİ YOK ETME GİRİŞİMLERİNE SESSİZ KALMAYACAĞIZ
İnşaat Mühendisleri Odası, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen Torba Yasa Tasarı üzerine değerlendirmeleriyle ilgili
olarak 28 Ocak 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı
AKP‘nin çalışanlara oynadığı yeni bir oyunla karşı karşıyayız
İktidarda bulunduğu süre içerisinde çalışanların haklarını
yok etmeye, sosyal devlet olgusu yerine “piyasacı devlet”
mantığını inşa etmeye kararlı olan AKP Hükümeti’nin çalışanlar
üzerinde oynadığı yeni bir oyunla karşı karşıyayız.
Çalışma yaşamına işveren penceresinden bakmaktan, bunu
açık açık savunmaktan imtina etmeyen ve gerekli mevzuat
değişikliklerini hayata geçirme önünde hiçbir engel tanımayan
AKP Hükümeti bu sefer “torba yasayla” çalışanların
haklarına yeni kısıtlamalar getirmeye hazırlanıyor. Üstelik
bu sefer yalnızca işçilerin değil kamu çalışanlarının haklarını
düzenleyen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda da
değişiklik yapılmak isteniyor.
Toplumsal yaşamı neo-liberal politikalar çerçevesinde düzenlemeye
çalışan AKP Hükümeti, Torba Yasa Tasarısıyla
çalışanların güvencelerini ortadan kaldırıyor, örgütlenme
haklarını ellerinden alıyor.
Bu amaçla 2010 yılı içerisinde 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu‘nda da değişiklik yapılmasına ilişkin hükümler taşıyan
iki tasarı hazırlayan AKP Hükümeti, tasarıların ilkini 9
Haziran 2010 tarihinde TBMM Başkanlığına sunmuş ancak
tasarı “TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu”nun gündemine
alınmamıştı.
Bir önceki tasarıda çalışanların aleyhine olan hükümleri
aynen koruyarak ikinci bir tasarı hazırlayan AKP Hükümeti
Torba Yasa Tasarısı adını verdiği tasarıyı 25 Ocak 2011 tarihinden
bu yana Meclis Genel Kurulu‘nda görüşüyor ve
madde madde yasalaştırıyor.
Ancak “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı” adıyla hazırlanan ikinci tasarıyla
sadece çalışanlara değil toplumun tümüne büyük bir
oyun oynanıyor.
Yeni tasarıda vergi affı, emekli zammı, öğrenci affı gibi kamuoyunun
büyük bir kesimi tarafından merakla beklenen
yasal değişiklikler ile çalışanların istihdamında planlanan
hak kısıtlamaları birlikte düzenleniyor.
Kamu hizmeti gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren
bir alanda yapılmak istenen hak gaspları ile yine toplumun
geniş kesimleri tarafından beklenen “af”ların birlikte düzenlenmesi
tam anlamıyla bizlere oynanan bir tür “Ali Cengiz”
oyunudur.
Çalışanların haklarında olumsuz değişiklikler öngören bir
tasarının özellikle “vergi affı” ve “öğrenci affı” gibi konularla
birlikte ele alınmasındaki temel amacın aftan yararlananların
desteğini almak olduğu görülmektedir. Bu durum, tasarının
getirdiği hak kayıpları ve sosyal devletin tasfiyesi ile
emekçi kesimler üzerinde oluşacak olumsuz etkilere karşı
gelişen haklı ve meşru muhalefeti yürütenleri, “vergi affı” ve
“öğrenci affı” üzerinden tasarıyı destekleyenlerle karşı karşıya
getirme tehlikesi barındırmaktadır.
Tasarıyla kamu çalışanlarının hakları nasıl yok edilecek?
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nu tamamen değiştirme
niyetini taşıyan siyasi iktidar, Torba Yasayla hem bu
amacının önemli bir bölümünü hayata geçirmekte hem de
işçilerin haklarını işveren lehine zayıflatmaya soyunmaktadır.
AKP Hükümeti bu tasarıyla iddia ettiği gibi “memur sendikaları,
sivil toplum kuruluşları ve çalışanların makul ve
uygun görülen isteklerini karşılamayı” değil, neo-liberal
politikaları çalışma yaşamında tam anlamıyla uygulamaya
koymayı hedeflemektedir.
Tasarı genel olarak
“Kamu hizmeti”ni ortadan kaldırarak, her vatandaşın “siyasal
hakkı” olan kamu hizmetinde çalışma hakkını yok etmeyi,
Anayasanın değiştirilemez hükümlerden biri olan “sosyal
devlet ilkesi”nin en temel mekanizmasını ve sayısı 3 milyon
olan kamu personelinin iş güvenceli kariyerini ortadan
kaldırmayı; işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerini iyice
zayıflatmayı, sendikalarda örgütlenmeyi yok etmeyi, taşeronlaşmanın
önünü açmayı ve işverenin üzerindeki yükü
azaltmayı amaçlamaktadır.
Tasarının olumsuz yönlerini gizleme amacıyla vitrin niyetine
sunulan “izin hakları ile kadın ve engelli çalışma koşullarında
yapılan iyileştirmeler” dışarıda bırakıldığında kamu
çalışanlarının hak kayıpları üç temel noktada düzenlenmektedir.
Siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisi”nin sık ve yaygın
kullanılabilir kılınması.
Tasarı ile siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisini” sık ve
yaygın kullanabilmesine olanak tanınmaktadır. Temel memur
güvencesini ortadan kaldıran bu değişiklikle birlikte,
“kadro kaldırma yetkisi” tüm kamu sistemini sürekli tehdit
edecek bir yetki olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,
böylece siyasal iktidarın kamu personeli
üzerinde yapacağı partizanca işlemlerin kapısı sonuna kadar
açılacaktır.
Üst kademe yöneticilik makamlarının özel sektöre ve serbest
meslek sahiplerine açılması.
Tasarı yöneticilik görevleri için değerlendirmeyi “sicil sistemi”
dışına çıkarmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12
yıl hizmeti yeterli saymakta ve bu sürenin hesabında özel
kurumlarda veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının
dikkate alınacağını hükme bağlamaktadır. Özel sektöre
ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe yönetici
olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin
üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla gelip
gidecek “siyasal kadrolara” dönüştürülecek, memuriyet
kariyer sisteminin taşıyıcısı olan “piramidin tepesi” kariyer
sistemine kapanacaktır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 15
İMO’dan
Sicil değerlendirme sisteminin yerine “disiplin” ile “ödül”
uçları üzerinde yükselen “performans değerlendirme
sistemi”nin getirilmesi.
Tasarı sicil sistemini ortadan kaldırılmakta, insan doğasının
benmerkezci ve kişisel çıkar odaklı olduğu kabulüne dayanan
liberal değerler üzerine kurulan ödüllendirme-cezalandırma
çerçevesinde bir performans değerlendirme sistemi
kurmaktadır. Kolektif bir iş olan kamu hizmetini performans
değerlendirme sistemi ile bireysel rekabete dayalı bir
iş haline getiren değişikliklerle kamu hizmeti kavramının
altı boşaltılmaktadır.
Özetle tasarı ile
Kamu hizmetini tasfiye etme politikasının önü açılmaktadır.
Tasarı, kendi içinde danışma, görüşme, tartışma, direnme
yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları olmayan,
siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal güç odaklarının
vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim aygıtı öngörülmektedir.
Üst kademe yöneticilik makamları siyasal kadroların ve
özel sektör aktörlerinin iş görme yerlerine dönüştürülmektedir.
Bunlar, hükümetle gelip hükümetle gitmekle birlikte,
emir-komuta makamlarında kamu kaynaklarına yön veren
ve bütün bir yönetim aygıtını ve personelini yönlendirip
değerlendiren kadrolar olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde
çalışacak olanların güvenceden yoksun oldukları ve bir
yandan disiplin bir yandan da bunların takdirlerine bağlanmış
ödüllemeye dayalı performans değerlendirme sistemine
bağlandıkları düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin
yalnızca genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı,
doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça
görülmelidir.
Bu noktada Anayasada “Çalışma Hakkı ve Ödevi”nin “Sosyal
ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ana başlığı altında;
“Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı”nın ise “Siyasal Haklar ve
Ödevler” içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır.
Bu ayrımın temel felsefesini kamu adına karar
verenlerin siyasal iktidarın baskılarının yanında farklı çıkar
gruplarına karşı da kamu adına korunması gerekliliğinde
aranmalıdır. Bu niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal bir
öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini
ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından
vazgeçildiğini de işaret etmektedir.
Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi
örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek
amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak, kamu
personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla,
sözleşmelilik ve kadro sistemine geçirilmesiyle
gerçekleştirilebilir.
Tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden çıkaracak bir
nitelikte olması nedeniyle sadece 657 sayılı yasaya tabi çalışanları
değil toplumun tüm emekçi kesimlerini olumsuz
etkileyecek bir özellik taşımaktadır.
Torba Yasa iş yaşamına neler getiriyor?
Tasarı yasalaşırsa
Asgari ücret hesaplamasında belirlenen 16 yaş sınırı 18‘e
çıkarılacak. Böylece 16-18 yaş arasındaki 200 binden fazla
gencin asgari ücretleri yaklaşık 80 TL azaltılacak.
Kısmi süreli çalıştığı için sigorta primi eksik yatanlar eksik
süreyi 30 güne tamamlayacak ve farkı kendileri ödeyecekler.
Ödememeleri durumunda devletin sağlık hizmetinden
yararlanamayacaklar.
Tasarıda 18-29 yaş arası erkekler ile 18 yaş üstü kadınları
istihdam eden işverenlerin sigorta primlerinin işveren tarafından
ödenmesi gereken tutarı, işe alındıkları tarihten
itibaren İşsizlik Sigortası Fonu‘ndan karşılanacak. Bu durum
30 ve daha yukarı yaşlardaki çalışanları işten atılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakacak. “İstihdam artırma niyetiyle”
yapılan bu düzenlemeler ne yazık ki aynı zamanda yeni işsizler
yaratma tehlikesi taşımaktadır.
Şirketler kadrolu işçi çalıştırmak yerine, sadece ihtiyacı olduğunda
işçi çalıştıracak, böylece kısa süreli çalıştırmanın
yolu açılacak. Geriye kalan süreyi 30 güne tamamlamak için
kendi cebinden primini yatıramayan hiçbir çalışan, ömür
boyu emekli olamayacaktır.
İşe alımlarda deneme süresi 2 aydan 4 aya çıkarılacak ve
buna karşılık ücret ödenmeyecek.
Tasarıyla aynı zamanda İl Özel İdarelerinde çalışan yaklaşık
80 bin işçinin sendikasızlaştırılmasının önü açılacak.
İnşaat Mühendisleri Odası mesleki ve toplumsal sorumluğu
gereği kamuda çalışan mühendis ve mimarların, sayıları üç
milyonu bulan kamu çalışanlarının ve özel sektörde çalışan
işçilerin haklarını korumak adına, Torba Yasa‘nın çalışanlarla
ilgili hükümlerine karşı çıkmaktadır.
Çalışanların haklarında ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu‘nda yapılmak istenen değişiklikler vergi affı, öğrenci
affı gibi yasa tasarılarıyla birlikte ele alınamaz.
Kamu çalışanlarıyla ilgili yapılacak bir düzenleme, kamusal
alanın taşıdığı özellikler nedeniyle ayrıca değerlendirilmeli
ve konunun sosyal taraflarıyla ele alınmalıdır.
Kamu hizmeti veren kamu çalışanlarının güvencesiz koşullarda
çalıştırılmaları “kamu hizmeti” kavramının temel anlayışına
aykırıdır. Dolayısıyla üç milyon kamu çalışanı güvencesiz
çalışmaya mahkûm edilemez. Tasarıda ilgili alanlarda
yapılan değişiklikler derhal geri çekilmelidir.
İnşaat Mühendisleri Odası, siyasal iktidarın, Anayasa‘nın
vazgeçilmezlerinden olan sosyal devlet anlayışını tamamen
ortadan kaldıran, yerine neoliberalizmin piyasacı
anlayışını ikame eden yaklaşıma şimdiye kadar nasıl karşı
durduysa bundan sonra da karşı durmaya devam edecektir.
Odamız, TMMOB, KESK, DİSK ve TTB‘nin açıkladığı eylem
planı doğrultusunda 31 Ocak-3 Şubat 2011 tarihleri arasında
alanlarda tüm örgütsel yapısıyla çalışanların yok edilmek
istenen haklarını savunacaktır.
Bu doğrultuda tüm üyelerimizi TMMOB‘nin içinde yer aldığı
platformun Torba Yasa‘ya karşı düzenleyeceği eylem ve
etkinliklere karşı duyarlı olmaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
16
Mart 2011 - 157
İMO’dan
MESLEKTAŞLARIMIZI “GÜVENCELİ İŞ, GÜVENLİ GELECEK İSTİYORUZ”
KAMPANYASINA DESTEK OLMAYA DAVET EDİYORUZ.
İMO Ankara Şubesi’nin imza kampanyası
Günümüzde mühendislerin çalışma yaşamları teknolojinin,
üretim ilişkileri ve üretici güçlerin gelişim ve dönüşümüne
bağlı olarak tarihsel bir değişim göstermektedir. Özel
sektörde istihdam edilen ücretli mühendis sayısı hızla artmıştır,
artmaya devam etmektedir. Plansız ve altyapısız bir
şekilde her ilde bir üniversite açılmasına bağlı olarak artan
mezun sayısı ve sıklaşan krizler, meslektaşlarımızın emeğinin
vasıfsızlaşmasına ve ucuz iş gücünün oluşmasına neden
olmaktadır. Bu dönemde işsizlik, çalışma koşullarının
niteliksizleşmesi, çalışma saatlerinin uzaması, düşük ücretler,
iş güvencesinden yoksun mezarda emeklilik ve mesleğimizin
itibarsızlaştırılması en önemli sorunlarımız olarak
öne çıkmaktadır. Meslektaşlarımıza ve mesleğimize dönük
yaşanan bu olumsuzluklara karşı aşağıda ifade etmiş olduğumuz
10 talebimizi TBMM’ye ulaştırmak üzere tüm inşaat
mühendislerine imzaya açıyoruz. Bütün meslektaşlarımızı
imza kampanyasına destek olmaya davet ediyoruz.
TALEPLERİMİZ
1. Son yıllarda mühendislerin ücretleri büyük bir hızla tırpanlanmakta,
750-800 TL’ ye çalışmak zorunda bırakılan
meslektaşlarımız bulunmaktadır. Ayrıca SSK primleri gerçek
ücretler üzerinden değil, asgari ücret üzerinden yatırılmaktadır.
2011 yılı odamızın belirleyeceği inşaat mühendisliği asgari
ücretinin yasal güvence altına alınmasını, SSK primlerini gerçek
ücretler üzerinden yatırmayan işyerleri için gerekli cezai
işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz.
2. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız, zorunlu mesailerle
birlikte günlük 12 saate varan çalışma süreleri ile karşı
karşıya bırakılmaktadır. Üstelik birçok işyerinde mesaileri
kayıt altına alınmamakta, yasal izinleri işverenleri tarafından
gasp edilmektedir.
Haftalık çalışma sürelerinin kamu ve özel sektörde 40 saate
eşitlenmesini, fazla mesai ücretlerinin eksiksiz ödenmesini,
yasal izin haklarının tümünün kullandırılmasını, çalışanların
bu haklarını gasp eden işyerlerine cezai yaptırım uygulanmasını
istiyoruz.
3. Birçok işyerinde teknik elemanlara ilişkin işler mühendislere
yaptırılmazken, meslektaşlarımız mühendislik mesleği
dışındaki işlerde de çalışmaya zorlanmaktadır. Bu bazen işverenin
banka vb. işlemleri, bazen özel yaşamı ile ilgili işler
olabilmektedir.
Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı, üretim
sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını,
mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve
angaryanın engellenmesini istiyoruz.
4. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilerek kamuda
güvencesiz çalışma koşulları yaratılmak isteniyor. Özel
sektörde çalışan meslektaşlarımız için ise güvencesizlik en
büyük sorun. Sebepsiz ve tazminatsız işten çıkarmalar yaygınlaşıyor,
emeklilik ise ulaşılması zor bir hayale dönüşüyor.
Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı, üretim
sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını,
mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve
angaryanın engellenmesini istiyoruz.
5. Meslek alanımızda son yıllarda işsizlik büyük bir hızla
artmaktadır. Yeni mezun meslektaşlarımızın birçoğu iş bulamamakta
ya da kölelik koşullarında çalışmaya zorlanmaktadır.
İşsizliğe karşı mühendislerin istihdamını artıracak düzenlemelerin
yapılmasını istiyoruz.
6. Son dönem uygulamaya konulan “her ile bir üniversite”
uygulaması ile her yıl yaklaşık 5000 inşaat mühendisi sektöre
girmektedir. Bu sayı her geçen yıl daha da artacaktır.
İstihdam sorunu çözülmeden geliştirilen bu yaklaşım hem
çalışan hem de mezun olacak genç meslektaşlarımız üzerinde
büyük bir baskı yaratmakta, ücretleri düşürmekte, işsizliği
artırmakta, mesleğimizi niteliksizleştirmektedir.
Bütüncül bir planlama anlayışı olmaksızın sürdürülen her ile
bir üniversite yaklaşımı derhal terk edilmelidir. Var olan üniversitelerin
mühendislik bölümleri donanım ve içerik bakımından
iyileştirilmeli, bilimsel yeterliliği sağlanmalıdır.
7. Yurtdışında çalışan meslektaşlarımız zorlu çalışma koşullarında,
emeklilik primleri yatırılmadan, maaşlarını kimi zaman
geç alarak, kimi zaman alamayarak çalışmakta, ayrıca
çalıştığı ülkedeki mühendislere göre daha ucuz iş gücü olarak
görülmektedirler. Maaşlarını alamadan ülkeye dönen
çok sayıda meslektaşımız bulunmaktadır. Döndüklerinde
ise hiçbir hak talep edememektedirler.
Yurt dışında çalışan meslektaşlarımızın kötü çalışma koşullarına
karşı önlem alınmalı, çalışma bakanlığı ve odamız uygulamaları
takip ve kontrol etme konusunda yetkilendirilmelidir.
8. Kadın meslektaşlarımız; doğum vb. nedenlerle işten çıkarılmakta;
bebek bakımı ve emzirme gibi yasal izin dönemlerinde
işveren keyfi uygulamalarla maaş kesintisine giderek
kadın meslektaşlarımızı hak gaspına uğratmaktadır.
Yasalarda bulunan anne ve baba için ücretli doğum izni ve
emzirme izninin ihtiyaçlara göre arttırılmasını, kadınların doğum
izni sırasındaki ücretlerinin ve primlerinin tam ve eksiksiz
ödenmesini istiyoruz.
9. Kamu kurum ve kuruluşlarında mühendis istihdamı, tayin
ve terfileri, politik ve benzeri etkilerden arındırılarak ehliyet
ve liyakat ölçülerinde açık, şeffaf ve denetlenebilir bir
sistem oluşturulmalıdır.
10. Tüm bu taleplerimizin takibi ve denetlenmesi için, biz
inşaat mühendislerinin tek örgütlü gücü olan odamıza gerekli
yetki ve sorumlulukların verilmesini, mesleğimizi ve
meslektaşlarımızı ilgilendiren yasa ve diğer konuların karar
süreçlerinde odamızın da içinde bulunduğu demokratik
katılım mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz.
“GÜVENCELİ İŞ, GÜVENLİ GELECEK İSTİYORUZ” KAMPANYA-
SINA DESTEK OLMAK İÇİN http://www.guvenceliisguvenligelecek.org/
adresindeki imza formunu doldurmanızı rica
ederiz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 17
İMO’dan
JAPONYA’DAKİ FELAKETTEN TÜRKİYE’YE DERSLER
Japonyada meydana gelen deprem, tsunami ve nükleer patlamalar nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan
değerlendirme. 17 Mart 2011
Bir haftaya yakın bir süredir, Japonya’da yaşanmakta
olan katmerli felaketi dehşet ve ibretle izlemekteyiz.
Neler oluyor Japonya’da? Önce çok büyük bir deprem,
ardından deprem etkisiyle oluşan tsunami, onun da arkasından
biribirini izleyen nükleer santral patlamaları.
Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük felaketini
yaşıyor. Dünya, gelişmeleri kaygı içinde izliyor.
Deprem ve tsunami yapacağını yaptı ve artık duruldu
sayılır. Ama nükleer tehlike hala sürüyor. Böyle bir gelişmenin
yalnızca Japonya için değil, bölgedeki diğer
ülkeler ve hatta dünyanın önemli bir bölümü için yaratabileceği
tehlikeler biliniyor.
Japonya depremi birkaç nedenle öğretici, ders verici
özellikler taşıyor. Türkiye’nin de bu olaylardan pek çok
ders çıkarması gerektiği herkes tarafından biliniyor.
Oysa önlemler sınırlı ve yetersiz. İnşaat Mühendisleri
Odası’nın Japonya felaketine bakışı ile Türkiye’deki duruma
ilişkin düşünceleri bu yazıda kısaca özetlenmektedir.
Deprem Boyutu
Japonya’nın Kuzey Doğusundaki Tohoku Bölgesi açıklarında
kıyıdan 130 km uzakta 11 Mart 2011 taihinde Greenwich
saati ile 05:46’da (yerel saatle 14:46) 9.0 büyüklüğünde
bir deprem meydana gelmiştir. Deprem merkezi
38.322°N, 142.369°E koordinatlarında olup odak derinliği
24 km. dir. Japonya Meteoroloji Ajansı tarafından Taiheiyou
olarak isimlendirilen deprem, Japonyanın Kuzey
dogu kentlerinde hasara yol açmış, deprem merkezinden
350 km güneydeki başkent Tokyo’da da şiddetli hissedilmiştir.
Deprem sonrası, derin denizde 15 metreden
yüksek genlikte ve yaklaşık 1 saat peryodunda oluşan
tsunami dalgaları en yakın kıyıya yaklaşık 25 dakikada
ulaşmıştır.
Japonya açıklarında gerçekleşen bu deprem, yeryüzünde
bugüne kadar kayda girmiş en büyük beş depremden
birisidir.
Bu olayı, ardından gelen diğer felaketlerden ayırmak elbette
olanaklı değil. Ama depremi izleyen ve tsunaminin
etkili olmasından önceki kısa süre içinde Japonya’dan
yansıyan görüntüler, depremin etkileri hakkında bir fikir
verebiliyor.
Bu yansımalar, Japonya’daki yapıların bu çok büyük deprem
karşısında oldukça başarılı bir sınav verdiğini, yapısal
hasarın ve buna bağlı can kaybının oldukça düşük bir
düzeyde kaldığını gösteriyor. Televizyondaki görüntüler
ve görgü tanıklarının ifadelerinden, yapılarda önemli
ötelenmeler oluştuğunu, ama aşırı bir hasar oluşmadığını
söylemek mümkün. Bu bağlamda, Japonya’da yapıların
deprem güvenli yapılar olduğu söylenebilir.
Büyük depremden bir hafta kadar önce yine Japonya’da
gerçekleşen 7,2 veya 7,3 büyüklüğündeki deprem bu
düşünceyi doğrulamaktadır. Can kaybı olmaksızın ve
kayda değer bir yapısal hasar görülmeksizin atlatılan
bu deprem, sıradan bir doğa olayı olarak, yalnızca birkaç
gün haber bültenlerinde yer bulabilmişti. Dikkat
edilirse, önemsenmeden geçiştirilen bu depremin büyüklüğü,
ülkemizin karabasanı olan ve gerçekleştiğinde
büyük bir felakete yol açacağı, ellibinler düzeyinde can
kaybı oluşturacağı bilinen olası İstanbul depreminin olası
büyüklüğü kadardır.
Japonya depremi bize bilim ve tekniğin doğru kullanılmasıyla
her zeminde bina yapılabileceğini ve mühendislik
hizmeti alan binaların şiddetli depremlere dayanabileceğini
bir kez daha göstermiştir.
Bu noktada durup bir özdeğerlendirme ve bir özeleştiri
yapmak gereklidir.
Ülkemizde deprem meselesi uzun süre kaderci bir yaklaşımla
doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışılmış, bilim
insanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen elle tutulur bir gelişme
sağlanamamıştır.
Ne yazık ki ülkemizde deprem bilinci ancak büyük kayıplara
yol açan yıkıcı depremler yaşandıkça gelişmektedir.
Bu bağlamda yaklaşık 40 000 can kaybına mal olan
1939 Erzincan depremi bir milat olarak kabul edilebilir.
1939 Erzincan depremi ardından adım adım gelişen
deprem yönetmeliği çalışmaları 1975 yönetmeliği ile
somut bir düzeye erişmişse de, bu yönetmeliğin yaygın
biçimde uygulamaya geçirilmesinde başarılı olunamamıştır.
Bugün bir dönüm noktası gibi algılanan 1999
Marmara depreminde görülen aşırı yapı hasarı ve buna
bağlı 20 000’i aşkın can kaybında, 1975 deprem yönetmeliğinin
uygulanamamış olmasının büyük etkisi olduğu
kuşkusuzdur.
Daha da önemlisi, deprem olgusunun artık çok daha iyi
algılandığı, özellikle de olası İstanbul depremi konusunda
somut bilgiler bulunan son 12 yılda, deprem zararlarını
azaltmak adına neler yapıldığı ya da yapılmadığı
konusudur.
Değişik alanlarda yapılması gerekenler ve yapılanlar çok
kısaca gözden geçirilirse şöyle bir özetleme yapılabilir:
Önemsenebilir düzeyde bilimsel çalışmalar yapılmıştır
ve yapılmaktadır. Örneğin, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun
Marmara Denizi içinde kalan bölümü oldukça ayrıntılı
biçimde incelenmiştir. Kuvvetli yer hareketi kayıt sistemleri
geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Elde edilen
ve edilecek olan verilerin uygulamaya ışık tutabilecek
nitelikte olduğu kesindir, ama bu ışık henüz yeterince
değerlendirilebilmiş değildir. Mevcut yapıların deprem
güçlendirmesine yönelik uygulanabilir nitelikte teknikler
geliştirilmiş ve yönetmeliğe yansıtılmıştır, ama henüz
bu yöntemlerin uygulamada yeterince yer aldığı söylenemez.
Bir Deprem Şurası gerçekleştirilmiş, deprem sorunuyla
ilgili pek çok konu, en yüksek düzeyde ele alınarak,
kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmiş ve önemli kararlar
18
Mart 2011 - 157
İMO’dan
alınmıştır. Şura kararlarının çok azı hayata geçirilebilmiş
olup büyük çoğunluğu tozlu raflarda unutulmuştur.
Deprem Yönetmeliği yenilenmiş, geliştirilmiş ve kapsamı
genişletilmiştir ve mevcut yapıların güçlendirilmesine
ilişkin yeni bir bölüm eklenmiştir.
Köprü, okul, hastahane gibi kullanım öncelikli ve acilen
güçlendirilmesi gereken yapıların deprem için güçlendirilmesi
konusu değişik düzeylerde ele alınmışsa da bu
konuda yeterli bir ilerleme sağlanamamıştır.
1999 Marmara depremi sonrasında başta İstanbul olmak
üzere deprem bölgelerinde yaşayan özel mülk
sahiplerinin birçoğu yapılarının deprem güvenliği kaygısına
bir süre düşmüş ve bir değerlendirme yaptırmak
ve gerekiyorsa binalarını güçlendirmek için girişimlerde
bulunmuşlarsa da, bir bölümü olanaksızlık nedeniyle girişimlerinden
vazgeçmiş, bir bölümü ehil olmayan kişilerce
yanlış yönlendirilmiş, bir bölümü de işi kaderciliğe
dökerek bu konuyu unutmayı tercih etmiştir.
Japonya olayında gördüklerimizden ders alarak, kendimize
bir özeleştiri çerçevesinden baktığımızda, başladığımız
birçok işi tamamlayamadığımızı, son oniki yılda
yapabildiklerimizin bir arpa boyundan öteye geçmediğini
söyleyebiliriz.
Tsunami Boyutu ve Nükleer Santrallerde yarattığı etki
Japonya’ da deprem güvenli yapılaşma sonucu, depremin
oluşturduğu salınımlar kayda değer bir hasar oluşmamakla
beraber, deprem nedeniyle oluşan tsunami ne
yazık ki ciddi hasarlar oluşturmuş, binlerce can kaybına,
nükleer santrallerde oluşturduğu hasar nedeniyle de bir
çevre feleketine neden olmuştur.
Bölgede tarih boyunca bilinen en büyük tsunami, 869
yılında meydana gelen “Jogan tsunamisi”dir. Elde edilen
bilgiler o tarihteki tsunaminin, kıyıdan 4 km uzakta bulunan
Tagajo kalesine kadar ulaştığını, 1000 kadar can
kaybı yarattığını göstermektedir. Ancak yaşanan deprem
ve tsunaminin, Jogan deprem ve tsunamisinden
çok daha büyük olduğu görülmüştür.
Kıyılara ulaşan dev tsunami dalgaları koruyucu duvarları
aşarak kıyı alanlarında 4-5 km kadar ilerlemiş, nehir ağızlarından
giren okyanus suları ise nehir boyunca kıyıdan
10 km uzaklığa kadar ulaşmıştır. Dalgalar, Japonyanın
kuzey doğu kıyılarında birçok yerde, altyapı ve binaları
yıkarak sürüklemiştir. Bölgenin genel yapı düzeni tek
ya da iki katlı hafif ahşap yapı tipi olduğundan, kuvvetli
akıntılarla karada ilerleyen dalgaların etkisi tamamen
yıkıcı olmuştur. Ancak beton yapılardaki hasarın ahşap
yapılara göre çok daha az olduğu gözlenmiştir.
Ülkemizde bu boyutta bir tsunaminin gerçekleşme olasılığı
düşük olmakla birlikte kıyı kentlerimizde yoğun
bir kıyı yapılaşması bulunmaktadır. Bu yapılar olası bir
depremde – Değirmendere örneğinde olduğu gibi- ağır
hasar görebilecektir.
Bu acı kayıplara ek olarak Fukushima Nükleer Santralinde
soğutma sisteminin hasar görmesi ve yedek sistemlerin
de etkilenmesi nedeniyle zorunlu soğutmanın
sağlanamamasından dolayı oluşan aşırı ısınma önlenememiş,
bunun sonucunda depremle başlayan ve tsunami
ile devam eden doğal afetler dizisine, insan etkisi ile
ortaya çıkan radyoaktif sızıntıya bağlı nükleer felaket de
eklenmiştir.
