KADIKÖY SANAT DERGİSİ SAYI 1
- No tags were found...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
10
SERGİLER
Güneş Acur Mihriban Mirap Şenay Ulusoy Uğur Yurdakul
‘Devridaim’ doğum,
yaşam ve ölümü sorguladı
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Seda Yavuz’un küratörlüğünde Caddebostan Kültür
Merkezi’nde düzenlenen karma sergi ‘Devridaim’,
aralık ayında izleyiciyle buluştu. Serginin
küratörü Seda Yavuz, dergimize sergiyi ve sergide
yer alan işleri anlattı.
Sergi, kesin sınırları olmayan üç alandan oluşur. Bu alanlar
doğum-yaşam-ölüm döngüsünün içiçe geçmişliğini hissettirir.
Kutsal ve gizemli bir üçlü yoktur; serginin içeriği, bilinen
ve yaşanan gerçekliktir. İzleyici, bir serginin içinde üç sergiye
şahitlik edecektir. Bu sergilemeler birbirleriyle bağlantılıdır
ve başı-sonu yoktur, devridaim gibi... Sergilemeyi doğumla
başlatmak genel geçer sistemi devam ettirmek anlamına geliyor,
tam tersinden düşünerek ölümle başlatarak zihinlerdeki
başlangıç-sonuç ilişkisini kırmak daha zorlaşacaktı.
Sonsuzluk sınırlı mıdır?
Bu soruyu, doğumun bir başlangıç, yaşamın bir süreç ve
ölümün bir son olduğunu düşünenler “evet!” diye cevaplayacaklardır.
Oysa sürekli devam eden bir döngünün durdurulamaz
varlığına inananlar onaylamayacaktır. Mutlak ve
ideal olanın alışkanlık yaratan hissizliği, sıradan olmanın
durağanlığıyla birleşerek insana kendi hissini yaşatmayacaktır.
Önceden belirlenmiş sevinçler, mutluluklar ve hüzünlerle
sarılı hayatı, yaşadığını sanacaktır insan.
Gökhan Deniz, kendi çocuğu doğduğunda bebeğin eskizlerini
yapar. Bebek dünyayla anne-baba da bebekle karşılaşmaktadır.
İdeal güzel gerçek değildir, üzerinde oynanmış ve
değiştirilmiş olandır. Çocuk büyür, temas eder, taklit eder
ve öğrenir.
Şenay Ulusoy, sanat-gerçek ilişkisine farklı bir gönderme
yapar. Sanattan beklentimiz hoşagiden, mutluluk veren bir
alan kurmasıdır. Ulusoy’un Yabancı, Haydan Gelen, Huya
Giden ismini verdiği heykelleri de bakmakla yetinen izleyici
için korunaklı bir alan yaratırlar.
İlgen Arzık, doğum ve yaratım fikrini özdeş kılar. ‘Karanlık
Çağlar’ adlı serisinde mikro-kozmos, makro-kozmos karşılaşmasını
hissettirir. Doğa filozoflarından Pitogoras’a göndermeyle,
mikronun yani insanın bilgisi makronun yani evrenin
bilgisine ulaştırır. Fakat insan bu bilgilenme evresini
hızla geçmeyi, hatta yok saymayı tercih eder. Çünkü doğal
olan her şey bir göreve dönüşmüştür. Dolayısıyla doğmak
ve doğurmak da birer görev gibidir.
Özgül Arslan; ‘Yarık’, ‘Başlangıç Noktası’ ve ‘Anka’ olarak
isimlendirdiği üç resminde de doğum metaforuyla kadın
bedeninin ve doğurma eyleminin gerçekten uzaklaşan algısını
betimler.
Güneş Acur, Gözde Başkent, Gülen Eren ve Uğur Yurdakul,
yaşamanın ‘her şeye rağmen’ umut dolu, tekil ama çoğulu
kavrayan imgelerini yarattılar. Güneş Acur, Gözde Başkent
ve Gülen Eren’in işleri otobiyografik göndermeli, fakat insanın
hallerine bir duvar yarığından bakmak gibi, Uğur
Yurdakul halleri ortaklaştırarak yaşayan bu duvarı yaşamın
kendisine bakarak kurguladı.
Mihriban Mirap, ‘İsimsiz’ serisinde yaşamın sürekliliğini
yaş almış, “ölmeye yaklaşmış” kadın portrelerini ve zaman
içinde kullanmak zorunda olduğu yaşamı kolaylaştırıcı nesneleri
kullanıyor. Çerçeveler de eski ve kullanılmış, dolayısıyla
süreklilik vurgusu, tekrar kullanıma giren nesnenin
sona ermeyen yaşam serüvenine benzerliğiyle vurgulanıyor.
Hüseyin Rüstemoğlu, ‘Birçok Sondan Biri’ adlı üçlemesinde
ilk bakışta trajik gibi görülen ancak olağan, sade ve hiyerarşisiz
bir ölme haline dem vuruyor. Öznel olan evrensel, sanatçıya
göre. Mekansız ve zamansız resimler, aynı zamanda
her türlü süsten de arınmış. Çünkü ölmeyi düşlemek süslenemez
ki...
Rugül Serbest, oto-portreleriyle ifadesini yansıtan bir sanatçı.
‘Başlamalı Yeniden, Daha Derin, En Derin’ ismini verdiği
üçlemede ölümün doğayla bütünleşme ve dolayısıyla
bir sonsuzluk hali olduğunu söylüyor.
Mustafa Özbakır’ın ‘Ruh’ serisi, sanatçının etkilendiği bir
başka sanatçı İngmar Bergman’ın 1963 yılında yönetmenliğini
üstlendiği ‘Sessizlik’ filminden iki sekansın yorumu.
Sevdiği bir insanın ölü bedenine bakmakta olan çocuk figürü
tanımlayamadığı hisleriyle derin bir dinginlik içinde,
bir çocuktan beklenmeyecek bir dinginlik. Çocuk bilmiyor
ki ölüm bir son değil, çocuk biliyor ki çözüm yok, döngü var.