20.01.2013 Views

TEMSİL - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

TEMSİL - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

TEMSİL - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ YAYINLARINDAN No. 150<br />

Dr. TURHAN ESENER<br />

<strong>Ankara</strong> Hukuk Fakültesi<br />

Medeni Hukuk Doçenti<br />

MUKAYESELİ HUKUK VE HUSUSİYLE TÜRK - İSVİÇRE<br />

BORÇLAR HUKUKU BAKIMINDAN<br />

SALAHİYETE MÜSTENİT<br />

<strong>TEMSİL</strong><br />

A* ü. H. F. KÜTÜP&AKISİ I<br />

Kitap No. İllJİM j<br />

AJANS TÜRK MATBAASI


(<br />

İÇİNDEKİLER<br />

BlBLlOGRAFYA IX<br />

KISALTMALAR XVII<br />

BAŞLANGIÇ • 1<br />

fi. Temsil Hukukunun tekâmülü 1<br />

I. Temsil hukukunun ehemmiyeti ve tekâmülü 1<br />

İL Temsili izah için ileri sürülen nazariyeler 4<br />

f 2. Temsilin nevileri ve mevzuun takyidi H<br />

h Temsilin nevileri 11<br />

II. Mevzuun takyidi 13<br />

KISIM I<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİ<br />

BÖLÜM I<br />

DAHİLİ <strong>TEMSİL</strong> SALAHİYETİ<br />

fi. Dahilî temsil salâhiyetinin verilmesi 15<br />

I. Dahilî temsil salâhiyeti ve hukuki muamele 15<br />

İL Temsil salâhiyeti ve tek taraflı hukuki muameleler 20<br />

III. Temsil salâhiyeti ve muhatabına vusulü muktazi<br />

olan beyanlar 23<br />

f 2. Temsil salâhiyetinin hukukî mahiyeti 20<br />

I. Dahili temsil salâhiyeti, hukuki ehliyet ve sübjektif<br />

hak 26<br />

II. Temsil salâhiyeti ve tasarruf salâhiyeti 29<br />

III. Temsil salâhiyeti ve Condicio iuris 30<br />

III


$ 3. Temsil salâhiyetinin şekli 31<br />

I. Şekil serbestisi 31<br />

II. Zımnî temsil salâhiyeti »•••• 39<br />

BÖLÜM II<br />

HARİCÎ <strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİ<br />

jf I. Temsil salâhiyetinin muhatabı 41<br />

I. Alman hukukunda haricî temsil salâhiyeti 41<br />

II. Türk - İsviçre Borçlar Kanunu sisteminde temsil salâhiyetinin<br />

muhatabı ve haricî temsil salâhiyeti ... 44<br />

§2. Haricî temsil münasebetinin teessüsü 45<br />

I. Temsil olunan tarafından üçüncü şahsa bildirilmek<br />

suretiyle dış münasebetin teessüsü 45<br />

II. Hukukî görünüşe istinaden haricî temsil münasebetinin<br />

teessüsü 49<br />

BÖLÜM III<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİ VE TEMEL MÜNASEBET<br />

.|f I. Temsil salâhiyetinin temel münasebetten tefriki 59<br />

I. Temsil salâhiyeti ve temel münasebet - İş görme salâhiyeti<br />

59<br />

II. Temsil salâhiyeti ile vekâlet akdi arasmdaki karşılıklı<br />

münasebetler 60<br />

f 2, Temsil salâhiyetinin müstakil ve mücerretliği prensibi ••• 64<br />

I. Temsil salâhiyetinin müstakil bir muamele olması ... 64<br />

II. Temsil salâhiyetinin mücerretliği prensibi 67<br />

BÖLÜM IV<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİNİN MEVZUU VE ŞÜMULÜ<br />

fi. Temsil salâhiyetinin mevzuu 70<br />

I. Temsil salâhiyeti ve hukukî fiiller 70<br />

II. Temsil salâhiyeti ve münhasıran şahsa bağlı haklar 71<br />

III. Temsil salâhiyeti ve haksız fiiller 72<br />

IV


S 2. Temsil salâhiyetinin şümulü ve derecesinin tâyini 72<br />

I. Temsil salâhiyetinin şahıs ve zaman bakımından<br />

tahdidi » 73<br />

II. Temsil salâhiyetinin mevzu bakımından tahdidi 77<br />

III. Temsil salâhiyetinin derecesinin tâyini 79<br />

IV. Temsil salâhiyetinin suistimali 85<br />

f 3. Mümessilin yerine diğerini ikame etmesi » 89<br />

I. Mümessilin kendi yerine bir ikinci mümessil tâyin<br />

etme salâhiyeti 89<br />

II. Mümessilin kendi yerine bir diğerini ikame etmesinin<br />

hüküm ve neticeleri 91<br />

KISIM II<br />

BAŞKASI NAMINA HAREKET<br />

BÖLÜM I<br />

MÜMESSİLİN BAŞKASI NAMINA HAREKET ETTİĞİNİ<br />

AÇIKLAMASI<br />

fi. Başkası adına hareketin açıklanması prensibi 95<br />

I. Başkası namına hareket mefhumu 95<br />

II. Açıklama prensibi ve tatbiki 97<br />

f 2. Kime ait olacaksa onun namına yapılan mukaveleler •••••• 102<br />

I. Problemin vaz'ı ve nazariyenin tekâmülü 102<br />

II. Kime ait olacaksa onun namına yapılan mukavelelerin<br />

hukuki mahiyeti ve şartları 107<br />

III. Kime ait olacaksa onun namına yapılan muamelenin<br />

muteberllgi 108<br />

4!<br />

BÖLÜM II<br />

MÜMESSİLİN BAŞKASI NAMINA HAREKET ETTİĞİNİ<br />

AÇIKLAMAMASI<br />

§ 1. Başkası namına hareket edildiğinin açıklanmamasmın<br />

hüküm ve neticeleri 115<br />

V


i 2. Türk-isviçre Borçlar Kanunu'nun açıklama prensibine<br />

vazettiği istisna<br />

I. B.K. m. 32, f. 2' nin menşei<br />

118<br />

II. B.K. m. 32, 12* nin tatbik sahası 119<br />

KISIM III<br />

VASITASIZ <strong>TEMSİL</strong>İN HÜKÜM VE NETİCELERİ<br />

BÖLÜM I<br />

<strong>TEMSİL</strong> OLUNANIN HUKUKÎ DURUMU<br />

fi. Mümessil tarafından akdedilen hukuki muamelenin hüküm<br />

ve neticelerinin temsil olunanın hukukî sahasında<br />

meydana gelmesi 1**<br />

I. B.K. m. 32, f.Tde vaz edilen prensibin izahı 127<br />

II. Temsil olunan kimsenin şahsî durumunun ehemmiyeti<br />

130<br />

f 2. Temsil olunanın mes'uliyeti ve culpa in contrahendo ••• 182<br />

BÖLÜM II<br />

MÜMESSİLİN HUKUKÎ DURUMU<br />

fi. Temsil suretiyle akdedilen muamelenin in'ikadı, muteherliği<br />

ve irade fesadı sebebiyle iptali 136<br />

I. Mümessilin ehliyeti 137<br />

II. Mümessil tarafından akdin in'ikadı ve nratebeıliği ... 139<br />

III. Mümessil tarafmdan akdedilen mukavelenin irade<br />

fesadı sebebiyle iptali 141<br />

f 2. Mümessilin hüsnüniyeti 149<br />

I. Menkullerin iktisabında mümessilin hüsnüniyeti ... 149<br />

II. Satış akdinde mümessilin ayıba karşı tekeffülü 151<br />

f3. Zilyetliğin iktisabı ve mümessil 152<br />

VI


f 4. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması 155<br />

I. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının<br />

hukuki mahiyeti 156<br />

II. Mevzuatta mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapması 158<br />

III. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının<br />

muteberligi „ 167<br />

KISIM IV<br />

<strong>TEMSİL</strong>İN SONA ERMESİ<br />

BÖLÜM I<br />

<strong>TEMSİL</strong>Î SONA ERDİREN SEBEPLER<br />

f I. Temsil edilen kimsenin şahsına göre temsilin sona etme<br />

sebepleri 1^5<br />

I. Temsil edilen kimsenin ölümü 175<br />

İL Temsil edilen kimsenin gaipliği 183<br />

İÜ. Temsil edilen kimsenin medeni haklan kullanma<br />

ehliyetini kaybetmesi *,...... 184<br />

IV. Temsil edilen kimsenin iflası 185<br />

V. Temsil salâhiyetinin geri alınması 187<br />

§ 2. Mümessilin şahsına göre temsilin sona »erme sebepleri 194<br />

L Mümessilin ölümü «« 194<br />

II. Mümessilin gaipliği 195<br />

III. Mümessilin medeni hakları kullanma ehliyetini kay- I<br />

betmesi .«p 195<br />

IV. Mümessilin iflâsı 196<br />

V. Mümessilin istifası 197<br />

I BÖLÜM II<br />

<strong>TEMSİL</strong>İN SONA ERMESİNİN HÜKÜM VE NETİCELERİ<br />

fi. Temsilin sona ermesinde hüsnüniyetin korunması 199<br />

I. Hüsnüniyetli üçüncü şahısların korunması 199<br />

II. Hüsnüniyetli mümessilin korunması 204<br />

VII


§2. Temsilin sona ermesinde, salâhiyeti havi olan senedin<br />

iadesi 206<br />

I. Mümessilin salâhiyetnameyi iade mükellefiyeti 208<br />

II. Temsil olunan kimsenin salâhiyetnamenin iadesini<br />

talep etme mükellefiyeti 210<br />

VIII


BİBLİYOGRAFYA<br />

L UMUMÎ ESERLER<br />

ANSAY, S. Ş.: Hukuk Yargılama Usulleri, 7. Bası, <strong>Ankara</strong>, 1960<br />

ANSAY, S. Ş.: Hukuk İcra ve İflâs Usulleri, <strong>Ankara</strong>, 1960<br />

İARSEBÜK, E.: Borçlar Hukuku, 3. Bası, <strong>Ankara</strong>, 1950<br />

BECKER, H.: Kommentar zum Schweiz. Zivilgesetzbuch, Band VI:<br />

Obligationenrecht, I. Abt., Bern, 1941<br />

•i BERKİ, Ş.: Borçlar Hukuku, Umumî Hükümler, <strong>Ankara</strong>, 1958<br />

BİLGE, N.: Borçlar Hukuku Dersleri, Hususî Borç Münasebetleri,<br />

<strong>Ankara</strong>, 1958<br />

BINDER : Rechtsstellung des Erben, 1905<br />

4 BİRSEN, K. : Borçlar Hukuku Dersleri, 3. Bası, İstanbul, 1954<br />

COLÎN - CAPITANT: Precis de Droit Civil, t. 2, 8. ed., Paris, 1947<br />

CROME, K.: System des deutschen bürgerlichen Rechts, Tubingen -<br />

Leipzig, 1900<br />

DANZ : Die Auslegung der Rechtsgeschâfte, 8. AufL, Jena, 1911<br />

DEMOGUE, R.: Traite des obligations en general, t. I. Paris, 1923<br />

DE PAGE, H.: Traite elementaire de droit civil belge, t. 2, Bnucelles,<br />

1948<br />

DERNBURG, H. : Das bürgerliche Recht, Bd. I, Halle, 1902<br />

DERNBURG, H.: Pandekten, Obligationenrecht, Berlin, 1903<br />

ENNECCERUS - NİPPERDEY : Lehrbuch des bürgerlichen Rechts,<br />

allg. Teil, 2. Halbband, Tubingen, 1960<br />

FUNK, F.: Commentaire du code federal des obligations, fransızca<br />

tercümesi, Porret ve Perragaux, Neuchatel, 1930<br />

GUHL, T.: Le droit federal des obligations, fransızca tercümesi<br />

des Gouttes, Zürich, 1947<br />

HAAB - HOMBERGER : Kommentar zum Schweiz. Zivilgesetzbuch,<br />

IV. Bd., 3. Teil Das Sachenrecht, Zürich, 1934<br />

IX


HAAB - SIMONIUS : Kommentar zum Schweiz, Zivügesetzbuch,<br />

IV. Bd., 1. Teil, Das Sachenrecht, Zürich, 1948<br />

HELLMANN, F.: Vortrâge über das BGB, Freiburg i. Br., 1897<br />

HİRSCH, E.: Ticaret Hukuku Dersleri, <strong>Ankara</strong>, 1946<br />

HÖLDER, E.: Kommentar zum allgemeinen Teil des BGB, München,<br />

1900<br />

KOHLER : Lehrbuch des bürgerlichen Rechts, I, Berlin, 1906<br />

LANGE, H.: BGB allgemeiner, Teil,, München - Berlin, 1958<br />

LEEMANN, H.: Kommentar zum schweiz. Zivügesetzbuch, Band<br />

IV: Sachenrecht, Bern, 1920<br />

LEHMANN, H.: Allgemeiner Teil des bürgerlichen Gesetzbuchıes,<br />

Berlin, 1960<br />

MONIER, R.: Manuel Ğlementaire de droit romain, t. II,, Paris. 1944<br />

OERTMANN, P.: Kommentar zum BGB, Bd. II, 3. Aufl., Berlin,<br />

1927 . I<br />

OFTINGER, K.: Kommentar zum Sclrweiz. Zivügesetzbuch, Bd.<br />

IV: Das Fahrnispfand,, Zürich, 1952<br />

OSTERTAG, F.: Kommentar zum Schweiz. Zivügesetzbuch, Bd.<br />

IV :' Das Sachenrecht Bern, 1917 V£İ<br />

OSER - SCHÖNENBERGER : Kommentar zum Schweiz. Zivügesetzbuch,<br />

Bd. V : Das Obligationenrecht, I. Teil, 2. Aufl., Zürich,<br />

1929; Türkçe tercümesi: Seçkin, <strong>Ankara</strong>, 1947<br />

ÖKTEM, İ.: Hukuk - Usulü - Muhakemeleri Kanunu, İçtihatlar, İstanbul,,<br />

1944<br />

PALANDT, O.: Kommentar zum BGB, München, Berlin, 1960<br />

PLANCK - FLAD : Kommentar zum BGB, 4. Aufl., Berlin, 1923<br />

PLANIOL, M.: Traite elementaire de droit civü, t. 1, Paris, 1950<br />

PLANIOL - RIPERT - ESMEİN : Traite pratique de droit civil f rançais,<br />

t. V, Paris, 1952<br />

PLANIOL - RIPERT - BOULANGER: Traite pratique de droit civü<br />

français t. 2, Paris, 1947<br />

PLANIOL - RIPERT - ROUAST - SAVATIER : Traite pratique de droit<br />

civil français, t. II, Paris, 1954<br />

ROSSEL, V.: Manuel du droit federal des obligations, t. 1, Lausanne<br />

- Geneve, 1920 .,,;•/<br />

SAVIGNY, F. C.: System des heutigen römischen Rechts. Berlin.<br />

1849<br />

X


4 SAYMEN„ F. H.: Borçlar Hukuku Dersleri, I, Umumî Hükümler,<br />

İstanbul, 1950<br />

i SAYMEN - ELBİR : Türk Borçlar Hukuku, I, Umumî Hükümler, İstanbul,<br />

1958<br />

SAYMEN - ELBİR - OGUZMAN : Medenî Hukuk Pratik Çalışmaları,<br />

I, Borçlar Hukuku, İstanbul, 1953<br />

SCHUTZ - TRÖST : Bankgeschâftliches Formularbuch, 15. Aufl.,<br />

Berlin, 1959<br />

i SCHWARZ, A. B.: Borçlar Hukuku Dersleri, c. I, İstanbul, 1948<br />

STAUB - GADOW : Kommentar zum Handelsgesetzbuch, 14. Aufl.,<br />

Berlin, 1932<br />

STAUDINGER - COING : Kommentar zum BGB, allg. Teil, Münehen,<br />

Berlin, 1957<br />

TEPECİ, K.: Notlu ve İzahlı Borçlar Kanunu, <strong>Ankara</strong>, 1949<br />

VON TUHR, A.: Der allgemeine Teil des deutschen bürgerlichen<br />

Rechts, Bd. II„ 1, Leipzig, 1910; Bd. II, 2, Leipzig, 1918<br />

VON TUHR, A.: Partie gâneral des obligations, fransızca tercüme-<br />

E si: Torrente ye Thilo, Lozan, 1933 I<br />

TUOR, P.: Le code civil suisse, fransızca tercümesi: Deschenaux,<br />

Zürich, 1942<br />

VELİDEDEOÛLU, H. V. - ESMER, G.: Gayrimenkul tasarruflan ve<br />

tapu sicili tatbikatı, 2. Bası, İstanbul, 1956<br />

•iVELİDEDEOĞLU r KAYNAR: Borçlar Hukuku, Umumî Hükümler,<br />

İstanbul, 1957<br />

WELLSPACHER, M.: Das Vertrauen auf âussere Tatbestânde, Wien,<br />

1906<br />

WINDSCHEID - KIPP : Lehrbuch des Pandektenrechts, Frankfurt,<br />

1900<br />

II. MONOGRAFİ ve MAKALELER<br />

AEPPLI: im Hinblick auf den Tod des Bankkunden abgeschlossene<br />

Depotvertrâge, SJZ 44, (1948) s. 33-39<br />

AYİTER,, K.: Medenî Hukukta Tasarruf Muameleleri, Tez, <strong>Ankara</strong>,<br />

1953<br />

BALLERSTEDT, K.: Zur Haftung für culpa in contrahendo bei<br />

Geschaftsabschluss durch Stellvertreter, Arch. f. ziv. Pr. 151<br />

(1950-51), s. 501-531<br />

BEGUELIN, E. : Representation, FJS, 282 - 285<br />

XI


İBELGESAY, M. R.: Hukukî muamelelerde temsil, İstanbul, 1941<br />

BELGESAYİ "M R.: Temyiz Mahkemesi, 1. H. D.'nin 23.11.1943 tarih<br />

ve K. 4396/E. 2923 sayılı karan tahlili, İ. H. F. M.,. 1944,<br />

s. 846-847<br />

BÖCKLI, A.ş Die vererbliche Vollmacht, SJZ 19 (1922), s. 145-148<br />

CLARİSE, J.: De la representation, Tez, Lüle, 1949<br />

COHN, E.: Das rechtsgeschâftliche Handeln für denjenigen, den<br />

es angeht, Marburg, 1931<br />

CORBESCO, D.: De la representation dans les actes juridiques et<br />

principalement dans les contrats, Tez, Paris, 1912<br />

DROIN, J.: La representation indirecte en droit suisse, tez, Geneve,<br />

1956<br />

EGGER, A.: Missbrauch der Vertretungsmacht, Festgabe für<br />

Wieland, 1934, s. 47-65<br />

ESENER, T.: Türk Hususî Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul,<br />