Nükleer santraller her zaman nükleer tehlike potansiyeli
taşımakta, yapımında ve işletilmesinde yapılacak
en küçük bir hata bile, telafi edilmesi mümkün olmayan
sonuçlara yol açabilmektedir. Japonya gibi güvenli yapı
üretiminde ileri düzeyde bir ülke bile nükleer patlamaya
engel olamamış ve insanlığı gelecek tehlikesiyle baş
başa bırakmıştır.
Ülkemizde de yaşanabilecek olası doğal afetler ve depremler
gözüne alındığında, yapılması planlanan nükleer
santrallerin oluşturacağı riskin ne kadar büyük olduğu
geçmişte Çernobil bugün Japonya örnekleriyle sabittir.
Buna rağmen bu konuda ısrar edilmesi en hafif ifadesiyle
falakete davetiye çıkarmaktır.
Eğitim Boyutu
Depremin oluşturacağı risklerin azaltılması çalışmalarının
en önemli boyutlarından biri de eğitimdir. Yurttaşların
depreme hazırlıklı olmalarını, deprem sırasında
ve sonrasında doğru davranışlar içinde olmalarını sağlamaya
yönelik eğitim çalışmalarının Japonya’da uzun
süredenberi özenle yürütüldüğü bilinmektedir. Japon
halkının bu büyük felaketler dizisi karşısındaki tutum
ve davranışı, bütün dünya tarafından takdir ve hayretle
izlenmektedir.
Yaşamakta oldukları büyük sorun ve sıkıntılara rağmen,
çocuğundan yaşlısına insanların hiç birinde aşırı duygusal
tepki görülmemekte, tam tersine insanların yüzlerinde
bu doğa olaylarının getirdiği sorunları aşma azmi ve
kararlılığı izlenmektedir. Japon insanı yaşadığı felaketler
karşısında soğukkanlılığını kaybetmemiş, düzene ve
kurallara gerektiği gibi uymayı sürdürmüş, birbirinin
hakkına saygı gösterip her konuda sırasını beklemiş,
her konuda payına razı olup yolsuzluklara sapmamış,
varolan karışık durumdan yararlanıp talan girişiminde
bulunmamıştır.
Bu örnek davranış biçiminin ortaya çıkmasında, elbette
Japon kültürünün, gelenek ve göreneklerinin katkısı
önemli bir yer tutmaktadır, ama okulda, ailede, televizyonda,
radyoda aralıksız biçimde sürdürülen depreme
hazırlıklı olma eğitiminin de büyük bir payı bulunduğu
kuşkusuzdur.
Ancak Japon toplumunun bu sağduyulu yaklaşımında
en önemli etmenin Japonya’daki yapıların deprem gerçeği
gözönüne alınarak üretilmiş olması ve deprem güvenli
yapılaşmaya ilişkin her tür tedbirin aldığına ilişkin
güven ve inanç duygusu olduğu da gözden kaçırılmamalıdır
ki, yaşananlar bu güveni haksız çıkarmamıştır.
Bu noktada bir kez daha Türk toplumuna dönerek bir
özeleştiri yapmakta yarar vardır.
Başta siyasi erk olmak üzere hiç bir düzeyde depreme
hazırlıklı olma konusunda önlem alınmayan ülkemizde
Türkiye insanı, bu durumlarda ya depremi bir doğa olayı
olarak değil, tanrısal bir ceza olarak algılayıp, çaresizlik
içinde boynunu büküp oturmakta, acılarını yüreğine gömüp
tam bir eylemsizlik içine girmekte, ya da kontolsüz
bir öfkeye kapılıp aşırı duygusal davranışlar sergilemektedir.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 19
İMO’dan
Bu davranış biçiminin ortaya çıkmasında da kültürel ve
ekonomik yetersizlik faktörleri kuşkusuz etkili olmaktadır.
Bununla birlikte, eğitim eksikliğinin rolü de yadsınamayacak
düzeydedir.
Japonya depremi, toplumsal yaşamın deprem gerçeğini
görerek tanzim edilmesinin, topluma doğa olaylarıyla
iç içe yaşama becerisinin kazandırılmasının ne derece
önemli olduğunu somut olarak göstermiştir.
Son Söz: Tek Çözüm, Topyekûn Seferberlik
Bu yazıda, bir deprem ülkesi olan Japonya ile bir deprem
ülkesi olan Türkiye’nin deprem gerçeğine yaklaşımlarını
karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye çalıştık.
Sorunları aynı ama yaklaşımları farklı iki ülke…
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizdeki sorunların
başında gelen kaçak yapılaşma ve imar aflarının
önlenmesi, mevcut yapı stokunda güçlendirme çalışmalarının
tamamlanması, özel konut ve kamu binalarının
deprem güvenli inşa edilmesi doğrultusunda hızlı
adımlar atılması gerektiğini, tüm bunların yapılabilmesi
için ise imar, yapı denetim, belediye kanunu ve benzeri
kanunlarda bir an önce köklü değişikliklere gidilmesi
doğrultusundaki görüşlerimizi her platformda kamuoyuyla
paylaşıyoruz.
Biz biliyoruz ki; sorun çözümsüz değil. Güvenli yaşanabilir
kentler yaratmak mümkün. Önemli olan çözmeye
niyet etmek.
Tıpkı Japonya gibi…
657 SAYILI DEVLET MEMURLARI KANUNU’NDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
İLİŞKİN TMMOB GÖRÜŞÜ
TMMOB’nin üyelerinin önemli bir kısmını oluşturan kamuda çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarını etkileyecek,
memurların özlük haklarını ve çalışma koşullarını düzenleyen ve Torba Yasa içerisinde getirilen 657 Sayılı Devlet
Memurları Kanunu’ndaki değişikliklere ilişkin TMMOB görüşü ekte bilgilerinize sunulmaktadır.
GENEL
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören
hükümlerin yer aldığı tasarı kamuoyunda torba yasa
olarak adlandırılan ve 29 Kasım 2010 tarihinde "Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı" adı altında TBMM Başkanlığına sunulan
kanun tasarısıdır.
Söz konusu torba yasa tasarısı TBMM Başkanlığı‘na sunulduğu
şekli ile 112 madde iken Plan Bütçe Komisyonu‘ndan
çıktığı şeklinde 224 madde haline gelmiştir.
Torba Yasa Tasarısı 5 kısımdan oluşmaktadır. Tasarının ilk
dört kısmı Bazı Alacakların Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu üzerindeki değişiklik
maddelerini içermekte, 5. Kısımdan itibaren ise bazı
kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına
dair maddeler yer almaktadır.
EMEK ALANINI DÜZENLEYEN YASALARDA DEĞİŞİKLİKLER
Onlarca yasada değişiklik hükümleri içeren ve temel olarak
emek alanını emekçiler aleyhine düzenleyen "biraz iyi,
çokça kötü" olan düzenlemelerin aynı torba içinde değerlendirilmesi
yöntemi AKP Hükümetince Anayasa paketi
oylamasında da uygulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında torba
yasaya yönelik olumsuz eleştirilerin "birkaç iyi madde"
üzerinden savunulması işin özünü unutturmaya dönüktür.
Torba Yasa Tasarısı ile; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu; 4857 Sayılı İş Kanunu; 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu; 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanun vb. gibi pek çok kanunda yapılan
düzenlemelerle, emekçiler mevcut durumlarından çok
daha kötü ve geri düzenlemelerle karşı karşıya kalmaktadır.
Asgari ücretlilerin yaş sınırının yükseltilmesi, kısmi süreli
çalışanların primlerini cebinden tamamlamak zorunda
olması, stajyer çalıştırma üzerinden ucuz emek sömürüsünün
önünün açılması, kısa çalışma ödeneğinin süresi ve
kapsamının genişletilmesi, işsizlik fonunun yıllık gelirinin
yarısına Bakanlar Kurulu‘nun el koyup işverenlere istihdam
teşviki olarak vermesi gibi emekçi sınıfların aleyhine düzenlemeler
torba yasa tasarısında yer almıştır.
4857 sayılı kanunda; çağrılı çalışma, parça başına çalışma,
sözleşmelilik, deneme süreli iş akitlerinin uzatılması, geçici
çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması gibi düzenlemelerle
esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerini çalışma
yaşamının esası haline getiren torba yasa tasarısı 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören hükümleri
ile birlikte bütün olarak değerlendirildiğinde emek alanına
topyekûn bir saldırı olarak değerlendirilmelidir.
657 SAYILI DEVLET MEMURLARI KANUNU‘NDA DEĞİŞİKLİK
1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 236 madde
ve ekinde yer alan iptal ve ihdas edilen kadroların gösterildiği
tablolarla 94 sayfalık bir metindir. 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu, devlet personel istihdamına ilişkin
hükümler taşımasının yanı sıra Anayasa‘da "Siyasal Haklar
ve Ödevler" içerisinde sayılan "Kamu Hizmetlerine Girme
Hakkı"nın hayata geçirilmesinin en önemli aracı olması niteliğiyle
temel kanun özelliği taşımaktadır.
AKP Hükümetlerince, Ağustos 2004 ve Ekim 2005‘de Kamu
Personeli Kanun Tasarısı, Ağustos 2006‘da Devlet Memurları
Kanun Tasarısı adı altında hazırlanan taslaklarla 657
sayılı Yasa‘yı değiştirmek amacıyla farklı girişimlerde bulunulmuştur.
AKP Hükümetince 2010 yılı içerisinde de 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda Değişiklik yapılmasına ilişkin hükümler
taşıyan iki tasarı hazırlanmıştır.
20
Mart 2011 - 157
TMMOB’den
Bunlardan ilki "Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı" adı altında 9 Haziran 2010 tarihinde
TBMM Başkanlığı‘na sunulan tasarı taslağıdır. Bu tasarı taslağı
"TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu"na gönderilmiş ancak
Komisyon gündemine girmemiştir.
29 Kasım 2010 tarihinde TBMM Başkanlığı‘na sunulan ve
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik yapılmasını
da içeren ikinci tasarı "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması
ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" adını
taşımaktadır. İki tasarı birlikte incelendiğinde 9 Haziran
tasarısı ile 29 Kasım tasarısının 675 sayılı Devlet Memurları
Kanunu‘nda değişiklik öngören maddelerinde bir farklılık
olmadığı görülmektedir. Yani 9 Haziran tasarısı 29 Kasım
tasarısının içerisine madde numaralarında meydana gelen
değişiklikler haricinde, madde ve gerekçeleri ile aynen işlenmiştir.
29 Kasım 2010 tarihli tasarıya ilişkin olarak "Plan Bütçe
Komisyonu" alt komisyonu tarafından yapılan değerlendirme
sonucunda hazırlanan metin incelendiğinde, 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören
hükümlerde alt komisyon tarafından, öngörülerin genel
yapısında farklılık yaratacak bir değişiklik yapılmadığı görülmektedir.
Ancak "Plan Bütçe Komisyonu"nda yapılan
değerlendirme sonucunda hazırlanan "Plan Bütçe Komisyonu"
metninde, tasarının devlet personel istihdamına ilişkin
temel hedefine ulaşmasının bir aracı olarak değerlendirilebilecek
ve uygulanması ile tüm bakanlıklar sisteminin
kariyer esasından koparılıp norm-kadro ya da iş sınıflaması
esasına doğru dönüştürülmesini; istihdamda, kariyer ilkesinin
öngördüğü "kamu hizmetine en alt basamaktan girip
en üst düzey yönetime doğru yükselme" felsefesi yerine
istihdamda sözleşmelilik düzeni getirilmesini; buna bağlı
olarak, "kurum bazlı", "yöneticilik yasaklı", "güvencesiz" istihdama
geçişin yasal dayanağını oluşturacak "uzmanlık"
sistemine ilişkin hükümler tasarıdan çıkarılmıştır. Bununla
birlikte söz konusu değişiklikleri önceleyen hükümler tasarıdaki
yerlerini korumuştur.
"Plan Bütçe Komisyonu"ndan geçtiği halinde tasarı genel
olarak incelendiğinde, önceki girişimlerle yapılmaya çalışılan
657 Sayılı Kanun‘un topyekun değiştirilmesinden
vazgeçilmekle birlikte hedefe yönelik planın "parçalar
halinde" hüküm değişiklikleriyle yürürlüğe konulmasına
karar verildiği görülmektedir. Hedefin önemli araçlarından
birini teşkil eden "uzmanlık" sistemine ilişkin hükümlerin
tasarının içerisinden çıkarılması da -TBMM‘de görüşmeler
sürecinde önergelerle dâhil edilip edilmeyeceği bilinmemekle
birlikte- parça başı çalışmanın bir göstergesi olarak
değerlendirilmelidir.
Torba yasa tasarısının devlet personel istihdamında değişiklik
öngören hükümlerinin hedefi, tasarı gerekçesinde
yer alan " memur sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve
çalışanların makul ve uygun görülen isteklerini karşılamak"
değil, küresel kapitalizmin neo-liberal politikaları ile
belirlenen noktaya ulaşmaktır. Buna göre tasarının hedefi
"sosyal devleti" değil "düzenleyici devleti" destekleyen bir
bürokratik yapının oluşturulmasıdır.
Buna bağlı olarak tasarıda; 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu‘nda değişiklik öngören hükümlerle, (1) "Kamu
hizmeti" ortadan kaldırılarak, her vatandaşın "siyasal hakkı"
olan kamu hizmetine girme hakkı yok edilmektedir. (2)
Anayasa‘da değiştirilemez hükümlerden biri olan "sosyal
devlet ilkesi"nin en temel mekanizması ortadan kaldırılmaktadır.
(3) Günümüzde sayısı 3 milyonu bulan kamu
personelinin "iş güvenceli kariyeri" tehdit edilmektedir.
İzin hakları, kadın ve özürlü çalışma koşullarında yapılan
iyileştirmeler v.b. verilen ödünler tasarının gerçek hedefinin
gizlenmesi ve tasarı lehine bir kamuoyu oluşturulmasında
kullanılacak araçlar olarak tasarıda yerini almıştır.
Bu maddeler dışarıda bırakıldığında torba yasa tasarısında
yer alan 657 Sayılı Kanun‘da değişiklik öngören hükümlerle
Devlet Personeli İstihdam Rejiminde;
1- Siyasal iktidarın "kadro kaldırma yetkisini" sık ve yaygın
olarak kullanabilmesine olanak yaratılmakta, temel
memur güvencesi ortadan kaldırılarak, "kadro kaldırma
yetkisi" tüm kamu sistemini sürekli tehdit edecek bir yetki
olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,
siyasal iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca
işlemlerin kapısı sonuna kadar açılmaktadır.
2- Yöneticilik görevleri için değerlendirme "sicil sistemi"
dışına çıkarılmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl
hizmet yeterli sayılmakta ve bu sürenin hesabında özel kurumlarda
veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının
dikkate alınacağını hükme bağlanmaktadır. Özel sektöre
ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe yönetici
olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin
üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla
gelip gidecek "siyasal kadrolar"a dönüştürülmekte, memuriyet
kariyer sisteminin taşıyıcısı olan "piramidin tepesi"
kariyer sistemine kapanmaktadır.
3- Sicil değerlendirme sistemi ortadan kaldırılmakta, insan
doğasının bencil, çıkarcı, tembel bir varlık olduğu kabulüne
ve çalışma adı verilen şeyin bireysel doyumdan ibaret
olduğu görüşüne dayanan liberal değerler üzerinde yükselen
ödüllendirme-cezalandırma ekseninde performans
değerlendirme sistemi kurulmaktadır. Kolektif bir iş olan
kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile bireysel
rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle
kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır.
SONUÇ
AKP Hükümetince 9 Haziran 2010 tarihinde Meclis
Başkanlığı‘na sunulan "Devlet Memurları Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" ve bu tasarının 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik öngören tüm
hükümlerini içeren ve 29 Kasım 2010 tarihinde Meclis
Başkanlığı‘na sunulan "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması
ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" AKP
Hükümetinin "Personel Rejimine" ilişkin hedefini açıkça
gözler önüne sermektedir. "Plan Bütçe Komisyonu" metninde
söz konusu hükümler içerisinde yer alan "uzmanlık
sistemi" ile ilgili hükümler tasarı metninden çıkarılmakla
birlikte bu tür bir sistemin uygulanmasının yolunu açacak
olan memuriyet güvencelerini kaldıran ve özel sektör şir-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 21
TMMOB’den
ketlerinin istihdam kurallarını içinde barındıran hükümler
tasarıdaki yerlerini korumuştur. Bu anlamda tasarı "Plan
Bütçe Komisyonu"ndan çıktığı hali ile personel rejiminde
kariyer sisteminden kadro sistemine dönüşümünün bir ön
çalışması niteliğine bürünmüştür.
Tasarı, kendi içinde danışma - görüşme - tartışma - direnme
yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları
olmayan, siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal güç odaklarının
vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim anlayışını
öngörmektedir.
Tasarıda yer alan hükümlerle üst kademe yöneticilik makamları
siyasal kadroların ve özel sektör aktörlerinin iş görme
yerlerine dönüştürülmektedir. Bunlar, hükümetle gelip
hükümetle gitmekle birlikte, emir-komuta makamlarında
kamu kaynaklarına yön veren ve bütün bir yönetim sistemini
ve personelini yönlendirip değerlendiren kadrolar
olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde çalışacak olan personelin
memurluk güvencelerinden yoksun olduğu, bir yandan
disiplin, bir yandan da subjektif kriterlerle "takdire" dayalı
ödüllendirme esaslı performans değerlendirme sistemine
tabi tutulacağı düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin
yalnızca genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı,
doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça
görülmektedir.
Bu noktada Anayasa‘da "Çalışma Hakkı ve Ödevinin", "Sosyal
ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" ana başlığı altında,
"Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı"nın ise "Siyasal Haklar ve
Ödevler" içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır.
Bu ayrımın temel felsefesi, kamu adına karar
verenlerin siyasal iktidarın baskılarının yanında farklı çıkar
gruplarına karşı da kamu adına korunması gerekliliğinde
aranmalıdır. Bu niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal
bir öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini
ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından
vazgeçildiğine de işaret etmektedir.
Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi
örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek
amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak, kamu
personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla,
sözleşmelilik ve kadro sistemine geçirilmesiyle
gerçekleştirilebilir.
Öte yandan tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden
çıkaracak bir nitelikte olması nedeniyle sadece 657 Sayılı
Kanuna tabi çalışanları değil, toplumun tüm emekçi kesimlerini
olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır. Bu
nedenle bu tasarıya karşı yürütülecek mücadelenin tüm
emekçilerin ortak mücadelesi haline getirilmesi özel önem
arz etmektedir.
Temel bir kanun niteliğinde olan 657 Sayılı Devlet Memurları
Kanunu‘nun bir çok kanunda değişiklik öngören bir
torba yasa içerisinde, ayrıca birlikte değerlendirildiğinde
toplumsal parçalanma ve çatışmalara neden olabilecek
nitelikteki "vergi affı" ve "emek alanı düzenlemeleri" gibi
hususlarla aynı tasarı içerisinde değerlendirilmesi kabul
edilemez. Bu nedenle öncelikli olarak, kamuoyunda torba
yasa olarak anılan "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması
ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" içerisinde yer
alan "Devlet Personel İstihdam Rejimi"nde ve emek alanında
yapılmaya çalışılan değişikliklere ilişkin tüm hükümlerin
tasarıdan çıkarılması ve söz konusu hususların ilgili tüm
emek örgütlerinin de katılımı ile tekrar değerlendirilmesi
gerekmektedir.
TMMOB YEREL KADIN KURULTAYI HAZIRLIK ÇALIŞTAYI
3 NİSAN’DA TEPEKULEDE
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Nisan
ve Mayıs aylarında ulusal ve yerel ölçekte bir dizi kurultay
etkinliğiyle ile kamuoyunun önüne çıkacak. TMMOB
Demokrasi Kurultayı, TMMOB Kadın Kurultayı ve TMMOB
Ücretli Mühendis-Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik
Kurultayı Nisan ve Mayıs aylarında İzmir’de gerçekleştirilecek.
TMMOB Yerel Kadın Kurultayı Hazırlık Çalıştayı 3 Nisan 2011,
Pazar günü 10.00- 18.00 saatleri arasında Tepekule Kongre
ve Sergi Merkezinde gerçekleştirilecek. Kurultay ise 30 Nisan
2011 Cumartesi günü yine Tepekule’de gerçekleştirilecek.
Çalıştaya ve Kurultaya TMMOB’ne bağlı odaların kadın üyeleri
Şubelerine isim bildirerek veya sekreteryaya başvurarak
katılım sağlayabilirler. Çalıştayda ele alınacak 4 konu başlığı ve
alt başlıkları şöyle;
Toplumsal Cinsiyet Rolleri / Kadına yönelik şiddet (Aile
içinde / Toplumda Şiddet / Şiddet çeşitleri (Ekonomik, fiziksel,
psikolojik vd. şiddet. ) / Mobbing / Devlet şiddeti (Tutuklu
kadınlar- Kamu çalışanları - Kolluk kuvvetleri şiddeti) /Seks
işçileri / Şiddet ve medya / Demokratik kitle örgütleri ve şiddet
/ Örgüt içi cinsiyet ayrımcılığı sekreteryası)
Kapitalizm ve Kadınlar - Kadın Emeği (Torba yasada kadın
emeğine yönelik uygulamalar / İş yasalarında kadın (Ev işçiliği
- Tarım işçiliği -Sanayi işçiliği - Girişimci kadınlar) / Çalışan
kadına yönelik sosyal politikalar / TMMOB’ta kadın emeğine
yönelik politikalar)
TMMOB’de Kadın Örgütlülüğü (Türkiye’de kadın örgütlülüğü
/ TMMOB’ta kadın örgütlülüğünün gerekliliği / TMMOB
organlarında kadın temsiliyeti / TMMOB içinde kadın çalışma
gruplarının örgütlenme modeli (Tüzük ve Yönetmelikler -
TMMOB Kadın Çalışma Grubu- IKK Kadın Çalışma Grubu –
Kadın öğrenci örgütlenmesi- Pozitif ayrımcılık ve kota)
Kadın ve Demokrasi (Yükselen gericilik ve muhafazakârlaşma
/ Karar ve yönetim mekanizmalarında kadın (Kamuda -Özel
sektörde –Üniversite -Yerel yönetimlerde –Parlamentoda
–Yargıda) / Uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat
uygulamaları / TMMOB ve Demokrasi / Örgüt içi demokrasi
/ Toplumsal cinsiyet eşitliği / Bireysel hak ve özgürlükler /
Anadil)
Kurultay sekreteryası:
Makina Mühendisleri Odası Tel: 463 33 33 / 120- 187
22
Mart 2011 - 157
TMMOB’den
“YAPI MÜTEAHHİTLERİ İLE ŞANTİYE ŞEFLERİNİN KAYITLARI
VE YETKİ BELGELİ USTALAR HAKKINDA YÖNETMELİK”
YARGIYA TAŞINDI
TMMOB, 16 Aralık 2010 tarih ve 27787 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Müteahhitlerinin
Kayıtları ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmeliğin bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin
durdurulması istemiyle Danıştay’a başvurdu. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı konuya ilişkin
olarak 16 Şubat 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.
16 Aralık 2010 tarih ve 27787 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak
yürürlüğe giren Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları ile
Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmeliğin
bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması
istemiyle Danıştay‘a başvurduk.
Bilindiği üzere; ülkemizde yapı üretim süreci uzun yıllardır,
geleneksel müteahhitlik anlayışı ile sürdürülmekte ve mühendisler,
mimarlar yapı üretim faaliyetinden uzak tutulmaktadırlar.
Konu ile ilgili yasa ve yöneltmelikler düzenlenirken yapı
üretim sürecinin "tasarım" "uygulama" ve "uygulamanın
denetlenmesi" safhalarının bütünselliği sürekli göz ardı
edilmiştir. Bu eksik yaklaşım sonucunda özellikle binanın
inşa edildiği "uygulama safhası" zincirin en zayıf halkası
olarak ortada bırakılmıştır.
Yapı üretim sürecinin asıl öznesi; binanın inşa edilmesi
sorumluluğunu yüklenen müteahhitlerdir. Bu gerçek herkesçe
bilindiği halde, "müteahhitlik" faaliyetlerinin düzenlenmesinden
sürekli kaçınılmış, bunun yerine ikincil bir faaliyet
olan "yapı denetimi" faaliyeti öne çıkarılmıştır.
Yapı üretim faaliyeti mimar ve mühendisler olmadan sürdürülürken,
bu aşamadaki teknik hizmet boşluğu, yapı
denetim faaliyetinde görev alan mimar ve mühendislerce
doldurulmaya çalışılmıştır. Üstelik bu anlayış, her gün biraz
daha yaklaştığı bilinen yıkıcı bir depremin tehdidine rağmen
devam ettirilmiştir.
Bu politikanın nedeninin, ülkenin olanaksızlıklarından kaynaklanmadığı
kesindir. Çünkü bir yanda üniversitelerden
her yıl binlerce mühendis ve mimar mezun olup, gördükleri
eğitim doğrultusunda hizmet vermek için boşta beklerken,
diğer yanda bol paranın harcandığı, bol makyajlı binlerce
bina, mimar ve mühendis katkısı olmadan yükselmektedir.
Aslında bu çarpıklık yasa koyucu tarafından fark edilerek
17 Aralık 2009‘da İmar Kanunu‘nun 44. maddesinin 1.
fıkrasının (e) bendi değiştirilmiştir. Bu değişiklik ile "yapı
müteahhitlerinin sahip olmaları gereken asgari eğitim, iş
tecrübesi, teknik donanım, mali durum ve personel şartları
ile niteliklerine ilişkin usul ve esasların" yönetmelikle belirlenmesi
kararlaştırılmıştır. Ancak, 16 Aralık 2010 tarihli Resmi
Gazete‘de yayımlanan "Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları
ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmelik",
yapıların bundan sonra bir müteahhitçe yapılması
zorunluluğunu getirmekle birlikte, müteahhitlikle ilgili kriterlerinin
hiçbiri yönetmelikte yer almamıştır.
Söz konusu yönetmeliğin 10. maddesinde "şantiye şefliği"
düzenlenmektedir. Ancak şantiye şefi; şantiyede sürekli bulunması
gerekmeyen, 5 ayrı müteahhidin 5 ayrı inşaatında
aynı anda görev alabilen, mühendis veya mimar olmasına
bile gerek duyulmayan, sonuç olarak kâğıt üzerinde imzası
alınan, "olmasa da olur" biçimindeki bir eleman haline indirgenmiştir.
Ayrıca, iş güvenliğinden sorumlu mühendis
görevi de şantiye şeflerine yüklenmiş ve son günlerde sık
sık karşımıza çıkan iş kazalarında görüldüğü gibi zaten sorunlu
olan iş güvenliği alanı bir kez daha ihmal edilmiştir.
Tüm bunların, mevcut özel yapı müteahhitlerini "üzmemek"
için yapıldığı açıktır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı,
görünür biçimde çifte standart uygulamaktadır. Kamu yapılarının
inşasını yüklenen müteahhitlere, şantiye şefinin
altında görev yapan mimar, elektrik, makine ve inşaat mühendisliği
vb. uzmanlık dallarından oluşan bir teknik kadro
şart koşulurken, özel yapı müteahhitlerinden aynı teknik
kadro istenmemektedir. Yine benzer biçimde, sırf "denetim
faaliyeti" için yapı denetim kuruluşlarına sayfalar dolusu
kurallar getirip, çeşitli uzmanlıklarda mühendis ve mimar
istihdamı istenirken; Binayı bizzat inşa etme sorumluluğunu
yüklenen özel yapı müteahhitlerinden ise bu düzeyde
bir teknik eleman kadrosu yerine, formalite gereği tek bir
şantiye şefi istenmektedir.
Bu yönetmelikte ayrıca 2. derecedeki teknik elemanların
yetkileri, mühendis ve mimarların mevcut yetkilerini paylaşacak
biçimde genişletilmiş ve 5 katı ve 2000 m2‘yi geçmeyen
yapılarda teknik öğretmenlerin, 1500 m2‘yi geçmeyenlerde
ise teknikerlerin şantiye şefliği yapabilmesine olanak
tanınmıştır.
Böyle bir uygulama; yapıdaki teknik hizmet niteliğinin, var
olanın gerisine düşürülmesi demektir. Oysa ülkemizde binlerce
mimar ve mühendis, kendi istihdam alanında çalışmak
üzere boşta beklemektedir.
Bu durumda yapılması gereken; mevcut müteahhitlik sistemini
korumak olmamalıdır. Doğru olan; yapı üretim faaliyetindeki
teknik hizmet payının ciddi biçimde arttırılmasıdır.
Bu bağlamda; özel yapılarda da müteahhitlik kurumsallaşmalı
ve kamu inşaatlarında olduğu gibi mühendis, mimar
ve teknikerlerin de istihdam edileceği bir statüye kavuşturulmalıdır.
Bu nedenlerle; söz konusu yönetmeliğin, 1, 2, ve 5‘inci
maddeleri ile 10. maddesinin 1, 2, 5, 14 ve 15 fıkralarının
ve 12. fıkrasında geçen "binanın kullanım amacına uygun
olarak" ibaresi ile mühendis veya mimar arasındaki "veya"
ibaresinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle
yargıya başvurduk.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 23
TMMOB’den
DİSK, KESK, TMMOB VE TTB`DEN CUMHURBAŞKANLIĞI’NA TORBA
YASA’YLA İLGİLİ RAPOR GÖNDERİLDİ
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Başkanları, kamuoyunda “Torba Yasa” olarak bilinen “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması
ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” hakkında Cumhurbaşkanlığı`ndan bir görüşme talebinde bulundu. Görüşme öncesi
Cumhurbaşkanlığı’na bir ön rapor sunan emek ve meslek örgütleri, yasa tasarısının tüm emek örgütlerinin katılımıyla tekrar
değerlendirilmesi için yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye gönderilmesini istedi.
Cumhurbaşkanlığı’na gönderilen ön rapor 21.02.2011
Sayın Abdullah Gül
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı,
İLGİ : TBMM‘de "Torba Yasa" adı altında kabul edilen 6111
sayılı Kanun hk.
Sayın Cumhurbaşkanı,
29 Kasım 2010 tarihinde TBMM‘ye sunulan "Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı" ile 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu; 4857 Sayılı İş Kanunu; 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu; 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanun gibi pek çok alanı düzenleyen
kanunlarda önemli değişiklikler gündeme getirilmiştir.
Toplam 113 madde olarak TBMM‘ye sunulan tasarı, TBMM
Plan ve Bütçe Komisyonunun Alt Komisyon çalışmalarında
iktidar tarafından verilen önergelerle daha da genişleyerek
toplam 224 maddelik bir tasarıya dönüşmüştür.
Gerekçeleriyle 200 sayfaya yaklaşan bu değişiklik tasarısı
12 Şubat 2011 tarihinde TBMM‘de yasalaşmıştır.
Büyük oranda emek alanını ilgilendiren bu düzenlemelere
ilişkin olarak, 4857 sayılı İş Kanununun Üçlü Danışma
Kurulu başlığını taşıyan 114. maddesine göre, çalışma
barışının ve endüstri ilişkilerinin geliştirilmesinde, çalışma
hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının ve uygulamalarının
izlenmesi amacıyla hükümet, işçi ve işveren konfederasyonları
arasında etkin danışmayı sağlamak üzere üçlü
temsile dayalı olarak kurulmuş bulunan Üçlü Danışma
Kurulu‘nun hiç bilgilendirilmemesi; taslakların konfederasyonlara,
meslek örgütlerine gönderilip görüşlerinin
bile alınmaması manidar olduğu kadar, ülkemizin taraf olduğu
Üçlü Danışmaya İlişkin 144 Sayılı ILO Sözleşmesi‘ne
ve sosyal diyaloga aykırıdır.
Torba yasadaki 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda
değişiklikleri düzenleyen maddelere ilişkin de aynı süreç
işletilerek Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısı da
dahil hiçbir aşamada konfederasyonlara bilgi verilmemiş,
görüş istenmemiştir.
Toplumun büyük bir bölümünü yakından ilgilendiren bu
düzenlemeler Anayasa değişikliklerinde, bu tür konuların
görüşüleceği yer olarak, büyük bir iddia ile Anayasal
bir kurum haline getirilen Ekonomik Sosyal Konsey‘in de
gündemine getirilmemiştir.
Bu durum, katılımcılık ve sosyal diyalog konusunda dile
getirilen iddialarla çelişmektedir. Bunun sonucu olarak
ortaya çıkan taslak, büyük oranda sermaye kesimlerinin
beklentilerini yansıtan bir öze sahiptir.
Özellikle, ulusal istihdam strateji belgesi çalışmaları kapsamında
sermaye kesimleri tarafından dile getirilen, asgari
ücretin düşürülmesi, esnekliğin yaygınlaştırılması
gibi öneriler, taslakta kendisine yer bulmuştur. Taslağın
özellikle gençlerin istihdamının teşvik edilmesi amacı ile
oluşturulduğu iddia edilen düzenlemeleri, gençlerin açık
sömürüsü üzerine inşa edilen bir büyüme modelinin taşlarını
döşemekte ve vicdanları rahatsız etmektedir.
Kanun ile Türkiye‘nin en büyük sorunu haline gelen işsizliğin
çözümüne yönelik, emek kesiminin taleplerine karşı
sessiz ve duyarsız kalınırken, işsizliğin temel sorumlusu
olan ve kriz döneminde hükümetin bile tepkisini çeken
işveren çevrelerinin talepleri bir emir olarak kabul edilmektedir.
Kanun ile stajyerlik adı altında işe yeni giren işçilerin daha
fazla sömürülmesine olanak tanıyan düzenlemeler genişletilmektedir.
Bir yandan Meslek Yüksek Okulları da stajyer
sömürüsü kapsamına alınırken, diğer yandan stajyerlik
için uygulanan asgari ücret 229 TL‘den 178 TL‘ye çekilmektedir.
Bilindiği gibi aday çırak ve öğrencilere ödenecek
ücretler her türlü vergiden müstesnadır. Stajyer çalıştıran
iş yerleri için çalıştırılması gerek işçi sayısı sınırı 20‘den,
5‘e çekilmekte, böylelikle denetimin en az olduğu alanlar
stajyer sömürüsüne açılmaktadır. Yani bir yandan ucuz
emek sömürüsünün bir biçimi olan stajyerlik uygulaması
genişletilmekte diğer yandan ise ödenecek ücretler düşürülmektedir.
Kısa çalışma ödeneğinin genel ekonomik krizler yanında
sektörel ve bölgesel krizlerde uygulanabilmesine imkân
tanınmaktadır. Böylelikle işçilerin ücretlerinin, işsizlik fonundan
karşılanması yaygınlaşacaktır. Sermayedar, işçi
çalıştıracak ama "kriz koşullarında", karşılığını daha sonra
fona geri ödemeksizin, çalıştırdığı işçinin ücreti işsizlik fonundan
karşılanacaktır.
Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunu‘nun 91. maddesine eklenen
bir fıkra ile iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan
bireysel alacaklara ilişkin şikayetlerin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüklerinde görevli memurlarca
yapılmasının önü açılmakta; Hükümet yönetmelik
değişikliği ile yapmak isteyip, Danıştay engeline takılan
değişikliği yasa yoluyla yapmak istemektedir. Uzmanlık
isteyen denetim ve inceleme görevinin vasıfsız düz memurlar
eliyle yaptırılmak istenmesinin hukuka ve çalışma
yaşamının gereklerine uymadığı açıktır.
Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunu‘nun 92. maddesinde yapılan
değişiklikle, "...İş müfettişi tarafından düzenlenen
raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin
kısımlarına karşı taraflarca on beş gün içerisinde yetkili iş
24
Mart 2011 - 157
TMMOB’den
mahkemesine itiraz edilebilir. Süresinde itiraz edilmemesi
veya iş mahkemesince itirazın reddine karar verilmesi
halinde raporda veya tutanakta belirtilen alacak kesinleşir..."
hükmü getirilmekte olup, bu hükümde yer alan kısa
itiraz süresi nedeniyle hak kayıplarının yaşanacağı açıktır.
Bu düzenleme, hem hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırmakta
hem de ücretlere uygulanan 5 yıllık dava zamanaşımını
ortadan kaldırmaktadır. Zira, işçilerin alacakları,
işverenlerin, yanlı veya eksik belge vermesi nedeniyle eksik
ve yanlış hesaplanabileceği gibi, çalışma süresi, ücretin
miktarı vb. tartışmalı hususların bulunduğu ve bir yargılama
sonucunda ispatlanabilecek durumlarda bir işçinin
15 gün içinde İş Mahkemesine itiraz etmemesi halinde, bu
eksik ve yanlış hesap kesinleşecek, işçiler mağdur olacaktır.
Yine Kanun ile İl özel idareleri veya belediyelerin (bağlı
kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan "ihtiyaç
fazlası" işçilerin, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına
atanması gündeme getirilmektedir. Bu düzenleme
on binlerce belediye işçisi açısından ciddi sorunlar yaratacaktır.
"İhtiyaç fazlası" tanımlamasının hangi kriterlere
dayandırılacağının belirsiz olması, kişilerin rızası dışında
bu düzenlemenin hayata geçirilmeye çalışılması, kişi
hak ve özgürlüklerinin ihlali anlamına gelmektedir. Aynı
zamanda ataması tekemmül ettirilen işçiler, çalıştıkları
kurumlarınca atama emirlerinin tebliğini izleyen günden
itibaren beş iş günü içinde yeni görevlerine başlamak
zorundadırlar. Bu süre içinde yeni kurumunda işe başlamayan
işçilerin atamaları iptal edilmektedir. Bu düzenleme,
çalışma özgürlüğünün içinin boşaltılmasıdır. Çalışma
özgürlüğü, her halükarda bir işte istihdam edilmek değil,
kişinin iradesi ve istediği, sevdiği bir işi yapması anlamına
gelmektedir. Kişinin iradesi dışlanarak konumunun değiştirilmesi,
insanlık dışı bir uygulama olup, işçileri yıldırmak
ve istifaya zorlamak anlamına geldiği açıktır. Bu kapsamda
işçi nakleden mahalli idarelerin nakil sonrasında oluşan
işçi sayısında beş yıl süreyle artış yapılamaması, buna
karşı hizmet alımı yoluna gidebilmesi, taşeronlaşmanın
yaygınlaştırılması amacını taşımaktadır. Kadrolu çalışanlar,
sürgün edilecek, yerine taşeronlar sokulacaktır.
Ayrıca işçilerin gerçekleşmiş bulunan ve bugüne kadar
ödenmemiş olan alacaklarının devir olunmayacağı hükme
bağlanmıştır.
Kanunun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nda değişiklik
öngören kamu çalışanlarına yönelik kimi düzenlemeleri
de dikkat çekicidir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, devlet personel istihdamına
ilişkin hükümler taşımasının yanı sıra Anayasa‘da
"Siyasal Haklar ve Ödevler" içerisinde sayılan "Kamu
Hizmetlerine Girme Hakkı"nın hayata geçirilmesinin en
önemli aracı olması niteliğiyle temel kanun özelliği taşımaktadır.
Kanunun, devlet personel istihdamında değişiklik öngören
hükümlerinin hedefi, tasarı gerekçesinde yer alan "
memur sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve çalışanların
makul ve uygun görülen isteklerini karşılamak" değil,
küresel kapitalizmin neo-liberal politikaları ile belirlenen
noktaya ulaşmaktır. Buna göre tasarının hedefi "sosyal
devleti" değil "düzenleyici devleti" destekleyen bir bürokratik
yapının oluşturulmasıdır.
Kanunda yer alan, 657 Sayılı Kanun‘da değişiklik öngören
hükümlerle Devlet Personeli İstihdam Rejiminde;
• Siyasal iktidarın "kadro kaldırma yetkisini" sık ve yaygın
olarak kullanabilmesine olanak yaratılmakta, temel memur
güvencesi ortadan kaldırılarak, "kadro kaldırma yetkisi"
tüm kamu sistemini sürekli tehdit edecek bir yetki
olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte,
siyasal iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca
işlemlerin kapısı sonuna kadar açılmaktadır.
• Yöneticilik görevleri için değerlendirme "sicil sistemi" dışına
çıkarılmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl
hizmet yeterli sayılmakta ve bu sürenin hesabında özel
kurumlarda veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının
dikkate alınacağını hükme bağlanmaktadır. Özel sektöre
ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe
yönetici olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte,
Kamu yönetiminin üst düzey yöneticilik makamları, siyasal
iktidarla gelip gidecek "siyasal kadrolar"a dönüştürülmekte,
memuriyet kariyer sisteminin taşıyıcısı olan "piramidin
tepesi" kariyer sistemine kapanmaktadır.
• Sicil değerlendirme sistemi ortadan kaldırılmakta; insan
doğasının bencil, çıkarcı, tembel bir varlık olduğu kabulüne
ve çalışma adı verilen şeyin bireysel doyumdan ibaret
olduğu görüşüne dayanan liberal değerler üzerinde yükselen
ödüllendirme-cezalandırma ekseninde performans
değerlendirme sistemi kurulmaktadır. Kolektif bir iş olan
kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile bireysel
rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle
kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır.
Kanun getirdiği hükümlerle kamu hizmetini ve bu hizmeti
görenleri kamu adına koruma anlayışından vazgeçildiğine
de işaret etmektedir.
Öte yandan Kanun, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden
çıkaracak bir nitelikte olması nedeniyle sadece 657 Sayılı
Kanuna tabi çalışanları değil, toplumun tüm emekçi kesimlerini
olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır.
İşsizlik fonunun sermaye için seferber edilmesine, gençlerin
daha fazla sömürüsüne, esneklik dayatmalarına, asgari
ücret sefaletine yol açacak bu hükümler, sosyal adalet ilkesi
ve insan onuruna yaraşır iş kavramı ile çelişkili olduğu
gibi, bu kadar kapsamlı değişiklik içeren düzenlemelerin,
sosyal taraflarca yeterince tartışılmadan sıkışık TBMM
gündeminde alelacele görüşülerek yasalaştırılmasının,
doğru olmadığını, ülkemiz çalışma ilişkilerinde, sosyal hayatında
ciddi olumsuzluklara yol açacağını düşünüyoruz.
Bu Kanunla;
• Resmi 3 milyon işsize karşın, sadece 170 bin kişinin faydalanabildiği
İşsizlik Fonu‘nun prim gelirlerinin yarısının,
taşeron firmalara, özel istihdam bürolarına aktarılmasının
yolu açılmıştır.
• Belediye işçilerine sürgün yolu açılmış, sendikasızlaştırma
kapıdadır. Norm kadroda ya da değil, belediye işçileri
"İhtiyaç fazlası" ilan edildikleri taktirde, Milli Eğitim veya
Emniyet teşkilatının taşra teşkilatlarına gönderilecek.
Atandıkları yere 5 günde başlamazlarsa işlerini kaybede-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 25
TMMOB’den
cekler. İşçiyi yollayan belediye 5 yıl boyunca yeni kadrolu
işçi alamayacak. Hizmet alım yöntemiyle taşeron ile anlaşacak.
Taşeronlaşma yaygınlaşacaktır.
• Kriz döneminde, şirketler krizdeyiz diyerek işçi ücretlerini
ödemediler. İşçilerin ücretleri İşsizlik Fonu‘ndan, işçilerin
kendi haklarından ödendi. Şimdi bu uygulama sadece genel
kriz koşullarına tabi olmayacak, sektörel ve bölgesel
düzeyde de uygulanabilecek. Şirketler her dara düştüğünde
ücretsiz izinler, kısa çalışma ödeneği devreye girecek.
Bu uygulamanın olduğu işyerlerinde işten çıkartmalar
kolaylaşacak. İşverenler kriz bittiğinde bu fona, işçilere
yapılan ödemelerin karşılığında bir geri ödeme yapmayacaklardır.
Kaybedilen, işçilerin işsiz kaldıklarında kullanacakları
hakdır.
• Torba Yasa ile kamuda esnek istihdam artık yasal hale getirilmektedir.
Öngörülen değişiklik ile bir kamu emekçisi
birkaç farklı kurumda çalıştırılabileceği gibi, 8 saatlik çalışma
süresinin dışında farklı şekillerde çalıştırılabilecektir.
• Kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalışanlar ile ev hizmetlerinde
1 ay içerisinde 30 günden az çalışan sigortalılara, eksik
günlerine ait genel sağlık sigortası primlerini kendi cebinden
30 güne tamamlama yükümlülüğü getirildi. Eksik
primlerini tamamlamadıkları takdirde sağlık hizmetlerinden
yararlanamayacaklar. Bu düzenleme ile düşük ücretle
çalışmak zorunda olan kısmi süreli çalışanların aldıkları ücretlerin
önemli bir bölümünü sağlık sigortası için ayırmak
zorunda kalacaklar.
• Kamu emekçileri, rızaları dışında kurum içi ve kurumlar
arasında 1 yıldan 6 aya kadar görevlendirilebilecek, sürgün
kural haline gelecektir.
• Grev yasakları genişletilerek, en temel sendikal eylemlerin
"memuriyetten çıkarılma" ile cezalandırılmasının önü
açılıyor. Tasarıdaki bu düzenleme ile mevcut Anayasa ve
Türkiye‘nin altına imza koyduğu 87, 98 ve 151 Sayılı ILO
sözleşmeleri açıkça çiğnenmektedir.
• Özel sektörde 10 yılın üzerinde yöneticilik yapmış kişiler,
kamu kurumlarının başına getirilecekler. Böylece kamu
yararı ilkesi değil, piyasa koşullarına uyum sağlanmak öncelik
haline gelecektir.
• İşyeri denetimleri, iş müfettişlerince değil Bakanlıkta çalışan
herhangi bir memur tarafından yapılabilecek bir iş
olarak görüldüğünden, işçi sağlığı ve güvenliği alanında
yaşanan ölümlü kazalara "devam" denilmiştir.
• İş öğrenimi adı altında, daha kuralsız ve düşük ücretle
çalışmanın aracı olan stajyerlik uygulamasında ücretler
düşürülmüş, denetimin az olduğu işyerlerinde stajyerlerin
sömürüsünün önü açılmıştır.
• Kamuda daha az engelli istihdam edilmesi öngörülmüş,
engellilerin engellerine bir de devlet çalışma engeli koyarak
katkı sağlamıştır.
Bu nedenlerle; kamu borçlarının yeniden yapılandırılması
ile ilgili toplumda büyük beklenti oluşturan Kanun Tasarısındaki
hükümler dışındaki maddelerin ilgili tüm emek
örgütlerinin de katılımıyla tekrar değerlendirilmesi amacı
ile yeniden görüşülmek üzere TBMM‘ye gönderilmesi hususunu
takdir ve tensiplerinize sunarız.
Saygılarımızla,
Süleyman ÇELEBİ
DİSK Genel Başkanı
Döndü TAKA ÇINAR
KESK Genel Başkanı
Mehmet SOĞANCI
TMMOB Başkanı
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HİZMETLERİ YÖNETMELİKLERİNİ
BİR KEZ DAHA YARGIYA TAŞIDIK
TMMOB İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik ile İş Sağlığı ve Güvenliği
Hizmetleri Yönetmeliği’nin iptali istemiyle Danıştay’a başvurdu. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet
Soğancı, konuya ilişkin olarak 27 Ocak 2011 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın iş güvenliği alanını
piyasa aktörlerine teslim eden, iş güvenliği hizmetini
taşeronlaştıran düzenlemelerine karşı hukuk mücadelesini
sürdüren TMMOB, konuya ilişkin yayımlanan son iki yönetmeliği
de yargıya taşımıştır.
TMMOB, 27.11.2010 tarih ve 27768 sayılı Resmi Gazete‘de
yayımlanarak yürürlüğe giren İş Güvenliği Uzmanlarının
Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik
ile İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği‘nin iptali
istemiyle Danıştay‘a başvurmuştur.
Söz konusu yönetmelikler, eğitimden ortak sağlık ve güvenlik
birimine kadar tüm süreçleri piyasa aktörlerine teslim
eden, iş güvenliği hizmetini taşeronlaştıran düzenlemeler
içermektedir. Mühendis ve mimarlık hizmetlerinin
sunumunda, lisans eğitimi sonrasında kazanılan mühendis
ve mimar unvanını değil, özel şirketlerce verilen eğitim ve
Bakanlıkça verilen sertifikayı esas almaktadır. Özel sektörde
çalışanları 7 yıl boyunca iş güvenliği mühendisliği hizmetini
alana sokmamakta ve bu süre içinde iş güvenliği alanını
Bakanlık çalışanlarına hasretmektedir.
Çalışma hayatındaki en önemli konulardan biri olan işçi
sağlığı ve güvenliği alanındaki sorunların, iktidarın ele
aldığı yöntemle çözüme kavuşturulması olası görünmemektedir.
Kamu düzeni, güvenliği ve sağlığını ilgilendiren
bu konu kamusal hizmet anlayışı ile ele alınmadığı sürece
çözümü olanaklı değildir. Her şeyden önce bireye, ailesine,
toplumsal işgücü kaybına, işletmeye ve ülke ekonomisine
ağır fatura çıkaran bu konu piyasalaştırılamaz.
TMMOB, konunun takipçisi olacak ve işçi sağlığı-iş güvenliği
alanındaki piyasalaştırma çabalarına karşı mücadelesini
sürdürecektir.
26
Mart 2011 - 157
TMMOB İKK’dan
TMMOB İZMİR İKK: HÜKÜMETİN İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ
POLİTİKALARI OSTİM VE İVEDİK’TE PATLAYARAK İFLAS ETMİŞTİR
TMMOB İzmir İKK, İzmir Barosu, DİSK Bölge Temsilciliği, Türk-İş Bölge Temsilciliği ve İzmir Tabip Odası
14 Şubat 2011 tarihinde ortak bir basın açıklaması yaparak, sorunlu yasal düzenlemelerle yeni iş kazalarına
davetiye çıkarıldığını belirttiler.
İzmir Tabip Odası‘nda gerçekleştirilen açıklamaya;
TMMOB İzmir İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi, İzmir Tabip Odası
Temsilcisi Hakan Toksöz, DİSK Temsilcisi Ali Çeltek, İzmir
Barosu Başkanı Sema Pektaş ve Türk-İş Temsilcisi Tuncay
Kireçkaya katıldılar.
ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
3 Şubat 2011 tarihinde Ankara OSTİM‘de bir iş merkezi
ile İvedik OSB‘de yer alan işyerlerinde meydana gelen,
18 çalışanın ölümüne ve onlarca kişinin yaralanmasına
yol açan patlamalarda yaşamını kaybedenlerin yakınlarına
başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor, kamuoyunun
üzüntüsünü paylaşıyoruz.
Meslek Odalarımız ve sendikalarımız; bu kazalarla birlikte,
son yıllarda iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması
ve yeterli denetimlerin yapılmamasından kaynaklanan
bu "iş cinayetleri" ile ilgili, yıllardan beri ciddi
uyarılarda bulunmakta, sürekli olarak çalışma yaşamına
ilişkin yapısal sorunlar ve yanlış uygulamalara işaret etmekte,
yargıya başvurmakta fakat siyasal iktidar bildiğini
yapmaya devam etmektedir.
Son mevzuat düzenlemeleri sorunludur
Örneğin, İş Yasasının 78. maddesinde işyerlerinin kurulması
aşamasında işyeri koşullarının iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerine uygun olmasını teşvik eden uygulama,
2008 yılında 5763 sayılı, "Torba Yasa" ile değiştirilmiş ve
04.12.2009 tarihli "İşletme Belgesi Alınması Hakkında
Yönetmelik"le ortadan kaldırılmıştır. Böylece 50‘den az
işçi çalıştıran işyerlerinin İşletme Belgesi alması zorunluluğu
ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın (ÇSGB)
işyerlerine yönelik denetimi ve yol göstericiliği yok edilmiştir.
Bu nedenle bugün Türkiye‘ de imalat sektöründe
çalışan 600.000 işletme denetim dışıdır, bu rakam İzmir
için 40.000 işletmedir.
15.08.2009 tarihli "İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile
Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik"
ise 50 ve üzerinde işçinin çalıştığı işyerlerinde geçerlidir.
Ancak 09.12.2009 tarihli "İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri
ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin
Uygulanmasına Dair Tebliğ" ile ana işverenleri,
işyerlerini küçük parçalara ayırarak yükümlülüklerinden
kurtarmaya yönelik bir düzenleme yapılmıştır.
Denetimler yetersiz
İşyeri denetimleri ve dolayısıyla iş sağlığı ve güvenliği
önlemleri Türkiye‘deki sanayi işletmelerinin ancak yüzde
1,6‘sında geçerlidir. 700-800 civarındaki İş Müfettişlerinin
sayısı çok yetersizdir. Bu sayı örneğin; Ülkemizle eşdeğer
işyeri sayısına sahip Almanya‘ da 3900 civarındadır. Çalışma
yaşamıyla ilgili mevzuat yalnızca başlıca "sanayi ve
ticaret" işlerini kapsamakta, tarım sektörünün tamamı,
hizmet sektörünün bir bölümü ile KOBİ‘lerin çok büyük
bir bölümü kapsam dışında bırakılmaktadır. Özetle, bugün
Türkiye‘ de 10 milyon kişiyi bulan kayıt dışı istihdamı
teşvik eder tarzda bir ‘iş sağlığı ve güvenliği‘ politikası söz
konusudur. İşte bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre Türkiye;
iş kazalarında Dünya‘ da üçüncü, Avrupa‘ da birinci
sıradadır.
Diğer yandan TMMOB Makina Mühendisleri Odası uzmanlık
alanlarına giren konulardan biri olan basınçlı kaplar
ve bu kapsamdaki endüstriyel oksijen tüpleri ile ilgili
sorunlar, insan yaşamını hiçe sayan rantçı yaklaşımlar, yasal
boşluklar ve ilgili meslek odaları tarafından yapılması
gereken mesleki denetimlere engel oluşturulmasından
kaynaklanmaktadır. Kâr güdüsüyle hareket edildiği için
ilk tasarruf edilen konu periyodik denetimler olmaktadır.
Bu tip yoğun risk barındıran işletmeler kamu kurum ve
kuruluşları ile ilgili meslek odaları tarafından mutlaka denetime
tabi tutulmalıdır.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler ile çalışanları kuşatan bu
sorunları aşmak; çalışma yaşamının insanca, iş güvenceli,
örgütlü, toplu sözleşme ve grev hakları ve işçi ve iş sağlığı
ve güvenliğine dayalı bir istihdamı esas alan, iş kazalarını
en aza indirecek şekilde örgütlenmesi pekâlâ olanaklıdır.
Ucuz işgücü ve ucuz maliyete dayalı esnek, güvencesiz
çalışmanın artması, özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırmanın
yaygınlaşması, denetimlerin yetersizliği
ve/veya yokluğu giderilmediği; Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, sendikalar ve üniversitelerin
görüşleri kamu ve özel sektörce dikkate alınmadığı
müddetçe ne yazık ki benzeri olaylar sürecektir.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 27
İncelemeler
İNŞAAT SEKTÖRÜNDE MEVCUT DURUM VE ETKİLENMELER
Tahsin VERGİN
İnşaat Yüksek Mühendisi
(Şube Başkanımız Tahsin Vergin’in Capital Dergisi için hazırladığı ve Kasım 2010 sayısında özeti yayınlanan
çalışmasının tam metnidir.)
İnşaat sektörü Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki (2009-GSYH) %4,3 payı ve dönemlere gore değişse bile yaklaşık 1,1-1,5 milyon
arasındaki kişiyi istihdam etmesi açısından ülkemizin en önemli sektörlerinden biri olma özelliğini her zaman korumaktadır.
Ayrıca bu sektörün kendisi ile etkileşimli olduğu yaklaşık 200 sektörü de dolaylı veya dolaysız etkilemesi açısından da önem
taşımaktadır.
İnşaat sektörü; demir-çelik, çimento, cam, seramik, boya vb. birçok malzemeyi içeren endüstriyel ürünlerin de üretilmesinin
itici gücü olmaktadır. Bu sektörün diğer sektörlere gore daha çok oranda yerli sanayiye, ulusal sermayeye ve işgücüne
dayanması açısından da önemi yüksektir.
Ayni şekilde bu sektörün, dolaylı ve dolaysız etkileri sonucu diğer sektörlere iş alanı yaratması ile ülke ekonomisi içinde %30
lara varan bir ağırlığı bulunmaktadır. Yine sektörün işgücüne özellikle ucuz iş gücüne olan talebi iç göcü artırıcı olmaktadır.
Ayrıca, coğrafi dağılım açısından ele alındığında da yarattığı iş alanlarıyla, bu sektörde uygulanacak doğru politikalarla,
yoksulluğa ve bölgeler arası dengesizliğe de kalkan olabilecek bir niteliği bulunmaktadır.
Türkiye İnşaat Sektörü’nün son 25 yılını incelediğimizde inişli çıkışlı bir yol izlediğini görmekteyiz. Sektör; 1980-1990 arasındaki
10 yıllık süreçte inişli çıkışlı istikrarsız bir yol izlemiştir. 1988 yılından sonra yavaşlama başlamış ve 1993-2003 arası
10 yılında Türkiye ekonomisi %26,13 büyürken inşaat sektörü tüm ana sektörler içersinde %22,4 ile en fazla küçülen sektör
olarak. ekonomik krizden en fazla etkilenmiştir. Bu yıllarda ana sektörler içinde en fazla düşüş gösteren yine inşaat sektörü
olmuştur. 2003 den sonra kendini toplamaya çalışan sektörde büyüme giderek artmış, 2004-2007 arası artış %20 lere ulaşmıştır.
Ayrıca, inşaat sektörü içinde %60’lık payıyla “Konut Sektörü” nün de ciddi bir yeri vardır.
Yine, özellikle 2002-2006 yılları arası uluslar arası piyasalardaki likidide bolluğunun sıcak para olarak ülkemize yönelmesi,
döviz kuru ve faiz oranlarının düşüklüğünün sonucu olarak konut talebinde önemli düzeyde artış ve talep gerçekleşmiştir.
Özellikle 2005’den 2008’e kadar olan süreçte sektör önemli düzeyde büyüme göstermiştir.
Ancak ABD’de başlayan kriz sonucu 2008-2009 yılları sektörde daralmaya neden olmuştur. Devlet planlama Teşkilatı’nın
2010 yılı programında belirttiği gibi; inşaat sektöründeki daralma özellikle 2008 yılında başlayan bir süreçle 2009 sonlarına
kadar hızla devam etmiştir. 2008’de %3,3 ile başlayan ve 2009’da %18,1’e varan bu küçülme ile tüm sektörler içinde yine en
fazla küçülen sektor inşaat sektörü olmuştur. (Tablo 1)
Tablo 1. İnşaat Sektöründe 2006-2009 Arası Gelişme (2009 ilk altı ay)
Kaynak (TÜİK)
Yıllar 2006 2007 2008 2009
GSYH İnşaat Sektörünün Payı (% cari fiyatlarla) 4,7 4,9 4,7 4,3
Büyüme Hızı (% 1998 yılı fiyatlarıyla) 18,5 5,7 -8,2 -19,9
Sektördeki kriz sonucu oluşan daralma kendini konut talebinde de göstermiştir. Konut talebi 2008 yılından itibaren önemli
oranda düşmüştür. Ancak konut sayısında düşüşe karşın ayni dönemlerde yapı kullanım izinlerinde artış görülmektedir.
(Tablo 2)
Tablo 2. Yapı İnşa ve Yapı Kullanma İzinleri 2006-2009 Arası Değişme (2009 ilk altı ay)
Kaynak (TÜİK)
Yıllar 2006 2007 2008 2009
Yapı İnşa İzni (Bin m2) 122 910 125 067 103 846 47 750
Yüzde Değişim 15,5 1,8 -17,0 -13,0
Yapı Kullanım İzni (Bin m2) 57 207 63 403 70 957 42 376
Yüzde Değişimi 13,7 10,8 11,9 20,2
2008 yılından itibaren görülen bu daralma istihdam alanında da kendini göstermiştir. İnşaat sektöründe çalışan sayısı, 2007
yılında 1 379 bin iken, 2008 yılında 1 359 bine düşmüş, 2009 yılında ise bu düşüş 1 296 bine varmıştır.
ABD’de ortaya çıkan kriz 2009’un son dönemlerinde göreceli toparlanma göstermesine rağmen, 2010 yılı ikinci ve üçüncü
çeyreklerinde yerini durgunluğa bırakmıştır. Avrupa ülkelerinde ise son 10 çeyrektir inşaat sektörü sürekli daralma göstermektedir.