1956<br />

V ESENER, T.: Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması, A.<br />

"" STT D. 1957,, c. XIV, sayı 1-4, s. 72 -110 ve ayrı bası<br />

FEYZİOĞLU, F.: Kan koca arasındaki gayrimenkule müteâllik vekâlet<br />

akdi, muvazaa ve namı müstear iddiaları, i. H. F. M.,<br />

c. XIX, sayı 3-4, s. 989 ve mütea.<br />

FIKENTSCHER, W.: Scheinvollmacht und Vertreterbegriff, Arch.<br />

t ziv. Pr. 154 (1955), s. 1 ve mütea.<br />

FISCHER : Auflassungsvollmacht im Scheinkaufvertrag, J W 1922,<br />

s. 191<br />

FLATTET, G.: Les contrats pour le compte d'autrui, Paris,, 1950<br />

FÜLSTER: Die rechtliche Natur der Untervollmacht, Hamburg,<br />

1928<br />

GAUTSCHI, G.: Auftrag und Geschâıtsführung in der Schweiz,<br />

Zürich, 1953<br />

GERHARD, F.: Geschâıtsführung in fremdem Interesse, Tez, Basel,<br />

1927<br />

GILLIARD, F.: Le contrat avec soi - meme, Tez, Lausanne, 1946<br />

GÖKTÜRK, H. A.: L'extinction du pouvoir de representation et<br />

les effets qui en decoulent, Tez, Geneve, 1934<br />

GRUSSENDORF : Karar tahlili, NJW 1952, s. 1210 -1211<br />

HEFTI, F.: Die Wirkungen der direkten Stellvertretung im schweizerischen<br />

und englischen Recht, Tez, Maschinenschrift,<br />

Basel, 1936<br />

XII


HELDRICH,, K.: Die Geltung der Vollmacht nach dem Tode des<br />

Vollmachtgebers, Jher. Jahrb. 79 (1928/29), s. 315 ve mütea.<br />

HOMBERGER - MARTI: Possession, Acquisition et Perte, FJS 644;<br />

Propriete Mobiliâre, FJS 670<br />

L'HUILLIER, L. : La notion du droit formateur en droit prive<br />

suisse, Tez, Geneve, 1947<br />

HUPKA, J.: Die Vollmacht, Leipzig, 1900<br />

İNAN, A. N.: «Culpa in contrahendo» — Mukavele yapılırken işlenen<br />

kusurdan dolayı mes'uliyetin hukukî sebeplerini izah<br />

nazariyeler üzerinde mukayeseli bir çalışma, Ad. Der. 1954,<br />

sayı 7, s. 878 - 887 ve sayı 8, s. 999 -1013.<br />

JOST, A.: Der Übergang von Eigentums - und Forderungsrechten<br />

vom Beauftragten auf den Auftraggeber, ZSR 72 (1953), s,<br />

131 ve mütea.<br />

KARAFAKIH: Müzakere Suçu - Culpa in Contrahendo, Arık. Bar.<br />

Der. 1953, s. 165 - 168.<br />

KEICHER, W - H.: Das Selbstkontrahieren des Stellvertreters» Tez,<br />

Bern, 1940<br />

KOCAYUSUFPAŞAOGLU N.: Türk Medenî Hukukunda Gayrimenkul<br />

Satış Vaadi, Tez, İstanbul, 1959<br />

LABAND, P.: Die Stellvertretung bei dem Abschluss von Rechtsgeschâften<br />

nach dem allg. deutch. Handelsgesetzbuch, ZHR<br />

10 (1866), S. 183 - 241.<br />

LADOR, J.: Des droit strictment personnels, Tez, Lausanne, 1933<br />

LEHMANN : Karar tahlili, JZ 1955, s. 159<br />

LENEL, O.: Handeln in fremdem Namen und Vollmacht, Jher,<br />

Jahrb. 26 (1896), s. 1-130<br />

LENEL, O.: Stellvertretung und Vollmacht, Jher, Jahrb. 36 (1906),<br />

s. 1 ve mütea.<br />

LEONHARD, F.: Vertretung beim Fahrniserwerb, Leipzig, 1899<br />

LEVY - ULLMANN, H.: La contribution essentielle du droit anglais<br />

â la thĞorie gânerale de la reprâsentation dans les actes<br />

juridiques, extrait des açta academiae universalis jurisprudentiae,<br />

1928, s. 342<br />

LÜBTOW, Ü.: Zeitschrift für das Gesamthandels - und Konkursrecht<br />

112 (1949), s. 249 ve mütea.<br />

MACRIS, TH.: Die stillschv/eigende Vollmachtserteilung, Marburg,<br />

1941<br />

MADRAY, G.: Essai d'une thĞorie generale de la repr6sentation<br />

en droit privö français, Tez, Bordeaux, 1931<br />

XIII


MEÎJERS, E. M.: Avant projet d'une loi uniforme sur la representation<br />

en matiere de droit prive patrimonial dans les rapports<br />

internationaux et rapport ülustratif, Rome, 1955<br />

MITTEIS, L.: Die Lehre von der Stellvertretung, Wien, 1885<br />

MOSER, W.: Über die Abgrenzung der Rechtsgeschâfte von Todes<br />

wegen von den Rechtsgeschâften unter lebenden, Tez, Bern,<br />

1926<br />

MÜLLER - FREIENFELS : Die Vertretung beim Rechtsgeschâft, Tübingen,<br />

1955<br />

OERTMANN, P.: Di© Rechtsbedingung (condicio iuris), Untersuchungen<br />

zum bürgerl. Recht und zur allg. Rechtslehre, Leipzig,<br />

1924 '-"^<br />

OERTMANN, P.: Grundsâtzliches zur Lehre vom Rechtsschein,<br />

ZHR 95 (1930), s. 443 ve mütea.<br />

OFTINGER, K.: Die Vertragsfreiheit. La liberte' du citoyen en droit<br />

suisse, Recueil du centenair de la constitution federale,<br />

Zürich,, 1948, s. 315 - 333<br />

OFTINGER, K.: Von der Eigentumsübertragung an Fahrnis, Tez,<br />

Bern, 1933<br />

OĞUZMAN, K.: Türk Borçlar Kanunu ve iş mevzuatına göre hizmet<br />

«iş» akdinin feshi, Tez, İstanbul, 1955<br />

ÖZKENT. H.: Medenî ve ticarî bakımdan reşit olmayan mümessilin<br />

temsil salâhiyeti, İst. Bar. Der. 1944, s. 321 ve mütea.<br />

PESTALOZZI, H. : Die indirekte Stellvertretung, Tez,, Zürich, 1927<br />

PILON, E. : Essai d'une th&me generale de la representation dans<br />

les obligations, Tez, Caen, 1897<br />

PIOTTET, P.: La formation du contrat, Bern, 1956<br />

POPESCO - RAMNICEANO, R.: De la representation dans les actes<br />

juridiques, Tez, Paris, 1927<br />

PORTMANN,, R. : Das Selbstkontrahieren des Vertreters, Tez, Zürich,<br />

1942<br />

POSTACIOĞLU, İ.: Gayrimenkullerin ferağma müteallik akitlerde<br />

şekle riayet mecburiyeti, Tez, İstanbul, 1945<br />

POSTACIOĞLU, İ.: Nam -1 müstear meselesi: Vekâlet ve itimat<br />

mukaveleleri ile muvazaanın karşılıklı münasebetleri, i. H.<br />

F. M., 1947, sayı 3, c. XIII, s. 1011<br />

RABEL: Unwiderruflichkeit der VoUmacht, Zeitschrift für auslândisches<br />

und internationales Privatrecht 1933, s 797 ve<br />

mütea.<br />

REICHEL, H.: Höchstpersönliche Rechtsgeschâfte, Basel, 1931<br />

XIV


REICHEL, H.: Vertragsschiuss in eigenem öder in fremdem Namen,<br />

SJZ 16 (1919-20), S. 173.<br />

RÜMELIN, M.: Das Handeln in fremdem Namen im bürgerlichen<br />

Gesetzbuch, Arch. für ziv. Pr. 93 (1902), s. 131-308<br />

RYCHNER, H. : Die Vollmacht über den Tod hinaus (Vollmacht<br />

post mortem) im Postcheckverkehr, SJZ 1956, s. 222 - 225<br />

SAUSSURE, C.: L'acte juridique fait şans pouvoirs de reprĞsentation,<br />

Tez,, Lausanne, 1945<br />

SCHLOSSMANN, S.: Die Lehre von der Stellvertretung, insbesondere<br />

bei obligatorischen Vertrâgen, Leipzig, 1900 -1902<br />

SEELER, W.: Vollmacht und Scheinvollmaeht, Arch. f. bürg. Recht<br />

28 (1906), s. 1-52<br />

SIBER, H.: Buchrechtsgeschâft, Tübingen, 1909<br />

STÂHELI, H.: Das rechtsgeschâftliche Handeln für denjenigen^<br />

den es angeht, Tez, Preiburg, 1938<br />

SUNGURBEY, 1: Yargıtay İçtihatları Hukuk Bölümü Genel Kurulu'nun<br />

15.5.1957 gün ve 2/11 sayılı kararını tahlil, İst. Bar.<br />

Der. 1957, sayı 6, s. 237 ve mütea.<br />

TANDOCrAN, H.: La nullite, l'annulation et la resiliation partielles<br />

des contrats, Tez, Geneve, 1952<br />

TANDOCrAN, H.: Vekâletsiz iş görme, İstanbul, 1957<br />

THALMESSINGER, CH.: Beitrâge zur Lehre von der Vollmacht,<br />

Tez, Zürich, 1931<br />

TONGSÎR, F. B.: Les actes juridiques concrets et les actes juridiques<br />

abstraits en droit prive suisse, Tez, Geneve (İstanbul),<br />

1 1951<br />

TOPÇUOGLU, H.: Kanuna karşı hile, Tez, <strong>Ankara</strong> (İzmit), 1950<br />

VON TUHR, A.: Die unwiderrufliche Vollmacht, Tübingen, 1908<br />

TITZE : Karar tahlili, JW 1952, 2, s. 1753,, No. 10<br />

JUNG, E.: Anweisung und Vollmacht, Jher. Jahrb. 69 (1920), s. 82<br />

ve mütea.<br />

YUNG, W.: La theorie de l'obligation afcstraite et la reconaissance<br />

de dette non causee en droit suisse, Tez, Geneve, 1930<br />

ZIMMERMANN, E.: Die Lehre von der stellvert re tenden Negotiorum<br />

Gestio, Strasbourg, 1876<br />

ZITTELMANN: Irrtum und Rechtsgeschâft, 7. Aufl., Leipzig, 1879<br />

XV


Ad. Der.<br />

A. H. F. D.<br />

allg. Teü<br />

A. M. K.<br />

Ank. Bar. Der.<br />

Arch. f. bürg. R.<br />

Arch. für ziv. Pr.<br />

Av. M. K.<br />

Bd.<br />

BGB<br />

Bk.<br />

B.K.<br />

c.<br />

Cass.<br />

Çev.<br />

D.<br />

DJZ<br />

E. / K.<br />

f.<br />

FJS<br />

Fr. M.K.<br />

H. U. M. K.<br />

İ. B. K.<br />

İc. İf. K.<br />

t. H. F. M.<br />

İ.M.K.<br />

İst. Bar. Der.<br />

İt M.K.<br />

KISA LTMA LAR<br />

Adalet Dergisi<br />

<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Hukuk Fakültesi Dergisi<br />

allgemeiner Teil<br />

Alman Medenî Kanunu<br />

<strong>Ankara</strong> Barosu Dergisi<br />

Archiv für bürgerliches Recht<br />

Archiv für die zivilistische Praxis<br />

Avusturya Medenî Kanunu<br />

Band<br />

Bürgerliches Gesetzbuch<br />

Bakınız<br />

Borçlar Kanunu<br />

Cilt<br />

Cassation<br />

Çeviren<br />

Dalloz<br />

Deutsche Juristenzeitung<br />

Esas / Karar<br />

Fıkra<br />

Fiches juridiques Suisses<br />

Fransız Medenî Kanunu<br />

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu<br />

İsviçre Borçlar Kanunu<br />

İcra İflâs Kanunu<br />

İstanbul <strong>Üniversitesi</strong> Hukuk Fakültesi Mecmuası<br />

İsviçre Medenî Kanunu<br />

İstanbul Barosu Dergisi<br />

İtalyan Medenî Kanunu<br />

XVII


JdT<br />

Jher. Jharb.<br />

JW I<br />

JZ<br />

Kars.<br />

m.<br />

Mad., No.<br />

M.K. 1<br />

Motive<br />

NJW<br />

No.<br />

R.g.<br />

RGZ<br />

RO<br />

S.<br />

s.<br />

Sem. Jud.<br />

SJZ I<br />

t<br />

Tem.<br />

Tem.<br />

Tem.<br />

Tem.<br />

H. D.<br />

H. G. K.<br />

H. U. H.<br />

T. D.<br />

T. İç. Kül.<br />

T. K.<br />

Tev. İç. K.<br />

Vorbem.<br />

ZbJV<br />

ZHR<br />

ZPO<br />

ZSR |<br />

Le journal des tribunaux .<br />

Jhering Jahrbuch<br />

Juristische Wochenschrift<br />

Juristenzeitung<br />

Karşılaştırınız<br />

Madde<br />

Madde, Numara<br />

Medenî Kanun I<br />

Motive zu dem Entwurfe eines Bürgerlichen<br />

Gesetzbuches<br />

Neue Juristâsche Wochenschrift<br />

Numara<br />

Resmî Gazete<br />

Entscheidungen des Reichsgerichts in Zivilsachen<br />

Le Recueil officiel'<br />

Sirey I<br />

Sahife<br />

La semaine judiciaire<br />

Schweizerische Juristenzeitung I<br />

tome<br />

Temyiz Hukuk Dairesi<br />

Temyiz Hukuk Genel Kurulu<br />

Temyiz Hukuk Umumî Heyeti<br />

Temyiz Ticaret Dairesi I<br />

Türk İçtihatlar Külliyatı<br />

Ticaret Kanunu<br />

Tevhidi İçtihat Karan<br />

Vorbemerkungen<br />

Zeitschrift des bernischen Juristenvereins<br />

Zeitschrift Pür das gesamte Handelsrecht<br />

Zivil Prozess Ordnung<br />

Zeitschrift für schweizerisches Recht<br />

XVIII


BAŞLANGIÇ<br />

§ I. Temsil Hukukunum Tekâmülü<br />

I. Temsil hukukunun ehemmiyeti ve tekâmülü<br />

Temsil modern hayatın doğurduğu zaruri ihtiyaçların icap ettirdiği<br />

bir hukuki müessese olup sosyal hayatta büyük bir rol oynar.<br />

Bir taraftan iktisadi münasebetlerde ve ticari hayatta husule gelen<br />

değişmeler, milletler arası ticari münasebetlerin inkişaf etmesi diğer<br />

taraftan, ihtisaslaşma ve mukavele hukuku sahasında akit serbestisi<br />

prensibinin rağbet görmesi temsilin önemini arttırmıştır.<br />

Bir hukuki muamele prensip itibariyle o muameleyi yapan kimse<br />

hakkında hüküm ifade eder. Fakat bir kimsenin kendi başına<br />

hukuki bir muamele yapabilmesine hukuken veya maddi bakımdan<br />

mani bulunan hallerde muamele bir temsilci marifetiyle yaptırılmaktadır.<br />

Ehliyetsizlik gibi hukuki bir mani sebebiyle bir hukuki muameleyi<br />

bizzat yapmaya muktedir olmayan kimse muameleyi ancak<br />

kanunî mümessili vasıtasiyle yapabilir. Hukuken mâni bulunan bu<br />

gibi hallerde modern hukuk temsile bir himaye vazifesi (Söhutzfunktion)<br />

izafe etmektedir (1).<br />

Diğer taraftan, ticari hayatın inkişaf etmesi neticesi bir kimsenin<br />

tek başına bütün hukukî muamelelerini yapmasına imkân kalmadığından<br />

mutavassıt şahıslar birçok muamelelerin yapılmasına iştirak<br />

ettirilmektedirler. Filhakika bir kimse işlerinin tenevvüü ve çokluğu,<br />

muhtelif memleketler ve hattâ kıtalar arası ticari münasebet-<br />

(1) Staudinger - Coing, mad. 164 vorbem.<br />

t


lerde bulunması, hastalık, gaybubet, yaşlılık gibi sebeplerle bİT hukukî<br />

muameleyi bizzat yapamayacak durumda olabilir (2).<br />

Temsilin gayesi, bir kimsenin hukuki muamele yapabilmesi<br />

için, hukuki veya maddi mâni bulunan hallerde o kimsenin muamelelerini<br />

kolaylaştırmaktır (3). Görüldüğü veçhile, temsil herşeyden<br />

evvel temsil edilenin menfaatlerini istihdaf eder. Mamafih,<br />

bazan temsile temsilcinin menfaatine olarak da baş vurulabilir, (in<br />

rem şuam).<br />

Temsil mukavele hukuku sahasında o derece ehemmiyet kazanmıştır<br />

ki Roma hukukunda temsilin muayyen istisnalar haricin-'<br />

de ve her halde Justmianus'a. kadar meçhul kalmasının sebebi, ancak<br />

romanın şekilperest hukuku ve içtimai ve iktisadi teşkilâtı ile<br />

izah edilebilir.<br />

Roma hukuku o derece şekle bağlı idi ki, umumiyetle kabul<br />

edildiğine göre, bir mukavelenin aktedilmesi tarafların karşılıklı ve<br />

birbirine uygun surette iradelerini izhar etmeleri yerine ancak âkit<br />

tarafların bizzat şekil şartlarını yerine getirmeleri ile mümkün oluyordu.<br />

Bu kaide bütün mukaveleler ve hususiyle stipulatio hakkında<br />

cari idi (4). Bu şekilcilik temsil fikrini ortadan kaldırıyordu. Diğer<br />

taraftan, içtimai teşkilât bakımından pater familias, hakimiyeti<br />

altında bırakılan kimseler (oğul veya esir gibi) vasıtasiyle hareket<br />

edebildiğinden temsile ihtiyaç da duyulmamıştır. Pater familias, hakimiyeti<br />

altında yaşayan bir alieni iuris'm yaptığı hukuki muamelenin<br />

doğrudan doğruya alacaklısı olabiliyordu. Buna mukabil, pater<br />

familias ancak kendi talimatı üzerine alieni iuris'm yaptığı bir muamele<br />

ile borçlu olurdu. Bu sistem üçüncü şahıslar için mahzurlu olduğundan,<br />

bunu bertaraf için, pretör alieni iuris'm yaptığı bir muameleden<br />

pater familias\ mesul kılabilmek maksadiyle, üçüncü şahıslara<br />

actiones adijecticiae qualitatis demlen bir dâva hakkı bahşederdi<br />

(5). Ancak klâsik Roma hukukunda kanuni mümessilin (tutor<br />

2<br />

(2) Clarise, s. 20 - 21<br />

(3) Oser - Schönenberger, Mad 32 - 40 No. 3<br />

(4) Clarise, s. 40<br />

(5) Monier, c. n, No. 89, s. 20; yine Bk. Popesco - Ramniceano, s.


ve ourator) ifa ettiği muameleler için vasıtasız temsil kabul edilmiştir<br />

(6). O zamana kadar Roma hukukunda 'hâkim olan telâkkiye göre<br />

irade, ancak irade sahibinin hukuki sahasında hüküm ve netice<br />

meydana getirebildiğinden bu iradenin bir başkasının hukuki sahasında<br />

hüküm, ve netice meydana getirmesi mümkün görülmüyordu<br />

(7). §• I 's;: l |<br />

Tabii hukukta Hugo Grotius de iure belli ac pacis isimli ese-j<br />

rinde (8) vekilin vekâlet akdine istinaden akdettiği bir muamelenin<br />

hüküm ve neticelerinin temsil edilene raci olacağım yazıyordu.<br />

M Kilise hukukunda da bir kimsenin mutavassıt şahıs marifetiyle<br />

mukavele aktedebilmesi mümkün idi: qui facit per alkım est perinde<br />

ac si faciat per se ipsimi (9).<br />

islâm hukukunda temsil bidayettenberi malûm idi. Mecellei<br />

ahkâmı adliye, vekâlete tahsis ettiği müstakil bir kitapta, hukuki<br />

muamelelerde temsile dair islâm hukukunun mektup olmayan kaidelerini<br />

kanunlaşbrmıştır (10).<br />

Fransız medeni kanununda temsil vekâlet akdinden tefrik edilmemiş,<br />

ancak Fransız doktrininde müstakil olarak incelenmiştir (11).<br />

Temsili vekâletten tefrik ederek hakiki ve müstakil karakterini ortaya<br />

çıkaran 19 asrın ikinci yansında Alman hukuk ilmi olmuştur.)<br />

Hususiyle Laband şöyle diyordu (12) : Amme hukuku sahasında<br />

ve hükmi şahıslarda nasıl bir kimsenin iradesi ile temsil edilenin<br />

hukuki sahasında hüküm ve netice meydana getirmek mümkün ise,<br />

iki veya daha ziyade hakiki şahıs arasında da temsili kabul etmek<br />

lâzımdır. Temsilcinin mukavele iradesi hukuki bakımdan temsil<br />

olunamn iradesi yerine kaim olur.<br />

Alman hukukunu takiben İsviçre hukukunda, 1881 tarihli İs­<br />

viçre borçlar kanununun 36 ve müteakip maddelerinde, temsil ve­<br />

to) Monier, s. 338 -V<br />

(7) Laband, s. 186<br />

(8) II, 11, § 18 - Staudinger, mad 164 vorbem No. 4, 8. 942<br />

(9) Beguelin, FJS 282, s. 2<br />

(10) Belgesay, 8. 8<br />

(11) Eski Fransız hukuku için Bk. Clarise, 49 - 61<br />

(12) Laband. s. 187<br />

3


Metten müstakil olarak tanzim edilmiştir. Borçlar kanunumuzun iktibas<br />

edildiği 1911 tarihinde ilân ve 1912 de yürürlüğe girmiş bulunan<br />

isviçre borçlar kanununda temsil umumi hükümler meyânında<br />

tanzim edilmiştir.<br />

Temsil hukukunun ehemmiyetini nazarı itibara alan Romadaki<br />

hususi hukukun tevhidi enstitüsü de temsile müteallik kaideler arasında<br />

yeknesaklığı temin etmek maksadiyle en son.olarak bir proje<br />

hazırlamış bulunmaktadır (13).<br />

II. Temsili izah için ileri sürülen nazariyeler<br />

Vasıtasız temsilde yapılan hukuki muamelenin hüküm ve neticelerinin<br />

doğrudan doğruya temsil olunana terettüb ettiğini izah<br />

etmek maksadı ile muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Bu nazariyelerin<br />

tetkiki, sadece nazari bakımdan değil pratik bakımdan da<br />

ehemmiyet taşrr. Ehliyet, hüsnüniyet veya suiniyet, iradenin fesadı,<br />

tefsir gibi hususlar mukaveleyi akteden kimsenin temsil olunan veya<br />

temsilci olmasına göre tâyin edilecektir (14).<br />

1. Fiksiyon nazariyesi<br />

Bazı müellifler temsili bir faraziyeye istinat ettirmektedirler.<br />

Fiksiyon nazariyesi denilen bu görüşe göre mümessil, temsil olunan<br />

kimse namına bir akit yapmak için bir irade beyanında bulunduğu<br />

zaman, sanki mümessil değil de temsil olunan iradesini beyan<br />

ediyor farzediHr. Temsilcinin iradesi hukuki bakımdan temsil olunanın<br />

iradesine tekabül eder. Laband'm ifade ettiği veçhile (15),<br />

muameleye vücut veren mümessilden sâdır olan irade beyanı olduğu<br />

halde sanki temsil olunanın iradesi imiş gibi hüküm ve netice<br />

tevlit eder. Pothier gibi bazı eski tanınmış Fransız hukukçulan da<br />

bu nazariyeye taraftar olmuşlardır. Bu müelliflere göre hukuki<br />

muamelenin hüküm ve neticelerinin inhirafı bahis mevzuu olmaz.<br />

qui mmdat ipse fecisse videtur.<br />

(13) E. M. Meijers «arant projet d'une loi uniforme sur la represantation<br />

en matiere de droit prive patrimonial dans les rapports<br />

internationaux et rapport illustratif»<br />

(14) Beguelin, FJS No. 282, s. 3<br />

(15) Laband, s.187, 225 ve hususiyle 226; yine Bk. Clarise s.H7,, No. s.71<br />

4


Bu nazariye kafi olarak doktrinde reddedilmiştir. Zira, temsil<br />

salâhiyetinin kanuna istinat ettiği hallerde mümessilin, kasınn iradesini<br />

taşımakta olduğu iddiası müdafaa edilemez. Çünkü, kasınn<br />

temyiz kudretinden tamamen mahrum bulunduğu zamanlar için<br />

dahi kanunî mümessilin yaptığı muameleler temsil olunanı ilzam<br />

etmektedir (16). Diğer taraftan bu nazariye tehlikelidir, zira her<br />

hukuki müşkilât bir fiksiyon ile izah edilebilir. Fiksiyon nazariyesi<br />

ile temsilin esası izah edilmeyip problem başka bir şekilde vaz edilmektedir*<br />

Hukuk tekniğinin ilerlemesiyle fiksiyon nazariyesinin,<br />

üemsili izah edemiyeceği anlaşılmıştır.<br />

2. Saviguy nazariyesi (Geschaeftsherrntheorie)<br />

Savigny eski Roma hukukunda temsilin caiz görülmeyişinin sebebini<br />

formalist muamelelerin mevcudiyeti ile.izah ve kendi zamanında<br />

Alman hukukunda şekle bağlı stipuUMö'\axm. ortadan kalktığına<br />

işaret ettikten sonra mümessilin yaptığı hukukî muamelenin<br />

temsil olunana terettüp edebileceğini izah için mümessilin, temsil<br />

olunanın iradesini taşıyan bir vasıtadan (nuntius) başka bir şey olmadığını<br />