Kendini ilk kez ABD’de mortgage kredilerinin geri dönmemesiyle gösteren kriz olumsuz etkisini hızla tüm ülkelerin ekonomik
yapılanmalarında göstermiştir. Krizin böylesine büyük etki göstermesinde başlıca nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
• Öncelikli olarak, 1990’lı yıllardan başlayarak gelişen neo-liberal politikalarla devletin ve kamunun ekonomi üzerindeki
28
Mart 2011 - 157
her türlü müdahalesi engellenmeye çalışıldı.
İncelemeler
• Devletin ekonomi üzerinde müdahale ve etkisinin giderek kaldırılması amacıyla, kamunun hantal yapısı ve yolsuzluk
uygulamaları gerekçe gösterilerek, bu ekonomik politikaların sanki haklılık payı varmış gibi alt yapısı yapılmaya başlandı.
• Ancak devletin yapısının hantallaştırılması ve yolsuzluklar bizzat kapitalist-emperyalist sistemin kendi varlığını devam
ettirebilmek için günümüzdeki uygulamalarının kaçınılmaz sonuçlarıydı.
• Bu süreçte ekonominin bütün süreçleri devletin ve kamunun denetiminden çıkartıldı.
• Yine bu süreçte üretim yapmaksızın paradan para kazanma hayatın her alanına yansıdı. Finansal araçlar ticareti dünya
mal ticaretinin sekiz katına çıktı.
• Üretim dışı paradan para kazanma süreci bir yerde şişecekti ve bu şişme ilkin ABD’de kendini Mortgage kredilerinin doğal
olarak geri dönmemesinde ortaya çıkarttı ve kısa zamanda tüm dünyada olumsuz etkilerini gösterdi.
• Ancak bu kez de tüm neoliberal görüş sahipleri, krizden çıkmak için devletin müdahalesi gerektiğini söylediler.
• Yine özellikle ABD yaklaşık 8 trilyon dolar civarında olmak üzere devletin sistemi kurtarmak üzere müdahalesi gerçekleşti.
• Ayni uygulamalar başta AB ülkeleri olmak üzere tüm kapitalist-emperyalist sistemde yaygın olarak hayata geçirildi.
• Tüm ülkeleri etkileyen bu kriz, ülkemizde de fazlasıyla kendini gösterdi.
• İktidarın bu kriz bizi teğet geçti demesine, 2001 krizi sonrası bankacılık sisteminde yapılan düzenleme ve güçlendirmelerle,
bu kriz bizi en az etkiledi denmesine rağmen Türkiye’deki etkisi oldukça derin gerçekleşti.
• İşsizlik ve bütçe açığı rekor düzeylere ulaştı. Kapanan işyeri sayısı, ödenmeyen çeklerin sayısal değerleri incelendiğinde
krizin etkisinin derinliği ve boyutu anlaşılacaktır.
• İşin daha vahim yönü, toplum olarak, üreten değil tüketen bir yapıya dönüşüldü.
• Sermaye birikiminin gerekli düzeylere varamadan krizlerle erimesi, toplumda üretim dışı taleplerin değer kazanmasına
ve tüm toplumsal birikimlerin buralarda tüketilmesi süreci hızla yayıldı.
• Yatırım yapmak, üretimde bulunmak ve bunların sonucu istihdam alanları yaratmak istenilmeyen, yapılmayan ve terk
edilen değerler oldu.
• Bunun yerine ranta ve faize yönelme ön plana geçti. Ayni şekilde kira geliri elde etmek vb tercihler ekonomideki anlayışların
değişikliğinin sonucu olarak öne çıktı.
Kısaca gelişimini özetlemeye çalıştığımız ve sistemin kendi döngüsü içinde meydana gelen bu krizin hem dünyada hem
de ülkemizde inşaat sektörü üzerindeki etkisi gerçekten çok büyük olmuştur. Krizin yanında siyasal iktidarların bu süreç
içersinde izledikleri yol, ağırlıklı olarak, siyasal rant elde etmek şeklinde gelişince kriz tüm toplumu ve üretimde bulunan
kesimleri düşünülenden daha fazla etkilemiştir.
İnşaat sektörünün ülkemizdeki gelişimi incelendiğinde, sektörün asıl itici gücünün kamu alanında yapılan yatırımlar olduğu
görülmektedir. DPT verileri çerçevesinde; 2008 yılında sektör %8,2 küçülürken, kamu inşaat yatırımları %10,4 artmış, ancak
özel sektör inşaat yatırımları ise %12,5 azalmıştır.
İNŞAAT SEKTÖRÜNDE KRİZ BİTTİ Mİ ?
TÜİK tarafından açıklanan 2010 yılı birinci çeyrek “İnşaat Sektörü Ciro Endeksi ve Değişim Oranları” tablosundan da izleneceği
gibi, 2010 yılı ciroları 2009 yılı değerlerine gore Bina İnşaat Sektöründe %-13,2, Bina Dışı İnşaat Sektöründe %-28,8 ve
toplamda ise %-19 seviyelerinde daralma gerçekleşmiştir. Bu değerler bize 2007 sonunda başlayan krizin 2010 yılında da
devam ettiğini göstermektedir. (Tablo 3)
Yine TÜİK tarafından açıklanan, inşaat sektörünün üretim endeksleri değişim oranları incelendiğinde 2010 yılının 1. döneminde,
%5,6 oranında bir artma görülse bile önceki 2009 yılının ayni dönemindeki %-18,4 daralma dikkate alındığında,
iyileşmenin daralma hacmini henüz aşamadığı anlaşılmaktadır. (Tablo 4)
Krizin sektör üzerinde etkisi ve sektöre yeterli desteğin verilmemesi, KDV ve ÖTV ile verilen desteğin once kaldırılmasına
ve daha sonra KDV ve harç indirimlerinin tekrar yapılmasına rağmen, 2009 yılı 3. çeyrekte bir önceki çeyreğe göre konut
satışlarının %42,53 oranında düşmesi engellenememiştir. (Tablo 5)
2010 yılı ilk iki döneminde ise konut satışları en alt düzeylere inmiştir. 2010 yılı 2. dönemde konut satışları 2009 yılı ayni
dönemine gore %53,65 oranında düşmüştür.
Yapı ruhsatı izinlerinde ise daha farklı bir durum vardır. 2010 yılının ilk altı ayında, 2009 yılının ayni dönemine gore belediyelerce
yapı ruhsatı verilen yapıların yüzölçümü %23,6 ve bina sayısında da %8,4 oranında artış olmuştur.
Belediyelerce yapı kullanma izin belgesi verilmesine göre ise; 2010 yılının ilk altı ayında, 2009 yılının ilk altı ayına göre; yapıların
yüzölçümünde %31,6, bina sayısında %38,3 oranında düşüş gerçekleşmiştir. (Tablo 6, Tablo 7)
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 29
İncelemeler
Yıl
2005
2006
2007
2008
2009
2010
İnşaat Tipleri
Sınıflaması
(CC)
Tablo 3. İnşaat Sektörü Ciro Endeksi ve Değişim Oranları (2005=100)
Bir Önceki Yıl aynı Döneme Göre
Değişim Oranı (%)
Bir Önceki Döneme Göre
Değişim Oranı (%)
1. Dönem 2. Dönem 3. Dönem 4. Dönem
Yıllık
ortalama
1. Dönem 2. Dönem 3. Dönem 4. Dönem
Bina 29,9 20,5 68,6
Bina dışı 62,6 26,7 24,7
Toplam 41,6 23,1 50,1
Bina 21,7 44,3 45,1 21,5 31,7 -53,9 54,0 21,2 41,2
Bina dışı 28,0 13,1 24,8 47,8 30,8 -50,2 43,7 39,8 47,6
Toplam 23,9 31,5 36,5 30,7 31,4 -52,6 50,2 27,8 43,7
Bina 13,8 9,5 5,1 23,2 14,1 -56,8 48,2 16,3 65,5
Bina dışı 25,6 26,1 4,5 -4,7 7,9 -57,7 44,3 15,8 34,6
Toplam 18,1 15,4 4,9 12,1 11,7 -57,2 46,7 16,1 53,6
Bina 19,9 23,1 14,5 -6 8,8 -58 52,2 8,2 35,8
Bina dışı -12 -2,2 16,2 23,5 10,2 -60,9 60,4 37,6 43,2
Toplam 7,4 13,3 15,2 3,9 9,3 -59 54,9 18,0 38,7
Bina -12,7 -5,4 -25,3 -18,7 -16,3 -61 65,0 -14,6 47,7
Bina dışı 9,2 -11,8 -17 -10,9 -10,3 -65,5 29,6 29,5 53,6
Toplam -5,7 -7,5 -22,1 -15,6 -14,1 -62,8 51,8 -0,6 50,2
Bina -13,2 -58,3
Bina dışı -28,8 -72,4
Toplam -19 -64,3
Yıl
2006
2007
2008
2009
2010
İnşaat
Tipleri
Sınıflaması
(CC)
Tablo 4. İnşaat Sektörü Üreti̇ m Endeksi̇ ve Deği̇ şi̇ m Oran 2005=100
Bir önceki yıl aynı döneme göre değişim
Üretim Endeksi
oranı (%)
I. II. III. IV. Yıllık I. II. III. IV. Yıllık
Dönem Dönem Dönem Dönem Ortalama Dönem Dönem Dönem Dönem Ortalama
Toplam 90,4 126,6 136,4 120,2 118,4 15,8 20,0 19,1 18,0 18,4
Bina 90,3 127,7 137,9 119,1 118,8 16,1 21,0 19,7 17,4 18,8
Bina dışı 90,5 120,5 128,6 125,9 116,4 14,0 14,8 15,4 20,8 16,4
Toplam 101,8 135,3 142,5 120,1 124,9 12,7 6,9 4,5 -0,1 5,5
Bina 102,4 136,2 142,2 119,4 125,1 13,4 6,6 3,1 0,3 5,3
Bina dışı 98,6 130,6 144,0 123,5 124,2 8,9 8,4 12,0 -1,9 6,7
Toplam 100,0 128,5 128,6 105,1 115,6 -1,8 -5,0 -9,7 -12,4 -7,5
Bina 97,9 125,8 125,0 98,5 111,8 -4,4 -7,6 -12,1 -17,6 -10,6
Bina dışı 111,0 142,3 147,5 139,9 135,2 12,5 9,0 2,4 13,3 8,8
Toplam 81,6 101,4 106,0 96,8 96,4 -18,4 -21,1 -17,6 -7,9 -16,5
Bina 73,4 92,9 99,1 91,1 89,1 -25,0 -26,2 -20,7 -7,5 -20,3
Bina dışı 124,1 145,5 141,7 126,9 134,6 11,8 2,2 -3,9 -9,3 -0,4
Toplam 86,2 5,6
Bina 85,8 16,8
Bina dışı 88,1 -29,0
YILLAR
Tablo 5. Konut Satişlari 2008-2009 ve 2010
DÖNEMLER
I. Dönem II. Dönem III. Dönem IV. Dönem
2008 112 168 113 088 109 333 92 516
2009 108 861 194 743 111 913 116 229
2010 85 857 90 270
Tablo 6. Yapı Ruhsatı, Ocak- Haziran ayları toplamı
Y I L L A R
Bir Önceki Yılın İlk altı Ayına
Göre Değişim Oranı (%)
Bina Sayısı
Yüzölçümü
Değer
(m²)
(TL)
Daire sayısı
2010 52 647 63 700 800 36 177 590 130 322 030
2009 48 556 51 555 147 27 663 432 648 249 373
2008 49 188 54 857 680 32 073 772 419 269 749
2010 8,4 23,6 30,8 29,1
2009 -1,3 -6,0 -13,8 -7,6
30
Mart 2011 - 157
İncelemeler
Tablo 7. Yapı Kullanma İzin Belgesi, Ocak- Haziran ayları toplamı
Y I L L A R
Bir Önceki Yılın İlk Altı
Ayına Göre Değişim Oranı
(%)
Bina Sayısı
Yüzölçümü
(m²)
Değer
(TL)
Daire sayısı
2010 28 879 31 281 354 17 179 030 297 152 293
2009 46 833 45 729 349 24 015 883 330 224 483
2008 38 596 35 245 971 19 893 518 078 179 083
2010 -38,3 -31,6 -28,5 -32,2
2009 21,3 29,7 20,7 25,4
Bina İnşaatı Maliyet Endeksi incelendiğinde, 2010 yılı üçüncü döneminde, toplamda bir önceki döneme göre %1,93, bir
önceki yılın son dönemine göre %5,86, bir önceki yılın aynı dönemine göre %5,93 ve dört dönem ortalamalara göre ise
%4,02 artış göstermiştir.
2010 yılı ikinci döneminde bir önceki döneme göre işçilik endeksi %6,42 artarken, malzeme endeksi %0,50 azalış göstermiştir.
2010 yılı ikinci döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre işçilik endeksi %5,90 ve malzeme endeksi %5,78 artış göstermiştir.
Tablo 8. 2010 ve 2009 yılı üçüncü dönem inşaat maliyet endeks yüzde değişim oranları
2010 Yılı III. Dönem 2009 Yılı III. Dönem
Toplam İşçilik Malzeme Toplam İşçilik Malzeme
Bir önceki döneme göre değişim oranı (%) 1,93 0,95 2,24 0,55 0,46 0,58
Bir önceki yılın son dönemine göre değişim oranı (%) 5,86 5,63 5,93 0,55 1,61 0,23
Bir önceki yılın aynı dönemine göre değişim oranı (%) 5,93 6,42 5,78 -3,37 1,09 -4,68
Dört dönem ortalamalara göre değişim oranı (%) 4,02 4,66 3,82 -2,71 4,99 -4,89
İnşaat sektörünün 2005-2010 yılları arasındaki durumu yukarıdaki tablo 8’den de anlaşılacağı gibi hiç te olumluluk göstermemektedir.
Kriz sektörü bir bütün olarak etkilemektedir. Sektörün kendine bağlı olarak etkilediği yaklaşık 200 sektörü ve
bu alanlarda çalışan nufusu dikkate aldığımızda krizin etkisinin oldukça büyük olduğu görülmektedir. İnşaat maliyetlerin
artış gösterdiği ortamda bina maliyetlerinde ortaya çıkacak artışların krizi daha da artıracağı açıktır.
Sektördeki durgunluğu aşmak amacıyla konut kredilerindeki düşme soruna bir care olamayacaktır. Son bir yıl içinde konut
kredi faizleri ortalama %1,49 lardan %0,90 lara kadar düşmüş olmasına rağmen konut talebi yaratılmasında ve tüketilmesinde
bir care olamayacağı açıktır. Konut kredilerinde hızlı bir düşmeye karşın yine de 2008-2010 yılları arası konut kredilerinin
tüketici kredileri içindeki payı %46,2 ile %47,8 arasında, toplam krediler içindeki payı da %10,2 ile %10,5 bandı arasında çok
büyük bir değişiklik olmadan kalmıştır.
Aynı şekilde, kredi faizlerinin hızlı düşüşü, vade sürelerini de uzatarak, 60-120-180 aya çıkarmıştır. Bu vade sürelerinde kredi
kulanımı, kullanılan kredilerin %92’lerine varmıştır.
2010 yılının ilk yarısında 203 600 kişi 14,1 milyar TL. Kredi kullanım olanakları artmasına rağmen konut satışları 2010 yılının
2. döneminde 90 270 adet ile halen kriz öncesi dönemin gerisinde kalmaktadır.
Alışveriş Merkezlerinde (AVM) ise 2010 yılı itibarıyla artış göstermektedir. Yeni açılan AVM’lerle toplam AVM sayısı 226 ve
bunların kullanılabilir alan büyüklükleri de 5,67 milyon m2’ye varmıştır.
Konut sektöründe egemen olmaya çalışan birkaç büyük firmanın ağırlıklı yatırımlarının rezidans yapılaşmalarına, yüksek
binalara ve özellikle AVM’lere yönelmesi, ülke halkının birikimlerinin ve alış güçlerinin giderek azaldığını göstermektedir.
Çalışan nufusun ortalama ücretlerindeki düşüklük, onların basit ve kolay tüketim mallarına yönelmelerine neden olmaktadır.
Tüketime yönelik harcamaların artması da inşaat sektörünün sanayi ve lojistik alanda yatırım yapmasını da karsız ve
gereksiz hale getirmektedir. Tüketim merkezlerine yönelik AVM’lerin sayısal artımı ve süreçte artacağına dair göstergeler,
üreten bir toplumdan, tüketen bir topluma gidişi de hızlandırmaktadır. 2008 yılında sanayi binaları ve depo alanları için
alınan ruhsat 2 013 402 m 2 iken 2010 yılı ilk altı ayında bu değer 1 210 778 m 2 dir.
Tablo 9’dan da görüleceği gibi sektör hala krizden çıkabilmiş değildir. Krizin etkilerinin daha uzun süre devam edeceği
açıktır.
Ayrıca günümüzde ucuz konut ürettiklerini söyleyerek, gazetelerde sayfa sayfa reklam veren firmaların sektörü canlandıracağını
ummak pek olanaklı değildir. Bu firmalar, özellikle 1990-2000 yılları arası enflasyonun %100’lere vardığı dönemlerde,
sermayelerini üretimle değil yüksek faizle artırmış kesimlerdir. Bu firmaların o dönemdeki ciroları incelendiğinde sermaye
artımlarının yüksek faiz gelirlerinden olduğu görülebilecektir. 1985-2000 yılları arasında inşaat sektöründe yer alan ve üretim
yapan çok sayıda orta ölçekli firma o dönemdeki yüksek enflasyon sonucu ya batmış yada sektörden çekilmek zorunda
kalmışlardır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 31
İncelemeler
Tablo 9. İnşaat Sektörünün bazı alanlarında 2009
yılı aynı dönemlerine gore değişim yüzdeleri
ı.
Dönem
II.
Dönem
İnşaat Sektörü Ciro Endeksi Ve Değişim Oranları %-19,00 -
2010 Yılı
III.
Dönem
IV.
Dönem
İnşaat Sektörü Üretim Endeksi ve Değişim Oranları %-29,00 -
Konut Satışları (Düşüş %) %-21,13 %-53,65
Yapı Ruhsatı (Artış) %8,40 %23,60
Yapı Kullanma İzin Belgesi (Düşüş) %-38,30 %-31,60
İnşaat maliyet endeks (Artış) %3,86 %5,86
1990-2000 arasında üretim dışı elde edilen gelirle semayelerini artıran ve özellikle siyasal iktidara yakın olan firmaların büyük
bir bölümü bugün şu veya bu biçimde inşaat sektöründe ve ağırlıklı olarak konut yapım işinde yer almaktadırlar. Krizin
etkisiyle bugün de birçok firma iş yapamamakta, kapanmakta veya iflas etmektedir.
TOKİ KRİZE ÇARE OLABİLİR Mİ?
İnşaat sektöründe ucuz konut yapım iddiasında bulunan TOKİ’ler sektördeki krizden çıkışın yolu olarak gösterilmektedir.
Gerçekte günümüzde TOKİ’ler ilk kuruluş dönemlerindeki amaçlarından tamamen uzaktır.
Konut kooperatiflerinin yaygın olarak kurulduğu 1980’li yıllarda küçük sermayedarlar ve yerel yönetimler konut sektöründe
önemli aktörlerdi. Ancak yine ayni dönemlerde çıkartılan veya değiştirilen yasalarla konut sektörüne büyük firmaların
girmesinin önü açıldı. Bu süreçte kooperatifçiliğin sosyal yönü törpülenip yokedildi. Özellikle 2002 yılında çıkartılan “Toplu
Konut İdaresi Kaynaklarının Kullanım Şekline İlişkin Yönetmelik”le TOKİ’nin görev alanları turizimden küçük sanayi işletmelerine,
eğitime, sağlığa kadar genişletilmiş, ard arda çıkartılan yasalarla da TOKİ kamu kaynaklarını kullanarak her alanda
yatırım yapan dev bir şirkete dönüştürülmüştür. TOKİ’lerin idaresi ve yönlendirilmesi, siyasal iktidarın eline geçtiği oranda,
TOKİ’lere iş yapan firmalar da hızla tekelleşmişlerdir. Bugün inşaat sektörü, sektörde yer alan küçük veya orta ölçekte firmaların
iş alma olanaklarının azalması ve bu durumun doğal sonucu olarak sektörden uzaklaşması sonucu, sistem birkaç
büyük firmanın tekeline geçmiş durumdadır.
TOKİ konutlarının satış rakamları, maliyet rakamlarıyla kıyaslandığında söylendiği gibi hiçte ucuz olmadığı açıktır. Arsa paylarının
hemen hemen hiç olmadığı veya düşük yüzde paylarıyla yapılan bu inşaatlarda 80 m 2 sosyal bir konutun yaklaşık maliyeti
(Bayındırlık Bakanlığı Fiyatları ile) 40 bin TL. olmasına karşın satış bedelleri bu fiyatların çok üstündedir. TOKİ’den özellikle
Emlak Konut GYO çerçevesinde konut ihalelerini alan firmaların m 2 satış fiyatları 2000-4000 TL. aralığında olmaktadır.
TOKİ’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği konutların %56’sı lüks ve gelir getirici özellikler taşımakta olup, %44’ise sosyal konut
niteliğindedir. Ülke genelinde ise TOKİ kaynaklarının ancak %22’si yoksul ve dar gelirlilere yatırım olarak dönmektedir.
Yapılan çalışma ve değerlendirmelerle ülkemizde her yıl ortalama 500 bin konut yapımına ihtiyaç bulunmaktadır. TOKi’nin
2003-2010 arasında yapımı biten ve devam eden konut sayısı 458 758 dir. Yedi yılda yapılan konut sayısı ancak bir yıllık
ihtiyaca yaklaşmaktadır.
Ülkemizde sabit gelirli nufusun alış gücünün alt düzeylerde olduğu düşünüldüğünde konut talebinin büyük firmalarca
daha yüksek bedellerle üretilen konutlarla sağlanamayacağı açıktır. Ayrıca konut kredi faizleri düşük gibi görünse de gerçekte,
yıllık bazda kredi faizleri, enflasyonun yaklaşık 2 katı üstündedir.
Tüm bunlar ele alındığında inşaat sektörünün içinde bulunduğu krize, TOKİ’nin ve siyasal iktidara yakın firmaların konut
üretimleri çare olarak görülmesi mümkün değildir. Hatta kısa bir dönem sonra, dar gelirli yurttaşın, kira öder gibi konut sahibi
olabileceğini söyleyerek, konut satışlarında bulunan firmaların ülkemizde yeni bir “Banker Krizi”ni yaratmaları beklenen
bir sonuç olacaktır.
İNŞAAT SEKTÖRÜNDEKİ KRİZİN İZMİR’E YANSIMASI
Ülke bütününde yaşanan ekonomik kriz etkisini daha fazla olarak İzmir’de göstermektedir. Krizin yanında İzmir halkının siyasal
tercihlerinden ötürü, İzmir ili özellikle son 15 senedir, siyasi iktidarlarca cezalandırılan bir şehirdir. Yatırımların azalması,
hatta bir çok sektörde sıfırlanması, bu şehri büyük bir köy niteliğine dönüştürmüştür.
1995 öncesi özellikle kooperatifler ve Büyükşehir belediyesi tarafından oluşturulan konut projeleriyle, İzmir kısa bir dönem
için şantiye niteliğine dönüşmüştü.
Ege-Kop, İZKA ve EVKA projeleriyle yaklaşık 40 bin civarında konut inşaatı başlamış ve %95 oranında kısa zamanda tamamlanmışlardı.
Bu süreçlerde kredilerin maliyetleri karşılama oranı %77 iken yıllar itibariyle %7’lere kadar düşüş olmuş, inşaatların
tamamlanma süreçleri de 7-8 yıla çıkmıştır.
TOKİ’nin devreye girmesiyle özel kooperatifler ve belediyeler konut işinden çıkmışlardır. Bu durum en fazla İzmir’de iş yapan
32
Mart 2011 - 157
İncelemeler
yüklenicileri etkilemiş ve yatırımlar azaldığı oranda da kapanan firma sayısı artmıştır.
Bugün TOKİ ihaleleri İzmir’li yükleniciler tarafından alınıp, gerçekleştirilememektedir. İzmir’de iş yapan yüklenicilerin çoğu
siyasi iktidara yakın İzmir dışı yüklenicilerdir. Yapım sırasındaki bütün ticari faaliyetler, mal alım satımları da dahil olmak
üzere İzmir dışından gerçekleştirilmekte olup, yapılan işlerin İzmir iline ekonomik getirisi olmamaktadır.
Toplu konut dışı yapılan konutlar daha küçük niteliktedir. Şubemizden geçen konut projelerinin kat bazında sayısal değerleri
incelendiğinde ağırlıklı olarak konut inşaatlarının 2-4 kat arasında değiştiği görülmektedir. (Tablo 10)
Tablo 10. 2010 yılı 9 aylık değerlendirme
(sadece İzmir içi projeler)
KAT ADEDİ
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 14 15 22
Genel
Toplam
339 443 374 400 304 305 77 22 32 45 9 6 1 1 1 2359
Ağırlığı dar gelirli vatandaşlara yönelik konut yapımı, inşaat malzemeleri satış ticaretini de daraltmaktadır. Ayrıca son 5 yılda
yapılan konut sayısında ve m 2 lerinde çok büyük bir artım da gerçekleşmemiştir. (Tablo 11)
Tablo 11. İzmir’de Son 5 Yılda Yapılan Konut Sayı ve Metrekareleri
Yıllar 2006 2007 2008 2009 2010
Adet 3 349 3 301 5 762 4 449 4 584
M 2 4 290 179 3 635 610 5 497 525 3 657 714 4 595 893
İzmir’de TOKİ tarafından gerçekleştirilen yaklaşık 30 projede 13500 konut ve sosyal tesis yapılmıştır. Bu projeler içinde sayısal
olarak önemli yer tutan , özellikle Karşıyaka Mavişehir’de yapılan konutlar lüks nitelikte olup, satış bedelleri oldukça
yüksektir. TOKİ projelerinin yine yaklaşık %30’u gelir düzeyi yüksek kesime hitap etmektedir.
İzmir ilinde kamu tarafından ihale edilen işler ağırlıklı olarak Büyükşehir Belediyesi yatırımlarında görülmektedir. Altyapı
inşaatlarına yönelik bu ihalelerde kırımlar oldukça yüksek oranlardadır. Yüklenici sayısındaki büyüklüğe oranla iş miktarının
ve hacminin düşüklüğü sektörde kırım yüzdesini artırmaktadır. Bu kısır döngü içersinde inşaat kalitesi düşmekte, yapım
sureleri uzamakta hatta bir çok iş tamamlanamamaktadır.
Alsancak Liman Arkası ve Turan bölgesinde yapılan ancak, iptal edilen yeni imar planlaması, İzmir’de sermaye kesimlerince
bir kurtuluş gibi gösterilmektedir. Bu bölgenin yeniden düzenlenmesi sonucunda ticaret merkezi bu alana kayacaktır. İlk
bakışta şehir merkezinin hali hazır sıkışmış durumu dikkate alındığında doğru gibi gelen bu yaklaşım, süreç içersinde yeni
sorunlarla beraber daha büyük problemleri doğuracaktır.
İzmir’in önemli bir talihsizliği yerel yönetimlerce şehrin uzun vadeli altyapı-ulaşım vb. planlarının yapılmamasıdır. Sorunlar
hep parsel bazında çözülerek sonuçlandırılmaya çalışılmıştır. Bu açıdan, sağlıklı bir alt yapısı olmayan bu şehirde, özellikle
yüksek binalarla donanmış ticaret bölgesinin süreç içinde yaratacağı sorunlar çok daha büyük olacaktır. Başta ulaşım olmak
üzere, tüm alt yapı bu bölgenin imara açılması sonucu hiçbir düzenleme ile artık yeterli olamayacaktır.
Bugüne kadar şehrin gelişimi ve alt yapı sorunlarının çözülmesi konusunda ilgili meslek odalarınca önerilen görüşler dikkate
alınmadan, sadece rant anlayışıyla hareket eden çevrelerin imar planlarını belirlemesi sorunları daha fazla içinden
çıkılmaz hale getirmektedir.
“Çılgın Projeler” üretilmesini isteyerek, hem inşaat sektöründeki krizden çıkmayı hem de İzmir şehrine ekonomik bir açılım
geleceğini söyleyerek, toplumu etkilemeye çalışan kesimlerin önerileri hayata geçtiğinde gerçek sürecin öyle olmadığı ve
olamayacağı anlaşılacaktır.
Ayrıca İzmir kentinde yapı stoğu da çok nitelikli değildir. Yapılarımızın %50’den fazlası kaçak ve depreme karşı dayanımı
düşüktür. Çılgın projeler yerine, daha akılcı çözümlerle hareket etmemiz, mevcut yapı stoğumuzu depreme karşı güvenli
hale getirmemiz gerekmektedir. Sektörü canlandırmak amacıyla, “Binaların Enerji Performansı”, “Sığınak”, “Yangın” vb. yönetmelikleri
öncelikli olarak gündeme getirmeden once yapılarımızın güçlendirilmesine yönelik yasal düzenlemeler hayata
geçirilmelidir.
İnşaat sektöründeki krizin İzmir bazında etkisinin azaltılması konut sektörü dahil, tüm kamusal yatırımların yerel yüklenicilerce
gerçekleşmesiyle ve şehrin temel ihtiyaçlarına yönelik yatırımların hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.
Sektörün bütün alanlarında yer alan aktörlerin katkıları oranında pay alabilmeleri, krizin etkisini en aza indirebilir. Özellikle
yüklenicilik tanımının iyi yapılması, bu konuda yasal düzenlemelerin yapılması hayati önem taşımaktadır. Kriz ne yazık ki en
fazla mühendis ve mimarları etkilemektedir. Krizin derinleşmesi oranında mesleğimizin her alanında ücretler hızla gerilemekte,
buna bağlı olarak ta ürün kalitesi düşmektedir. Mühendislik hizmetinin düştüğü süreçte, inşaat sektörünün krizden
çıkması da uzun bir süreç alacaktır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 33
İncelemeler
YAPI İŞLERİNDE “KADIN” ÇALIŞANLARIN İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
Arş. Gör. Sonay Ş. Perçin
İzmir Ekonomi Üniversitesi, MimarlıkBölümü, İzmir
Arş. Gör. Özge Akboğa
Ege Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, İzmir
Giriş
Ülkemizde yasal düzenlemeler ve toplumsal bakış açısı
uyarınca “kadın” kendisine daha geniş ça-lışma alanı bulabilmektedir
(Öğretmen, terzi, hemşire, bebek bakıcısı vb.).
Fakat özellikle yapı işlerinde istihdam ve tercih edilen cinsiyetin
“kadın” olmayışı yalnızca toplumsal bakış ve işveren
tercihiyle şekil-lenmemekte, kanun ve ilgili hükümlerinde
de bu alanlarda çalışan kadın işçiler için kısıtlamalar yer almaktadır.
Ülkemizde getirilen kısıtlamalar yapı işlerinde çalışan
kadınların yüzdesinin az olmasına neden olmaktadır.
Çalışmada, literatür taramasına dayanarak, Türkiye’de yapı
işlerinde çalışan kadınlar için tüm bu etkilerin yanında “iş
sağlığı ve güvenliği” açıkları tartışılmıştır.
Yapı İşlerinde Kadın Kimliği
Toplumda, özellikle yapı işleri endüstrisinde, “kadınlara uygun
olmayan, erkek işi” yaklaşımına sıklıkla karşılaşılmaktadır.
Öğretmen, terzi, hemşire, bebek bakıcısı gibi meslek
grupları kadınlara yakış-tırılırken, demir ustası, kaynakçı,
duvar ustası, inşaat teknikeri, inşaat mühendisi gibi meslek
grupları er-keklerin çalışabileceği pozisyonlar olarak
geçmişten bugüne değin beyinlerimize kazıtılmıştır. Yapı
işle-rindeki kadınlar, meslektaşları olan erkeklere göre ya
daha önemsiz, masa başı pozisyonlarda çalışmak zorunda
kalmakta ya da meslekte tutunabilmek için çok daha fazla
emek harcamaktadırlar. Devletin ken-dilerini “korumak”
adına koyduğu hükümler karşısında istihdam alanları daraltılmaktadır.
Hiçbir güvenlik önlemi olmaksızın 20. katta
cam silen bir kadının işi tehlikesiz, tarlada sırtında bebekleri
ile çalışan kadı-nın işi yorucu olarak atfedilmezken özellikle
teknolojinin geliştiği bu dönemde, teknik beceri gerektiren
yapı işleri, kadın işçiler için “tehlikeli ve yorucu” tanımıyla
toplum ve kanun açısından uygun görülmüş-tür. Mesleklerde
var olan bu tekelleşme, kadın ve erkeğin cinsiyet gözetmeksizin
eşitliğinin kabulü ile or-tadan kalkacaktır.
Türkiye’de Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin Getirilmiş
Düzenlemeler
DIE verilerine göre Türkiye’de kadın çalışanlar tüm çalışanların
%12’sini oluşturmaktadır. Bu oranın meslek gruplarına
göre dağılımında en düşük oran %0.89 ile İnşaat ve Bayındırlık
İşlerindedir (Demirhan ve Ekonomi, 2005). Bu düşük
oranın en büyük nedeni kanunların kadını korumaya yönelik
olan maddeleridir. Yapı işlerinde çalışan kadın işçi için birebir
özel hükümler mevcut değildir. Bu neden-le mevzuat
içersinde yapı işlerinde çalışan kadınları ilgilendiren hususlara
değinilmiştir.
4857 Sayılı iş kanunu 72. maddesi “Maden ocakları ile kablo
döşemesi, kanalizasyon ve tünel in-şaatı gibi yer altında
veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış
erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır”
demektedir. Ayrıca kanunun 85. Maddesi gereği kadınlar
şantiyede an-cak teknik hizmetler ve yardımcı işlerde pozisyon
bulabilir.
Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliğinin 4. maddesi, “16 yaşını
doldurmamış genç işçilerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması
yasaktır” der. İlgili yönetmelikte mevcut bulunan
EK-1 deki çizelgede, kar-şısında (K) harfi bulunmayan işlerde
kadınlar ve (Gİ) harfleri bulunmayan işlerde de 16 yaşını
doldurmuş fakat 18 yaşını bitirmemiş genç işçiler çalıştırılamaz.
Yapı işleride yönetmelik kapsamında yer almakta-dır.
Ancak; ihtisas ve meslek öğrenimi veren okulları bitirip bu
işi meslek edinmiş kadınlar, iş sağlığı, güvenliği ve ahlâkının
tam olarak güvenceye alınması şartıyla 16 yaşını doldurmuş
genç işçiler ihtisas ve mesleklerine uygun ağır ve tehlikeli
işlerde çalıştırılabilir. İlgili Bakanlıklarca yeterliliği kabul
edilen kursları bitirip, o işi meslek edinmiş olan kadınlar ile
16 yaşını doldurmuş genç işçiler yönetmeliğe ait EK-1 deki
çizelgenin 36. sırasından 66. sırasına kadar (66 dahil) belirtilen
işlerde çalıştırılabilir” demek-tedir. Ayrıca çizelgede 31.
maddenin sonunda “Teknik hizmetler ve yardımcı işlerde
kadın ve genç işçi çalışabilir” denmiştir. Bu açıklamalardan
anlaşılacağı üzere, inşaat mühendisliği veya inşaat teknikerliği
eğitimi almış kadın işçi yapı işlerinde çalışabilir, fakat
genel anlamda kadınların çalıştırılması yasaktır. Bu açıklama
ikinci bir eşitsizlik konusunu tartışmaya açmaktadır:
Kadınlar kendi aralarında da eşit hakla-ra sahip değildir.
Yine aynı yönetmeliğin 6. maddesi gereğince “Kadınlar, ay
hali günlerinde ağır ve teh-likeli işlerde çalıştırılamazlar. Bu
günlerin sayısı 5 gün olarak hesap edilir. Daha fazlası için
hekim rapo-runa göre hareket edilir” demektedir. Kabul
edilmelidir ki hiçbir işveren şantiyesinde ayda 5 gün çalışma-yacak
bir işçiyi işe almak istemeyecektir. Bu nedenle
6.madde zorunluluktan ziyade gerek hekim raporu ile karar
verilmiş bir durum gerek kadın işçinin kendi isteğinden doğan
bir hak olmalıdır.
Yapı işyerlerinde alınacak asgari sağlık ve güvenlik şartlarını
“Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği” belirlemektir.
Yönetmelik içersinde EK-IV “Yapı alanları için asgari sağlık
ve güvenlik ko-şulları” başlığı altında kadın işçiler ile ilgili
düzenlemeler mevcuttur.
İşyerinde iş araç ve gereçlerinin kullanımı ile ilgili sağlık ve
güvenlik yönünden uyulması gerekli asgari şartları belirleyen
“İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik
Şartları Yönetmeliği” 9. maddesinde “Asgari sağlık ve güvenlik
gereklerinin uygulanmasında, işçilerin iş ekipmanı
kullanımı sıra-sındaki duruş pozisyonları ve çalışma şekilleri
ile ergonomi prensipleri işverence tam olarak dikkate alınacaktır”
denmektedir. Fakat uygulamada araç ve gereçler
erkek bedenine göre tasarlanmakta ve kadın işçiler için bu
kural işleyememektedir.
“Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve
Esasları Hakkında Yönetmelik” 7. maddeye göre “İşyerindeki
kadınların, gençlerin, çocukların, özürlü, eski hükümlü,
terör mağduru ve göçmen işçilerin eğitimine özel önem
verilir. Bu ifade kadın işçileri iş eğitimi konusunda korur.
Özellikle, uygulamada tamamen göz ardı edilen “Kişisel
34
Mart 2011 - 157
İncelemeler
Koruyucu Donanım Yönetmeliği” madde-leri yapı işlerinde
çalışan işçiler için oldukça önemlidir. Kadın işçilerin muhatap
olduğu eksik tasarımlar göz önüne alındığında bazı
maddelere önemle dikkat çekilmek istenmektedir; Kişisel
Koruyucu Donanım (KKD), tehlike içeren iş yapılırken, öngörülebilen
koşullarda ve amaçlanan doğrultuda kullanımı
sırasın-da kullanıcıyı mümkün olan en yüksek düzeyde koruyacak
şekilde tasarlanarak imal edilmelidir. Giyildi-ğinde
kullanıcıya temas eden veya etmesi muhtemel herhangi
bir KKD elemanı, tahriş ya da yaralanmala-ra neden olabilecek
derecede sert olmamalı, keskin kenarlar ve çıkıntılar
bulundurmamalıdır. KKD' nin vücudun duruş şekline ve hareket
etmesine neden olduğu kısıtlamalar ile duyu organlarında
yol açabile-ceği hassasiyet kaybı en aza indirilmeli
ve KKD, kullanıcı veya diğer kişiler için tehlikeli olabilecek
ha-reketlere neden olmamalıdır. KKD, iş sırasında yapılacak
hareketler ve vücudun duruş şekilleri göz önüne alınarak
kullanıcı üzerinde doğru pozisyonda kolayca durmasını
sağlayacak ve öngörülen kullanım süre-sinde yerinde kalacak
şekilde tasarlanarak üretilmelidir. Bu amaçla KKD’ nin
ayarlanabilir ve eklenebilir sistemler yardımıyla veya farklı
beden ölçülerinde üretilerek kullanıcının vücut yapısına
uygunluğu sağ-lanarak en etkin şekilde kullanılabilmesi
sağlanmalıdır.
Yurt Dışında Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin Getirilmiş Düzenlemeler
Yapı işlerinde çalışan kadın işçiler hakkında birebir düzenlemeler
mevcuttur. Özellikle ABD’de, iş güvenliği ve sağlığı
konusunda oldukça geniş çalışmalar yapılmıştır. OSHA
(Occupational Safety and Health Administration)’nın inşaat
sektörüne uygulanabilir yönetmelikleri 1926 CFR (Code of
Federal Regulations)’nin altında yer almaktadır (Baradan,
2006).
Günümüzde ABD ve Avrupa ülkelerinde yapı işlerinde çalışan
kadın işçiler için bir araya gelmiş birçok örgüt bulunmaktadır.
Çalışmaların temelini yine Haziran 1999’da OSHA
bünyesinde, HASWIC (Yapı İşlerinde Çalışan Kadınların
Sağlık ve Güvenliği Çalışma Komisyonu), NIOSH (National
Institute for Occupational Safety and Health), CWIT (Chicago
Kadın Ticaret Birliği) ve ACSH (American Council on
Science and Health) tarafından hazırlanan “Women in the
Construction Workplace: Providing Equitable Safety and
Health Protection-Yapı İşlerinde Kadın: İş sağlığı ve güvenliğinin
korumasında eşit-liğin sağlanması” adlı çalışma oluşturmaktadır.
Çalışma kadın işçiler için ayrıca dikkat edilmesi
gereken hususları içermektedir. Birçok anket ve mülakat
çalışmasını temel alan çalışmanın maddelerine aşağıda yer
verilmiştir (OSHA, 1999) :
1) İş Yeri Kültürü:
a) Saldırgan İş Ortamı: İş ortamında, kadınlar kendilerini iş
arkadaşlarının saldırgan tavrı nede-niyle güvende hissetmemektedir,
fiziksel zarara uğratılmakta, işleri sabote edilmektedir.
Erkek işçilerin olumsuz yaklaşımları nedeniyle
her şeyi tek başlarına, yardımsız yapmaya çalışmaktadırlar.
Bu durum birçok yaralanmalara ve yarattığı stresten ötürü
meslek hastalıklarına neden olmaktadır.
b) Cinsel Taciz: Kadın işçilerin sıklıkla yaşadıkları ciddi bir
problemdir. Hukuken cezalandırma olması ve işverenin sorumluluğu
dâhilinde korunuyor olmalarına rağmen problem
çözülememektedir.
c) İş Süresinde Yalnız Olmak: Şantiyede tek kadın olmak,
kadın işçinin kendisini güvensiz his-setmesine neden olur.
Bu psikoloji ise dikkat dağınıklığından ötürü yaralanmalara
ve stresten kaynaklı meslek hastalıklarına neden olur.
d) Tehlikenin Bildirilmesi: Kadın işçilerin güvensiz koşulları
ve tehlikeyi bildirilmesi genellikle “sızlanma” olarak atfedilir.
Ve bildirimin devamı halinde kadın işçinin işten çıkartılması
ile sonuçlanır.
Hukuksal yaptırımlar, cinsel tacizi önleyici eğitimler, eğitimde
kullanılan malzemelerde kadın gör-seline alıştırma,
kadınları korumak için yapılacak denetimler bu sorunlara
çözüm getirebilir.
2) Tesislerin Temizliği ve Hijyeni: Şantiyelerde sıklıkla karşılaşılan
problem, kalıcı olmayan tuva-letlerin sağlığa uygun
olmayışı, unisex olması, mahremiyet içermemesi ve korunamayışıdır.
Genellikle kadın sayısının az olmasının sebep
gösterilmesi nedeniyle kadınlar için ayrı tuvalet yoktur.
Tesislerde su kısıtlıdır, tuvalet kâğıdı neredeyse hiç yoktur.
Standartlarda bunla ilgili düzenlemeler olmasına rağmen
bu sorunlar halen yaşanmaktadır. Ve sonuçta çeşitli sağlık
problemleri ortaya çıkmaktadır. Bu şikâyetlerin giderilmesi
için şantiye içinde ve dışında tuvaletlerin, duşların bulunması
ve tesislerin kadın ve erkek için ayrı ayrı düzenlenmesi,
suyun varlığı, tuvaletlerin temizliğinin korunması çok
önemlidir.
3) Kişisel Koruyucu Donanım ve Giysiler: Sayılarının az olduğu
işlerde çalışan kadınların en çok karşılaştıkları sorun
bedenlerine oturmayan KKD ve giysilerdir. Bu durum donanımların
güvenlik sağla-masından ziyade ciddi güvenlik ve
sağlık riski oluşturur. Küçük bedenli erkek işçiler için de aynı
durum geçerlidir. Tasarımlar kadın ölçülerine uygun olarak
düzenlenmeli, piyasada bu şekilde üretim yapan fir-malar
bu konuda bilgilendirilmelidir. İşverenin sorumluluğu bu
konuda arttırılmalı ve kadın işçilere özel olan KKD’leri kullanılması
teşvik edilmelidir.
4) Ergonomi: İş kaynaklı meydana gelmiş iskelet ve kas bozuklukları
aletlerin, malzemelerin ve ekipmanların, ergonomi
dikkate alınarak tasarlanmaması nedeniyle oluşmaktadır.
Ekipmanlar genellikle ortalama erkek ölçülerine göre
tasarlanır. Ekipman ve iş aletlerinin tasarlanmasında kadın
ve erkek ara-sındaki fizyolojik farklılıklar dikkate alınmalı
bununla ilgili gerekli eğitimler verilmelidir.
5) Üreme ile ilgili tehlikeler: Kadın işçilerin şantiye ortamından
ötürü meydana gelebilecek üreme ile ilgili tehlikeler
konusundaki araştırmalar yetersizdir. Bu konu ile ilgili araştırmalar
yapılmalı ve öneri-ler sunulmalıdır.
6) İş sağlığı ve iş güvenliği eğitimi: İş güvenliği eğitimi her
yeni gelen işçi için şarttır. Özellikle iş arkadaşlarının saldırgan
tavırları nedeniyle ilişki kuramayan kadın işçilerin eğitimlerine
özen gösterilme-lidir. İşveren iş eğitimine gerekli
önemi vermeli ve yaptırım uygulanmalıdır. Eğitimlerde,
müfredat içer-sinde kadın işçilerin varlığı vurgulanmalıdır.
7) Yaralanma ve Meslek Hastalıkları ile ilgili verileri toplama
ve inceleme: Kadın işçiler ile ilgili veriler olmasına rağmen
bu veriler bir araya getirilmemiş ve irdelenmemiştir. Gerekli
çalışmalar çözüm önerilerinin sunulması açısından yapılmalıdır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 35
İncelemeler
Yapı İşlerinde Çalışan Kadın İçin İş Sağlığı ve Güvenliği
Yurt dışında halen kadın işçilerin kullanacağı KKD ve giysiler
araştırılmaya devam etmektedir. 1999’dan bu yana
gerekli incelemeler yapılmış ve firmalar işverenlerin de talebiyle
kadın işçilere özel KKD ve giysiler üretmişlerdir (The
Ontario Womens Directorate and The Ondustrial Accident
Preventioan Association, 2006).
Erkek ve kadın işçilerin fiziki yapıları ve vücut boyutları farklıdır.
Bu farklılığı inceleyip gerekli verileri toplayan bilim dalı
antropometridir. Toplanan veriler, donanımların, malzemelerin,
iş yerlerinin tasarlanmasında kullanılır. Erkek egemen
bir sektörden beklenildiği üzere güvenlik için alınmış önlem-lerde
kullanılan tasarımlar ortalama erkek ölçüleri temel
alınarak yapılmıştır. Ortalama erkek ölçüsünden daha
küçük ölçülere sahip bir erkek işçi ile ortalama bir kadın işçinin
ölçüleri yine örtüşmez. Bu nedenle şantiyede çalışan
erkek ve kadın işçi fizyolojik yapı gereği tehlikelere karşı
farklı şekilde korunmalıdırlar. Aksi takdirde kadın işçilerin
kullanacağı KKD’ler korumaktan ziyade risk teşkil etmektedir
(Swan, 2001).
ISEA (International Safety Equipment Association),
OSHA’nın bildiriminden sonra KKD kulla-nımı ile ilgili kadın
işçiler ile mülakatlar yapmıştır. Aşağıda Kanada’da uyumsuz,
bol gelen KKD’leri kullanan kadın işçiler ile yapılmış
bazı mülakatlardan çıkartılan sonuçlara yer verilmiştir
(Walker, 2010). Bu ve benzeri risklerin oluşmasına fırsat vermemek
için üretici firmalar tasarımlarını kadın işçileri de temel
alarak yapmalı, işveren bu donanımları kullandırtmak
üzere teşvik edilmeli ve bilgilendirilmelidir.
1) Erkeğe nazaran küçük yüzlü kadına oturmayan koruyucu
gözlük, işçiyi kullandığı makineden çıkan zararlı malzeme
tanelerinden koruyamaz, gözlüğün altında-yanında kalan
boşluklardan tanecikler yüze, göze etki eder.
2) Büyük koruyucu botlar giyen kadın işçiler, yürürken, merdivene
çıkarken, tırmanırken sendele-me yaşar. Dengeyi
sağlamak isteyen kadın işçinin ayakları su toplar. Botlar güvenlik
sağlamadığı gibi, kadın işçiye zarar verir.
3) Ellerine oturmayan eldivenler kullanan kadın işçiler, vidaları
tutamamaktadır. Kullandıkları ma-kinenin durumuna
göre ellerini kaptırma olasılıkları çok yüksektir.
Sonuçlar
Yapı işlerinde çalışan kadın işçilerinin yaşadıkları cinsel, fiziksel,
psikolojik ve ekonomik şiddet, içselleştirilmiş olan
cinsiyet ayrımcılığı bu konuda önceden yapılmış çalışmalarda
tespit edilmiştir.
Yapı işlerinde çalışan kadın işçiler için yurt dışında çalışmalar
halen sürmekte ve ilerleme kayde-dilmekte olmasına
karşın Türkiye’de bu konuda örgütlenme ve çalışma zayıftır.
Türkiye’de, halen, top-lum içersinde “kadın zayıftır”, “kadın
duygusaldır” ve en önemlisi “kadın doğurgandır” cümleleri
nesil-den nesile aktarılmakta ve sonuç olarak erkek egemen
meslek gruplarında çalışacak kadın işçi, işveren ve iş
arkadaşları tarafından tercih edilmemektedir.
Bu toplumsal zihniyet mevzuat ile desteklenmemeli, gerekli
gelişmeler ve değişimler yapılmalıdır. Şantiyedeki kadın
işçiler ve erkek işçiler eşit haklara sahip olmalı ve fizyolojik
yapı nedeniyle kadın işçi-lerin sağlık ve güvenliklerini korumak
adına gerekli araştırmalar yapılmalıdır. Çalışma hayatı
ve sosyal güvenlik konularında ulusal ve uluslar arası
düzeyde eğitim, araştırma, inceleme, yayın, dokümantasyon
ve danışmanlık faaliyetlerinde bulunan Çalışma Sosyal
ve Güvenlik Eğitim Merkezi’nin (ÇASGEM) ve İş Sağlığı ve
Güvenli Merkezi Müdürlüğü’nün (İŞGÜM) yapı işlerinde çalışan
kadın işçilerin iş güvenliği ve sağlığı konusunda araştırma
ve inceleme yapması büyük bir açığı kapatacaktır.
Yönetmelikte, kadınlar arasındaki fırsat eşitliğini ihlal eden
hususlar tekrar gözden geçirilmelidir.
Asıl olan kadın ve erkek işçiler arasındaki bu eşitsizliği, kadın
sorunu olarak algılamamak ve “in-san” sorunu olarak
ele almaktır. Kadın çalışanlar için inşaat sektöründe çalışma
koşullarını iyileştirmek ve çalışma imkânlarını arttırmak için
birlik halinde hareket edilmelidir.
Kaynaklar
Adakale Demirhan, F. E. ve Ekonomi M. (2005). “Türkiye’de Kadın
İşçilerle ilgili Koruyucu Ya-sal Düzenlemeler ve 4857 Sayılı Yeni İş
Kanunu ile Getirilen Yenilikler”, İTÜ Dergisi/mühendislik, cilt 4 sayı
5, 55-67.
Baradan, S. (2006).“Türkiye İnşaat Sektöründe İş Güvenliğinin Yeri
ve Gelişmiş Ülkelerle Kıyas-lanması”, DEÜ Fen ve Müh. Dergisi, Cilt:
8 Sayı: 1, s. 87-100.
Hoskins, A. B. (2005). “Occupational injuries, illnesses, and fatalities
among women, Breau of Labor Statistics, Monthly labor review.
Michel A. (1993). Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, İstanbul: İletişim.
OSHA (1999): www.osha.gov "Women in the Construction Workplace:
Providing Equitable Safety and 7)Health Protection" ,Submitted
to the Occupational Safety and Health Administration
(OSHA), Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2010.
Swan, K. (2001). “Women in Construction: A Review of Pertinent
Literature”, Pennsylvania State University.
TMMOB Kadın Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı Sonuç
Bildirgesi (2009). İstanbul
The Ontario Womens Directorate and The Ondustrial Accident Preventioan
Association (2006). “Personal Protective Equipment For
Women”.
Türkiye İstatistik Kurumu: http://www.tuik.gov.tr Erişim Tarihi:
Temmuz 2010.
Walker J. L. (2010). “PPE for Women” , International Safety Equipment
Association (ISEA) Protection Update News.
4857 Sayılı İş Kanunu, 2003.
5840 Sayılı Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu, 2009
25311 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği, 2003.
25325 Sayılı Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği, 2003.
26361 Sayılı Kişisel Koruyucu Donanım Yönetmeliği, 2006.
25370 Sayılı İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik
Şartları Yönetmeliği, 2004.
25426 Sayılı Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul
ve Esasları Hakkında Yönet-melik, 2004.
25494 Sayılı Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği, 2004.
25522 Sayılı Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla
Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik, 2004.
25548 Sayılı Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları
Hakkında Yönetmelik, 20
36
Mart 2011 - 157
İş Sağlığı ve Güvenliği
2009 YILI İNŞAAT SEKTÖRÜ İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIKLARI
İSTATİSTİKLERİ
Alpaslan Ertürk
Maden Yük. Mühendisi
İş Güvenliği Uzmanı (A)
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nun iş kazaları ve meslek
hastalıklarına ilişkin istatistikleri yayımlandı. 2009
yılı sonuçları 9 milyon çalışana ilişkin verileri kapsıyor.
SGK istatistiklerine göre 2009’da;
• Ocak-Nisan döneminde 17 bin 733,
• Mayıs-Ağustos döneminde 18 bin 954,
• Eylül-Aralık döneminde ise 27 bin 629 kişi olmak
üzere toplamda 64 bin 316 kişi iş kazasına uğradı, 429
kişi meslek hastalığına yakalandı.
Bunların 1.171’i ölümle sonuçlandı. Ölümle sonuçlanan
iş kazalarında İstanbul birinci sırada yer alırken,
bunu sırasıyla Ankara, Bursa ve Antalya izledi.
Yaşanan iş kazalarının en önemli nedenleri; bir veya
birden fazla cismin sıkıştırması, ezmesi, batması ve
kesmesi, düşen cisimlerin çarpıp devirmesi, makinelerin
sebep olduğu kazalar ve kişilerin düşmesi olduğu
görüldü. Bu nedenlerle yaşanan kazalar, toplam
kazaların yüzde 75’ini oluşturdu.
İnşaat Sektörü ile ilgili İş Kazası ve Meslek Hastalıkları
İstatistiklerini aşağıda yorumsuz olarak bilgilerinize
sunuyoruz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 37
Vergi
ÖDEME EMRİ, MAL BEYANI,
ÖDEME EMRİNE İTİRAZ VE DAVA AÇMA SÜRELERİ
Doğan ÖZTÜRK
Mali Müşavir
Merhabalar, bu yazımda sizleri ödeme emri konusu
hakkında bilgilendirmeye çalışacağım. Ekonomik krizin
teğet geçtiği ülkemizde, her sınıftan mükelleflerimizin
oldukça sık karşılaştığı belgelerden biride ödeme
emirleridir. Kamu alacakları, amme alacaklarının
tahsil usulü hakkındaki kanunla düzenlenmiştir. Bu
kanun borcunu ödeyemeyen mükellefe karşılık verilen
süre dolmuş ise bunun cebren tahsilini zorunlu
kılmıştır. Başka bir deyişle mükellefler vadelerinde
ödenmeyen borçları cebren tahsil edilir hükmü bulunmaktadır.
6183 sayılı kanunun 55. Maddesinde; Amme alacağını
vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını
ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu
bir “ödeme emri” ile tebliğ olunur denmektedir.
Ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet
ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği
veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde
borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde
bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile
tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu
takdirde hapis ile cezalandırılacağı kayıtlı bulunur.
Ayrıca, borçlunun 114’üncü maddedeki vazifeleri ve
bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında
tatbik edilecek olan ceza bu ödeme emrinde kendisine
bildirilir.
Belediye hududu dışındaki köylerde bulunan borçlulara
ödeme emirleri muhtarlıkça tebliğ olunur. Ödeme
emirlerinin muhtarlığa tevdii tarihinden itibaren
15 gün içinde tebligat yapılmadığı takdirde ödeme
emirleri tebliğ edilmemiş olan borçluların isimleri
ödeme emri hüküm ve mahiyetindeki bir “ödeme cetveline”
alınarak borçlular borçlarını ödemeye ve mal
bildiriminde bulunmaya çağrılırlar. Ödeme cetveli köy
ihtiyar kurulu kapısına bir örneği de köyde herkesin
görebileceği umumi bir mahalle 10 gün müddetle
asılmak suretiyle tebliğ olunur. Cetvel asılırken ve indirilirken
keyfiyet muhtarlıkça zabıt varakasıyla tespit
edilir. Cebren tahsil ve takip ödeme emrinin tebliği
veya ödeme cetvelinin indirilmesi tarihinde başlamış
olur.
Borcunu vadesinde ödemeyenlere ait malları elinde
bulunduran üçüncü şahıslardan bu malları 7 gün içinde
bildirmeleri istenir.
Ödeme emrine itiraz Amme alacakları usulü hakkındaki
kanunun 58. maddesi konuya getirdiği açıklama
şu şekildedir.
Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir
borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına
uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren
7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine
bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir.
İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin
iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri
tatbik olunur.
Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet
ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde
itiraz edilmemiş sayılır.
İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği
takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı
için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye
kadar durdurulur.
İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara
bağlamak mecburiyetindedir.
İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan,
hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki
amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.
İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.
Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların
tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının
kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde
mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.
Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki
itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz.
Ödeme emri gelen mükellef kanunun 59. maddesi
gereği ödeme emrini tebellüğ ettiği tarihten itibaren
7 gün içerisinde mal beyanında bulunmak zorundadır.
Borçlu, borcuna yetecek miktarda kendi uhdesinde
bulunan malları, hak ve alacaklarını vergi dairesine
belirtilen sürede bildirmek zorundadır. Bu malların
veya alacakların bir kısmı üçüncü şahıslar elinde bulunuyorsa
bunları da tüm açıklığı ile ilgili daireye bildirmekle
mükelleftir. Ayrıca mükellef mal bildirimi ile
birlikte kendi yaşayış şeklini yani geçim koşulları ile
bilgiyi ve borcu ne şekilde ödeyebileceği konusunda
da vergi dairesine bilgi vermek zorundadır. Yine borçlu
borcunu ödeyebilecek kadar malının olmadığını
bildirmesi dahi mal bildirimini yapmış hükmünde yer
almaktadır. Bu tip durumlarda borçlunun ikametgah
adresi ve kimlik bilgileri kanuni iş merkezini vergi
dairesine bildirmesi gerekmektedir. Mal bildiriminde
38
Mart 2011 - 157
ulunmuş mükellef verilen ödeme planı gereği borcunu
ödemez ise mal beyanında bulunduğu değerler
nakde çevrilerek borç tahsil edilir.
Devlet alacaklarını güvence altına alarak kamu hizmetlerinin
aksamadan sürmesini sağlamakla mükelleftir.
Bu sebepledir ki; doğmuş ve vadeleri geldiği
halde ödenmeyen vergilerin tahsili devletin sorumluluğundadır.
Devlet bu sorumluluğu birden fazla yol ile
ifa etmektedir. Bunlardan bir tanesi mükellef borcunu
vadesinde ödeyememişse verdiği teminatlarını nakde
çevirmek yöntemidir. Yine bunun dışında bir başka
yöntem ise kamu borcu olan mükellef bu borcunu bir
kefil göstermiş ve borcunu vadesinde ödeyememişse
devlet bu sefer de borcu kefilden tahsil yoluna müracaat
etmektedir. Piyasada sıkça karşılaşılan usul ise
kamu borcunun, borçlunun mallarına haciz koyarak
tahsili yoluna gitmesidir. Bu yöntemlerle tahsil edilemeyen
kamu borcuna karşılık devlet şayet tahsil yolu
kalmadıysa ilgili mükellefin iflasını da isteyebilmektedir.