beyan etmiştir (17). Ona göre, mümessil temsil edilenin<br />

bir organı mahiyetinde telâkki edilebilir. Prensip şudur: Kimse yabancı<br />

bir irade ile bağlanamaz. Böylece, hakikat halde, hukukî<br />

muameleyi temsil olunanın beyan ettiği irade vücude getirmektedir.<br />

Mukavele, temsil olunan kimse ile diğer tarafın beyan ettikleri<br />

iradeler neticesinde meydana gelmekte, ancak mümessil, temsil olunanın<br />

irade beyanını diğer âkit tarafa taşımaktadır. Binaenaleyh<br />

aktedilen muamelenin muteberlik şartlan temsil olunana göre tâyin<br />

edilir. Mümessil ile resulü birbirine kanştıran ve arada ancak bir<br />

derece farkı müşahede eden bu görüş tarzı da modern doktrin ta-|<br />

rafından reddedilmiştir. Filhakika modern doktrinde mümessil,<br />

muhbirden kat'i surette tefrik edilmiştir. Muhbirin vazifesi tamamen<br />

pasif, başkasının iradesini taşımaktan ibaret olduğu halde, mümessil<br />

kendi iradesini izhar eder.<br />

3. Halefiyet nazariyesi (Theorie de la substitution) veya mamelek<br />

nazariyesi<br />

(16) Planiol Riperfc Eflmein, C. VI, No. 55, s. 62-63; Arsebük, s. 466.<br />

(17) Savigny, C. II, s. 50 ve müt. yine Bk. Clarise, s. 151 -153; Popesco<br />

Ramniceano, s. 17 - 19<br />

5


Bu nazariye taraftarları mümessil tarafından aktedileıı muamelenin<br />

hüküm ve neticelerinin temsil olunana terettüp ettiğini izah<br />

etmek için Jhering'in hukukî muamelelerin bölünmezliği prensibh><br />

den hareket etmişlerdir. Bir hukukî muamele, muteberliği ve neticelerile<br />

birlikte parçalanmaz bir bütün teşkil etmektedir. Eski hukukun<br />

temsili reddetmesinin sebebi, hukukî muamelenin sebebi<br />

(causa) ile hüküm ve neticelerinin (effets) aynlabileceğini tasavvur<br />

edemeyişinden ileri gelmiştir. Sebep (fiil ve hareket) mümessilin<br />

şahsına taallûk ettiği halde, o muamelenin hüküm ve neticeleri temsil<br />

olunana ait olur. Diğer bir tâbirle, temsilde hakikat halde bir<br />

bütün olan hukukî muamelenin sun'i olarak bölünmesi bahis mevzuudur.<br />

Bu bölünme neticesi, akdi yapan mümessil o akitten neş'et<br />

eden neticelere yabancı kalmakta ve bunlar temsil edilene ait olmaktadır.<br />

Bu bölünmeyi ve dolayısile hukukî muamelenin hüküm<br />

ve neticelerinin temsil olunana ait olduğunu göstermek için, hususiyle<br />

bazı Fransız hukukçuları gayret sarfetmişlerdir.<br />

a) Pilon nazariyesi. Pilon'un teklif ettiği formüle göre (18)<br />

temsil, mümessilin temsil olunanın yerine ikame edilmesidir. Diğer<br />

bir tâbirle, akdin teşekkülüne iştirak eden mümessilin iradesi temsil<br />

olunanın iradesinin yerine geçmekte ve bu akdin hüküm ve neticeleri<br />

temsil olunana terettüp etmektedir. Şu halde eski ve klâsik<br />

sübjektif borç telâkkisine nazaran bir borç münasebeti iki şahıs arasında<br />

vücude geldiği halde, Pilon (19), objektif borç telâkkisini nazarı<br />

itibare alarak borcun, esas itibarile, iki mamelek arasında bir<br />

rabıta olduğunu beyan etmiştir. Muhtelif edalar, mamelekler arasında<br />

vukua gelir. Şahıs ise sadece mamelekin bir uzvu olarak ortaya<br />

çıkmaktadır. İşte Pilon'a göre (20), mamelekler arasındaki münasebet<br />

bu mameleklerin normal organı olan sahipleri tarafından<br />

tesis edilebileceği gibi her mamelek, üzerinde tasarrufa salahiyetli<br />

olan kendi normal organından başka bir organı tarafından da alacaklı<br />

ve borçlu kılmabilir. Pilon nazariyesi hususiyle Clarise tarafından<br />

(21) tenkit edilmiştir. Pilon nazariyesi borcu iki mamelek<br />

arasında bir rabıta olarak gören objektif borç telâkkisine istinat et-<br />

(18) Pilon,, No. 34, s. 47; Clarise, s. 156, No. 77<br />

(19) Pilon, s. 51, No. 36 ve s. 319<br />

(20) Pilon, s. 48 ve müt.<br />

(21) Clarise, s. 158 - 162<br />

6


mektedir. Halbuki mamelek bir hak sujesi değildir. Kaldı ki Pilon,<br />

mümessilin kendi iradesini izhar ettiğini kabul ettiğine göre mümessilin<br />

iradesi temsil olunanın talimat verdiği haller, haricinde<br />

her zaman temsil olunanın iradesi yerine kaim olmaz. Bilhassa umumî<br />

temsil salâhiyetinde durum 'böyledir. Diğer taraftan, pozitif hukukda<br />

bir borç münasebetinde borçlunun şahsını nazarı itibare almamaya<br />

imkân yoktur.<br />

b) Levy - Ulhtıann nazariyesi. Bu hukukçu Pilon nazariyesini<br />

tekâmül ettirmiş ve temsil ile borç arasındaki münasebet üzerinde<br />

durmuştur. Bu müellife göre geniş manâsında borç, alacaklının mamelekine<br />

dahil olan bir unsurdur. Temsil ise hukukî muamelenin vâde<br />

ve şart gibi bir tâdilinden ibarettir (modalite de l'acte juridique)<br />

(22). , 'gg' >'<br />

Popesco - Ramniceano (23) bu nazariyenin her hukuk sistemine<br />

uyduğunu izaha çalışmıştır. Bu müellife göre, her hukukî muamele<br />

normal olarak o muameleyi yapanları ilzam eder. Temsil ise<br />

bu neticeyi tâdil etmek (modalite) gayesini takip eder. Meselâ, bir<br />

mümessil tarafından aktedilen bir satış akdi normal olarak o akdi<br />

yapan mümessil ile üçüncü şahıs arasında hüküm ve netice meydana<br />

getireceği yerde üçüncü şahıs ile temsil olunan arasında hüküm<br />

ve netice meydana getirmesinin sebebi, tarafların böyle bir tadilâtı<br />

istemiş olmalarındandır. Filhakika taraflar satış akdinin hüküm<br />

ve neticelerinin temsil olunana ait olması üzerinde anlaşmışlardır.<br />

Böylece, mukavelenin normal neticeleri tarafların iradeleri ile tâdil<br />

edilmektedir.<br />

Bu nazariye hususiyle Fransız hukukçularından Madray (24)<br />

tarafından tenkit edilmiştir. Madray'a göre temsil hukukî muamelenin<br />

tâdili olarak izah edilemez. Bilâkis temsil, temsil suretiyle yapılan<br />

muamelenin inşaî unsurlarından birisidir. Halbuki vâde veya<br />

şartda hukuki muamelenin unsurlarından bir veya bir kaçı henüz|<br />

tahakkuk etmemiştir. Bir temsil münasebetinde ise hukukî muamelenin<br />

bütün unsurları mevcuttur. Esasen inşaî unsurlardan birisi ek-<br />

(22) Levy - Ullmann, s. 342 ve müt.<br />

(23) Popesco - Ramniceano, s. 218 - 219<br />

(24) Madray, s. 124 - 132<br />

7


sikse temsÜ münasebeti cari olmaz. Şu halde temsil hukukî muamelemin<br />

tâdil edilmiş bir şekli değildir.<br />

4. Mitteds Nazariyesi (Vermittlungstneorie)<br />

Mitteis'e göre (25) temsil suretiyle yapılan bir hukukî muamelenin<br />

teşekkülüne temsil olunan kimse ile mümessil birlikte iştirak<br />

ederler. Böylece temsil olunan kimsenin iradesi ile temsil yetkisinin<br />

şümulü nisbetinde mümessilin beyan ettiği irade, müşterek<br />

surette diğer tarafın iradesiyle birleşmek suretiyle akit vücuda<br />

gelmektedir. Şu halde ne mümessil ve ne de temsil olunan tek<br />

başına a priori o muamelenin 1 failleri olarak telâkki edilemez. Bu nazariyeye<br />

göre temsil suretiyle yapılan hukukî muamelenin muteber<br />

olup olmadığının tâyini için bu iradelerin her birinin ayrı ayrı<br />

tetkiki icap eder. Tanınmış Alman hukukçusu Crome'nin (26), istikbalim<br />

nazariyesi olarak tavsif ettiği bu nazariye de temsil olunan<br />

tarafından şümulü tâyin edilen temsil yetkisi ile temsili birbirine<br />

karıştırdığından dolayı kabul edilmemiştir. Esasen mümessilin<br />

yaptığı hukukî muamelenin bazan temsil olunan bazan mümessilin<br />

iradesine istinat ettiği fikri müdafaa edilemez. Kaldı ki, bu nazariye<br />

sadece mümessilin iradesini izhar etmesi neticesi meydana<br />

gelen bir muamelenin hangi sebebe istinaden temsil olunanı alacaklı<br />

veya borçlu kıldığım izah edemez (27).<br />

5. Temsil nazariyesi (Reprâsentationstheorie)<br />

Alman hukukçuları tarafından ortaya atılan bu nazariye Alman<br />

Medenî kanunu tarafından da kabul edilerek m. 164, 165, 166<br />

f. 1 ve 166 f. 2'de ifade edilmiştir. Jhering, Hölder, Dernburg (28)<br />

gibi bazı müellifler mümessilin muhbirden farklı olduğunu, muhbÎTm<br />

sadece iş sahibinin bif aleti olduğu halde mümessilin kendisine<br />

has iradeyi beyan ettiğini müşahade etmişlerdir.<br />

Modern Fransız doktrini de mümessilin kendi iradesini izhar<br />

etmesi suretiyle yaptığı bir muamelenin, temsil olunanın hukukî sa-<br />

(25) Mitteis, s. 109 ve yine Bk. Lenel, s. 15 ve Mûtea.<br />

(26) Crome, allg. Teil § 103, No. 21 I<br />

(27) karş. Clarise s. 165<br />

(28) Hölder, Pandekten s. 298; Dernburg, Pandekten 1. s. 117* Jhering,<br />

Jahrbuch I, s. 278<br />

8


hasmda hüküm ve netice meydana getirdiğini kabul etmektedir (29).<br />

Türk İsviçre BK. m. 32 de ve doktrinde (30) kabul edilen temsil<br />

nazariyesine göre, mümessil tarafından yapılan muamele nazarı itibara<br />

alınmakta ve bu muamelenin hükümleri temsil olunana terettüp<br />

etmektedir. Temsilcinin kendi iradesiyle yaptığı hukukî muamelenin<br />

hüküm ve neticelerinin temsil olunana ait olması kanunî temsilde<br />

kanun ve akdi temsilde temsil olunan tarafından mümessile<br />

bahşedilmiş bulunan temsil yetkisine istinat eder (31). Diğer bir<br />

tâbirle, kanun veya mümessile verilmiş olan temsil salâhiyeti, mümessilin<br />

yaptığı hukukî muamelenin tevlit ettiği hüküm ve "neticelerin<br />

temsil edilenin hukukî sahasında meydana gelmesi için aranılan<br />

kanunî bir şarttır.<br />

Temsil nazariyesine göre temsilin esası, mümessilin kendisine<br />

has iradeyi izhar etmek maksadiyle yaptığı muamelenin temsil olunanın<br />

hukukî sahasında hüküm ve netice meydana getirmesinde<br />

tecelli eder. Türk İsviçre doktrin ve tatbikatında temsil nazariyesi<br />

ittifakla kabul edilmiş bulunmaktadır. Biz de tetkiklerimizde temsil<br />

nazariyesini esas ittihaz edeceğiz.<br />

6. Müşterek hukukî muamele nazariyesi (Gesamt Rechtsgeschâf<br />

t theorie)<br />

Alman hukuk profesörlerinden Müller - Freienfels, son zamanlarda<br />

Alman doktrininde Mitteis nazariyesinin tesiriyle, gittikçe<br />

rağbet gören yeni bir görüş tarzını müdafaa etmektedir. Bu hukukçuya<br />

göre halen Alman, isviçre ve Fransız hukukunda hâkim olan<br />

temsil nazariyesi temsilin esası olarak, mümessilin tamamen kendi<br />

iradesiyle üçüncü şahıslarla akdettiği hukukî muameleyi nazarı itibara<br />

almaktadır. Başka bir tâbirle, mümessilin iradesini beyan etmesi<br />

neticesi husule gelen hukukî muamele, üçüncü şahısla yapı-<br />

(29) Planiol - Ripert - Esmeni, C. VI No. 55 s. 62; Demogue s. 363;<br />

Oorbesco s. 38; kritik için Bk. Madray s. 114 -122<br />

(30) von Tuhr, s. 310; Oser - Schönenfoerger, M ad. 32-40 No. 3;<br />

Becker Mad. 32 No. 15; Beguelin PJS 282 No. 3; Yine Bk. RO<br />

42 II, 651 - JdT 1917 S. 333<br />

(31) Laband, s. 229<br />

9


lan akdin diğer tarafı olarak kabul edilen temsil olunanın hukukî<br />

sahasında hüküm ve netice meydana getirmektedir. Şu halde,<br />

Federal Mahkemenin (32), hukukî muamele temsil olunan tarafından<br />

değil bizzat mümessil tarafından akdedilir, telâkkisi müdafaa<br />

edilemez (33). Müller - Freienfels'e göre (34) bugün temsil nazariyesinin<br />

ışığı altında şu hususlar tesbit edilmiştir, a) temsil salâhiyeti<br />

müstakil bir hukuki muamele olup mümessil tarafından yapılan<br />

muamelenin bir kısmı değildir, b) temsil salâhiyeti ile mümessil<br />

tarafından yapılan hukukî muamele arasmda illiyet rabıtası<br />

mevcut değildir, c) Temsil salâhiyeti tek taraflı bir hukukî<br />

muameledir. Bu üç noktayı tenkit eden Müller - Freienfels'e göre<br />

temsil salâhiyeti ile istihdaf edilen gaye ancak temsilci ile üçüncü<br />

şahıs arasında bir hukukî muamele yapıldığı zaman tahakkuk eder.<br />

Bu müellif temsil salâhiyeti ile onun esasını teşkil eden Vertreter<br />

gesch'dft arasında yakın bir illiyet rabıtası mevcut olduğunu müşahede<br />

etmiştir. Bu nazariyenin esası şu şekilde izah edilebilir: J3ir<br />

temsil münasebetinde mümessil tarafından aktpriilpn muamelenin<br />

hüküm ve neticelerinin temsil olunanın hukukî sahasında tecelli etmesinin<br />

sebebi iki ayrı ve müstakil birer hukukî muamele olarak!<br />

rfavsîî edilen temsil salâhiyeti ve Vertretergeschaft değil, bilâkis esasında<br />

müstakil olmıyan ve her iki muamelenin birleşmesinden husule<br />

gelen müstakil bir hukukî muameledir. Vaziyet icap ve kabul<br />

beyanına benzetilebilir. Nasıl ki icabm kabul edilmesi suretiyle<br />

bunlardan mücerret yeni bir akit teşekkül ediyorsa, temsilde de<br />

yeni birleşik bir muamele meydana gelmektedir. Mamafih, temsilde<br />

vaziyet icap ve kabuldekînden farklıdır. İcap ve kabulde<br />

akit kabul beyanı ile teşekkül ettiği halde, temsilde birleşik hukukî<br />

muamele mümessilin kabul beyanı ile teşekkül etmeyip<br />

belki sadece icap veya kabul ile meydana gelir. Zira temsilde icap<br />

ve bu icabın kabulü yoktur. Fakat Vertretergeschaft temsil salâhiyeti<br />

ile birlikte bir hukukî mcamele meydana getirir. Başka bir tâbirle,<br />

temsil olunan kimse ile mümessilin irade beyanları birbirine<br />

paralel olduğu halde, mucip ve kabul edenin irade beyanları bir-<br />

(32) RO 42 II 651 Das Geschâft Wird durch den Vertreter, nicht<br />

durch den Vertretenen verrnittels des Vertreters abgeschlossen<br />

(33) Müller - Freienf els, s. 211-212 ve 6<br />

(34) Müller - Freienrels, &. 216 - 217<br />

10


irleriyle karşılaşır. Hukuk nizamı ne sadece temsil salâhiyetinin verildiği<br />

hukukî muameleye ve ne de mümessilin aktettiği hukuki<br />

muameleye değil bunlann ikisine birden temsil neticesini izafe<br />

eder. Hukukî netice hem temsil olunan ve hem de mümessil tarafından<br />

istenmiş telâkki edilir. Staudinger - Coing (35) de, Müller -<br />

Freienfels'e iştirak edeıek, bizzat Alman kanun vazımın m. 166 f. 2<br />

ile bazı hallerde temsil olunanın şahsının nazan itibara alındığını<br />

kaydetmektedir.<br />

Birleşik hukukî muamele nazariyesi kabul edilecek olursa, temsil<br />

nazariyesinden farklı hüküm ve neticeler meydana gelecektir<br />

ki ilerde sırası geldikçe bunlara temas edeceğiz. Fikrimizce bu nazariye<br />

şu basit misalle kolaylıkla izah edilebilir. Bir evin müşterek<br />

malikleri feshi ihbar ettikleri zaman bu müşterek irade beyanı neticesi<br />

nasıl müşterek bir hukukî muamele meydana geliyorsa, temsil<br />

olunan temsil salâhiyeti vermek ve mümessilin esas muameleyi<br />

yapmak hususunda iradelerini beyan etmeleri ile de müşterek<br />

bir hukukî muamele meydana gelmektedir. Alman doktrininde bu<br />

nazariye Enneccerus - Nipperdey (36) tarafından tenkit edilmiştir.<br />

Bir muamelenin muteberlik şartı olan bir hususun aynı muamelenin<br />

bir cüz'ü olarak kabul edilmesine imkân yoktur.<br />

§. 2. Temsilin nevileri ve mevzuun takyidi<br />

I. Temsilin nevileri<br />

Doktrin ve mahkeme içtihatlarında temsilin muhtelif nevileri<br />

birbirinden tefrik edilmektedir. Biz, burada, iradî temsil - kanunî<br />

temsil ile vasıtasız temsil - vasıtalı temsil tefrikine kısaca temas<br />

edeceğiz.<br />

1. İradî temsil - kanunî temsil<br />

a) Temsil her şeyden evvel iradî temsil ve kanunî temsil olmak<br />

üzere ikiye ayrılır. İradî temsil, temsil olunan kimsenin kendisini<br />

temsil ettirmek için, mümessile tek taraflı bir hukukî muamele<br />

(35) Staudinger - Coing, M ad. 164 No. 13<br />

(36) Enneccerus -Nipperdey, s. 145, II B, 3<br />

11


ile salâhiyet vermek maksadiyle iradesini beyan etmesine istinat<br />

eder. Temsil olunan kimse ile mümessil arasındaki hukukî muameleden<br />

neşet eden temsil salâhiyetine rızaî salâhiyet denilir.<br />

b) Kanundan neşet eden temsil salâhiyetine kanunî temsil,<br />

böyle bir halde mümessile de- kanunî mümessil denir. Meselâ, M.<br />

K. m. 268'e göre ana - baba velayet hakkını haiz oldukları nisbette<br />

çocukların kanunî mümessilidirler. Vasiler vesayet altında bulunan<br />

kimseleri temsil ederler (M. K. m. 391). Bir şahsa veya muayyen<br />

malların idaresi için tâyin edilen kayyıma da temsil salâhiyeti<br />

kanunen tanınmıştır. (M. K. m. 376). Keza, kan-kocanın evlilik birliğini<br />

temsil salâhiyeti (M. K. m, 154 ve mut.) aile mallan şirketine<br />

tâyin olunan müdürün mezkûr şirketi temsil etmesi (M.K. m. 328<br />

f. 2), vasiyeti tenfiz memuru - : (M-K. m.. 497-498), miras şirketine<br />

tâyin olunan mümessilin mirasçıları temsil etmesi (M. K. m. 581)<br />

kanundan doğan temsil salâhiyetine misal olarak gösterilebilir. Kanunî<br />

temsilde mümessilin yaptığı muamelenin hüküm ve neticeleri<br />

temsil olunana terettüp eder (37).<br />

*1" 2. Vasıtasız temsil - vasıtalı temsil<br />

Temsil, doktrinde vasıtasız temsil (doğrudan doğruya temsil)<br />

veya vasıtalı temsil (dolayısiyle temsil) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.<br />