Amme alacakları kanunun 54 maddesi ödenmeyen
kamu borcunun tahsilini bu şekilde yapmaktadır.
Vergi
KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ
KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ
KARE BULMACA ÇÖZÜMÜ
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
1 2 13 M 4 A 5 Y 6A 7 L A8 N 9 M 10 A
1 M A 2 Y A A L L A AV N E RM E A K V
2 A L 3 A T V E K RA E B A K E V K E
3 T 4 K E A K B İ A M RE O K T E O R
4 E K 5 M A N B A K İ R E
İ M R O T O R
6 A B Y A T A K S
5 M A N B A K İ R E
7 T U T A K N E B İ
6 A B Y A T A S
8 İ K İ L İ K T A Y
7 T U
9
T K A K P A N Y AE M B İ S E
8 İ K 10 İ L D İ İ K E NT L A İ Y K
9 K P A Y A M S E
10 D İ K E N L İ K
SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
SUDOKU SUDOKU ÇÖZÜMLERİ ( kolay )
Görüldüğü üzere ödeme emirleri ciddiye alınması SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
gereken önemli bir husustur. Genelde mükellefler
1 6 8 9 3 5 4 2 7
vergi dairesinden gelen bu tip yazışmaları bürolarında
bekletmekte KARE BULMACA ve daha ÇÖZÜMÜ sonra ciddi sorunlarla karşı
4 2 7 1 6 8 9 3 5
SUDOKU ( 5 kolay 9 3 ) 4 7 2 6 8 1
karşıya kalmaktadır. Oysa yapılması gereken husus
1 6 8 99 83 4 55 41 26 73 7 2
gayet basittir. 1 2 Mal 3 beyanında 4 5 6 bulunmak 7 8 9 ve 10 bu konuda
KOLAY
5 9 3 74 57 2 28 69 83 1 6 4
malının olmadığını beyan etmek dahi mal beyanında
SUDOKU ( orta )
1 M A Y A L A N M A
6 3 1 2 4 7 8 5 9
bulunmakta yeterli olmaktadır. Son zamanlarda sıkça
4 2 7 1 6 8 9 3 5
KARE BULMACA 2 A L A V E R E K V
2 7 9 3 1 5 4 6
rastlanılan
ÇÖZÜMÜ
husus ise vergi dairesinin hiç haberimiz olmadan
3 taşınmazlarımıza T K A B ve A taşıtlarımız E K ve E banka he-
8 4 6 7 5 9 2 3
9 8 4 65 41 1 69 38 73 2 5 7
7 5 2 38 79 5 36 14 62 48 1 9
1 2 saplarımıza 3 4
4
5 E 6uyguladığı K 7 İ 8 M 9 blokajlardır. 10 R O T Bu O tip R durumlarla
3 1 5 6 2 4 7 9 8
SUDOKU 6 ( 3 orta 1 ) 9 2 8 1 7 5 6 4 3
1 M A karşılaşmak Y A L A 2 4 7 8 9
5 M istemiyorsak N M A
A N B ödeme A K emri İ geldiğinde R E ilk iş
5 1 9 4 2 6 7 3 8
2 A L alındığı A V E tarihi R üzerine E kalın K V alt çizgili bir şekilde tarihi
2 7 9 8 1 5 4 6
6 A B Y A T A K S
6 4 1 9 8 73 62 35 57
9 8 4 2 1
3 T not K A almak B ve A en kısa E zamanda K E müşavirimize iletmek
8 4 6 7 5 9 2 1 3
7 T U T A K N E B İ
3 7 5 6 4 2 8 41 39
1 7 9 6 5
4 E K
ve
İ
onun
M
yol
R
haritasına
O T O
uymaktır.
R
Aksi takdirde hiç ummadığınız
şaka gibi olaylarla karşılaşmak söz konusu-
1 9 2
8 İ K İ L İ K T A Y
9 2 38 1 75 85 6 36 2 64 473
75 94 8
5 M A N B A K İ R E
dur. Çek 9 K ödemeleriniz P A Y için Ayatırdığınız M S paranın E içinden,
Y
5 1 9 4 2 16 57 73 28
6 9 3 8 4
6 A B
10 unuttuğunuz A T A K
D İ veya K E atladığınız S
N L İ bir K ödeme emri 7 6 3 5 9 48 94 2 81
3 ORTA 1 5 7 6
7 T U için T A tahsil K edilen N küçük E B bir İ meblağın sizi akşamın beş 2 8 4 3 1 7 9 6 5
8 İ K buçuğunda İ L İ K koştura T koştura A Y bankaya gitmenize, hele 8 3 6 7 5 4 1 9 2
9 K
birde
P A
o
SUDOKU Y
an
A
için
M
likit durumunuz
ÇÖZÜMLERİ S E
müsait değilse daha 1 5 7 2 6 9 3 8 4
da kötü sürprizlere sebep vermesine izin vermeyiniz.
10 D İ K E N L İ K
4 9 2 8 3 SUDOKU 1 5 7 ( 6zor )
Ödeme emirleri SUDOKU genelde ( kolay ana ) borç ve uzantıları ile beraber
gelir. Bu durumlarda şunu yapmak gerekir, en
9 8 6 5 1 7 2 3 4
1 6 8 9 3 5 4 2 7
SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
azından ödeme emrinde gelen borçlardan, damga
7 1 4 6 2 3 5 8 9
vergilerini ödemek 5 9 3 bile 4 o 7 ödeme 2 6 emri 8 1 ile ilgili işlem
3 2 5 4 8 9 1 6 7
SUDOKU ( kolay 4 ) 2 7 1 6 8 9 3 5
SUDOKU ( zor )
yapmak sayılacağından bizlere zaman kazandıracaktır.
Devletin durmadan 9 8 4 5 işleyen 1 6 bir 3 mekanizması 7 2 mev-
4 9 1 3 7 6 8 2 5
9 8 ZOR 6 5 1
1 6 8 9 3
57 32 23 84
4 1 9 7 6
cuttur. Bu mekanizma 75 54 2 87
içerisinde 9 3 1 işlemler 6 4 yürür, bizlere
düşen görevtarafımıza 9 5 3 4 1
7 1 4 6 2
5 9 3 4 7
83 65 78 29
62 36 18 21
4 7 gelen 8 5 ödeme 9 emirlerini
3 2 5 4 8
4 2 ivedilikle 7 1 mali 6 69 71 96 17
3 2 4 5 8
28 müşavirimize
79 93 35
iletmekten geçmektedir.
8 1 5 4 6
4 9 1 3 7
9 8 4 5 1
26 58 82 95
6 4 7 1 3
Sözlerimi hepinize 86 43 6 sevdiklerinizden 7 72
5 9 2 1 hoş 3 sürprizler dileyerek
bitiriyorum.
5 3 2 8 4
7 5 2 8 9 1 49 37 76
5 8 6 9 2
3 1 56 64
2 4 7 9 8
8 6 7 2 9 5 3 4 1
6 3 1 2 4 7 8 5 9
6 7 9 1 3 2 4 5 8
2 7 9 3 8 1 5 4 6
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 2 5 8 9 6 4 7 1 3 Mart 2011 - 157 39
8 4 6 7 5 9 2 1 3
1 4 3 7 5 8 6 9 2
3 1 5 6 2 4 7 9 8
Sağlık
SAĞLIKTA KAOS DEVAM EDİYOR
Dr. Fatih SÜRENKÖK
Bu satırlara tekrar dönmem diye düşünüyordum geçen
haftaya kadar. Çok sevgili Tahsin Ağabeyi kaybettikten
sonra zaten pek de beceremediğim yazıları
sevgili İMO cular fırsat bu fırsat deyip istemez diye
düşünürken sevgili Jale tekrar yazmamı istedi. Sevgili
Tahsin Ağabeyi bir kere daha özlemle ve saygıyla anmak
istiyorum. İnanıyorum ki O yukarıdan bizleri ve
olan biteni izlemeye yorumlar yapmaya devam ediyor.
Bu yüzden bende sevgili Tahsin Ağabeye sağlıkta
olan bitenleri anlatmaya çalışacağım.
Tam Gün Sağlık Bakanlığının diretmesi ve Danıştay’ın
aldığı son karar ile tam bir arap saçına döndü. Anayasa
mahkemesi verdiği kararla üniversitelerde çalışan
öğretim üyelerinin saat 5 den sonra muayenehanelerine
gitmelerine izin verirken, kamu hastanelerinde
çalışan hekimlerin durumu hala belirsiz. Bu konuda
Sağlık Bakanlığı yeni düzenlemeler içeren bir yasa
çıkarmak zorunda kalabilir. Özellikle üniversitelerde
Tam Güne geçişi tıp eğitiminin kalitesini arttırmak
amacıyla yaptığını söyleyen Bakanlık yeni uygulamaları
ile bunun tam tersini yaptı. Üniversitedeki öğretim
üyelerine performans sistemi getirilerek ücretlendirme
sistemi değiştirildi. Artık bir öğretim üyesi
muayene ve tedavi ettiği hastanın sayısına göre ücret
alacak. Daha çok ücret için de daha çok “iş” yapacak.
Asli görevi öğrenci ve asistan yetiştirmek olan öğretim
üyesi bu ulvi ve asli görevi unutacak.
Yıllardır eğitim hastanelerinde ve tıp fakültelerinde
33 saat aralıksız çalışan asistanlar artık ilk defa “yeter”
dediler. Özellikle büyük illerin asistanları yaptıkları
yürüyüşlerle çalışma koşulları ve eğitimdeki yetersizlikleri
protesto ettiler.
Genel Sağlık Sigortası her geçen gün yüzünü gösteriyor.
Seçim öncesi verilen yaldızlı hizmetler hemen
hemen her hafta çıkarılan “uygulama tebliğleri” ile
gerçek yüzünü gösterdi. Hastaneye giden herkes
katkı payı ödemek durumunda. 2010 yılında sağlıkta
dönen para, 2004 yılının 3 katını geçerek 40 milyar
buldu ve bunun yüzde kırkı sadece ilaca ayrılan kısım.
Yani 2010 yılında çok uluslu ilaç şirketlerinin kasalarına
ülkemizden 16 milyar lira aktarıldı. Tıbbi teknolojiye
aktarılan hesapsız, aşırı paralarla ülkemiz MR,
Bilgisayarlı Tomografi vb. gibi aletlerin çöplüğüne
döndü. İşin kötü yanı bu hesaplardan maalesef halkımız
haberdar bile değil.
Hekimler yine ayakta ve eylemlerde Tahsin Ağabey.
Senin emanet ettiğin mücadele bayrağını gericiliğe,
sömürüye, adaletsizliğe, haksızlığa karşı sadece meslektaşların
değil biz hekimler de yükseltiyoruz. 13
mart 2011 de ülkemizde ki tüm sağlık çalışanları - başta
hekimler olmak üzere- TTB önderliğinde Ankara’da
büyük yürüyüşe hazırlanıyoruz. Bu yürüyüşe İMO ve
TMMOB da destek olacak, mimar ve mühendis yol
arkadaşlarımızla birlikte olacağız. AKP’nin tetikçiliğini
yaptığı neo-liberal sağlık sistemini protesto edeceğiz.
Biliyorum ki “Sen” de yanımızda olacaksın her zaman
olduğun gibi. Bu yıl da sağlık çalışanları 14 Mart Tıp
Bayramını buruk kutlayacak.
Sevgili Tahsin Ağabey sağlık alanında durum böyle.
Sizden sonra değişen pek bir şey yok. Yani sağlıkta
AKP’nin yarattığı kaos devam ediyor hala…
40
Mart 2011 - 157
İNŞAAT MÜHENDİSLERİNİN BAĞLI OLDUĞU YASAL DÜZENLEMELER
YÖNÜNDEN ZORUNLU İŞ (HİZMET ) SÖZLEŞMELERİ
Avukat Baki OKAN
Hukuk
İş Sözleşmesi Yapma Özgürlüğü
Genel Olarak
“Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlığını taşıyan Anayasanın
48. maddesine göre, “Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler
kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin
milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara
uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirleri alır.”
Borçlar Kanununun 19. maddesi ise, “Bir akdin mevzuu,
kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbestçe
tayin olunabilir.” hükmü ile anayasadaki sözleşme
özgürlüğü ilkesine uygun olarak düzenlenmiştir. Hizmet
sözleşmesinin koşullarının kanuna, ahlaka (adaba)
aykırı olmamak üzere istenildiği gibi saptanabileceği
Borçlar Kanununun 319. maddesinde ayrıca
hükme bağlanmıştır. Benzeri bir hüküm 4857 sayılı İş
Kanununun 9. maddesinde de yer almaktadır. Buna
göre, “Taraflar iş sözleşmesini, Kanun hükümleriyle
getirilen sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla, ihtiyaçlarına
uygun türde düzenleyebilirler.”
İş Kanunu Açısından İş Sözleşmesi Türleri
• Sürekli ve Süreksiz İş Sözleşmeleri
• Belirli Süreli ve Belirsiz Süreli İş Sözleşmeleri
• Azami ve asgari süreli iş sözleşmeleri
• Deneme süreli iş sözleşmeleri
• Takım sözleşmesi ile kurulan iş sözleşmeleri
• Mevsimlik iş sözleşmeleri
• Kısmi süreli iş sözleşmeleri
İş sözleşmesinin Şekli
İş Kanununa göre iş sözleşmesi kural olarak - yasada
aksi belirtilmedikçe - herhangi bir özel şekle bağlı
değildir. Ancak, süresi bir yıl ve daha fazla olan belirli
süreli iş sözleşmeleri, takım sözleşmeleri ve çağrı üzerine
çalışma ile ilgili sözleşmeler açısından yazılı şekil
zorunluluğu vardır. Yazılı şekle aykırılık durumunda
ne olacaktır sorusu öğretide ve uygulamada tartışmalıdır.
Yargıtayın da katıldığı iş hukuku öğretisinin bir
kesiminin görüşüne göre, yazılı şekil bir kanıtlama/
ispat koşuludur, sözleşmenin geçerliliğini etkilemez.
Şekil koşulunun işçinin korunması amacıyla getirildiği,
sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğuracak bir
yaptırımın taraflar arasındaki iş sözleşmesini başlangıcından
itibaren hükümsüz kılacağı, bu durumda işçinin
haklarından yoksun kalacağı ileri sürülmektedir.
Diğer görüşe göre, yazılı şekle aykırılığın yaptırımı
geçersizliktir. Borçlar Kanunun 11/.maddesindeki
genel kurala göre yasada aksi belirtilmedikçe yasada
öngörülen şekil koşulu bir geçerlilik koşuludur. İş sözleşmesinde
geçersizlik koşulu geçmişe etkili olmadığından
ileri dönük sonuç doğurmaktadır. Ayrıca, sözleşme
şekle aykırı bile olsa taraflarca uygulandıktan
sonra bu nedenle geçersizliğinin ileri sürülmesi hakkın
kötüye kullanılmasıdır. Böyle bir durumu ise, yasa
korumayacaktır.
Bu görüşlerden farklı diğer bir görüş ise, Avrupa ülkelerinden
bazılarında uygulanan belirli süreli iş sözleşmelerindeki
şekle aykırılığın sözleşmeyi belirsiz süreli
sözleşmeye dönüştürmesinin kabul edilmesidir.
İş sözleşmesi yapma zorunluluğu
Sadece iş hukuku mevzuatında değil, diğer alanlara
ilişkin hukuksal düzenlemelerde de kimi durumlarda
çeşitli sebeplerle iş (hizmet) sözleşmesi yapma
zorunluluğuna yer verildiği görülmektedir. İş kanununda
özürlüler, eski hükümlüler, askerlik veya yasal
bir ödev nedeniyle işten ayrılanlara ilişkin olarak işverenler
yönünden iş sözleşmesi yapma zorunluluğu
getirilmiştir.
İnşaat mühendislerinin bağlı oldukları yasal düzenlemeler
açısından çalışma alanlarına göre kimi zaman
işveren sıfatıyla kimi zaman da çalışan olarak çeşitli
türde iş sözleşmesi yapmak zorunda oldukları bilinmektedir.
Bu zorunluluğun değişik sebeplere dayandığı,
özellikle inşaat mühendisliği hizmetlerinin belirli
ve yeknesak koşullara bağlanması, meslek mensuplarının
korunması, denetimin sağlanması ve sorumlulukların
açıklıkla belirlenmesi nin amaçlandığı söylenebilir.
Bunları aşağıdaki başlıklarda inceleyeceğiz:
TMMOB Kanunun 33. maddesine göre, Türkiye’de
mühendislik ve mimarlık meslekleri mensupları
mesleklerinin icrasını iktiza ettiren işlerle meşgul
olabilmeleri ve mesleki tedrisat yapabilmeleri için ihtisasına
uygun bir odaya kaydolmak ve azalık vasfını
muhafaza etmek mecburiyetindedirler.
6235 sayılı TMMOB Kanunu ile İnşaat Mühendisleri
Odasına, serbest çalışan ve inşaat mühendisliği hiz-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 41
Hukuk
meti veren- Yönetmelikteki deyişle hizmeti üretenkişi
ve kuruluşların İnşaat Mühendisi çalıştırmasına
yönelik asgari koşulların belirlenmesi, meslek mensuplarının
korunması, hizmetin neden oluştuğunun
veya ne olduğunun belirlenmesi, bu hizmetlere ilişkin
kayıtların tutulması ve belge düzenlenmesi, verilen
belgelerin yenilenmesi ile serbest inşaat mühendisliği
hizmetlerinin denetimi görevi verilmiştir.
a) TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Serbest
İnşaat Mühendisliği Hizmetleri Uygulama,Tescil,
Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği
Yönünden
Serbest inşaat mühendisleri açısından da, TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası Serbest İnşaat Mühendisliği
Hizmetleri Uygulama,Tescil, Denetim ve Belgelendirme
Yönetmeliği'nin 14. maddesinde, serbest
inşaat mühendisliği hizmetleri iş yeri tescil belgesi
verilmesine ilişkin koşullar içinde işyeri/işveren ile
serbest inşaat mühendisi arasında bağıtlanmış ve
İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanmış bir
tip sözleşmenin varlığı aranmaktadır. Aksi durumda
işyeri tescil belgesi verilmemektedir. Bu Yönetmelikle
serbest inşaat mühendisleri ile bir iş sözleşmesi yapma
zorunluluğu getirilmesinin temel sebebi, inşaat
mühendisi çalıştırılmasının asgari koşullarının belirlenmesi
olduğu kadar konunun denetim altına alınmasını
sağlamaya yöneliktir.
Anılan Yönetmelik uyarınca TMMOB İnşaat Mühendisleri
Odası tarafından hazırlanan tip sözleşme incelendiğinde;
bu iş sözleşmesinin İş Kanunun 11.maddesinde
belirlenen unsurları taşıyan belirli süreli bir iş
sözleşmesi olduğu görülmektedir. Burada sözleşmenin
tarafları dışında, İnşaat Mühendisleri Odası'nın
onay merciidir. Bu onayın İş Hukuku açısından yani
işçi-işveren ilişkisi açısından özellikle sözleşmenin
geçerliliği yönünden herhangi bir etki yaratıp yaratmadığı
üzerinde durulabilir. Kanımca, sözleşmenin
taraflarının imzasını taşıyan tip sözleşmede Oda'nın
onayı geçerlilik/sıhhat koşulu değildir. Ancak Serbest
İnşaat Mühendisliği işinin icra edilebilmesi için zorunlu
olduğu açıktır.
b) Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Yapı
Denetimi Uygulama Yönetmeliği Yönünden
i) 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu uyarınca
çıkarılan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin
9/2 maddesinde de, “Yapım işleri yürütülen şantiyede,
mühendis, mimar, teknik öğretmen veya tekniker
diplomasına sahip olmak üzere bir şantiye şefinin
bulundurulması mecburidir. Yapı müteahhidi, inşaatta
görevlendireceği şantiye şefi ile asgari hüküm ve
şartları ek-12'de gösterilen form-10'da belirlenmiş
sözleşmeyi imzalar. Bu sözleşmenin bir sureti yapı
enetim kuruluşuna verilir.” hükmü yeralmaktadır.
Yapı müteahhidi ile şantiye şefinin görev ve sorumluluklarını
düzenleyen bu Yönetmeliğin yukarıda belirtilen
maddesine göre, yapı müteahhidi ile şantiye
şefi arasında bağıtlanması/akdedilmesi zorunlu kılınan
bu sözleşme de, İş Kanunundaki tanımlamaya
uygun olarak hazırlanmış belirli süreli bir iş (hizmet)
sözleşmesidir. Buradaki amacın ise, bazı işleri inşaat
mühendisleri eliyle yapılıp yerine getirildiğinin ve
denetlenmesinin yanısıra inşaat mühendislerinin çalışma
asgari standartlarının belirlenmesi olduğu söylenebilir.
ii) Teknik personelin yapı denetim kuruluşunda istihdam
esaslarını düzenleyen aynı Yönetmeliğin 16.
maddesinde de yapı denetim kuruluşu ile istihdam
edilecek denetçi, kontrol elemanı ve yardımcı kontrol
elemanı arasında, çalışma saatleri, ücret, görev ve
sorumlulukları içeren bir sözleşme akdedileceği belirtilmiştir.
Sözü edilen bu sözleşmenin yönetmeliğin
ekindeki örneğe uygun olması öngörülmemekle birlikte
benzer bir belirli süreli sözleşme olması uygun
olacaktır. Nitekim uygulamada da kontrol elemanı ve
denetçi inşaat mühendisleri ile yapı denetim kuruluşu
arasında bu tip sözleşmeler yapıldığı görülmektedir.
c) Fenni mesuliyet hizmet sözleşmeleri
i) 3194 Sayılı İmar Kanununu Yönünden
3194 sayılı İmar Kanunun “Müelliflik, Fenni mesuliyet,
Şantiye Şefliği, Yapı Müteahhitliği ve Kayıtlar” başlıklı
28. maddesinde;
“Bu Kanun kapsamındaki mimarlık, mühendislik ve
planlama hizmetine ilişkin harita, plan, etüt, proje
ve eklerinin düzenlenmesi ve bunların yerine getirilmesinin;
uygulamada bulunulacak alanın, yerleşme
merkezinin ve yapının sınıfına,özelliğine ve büyüklük
derecesine göre, uzmanlık alanlarına uygun olarak
38 inci maddede belirtilen meslek mensuplarına
yaptırılması mecburidir. Müellifler ve uygulamada
bulunan meslek mensupları, işlerini bu Kanuna ve ilgili
diğer mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekten
sorumludur.” hükmü yeralmaktadır.
Aynı yasanın 38. maddesinde ise, halihazır harita ve
imar planlarının hazırlanması ile yapıların, mimari,
statik ve hertürlü plan, proje, resim ve hesaplarının
hazırlanması ve bunların uygulanmasıyla ilgili fenni
mesuliyetleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına
göre mühendisler, mimarlar ile görev, yetki ve
sorumlulukları yönetmelikle düzenlenecek olan fen
adamlarının yerine getireceği belirtilmektedir.
Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzeme-
42
Mart 2011 - 157
Hukuk
lerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet,
ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği uzmanlığı
haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek
zorundadır. Fenni mesul mimar ve mühendisler
uzmanlık alanlarına göre; yapının, tesisatı ve malzemeleri
ile birlikte, İmar Kanununa, ilgili diğer mevzuata,
uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve
projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun
olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir.
ii) Yapı Denetimi Hakkında Kanun Yönünden
Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 2. maddesinde;
yapı denetim hizmetinin; yapı denetim kuruluşu ile
yapı sahibi veya vekili arasında akdedilen hizmet
sözleşmesi hükümlerine göre yürütüleceği, 3. maddesinde,
bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim
kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni
mesuliyeti ilgili idareye karşı üstleneceği belirtilmektedir.
Aynı Kanunun 9. maddesinde ise, Yapı denetim
kuruluşu ile denetçi mimar ve mühendisleri; eylem ve
işlemlerinden 3194 sayılı İmar Kanununun fenni mesul
için öngörülen hükümlerine bağlı oldukları hükmü
yeralmaktadır.
Bu tasal düzenleme açısından bakıldığında, her iki
yasanın fenni mesuliyete ilişkin hükümlerinin biribiri
ile bağlantılı olarak ele alındığı ve uygulamanın
da bu bağlantı gözetilerek yerine getirilmesi gerektiği
sonucuna varılmaktadır. Başka bir deyişle, fenni
mesuliyet kavramına inşaat mühendisleri açısından
bu iki yasanın kaynaklık ettiği, keza, fenni mesuliyet
bakımından ilgili tarafların sözleşme yapma zorunluluğunun
da Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 2.
maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Anılan Kanunun
5. maddesindeki açıklık karşısında, fenni mesulün
zorunlu olarak yapı denetim kuruluşu olacağı ve
bunun doğal sonucu olarak bu kanuna göre yapılması
zorunlu olan sözleşmelerde inşaat mühendislerinin
taraf olma ehliyeti bulunmamaktadır.
İmar Yönetmeliği'nde fenni mesul; “Proje müellifleri
kendileri olsun veya olmasın, yapının yürürlükteki
kanun, imar planı, ilgili yönetmelik hükümleri, Türk
standartları, bilimsel kurallar, teknik şartnameler, fen,
sanat ve sağlık kurallarına ve tüm mevzuat hükümlerine
uygun olarak düzenlenen ruhsat eki projelerine
göre gerçekleştirilmesini, aldıkları eğitime göre denetleyen
ve ilgili idareler ile üyesi oldukları odalarına
karşı sorumlu olan ilgili meslek mensuplarıdır.” biçiminde
tanımlanmıştır.
Bu yönetmelikte, ayrıca fenni mesul ile mal sahibi
arasında yapılması gerekli fenni mesuliyet sözleşmesi
ve bu sözleşme içeriğine ilişkin hükümler bulunmaktadır.
Yazımızın sınırlarını aşması nedeniyle bu
hükümlerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Kısaca, fenni
mesuliyet sözleşmesinin içeriği ile ilgili ayrıntılı hükümlerin
bu yönetmelikte düzenlendiği, ilgili meslek
Odalarına da bu sözleşmeler yoluyla fenni mesuliyet
üstlenen meslek mensuplarının sicillerini tutma izleme
görevi verildiği görülmektedir.
Fenni mesullük hizmet sözleşmeleri ile ilgili olarak İnşaat
Mühendisleri Odalarının içerik ve koşulları farklı
olmakla birlikte tip sözleşmeler düzenlediği ve uygulamada
bu sözleşmelerin kullanıldığı bilinmektedir.
Bu uygulamanın tarafların hukuki sorumluluklarının
belirlenmesi ve yeknesak bir uygulama sağlanması
yönünden de yerinde olduğu açıktır. Belirtilen fenni
mesuliyet sözleşmeleri düzenlenirken genel olarak
3194 sayılı İmar Kanunu ve yukarıda andığımız ilgili
yönetmeliklerde yer alan hükümler gözetilmeli ve
özellikle bazı zorunlu koşulların konulmasına özen
gösterilmelidir. Ayrıca, taraflar arasında ortaya çıkması
olası uyuşmazlıkların önlenmesi ya da çözümlenmesi
yönünden İş Kanunu açısından da hukuken
değerlendirilmeleri yerinde olacaktır.
iii) Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği Yönünden
İnceleme konusu yaptığımız mevzuat bakımından
fenni mesuliyet kavramının ile teknik uygulama sorumluluğu
(TUS) kavramı ile eş anlamda kullanıldığı
ve bu anlamda bir kavram birliği olmadığından uygulamada
duraksama yaratabileceği kanısındayım.
Sözgelimi, Türk Mühendis Ve Mimar Odaları Birliği
İnşaat Mühendisleri Odası Serbest İnşaat Mühendisliği
Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim Ve Belgelendirme
Yönetmeliği'nde belirtilen serbest inşaat
mühendisliği hizmetleri tek tek sayılmış ise de, fenni
mesuliyet kavramına yer verilmediği bunun yerine
teknik uygulama sorumluluk hizmetlerinden söz
edildiği görülmektedir. 3194 sayılı yasa uyarınca Bayındırlık
ve İmar Bakanlığı'nca çıkarılan Planlı Alanlar
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 43
Üyelerimizden
ENERJİ KİMLİK BELGESİ (EKB) İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME
Fırat ÜMMETOĞLU
İnşaat Mühendisi
Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Nedir?
Buzdolaplarında yada klimalardaki sınıflandırmalar,
artık binalarımız için de geçerli olacak. Bu sınıflandırmalar
A’dan G’ye kadar yapılmıştır. Bu sınıflandırma
yeni binalar için A, B ve C sınıfına kadar yapılabilir (D,
E, F ve G sınıfı çıkan yeni binalara Enerji Kimlik Belgesi
verilmeyecektir.) Mevcut binalar için ise, A’dan G’ye
kadar her sınıf Enerji Kimlik Belgesi verilecektir.
Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Hangi Kanun ve
Yönetmeliğe Dayanmaktadır?
5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu ve buna bağlı
olarak 05.12.2009 tarihi itibariyle yürürlülüğe giren
Binalarda Enerji Performansı (BEP) Yönetmeliği hükümlerine
göre, tüm binalar için Enerji Kimlik Belgesi
(EKB) zorunluluğu getirilmiştir.
Hangi Aşamada Enerji Kimlik Belgesi (EKB)
Zorunluluğu Aranmaktadır?
01.01.2011 tarihinden itibaren, yeni binalar için Enerji
Kimlik Belgesi (EKB) olmadan belediyelerden yapı
ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi çıkmayacaktır.
Bu sebepten dolayı, belediyelerde yapı ruhsatı için
şart olan dört ana projeye, (Mimari, statik, tesisat, ve
elektrik projeleri) ek olarak gelen bir düzenlemedir.
Yapı kullanım izin belgesi verilmesi aşamasında ise,
belediyeler ve yapı denetim firmaları Enerji Kimlik
Belgesinin (EKB), şantiyede doğru uygulanmasını
kontrol edecek. Eğer, proje aşamasındaki Enerji Kimlik
Belgesi (EKB) verileri, şantiyedeki ile tutmuyorsa
bina için yapı kullanma izni belediye tarafından verilmeyecektir.
Hangi Binalar Enerji Kimlik Belgesi Zorunluluğu
(EKB) ve BEP Yönetmeliği Dışında Kalır?