a) Vasıtasız temsilde mümessilin yaptığı hukukî muamelenin<br />

hüküm ve neticeleri doğrudan doğruya, ikinci bir muameleye ihtiyaç<br />

olmaksızın temsil olunana terettüp eder. Prensip itibariyle<br />

bir kimsenin yaptığı hukukî muamele o muameleyi yapan kimsenin<br />

hukukî sahasında hüküm ve netice meydana getirir. Akde yabancı<br />

üçüncü şahıslar böyle bir muameleden ne fayda ve ne de zarar görürler<br />

(38). Türk - İsviçre ; hukukunda Repra&entationstheorie ile<br />

izah edilen vasıtasız temsil müessesesi sayesinde mümessilin kendi<br />

iradesiyle yaptığı muamelenin hüküm ve neticeleri doğrudan doğruya<br />

temsil olunana terettüp ermektedir (B. K. m. 32 f 1). Vasıtasız<br />

temsilin bahis mevzuu olabilmesi için mümessilin temsil salâıhiye-<br />

(37) Tein. 4. HD., 3.4.945, E. 2062/K. 1230 Tepeci, s. 61<br />

(38) Res inter alios acte alius neque podesse neaue nocoere podest<br />

(Haniol, No. 301, s. 140)<br />

12


tini haiz olması ve temsil olunan kimse namına hareket etmesi lâzımdan<br />

b) Vasıtalı temsilde ise, mümessilin yaptığı muamelenin hükümleri<br />

evvelâ kendi şahsında husule gelir ve bilâhare yapılacak<br />

bir hukukî muamele ile temsil olunana intikal eder. Vasıtalı temsilde<br />

mümessil muameleyi kendi namına, fakat başkası hesabına yapar.<br />

Şu halde vasıtalı temsilin şartlan mümessilin kendi namına ve<br />

fakat başkası hesabına hareket etmesidir. Mümessilde muameleyi<br />

başkası hesabına yapmak niyeti mevcut değilse bir temsil münasebeti<br />

bahis mevzuu olmaz. Vasıtalı temsilde muameleyi kendi namına<br />

yaptığına göre, görünüşde, aktedilen muamelenin alâkalı tarafı<br />

mümessilin kendisidir. Akdin hüküm ve neticeleri bu sıfatla kendisine<br />

terettüp eder. Mümessil bilâhare ikinci bir muamele ile akdin<br />

hüküm ve neticelerini temsil olunana intikal ettirir. Vasıtalı<br />

temsilde mümessil ile temsil olunan arasında mümessilin başkası<br />

hesabına hareket etmesini haklı gösterecek bir 'hukukî münasebet<br />

mevcuttur (39).<br />

II. Mevzuun takyidi<br />

Alman Medenî Kanununda olduğu gibi, Türk - İsviçre Borçlar<br />

Kanununda da temsil, umumî hükümler kısmında akitten doğan<br />

borçlar faslında (B. K. m. 32 -40) tanzim edilmiş bulunmaktadır.<br />

Borçlar Kanunumuz mümessilin salahiyetli veya salâhiyetsiz olarak<br />

başkası namına hareket etmesi hallerini tefrik ederek 32-37 inci<br />

maddelerinde salâhiyete müstenit temsili, 38-40 inci maddelerinde<br />

de salâhiyetsiz temsili tanzim etmiş bulunmaktadır. Tetkikatımızm<br />

mevzuunu salâhiyete müstenit temsil teşkil etmekte, salâhiyetsiz<br />

temsil ise mevzuumuzun dışında kalmaktadır.<br />

Temsile müteallik B. K. m. 32-40 esas itibarile borç doğuran<br />

mukaveleler sahasında iradeden mütevellit temsil münasebetlerine<br />

tatbik olunur. Mamafih, M. K. m. 5'e istinaden temsile müteallik hükümler<br />

Borçlar Hukukunun (borcun nakli, ibra gibi) ve medenî<br />

hukukun diğer kısımlarında (mülkiyetin nakli, aynî bir hakkı nakleden<br />

aynî mukaveleler gibi) dahi caridir. Diğer taraftan, temsile<br />

müteallik kaidelerin kıyas yoluyla tatbik edilmesi icap ettiği hal-<br />

(39) Droin, s. 41<br />

13


lerde o müessesenin hukukî mahiyetini tetkik ederek temsile müteallik<br />

kaidelerin tatbik edilip edilemiyeceğini tâyin etmek lâzım<br />

gelir. ,y-;<br />

Temsile müteallik Borçlar Kanunumuzdaki umumî hükümler<br />

âmme hukuku sahasında tatbik edilemez. Bununla beraber, Belgesay<br />

(40) âmme hükmî şahıslarını tesis eden kanunlarda sarahat<br />

bulunmadıkça ve hükmî şahsın mahiyetine aykırı düşmedikçe temsile<br />

müteallik kaidelerin kıyas yoluyla âmme hükmî şahıslarının<br />

temsilinde de tatbik edilebileceğine işaret etmektedir.<br />

Tetkikatımız münhasıran Borçlar Kanunumuzun umumî hükümleri<br />

arasında yer alan hükümler dairesinde temsilin incelenmesine<br />

inhisar edeceğinden âmme hukukundaki temsil münasebeti ile<br />

diğer bilcümle kanunlarda zikredilmiş olan temsil tetkikatrmızm<br />

haricinde kalmakta ve ancak sırası geldikçe dolayısile mevzuubaîhs<br />

edilmektedir.<br />

Birinci ve İkinci bölümde temsilin şartlan, temsil salâhiyeti ile<br />

başkası namına hareket mefhumu, üçüncü bölümde temsilin hüküm<br />

ve neticeleri ve nihayet dördüncü bölümde temsilin hitamı tetkik<br />

edilecektir. İncelemelerimizde Türk - İsviçre Borçlar Kanununun sistemi<br />

esas olarak ele alınmış olmakla beraber sırası geldikçe Türk-<br />

Isviçre Borçlar Kanununun bilhassa temsil hukuku sahasında geniş<br />

ölçüde mülhem olduğu Alman Medenî Kanunu ve nihayet lüzumlu<br />

gördüğümüz nisbette Fransız hukuku mukayeseli olarak incelenecektir.<br />

(40) Belgesay, s. 6<br />

14


KISIM I<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALAHİYETİ<br />

BÖLÜM I<br />

DAHİLİ <strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİ<br />

§ 1. Dahilî temsil salâhiyetinin verilmesi<br />

İleride göreceğimiz gibi Türk - İsviçre Hukukunda temsil salâhiyeti,<br />

temsil olunan tarafından ancak mümessile tevcih edilmiş bir beyanla<br />

verilir ki buna dahilî temsil salâhiyeti denmektedir. Buna<br />

mukabil Alman Hukukunda temsil salâhiyeti, temsil olunan taraiından<br />

üçüncü şahsa vâki bir beyanla da verilebilir. Buna haricî<br />

temsil denmektedir. Türk - isviçre Hukukunda harici temsil salâhiyetine<br />

vücut veren «Temsil olunan tarafından üçüncü şahıslara<br />

bildirme» Alman Hukukunun hilâfına bir hukukî muamele değildir.<br />

Buna mukabil, dahilî temsil salâhiyetinin hukukî mahiyeti Alman<br />

Hukukunda olduğu gibi tevcihi muktazi tek taraflı bir hukukî<br />

muamele olarak kabul edilmektedir. Bu hususları üç nokta etrafında<br />

toplayacağız.<br />

I. Dahili temsil salâhiyeti ve hukuki muamele<br />

Türk * İsviçre B. K. m. 33 ve 34 de ve A. M. K. 166 f. 2 de sarahaten<br />

hukukî muameleden neş'et eden temsil salâhiyetinden bahis<br />

edilmektedir (1).<br />

——• r<br />

Alman doktrininde temsil salâhiyetinin bir hukukî muamele<br />

olup olmadığı meselesi uzun zaman tetkik edilmiştir. Bu mesele-<br />

(1) 1040 tarihli Yunan M. K. m. 216 ya göre temsil salâhiyeti bir<br />

hukuk! muamele ile bahşedilir.<br />

15


nin halli için temsil salâhiyetinin hukukî muamelelerin 'karakteristik<br />

vasıflarını haiz olup olmadığı araştırılmıştır.<br />

YVindscheid'den beri (2) yapılan tarife göre, hukukî muamele<br />

bir kimsenin muayyen bir hukukî netice meydana getirmek maksadiyle<br />

iradesini izhar etmesidir. Bir hukukî muamelenin karakteristik<br />

vasıflan şunlardır ^(3) : a) Ç&r kimsenin iradesini bey_an etmesiyle<br />

meydana gelen hukukî muameleler bir hukukî neticenin<br />

meydana getirilmesini istihdaf ederler. Hukukî muamele ile takip<br />

edilen gaye bir hakkın doğumu, tadili veya sona ermesidir, b) Huıkî<br />

muamelenin yapılmasiyle meydana gelen 'hukukî netice beyan<br />

sahibi tarafından istenilen netice olmalıdır. Jtrade beyanı neticesi<br />

meydana gelen hukukî netice beyan sahibinin iradesi dafaf^<br />

linde istediği netice değilse yapılan muamele bir hukukî muamele<br />

olaraKtarif edilemez.<br />

Şu halde dahili temsil salâhiyetinin bir hukukî muamele olup<br />

olmadığını tâyin etmek için hukukî muamelenin bu karakteristik<br />

vasıflan ile karşılaştırmak icap eder. Temsil salâhiyeti hukukî muamelenin<br />

karakteristik vasıflarını 'haiz değilse ancak onun 'bir cüzünü<br />

teşkil eden bir irade beyanından ibaret kalacaktır (4). Netice<br />

olarak iki problemin tetkik edilmesi icap edej:<br />

1. Temsil salâhiyeti, hukukî muamele olarak tavsif edilebilmek<br />

için zarurî olan kendine has bir hnlm-kt netice meydana getirir<br />

mi ? Doktrinde umumiyetle kabul edildiğine göre (5). temsil salâhiyeti,<br />

hukukî muamele olarak tavsif edilmesi iğin kâfi jtukukî netice<br />

meydana getirmektedir. Hususiyle bu neticeler temsil salâhiyetinin<br />

verilmesiyle mümessil tarafından temsil suretiyle bir hukukî<br />

muamele yapmasma kadar geçen zaman zarfında husule gelen<br />

hadiselerde meselâ, temsil olunanın veya mümessilin ölümü, şahıslarında<br />

husule gelen tahavvüller, iflâs gibi hallerde ortaya çıkar.<br />

Windscheid'ın (6) beyan ettiğine göre, hukuki muamelelerin bir<br />

haklan doğumuna doğrudan doğruya, tevcih edilmesine ihtiyaç<br />

(2) Wüıdscheid, Pandekten - § 66, s. 266<br />

(3) Windscheid, Pandekten - § 66, s. 267-270<br />

(4) Müller - Freienfels, s. 192<br />

(5) MüUer - Freienfels, s. 194<br />

(6) Windscheid, § 69, s. 269 not 1 c.<br />

16


yoktur. Binaenaleyh, ona göre, temsil salâhiyetinin verilmesi haricî<br />

âlemde bir değişiklik meydana getirmediği halde bir hukukî<br />

muameledir. Bundan başka, temsil salâhiyetinin şümulü, hususî veya<br />

umumî salâhiyette mümessilin temsil olunanın irade beyamna<br />

hüsnüniyetle atfettiği mânâya göre tâyin edilir.<br />

2, Bir irade beyanının hukukî muamele olarak tavsif edilebilmesi<br />

için o beyandan neş 7 et eden nihaî neticenin beyan sahibinin<br />

iradesi dahilide istenmiş olan neticeye uygun olması icap eder.<br />

Acaba temsil salâhiyetinin verildiği irade bevamndan doğan nihaî<br />

netice beyan sahibinin iradesi dahilinde midir?<br />

Alman müelliflerinden Siber, bir irade beyanından meydana<br />

gelen on netice (Vonvirkung) ile nihaî neticeyi (Endwirkung) birbirinden<br />

tefrik etmektedir (7). Bu hukukçuya göre, bunların obfektii<br />

bakımdan tefriki her zaman mümkün değildir. Bu husustaki<br />

ölçü daha ziyade sübjektif olup beyan sahibinin muamele akdetmek<br />

iradesinden istihraç edilir. Bir irade beyanının hukukî muamele<br />

olarak tavsif edilebilmesi için irade ihbarlarının aksine olarak<br />

nihaî neticenin mevcudiyeti zarurîdir. Bir irade beyanından husule<br />

gelen ön neticeler şarta veya vâdeye bağlı muamelelerde olduğu<br />

gibi vasıtalı olarak meydana gelir; bazan da miras mukavelesinde<br />

olduğu gibi hiç husule gelmez. Şu halde ön netice hukukî muamelenin<br />

zarurî bir unsuru değildir ve beyan sahibinin iradesine uygun<br />

olup olmadığına bakılmaz, işte Siber'e gQI£, temsil salahiyeti<br />

hukukî muamelenin bir. cüzü olup kanunî bir ön neticeden (geset7iliche<br />

Vonvirkung) ibarettir. (8). Siber, temsil salâhiyetinin bir<br />

Eukuki muamele olmadığı hususundaki görüşünü kuvvetlendirmek<br />

için iki noktaya işaret etmektedir. (9) Siber'e göre:<br />

a) Bir akdin in'ikadı bakımından temsil salâhiyeti ile salâhiyetsiz<br />

temsilde icazet (Genehmigung) ayni rolü oynamaktadır. Filhakika,<br />

eski Alman I^ktrininde (10), icazet mümessile muamelenin<br />

yapılmasından sonra verilmiş bir temsil salâhiyeti (fıachtraglic-<br />

(7) Siber, s. 129 - 130<br />

(8) Siber, s. 133<br />

(9) Siber, s. 137<br />

(10) Hususiyle Bk. Hellmann, s. 101, Zittelmann, s. 297-298; Kohler<br />

s. 445; Hölder, s. 362; yine Bk. J. W. 899 s. 694 - 695 Vs<br />

17


her Einrâumung der Macht an den Stellvertreter) olarak kabul ediliyordu.<br />

Bunun neticesi olarak temsil salâhiyetinin bir muamelenin<br />

yapılmasından evvel veya sonra verilebilmesi mümkün görülüyordu.<br />

Fransız Hukukunda da Popesco - Ramniceano icazeti, muamelenin<br />

yapılmasını takiben verilmiş temsil salâhiyeti olarak kabul<br />

etmektedir (11).<br />

İcazet bir muamelenin__yapılmasını müteakip verilmiş bir temsil<br />

salâhiyeti ise ve bûmeticjs temsil salâhiyeti bir muamelenin yapılmasından<br />

sonra da verilebildiği kabul edilirse, temsil salâhiyeti<br />

bir hukukî muamele olarak tavsif edilemez.<br />

Fakat Siber'in bu görüşü kabul \\ edilmemiştir. Zira, icazet'jg<br />

bilâhare verilmiş bir temsil salâhiyeti olduğu hususundaki telâkki<br />

nem A. M. K. m. 184 ve hem de 1. B. K. m. 38 muvacehesinde kar<br />

bili müdafaa "değildir. Böyle bir görüş tarzı kanmy yazımın maksat<br />

ve niyetini aşar (ultra vires) (12). Filhakika bugün ekseriyetle kabul<br />

edildiğine göre, icazet hukukî muamelenin bir unsuru olmayıp,<br />

sakat bir muamelenin muteberlik şartıdır (13). Bunun için nxü&<br />

takil bir 'hukukî muamele değil sadece onun bir cüzüdür. Diğer<br />

taraftan temsü salâhiyeti veren kimse ile muameleye icazet veren<br />

kimsenin de durumu birbirinden farklıdır. Temsil salâhiyeti mümessile<br />

üçüncü şahısla bir muamele akdedebilmesi maksadiyle ve»rildiği<br />

halde, icazet evvelce yapılmış muhteva ve şümulü muayyen<br />

ve belli olan sakat muameleyi kabul etmekten ibarettir. Şu halde<br />

temsil salâhiyeti falsus yrocumtio yapılmış bir muameleye icazet<br />

verilmesinden farklıdır ve temsil salâhiyetinin verilmesi icazet ile<br />

mukayese edilerek kanunî bir ön netice olarak tavsif edilemezT"<br />

b) Siber, (14) icab'ın bir hukukî muamele olmayıp sadece<br />

onun bir cüzü olan bir irade beyanından ibaret bulunduğu noktai<br />

nazarına istinad ederek temsil salâhiyetini de icap gibi hukukî mua-<br />

(11) Popesco - Ramniceano, s. 264 «La ratification c'est le pouvoir de<br />

representer que Ton donne apres coup».<br />

(12) Müller - Freienfels, s. 199 ve 202<br />

(13) Staudinger - Coinge göre icazet yardımcı bir hukukî muameledir.<br />

(Hilfsrechtsgeschâft)<br />

(14) Siber, s. 130<br />

18


melenin bir cüzü, diğer bir_tabirle, kanunî bir ön cephesi olarak<br />

kabul etmektedir.<br />

Filhakika, Alman Hukukunda icap müstakil bir hukukî muamele<br />

olmayıp sadece onun cüzü olan bir irade beyanından ibaret<br />

olduğu telâkkisi hâkimdir. Van Tuhr'a (15) göre, icabm yapıldığı<br />

irade beyanı tek basma nazarı itibara alınırsa bir hukukî muamele<br />

değildir. Zira, icap, sahibinin asıl istediği neticeyi meydana getirmez.<br />

Bu meşhur hukukçuya göre, icap sahibinin beyanı ile hukukî<br />

münasebette herhangi bir değişiklik vücude gelmez, ancak<br />

muhatabın kabulü ile yeni bir hukukî münasebet meydana gelir<br />

veya mevcut bir münasebet tâdil edilir veya nihayete erer.<br />

Müller - Freienfels de bu noktadan hareket etmektedir (16).<br />

icabı ihtiva eden beyanın kabul beyanı ile birleşmesi halinde bir<br />

hukukî muamele meydana gelmektedir. Ayni şekilde temsil müessesesinde<br />

de temsil salâhiyeti ile mümessilin yaptığı muamele birleşmek<br />

suretiyle bir birleşik hukukî muamele meydana gelir (Cer<br />

samtrechtsgeschaft).<br />

Buna mukabil Alman Doktrininde bugün müelliflerin ekserisi<br />

temsil salâhiyetini, temsil suretiyle, yapılan muamelenin bir cüzü<br />

olarak dejtil, müstakil bir hukukî muamele olarak mütalâa etmektedirler<br />

(17).<br />

Türk - isviçre Hukukunda ise, temsil salâhiyetinin verilmesi<br />

müstakil 'bir hukukî muamele olarak kabul edilmektedir (18). Federal<br />

Mahkeme de 1952 tarihli bir kararında sarahaten bu hususu<br />

teyid etmiştir (19). »<br />

Esasen kanaatimizce. Türk-isviçre Hukukunda temsil salâhiyetini<br />

icaba benzeterek, bundan temsil salâhiyetinin bir hukuki<br />

(15) von Tuhr, allg. Teü II, § 53 not 128 s. 224 ve § 62 not 11 s. 460<br />

yine bk. Staudinger - Ooing, Mad. 145 no. 10; Enneccerus -<br />

Nippendey § 146,, I, 1 c<br />

(16) Müller - Freienf els, s. 203, 204, 205, 211, 248<br />

(17) Enneccerus - Nipperdey, § 84, II, 1; von Tuhr, allg. teü, s. 379;<br />

Planck, 167, 2 Lehmann, § 36,, V, 2<br />

(18) von Tuhr, s. 288; Oser - Schönenberger, Mad 32, No. 19; Saussure,<br />

s. 58 in fine<br />

(19) RO 78 II, 369 - JdT 1963, s. 277; Praxis 41 (1952), No. 175, s. 484<br />

19


muamele olmadığı neticesini çıkartmak hatalı olur. Filhakika, ioap<br />

bir inşaî hakkın kullanılması olmamakla beraber bir hukukî muamele<br />

olarak kabul edilmektedir (20). Zira, icap da bazı hukuki<br />

hüküm ve neticeler tevlid eder ve meselâ geri alınmadıkça mucibi<br />

ilzam eder. Netice olarak denebilir ki, Türk - İsviçre B. K. m. 33 ve<br />

34 de temsil salâhiyetinin hukukî muamele olarak zikredilmesi hukuk<br />

tekniği bakımmdan doğrudur.<br />

•**/• II. Temsil salâhiyeti ve tek taraflı hukukî muameleler<br />

Prensip itibariyle Türk - isviçre Doktrininde temsil salâhiyetinin<br />

verilmesi bir hukukî muamele olarak kabul edildiğine göre,<br />

bunun tek taraflı veya iki taraflı (akit) bir hukukî muamele mi olduğunu<br />

tâyin etmek lâzımdır. Windsoheid (21) den beri alışılmış<br />

olan bir telâkkiye göre tek taraflı hukukî muamele bir kimsenin<br />

belli bir hukukî netice elde etmek maksadiyle iradesini beyan etmesi<br />

neticesi meydana geldiği halde, iki veya çok taraflı hukukî<br />

muameleler iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette iradelerini<br />

izhar etmeleri neticesi meydana gelir. Alman Hukukunda büyük<br />

bir ehemmiyet kazanmış olan bu tefrikin pratik neticesi olarak<br />

eğer temsil salâhiyeti tek taraflı bir hukukî muamele ise buna tek<br />

taraflı hukukî muamelelere müteallik kaide veya prensipler tatbik<br />

edilecek, aksi halde mukavelelerin tâbi olduğu ahkâm ile idare<br />

edilecektir. A. M. K. m. 111, 143 gibi bazı hükümlerin tek taraflı<br />

hukukî muamelelere tahsis edilmiş olmasına mukabil, Türk - İsviçre<br />

Borçlar kanununda da ayrıca tek taraflı hukukî muameleleri tanzim<br />

eden hükümler mevcut değildir. Bununla beraber temsil salâhiyeti<br />

tek taraflı bir hukukî muamele ise, Alman Medenî Kanununda<br />

derpiş edilen neticelere bu muamelenin hukukî karakterinden<br />

hareket ederek varmak mümkündür.<br />

Eski Alman Doktrininde temsil salâhiyeti ile temel münasebet,<br />

vekâlet akdi, birbirinden tefrik edilemediğinden, temsil salâhiyeti<br />

verilmesi zımnında yapılan irade beyanının kabulü aranmış ve neticede<br />

temsil salâhiyetinin verildiği mukavele nazariyesi kabul edilmiş<br />

idi (Theorie zum Bevollmâchtigungsvertrag) (22). Böylece,<br />

(20) Oser - Schönenberger, Mad 2, No. 28<br />

(21) Windscheid I,, s. 69, s. 279<br />

(22) Hupka, & 84<br />

20


ı<br />

temsil salâhiyetinin verilmesi temsil olunan ile mümessil arasında<br />

bir mukavele olarak tavsif edilmişti.<br />

Bilâhare Laband ilk defa olarak temsil salâhiyeti ile vekâlet<br />

akdini tefrik etmekle beraber temsil salâhiyetinden bir mukavele<br />

olarak bahsetmiştir (23). Laband'a göre, temsil salâhiyeti, temsil<br />

olunan ile mümessil arasında aktedilen ve mümessilin temsil olunan<br />

namına üçüncü şahısla bir muamele yapmağı taahhüt ettiği bir nzaî<br />

mukaveledir (Consensual Vertrag). Bilâhare Laband'm görüşlerini<br />

tekâmül ettiren Alman hukukçuları temsil salâhiyetinin, vekâlet<br />

akdinin aksine olarak, mümessil tarafından kabul edilmesine<br />

ihtiyaç olmadığını beyan etmişlerdir. Böylece hususiyle Alman müelliflerinden<br />

temsil nazariyesi taraftarı olanlar temsil salâhiyetini<br />

tek taraflı bir hukukî muamele olarak tavsif etmişlerdir. (24). Bu<br />

husus Alman Hukukunun tekâmülünde sarahaten görülmektedir.<br />

1877 tarihli Alman Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda (ZPO<br />

87) temsil salâhiyetinin verildiği mukaveleden bahsedilirken Laband'm<br />

temsil salâhiyeti - vekâlet akdi tefrikini esas ittihaz eden Alman<br />

Medenî Kanunu esbabı mucibe lâyihasında (25) temsil salâhiyetinin<br />

tek taraflı bir hukuki muamele olduğu belirtilmiştir.<br />

Buna mukabil, yukarıda izah ettiğimiz veçhile müşterek hukukî<br />

muamele nazariyesinin başlıca müdafilerinden biri olan Müller-<br />

Freienfels temsil salâhiyetinin daima tek taraflı bir hukukî muamele<br />

olduğu fikrini reddetmektedir (26). Bu müellife göre, temsil<br />

salâhiyetinin tek taraflı muamele karakteri üzerinde bugüne kadar,<br />

temsil salâhiyeti ile vekâlet akdini birbirine karıştıran Mandatstheorie'ye<br />

karşı duyulan endişe sebebi ile, münakaşa edilmemiştir.<br />

Bir hukukî muamelenin tek taraflı olup olmadığı o muameleye<br />

iştirak edenlerin adedine göre tâyin edilirse, temsili meydana<br />

getiren birleşik hukukî muamele daima çok taraflı bir hukukî mua-<br />

(23) Laband, ZHR 10, s, 208<br />

(24) von Tuhr, allg. Teil § 53, s. 204; Hellmann, s. 103; Hapka, s.<br />

87-88 ve 110; Dernburg I, § 163, II, s. 474; Staudinger - Coing,<br />

Mad. 167, No. 3; Oertmann, Mad. 167,, No. la; Planck, Mad. 167,<br />

2; Lange s. 293<br />

(25) Motive I, S. 299<br />

(26) Mûller - Freienfels, s. 244<br />

21


mele olacaktır. Zira, müşterek hukukî muamele, zarurî olarak birden<br />

ziyade kimsenin (temsil olunan ile mümessil) iradesini beyan<br />

etmeleri neticesi meydana gelir. Fakat Müller - Freienfels'e göre<br />

bu netice tasvip edilemez. Böyle bir halde mümessil tarafından yapılan<br />

fesih beyanı, rücu veya ihbar gibi muamelelerin çok taraflı<br />

bir hukukî muamele olarak tavsifi icap edecektir (27). Binaenaleyh,<br />

bir hukukî muamelenin tek taraflı olup olmadığını tâyin<br />

ederken irade beyanında bulunan kimselerin adedine göre değil,<br />

o muamelenin teşekkül edebilmesi için karşı tarafın irade beyanına<br />

ihtiyaç olup olmadığını araştırmak lâzımdır.<br />

Bir muamelenin hüküm ve neticeleri bir tarafın iradesini beyan<br />

etmesi neticesi, diğer tarafın kabul beyanına ihtiyaç hasıl olmaksızın,<br />

hüküm ve netice meydana getiriyorsa bu muamele tek taraflı<br />

bir hukukî muameledir. Böylece tek taraflı hukukî bir muamelede<br />

irade beyamna muhatab olan kimse tamamen pasif bir rol oynamaktadır.<br />

Tek taraflı hukukî muamele hususunda bu tefrikten<br />

hareket eden Müller - Freienfels temsil salâhiyeti hususunda şu neticeye<br />

varmaktadır. Temsil salâhiyetinin hususiyeti tertipleyici bir<br />

hukukî muamele (oıganizatorisches Rechtsgesohâft) olup temsilcinin<br />

temsil olunan kimse namına hareket edebilmesine hak veren bir<br />

ön neticedir (Vorvvirkung); yoksa bir nihaî netice (Endwirkung)<br />

değildir. Binaenaleyh, temsil yetkisinin tek taraflı bir hukukî muamele<br />

olup olmadığı meselesi temsil sureliyle yapılan esas muamelenin<br />

mahiyetine göre değişecektir (28).<br />

Müşterek muamele, temsil suretiyle yapılan muamelenin tek<br />

taraflı veya çift taraflı olmasına göre tavsif edilir. Meselâ, mümessilin<br />

yaptığı feshi ihbar tek taraflı bir • hukukî muameledir, çünkü<br />

temsil salâhiyetinin verildiği irade beyanı ile mümessilin buna istinaden<br />

yaptığı hukukî muamele için beyan ettiği irade birleşerek<br />

müşterek beyanı meydana getirirler. Şu hale göre, bir küçüğe bir<br />

feshi ihbar beyanında bulunması için verilmiş olan temsil salâhiyetine<br />

tek taraflı hukukî muamelelere müteallik hükümler tatbik edilecektir.<br />

Buna mukabil, bir küçüğe temsil olunan namına bir akit<br />

(27) Schwarz'ın da beyan ettiği veçhile (s. 171) bir evin müşterek<br />

malikleri feshi ihbar ederlerse bir akid yok, belki müşterek bir<br />

hukukî muamele mevcuttur.<br />

(28) Müller - Freienfels s. 247<br />

22


yapması zımnında verilen temsil salâhiyetine mukaveleye müteallik<br />

hükümler uygulanacaktır. Binaenaleyh, küçüğe satış akdi yapması<br />

için verilen temsil salâhiyeti tek taraflı bir hukukî muamele<br />

olmadığından, A. M. K. m. 111 mucibince bâtıl olmayıp A. M. K.<br />

m. 108 mucibince askıda olan mukavelenin bir cüzüdür ve küçüğün<br />

kanunî mümessilinin tasvibiyle muteber olur. Müller - Freienfels'e<br />

göre, bu hal tarzı tarafların menfaatine en uygun ve maksada elverişli<br />

olan bir şekildir ve üçüncü şahısların da himayesi ancak bu<br />

şartlar altında mümkün olur. Zira hukukî emniyeti temin için meselâ<br />

bir küçüğe mukavele yapması zımnında verilen temsil salâhiyetinin<br />

askıda bir muamele olmayıp tamamen hükümsüz olması<br />

icap eder.<br />

îsviçre Hukukunda 1881 tarihli eski t. B. K. m. 39-42 de mukaveleyle<br />

bahşedilen temsil salâhiyeti söz konusu edilmişti. Labandın<br />

temsili vekâlet akdinden tefrik etmesinin kazandığı zafer<br />

üzerine 1911 tarihli I. B. K. m. 33-35 de hukukî muameleden neş'et<br />

eden temsil salâhiyetinin bahşedilmiş olması noktasından hareket<br />

eden îsviçre Doktrini de (29) temsil salâhiyetinin bir hukukî<br />

muamele olduğunu ittifakla kabul etmiştir. Federal Mahkeme 1952<br />

tarihli bir karannda (30) temsil yetkisinin tek taraflı bir hukuki<br />

muamele olduğunu teyid etmiştir. Türk Doktrininde de müellifler<br />

buna iltihak etmişlerdir (31).<br />

III. Temsil salâhiyeti ve muhatabına vusulü muktazi olan beyanlar<br />

Temsil salâhiyetinin verildiği tek taraflı hukukî muamele acaba<br />

ne zamandan itibaren hüküm ve neticelerini meydana getirir?<br />

Hususiyle eski Alman doktrininde (32) münakaşa edilmiş olan bu<br />

meselenin halli bir irade beyanının hangi anda hüküm ve netice<br />

(29) Saussure, s. 59; Oser - Schönenberger, Mad. 32, no. 19; von<br />

Tuhr, s. 288; Hefti, s. 5; Gautschi, s. 97; Thalmessinger, s. 3,<br />

Not.: 7<br />

(30) RO 78 II 369 JdT 1953 s. 277; Praxis 1952,, No. 175, s. 484<br />

(31) Saymen - Elbir, s. 293; Belgesay (No. 29, s. 36) fikrimizce sehven<br />

temsil salâhiyetini bir taraflı bir akit olarak tavsif etmekte ve<br />

temsil salâhiyetinin verildiği temsil akdinden bahsetmektedir.<br />

132) Bk. Hupka, s. 89 ve mütea.; Zimmerman, s. 89<br />

23


tevlit ettiği meselesinin halline bağlıdır. Temsil yetkisi bahis mevzuu<br />

olduğu zaman bu meselenin çözümü büyük bir pratik ehemmiyet<br />

taşır. Çünkü, temsil salâhiyetinin verildiği irade beyanının<br />

hüküm ve netice hasıl ettiği andan itibaren mümessil, salâhiyattar<br />

bir mümessil olacak ve o zamana kadar yaptığı muameleler ise salâhiyetsiz<br />

temsil olarak vasıflandınlacaktır.<br />

Menşeini Alman doktrininde bulan bir tefrike göre hukuk tekniği<br />

bakımından beyanın tevcih edildiği kimse esas alınarak, beyanlar<br />

ikiye ayrılmaktadır.<br />

a) tevcihi muktazi olmayan beyanlar.<br />

Bu türlü beyanlar, beyan sahibi tarafından lüzumlu şekle riayet<br />

edilerek beyan edildikleri anda netice meydana getiren beyanlardır.<br />

Meselâ vasiyet, tesis beyanı, ilân suretiyle vaad gibi.<br />

b) tevcihi muktazi irade beyanları.<br />

Muayyen bir muhataba tevcih edilmesi gereken beyanlardır ki<br />

bunlara vusulü iktiza eden beyanlar (Empfangs'bedürftig) denmektedir.<br />

Ancak von Tuhr (33) bu türlü beyanların herşeyden evvel<br />

tevcih edildiği şahsa vâsıl olması gerektiğini nazarı itibara alarak<br />

bunlara tevcihi muktazi beyanlar (richtungsbedürftig) demektedir.<br />

Gaipler arasında irade beyanından bahseden A. M. K. m. 130 a<br />

göre, başkasına karşı yapılacak irade beyanı onun gıyabında vaki<br />

olursa bu kimseye vasıl olduğu andan itibaren müessir olur. İşte<br />

tevcihi muktazi irade beyanları tevcih edildiği kimseye eriştiği anda<br />

hüküm ve netice meydana getirirler, icap, kabul ile feshi ihbar,<br />

iptal gibi inşaî hakların kullanılması zımnında yapılan irade beyanları<br />

muhataba vusulü ile hüküm ve netice meydana getirir.<br />

Türk - isviçre hukukunda bu hususta umumî bir hüküm bulunmamakla<br />

beraber, bu beyanların başkasının hukukî sahasında<br />

tesir icra edeceği nazarı itibara alınarak, başka bir tâbirle işin hukukî<br />

mahiyetine "bakılarak, ayni neticeye varılmaktadır (34). Gerek<br />

Türk - İsviçre ve gerek Alman doktrininde ittifakla kabul edildiğine<br />

göre, temsil salâhiyeti muhataba vusulü iktiza eden bir ira-<br />

(33) von Tuhr, allg. Teil, s. 11. 1, § 61<br />

(34) von Tuhr, s. 145<br />

24


de beyanı ile verilir. O halde gaipler arasında temsil yetkisi, temsil<br />

olunanın irade beyanının tevcih edildiği temsilciye vâsıl olması<br />

ile hüküm ve netice meydana getirir. Şu halde temsil yetkisinin verildiği,<br />

beyanın hüküm ve netice meydana getirmesi için mümessilin<br />

buna ittilâ kesbetmiş olması hususu aranmayıp mümessile vasıl<br />

olması, yani tesir Sahasına girmiş bulunması kâfidir (35), buna<br />

üçüncü şahsın ittilâ kesbetmesine lüzum yoktur (36). Binaenaleyh,<br />

üçüncü şahıs bildirimden haberi olmasa dahi yine A. M. K. m. 171<br />

e göre himaye görür. Bu maddede zikrolunan hususî bildirme<br />

(besondere Mitteilung) sarih değildir. Seeler (37), yazılı veya şifahi<br />

bir ihbardan bahsetmekte ise de prensip itibariyle bir haberci<br />

ile vaki bildirimin de kâfi geleceği kabul edilmektedir. Ticaret<br />

siciline tescil edilmiş olan temsil salâhiyeti ise, A. M. K. m. 171 de<br />

zikri geçen aleni tebliğ makamına kaim olur.<br />

Temsil yetkisinin verildiği yazılı beyan normal ahval ve şeraite<br />

ve hayat tecrübelerine göre bu beyana ittilaın muhatab için imkân<br />

dahiline girdiği hallerde mümessile vasıl olmuş sayılır. Temsil yetkisini<br />

ihtiva eden mektubun bizzat muhataba veya onun iş yerinde<br />

bu nevi mutad olarak kabule yetkili bir yardımcısına verilmiş<br />

veya posta kutusuna atıîmış olması halinde temsil salâhiyeti vasıl<br />

olmuş addolunur. Muhatap temsil salâhiyetinin verildiğini bildiren<br />

beyanın kendisine vasıl olmasından sonra ona derhal vâkıf olmamış<br />

olsa bile, mümessil sıfatını haiz olur. Binaenaleyh başkası namına<br />

hareket ederek yaptığı muamele salâhiyetsiz temsile girmez.<br />

irade beyanına muhatap olan kimse o beyanı hüsnüniyetle tefsir<br />

ederek kendisine temsil salâhiyetinin verildiği neticesine varmış<br />

ise temsil olunanın denıni iradesine göre temsil salâhiyeti vermek<br />

niyetinin mevcut olup olmamasına bakılmaksızın temsil yetkisi muteber<br />

olur.<br />

Temsil salâhiyetinin verilmesiyle temsil hususunda ilk adım<br />

atılmış olur. Temsil olunan tek taraflı olarak tevcihi muktazi bir<br />

beyanla o zamana kadar inhisarında bulunan kendi hukukî saha-<br />

(35) Kars. L'huillier, s. 118; Eski doktrinde Hupka, s. 109<br />

(36) von Tuhr, allg. Teil, s. 381<br />

(37) Seeler,, Ardı. burg. R. 28. 51; Staudinger - Coing, M ad. 172, No. 4<br />

25


sında hüküm ve netice meydana getirmek salâhiyetini mümessile<br />

de vermiş olur.<br />

jf 2. Temsil salâhiyetinin hukukî mahiyeti<br />

Tek taraflı ve tevcihi muktazi bir irade beyanı ile temsil olunan<br />

tarafından mümessile temsil salâhiyetinin verilmesi neticesi<br />

olarak temsil olunan ile mümessil arasında bir hukukî münasebet<br />

vücude gelir ki buna dahili temsil münasebeti denir. Dahili temsil<br />

münasebetinin bir neticesi olarak mümessil tarafından yapılan muamelenin<br />

hüküm ve neticeleri temsil edilenin hukukî sahasında<br />

meydana gelir. Diğer bir tâbirle, temsil olunan kimse mümessil tarafından<br />

yapılan muamelenin alacaklısı veya borçlusu olur. Şu halde,<br />

dahili temsil münasebeti geniş manada bir iş görme salâhiyetine<br />

istinat eder.<br />

Dahili temsil salâhiyeti esas itibariyle temsil olunanın menfaatiannın<br />

himaye edilmesini istihdaf eder. Bu prensip Türk - İsviçre<br />

hukukunda da teyid edilmiştir. Filhakika, ileride görüleceği veçhile,<br />

dahili temsil salâhiyetinin şümulü temsil olunanın irade beyanına<br />

göre tâyin edilir. Temsil yetkisini haiz olduğunu iddia eden bir<br />

kimse ile hukukî muamele akteden üçüncü şahıslar bunun risk ve<br />

tehlikesine katlanmak mecburiyetindedirler (38). Buna mukabil<br />

hüsnüniyetli üçüncü şahıslar haricî temsil salâhiyeti dolayısiyle himaye<br />

edilmişlerdir. Dahili temsil salâhiyetinin hukukî mahiyeti<br />

üzerinde tam bir anlaşma mevcut değildir.<br />

I. Dahilî temsil salâhiyeti, hukuki ehliyet ve sübjektif hak<br />

Bir fikre göre dahili temsil yetkisi bir hukukî ehliyet (Rechtsfâhigkeit)<br />

meselesidir. Meselâ Hupka'nın izah ettiği veçhile (39),<br />

temsil salâhiyeti verilmekle mümessile bir hak bahşedilmiş veya bir<br />

mükellefiyet yükletilmiş olmaz. Mümessil sadece yaptığı muamelelerle<br />

temsil ettiği kimseyi alacaklı veya borçlu kılmak ehliyetini iktisap<br />

eder. Bu bakımdan temsil salâhiyeti sübjektif bir hak mahi-<br />

(38) RO 60 II. 454 - JdT 1935, s. 215 - 216<br />

(39) Hupka, s. 88 - 89<br />

26


yetinde telâkki edilebilir. HÖlder (40) dahili temsil salâhiyetini,<br />

bir kimsenin bir diğeri namına hareket ettiği zaman o kimsenin<br />

kendi namına hareket etmesi ile ayni neticeleri meydana getiren<br />

bir hukukî ehliyet meselesi olarak telâkki ediyordu.<br />

Bu takdirde temsil salâhiyeti, muamele ehliyeti, medenî hakları<br />

kullanma ehliyeti, dâva ehliyeti gi'bi ehliyetlerin bulunduğu guruba<br />

ithal ve hususiyle muamele yapma ehliyeti (Geschaftsfâhigkeit)<br />

ile birlikte mütalâa edilecektir.<br />

Gautschi'ye (41) göre, temsil salâhiyeti vermek isteyen kimse,<br />

medeni hakları kullanma ehliyetini, kendi namına kullanmak<br />

ve hüküm ve neticeleri doğrudan doğruya kendi hukukî sahasında<br />

tecelli etmek şartiyle, bir başkasına bırakır. Şu halde dahilî temsil<br />

salâhiyetinin verilmesi, temsil olunanın medenî haklan kullanma<br />

ehliyeti üzerinde tasarruf etmesidir (Verfüğung üıber die Handlungsfâhigkeit).<br />

Temsil salâhiyeti (Vollmacht) ise medeni haklan kullanma<br />

ehliyetinin bir yabancı tarafından kullanılması zımnında verilen<br />

müsaadedir. (Erlaubnis zum Gebrauch fremder Handlungsfahigkeit).<br />

Von Tuhr'a göre, bir başkasına ait hak üzerinde ancak hususî<br />

bir salâhiyete istinaden tasarruf edilebilir (42). Böylece, Gestor<br />

haiz olduğu bir salâhiyete istinaden bir başka kimsenin (Dominus)<br />

mameleki üzerinde tasarruf etmekte ve bu tasarrufu ile Dominus'un<br />

hukukî sahasında hüküm ve netice meydana getirmektedir. Bu durum,<br />

ya kanunen veya irade 'beyanı ile tevcih edilen temsil salâhiyetine<br />

istinad eder. Umumiyetle Gestor'un kendi hukukî sahasının<br />

dışma çıkarak muamele yapabilmesinin sebebi, muamele yapma<br />

ehliyetinin (Geschaftsfâhigkeit) genişletilmiş olmasıdır (43).<br />

Von Tuhr'un beyan ettiğine göre (44), hakların daha yakından<br />

analizi fer'î 'haklar diye tavsif edilen yend birtakım salâhiyetleri<br />

meydana çıkarmıştır. Fer'î haklar kendisinin veya başkasının men-<br />

(40) Hölder, I § 164, 3, s. 358<br />

(41) Gautschi, s. 97 ve 99<br />

(42) von Tuhr, s. 192<br />

(43) von Tuhr, allg. Teil § 7, s. 164 -167<br />

(44) von Tuhr, allg. Teil, s. 168<br />

27


f aatme bir hak ihdas, tâdil veya ref ettiği salâhiyet - haklardır. Bunlar<br />

ikiye ayrılır : 1. İnşaî "haklar (Gestaltungsrechte). İnşat hak, bir<br />

kimsenin özel hukukî durumuna istinaden haiz olduğu bir salâhiyettir.<br />

Tek taraflı bir irade beyanı ile bir hukukî münasebet ihdas,<br />

tâdil veya ref edilir. 2. Salâhiyetler (Machtbefugnisse, Ver-<br />

\valtungsrecht). Üçüncü şahısların iştiraki olmaksızın bir üçüncü<br />

şahıs veya şahısların mameleki üzerinde hukukî muamele yapabilmek<br />

salâhiyetidir. İşte temsil salâhiyeti, aktedilen bir hukukî muamele<br />

ile başkasının mameleki üzerinde tesir icra eden bu fer'î<br />

haklara dahildir.<br />

Gestor (G) ile Dominus (D) arasında bir temsil münasebeti<br />

mevcut ise, üçüncü şahıs için G ile bir hukukî muamele yapmak<br />

suretiyle D ile bir hukukî münasebet tesis etmek, onun mamelekinden<br />

bir iktisapta bulunmak veya ona birşeyi devretmek, borçtan<br />

kurtulmak imkânı mevcuttur. Fakat bu imkân bizzat üçüncü<br />

şahsa ait bir salâhiyet değil, G nin kudretinin (Machtstellung) tepkisinin<br />

bir neticesidir (Reflexwirkung).<br />

Kanunî temsilde Machthefugnisse, inhisarı (exlusiv) bir mahiyet<br />

taşır. Mamelekin sahibi olan kimse (Vermögenssubjekt) kendi namına<br />

hareket edemez. Buna mukabil iradî temsilde, temsil salâhiyeti<br />

veren kimsenin medenî hakları kullanma ehliyeti tahdit edilmemiştir.<br />

Temsil salâhiyetini bir hukukî ehliyet meselesi olarak telâkki<br />

eden görüş tarzı doktrinde münakaşa ve tenkidlere sebep olmuştur.<br />

Hususiyle Müller - Freienfels'e göre (45), bir hukukî muamele<br />

ile bahşedilmiş olan temsil salâhiyeti ehliyet ile ayni saha içerisinde<br />

mülâhaza edilemez. Bilâkis, temsil salâhiyeti, medenî haklan<br />

kullanma ehliyeti sebebiyle ifa edilen munzam bir «salâhiyet tevsiidir»<br />

(Machtervveiterung) ve umumî ehliyet muvacehesinde hususî<br />

bir durum (Sonderstellung) arzeder. Zira, her şahıs bu sıfatla<br />

alacaklı ve borçlu olmak imkânına (können) sahip olduğu halde,<br />

bir başkasının hukukî sahasında tesir icra etmek imkânına mâlik<br />

değildir. Temsil salâhiyeti ehliyetin bir kısmı olarak mantıkan mü-<br />

',45) Müller - Freienf els. s. 38<br />

28


dafaa edilemez. Çünkü ehliyetteki değişiklikler her zaman hususî<br />

hukuk sahasında tesir icra ebmiyebildiği halde temsil salâhiyetinin<br />

verilmesi bir hususî hukuk meselesidir.<br />

isviçre Doktrininde Saussure (48), temsil salâhiyetinin bir ehliyet<br />

meselesi olarak ele alınmasını tenkid etmektedir. Ehliyet, bir<br />

kimsenin kendi hukukî sahasında tesir icra eder. Bazı hallerde bir<br />

kimsenin bizzat kendisi muayyen bir muameleyi yapmaya hakkı<br />

olmadığı halde, haiz olduğu temsil salâhiyetine binaen o muameleyi<br />

bir başkası namına yapabilmektedir. Meselâ, ticarî mümessil<br />

kendisi için yasak edilmiş bir işle temsil ettiği kimse namına meşgul<br />

olabilir.<br />

II. Temsil salâhiyeti ve tasarruf salâhiyeti<br />

Temsil salâhiyeti tasarruf salâhiyetinden kolaylıkla tefrik edilebilir.<br />

Mameleki azaltan hukukî muameleler taahhüd ve tasarruf<br />

muameleleri olmak üzere ikiye ayrılır. Taahhüd muameleleri mamelekin<br />

pasifini çoğaltırken, tasarruf muameleleri mamelekin ak-.<br />

tifini azaltırlar. Bunlar bir hakka doğrudan doğruya tesir icra ederek<br />

onu nakil, takyit, tâdil veya ref eden muamelelerdir (47). Hak<br />

sahibinin iradesiyle tâdil ve bertaraf edilmeye müsait bulunan bütün<br />

haklar ve hukukî rabıtalar tasarrufa mevzu teşkil edebilirler.<br />

Bu tasarruf muamelelerini ifa edebilmek için hukuk süjesinin hukukî<br />

muamele ehliyetine sahip olması kifayet etmez. Ayrıca tasarruf<br />

muamelesinin taallûk ettiği hak ile de hususî bir münasebeti<br />

haiz olması lâzımdır ki buna tasarruf salâhiyeti denir. Meselâ, mâlik<br />

mülkiyetini haiz olduğu şey, alacaklı alacağı üzerinde tasarruf<br />

yetkisini haizdir. Bazan bir hukuk süjesi tasarruf salâhiyetinden<br />

kısmen veya tamamen malınım bulunabileceği gibi bir kimse bir<br />

diğeri namına tasarruf salâhiyetini haiz bulunabilir (48). Buna bir<br />

tasarruf muamelesi için verilmiş temsil salâhiyeti veya kısaca tasarrufı<br />

temsil salâhiyeti (Verfügungsvolrmacht) diyebiliriz. Temsil<br />

salâhiyeti verilmekle, temsil salâhiyeti iş sahibinin mamelekine taallûk<br />

etse ve tasarruf muameleleri için verilmiş olsa dahi, mümessil<br />

(46) Saussure, s. 53<br />

(47) Schwarz, s. 162-163; Ayiter, s. 13<br />

(48) von Tuhr, s. 190<br />

29


ile temsil olunan şa'hıs arasında bir hukukî münâsebet teessüs<br />

eder (49). Binaenaleyh, mümessil ancak temsil olunanın temsil<br />

yetkisini haiz olduğu nisbette onun mameleki üzerinde tasarruf salâhiyetini<br />

haiz olur. Müller - Freienfels'in kaydettiği veçhile (50)<br />

bizatihi tasarrufî temsil salâhiyetinin mevcudiyeti için herşeyden<br />

evvel temsil olunanın tasarruf ehliyetini haiz olması şarttır; yoksa<br />

temsil salâhiyeti, VerfügunfsvoIhmchfı ihtiva etmez. Buna mukabil<br />

temsil olunanın tasarruf ehliyetini haiz olması da temsil suretiyle<br />

bir tasarruf muamelesinin yapılabilmesi için »i kâfi değildir.<br />

Temsil salâhiyeti ile temsil olunanın tasarruf ehliyeti birleştiği takdirde<br />

tasarruf! temsil salâhiyeti meydana gelir.<br />

Temsil olunanın bir hak üzerinde tasarruf edebilmesi imkânı<br />

ortadan kalktığı anda mümessil için de temsile istinad eden tasarruf<br />

salâhiyeti nihayete erer (51). Böyle bir halde, mümessilin, temsil<br />

olunanın mameleki üzerindeki tasarruf salâhiyeti ortadan halktığı<br />

halde temsil salâhiyeti baki kalır. Meselâ, iflâs masasına giren<br />

mallar üzerinde müflis, resmî tasfiye halinde mirasçılar masaya<br />

veya tasfiyeye giren mallar üzerinde tasarruf salâhiyetini haiz olmıyacaklanndan<br />

mümessilin de temsilî tasarruf salâhiyeti yoktur.<br />

III. Temsil salâhiyeti ve Condicio iuris<br />

Bir hukukî muamele, o muameleyi yapan kimsenin iradesini<br />

beyan etmesi neticesi meydana gelir. Fakat bir hukukî muamelenin<br />

veya daha dar bir tâbirle bir mukavelenin hüküm ve neticelerini<br />

meydana getirmesi irade beyanına eklenmesi lâzım gelen ve<br />

kanuna müstenid olan şartlara, condicio iuris denir (52).<br />

îşte, temsil nazariyesi taraftan olan bazı Alman hukukçuları<br />

temsil salâhiyetini temsil suretiyle aktedilen muamelenin muteberlik<br />

şartı olarak kabul etmişlerdir.<br />

Hususiyle Oertmann, Condicio iuris isimli etüdünde (53) temsil<br />

salâhiyetinin, temsil suretiyle aktedilen hukukî muamelenin po-<br />

(49) von Tuhr, allg. Teil, § 84, Not.: 7<br />

(50) Müller - Freinlels, s. 102<br />

(51) Kars. von Tuhr, allg. Teil, § 45, Not.: 74<br />

(52) Bk. von Tuhr, § 20, VI, s. 127 - 128 ve § 84, s. 646<br />

(53) Oertmann, Rechtsbedingung (Condicio iuris) s. 21. 22. 23 ve 24<br />

30


zitif bir kanunî muteberlik şartı (positive "VVirksamkeitserfordernisse)<br />

olduğunu tebarüz ettirmiştir. Böylece temsil salâhiyeti birleşik hukukî<br />

muamele nazariyesinin hilâfına temsil suretiyle aktedilen muamelenin<br />

bir cüzü mahiyetinde telâkki edilemez.<br />

Hupka (54) da temsilde, hukukî muamele yapmak iradesinin<br />

münhasıran mümessile ait bulunduğunu, temsil salâhiyetinin verildiği<br />

muamelenin ise temsil suretiyle aktedilen muamelenin bir<br />

muteberlik şartı olduğunu beyan etmiştir. Fransız Hukukunda da<br />

bu görüş tarzı bazı hukukçular tarafından kabul edilmiştir (55).<br />

İsviçre Doktrininde Saussure (56), von Tuhr'un fikri hilâfına,<br />

temsil salâhiyetinin bir sübjektif hak olmayıp, mümessilin temsil<br />

olunan kimse namına yaptığı muamelenin pozitif ve kanunî bir muteberlik<br />

şartı olduğunu beyan etmiştir.<br />

Bir muamelenin inşaî unsurları tarafların iradeleriyle tesbit<br />

edilebileceği gibi kanun tarafından da tâyin edilmiş olabilir. İşte<br />

temsil salâhiyeti mümessil tarafından temsil suretiyle aktedilen muamelenin<br />

kanunî ve pozitif bir şartıdır.<br />

f 3. Temsil salâhiyetinin şekli<br />

I. Şekil serbestisi<br />

Eski prusya hukukunda temsil suretiyle aktedilecek muamele<br />

şekle bağlı olmasa dahi isbat bakımından temsil salâhiyetinin yazılı<br />

şekilde verilmesi icap ediyordu. Müşterek Alman hukuku ise<br />

temsil salâhiyetinin şekline müteallik bir kaide derpiş etmemiştir.<br />

A. M. K. m. 167 f. 2 mucibince temsil salâhiyetinin, zumunda<br />

verildiği muamelenin tâbi olduğu şekle riayet edilerek verilmesine<br />

lüzum yoktur. Şu halde A. M. K. da derpiş edilmiş muayyen istisnalar<br />

haricinde (meselâ m. 1945 f. 2, 1484 f. 2) temsil salâhiyetinin<br />

verilmesi herhangi bir şekil şartına tâbi değildir. A. M. K. m, 167<br />

f. 2 herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde temsil sa-<br />

(54) Hupka, s. 39<br />

(55) Levy - Ullmann, s. 342<br />

(56) Saussure, s. 52<br />

31


lâhiyetinin, taallûk ettiği muamelenin şekline tâbi olmadığını sarahaten<br />

beyan etmiştir. Meselâ, bir gayrimenkul alım satımı veya<br />

kefalet akdi yapmak için temsil salâhiyeti kaideleri satış akdinin<br />

şekline tâbi olmadan verilebilecektir. Buna mukabil bir temsil yetkisinin<br />

verilmesi şekle bağlı bir muamelenin husule getirdiği pratik<br />

hüküm ve neticeleri meydana getirecek ise, şekil serbestisi bahis<br />

mevzuu olamaz. Umumiyetle kabul edildiğine göre, böyle bir<br />

halde, temsil salâhiyeti esas muamelenin tâbi olduğu şekilde verilmesi<br />

icap eder (57). Filhakika, temsil salâhiyetinin şekle bağlı<br />

olmaması kaidesi ile gayrimenkul satışlarını resmi şekle tâbi lalan<br />

A. M. K. m. 313 bertaraf edilemez (58). Meselâ, temsil salâhiyeti<br />

gayri kabili rücu şekilde verilmişse bu husus temsil olunanın gayrimenkul<br />

satışı hakkında taahhüde girmesi neticesini intaç edebilir<br />

ki, bununla, pratik bakımdan gayrimenkul satış akchnin istihdaf<br />

ettiği gaye tahakkuk etmektedir. Böyle bir halde GrussendorPun<br />

(59) beyan ettiği veçhile temsil salâhiyeti gayrimenkulun ferağ muamelesinin<br />

bir cüzü mahiyetini almaktadır. Binaenaleyh temsil salâhiyeti<br />

gayrimenkul satış akdinin tâbi olduğu şekilde yapılmadıkça<br />

hüküm ve netice meydana getirmez ve mutavassıt şahıs fahus<br />

p'rocumtor sıfatiyle gayrimenkulun satışına tevessül etmiş olur (60).<br />

Alman mahkeme içtihatları da bir gayrimenkul satışı için gayri kabili<br />

rücu olarak verilen^ temsil yetkisinin gayrimenkul satış akdinin<br />

tâbi olduğu şekilde yapılması şartını aramaktadırlar (61). Keza,<br />

A. M. K. 518 e göre, hibe taahhüdünün resmî şekilde yapılması lâzımdır.<br />

Umumiyetle kabul edildiğine göre, hibe taahhüdü zımnında<br />

verilmiş olan temsil salâhiyetinin hibe taahhüdünün tâbi olduğu<br />

resmî şekilde verilmiş olması icabeder (62). Buna mukabil A. M. K.<br />

(57) Staudinger, Mad. 167, No. 7 a; Hellmann, s. 103; Hupka, s. 115-<br />

119; Hölder, Mad. 167, No. 2<br />

(53) Enneccerus - Nipperdey, s. 184, II, I, Palandt,, Mad. 167, s. 129<br />

(59) Grussendorf, NJW, 1952, s. 1210<br />

(60) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 7 h.<br />

(61) RGZ 108, 125; 104, 238; 81, 69; NJW, 1952, s. 1210; J!W, 1937, S.<br />

471, NO. 19<br />

«62) von Tuhr, allg. Teil, § 85, s. 392; Staudinger - Coing, Vorbemı 23<br />

Mad. 164; Enneccerus - Nipperdey, § 178,5<br />

32


m. 776 gereğince yazılı şekilde yapılması icabeden bir kefalet akdi<br />

zımnında verilen temsil salâhiyeti için yazık şekle ihtiyaç olup olmadığı<br />

meselesi münakaşalıdır. Hâkim olan kanaata göre, temsil<br />

salâhiyetinin şekle tâbi olmayacağı kabul edilmektedir. (63). Gayrimenkul<br />

iktisabı için verilen temsil salâhiyeti ise prensip itibariyle<br />

bir şekle tâbi değildir.<br />

Temsil nazariyesi taraftarı olan bazı müellifler A. M. K. m.<br />

167 f. 2 ye istinad ederek temsil salâhiyetinin temsilin yapıldığı muamelenin<br />