Sanayi alanlarında işletme ve üretim faaliyetleri yürütülen
binalar, planlanan kullanım süresi iki yıldan az
olan binalar, toplam kullanım alanı 50 m 2 ’nin altında
olan binalar, seralar, atölyeler ve münferit olarak inşa
edilen ve ısıtılmasına ve soğutulmasına gerek duyulmayan
depo, cephanelik, ardiye, ahır, ağıl ve benzeri
binalar dışında tüm binalarda Enerji Kimlik Belgesi
(EKB) olması zorunludur.
Merkezi Isıtma Sistemi Zorunluluğu Kaç m 2 ’den
Sonra Geliyor?
05.12.2009 tarihinde yürürlülüğe giren ve 01.04.2010
tarihinde revize edilen Binalarda Enerji Performansı
Yönetmeliğine göre; kullanım alanı 2000 m 2 ve üstündeki
yeni binalarda merkezi ısıtma sistemi zorunluluğu
getirilmiştir.
Kat maliklerinden birinin isteği üzerine ısı yalıtımı,
ısıtma sisteminin yakıt dönüşümü ve ısıtma sisteminin
merkezi sistemden ferdi sisteme veya ferdi
sistemden merkezi sisteme dönüştürülmesi, kat maliklerinin
sayı ve arsa payı çoğunluğu ile verecekleri
karar üzerine yapılır. Ancak toplam inşaat alanı ikibin
metrekare ve üzeri olan binalarda merkezi ısıtma sisteminin
ferdi ısıtma sistemine dönüştürülmesi, kat
maliklerinin sayı ve arsa payı olarak oybirliği ile verecekleri
karar üzerine yapılır. Bu konuda yapılacak ortak
işlerin giderleri arsa payı oranına göre ödenir. (Kat
Mülkiyeti Kanunu Ek fıkra: 3770 - 5.2.1992 / m.)
Kullanım Alanı Tanımı Nedir?
Binanın inşa edilen ve kullanılabilen tüm bölümlerinin;
duvarlar, kolonlar, ışıklıklar, giriş holleri, açık
çıkmalar, hava bacaları, saçaklar, tesisat galerileri ve
katları, ticari amaçlı olmayan ve binanın kendi ihtiyacı
için otopark olarak kullanılan bölüm ve katlar, yangın
merdivenleri, asansörler, tabii zemin terasları, kalorifer
dairesi, kömürlük, sığınak, su deposu ve hidrofor
dairesi çıktıktan sonraki alanıdır.
Enerji Kimlik Belgesini (EKB) Yeni Binalar ve
Mevcut Binalar İçin Kimler Hazırlayacak?
Mevcut binalar için EKByi, Enerji Verimliliği Danışmanlık
Şirketleri (EVD) verebilir. Yeni tasarlanan binalar
için ise, proje tasarımı aşamasındaki yetkili dört disiplin
verebilir. Mimarlar, İnşaat Mühendisleri, Makine
Mühendisleri ve Elektrik Mühendisleri.
Yeni Bina ve Mevcut Bina Tanımına Hangi Binalar
Giriyor?
BEP Yönetmeliğinin yürürlüğe girdiği tarihten önce
yapı ruhsatı alınıp yapımı devam eden veya yapımı
tamamlanan binaya mevcut bina denir. BEP Yönetmeliğinin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapı ruhsatı
için başvuru yapan binalar ise, yeni binalar tanımına
girer.
Mevcut Binalar ve İçin Enerji Kimlik Belgesi Alma
Zorunluluğu Ne Zamana Kadardır?
02.05.2007 tarih ve 26510 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak
yürürlülüğe giren Enerji Verimliliği Kanu-
44
Mart 2011 - 157
Üyelerimizden
nuna göre bu zorunluluk 10 yıl sonra yani 02.05.2017
tarihine kadardır.
Yeni Binalar İçin Enerji Kimlik Belgesi Verme
Yetkisi (EKB Uzmanı) Nasıl Alınır?
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının hazırladığı üç günlük
(6 saat teorik ve 12 saat uygulama olmak üzere
toplam 18 saatten az olamaz) eğitimlere katılmak
gerekiyor. Bu eğitimin sonunda yapılan sınavdan (50
soruluk test sınav, en az 70 puan almak gerekiyor) başarılı
olan Mimarlar ve Mühendisler, Enerji Kimlik Belgesini
(EKB) vermeye yetkili oluyorlar ve Enerji Kimlik
Belgesi (EKB) Uzmanı oluyorlar.
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanı Yetiştirme
Eğitimlerine Katılma Şartları Nelerdir?
Enerji Kimlik Belgesini (EKB) tüm Mimarlar ve Mühendisler
vermeye yetkili değildirler. Bu belgenin verildiği
uzmanlık eğitimlerine, sadece proje tasarımı aşamasında
görev alan Serbest Mimarlar ve Mühendisler
(SMM) katılabilirler. SMM olabilmek için ise, Mimar ve
Mühendislerin kayıtlı oldukları Meslek Odalarından
SMM belgelerini almaları gerekmektedir.
Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Uzmanı Eğitimlerini
Vermeye Hangi Kurumlar Yetkilidir?
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Yetkilendirdiği iki
Meslek Odası (Makine ve Elektrik Mühendisleri Odası)
ve yetkili Enerji Verimliliği Danışmanlık Şirketleri.
Mevcut Binalar EKB’yi Nasıl Alabilir? Aşamaları
Nelerdir?
• Apartman yöneticisi Enerji Verimliliği Danışmanlık
(EVD) Şirketlerine başvuruda bulunacak.
• Mevcut binanın Enerji Kimlik Belgesinde hangi sınıfa
(Adan Gye kadar) gireceği bulunacak.
• Taraflar maliyette anlaşırsa, mevcut binamıza enerji
sınıfı A’dan G’ye kadar olacak şekilde Enerji Kimlik
Belgesi verilecek.
Enerji Kimlik Belgesini (EKB) Almanın Avantajları
Nelerdir?
Vergi indirimleri, alım satımlarda dairenin değer kazanması,
ısıtma ve soğutma için yapılan harcamalarda
%50 ye varan tasarruflar olacaktır.
Enerji Kimlik Belgesi (EKB) Kaç Yıl Geçerlidir?
Enerji Kimlik Belgesi düzenleme tarihinden itibaren
10 yıl geçerlidir. Bu sürenin sonunda Enerji Kimlik Belgesi
hazırlanılacak bir rapor doğrultusunda yeniden
düzenlenir.
KAYBETTİKLERİMİZ
Feyyaz TANER (1924-2010)
1947 Yılında İstanbul Robert Kolejinden mezun
olan üyemiz
25 Eylül 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Emin ÖZTÜRK (1953-2011)
1977 Yılında ADMMA ‘dan mezun olan üyemiz
30 Ocak 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Çetin VARLIORPAK (1944 -2011)
1970 Yılında Ege Özel MMYO’dan
mezun olan üyemiz
14 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve
meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz.
Üyemiz Sedef DEMİRKÖK ‘ün babası
Orhan ÖZER
25 Kasım 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz Burak AKGÜN ‘ün babası
Erhan AKGÜN
2 Ocak 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz Halil İbrahim KADER’in annesi
Fatma KADER
7 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz Ragıp Yavuz ESEN’in babası
Mehmet ESEN
7 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz M.Erkan YILMAZ’ın babası
Orhan MESRUR
8 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz Sezar ARSLAN’ın annesi
Azize ARSLAN
17 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemiz Abdullah İNCİR’in annesi
Halise İNCİR
3 Mart 2011 tarihinde vefat etmiştir.
Üyelerimizin acısını paylaşır,
kendilerine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 45
Üyelerimizden
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
Latife DOĞAN
İnşaat Mühendisi
Üretimde makineleşme ve teknolojik gelişmelerle birlikte,
emek hareketlerinin damgasını vurduğu 20. yüzyıl başlarında,
endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerde kadın sorunları
ve eşitlik hakları gündeme gelmeye başlamıştı. Ücretli
çalışma yaşamına girmeye başlayan kadınlar, çoğunlukla
cinsiyete dayalı işbölümüne uygun işlerde, çalışma koşullarının
kötü, ücretlerinse piyasanın altında olduğu alanlarda
istihdam ediliyorlardı. Yaşamlarında meydana gelen
değişiklikler, kadınları kendilerini kuşatan politik yasaklara
karşı harekete geçirdi.
1857’de New York’ta günlük 12 saat çalışma saatinin düşürülmesi,
düşük ücretlerin düzeltilmesi ve daha iyi çalışma
koşulları için yaklaşık 40.000 işçi greve başlıyordu. Polis
tarafından fabrikaya kilitlenen ve çıkan yangından kaçamayan
çoğu kadın 129 işçi vefat ederken 1908 yılında yine
New York’ta yaklaşık 15.000 kadın daha kısa çalışma saati,
daha iyi gelir ve oy hakkı için “Ekmek ve Gül” sloganıyla
yürüyordu. Ekmek; yaşama güvencesini, karın tokluğunu
temsil ederken gül; kaliteli yaşama hakkını simgeliyordu.
1910 yılında ise Clara Zetkin isimli bir Alman sosyalist kadın,
kadın Sosyalist Enternasyonalinde bir Dünya Kadınlar
Günü olmasını öneriyor ve kabul ediliyordu.
Dünya emekçi kadınlar gününün var olmasını sağlayan
bu önemli kilometre taşlarına da bakarak denilebilir ki; 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü; kadınlar için insanca
yaşama hakkını, eşit eğitim alma, eşit çalışma koşullarıyla
eşit ücretler karşılığı çalışma haklarını talep ettikleri gündür.
Emeğin yüceliğinin, kutsallığının, haklılığının ve sıra
kadınlara gelince sömürünün nasıl katlandığının hatırlandığı,
haykırıldığı gündür. Emekçi kadınların sömürüye-zulme
karşı sınıfsal bir başkaldırısıdır.
İlk çağlarda kas gücü nedeniyle hayatta kalma savaşını
sırtlanan erkeğe, evde yemek yapıp çocuklarını büyüterek
yardım eden kadının görevi ne yazık ki akıl çağının yaşandığı
günümüz modern dünyasında da değişememiş, kadından
beklentiler aynıyla baki kalmış, daha fazlasını talep
etmesi önlenmeye çalışılmıştır. İnsanı bir özne olmaktan
çıkarıp, bir meta haline getiren kapitalist düzenden, yani
sermayenin hükümranlığından ne tek başına kadının, ne
de tek başına erkeğin gerçek anlamda bir kurtuluş sağlayamayacağının
bilinciyle kadınlar tarafından talep edilen;
erkek egemenliğine karşı kadın egemenliği değil, sadece
insanca eşit yaşama hakkıdır. Tıpkı Fransız Kadınların 1848
Devrimi sırasında yayımladıkları 23-28 Mart 1848 tarihli La
Voix des Femmes adlı kadın gazetesinde kendilerine erkekler
tarafından yöneltilen ‘Ne istiyorsunuz? Ne yapmaya
çalışıyorsunuz?’ sorusunu: ‘Biz, barışın ve doğruluğun
hâkim olduğu yeni bir dünyayı sizinle birlikte yeniden
kurmak istiyoruz; biz, her ruhta adalet ve her yürekte sevgi
olsun istiyoruz.’ şeklinde cevaplamaları gibi.
Fakat ne yazık ki geçen yüzyıllara rağmen bu anlayış oturamamıştır.
Hala kadına karşı şiddet en yaygın, ancak en
az cezalandırılan suçtur. Hala her yıl milyonlarca kadın
ya doğar doğmaz ya da erkek kardeşleri veya babaları ile
eşit derece gıda ve tıbbi yardım alamadığı için ölüyor. Her
geçen yıl fuhuşa zorlanan, bunun için satılan kadın sayısı,
cinsel kölelikten elde edilen kazançlar artıyor. Hala birçok
kadın, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha
çok, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybediyor veya
sakatlanıyor.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdür Yardımcısı
Leyla Coşkun yaptığı bir açıklamada, son 10 yılda Türkiye
genelinde; evlenmiş kadınların yüzde 39`unun fiziksel
şiddete, yüzde 15`inin cinsel, yüzde 42`sinin fiziksel veya
cinsel, yüzde 44`ünün ise duygusal şiddete, lise ve üzeri
eğitim almış her 10 kadından 3`ünün de fiziksel veya cinsel
şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Görülmektedir ki;
kadınların büyük bir çoğunluğu şiddeti yaşamakta ve eğitim
veya sosyo-ekonomik durum gibi kriterlerin yüksek
olması da kadının şiddetten korunmasını sağlayamamaktadır.
Kadınlar, yüzyıllardır verdikleri mücadeleye rağmen
hala varoluşlarını kabullendirmeye çalışmakta, insanca
eşit yaşama kavgalarını devam ettirmek durumunda bırakılmaktadır.
Doğuran, doyuran, çalışan, üreten, paylaşan yaşama anlam
ve değer katan emekçi kadınların; sömürülmeye, ezilmeye,
bedenleri üzerindeki kontrole, yoksullaştırılmaya,
cinsel, fiziksel, duygusal, psikolojik, ekonomik her türlü
erkek egemen şiddete hayır dediği evrensel günüdür 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
46
Mart 2011 - 157
Üyelerimizden
YENİ MEZUN GÖZÜYLE LİBYA DENEYİMLERİM
Cihan YAMAN
İnşaat Mühendisi
Öncelikle Libya’ya nasıl gittiğimi anlatarak, yeni mezun
olan veya mezun olacak arkadaşlara birkaç tavsiyede bulunmak
istiyorum. Herkesin bildiği üzere ülkemizde işsiz
insan sayısı oldukça fazladır. Bunu düşünerek kendinizi
karamsarlığa itmeyin. İşsiz olduğunuz süreçte kesinlikle
boş durmayın. İnşaat mühendisliği ile ilgili odamızın
veya başka kurumların açtıkları kurslara gidebilirsiniz. Bir
süre için; tanıdıklarınızdan veya odadan yardım isteyerek
işi öğrenmeye çalışmak da size deneyim kazandıracaktır.
Bilindiği üzere inşaat sektörü mühendisliğin yanında
teknoloji ilede iç içe durumdadır. İnşaat teknolojilerini
internetten, dergilerden ve özellikle belgesellerden takip
etmenin yararı olacaktır.
Libya’ya gitmeden önce oradaki şartlarla ilgili internetten
araştırma yapıp fikir edinmeye çalıştım. Türkiye’den şirketin
benimle beraber gönderdiği yedi işçi ile birlikte ayrıldım.
Tek başına olmaktansa yanınızda kendi ülkenizden
insanların olması sizin için büyük bir şanstır.
Libya’da Tripoli Havaalanına geldiğinizde, ilk gözünüze
çarpan havaalanının bakımsızlığı ve herhangi bir düzenin
olmadığıdır. Libya’daki insanlar yabancıları kendilerinden
aşağıda görmekteler ve buna göre insanlara davranmaktalar.
Onlar her daim sizin üstünüzdedir ve ona göre hareket
etmek zorundasınız.
Havaalanından şantiyemin olduğu Al-Agalat kasabasına
hareket ederken trafikteki düzensizlik ve trafik kurallarına
uyulmaması dikkat çekiyor. Bu sebepten dolayı Libya’da
trafikte çok dikkatli olmalısınız. İlginçtir ki, oradaki insanlar
kaza yaptıklarında birbirleri ile kavga veya laf dalaşına
girmeden “ALLAH galip” deyip yola devam ediyorlar.
Libya’da hükümetin politikalarından ve söylemlerinden
dolayı şiddetli bir şekilde yabancı düşmanlığı göze çarpıyor
ama şunu da belirtmek isterim ki; Libya halkının
Türklere karşı düşmanlığı veya kötü düşünceleri yoktur.
Gerek geçmişten gelen ilişkilerimiz gerek şimdiki zaman
diliminde olan ilişkilerimizden ötürü bize karşı iyi davranmaya
çalışıyorlar.
Libya’ya gerek mühendislik olarak farklı ve güzel yapılar
incelemek için gerekse de maddi imkânları iyi olduğu için
gitmek istedim. Orada edindiğim tecrübelere göre, oraya
gidip de maddi ve manevi olarak memnun olmayan pek
görmedim. Memnun olmayanlar da en kısa sürede geri
dönüyorlar. Oraya giderken şunu da iyi bilmek gerekiyor,
orada kendinize vakit ayırmanız çok zor. Sosyal hayatınız
da yok denecek kadar az. Sizin için oradaki tek ve en
önemli olay şantiyede çalışmak. Bizim şantiyemiz Tunus
ile Tripoli arasında sahil kesimine çok uzak da olmayan
Al-Agalat kasabasındaki hastane inşaatıydı. 21. yüzyılın
şartlarına uygun akıllı bina sistemi ile yapılmış yenilenme
projesiydi. Benim için süre az da olsa olabildiğince tecrübe
edinmeye çalıştım. Normal şartlarda 1 Mart’ta hastaneyi
teslim edip Sabratha’daki daha da büyük olan yeni
bir hastane yenilenme projesine geçilecekti ama çıkan
olaylardan dolayı geri dönmek zorunda kaldık.
Libya’da isyan büyük çaplı olarak benim oradaki 15. günüm
olan 18 Şubat 2011 tarihinde başladı. Başlangıçta
kimse bu kadar büyüyeceğini düşünmemişti. Bizim şantiyemiz
22 Şubat’a kadar çalışıp ancak o gün içinde çalışma
durduruldu. Biz batıda olduğumuz için nispeten daha
rahattık ama herkeste endişe vardı, “Bizim de şantiyemiz
basılacak mı bize de zarar verecekler mi?” diye
Dönüş yolunda Tripoli Havaalanı çok kalabalıktı. Dışarıda
5-10 bin civarında Mısırlı yerlerde bekliyordu. Mısırlılara
karşı acımasızca muamele ediyorlardı. Orda kim olsa Mısırlılar
için üzüntü duyardı. Türkler için ayrı bir sıra vardı
ve dış kapıdan içeriye girerken pek sıkıntı olmadı. Dışarıda
Türk yetkililerinin bulunmasının payı bunda büyüktü.
İçeriye girdikten sonra artık herkes Libyalıların insafına
kalmıştı ve Libyalı görevliler de açıkçası insan gibi davranmıyorlardı.
Havaalanında 36 saat susuz, oksijensiz ve
gergin bir atmosferde bekledikten sonra ancak uçağa
binebildik.
Yeni mezun bir İnşaat Mühendisi olarak Libya’ya gidiş sürecim
ve yaşadıklarımı yansıtmaya çalıştığım yazımı sürç-i
lisan ettiysek affola sözüyle tamamlamak istiyorum.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 47
genç-İMO
genç-İMO İzmir Temsilciler Toplantısı Kararları
21 Ocak 2011
- 2010–2011 Güz Dönemi etkinliklerinin değerlendirilmesi
yapıldı.
- 30.01.2011 tarihinde yapılması planlanan Üniversite
temsilciler toplantısı hakkında Metin GÖRGEÇ tarafından
bilgilendirme yapıldı.
- 2010-2011 Bahar Dönemi etkinlik takvimi taslağı son
şekline getirildi.
- 29.01.2011 tarihinde yapılan Üniversite temsilciler toplantısı
hakkında temsilcilerimiz tarafından bilgilendirme
yapıldı.
- 12-13.02.2011 tarihinde yapılması planlanan IV. genç-
İMO Meclisi için çalışma programı hazırlandı (Komisyon-
ların dağılımı, etkinlik sunumunun hazırlanması, serbest
kürsü konuşmaları).
genç-İMO IV. Öğrenci Meclisi
12-13 Şubat 2011
genç-İMO IV. Öğrenci Meclisi
Bu yıl dördüncüsü yapılan genç-İMO Öğrenci Meclisi
Toplantısı 12-13 Şubat tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi.
38 üniversiteden sınıf ve okul temsilcilerinin
ve İMO Yönetim Kurulu üyelerinin katıldığı mecliste ilk
olarak divan oluşumu gerçekleştirildi.
Divan oluşumundan sonra açılış konuşmaları 3. dönem
genç-İMO Öğrenci Konseyi Başkanı Metin Görgeç
ve İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından
yapıldı. Konuşmalarda üniversitelerdeki sivil polis uygulamaları,
üniversitelerde yaşanan olaylar, teknoloji fakülteleri
başlıkları ön plana çıktı. Bunlara karşı genç-İMO
nun her yerde aynı anda aynı tepkiyi vermesinin önemi
vurgulandı.
Ardından Öğrenci Konseyinin çalışma raporu ve şubelerin
yıl içinde düzenledikleri etkinliklerin sunumları
yapıldı. Sunumların sonrasında serbest kürsü bölümüne
geçildi Serbest kürsüde söz alan sınıf ve üniversite temsilcileri
genç-İMO örgütlenmesini, genç-İMO nun öğrenci
sorunlarına bakış açısını, toplumsal olaylar karşısında
genç-İMOnun duruşunu tartıştılar.
Son derece verimli geçen serbest kürsü konuşmalarından
sonra, genç-İMO öğrenci konseyine yıl içinde yol
gösterecek olan komisyon çalışmalarına geçildi. Örgütlenme,
yönetmelik, öğrenci sorunları, kamp, sonuç
bildirgesi komisyonları önerileri ertesi gün oylamaya
sunuldu. Pazar günü öğleden sonra öğrenci konseyi
seçimlerine geçildi. Adaylıklarını daha önceden divana
dilekçeyle belirten temsilciler arasından oylama ile 10
kişilik öğrenci konseyi seçimi yapıldı. Yapılan öğrenci
konseyi seçimi sonrasında konsey oluşumu söyle gerçekleşti;
ASIL
Taylan Atasoy (İZMİR)
Ramazan Armağan (Diyarbakır)
Anıl Asil (Eskişehir)
Ali Oğan (Balıkesir)
Serdar Öten (Ankara)
YEDEK
Nilden Kaylar (Sakarya)
Eren Çakmak (Isparta)
Sinem Kaplan (Ankara –Kırıkkale)
Mahir Esmer ( Hatay )
Hüseyin Engin Sakın (Adana)
48
Mart 2011 - 157
Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Uygulaması İnşaatları
Teknik Gezisi ile
Bergama Müze Gezisi
19 Şubat 2011
102 genç-İMO üyesinin katılımıyla gerçekleşen gezimizde,
Çaltıkoru Barajı ve Kınık Sol Sahil Uygulaması
hakkında teknik bilgi alındı.
Teknik gezinin düzenlenmesi ve gerçekleşmesindeki
katkılarından dolayı DSİ 2. Bölge Müdürlüğü yetkililerine
ve işyeri temsilcilerimize, Bergama Müzesi gezimize
katkılarından dolayı Bergama Müzesi yetkililerine
ve üyemiz Muammer DALGIÇ’a teşekkür ederiz.
genç-İMO
Çelik Konstrüksiyon Yapı Elemanları Üretim Aşamaları ve
Manisa Spor Stadyumu Şantiye Gezisi
26 Şubat 2011
183 genç-İMO üyesinin katılımıyla gerçekleşen gezimizde
çelik elemanların üretim aşamaları, hem sunum
hem de uygulamalı olarak çelik üretim tesisinde
gösterildi. Çelik üretim tesisi gezildikten sonra gruplar,
çatı yapımı devam eden Manisa Spor Stadyumuna
götürüldü. Stadyumda üyelerimiz uygulamayı bizzat
görerek, yapımda görev alan İnşaat Mühendisinden
montaj hakkında bilgi alma şansını bulmuşlardır.
Teknik gezimizde tesislerini ve montaj uygulama sahalarını
bizlere açan Taykon Çelik şirketine teşekkür
ederiz.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Ulaşım Politikaları
Semineri’nde Karadeniz Sahil Yolu için ‘yanlış bir
projeydi ama bitirilmesi gerekiyordu’ dedi. Yaklaşık
4,2 milyar dolara mal olan bu yanlış projenin yapımında,
138 milyon metreküp kazı-dolgu,180 milyon
ton tahkimat, 3 milyon metreküp beton imalatı gerçekleştirilmiştir.
Karadeniz Sahil Yolu kapsamında 27
kilometre uzunluğunda 263 adet köprü, 41 kilometre
uzunluğunda 12 adet tüp tünel, 18,5 kilometre uzunluğunda
20 adet çift tüp tünel yapılmıştır.
KARADENİZ SAHİL YOLU
Cihan Demirci
Ege Üniversitesi 4. Sınıf Öğrencisi
Karadeniz’i mavisinden ayıran bu proje için; Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Uygulamalı Jeoloji Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof. Dr. İlyas Yılmazer “Sarp’tan İstanbul’a
kadar güney çevre yolunu ilk ben çizdim. Denize tek
taş atmadan geçen bir projeydi. Birim maliyeti, şu
anda yapılan sahil yolu deniz dolgusunun yarısı kadardı.
Şu anki yolun kilometresi 9 milyon dolara mal
oldu. Bizimki 4,5 milyon dolara mal olacaktı. Bizim
yolumuz Karadeniz turizmine canlılık verirken doğal
çevreyi de koruyacaktı. En önemlisi Karadenizli Kara-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 49
genç-İMO
denizli olarak kalacaktı” dedi. Ayrıca Prof. Dr. İlyas Yılmazer
başka bir projesinde Giresun girişindeki mevcut
tünelden giren yolun, sahil yerine şehrin arkasından
geçip kısa mesafeli üç ayrı tünelle Giresun’un
merkezinin 4 kilometre batısından yeniden sahile
inmesini önermiştir, ancak yol deniz dolgusuyla şehir
merkezinden geçirildi.
Bir başka örnekse şöyle; Bolaman-Perşembe yolu, sivil
toplum örgütlerinin itirazları ve alternatif projeleri
üzerine içeri kaydırıldı. Mesafe 42 kilometreden 27
kilometreye, maliyet 1,2 milyar dolardan 411 milyon
dolara düştü.
Arıdurak Burnu’nda yüklenici firmanın danışmanlığını
üstlenen Prof. Dr. İlyas Yılmazer, alternatif
bir proje üretti. Karayolları, burnu dolaşarak deniz
dolgusuyla yol yapma planı öngördü. Yılmazer
ise doğayı bozmadan açacağı tünelin üzerini
daha sonra yine toprakla örtecek bir proje hazırladı.
Bu projenin geçeceği yerdeki arazi sahibi, kamulaştırma
için 50 bin dolar istedi. Yılmazer, “Karayolları 50
bin doları vatandaşa vermeyi kabul etmedi, ancak
denizi 5 milyon dolara doldurdu.’ Demiştir. Bunlar zaten
yanlış olan bir projenin düzeltilememesine sebep
olmuştur.
Karadeniz Sahil Yolu’nun sonuçları
Sarp-Hopa yolu 122 milyon dolar maliyetle bitirildi.
Yol trafiğe henüz açılmıştı ki heyelan başladı. Tünelin
ağzı, düşen taşlarla tahrip oldu. Heyelan durdurulamayınca
tek şeridi kapatıldı.
Artvin’in Arhavi ilçesi ise artık sahil beldesi değil yol
beldesi. Denize sıfır olan çay bahçeleri ve aile gazinosunun
önünde 20 metrelik bir toprak yığını var. Yol,
denize sıfır geçiyor. Çay bahçelerinde kimse oturmuyor.
Pazar’ın girişindeki Hamidiye köyünün 3,5 kilometrelik
sahilinin, sadece 200 metresinde kumsal bırakıldı.
Kumsalın denize mesafesi 10 metre. Hamidiye’de
kumsala ulaşımı sağlamak için Karayollarının yaptığı
altgeçit, su bastığı için kullanılamıyor.
Pazar’ın 4 kilometrelik bölümünde denizle vatandaşın
arasında 7 metre yüksekliğinde duvar çekildi.
Samsun’un Yakakent ilçesine kadar içerden devam
eden yol, ilçe merkezini geçer geçmez, sahile kıvrılıyor.
Orman içinden geçen mevcut yolun 150 metre
aşağısındaki kumsal, eskiden mesire yeri ve plajdı.
Halkın denize girip piknik yaptığı bu yerden şimdi sahil
yolu geçiyor
Bulancak’ta ise kot farkı nedeniyle dere denize kavuşamıyor,
yağmurlarla sel oluyor. Doldurulan kumsallar,
T mahmuzlarla yeniden kazanılmaya çalışılıyor.
Giresun’un Piraziz ilçesinde kıyı dolgusuyla yol yapılınca,
denize sıfır parklar, lokantalar, evler ve işyerleri
yolun 7-8 metre altında kalmış. Lokantaların ve konutların
deniz manzarası, şimdi onlara yarım metre
uzaklıkta 7 metre uzunluğunda bir duvar oldu.
Karadeniz Sahil Yolu suya set vurdu
Son yıllarda doğu Karadeniz bölümünde
meydana gelen sellerin ve
taşkınların ana sebebidir. Yolun yükselen
kotu ile birlikte sel sularının denize
kavuşması önlenmiştir. Bundan
dolayı denize ulaşmaya çalışan taşkınlar,
akarsular baraj gibi bir yükseltiye
boyun eğerek şehir merkezlerinde
hayatı felç etmektedir. Bu da nüfusun
büyük bölümünün sahil şeridinde yaşadığı
Doğu Karadeniz bölümü için
fazlasıyla yıkıcı bir durumdur..
2009 yılında Giresun’da, 2010 yılında
da Rize Gündoğdu’daki sellerde bu
durum açıkça görülüyor.
50
Mart 2011 - 157
genç-İMO
HOCALARLA SÖYLEŞİ: JAPONYA’DA DOKTORA YAPMAK
Ninel ALVER (Yard. Doç. Dr.)
Murat Erdem YÜKSEL, Cihan DEMİRCİ
Ege Üniversitesi 4. Sınıf Öğrencileri
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Ninel Alver - Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümüne
1995 yılında girip 1999 yılında mezun oldum. Daha
sonraki dönemde Ege Üniversitesi’nde Yapı Ana Bilim
Dalında yüksek lisansımı tamamladım. Doktora derecemi
Japonya’nın Kumamoto Üniversitesi’nde aldım. Doktora
sonrası çalışmalara orada devam ettikten sonra Alexander
von Humboldt bursuyla Almanya’da çalışmalarıma
devam ettim. Şu anda ise Ege Üniversitesi’nde öğretim
üyesi olarak çalışıyorum.
Niçin yurt dışında doktora çalışması yapmayı tercih
ettiniz?
Bölümü bitirdiğimde pek sahada çalışabilecek bir insan
olmadığımı farkettim. Zaten lisede iken de bilim teknik
dergileri okuyan bilime ve araştırmaya meraklı birisiydim,
bu yüzden öğretim üyesi olmaya karar verdim. Bir
de Türkiye’de sadece öğretim üyeleri bilim insanı sıfatıyla
anılabiliyorlar bunun nedeni de araştırma enstitülerinin
çok fazla olmaması. Bu 4. sınıftan itibaren almış olduğum
bir karardı. Bunun sonucunda da doktora eğitimiyle devam
etmek istedim.