bir cüzü olmayıp müstakil bir mahiyet taşıdığım teyid etmişlerdir.<br />

Hupka (64)'ya göre temsil salâhiyeti hukuki muamelenin<br />

bir cüzü olarak kabul edilseydi temsil salâhiyetinin de bu muamelenin<br />

tâbi olduğu şekilde verilmesi icabederdi. Mamafih Rabel<br />

(65) temsil salâhiyetinin şekle bağlı olmamasını tenkid etmiştir.<br />

Müller - Freienfels de (66) A. M. K. m. 167 f. 2 ye jurisprudens<br />

ve doktrinde o kadar çok istisna vaz edilmiştir ki bunun pratik neticesi<br />

olarak m. 167 f. 2 nin tatbik sahası çok daralmıştır demektedir.<br />

Fransız Hukukunda da umumiyetle kabul edildiğine göre,<br />

temsil salâhiyetinin yazılı şekilde verilmesi kâfidir. Ancak resmî<br />

şekil tarafların menfaati için vaz edilmiş olduğu hallerde temsil<br />

salâhiyetinin de resmî şekilde verilmesi icabeder (67). Meselâ ahvali<br />

şahsiye siciline yapılacak beyan (m. 36), evlenmeye<br />

muhalefet (m. 66), ve hibenin kabulü (in. 933) için verilen temsil<br />

salâhiyetinin resmî şekle uygun olarak verilmesi lâzımdır. Yeni<br />

İtalyan M. K. 'na göre (m. 1394) temsil salâhiyeti temsil suretiyle<br />

yapılan muamelenin tâbi olduğu şekilde yapılmışsa muteber* olur.<br />

Beynelmilel kanun projesine (m. 3 f. 2) göre, mümessilin muamele<br />

aktedeceği memleketin kanunu temsil salâhiyetini bir şekil<br />

şartına tâbi kılmışsa temsil salâhiyeti ancak bu şekle uygun olarak<br />

verilmiş olduğu takdirde muteber olur. Türk - İsviçre B. K. da temsil<br />

salâhiyetinin şekli hakkında A. M. K. m. 167 f. 2 ye benzer bir<br />

(63) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 7; RGZ 76, 304<br />

(61) Hupka, 8. 113<br />

(05) Rabel, 8. 803<br />

(66) Müller - Freinfels, s. 228-232<br />

(67) Madray, & 206; Cas 5. Şubat. 1891 s. 92. I. 57, D. I. 217<br />

33


hüküm mevcut değildir. İsviçre doktrininde umumiyetle, A. M. K. m.<br />

167 f. 2 de derpiş edilen hal sureti tasvip edilmekte, mümessilin<br />

temsil suretiyle aktedeceği muamelenin muteberliği hususî bir şekil<br />

şartına riayeti icap ettirse dahi temsil salâhiyeti verilmesinin şekle<br />

tâbi bir hukukî muamele olmadığı beyan edilmektedir (68).<br />

Rossel ise (69) sebep göstermeksizin gayrimenkul satışı için<br />

verilen temsil salâhiyetinin resmî şekilde yapılması lâzım geldiğini<br />

yazmaktadır. Beguelin (70), temsil salâhiyetinin şekle tâbi olmadığını<br />

beyan etmekle beraber temsil salâhiyetinin, yapılacak olan<br />

esas hukukî muamelenin şeklinde verilmesini tavsiye etmektedir.<br />

isviçre Hukukunda temsil suretiyle bir gayrimenkul iktisabının<br />

tapuya tescili için mümessilin resmî şekilde tanzim edilmiş bir salâhiyetnameyi<br />

haiz olması lâzımdır (71).<br />

isviçre Federal Mahkemesi müteaddid kararlarında (72), aktedilecek<br />

olan mukavelenin muteberliği bir şekil şartına riayeti icabettirse<br />

dahi temsil salâhiyetinin şekle tâbi olmadığına işaret etmiştir.<br />

Türk Doktrininde Saymen - Elbir'e göre (73), «mümessilin yapacağı<br />

akit hususi bir şekle tâbi olsa bile, temsil salâhiyeti yine şekilsiz<br />

olarak verilebilir; zira şekle tâbi olan muameleyi mümessil ile<br />

üçüncü şahıs icra edeceklerdir; halbuki temsil mümessil ile temsil<br />

olunan arasında bir hukukî münasebettir.»<br />

Bu meseleyi teferruatıyla inceleyen Postacıoğlu (74), Türk Hukukunda,<br />

gayrimenkullerin gerek iştira ve gerek beyi zmımnda verilen<br />

vekâletnamelerin resmî olmasına lüzum olmadığı neticesine<br />

(68) von Tuhr, s. 289; Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 25 ve Mad.<br />

216, No. 11; Becker, Mad. 32, No. 5 ve Mad. 216,, No. 6; Guhl, s.<br />

129; Hefti, s. 6<br />

(69) Rossel, No. 216, s. 292<br />

(70) Beguelin, FJS No. 283, s. 3<br />

(71) Tapu Sicil Nizamnamesi'nin (Ordonance sur le registre foncier)<br />

Mad. 16, 18<br />

(72) RO 76 I 351 - JdT 1951, s. 249; RO 74 II 151 - JdT 1949, s. 377;<br />

RO 58 II 160 -JdT 1933 s. 123; Sem. Jud. 1956, s. 304<br />

(73) Saymen - Elbir, s. 297<br />

(74) Postacıoğlu, s. 90 ve müteakip, ve hususiyle s. 100<br />

34


varmıştır. Bu müellif şöyle yazmaktadır: (75) «Türk Hukukunda<br />

bazı resmî akitler zımnında verilecek vekâletin resmî olmasını emreden<br />

hiçbir hususî hüküm yoktur. Binaenaleyh bir takım sarahati<br />

kanuniyeyi genişletmek İsviçre ve Türk Hukuku için mevzubahs<br />

olamaz. Hakikat halde Medenî Kanunumuz bu meseleye temas etmemiştir.<br />

Binaenaleyh meseleyi şeklen gayesini göz önünde tutarak<br />

hal etmemiz iktiza eder. Şekle riayet mükellefiyeti müstakbel akitleri<br />

teemmüle sevk için konulmuştur. Halbuki bir gayri menkulü<br />

satın almak için birisini tevkil eden kimse vekâleti verdiği anda<br />

hususi bir surette ikaz edilmeğe muhtaç değildir. Çünkü müvekkil<br />

vekâleti vermiş olmakla satış bittabi yapılmamıştır ve müvekkil<br />

mevzubahs gayrimenkulu satın almcıya kadar vekâlet akdine nihayet<br />

vermek hakkına mâlik bulunmaktadır.»<br />

Görüldüğü veçhile, temsil salâhiyetinin şekle bağlı olmadığı<br />

şu esbabı mucibe ile müdafaa edilebilir: Temsil salâhiyetini bir<br />

şekle tâbi tutmak temsil salâhiyetinin her'zaman ref edilebilir karakteri<br />

ile (B. K. m. 34 f. 1) kabili telif değildir. Temsil salâhiyetinin<br />

verilmesi bir şekle tâbi tutulursa, refinin de ayni şekle riayet<br />

ederek yapılması icabedecektir. Halbuki temsil salâhiyeti hiçbir<br />

şekle bağlı olmaksızın her zaman refedilebilir olmalıdır. Temyiz<br />

mahkememiz de bir kararında (76) iştira zımnında verilen vekâletin<br />

hiçbir şekle tâbi olmadığım beyan etmiştir.<br />

İştira zımnında vekâlet için ileri sürülen bu fikirler beyi zımnında<br />

verilen vekâlet için dahi kabili tatbik midir? Tapu Sicili<br />

Nizamnamesi'nin 17. maddesine göre «tescil talebi... hak sahibini<br />

temsil eylemeğe salâhiyettar olduğunu müsbit evrak ve vekâletnamenin<br />

musaddak birer suretini tapu memuruna tevdi etmelidir.»<br />

Postacıoğlu'na göre (77), bu madde meselenin hallini değiştirmez.<br />

«Zira buradaki musaddak vekâletname tâbiri (re'sen<br />

noterlikten tanzim kılınmış bâr vekâletname) manasını tazammun<br />

etmez. Saniyen, bu tâbirden re'sen tanzim edilmiş ve<br />

binaenaleyh resmî bil" vekâlet akdi anlaşılsa bile burada mevzubahs<br />

olan tescil talebidir. Tescil talebi ise beyi akdinin<br />

(75) Postacıoğlu,, 8. 97, No. 64<br />

(76) Tem. H.U.H. Karan 1985, s. 137.<br />

(77) Postacıoğlu, No. 65, s. 99.<br />

35


icra safhasına taallûk eder. Bu itibarla beyi zımnında gayrî resmi<br />

bir vekâletname verilmesini tasavvur etmek pek âlâ mümkündür.<br />

Bu takdirde vekil ancak beyi akdini veya beyi vadini yapmakla kalacak,<br />

tescil talebini ileri sürmeğe salâhiyettar olamayacaktır.»<br />

Postacıoğlu'na göre tapu sicili nizamnamesinin 17. maddesini<br />

aydınlatan 16. madde hükmü de bu görüşü teyid edecek mahiyettedir.<br />

Bu sonuncu maddeye göre «resmî senedlerin tanziminde<br />

tapu memuru tarafeynin ehliyeti tasarnıfiyetlerini lüzumu veçhile<br />

tahkik eder». İşte 17. madde 16. maddede ifadesini bulan umumi<br />

bir düşüncenin teferruatım tanzim eden hususi bir hüküm olarak<br />

telâkki edilmelidir. «Nizamname'nin 17. maddesini 16. maddesinin<br />

istianesi ile tefsir edince buradaki vekâletin noterlikten re'sen<br />

tanzim kılınmış bir vekâletname olmadığım kolaylıkla anlarız.<br />

Maksat vekâletin hakikaten mal sahibi veya müşteri tarafından verilip<br />

verilmediğim meydana koymaktır. Bunun için de yalnız vekâletname<br />

zirindeki imzanın noterlikçe tasdiki kâfidir. Çünkü prensip<br />

itibariyle vekâlet tarafeynin rızasıyla teşekkül eden gayri resmî<br />

bir akiddir. Eğer bu vekâletnamelerin resmî senette tecessüm edeceğine<br />

dair kanunlarımızda bir sarahat olsa idi, gayrimenkul üzerindeki<br />

aynî haklara taallûk etmek itibariyle tapuda tarizimi lâzım<br />

gelecekti. (Tapu K. M. m. 26). Bu ise bugünkü teamüle tamamen<br />

muhaliftir.»<br />

Velidedeoğlu - Esmer (78) de ayni şekilde gayrimenkul alım -<br />

satımıyla ilgili temsil salâhiyetinin şekilsiz muteber olduğunu kabul<br />

etmektedirler. Bu müelliflere göre (79), «... tarafları tanımıyan<br />

bir tapu sicil muhafız veya memuru vekâletin noterlikçe re'sen tanzim<br />

edilmiş bir vekâletname ile tevsikini pek âlâ isteyebilir. Buna<br />

karşı (vekâlet akdi kanunen şekle tâbi değildir. Binaenaleyh tapu<br />

idaresi bunu şekle tâbi kılamaz) tarzında bir itiraz ileri sürülemez;<br />

zira burada tapu sicil muhafız veya memurunun yaptığı iş vekâleti<br />

şekle tâbi kılmak değil, taraflar arasında bir vekâlet ve temsil münasebeti<br />

mevcut olup olmadığının noterlikçe yapılmış bir vesika ile<br />

tevsikini istemekten ibarettir. Tarafların hüviyeti, ehliyeti, hakikî<br />

arzulan bilinmedikçe ve temsil, salâhiyetinin hudut ve şümulü ma-<br />

(78) Velidedeoğlu - Esmer, s. 63 ve müteakip.<br />

(79) Velidedeoğlu - Esmer, s. 57<br />

34


lûm olmadıkça bilvekâle bir temlik ve tescil muamelesi yapılamaz.<br />

Memur bunu yaptığı takdirde ileride bundan doğacak zararlardan<br />

mes'ûl OIUT. Bu sebeple vekâlet ve temsil münasebetinin en emin<br />

bir şekilde yapılacak resmî bir vesika ile tevsikini istemek onun<br />

hakkıdır.»<br />

Kocayusufpaşaoğlu da tezinde (80) gayrimenkul alım-satımına<br />

müteallik temsil salâhiyetinin şekilsiz muteber sayılması hususundaki<br />

telâkkiyi tasvip etmektedir. Mamafih, Kocayusufpaşaoğlu'nun<br />

(81) ilâve ettiğine göre, «Gayrimenkul alım - satımına dair<br />

vekâletin şekilsiz muteber sayılması, onun isbatı için bazı şekil<br />

şartları aranmıyacağı manasına gelmez. Tapu Sicil Nizamnamesi'nin<br />

17. maddesinin 16. madde hükmüyle beraber ele alınması ve başkası<br />

namına tasarruf etmek isteyen vekilin daha alım - satım akdinin<br />

tanzimi esnasında imzası noterce tasdik edilmiş bir vekâletname<br />

ibraz etmesi doğrudur.»<br />

Gerek Postacıoğlu (82) ve gerek Kocayusufpaşaoğlu'na (83)<br />

göre vekil B. K. m. 390 dan neş'ed eden borcunu ihlâl etmemek ve<br />

müvekkile karşı mes'ûl olmamak için haiz olduğu temsil salâhiyetini<br />

ihtimamla ifa edecektir. Böylece temsil salâhiyetinin verilmesiyle<br />

hem temsil olunan ve hem de mümessil düşünmeğe mecbur<br />

olmaktadırlar. Neticede şekil ile takip edilen gaye tahakkuk etmiş<br />

olmaktadır.<br />

Diğer taraftan, Türk doktrininde diğer bazı hukukçular gayrimenkul<br />

alım - satımına müteallik temsil salâhiyetinin esas muamelenin<br />

şeklinde yapılması lâzım geldiği kanaatindedir!er. Bu müelliflere<br />

göre, aksi hal tarzı kanunun bazı akitleri şekle tâbi tutmakla<br />

istihdaf ettiği gayeyi ihlâl eder.<br />

Ezcümle Schwarz (84), şekilsiz temsil salâhiyetinin mutlak surette<br />

muteber olması hususundaki telâkkinin mahzurlu olduğuna<br />

işaret etmektedir. «Zira, borç akitlerine, meselâ kefalet akdine müteallik<br />

olarak konulan şekil mecburiyeti ile borçlu teemmüle icbar<br />

(80) Kocayusufpaşaoğlu, s. 103<br />

(81) Kocayusufpaşaoğlu, s. 107.<br />

(82) Postacıoğlu, s. 98.<br />

(83) Kocayusufpaşaoğlu, s. 106.<br />

(84) Schwarz, s. 391.<br />

37


edilmek istenmiştir; 'halbuki böyle akidler yapmak için verilen salâhiyeti<br />

şekle tâbi tutmakla bu gaye tamamiyle elde edilemez.»<br />

Arsebük (85) de ayni fikirdedir. Bu müellife göre, gayri menkul<br />

satışlarında resmi . senede lüzum gösteren kanun vazunın bu noktayı<br />

ihmal etmesi imkânsızdır. Belgesay (86) da ayni fiikri müdafaa<br />

ederek bir kimsenin iyice düşünmeden şekilsiz verdiği temsil<br />

salâhiyeti muteber addedilirse o kimse mümessilinin yaptığı<br />

akidle bağlı kalacağından kâfi derecede himaye edilmemiş olur,<br />

demektedir.<br />

Temyiz Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi de bir kararında (87),<br />

«vekâletin satış sözleşmesinin esaslı bir unsuru olduğundan ve mâlikin<br />

rızasını resmî şekilde beyan etmesi gayri menkul satışının<br />

esaslı şartlarından olması bakımından, mâliki temsil edenin de ayni<br />

şartlar altında rızasını beyan etmesi gerektiğini» kabul etmektedir.<br />

Aksi takdirde kanun koyanın gayrimenkule ait satış akdini<br />

resmi şekle tâbi tutmak suretiyle varmak istediği gayeden uzaklaşılmış<br />

olur.<br />

Temyiz Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi'nin bu karan Temyiz<br />

Mahkemesi Hukuk Umumi Heyeti tarafından da (88) tasvip edilmiştir.<br />

Postacıoğlu, Velidedeoğlu - Esmer ve Kocayusufpaşaoğlu tarafından<br />

ileri sürülen hukuki mütalâalar karşısında bu müelliflerin<br />

fikrine iştirak ederek Türk hukukunda temsil salâhiyetinin şekle<br />

bağlı bir hukukî muamele olmadığım kabul etmek lâzımdır. Ancak<br />

burada, kanaatimizce, şekle bağlı bir akid zımnında verilmiş olan<br />

temsil salâhiyetinin kanuna karşı hile teşkil edip etmediği meselesi<br />

üzerinde de durmak bu müşkül ve münakaşalı meselenin halli bakımından<br />

faydalı olacaktır.<br />

Filhakika, temsil suretiyle yapılacak olan muamelenin şekil<br />

şartına bağlı bir muamele olmasına rağmen temsil salâhiyetinin<br />

(86) Arsebük, s. 470, No. 26.<br />

(86) Belgesay, s. 40-41.<br />

(87) Tem. 1. H. D. 21.1.1950 E. 949/5706,. K. 341.<br />

(88) Tem. H.U.H. 4.6.1952 E. 1.163 / K. 99; Yine Bk. Velidedeoğlu;<br />

Esmer s. 56.<br />

38


şekle bağlı olmadığım kabul etmek, muhtemel olarak kanuna karşı<br />

hileye yol açabilir. B. K. m. 213,e göre gayri menkul alım-satımı<br />

muteber olmak için resmî senede raptedilmek şarttır. Gayri menkule<br />

dair satım vadi resmî senede rapt edilmedikçe muteber değildir.<br />

B. K. m. 238 f. 1 mucibince bağışlama taahhüdünün muteber<br />

olması tahrirî olmasına mütevakkıftır. Aranılan şekle riayet edilmeksizin<br />

bir temsil salâhiyeti verilmişse mümessil münasip gördüğü<br />

bir zamanda temsil olunanın bir gayri menkulünü bir başkasına<br />

devretmeyi veya iktisab etmeyi resmî şekilde taahhüd edecek ve<br />

bu tahhüd temsil olunanı ilzam edecektir. Halbuki, kanunumuz<br />

ferağ taahhüdünü tazammun eden akidlerin resmî şekilde yapılmalarını<br />

emretmekle satıcıyı veya bağışlayanı ikaz etmek, üzerinde<br />

iyi düşünülmemiş acele muamelelerin önüne geçmek istemiştir.<br />

Esas muamelenin şekline bağlı olmayarak verilen bir temsil salâhiyeti<br />

neticesinde kanunun ruh ve maksadma aykırı bir iktisadî ve<br />

hukukî, netice elde edilmektedir (89). Başka bir tâbirle, kanun<br />

gayrimenkulun ferağım taahhüd hususunda bahşettiği vasıtalardan<br />

başka bir vasıta kullanmamayı emretmiş olduğuna göre ayni neticeye<br />

şekle bağlı olmayan bir temsil salâhiyeti verilmekle varılmaktadır<br />

ki, doktrinde hile kasdı da aranmadığına göre (90) bu in fraudem<br />

legis olarak tavsif edilebilir.<br />

II. Zımni temsil salâhiyeti<br />

Temsil salâhiyetinin verilmesi bir şekle tâbi olmadığına göre<br />

temsil salâhiyeti mümessile iç münasebet bakımından sarih bir irade<br />

'beyam ile verilebileceği gibi, zımnî bir irade beyam ile verilebilir.<br />

Diğer bir tâbirle mümessil, iş sahibinin kendisine temsil salâhiyeti<br />

verdiğini, onun zımnî irade beyanından tavır ve hareketlerinden<br />

istihraç edebilir (91). Bu takdirde iç münasebet bakımından<br />

iş sahibi ile mümessil arasında bir hukuki münasebet vücude<br />

gelmiş OIUT. itimat nazariyesinin (Vertrauenstheorie) tatbiki neticesinde<br />

şu neticeye varılabilir: Bir irade beyanına muhatab olan<br />

kimse (mümessil), tanına bilen bir irade beyanını hüsnüniyetle, ti-<br />

(89) Kars. Topçuoğlu, No. 75, s. 187.<br />

(90) Esen er, Muvazaalı muameleler, s. 14, not 33.<br />

(91) Hupka, s. 120, Danz, s. 273; Oertmann, Mad. 167, No. 2.<br />

3t


carî doğruluk kaidelerine uygun olarak tefsir etmesi neticesinde<br />

kendisine iş sahibini temsil hususunda bir salâhiyet verildiği neticesine<br />

varmışsa iç münasebet bakımından temsil salâhiyeti zımnen<br />

verilmiş sayılır. Şu halde itimat prensibine göre, herşeyden evvel<br />

mümessilin iş sahibinin irade beyanına atfettiği mana araştırılmak<br />

lâzım gelir. Muhatab hüsnüniyetle kendisine temsil salâhiyetinin<br />

verildiği neticesine varmışsa iş sahibinin deruni iradesine göre temsil<br />

salâhiyeti vermek niyeti mevcut olmasa dahi iç münasebet bakımından<br />

temsil salâhiyeti verilmiş addolunur.<br />

Bir kimse muhatabına bir hizmet veya vekâlet akdiyle bir muameleyi<br />

yapmak külfeti bahşetmişse bundan o kimseye bir temsil<br />

salâhiyetinin de verildiği neticesine varılabilir (92). Fakat mümessil<br />

ayni işi meselâ muayyen bir şeyi satın almak gibi onun hesabına<br />

fakat kendi namına yapması mümkün ise vekâlet akdinin temsil<br />

salâhiyetinin verildiği manasına gelip gelmediği ahval ve şeraitin<br />

hüsnüniyetle tefsirine bağlı olur. tş sahibinin bir kimseye yapacağı<br />

işler hakkında talimat vermesi ahval ve şeraite göre temsil salâhiyetinin<br />

zımnen verilmiş # olduğuna delâlet edebilir (93). Keza bir<br />

kimseye parasının alındığı yazıh bir faturanın verilmesi o faturayı<br />

alana faturanın karşılığını kabul etme yetkisini vermektir (94).<br />

Temsil salâhiyeti mümessile sükût ile de verilmiş olabilir. Kendisine<br />

açıkça salâhiyet vermediği bir kimse tarafından namına hukukî<br />

muamele yapıldığım 'bilen şahıs, makûl bir sebep yok iken sükût<br />

etmekle o kimseye zımnen temsil salâhiyeti vermiş olur (95).<br />

Beynelmilel Kanun Projesi'nin 3. maddesinin 1. fıkrasına göre<br />

de temsil salâhiyeti, temsil olunanın sarih, yazılı veya sözlü bir be­<br />

yanı ile verilebileceği gibi ahval ve şeraitten de istidlal edilebilir.<br />

(92) von Tuhr, s. 289 vıe allg. Teil,, §80, s, 394.<br />

(93) Droin, s. 66.<br />

(94) Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 25.<br />

(95) Belgesay, No. 32, s. 37.<br />

40


BÖLÜM n.<br />

HÂRİCİ <strong>TEMSİL</strong> SALAHİYETİ<br />

Jf 1. Temsil salâhiyetinin muhatabı<br />

Dahili temsil salâhiyeti tevcihi muktazi 'bir irade beyanı ile<br />

verildiğine göre mutahabm temsil olunan tarafından bilinen bir<br />

kimse olması lâznndır. Acaba, mümessile tevcih edilmese dahi<br />

üçüncü şahıs veya şahıslara temsil salâhiyetinin mevcudiyetinin<br />

bildirilmesiyle temsil salâhiyeti vücuda gelir mi ? Bu meselenin<br />

halli ve harici temsil salâhiyetinin temsil hukukunun tekâmülü bâr<br />

kımından oynadığı mühim rol sebebiyle meseleyi evvelâ Alman<br />

hukunda ve bilâhare Türk - İsviçre hukukunda tetkik etmek faydalı<br />

olacaktır. Hupka'nm (96) beyan ettiği veçhile bu problemin<br />

halli temsil salâhiyetinin şümulünü tâyin bakımından da ehemmiyetlidir.<br />

I. Alman hukukunda haricî temsil salâhiyeti<br />

A. M. K. m. .167 mucibince «salâhiyet itası, salâhiyettar kılınacak<br />

olan şahsa veya kendisine karşı temsil yapılacak olan üçüncü<br />

şahsa vaki beyanla olur.» A. M. K. m. 171 f. 1 e göre de «Bir kimse<br />

üçüncü şahsa hususi bir bildirme ile veya üçüncü şahıslara aleni<br />

tebliğ suretiyle, bir kimseye temsil salâhiyetini verdiğini bildirmişse<br />

bu şahıs bildirime istinaden birinci halde üçüncü şahsa, ikinci<br />

halde ise herhangi bir üçüncü şahsa karşı o kimseyi temsil yetkisini<br />

'haiz olur.» Bu iki maddenin birlikte tetkikinden çıkarılacak neticeye<br />

göre, Alman hukukunda temsil salâhiyeti iki şekilde verilebilir.<br />

(A. M. K. m. 167 f. 1).<br />

1. Temsil salâhiyeti temsil olunan tarafından bizzat mümessile<br />

yapılan bir irade beyanı ile verilir. Buna kısaca dahilî temsil salâhiyeti<br />

denir, (interne Vollmacht).<br />

2. Temsil salâhiyeti temsil olunan tarafından temsilin yapılacağı<br />

üçüncü şahsa veya şahıslara vaki beyanla verilir. Buna da harici<br />

temsil salâhiyeti denir, (eurterne Vollmacht).<br />

(96) Hupka, s. 95<br />

41


Harici temsil salâhiyeti de üç şekilde verilmiş olabilir (A. M.<br />

K. m. 171 ve 172) ve buna muhatap olan üçüncü şahısların hüsnüniyeti<br />

himaye görür. Bu gibi hallerde hüsnüniyetli üçüncü<br />

şahısların himaye edilmeleri için şart, yapılan bildirmenin inşai veya<br />

beyan edici bir muamele olup olmadığına bakılmaksızın, aşağıdaki<br />

bildirmelerin yapılmasiyle tahakkuk eder.<br />

a) Temsil salâhiyeti temsil olunan tarafından temsilin yapılacağı<br />

üçüncü şahsa karşı yapılan hususi bir beyanla verilir. Bu takdirde,<br />

hususi bildirme tevcihi muktazi bir beyandır.<br />

b) Temsil salâhiyeti temsil olunan tarafından gayri muayyen<br />

kimselere yapılan aleni bir tebliğ ile de verilebilir. Temsil salâhiyetinin<br />

alenî bir tebliğ ile verilmesi hernekadar A. M. K. m.<br />

167 de zikredilmemişse de Alman doktrininde (97) de kabul edildiği<br />

veçhile m. 167 ile 171 arasındaki benzerlik nazan itibare alınarak<br />

bu neticeye varmak mümkün görülmektedir. Temsil salâhiyetinin<br />

aleni bir beyan ile verilmesi halinde temsil olunanın bu<br />

beyanı tevcihi muktazi bir beyan değildir ve üçüncü şahısların<br />

buna ittılâı nazan itibare alınmaksızın her üçüncü şahıs hakkında<br />

muteberdir.<br />

c) Salâhiyetnamenin temsil olunan tarafından mümessile verilmesi<br />

ve salâhiyetnamenin mümessil tarafından üçüncü şahsa ibraz<br />

edilmesile temsil salâhiyeti verilmiş olabilir. Filhakika A. Mw<br />

K. m. 172, temsilcinin temsil olunan tarafından kendisine verilen<br />

salâhiyetnameyi üçüncü şahsa ibraz etmesini, temsil olunan tarar<br />

fmdan temsil salâhiyetinin üçüncü şahsa hususi surette bildirilmesi<br />

hükmünde addetmiştir. Alman kanun vazıımn 172. madde ile takip<br />

ettiği gaye şudur: (98) Temsil olunan kimsenin mümessile verdiği<br />

salâhiyetname, mümessil tarafından, temsil salâhiyetini haiz<br />

(97) Hupka, s. 108; Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 6; von Tuhr,<br />

allg. Teil, s. 381. Aksi fikirde Lenel, s. 22 Bu müellife göre aleni<br />

tebliğ kâfi gelmeyip temsü salâhiyetinin mevcudiyetinden<br />

temsilin yapılacağı 3. şahısların haberdar edümesi lâzımdır.<br />

(98) Planck, Mad. 172 No. 1 ve 7, s. 461; Wellspacher, s. 81-82<br />

42


olduğunu tevsik etmek üzere, üçüncü şahıs veya şahıslara ibraz<br />

edilince, bu üçüncü şahıslar temsil salâhiyetinin mevcudiyetinden<br />

haberdar edilmiş olurlar.<br />

A. M. K. m. 172 de bahis mevzuu olan salâhiyetname, temsil<br />

olunanın imzasını veya Noterlikçe musaddak tasdikli imza örneğini<br />

'havi, temsil olunanın mümessile kendi namına muamele yapabilmesi<br />

için salâhiyet vermiş olduğunu gösteren bir vesikadır. Bu salâhiyetname,<br />

temsil salâhiyeti verilirken mümessile verilmiş olabileceği<br />

gibi, bilâhare de verilebilir. Salâhiyetnamede mümessilin<br />

şahsen tâyin edilmesi zaruridir (99). Salâhiyetnıamenin ibraz edilmesinden<br />

maksat, üçüncü şahsa tevdi edilmesi veya ona gösterilmiş<br />

olmasıdır. (100) Salâhiyetnamenin aslının ibraz edilmesi lâzımdır.<br />

Bîr kopyesinin veya tasdik edilmiş olsa dahi özetinin ibraz<br />

edilmesi kâfi gelmez. Bu gibi hâllerde, suretin ibraz edilmesi evvelce<br />

temsil salâhiyetinin mümessile verilmiş olduğunu gösterirse de,<br />

bu salâhiyetin halen mevcut olduğuna delâlet etmez (101). Keza,<br />

mümessilin salâniyetnameye zilyet bulunduğunu beyan etmesi de<br />

kâfi değildir. Salâhiyetnamenin medeni haklan kullanma ehliyetini<br />

haiz bir mümessil tarafından ibraz edilmesi lâzımdır.<br />

Doktrinde, A. M. K. m. 172 nin kıyas yolu ile, mümessilin salâhiyetnameyi<br />

temsil olunanın ihmali neticesi ele geçirdiği hallerde<br />

de, tatbik edileceği kabul edilmektedir. Zira, böyle bir halde<br />

temsil olunan görünüşte temsil salâhiyetine (Scheinvollmacht) sebebiyet<br />

vermektedir.<br />

Acaba A. M. K. m. 172 nin tatbiki için salâhiyetnamenin üçüncü<br />

şahsa bir defa ibraz edilmiş olması kâfi midir ? Bu mesele münakaşalıdır.<br />

Hupka'ya göre (102), salâhiyetnamenin her muamelenin<br />

aktedildiği sırada gösterilmesi icaıbeder. Zira, diğer bir sebeple kendisine<br />

gösterilmiş olan salâniyetnameye istinaden üçüncü şahıs ile<br />

mümesil arasmda aktedilen muamelenin hüküm ve neticelerinden<br />

temsil olunanı mes'ûl kılmak haksızlık olur. Buna mukabil, Alman<br />

(99) Staudinger - Coing, Mad. 172, No. 5<br />

(100) Staudinger - Coing, Mad. 172. No. 8<br />

(101) Staudinger - Coing, Mad. 172. No. 6<br />

(102) Hupka, s. 171 ve mütea.<br />

43


doktrininde umumiyetle kabul edildiğine göre (103), Hupka'nm<br />

görüşü ancak de lege ferenda nazarı itibara alınabilir. A. M. K. esbabı<br />

mucibe lâyihasında*da (104), salâhiyetnamenin üçüncü şaihsa<br />

bir defa ibraz edilmesi kâfi olup, bilâhare bir muamele yapılırken<br />

tekrar gösterilmesi icabetmez. A. M. K. m. 172 mucibince salâhiyetnamenin<br />

ibrazı A. M. K. m. 171 de zikredilen «temsil olunan taralından<br />

üçüncü şahsa temsil salâhiyetinin hususi surette bildirilmesine»<br />

tekabül ettiğine göre, nasıl temsil salâhiyetinin bir kere<br />

bildirilmesi lâzım ise, ayni şekilde salâhiyetnamenin de bir defa<br />

ibraz edilmesi kâfidir. Bu hal sureti temsil olunan için bir tehlike<br />

arzetmez; salâhiyetnameyi geri istiyerek üçüncü şahıslara tanınan<br />

himayeyi ortadan kaldırabilir. Zira, A. M. K. m. 172, f. 2 ye göre,<br />

salâhiyetname temsil olunana iade olunmadıkça veya hükümsüzlüğü<br />

beyan edilmedikçe temsil salâhiyeti 'baki kalır.<br />

II. Türk - İsviçre borçlar kanunu sisteminde temsil salâhiyetinin<br />

muhatabı ve haricî temsil salâhiyeti<br />

Türk - îsviçre hukukunda kabul edilen sisteme göre, temsil sar<br />

lâhiyetinin verildiği- hukuki muamelenin, mümessile tevcih edilmesi<br />

şarttır. Bu husustaki irade beyanının mümessile vusulü anından<br />

itibaren temsilcinin muvafakatine ve hattâ ittılâ kesbetrniş olmasına<br />

dahi ihtiyaç olmaksızın temsil salâhiyeti hüküm ve neticelerini<br />

meydana getirir (105). Mümessile temsil salâhiyeti verilmediği halde,<br />

B. K. m. 33 ve 37 den de istihraç edilebileceği veçhile üçüncü<br />

şahıs' veya şahıslara temsil salâhiyetinin bildirilmiş olması dahili<br />

temsil salâhiyetinin vücude gelmesi için kâfi değildir. Başka bir<br />

tabirle, temsil salâhiyetini veren irade beyanının mümessil yerine<br />

bir üçüncü şahsa bildirilmiş olması halinde ortada sadece görünüşte<br />

temsil (Schein vollmacht) mevcuttur. Şu halde görünüşte (zahirî)<br />

temsil salâhiyeti dahili temsil salâhiyetine ve dolayısile temsil<br />

salâhiyetinin verilmesine taallûk eden bir husus olmayıp, harici<br />

temsil salâhiyetini ilgilendirir. Bu husus Türk - îsviçre Borçlar Kanunu<br />

sisteminin B. G. B. den ayrıldığı en mühim noktalardan biri-<br />

(103) Staudinger - Coing,, Mad. 172, No. 7<br />

(104) Motive I, 239<br />

(105) Hupka, s. 89 - 90; Zimımermann, s. 89; Macris, s. 232<br />

44


sidir. Alman Hukukunda temsil salâhiyeti, üçüncü şahsa bildirilmek<br />

suretiyle de husule geldiği halde Türk - İsviçre hukukunda<br />

muhakkak surette mümessile verilmekle meydana gelir. Şu halde,<br />

Türk - İsviçre hukukunda temsil salâhiyetinin verilmesi münhasıran<br />

dahili münasebeti ilgilendirir. Üçüncü şahsın, muhatabın temsil<br />

salâhiyetini haiz olduğunu bilmeyerek (negotorium gestio) zanniyle<br />

yaptığı mukavele temsil olunan tarafından tasvip edilmesine<br />

ihtiyaç olmaksızın muteber olarak teşekkül eder (106).<br />

§ 2. Haricî temsil münasebetinin teessüsü<br />

I. Temsil olunan tarafından üçüncü şahsa bildirilmek suretiyle<br />

dış münasebetin teessüsü >-İ<br />

Mümessile tevcih edilen ve temsil olunan tarafından temsilin<br />

yapılacağı üçüncü şahsa bildirilmemiş olan dahili temsil salâhiyetine<br />

üçüncü şahıs mümessilin sıfatım bildirmesile muttali olur. Yukarıda<br />

da izah edildiği veçhile, temsilin muteberlik şartı olan ve<br />

tevcih edilmesi tek taraflı irade beyanı ile husule gelen dahili temsil<br />

salâhiyeti geniş manada başkası namına bir iş görme salâhiyeti<br />

teşkil eder. Hukuk tarihi boyunca, uzun zaman yalnız dahili temsil<br />

salâhiyeti nazarı itibara alınmıştır. Temsil hukukunun tekâmülü<br />

ile yalnız temsil olunanın menfaatlerini siyanet eden dahili temsil<br />

salâhiyetinin kifayetsizliği müşahede edilmiş, üçüncü şahıslan<br />

himaye ve hukuki emniyeti teinin için yeni bir kategori temsil salâhiyeti<br />

ortaya atılmıştır. Filhakika, temsil olunan kimse temsil salâhiyeti<br />

verdiğini veya mümessil bu sıfatını temsilin yapılacağı<br />

üçüncü şahıs veya şahıslara bildirmiş olabilir. îşte temsil olunan<br />

tarafından temsilin yapılacağı üçüncü şahıslara bildirilmiş olan<br />

temsil salâhiyetine harici temsil salâhiyeti denir. Borçlar Kanunumuzda<br />

esas itibarile, dahili temsil salâhiyeti tanzim edilmiş bunun<br />

yanında istisnai olarak harici temsil salâhiyeti B. K. m. 33 f. 2 ve<br />

34 f. 3 de derpiş edilmiştir.<br />

Harici temsil salâhiyeti, ticari muamelâtta gittikçe artan bir<br />

önem kazanmaktadır. Harici temsil salâhiyeti ile istihdaf edilen<br />

(106) yon Tuhr, s. 289<br />

45


gaye üçüncü şahısların 'himayesi ve ticari muamelelerde emniyet<br />

prensibinin tahakkuk etmesidir. Dahili temsil salâhiyeti ile sık sık<br />

karıştırılan harici temsil salâhiyeti, ondan tamamen farklı bir karakter<br />

taşır. Dahili temsil salâhiyeti temsil olunanın menfaatlerini<br />

himaye ederken, B. K. m. 33, f. 2 ve 34, f. 3 den de istihraç edileceği<br />

veçhile, harici temsil salâhiyetinde kendilerine temsil salâhiyetinin<br />

mevcudiyeti veya şümulü bildirilmiş olan üçüncü şahısların<br />

bu bildirime itimatları himaye edilmektedir (Vertrauensschutz).<br />

Şu halde, harici temsil salâhiyetinin mevcudiyeti ve buna binaen<br />

üçüncü şahısların himaye edilebilmeleri için üç şartın tahakkuku<br />

lâzımdır.<br />

a) Temsil salâhiyetinin temsil olunan tarafından üçüncü şahsa<br />

bildirilmesi icabeder. Temsil olunan tarafından üçüncü şahsa<br />

veya şahıslara bildirme, Alman Hukukunun aksine olarak mümessile<br />

temsil yetkisinin verildiği bir hukuki muamele olmayıp, sadece<br />

temsil salâhiyetinin verildiğini gösteren izhar edici bir beyandır.<br />

Kanun bu bildirmeye beyan sahibinin iradesinden müstakil<br />

olarak hüküm ve netice izafe eder. Binaenaleyh, temsil olunanın<br />

tavır ve hareketleri, istenilerek yapılmış olmasa dahi, temsil olunanın<br />

iradesinden müstakil olarak, kanunun derpiş ettiği hüküm<br />

ve neticeleri meydana getirir. Temsil salâhiyetinin temsil olunan<br />

tarafından üçüncü şahıs veya şahıslara bildirilmesi şekle tâbi olmayıp<br />

muhtelif suretlerde yapılmış olabilir. Temsil olunan kimse<br />

sarih veya zımni bir irade beyaniyle, meselâ mektup, telgraf veya<br />

haberci göndererek muayyen bir şahıs veya şahıslara; sirküler, gazete<br />

vesair vasıtasile veya ticaret siciline tescil ile (107) gayri muayyen<br />

üçüncü şahıslara, mümessile temsil salâhiyetinin verildiğini<br />

bildirebilir. Temsil salâhiyetinin verildiği üçüncü şahıslara sirküler<br />

veya gazete ile bildirilirse, bunlar basılıp tevzi edilmeleriyle<br />

hüküm ve netice meydana getirir (108).<br />

Temsilin yapılacağı kimseye mümessilin salâhiyetnamesini ibraz<br />

etmesi halinde de harici temsil salâhiyetinin mevcudiyetini kabul<br />

etmek lâzımdır (109). Hernekadar Türk-isviçre Borçlar Kanu-<br />

(107) RO 58 IX 160 - JdT 1933, S. 122<br />

(108) Hupka, s, 110<br />

(109) von Tuhr, s. 290; Becker, Mad. 38, No. 17; Saussure s. 73<br />

44


nunda A. M. K. m. 172 ye 'benzer bir hüiküm mevcut değilse de durum<br />

aynidir. Filhakika salâhiyetname ibraz edilmekle, temsil olunan<br />

tarafından mümessile temsil salâhiyetinin verilmiş olduğu üçüncü<br />

sahsa bildirilmiş olur. Bu salâhiyetname temsil olunanın imzasını,<br />

şahsım, temsil salâhiyetinin verildiğini, mümessilin şahsını ihtiva<br />

etmelidir. Yukarıda işaret edildiği veçhile, Alman hukukunda $alâhiyetnamenin<br />

her muamele için ayrı ayrı ibraz edilmesine lüzum<br />

olmayıp bir defa ibraz edilmiş olmasının haricî temsil için kâfi olduğu<br />

neticesine varılmıştır. Fakat, kanaatımızca, bu hal şeklini Türklsviçre<br />

hukukunda kabul etmek zordur. Zira, salâhiyetname temsil<br />

olunana iade olunmadıkça veya hükümsüzlüğü beyan edilmedikçe<br />

temsil salâhiyetinin hâki kalacağım beyan eden A. M. K. m. 172<br />

f 2'ye benzer bir hüküm Borçlar Kanunumuzda yer almamıştır. B.<br />

K. m. 36 f. 2 ile üçüncü şahıslar ancak tazminat suretile kısmen himaye<br />

edilmektedirler. Temsil olunan kimse üçüncü şahsa, bir kimseye<br />

salâhiyet vermiş olduğunu sarih olarak bildirebileceği gibi<br />

zımni bir beyanla da bildirilebilir.<br />

b) Görüldüğü veçhile haricî temsil salâhiyetiyle esas itibariyle<br />

üçüncü şahısların himayesi istihdaf edilmektedir. Bunun için ikinci<br />

şart, temsil salâhiyetinin bildirildiği üçüncü şahısların sübjektif hüsnüniyetidir<br />

(M. K. m. 3). Hüsnüniyet haricî temsil salâhiyetinin karakteristik<br />

vasfını teşkil eder. İtimat prensibine göre, üçüncü şahıslar<br />

bir bildirimden ibaret bulunan bu beyanı hüsnüniyetle, örf<br />

Ve âdet ve ticarî doğruluk kaidelerine göre tefsir ederek bir mümessile<br />

temsil salâhiyetinin verildiği neticesine varmış 1 arsa, bu bildirmeye<br />

itimat edebilmelidirler. Binaenaleyh, hakikat halde dahili<br />

temsil salâhiyeti verilmiş olmasa dahi temsil olunan kimse üçüncü<br />

şahıslara temsil salâhiyetinin verildiğini bildirmişse, temsil salâhiyetinin<br />

mevcut olmadığım bilmeyen üçüncü şahısların hüsnüniyeti<br />

himaye edilir ve onlar hakkında sanki mümessile temsil salâhiyeti<br />

verilmiş gibi muamele olunur (110), (111). Ancak üçüncü şahsın,<br />

temsil salâhiyetinin hakikat halde mevcut olmadığını bilmemesi kâfi<br />

olmayıp M. K. m. 3 f. 2 mucibince icabı hale göre kendisinden beklenilen<br />

ihtimamı göstermiş olması lâzımdır. Aksi halde, hüsnüniyet<br />

(110) v. Tuhr, s. 291<br />

(111) Böyle bir halde B. K. m. 38 f. 2, kıyasen temsil salâhiyetinin<br />

mevcudiyetine tatbik edilir.<br />

V<br />

47


iddiasında bulunımyacağından haricî temsile itimadı himaye edilemez.<br />

Haricî temsil salâhiyeti sarih olarak üçüncü şaihıs veya şahıslara<br />

bildirilmiş olabileceği gibi zımnî surette de bildirilmiş olabilir.<br />

B. K. m. 34 f. 3 de de üçüncü şahsa delâleten bildirilmiş olan<br />

temsil salâhiyeti bahis mevzuudur. Biraz aşağıda tetkik edileceği<br />

veçhile, iş sahibinin irade emarelerinden, üçüncü şahıslara karşı<br />

mümessile temsil salâhiyeti verilmiş olduğunu imâ edecek şekilde<br />

hareketlerinden ve husule gelen hukukî görünüşten haricî temsil<br />

salâhiyetinin mevcudiyeti istihraç edilebilir. Temsilin yapılacağı<br />

üçüncü şahıs, temsil olunanın beyanını (veya tebliğ ve ilânını veya<br />

salâhiyetnameyi) hüsnüniyet kaidelerine göre tefsir ederek temsil<br />

salâhiyetinin mümessile verilip verilmediği neticesine varacağı gibi<br />

temsil salâhiyetinin şümulünü de tâyin edecektir. Doktrinde (112)<br />

ve mahkeme içtihatlarında (113) üçüncü şahsa ayrıca bir araştırma<br />

ve öğrenme mükellefiyeti tahmil edilmemektedir. Zira, haricî<br />

temsilde temsil yetkisinin üçüncü şahsa 'bildirilmesi keyfiyeti onu<br />

ayrıca araştırma mükellefiyetinden muaf kılar. Üçüncü şahıs kendisine<br />

bildirilmiş olan temsil salâhiyetine itimat edebilmelidir. Aksi<br />

halde, öğrenmek için gayret gösterseydi dahilî temsil salâhiyetimin<br />

mevcut olmadığını öğrenmiş olacaktı iddiası ileri sürülebilecektir.<br />

Hernekadar, üçüncü şahsın öğrenme mükellefiyeti yoksa da,<br />

üçüncü şahıs ahval ve şeraiti nazara alarak kendisinden beklenilen<br />

ihtimamı göstermek ve her şüpheli hal üzerinde dikkatle durmak<br />

mecburiyetindedir (114). Meselâ, salâhiyetnamenin tarihinin eski<br />

olması halinde temsil olunan vaziyeti tetkik etmelidir. Buna mukabil<br />

Federal Mahkeme 1961 tarihli bir kararında (115) 1931 senesinde<br />

mümessile verilmiş olan salâhiyetnamenin 1948 yılında üçüncü<br />

şahsa ibraz edilmek suretiyle haricileştirilen temsil salâhiyetinde,<br />

üçüncü şahsa, temsil salâhiyetinin arada geçen müddet zarfında talimat<br />

verilmek suretiyle tahdit edilip edilmediğini öğrenmek mükellefiyetini<br />

tahmil etmemiştir.<br />

(112) Saussure, s. 78; Egger, Missbrauch, s. 65.<br />

(113) RO 33 II, 613 RO 77 II, 138 - JdT. 1952, s. 53.<br />

(114) RO 38 II 408; RO 47 II 264 - JdT 1921, s. 489<br />

(115) RO 77 II 136<br />

48


c) Üçüncü ve objektif olan bu şarta göre: Haricî temsil salâhiyetine<br />

istinaden hüsnüniyetin himayesi, Federal Mahkemenin de<br />

işaret ettiği veçhile (116), ancak kanunen üçüncü şahısların himayesinin<br />

derpiş edilmiş olduğu hallerde mümkündür. Temsil olunan<br />

temsil salâhiyetini üçüncü şahıslara bildirmekle bir görünüş meydana<br />

getirmektedir. Ve bunun neticelerine katlanmalıdır (117).<br />

B. K. m. 33 f. 2 doktrin ve jurisprudence tarafından geniş şekilde<br />

tefsir edilerek yalnız temsil salâhiyetinin şümulüne değil, haricî<br />

temsil salâhiyetinin mevcudiyetine de tatbik edilmektedir. Böylece<br />

mezkûr madde haricî temsil salâhiyetinin istinat ettiği kanunî hüküm<br />

olmuştur. Temsil hukuku sahasmda haricî temsil l salâhiyetinde<br />

üçüncü şahısların hüsnüniyeti muhtelif hükümlerle himaye edilmiştir<br />

(118). Haricî temsil salâhiyetile hüsnüniyetli üçüncü şahısların<br />

himayesi eşya hukukunda hüsnüniyetli müktesibin himayesine<br />

müşabih bir durum arzeder.<br />

II. Hukuki görünüşe istinaden haricî temsil münasebetinin teessüsü<br />

Bazı hallerde, temsil olunan kimse bir diğerine temsil salâhiyeti<br />

verdiğini sarih veya zımnî bir beyan ile üçüncü şahsa bildirmemiş<br />

olduğu halde üçüncü şahıslar onun bir kimseyi kendi namına<br />

harekete mezun kılacak şekildeki tavır ve hareketlerinden<br />

temsil salâhiyetinin mevcudiyetine kanaat getirmiş olabilirler. Bu<br />

takdirde iş sahibiyle üçüncü şahıslar arasmda bir menfaat ihtilâfı<br />

bahis mevzuu olmaktadır. İş sahibi temsil salâlüyetinin ne sarahaten<br />

ve ne de zımnen verilmemiş olduğunu iddia ederek yapılan<br />

muamelenin alacak ve borçlusu olmadığım iddia ederken, üçüncü<br />

şahıslar iş sahibinin tavır ve hareketleriyle temsil salâhiyetinin verilmiş<br />