Neden Japonya’yı tercih ettiniz?
Yurtdışına gitmek her zaman aklımda vardı çünkü bir
akademisyen için dünyada yapılan çalışmaları takip
etmek, uluslararası bir kişi olmayı gerektiriyor; bu anlamda
akademisyenlik için yurtdışı tecrübesinin şart olduğunu
düşünüyorum. Tabi benim zamanımda herkes
Amerika’ya gidiyordu fakat benim, üniversitemizin kimya
mühendisliği bölümünde bir hocamın (kendisi halen devam
ediyor) doktorasını 80’li yıllarda Japonya’da yaptığını
öğrendim. Benimde yurtdışına gitmeyi düşündüğümü
söylediğimde Japonya’yı önerdi. Japonya’nın da teknik
anlamda ileri bir ülke olmasından dolayı neden olmasın
dedim ve Japonya’ya gittim.
Yurtdışında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Bir kere Japonya’da dil çok büyük bir problemdi. İlk defa
ailemden ayrılmam ve yurtdışına ilk defa tek başıma çıkmam
zorluklara neden oldu tabi ama en büyük sorun nispeten
küçük bir şehirde olmam nedeniyle insanların İngilizceyi
çok bilmemesi Japoncayı bilmeyi gerekli kılıyordu.
Farklı bir ülkeye gittiniz peki dil sorununu nasıl
çözdünüz?
Dil sorununu Japonya’daki üniversitenin sağladığı dil
kurslarına giderek çözdüm, hatta dille bayağı ilgilendim
ve kursa 2 sene devam ettim. Tabi japonca hem yazma
hem konuşma açısından çok zor bir dil ama 6 ay sonunda
günlük konuşmaları rahatlıkla yapıyordum.
Herhangi bir burs olanağından yararlandınız mı?
Tabii tabii. Çünkü Japonya oldukça pahalı bir ülke. Benim
burada tahsisli kadroda olmam sebebi ile yüksek lisansım
bittiği zaman kadromda bitmişti, o yüzden dönmek gibi
bir yükümlülüğüm yoktu. Ben Japonya Kültür ve Eğitim
Bakanlığı Monbukagakusho bursuna başvurdum ve bursa
hak kazandım.
Japonya’da yaşam ekonomik açıdan nasıldı? Gidecek
olan öğrenciler zorlanır mı?
Benim gittiğim zamanda Japonya çok pahalıydı ama artık
çok fark var denemez. Ama büyük şehir farkı orada da var.
Türkiye’de nasıl İstanbul pahalı ise orada da Tokyo pahalı.
Kiralar çok fazla, özellikle bizim gibi sebze ve meyve yiyen
insanlarsanız Japonya pahalıdır.
Barınma sorun oldu mu sizin için olduysa nasıl
çözdünüz?
Bir kere orda yabancı öğrencilere çok iyi bakıyorlar. Biz
Türkler olarak nasıl misafirperver isek Japonlar da öyle.
Benim herşeyim çok önceden ayarlanmıştı. Bir de Manbusho
öğrencisi olmak çok ayrıcalıklı birşey. Bu öğrenciler
özel havaalanında karşılanırlar, yerleri ayırılır, götürülürler,
ilk hafta oryantasyon programına tabi tutulurlar,
size yaşayış ve şehirdeki önemli yerler (hastane, postane,
banka) hakkında bilgi verilir. Benim kalacak yerim orda
ayarlanmıştı ben gitmeden önce. Yabancı öğrenciler için
yapılmış bir yurttu fakat apart otel gibiydi, odanın içinde
mutfağı, banyosu vardı ve üniversiteye yakındı.
Japonya’da hangi konu üzerine çalışma yürüttünüz?
Tabi gitmeden önce Japonya’daki hocamı tercih ettim ve
hocamla yazışma yaptım. Hocam kendi alanında dünyada
çok başarılı bir isim. Yaptığı çalışmada tahripsiz test
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 51
genç-İMO
(tahripsiz muayene) etme yöntemleriyle ilgiliydi, biraz
da kırılma mekaniği, kuantum mekaniği gibi konulara
girmişti, ben de tahripsiz test yöntemleriyle ilgili çalıştım.
Japonya’nın çalışma ortamı bakımından Türkiye’den
farklı yönleri nelerdir?
Fark çok. Neden. Bizim bölümümüz o zamanlar yeni kurulduğu
için laboratuvar koşulları yetersizdi. Laboratuvar
lisans öğrencileri için çok gerekmiyor olabilir ama akademik
bir çalışmaya girişecekseniz yüksek lisans, doktora
gibi laboratuvar şart. Sırf teorik çalışma ile işi götürmek
zor, uygulamasını laboratuvar koşullarında görmeniz lazım.
Bizim böyle imkanlarımız olmadığı için bunu kıyaslamak
bile çok doğru değil bence. Elimizde böyle imkanlarımız
olmadığı için yüksek lisans çalışmam çok teorik
kaldı. Evet yeni yeni gelişiyoruz ama yinede birçok şeyi
şuan yapamayız bence, o yüzden kesinlikle Japonya’da
imkanlar çok daha iyi. Çünkü devlet çok iyi destekliyor
üniversiteleri, bu destek sonuçunda da daha güzel şeyler
çıkıyor ortaya.
Eğitim anlamında Japonya ile Türkiye
karşılaştırmasını yapmanızı istersek ne
düşünürsünüz?
Eğitim anlamında çok fark olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü bizde de eğitim çok iyi durumda. Ben Japonya’ya
gittiğimde bilgi açısından onlardan bir eksiğim yoktu.
Dediğim gibi bize verilen lisans bilgisi çok yeterli, bence.
Oraya gittiğimde gördüğüm tek eksik bilimsel çalışma
yapmak istediğinizde bir takım laboratuvar imkanları olmadığı
için bizden çok daha iyiler.
Bildiğim kadarıyla Japonya’da bulunduğunuz süre
içinde ödül kazanmışsınız. Ne ile ilgiliydi?
Biz orada çok güzel çalışmalar yaptık. Beton içerisindeki
boşlukları görüntülemek üzerine bir teknik geliştirdik aslında
oradaki hocamla birlikte. Beton içerisindeki boşlukları
ultrasonik resim gibi monitör ettik. Bu çalışma güzel
sonuçlar verince 3 tane ödül aldık Japonya’da.
Çok farklı bir kültüre gittiniz yemekler ve sosyal
yaşam sizi zorladı mı?
Zorladı. Ama eminim bir Amerikalıyı veya bir Avrupalıyı
daha çok zorlamıştır. Çünkü biz daha karma bir kültür olsahibiz.
Japonya ataerkil bir toplum ama gene de misafirperver
bir toplum, o açıdan bize çok benziyorlar. Ama çok
farklı düşünceleri de var. Biz Türkler herzaman işler çabuk
olsun isteriz, herşeye bir anda çözüm bulabiliriz, bir yol
işlemiyorsa başka bir yol hemen bulabiliriz. Japonya’da
bu kesinlikle yok, bunlar bana biraz zor geldi. Her şey çok
yavaş, tabii bir süre sonra alışıyorsunuz, siz de öyle oluyorsunuz.
Yemeklere gelince tabi pek evlerde yapılmıyor,
çünkü çalışma hayatı orada çok yoğun çok fazla çalışıyorlar.
Çalışmaktan ölen tek insan herhalde Japonya’da dır.
O yüzden yemek yapmaya çok da vakitleri olmuyor. Tabii
bunlar ayrıntı ama Japon insanları çok hiyerarşik bir sistemde
yetiştirildiği için insanlar üstlerinden çekiniyor. Bu
yüzden bir alttaki bir üstteki ile çok rahat konuşamıyor,
bunu da parti ve yemeklerde aşıyorlar, içki ile beraber biraz
da rahatlayınca kaynaşmaya başlıyorlar.
Türkiyedeki ve yurtdışındaki burs imkanlarının
farkları sizce nelerdir?
Bu aslında çok güzel bir soru, çünkü benim dönemimde
çok fazla burs seçeneği yoktu Türkiye’de. Bizlerden bir jenerasyon
önce insanlar çok daha kolay burslar bulabiliyorlardı,
YÖK burslarıdır, kurum burslarıdır. Bizim dönemde
çok zordu, burs yoktu çünkü, o dönem YÖK bursları da
çok az veriliyordu. Günümüze bakacak olursak Türkiye’de
de çok güzel burs imkanları var. TÜBİTAK olsun YÖK olsun
diğer başka kurumlar çok güzel destekler verebiliyorlar.
Hatta şuan bir kaç araştırma görevlimiz YÖK ile başka ülkelerde
araştırmalar ve çalışmalar yapıyorlar.
Yabancı ülkelerde Türklere bakış açısı nasıl?
Japonlar Türkiye’nin nerede olduğunu biliyorlar ama ben
orada Türkiye’nin yerini bilmeyen başka yabancılarla da
tanıştım. Bu onların ayıbı tabi ama Türkiye’nin nasıl bir
ülke olduğunu çok bilmiyorlar. Japonlar Türkleri seviyorlar,
tarihten gelen birşey bu, Türkleri seviyorlar gerçekten.
Yurtdışından Türkiye’ye döndükten sonra akademik
çevrede yararını gördünüz mü?
İnsanlar daha iyi bakıyorlar. Farklı şeyler yapmışsın
ne kadar güzel diyorlar. Bir kere oraya tek başına
gidip birşeyler yapmış olmak bile güzel birşey ki
başarılı çalışmalar yapınca daha da insanlardan takdir
görüyorsunuz. Gönül isterki yapılan bütün çalışmalar
takdir edilsin, Türkiye’de yapılan çok güzel çalışmalar var
fakat yurtdışı insana farklı bir görüş kazandırıyor.
Yurtdışından döndükten sonra hayata bakışınız
değişti mi?
Değişti tabii. Bir kere Japonya bana çok şey öğretti. Sakin
olmayı, insanlara daha saygılı olmayı öğretti, Türkiye’de
de bu değerleri alıyoruz fakat bazen biz dejenere olup
bazı şeyleri de unutabiliyoruz. Japonya bana hayata bakış
anlamında bunları kattı. Akademik anlamda ise çok şey
kattı diyebilirim. Hocam çok iyi bir hocaydı onunla beraber
çalıştım. Uluslararası çapta biri olduğu için uluslararası
düzeyde birçok insanla tanışma fırsatı buldum, ondan
sonra da hep bunun faydalarını gördüm. Halen daha da o
insanlarla görüşüyorum. Bunlar bana çok şey kazandırdı.
Japonya’da başınıza gelen en ilginç olay neydi?
Bu çok zor bir soru çünkü başıma birçok ilginç olay geldi.
Mesela başıma birkaç kez geldi bu olay. Ben Japonya’da
bisiklet kullanıyordum ulaşım aracı olarak, o kadar güvenli
bir ülke ki, cüzdanımı birkaç kez bisikletimin sepetinde
unutmama rağmen saatler geçip bisikletime geldiğimde
cüzdanımın halen sepette olduğunu görüyordum.
Orada hırsızlıktır falan pek olmuyor. Arkadaşlarım evlerini
kilitlemeden dışarı çıkarlardı.
Yurtdışında yüksek lisans doktora düşünen
öğrencilere ne önerebilirsiniz?
Ben kesinlikle yurtdışında yüksek lisans, doktora yapmaları
taraftarıyım. Hep şunu söylüyorum, Türkiye’deki eğitimi
kesinlikle çok beğeniyorum kötü demiyorum asla ama
Japonya’daki öğrencilere de başka bir ülkeye gidin derim.
Kesinlikle başka bir kültürde tek başına yaşamaya çalışmak
insana çok şey katıyor. Dünya görüşünüz değişiyor,
insanlar sizi nasıl biliyorlar, sizin ülkenizi nasıl tanıyorlar,
siz onlara ülkenizi en iyi şekilde nasıl tanıtmaya çalışıyorsunuz,
bu da sizi daha çok geliştiriyor. Aynı yerde sürekli
kalmak yosun tutmanıza sebep oluyor. Bence aktif olmak
gerekiyor özellikle akademisyenlik düşünüyorsanız.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler...
52
Mart 2011 - 157
Kültür ve Sanat
İnş. Müh. Tuğrul BAŞTAN
Karyola
Psikoloğa giden adam;
-Geceleri uyuyamıyorum efendim demiş sürekli
karyolanın altında biri var gibi geliyor. Karyolanın
altına girip orada uyumayı deniyorum. Bu
defa da üstünde biri var gibi geliyor...
Adamı dikkatle dinleyen psikolog
’Hallederiz bu saplantıyı’ demiş.
’Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir
tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.’
’Her viziteye ne kadar ödeyeceğim?’
’Her vizite 100 TL buna göre 6 ayda 4 bin 800
TL ödeyeceksiniz’ Adam gitmiş , gidiş o gidiş...
Psikolog birkaç ay sonra adama sokakta rastlamış:
’Ne oldu hastalığınız?’
’2.5 TL’ye hallettim...’
’Nasıl oldu?’
’Sizden çıktıktan sonra ilerdeki bara uğradım.
Biramı içerken barmene hastalığımı anlattım.
’Karyolanın bacaklarını kes’ dedi... Kestim; mesele
halloldu.
Sübhaneke
İmam Hatip Lisesinde teftiş yapan bir müfettiş
sınıfa girer. Ders Kur’an-ı Kerim’dir. Bir öğrenciyi
kaldırarak ismini sorar.
Öğrenci, “Fatih” diye cevap verir.
Müfettiş, “Peki öyleyse yavrum Fatiha suresini
oku bakalım.” der.
Çocuk sureyi okuduktan sonra müfettiş bir başka
öğrenciye sorar.
- İsmin ne çocuğum?
Öğrenci: “Kevser efendim” diye cevap verir.
Müfettiş, “Peki öyleyse yavrum Kevser suresini
oku bakalım.” der bu sefer.
Çocuk sureyi okur. Sıra başka bir öğrenciye gelmiştir.
Müfettiş tekrar sorar.
- İsmin ne çocuğum?
Çocuk cevap verir:
-Yasin ama arkadaşlar bana kısaca sübhaneke
derler.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 53
Kültür ve Sanat
İnş. Müh. Alim ŞADAN
BETORNAME
Betonarmeye Giriş
Betonarme Yapı Elemanları
Betonarme Taşıyıcı Sistemler
Prof. İsmet AKA
Prof. Dr. Fikret KESKİNEL
Prof. Dr. Feridun ÇILI
Doç. Dr. Oğuz Cem ÇELİK
Birsen Yayınevi
İÇİNDEKİLER
Genel Bilgiler
Yapı Malzemesi Olarak Betonarme
Eksenel Kuvvet Ve Eğilme Momenti Etkisi
Kesme Kuvveti Etkisi
Burulma Momenti Etkisi
Betonarme Kolon Ve Kirişlerde Yapımsal Esaslar
Betonarme Döşemeler
Betonarme Temeller
Yüksek Kirişler
Betonarme Yapılarda Derzler
Betonarme İstinat Duvarları
Betonarme Taşıyıcı Sistemler
Kitap oniki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel
bilgiler verilmiştir.
İkinci “bölümde yapı malzemesi olarak betonarme konusu
incelenmiş, ayrıca betonarmede
taşıma gücü kavramına ilişkin özlü bilgi verilmiştir. Üçüncü
“bölümde betonarme elemanlarda, taşıma gücü hesap
yöntemine göre, eksenel kuvvet ve eğilme momenti etkisi
ayrıntılı olarak incelenmiş; betonarmenin eğilme şekil değiştirmeleri
konusu işlenmiştir.
Dördüncü “bölümde kesme kuvveti etkisi, beşinci “bölümde
ise burulma momenti konusuna yer verilmiştir.
Mukavemet hesaplarında her konu ele alındığında verilen
ayrıntılı bilgilerin yanısıra, yöntemin anlaşılmasını kolaylaştırmak
amacıyla yeterli sayıda sayısal örnek eklenmiştir.
Bunun yanında, hesaplamaktan daha önemli olduğu belirtilerek,
betonarmenin davranışı üzerinde durulmuştur.
Betonarme kolon ve kirişlerde, betonarmenin davranışı
ve hesaplanması konusunda araştırmaların son durumu,
üzerinde görüş birliğine varılan kurallar, bu davranışı
gerçekleştirecek donatı yerleştirilmesini içeren yapımsal
esaslar altıncı bölümde verilmiştir.
Yedinci “bölümde betonarme döşemeler, sekizinci bölümde
betonarme temeller, dokuzuncu bölüm de “ ek
kirişler, onuncu bölümde betonarme yapılarda derzler ve
onbirinci bölümde betonarme istinat, duvarları konuları
incelenmiş, bu betonarme yapı elemanlarının tasarımı ve
hesabına ilişkin bilgiler sunulmuş, sayısal örnekler verilmiş,
yapımsal esaslar belirtilmiştir.
AĞABABA CUMHURİYET’İN İMAMI
M. Osman Akbaşak
Truva Yayınevi
Üyemiz İnşaat Mühendisi
M. Osman Akbaşak aydın
bir din adamı olan dedesinin
cumhuriyet dönemi ve
istiklal savaşında devrimlerin
kabuluyle ilgili yaptığı
çalışmaları anlattığı Romanı
şöyle tanıtıyor:
“Ağababa’mı ilk hatırladığım
yıl 1957, tavana asılı
salıncakta kardeşimi sallarken
ninni söylüyor, ama
bu annemin söylediği ninnilerden
değil, çok farklı.
Ayakta, salıncağı ipinden
çekerek sallarken elliüç yıl sonra hâlâ kulağımda olan yumuşacık
sesiyle “Hürmet sana ey şan dolu sancağım” diyerek
torununu uyutmaya çalışıyor.
Anneme sordum, Ağababam ne diyor? Diye, annem gülümsedi.
“O Ağababa’nın marşı” dedi. Sonra minik minik
başka anı fotoğrafları sıralanıyor belleğimde. Kapının
önünde bir tak, defne dallarıyla süslenmiş, o güne kadar
görmediğim kadar çok bayrak asılmış, evden çekilen kablodan
birçok ampullerle ışıl ışıl donatılmış. “Bugün bayram”
dediler, “Ağababa’nın en büyük bayramı”.
Henüz dört yaşındaydım anlayamamıştım ki, daha dünyayı
yeni tanımaya çalışıyordum. Birkaç yıl sonra ağababamı
kaybettik, ardından anneannemi, o anılar belleğimin bir
köşesinde hep durdu. Zaman zaman teyzelerim, dayılarım,
annem anlatırdı, ağababamı. Her geçen yıl biraz daha tanıdım,
tanıdıkça gururlandım.
Benim Ağababam bir kahramandı. Aradan yıllar geçti Ağababam
gözümde hergün daha büyüdü, hele içinde bulunduğumuz
yıllarda kıymetini çok daha fazla anladım, ama
benim anlamam yetmezdi. Herkes öğrensin, herkes tanısın
istiyordum, mutlaka onu, düşüncelerini, Atatürk’üne ve
Devletine olan sevgisini, saygısını bugünlere taşımalıydım.
Her ne kadar çeşitli sanat dallarına ilgim olsa da ben yazar
değilim. Nasıl yaparım diye son beş altı yılımı geçirirken, gecikmiş
olmanın onun anılarına saygısızlık olacağını düşündüm
ve 2009 Aralık ayında başladım yazmaya. Sağolsunlar
yakınlarım çok destek oldu ve “Ağababa” elinize geçti.
Lütfen onu iyi tanıyın, onun şahsında birkaç neslin ne koşullarda
yaşadığını, neler yaptıklarını düşünün. Mustafa Kemal
Atatürk, arkadaşları, ordusu ve “Ağababa”lar olmasaydı
biz bugün ne durumda olurduk.”
Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.
M. Osman AKBAŞAK
54
Mart 2011 - 157
Kültür ve Sanat
9 Mart 1971
9 Mart 1971 tarihinde, ülke yönetimini ele geçirmek isteyen
bir cuntanın varlığı açığa çıkarıldı.
Hakkında pek az yayın bulunan bu cunta hareketi, çok
az kişi tarafından tüm yönleri ile bilinmektedir. Bu cunta
hareketinin içerisinde olduğu iddia edilen kişiler de bu
girişimi açığa çıkaranlar da ‘9 Mart Cuntasından’ bahsetmekten
hoşlanmamıştır.
Bu sessizliğin arkasında yer alan cuntacılar açısından asıl
gerekçe; başarısız olmaları ve deşifre olmayan bazı subayların
açığa çıkarılmaması isteği olabilir. Cuntayı açığa
çıkarıp birçok subayı emekli ayıran ve bazı kişilere işkence
yapanlar açısından sessizliğin gerekçesi ise yüksek ihtimalle
kendilerinin 3 gün sonra bir darbe yapmış olmasıdır.
3 gün sonra kendileri darbe yapmış olan kişilerin,
9 Mart Cuntasında yer alanları darbecilikle suçlamasını
beklememek gerekir.
Birçok yorumcu için bu durum daha kısa bir anlatımla,
1971 yılında siyasetin farklı kulvarlarında yer alan kesimler
ordunun içerisinde siyaset yapmaya başlamıştır.
9 Mart Cuntası, ordunun içerisinde yer alan sola eğilimli
ve ABD karşıtı kesimleri temsil etmektedir. 12 Mart Muhtırasını
verenler ise, ordunun içerisinde yer alan sağa
eğilimli ve ABD ile yakın ilişkiler içersinde olan kesimleri
temsil etmektedir. Her iki kesimde, belirli bir siyasi eğilime
yakınlık gösterdiği için siviller içerisinde taraftarları
veya üyeleri bulunmaktadır.
12 Mart darbesinin ne amaçla yapıldığı, darbe yapıldıktan
bir süre geçtikten sonra anlaşılmıştır. 9 Mart
Cuntasından haberi olan bazı sol kesimler ilk anda, 12
Mart darbesinin solun önünü açacak bir askeri harekât
olduğunu düşünmüşlerdir. Birçok solda yer alan yapılanmanın
12 Mart Darbesini selamlayan bildiriler yayınlanmasının
arkasında bu yanılgı yatmaktadır. Bu sol gruplar
darbenin kendilerine karşı yapıldığını anlaması için ise
kısa bir süre geçmesi yetmiştir.
9 Mart Cuntasının başını Emekli General Cemal Madanoğlu
ve Tümgeneral Celil Gürkan çekiyordu. 12 Mart
darbesini planlayanların başını ise dönemin Genelkurmay
Başkanı Memduh Tamaç ile 1. Ordu komutanı Faik
Türün çekiyordu. 9 Mart Cuntası Kara Kuvvetleri Komutanı
Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin
Batur ile temas halindeydi. 9 Mart
Cuntasına yakın duran bu iki komutan,
MİT ajanları Mahir Kaynak ve
Mehmet Eymür tarafından Genelkurmay
Başkanına bildirilince deşifre
oldukları için saf değiştirerek 12
Martçılara katıldılar.
Bu saf değiştirme 9 Mart Cuntasının sonunu getirmişti.
12 Mart Muhtırası’nı veren Memduh Tağmaç, Orgeneral
rütbesindekiler hariç bu 9 Mart Cuntasına adı karışan
başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları
re’sen emekliye sevketti. 1. Ordu Komutanı Faik
Türün de bu darbeye adı karışan tüm aydınları ve diğer
9 Mart Cuntası üyelerini Ziverbey Köşkünde Milli İstihbarat
Teşkilatı vasıtasıyla işkenceyle sorguya çekti.
Burada bu olayın çok fazla bilinmeyen başka bir yönü ise
1.Ordu Komutanı Faik Türün’ün durumudur. Faik Türün
12 Martta darbe yapmış bir komutandır. Solculara karşıdır.
Ama karşı olmasının en büyük nedeni birçok analist
için, öncellik kendisindeyken, Faruk Gürler’in genç
subayların desteği ile Kara Kuvvetleri Komutanı yapılmış
olmasındadır. Faruk Gürler 9 Mart Cuntasına yanaşmıştır.
Çünkü geleceğini orada görmüştür. Durum değişip cuntanın
başarısız olma ihtimali belirince çark ederek sağ
bir darbenin mimarlarından biri olmuştur. Faruk Gürler
9 Mart Cuntasında devlet başkanı yapılmak istenmektedir.
Fakat 12 Mart darbesini yapanlara katılınca bu plan
suya düşmüştür. Fakat bu plan 12 Mart darbesinden 2
sene sonra 12 Mart’ı yapan askerlerin bir dayatması olarak
meclise gelecekti. Bütün kuvvet komutanları meclise
Faruk Gürler’i dayatmasına rağmen 12 Mart darbesinin
en önemli mimarlarından 1. Ordu Komutanı Faik Türün
Faruk Gürler’e destek vermemiştir. Gerekirse meclise 1.
Ordu ile birlikte yürüyeceğini, Adalet Partisi Genel Başkanı
Süleyman Demirel’e icap ederse TBMM’yi İstanbul’da
toplayabileceğini söylemiştir. Sol devrimci olduğuna
inandığı Orgeneral Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı olmasını
engellemiştir.
9 Mart Cuntası ve sonrasında gelişen 12 Mart Muhtırası
süreci farklı yönleri ile analiz edilmesi gereken bir dönemdir.
Bu konuda yazılan kaynakların artması ile birlikte
şu an sıkça kullanılan ‘darbeci’‘demokrat’ vs. tanımlamaların
yeniden yapılmasını sağlayacaktır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Mart 2011 - 157 55
ALİ İHSAN ARGIT
İNŞAAT MÜHENDİSİ
ALİ İHSAN ARGIT
Oyun
İNŞAAT MÜHENDİSİ
Bulmaca köşesi
KARE BULMACA
KARE BULMACA
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
1
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
1
2
2
33
44
55
6
6
7
7
8
8
9
910
10
SOLDAN SAĞA
SOLDAN 1– Fermantasyon. SAĞA 2– Bir şeyin elden ele
geçmesi – Değeri bin volt olan elektrik gerilimi
biriminin ksa yazlş. 3 – Hoyrat, Nobran –
1– Baş Fermantasyon. çoban. 4 – Oniki 2– aydan Bir biri şeyin – Döneç, elden ele
geçmesi elektrik – motor Değeri yada bin dinamolarda volt olan elektrik hareketli gerilimi
biriminin bölüme ksa verilen yazlş. ad. 5 – 3 Kamyon – Hoyrat, markas Nobran – –
Baş Cinsel çoban. ilişkide 4 bulunmamş – Oniki aydan dişi. 6 biri – Avrupa – Döneç,
Birliği – Döşek. 7 – Kazan kulpu – Kendisine
elektrik motor yada dinamolarda hareketli
kitap indirilmemiş peygamber. 8 – Birbirine
bölüme kötülük etmeye verilen kadar ad. varan 5 – sürekli Kamyon anlaşmazlk markas –
Cinsel – Üç yaşna ilişkide kadar bulunmamş olan at yavrusu. dişi. 69 – Bir Avrupa
Birliği badem – Döşek. çeşidi 7 – Kazan Selenyum kulpu elementinin – Kendisine
kitap simgesi. indirilmemiş 10 – Dikenli peygamber. bitkilerin çok olduğu 8 – yer. Birbirine
kötülük etmeye kadar varan sürekli anlaşmazlk
YUKARIDAN AŞAĞI
– Üç yaşna kadar olan at yavrusu. 9 – Bir
badem 1– Sayya çeşidi dayal, mantkl, – Selenyum ince hesaba elementinin bağl,
simgesi. riyaziye. 102– – Dikenli Krmz – bitkilerin Meyvenin çok üzerini olduğu saran yer.
sert ksm. 3 – Sağlam, kesin bilgi, bir şeyi iyice,
YUKARIDAN kesinlikle bilme AŞAĞI – Kar frtnas. 4 – Alt tabaka. –
Hayvanlarn su içtikleri taş veya ağaçtan oyma
kap. 5 – Dudak – Artk, artan, kalan, geri kalan.
1– 6 Sayya – Ermenilerin dayal, Ağr mantkl, dağna ince verdikleri hesaba ad – bağl,
riyaziye. Damarda 2– dolaşan. Krmz 7- Bir – soru Meyvenin sözü – üzerini Bir erkek saran
sert ad ksm. – Mililitre’nin 3 – Sağlam, ksa yazlş. kesin 8 bilgi, – Bir maln bir şeyi tür, iyice,
kesinlikle miktar, bilme fiyat gibi – Kar nitelikleri frtnas. belirtmek 4 – Alt tabaka. için –
Hayvanlarn üzerlerine konulan su içtikleri küçük kâğt. taş veya 9 – Işk ağaçtan saçacak oyma
beyazlğa varncaya kadar stlmş olan –
kap.
İspanya’da
5 – Dudak
etnik
–
bir
Artk,
bölge.
artan,
10 – Karşlğ
kalan, geri
sonra
kalan.
6 ödenmek – Ermenilerin üzere. Ağr dağna verdikleri ad –
Damarda dolaşan. 7- Bir soru sözü – Bir erkek
ad – Mililitre’nin ksa yazlş. 8 – Bir maln tür,
miktar, fiyat gibi nitelikleri belirtmek için
56 Mart 2011 - 157
üzerlerine konulan küçük kâğt. 9 – Işk saçacak
beyazlğa varncaya kadar stlmş olan –
İnş. Müh. Ali İhsan ARGIT
SUDOKU (kolay)
SUDOKU (kolay)
6 3 2 7
6 3 2 7
3 2 1
3 2 1
4 8 3
4 8 3
4 5 1 4 5 7 1 7
2 9 2 1 9 1
3 43 8 4 8
7 3 6
7 3 6
8 7 2
8 7 2
3 1 2 9
3 1 2 9
SUDOKU ( orta )
SUDOKU ( orta )
3 5
7 4 1
9 7 6 3 5
9 4 27 7 4 1
3 9 8 4 7 6
4 7 9
9 4 2 7
6 5 2
3 8 4
5 6 8
9 8 4 7 9
6 5 2
5 6 8
SUDOKU ( zor ) 9 8
6 1 2
7 8
SUDOKU ( zor )
5 4
4 6 5
8
3 7
6 1 2
9 1
7 2 4
8
5 5 4 3
3 4 5 6 6 5
3 Çözümleri sayfa 39’da 7
8 Çözümleri sayfa 9 …….. da 1
2 4
5 3