olduğu hususunda bir hukukî görünüş meydana getirdiğini<br />

ve bu görünüşe itimatlarının himaye edilmesini talep edeceklerdir.<br />

(116) RO 57 II 225 -JdT 1931, 8. 625<br />

(117) Aynı sisteme göre ayni haklar sahasmda hüsnüniyetli bir<br />

şahsın yaptığı iktisap himaye edilmektedir. M. K. 931, 901<br />

ve 687 yine Bk. B. K. m. 18 f. 2 ve 162 f. 2<br />

(118) B. K. m. 33 f. 2; 84 t 3, 450, 451 f. 3, 452 f. 2, 454 I. 2, M. K.<br />

155, cümle 2 ve 156 f. 2<br />

49


Bu problemi irade emareleri (factum conciudens) mefhumundan<br />

da haTeket ederek daha yakından müşahade etmek mümkündür,<br />

îrade emareleri, irade beyanlarını da içine alan geniş bir mefhumdur.<br />

Dar mânasında ise, bundan aslî gayesi irade izharı olmayan<br />

fakat iradeyi istidlale müsait tavır ve hareketler anlaşılır (119).<br />

îşte temsil salâhiyetinin mevcudiyeti geniş mânada irade emarelerinden<br />

yani temsil salâhiyetinin verildiğini üçüncü şahıslara bildiren<br />

sarih veya zımnî bir irade beyanından anlaşılabileceği gibi,<br />

dar mânasında irade emarelerinden yani iradeyi beyana matuf olmayan<br />

bir hareket tarzından da (neticelendirici vakıa) (120) istihraç<br />

edilebilir.<br />

Görüldüğü veçhile, haricî temsil, temsil olunanın sarih veya<br />

zımnî irade beyanına istinaden teessüs edebileceği gibi, iradeyi istidlale<br />

müsait tavır ve hareketlerine de istinat edebilir. Bu iki farklı<br />

durum çok defa doktrin ve jurisprudence'da birbiriyle karıştırılmaktadır.<br />

Bu husus Alman mahkeme içtihatlannm tekâmülünde<br />

kolaylıkla müşahede edilebilir. Filhakika, Alman mahkeme içtihatları<br />

eskiden beri de facto mümessil ile hukukî muamele akteden<br />

kimseyi siyanet etmek maksadiyle zımnen verilmiş bir temsil<br />

salâhiyetinin mevcudiyetini (eine stillschweigende Vollmacht erteilung)<br />

kabul etmiştir (121). Bu içtihattan ise zımni temsil salâhiyetinin<br />

hususiyetini tâyin etmek halamından şu netice çıkar: Sükût<br />

etmek suretiyle zımnen haricî temsil salâhiyetinin verilmesi için<br />

temsil olunanın de facto mümessilin hareketlerine vâkıf olması lâzımdır.<br />

İş sahibi temsil suretiyle aktedilen muamelelere itiraz etmemek<br />

suretiyle tasvip ettiğini açığa vurmaktadır (122). Buna mukabil<br />

bu içtihadın tekâmülü neticesi Alman Temyiz Mahkemesi<br />

(123) haricî temsil salâhiyetinin mevcudiyetini, temsil olunanın<br />

(119) L'Huillier, s. 113; Oğuzman,, s. 119 not 6<br />

(120) Arsebük, kan a atimize a hatalı olarak fait coneluant - willensbestâtigung<br />

karşılığı bitirici vakıa tâbirini kullanmaktadır.<br />

Bu mevzuda yine Bk. Schwarz» s. 119.<br />

(121) RGZ 118, 234; 171, 164; 100, 48; 76, 203; J. W. 1925, 1753 ve<br />

1927, 1098<br />

(122) Staudinger - Coing, Mad. 167, No 9 e<br />

(123) J. W. 1927„ 1249, No. 5; J. !W. 1930, 8763, No. 25; J. W. 1936, 349<br />

No. 55<br />

50


de facto mümessilin hareketlerini bildiği veya sükût ettiği hallere<br />

değil, daha ziyade temsil olunanın tavır ve hareketlerime üçüncü<br />

şahıs tarafından hüsnüniyetle atfedilen mânaya istinat ettirmektedir.<br />

Staudinger - Coing'in de tebarüz ettirdikleri gibi (124), Alman<br />

mahkeme içtihatlarının bidayetteki hareket noktası, sükût etmek<br />

suretiyle yapılan zımnî irade beyanı, problematik bir hale gelmektedir.<br />

Zira, iş sahibinin de facto mümessilin yaptığı muameleler<br />

karşısında sükût ederek müsamaha göstermesi, zımnî bir irade beyanı<br />

olarak kabul edilebilmek için hiç değilse de facto mümessilin<br />

hareketlerine vâkıf olması icap eder. İş sahibi, de facto mümessilin<br />

kendi namına yaptığı muamelelere vâkıf değilse, zımnî de olsa<br />

bir irade beyanının mevcudiyetini kabul etmeye imkân kalmaz.<br />

Bunun için Alman Jurisprundence'ında (125) zımnî temsil<br />

salâhiyeti (Vollmacht kraft duldung) ile hukukî görünümden tevellüt<br />

eden temsil salâhiyeti (Volmacht kraft Rechtsscheins) birbirinden<br />

tefrik edilmektedir. Birinci halde temsil olunan mümessilin<br />

kendi namına hareket ettiğini bilmekle beraber, sükût etmek suretiyle<br />

müsamaha göstermektedir. İkinci halde ise temsil olunan örf<br />

ve âdet kaidelerine göre kendisinden beklenilen ihtimamı gösterseydi<br />

de facto mümessilin yaptığı muamelelere vâkıf olabilir ve<br />

bunların önüne geçebilirdi. ,<br />

Alman doktrininde ise temsil olunanın tavır ve hareketleriyle<br />

meydana getirdiği hukukî görünüşe istinaden haricî temsil münasebetinin<br />

teessüs edip etmiyeceği münakaşalı bir mesele olduğu gibi<br />

bunu kabul eden müellifler de bunun hududunun tâyini üzerinde<br />

ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazı eski müellifler yalnız zımnî temsili<br />

kabul etmişlerdir. Hukukî muamele nazariyesi de denilen bu görüşe<br />

göre temsil salâhiyeti yalnız bir irade beyanile verilebilir. Temsil<br />

olunanın hareket tarzına istinaden zımnî irade beyanı ile temsil<br />

salâtoyetinin verilmesinin hukukî mahiyeti irade beyanı hakkında<br />

ileri sürülen nazariyelere istinat eder (126). Hupka ve Danz gibi<br />

bazı müelliflere göre, üçüncü şahıslara karşı yaratılan görünüş an-<br />

(124) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 9 a<br />

(125) N. J. W. 1963, 345, No. 233; RGZ 170, 284<br />

(126) Macris, s. 55<br />

51


cak temsil olunanın zımnî iradesinin tunum! tefsir metodlanna göre<br />

tefsiri neticesinde meydana geldiği kabul edilebilir (127). Planck<br />

- Flad'a göre (128) Alman Medenî Kanunu hükümlerine göre<br />

üçüncü şahıslan himaye için bir sebep olmadığı gibi, bu hususta<br />

bir hudut da tâyin edilemez. Von Tuhr (129) da sarih temsil salâhiyetinin<br />

ancak ticarî temsil için arandığım kaydettikten sonra<br />

temsil salâhiyetinin zımnen verilebileceğini yani, temsil olunanın<br />

tavır ve hareketlerinden temsil salâhiyetini vermek hususundaki<br />

iradesinin istihraç edilebileceğini yazmaktadır. Von Tuhr, temsil olunanın<br />

mümessilin kendi namına akdettiği muameleler karşısında sükût<br />

ederek müsamaha göstermesi ancak onun de facto mümessilin<br />

hareketlerine vâkıf olduğu hallerde temsil salâhiyetinin mevcut<br />

olabileceğini kabul etmektedir. İş sahibinin bir memuru, kusurlu<br />

hareketi ile temsil salâhiyetinin mevcudiyeti hakkında üçüncü şahıs<br />

nezdinde hatalı bir kanaat husule gelmesine sebep olmuşsa tazminat<br />

ile mükellef olur, fakat hiçbir suretle zımnî temsil salâhiyeti<br />

bahis mevzuu olmaz.<br />

Zımnî temsil salâhiyeti nazariyesi veya bir hukukî muamele<br />

ile bahsedildiği için hukukî muamele nazariyesi denilen ve zımnî<br />

iradenin genişletilmek suretiyle her türlü görünüşlere tatbik edilmesinden<br />

ibaret olan bu görüş tarzı bir hukuki alışkanlığa istinad<br />

etmektedir (130). Bugün, zımnî irade beyanının sarih irade beyanı<br />

gibi hakikî bir irade beyanı olduğu kabul edilmektedir.<br />

Modern Alman doktrininde zımnî temsil nazariyesi birçok bakımlardan<br />

kifayetsiz bulunmuştur (131). Zımnî temsil salâhiyeti<br />

iradeye istinad ettiği için temsil olunan esaslı hata sebebiyle A. M.<br />

K. m. 119 a istinaden akdi feshedebilecektir. Bundan başka iş sahibinin<br />

ihmali sebebiyle, de facto mümessilin hareketlerinden temsil<br />

olunanın tazminat ile mükellef tutulması hukukî muamelelerin<br />

esas mahiyeti ile kabili telif değildir.<br />

(127) Hupka, s. 120; Danz, s. 273<br />

(128) Planck-Flad, Mad. 167, No. 6<br />

(129) von Tuhr, allg. Teil II, 2, s. 393 - 394; yine Bk. Oertmann, Mad.<br />

167, No. 2<br />

(130) Macris, s. 54<br />

(131) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 9. c; Enneccerus - Nipperdey,<br />

S 184, II, 2, s. 1131<br />

52


Bu bakımdan Titze (132) gibi bazı müellifler temsil olunan<br />

kimsenin temsil salâhiyetinin verildiğini gösterecek şekilde hareket<br />

etmesi halinde onun mesuliyetini zımnî iradeye değil, Culpa in<br />

Contrahendo'ya. istinad ettirmişlerdir. Fakat bu görüş tarzı da<br />

rağbet bulmamıştır. Zira, Alman hukukunda kabul edildiği veçhile,<br />

culpa m contrahendo ilk müzakereler sırasında âkid taraflardan<br />

birisi veya onun salahiyetli mümessili (memuru veya müstahdemi)<br />

tarafından işlenmiş olan akdî bir kusurdur. Binaenaleyh, temsil<br />

olunanın meşguliyetine - culpa in contrahendo - istinad ettirilemez<br />

(133).<br />

Nihayet diğer bazı müellifler hukuki görünüşe istinaden zımni<br />

temsil salâhiyetinin verilmesinin esasını itimadın himayesi nazariyesine<br />

(Theorie des Vertnauensschutzes) istinad ettirmişlerdir, ilk<br />

defa Seeler (134) tarafından ileri sürülen bu görüş tarzının başlıca<br />

müdafii Avusturyalı meşhur hukukçu Wellspacher olmuştur. Bu<br />

müellife göre, itimadın himayesi ya hukuk nizamı tarafından yaratılan<br />

suni haricî vakıalara (künstliche âussere Tatbest ânde) (135)<br />

(meselâ tapu sicili, ticaret sicili gibi alenî siciller, veraset ilâmı, vasiyet<br />

tenfiz memurluğu şehadetnamesi gibi hüviyet vesikaları) veya<br />

tabiî haricî vakıalara (natürliche âussere Tatbest ânde) (136) (meselâ<br />

zilyedlik, borç senedi ve temlik senedi gibi muhtelif senetler)<br />

istinad eder.<br />

İşte Wellspacher'e göre (137), temsil salâhiyetini ihtiva eden<br />

salâhiyetname bir tabiî dış görünüş meydana getirir. Zımnen temsil<br />

salâhiyetinin verilmesi herzaman iş sahibinin bir irade beyanına<br />

istinad etmez. Bilâkis üçüncü şahıslara bildirilmiş olan temsil salâhiyeti<br />

veya temsil salâhiyetinin verildiğini tevsik eden salâhiyetname<br />

temsil edilenin mes'ûliyetıinin esasını teşkil eder. Başka bir tabirle<br />

bu temsil salâhiyeti zilyedin tasarruf salâhiyeti gibi iyi niyetli<br />

üçüncü şahsın temsil olunan tarafından yaratılmış olan hukuki<br />

(132) Titze, J. W. 1925,, 2, s. 1753, No. 10<br />

(133) Macris, s. 50-51<br />

(134) Seeler, Arch. Burg. R. 28 (1906) s. 1 ve 36<br />

(135) Wellspacher, s. 22-57<br />

(136) Wellspacher, s. 58-94<br />

(137) Wellspacher, s. 79<br />

59


görünüşe itimadının himayesinin bir tepkisidir (Reflexwirkung)<br />

(138). Dış görünüşe itimat eden hüsnüniyetli üçüncü şahısların itimadı<br />

hukukî balamdan yaratılan dış görünüşün ehemmiyeti nisbetinde<br />

himaye edilir. Bu bir hukuk politikası meselesidir (139).<br />

Hukukî görünüş bir irade beyanı neticesi meydana gelmişse temsil<br />

olunan kimse, bunun iç münasebetle telif edilemediği nisbette iradesinin<br />

fesada uğradığım ileri sürecektir. Bunun için Wellspacher'e<br />

göre (140), A. M. K. sistemline göre itimadın himayesi ancak hüsnüniyetin<br />

irade ile beyan arasındaki münasebette de tatbik edilmesi<br />

ile mümkün olur. Binaenaleyh, birçok hallerde A. M. K. m.<br />

171 ve 172 de derpiş edilen hallerde temsil olunanın iradesinin fesada<br />

uğradığı iddiasını red edebilmek lâzım gelecektir.<br />

Wellspacher'ın bu görüşü bilâhare Oertmann (141) tarafından<br />

takip ve tekâmül ettirilmiştir.<br />

Modern Alman doktrininde temsil salâhiyetinin yaratılan hukukî<br />

görünüşe istinaden zımnen verilmiş olabileceği kabul edilmekte,<br />

ancak bunun hududu üzerinde bir görüş 'birliğine varılamamaktadır.<br />

Modern doktrin, içtihatları takiben hukukî görünüşe istinaden<br />

haricî temsil salâhiyetini zımnî temsil salâhiyetinden tefrik etmektedir.<br />

Staudinger - Coing'e göre (142) Alman Temyiz Mahkemesi'nin<br />

zımnî temsil salâhiyeti ile hukukî görünüşten tevellüd eden<br />

temsil salâhiyetini (Vollmacht kraft Anscheins) tefriki doğrudur.<br />

Birinci halde geniş manadaki irade emarelerinden, neticelendirici<br />

tavır ve hareketlerden (schlüssiges Verhalten) tevellüt eden ve<br />

mahiyeti itibariyle bir hukukî muamele olan bir temsil salâhiyeti<br />

bahis mevzuu iken ikinci halde itimada müstenid bir mes'uliyet<br />

(Vertrauenshaftung) hali mevcuttur. Pratik bakımdan bu hal birincisine<br />

nazaran daha fazla rol oynar.<br />

Şu halde zımnî temsil salâhiyeti iradenin zımnen beyan edilmesiyle<br />

meydana gelir (Willenserklarung durch schlüssiges Ver-<br />

(138) Wellspacher, s. 87-yine Bk. Macris, s. 72<br />

(139) Wellspacher, s. 90<br />

(140) Wellspacher, s. 92-93<br />

(141) Oertmann, ZHR 95 (1930) s. 449, 457 ve hususiyle s. 466<br />

(142) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 9 d<br />

54


halt en). İş sahibinin de facta mümessilin giriştiği muamelelere vâkıf<br />

olması şarttır. Bu muameleleri tasvip ettiğini bunlara itiraz etmemekle<br />

zımnen izhar etmektedir (143).<br />

Buna mukabil hukukî görünüşten tevellüd eden harici temsil<br />

salâhiyeti münasebetinin şartlan ise şunlardır (144) : a) Bir kimsenin<br />

üçüncü şahıs muvacehesinde mümessili sıfatiyle hareket etmesi<br />

veya hareket etmek istemesi •* b) Hukukî görünüşe istinaden<br />

bir salâhiyetin mevcudiyeti, yani, de facto mümessil ile muamele<br />

akteden üçüncü şahsm hüsnüniyetle, sözde mümessilin temsil olunan<br />

ile mutabık olarak ve salâhiyetle hareket ettiği kanaatma varmış<br />

başka bir tâbirle, üçüncü şahıs hüsnüniyetle ve işlerin mûtad<br />

cereyanına göre mümessilin hareketlerine temsil olunamn vâkıf olduğuna<br />

ve bunlara müsamaha gösterdiğine kanaat getirmiş olması<br />

c) Mümessilin muayyen bir zaman zarfında temsil olunan namına<br />

hareket etmiş olması, d) İş sahibinin de facto mümessilin kendi<br />

namına hareket ettiğine vâkıf olabilecek bir durumda olması fakat<br />

ihmali ve kusuru neticesi olarak buna vâkıf olamamış bulunması,<br />

e) iş sahibinin de facto mümessilin kendi namına hareket etmesine<br />

mani olmak im kân m a sahip bulunması, f) Hukukî görünüşe istinad<br />

eden üçüncü şahsm hüsnüniyetli olması yani bütün dikkat<br />

ve ihtimamı göstermiş olmasına rağmen mümessil sıfatiyle hareket<br />

eden kimsenin hakikat halde temsil salâhiyetini haiz olmadığını<br />

bilmemesi ve bilememesi lâzım gelir.<br />

Enneccerus - Nipperdey de (145), hukuki görünüşe istinaden<br />

temsil salâhiyetini kabul etmekte ancak bunun hududunu tâyin bakımından<br />

Staudinger - Coing'den ayrılmaktadır. Filhakika Coing<br />

hudut olarak temsil olunanm kusuruna istinad ederken, Nipperdey<br />

kusurun mühim olmadığım, zira burada bir hukukî görünüşün meydana<br />

getirilmesi bahis mevzuu olduğu to fikrindedir. Binaenaleyh,<br />

kusur ancak temsil olunanın mümessilin kendi namına hareket ettiğini<br />

bildiği veya bilmesi lâzım geldiği ve mümessilin hareketlerine<br />

mâni olabileceği hallerde bahis mevzuu olur. Temsil olunanın<br />

(143) Staudinger - Coing, Mad. 167 No. 9 e<br />

(144) Staudinger - Coing, Mad. 167,, No. 9 t ve 9 g ve 9 1<br />

(145) Enneccerus - Nipperdey, § 184, 3 c, s. 1134; Rumelin, Arch.<br />

für. Z. Pr. 93 (1902) 8. 300<br />

5i


objektif bakımdan mümessilin hareketlerine mâni olmak imkânına<br />

sahip bulunması lâzımdır. Bunun için mühim olan an temsil suretiyle<br />

yapılan muamelelerin in'ikadı ânıdır. Hukukî görünüşe istinaden<br />

husule gelen temsil salâhiyeti hukukî bir muamele neticesi verilen<br />

temsil salâhiyetinin hüküm ve neticelerini meydana getirir.<br />

Türk - isviçre hukukunda hukukî görünüş nazariyesi gittikçe artan<br />

bir önem taşımaktadır (146). isviçre Federal Mahkemesi muhtelif<br />

kararlarında, üçüncü şahsın iyi niyetle, iş sahibinin tavır ve<br />

hareketlerinden bir temsil münasebetinin mevcudiyetini istidlal ettiği<br />

hallerde haricî temsil salâhiyetini kabul etmiştir. Bir misâl vermek<br />

üzere Federal Mahkeme'nin 2. Kasım. 1948 tarihli kararma<br />

(147) esas olan hadiseyi ele alalım : Davacı bir kürk müessesesinin<br />

mümessili olan Hasler, yaptığı bir icaba müsteniden dâvâlı tekstil<br />

şirketinin mümessili olan Bolla g'a 125 adet Manchester kürkü ısmarlamıştır.<br />

Hasler bir de teyid mektubu göndermiştir. Kürkler<br />

teslim edilmiş fakat bedeli dâvâlı şirket tarafından ödenmemiş,<br />

Bollag'm alâkalı olduğu Iveg şirketi tarafından ödeneceği bildirilmiştir.<br />

Dâvâlı şirkete göre borç, Hasler ile mutabakata varılarak<br />

Bollag'a nakledilmiştir. Federal Mahkeme bu hadisede her şeyden<br />

evvel alım - satım akdinden doğan borcun Bollag'a muteber surette<br />

devredilmiş olup olmadığını tetkik etmiştir. Davacı müessese<br />

Hasler'in böyle bir muamele yapmağa salahiyetli olmadığını beyan<br />

etmiştir. Fakat, dâvâlının üçüncü şahıslara karşı Hasler'in borcun<br />

nakli mukavelesini yapabileceği hususunda bir görünüş yaratıp<br />

yaratmadığını tetkik etmek lâzımdır. Bu husus irade emarelerinden,<br />

ticarethane sahibinin müstahdemin yaptığı muameleler karşısında<br />

sükut etmesinden istihraç edilebilir. Federal Mahkeme'nin eski<br />

bir içtihadına göre (148), hususiyle haricî temsil salâhiyetinin<br />

mevcudiyeti ticarethane sahibinin temsil salâhiyetinin mevcudiyetini<br />

farzettirecek şekilde müstahdemin üçüncü şahıslarla yaptığı<br />

muamelelere müsamaha etmesi halinde kabul edilebilir. Bir diğeri<br />

tarafmdan kendi namına yapılan muameleleri tasvip edeceği hususunda<br />

bir görünüş yaratan kimse, bu görünüşe itimat ederek mü-<br />

(146) Kars. Piottet, s. 47 ve müteakip<br />

(147) RO 74 II 151 - JdT 1949, s. 375 ve mütea.<br />

(148) RO 31 II 672<br />

S*


messil ile muamele akteden iyiniyetli üçüncü şahıslara karşı mümessilin<br />

salâhiyettar olmadığı iddiasında bulunamaz.<br />

Yukarıdaki hadisede Federal Mahkeme'ye göre temsil salâhiyetinin<br />

zımnen verilmesi ticarethanenin mümessil tarafmdan yapılan<br />

her muameleyi bildiği ve tasvip ettiği hallerle değil, üçüncü<br />

şahısların temsil olunanın hareketlerini ne şekilde tefsir ettiği meselesiyle<br />

ilgilidir. Üçüncü şahıslar ahval ve şeraitin icap ettirdiği<br />

ihtimamı göstererek temsil olunanın hareketlerinden onun mümessilin<br />

yaptığı muamelenin alacaklı ve borçlusu olduğunu kabul ettiği<br />

neticesine vardıkları takdirde haricî temsil salâhiyeti mevcut<br />

addedilir.<br />

Hadisede davacı ticarethane, Hasler'i üçüncü şahıslarla mühim<br />

bir meblâğ mukabili bir satış akdi yapmak hususunda serbest<br />

bırakmıştır. Fakat bundan hemen Hasler'in borcun nakli mukavelesini<br />

imzalamağa salahiyetli olması manası çıkmaz. Satış akdi yapabileceği<br />

kabul edilebilirse de hüsnüniyet kaideleri mümessilin<br />

borcun nakli mukavelesini yapabileceği neticesini istihraca müsait<br />

değildir.<br />

Buna rağmen Federal Mahkeme hadisede Hasler'in salâhiyetinin<br />

çok geniş olması neticesine varmıştır. Müşterisini müstakil olarak<br />

tâyin eden kimse alıcının yerine başka birisini de tâyin etmeğe<br />

salahiyetli olmalıdır. Hasler ayrıca bir de teyid mektubu göndermiştir<br />

ki, böyle bir mektup ancak bir mukaveleyi tâdile salâhiyettar<br />

birisi tarafından yazılabilir.<br />

Federal Mahkeme 1950 tarihli bir kararında da (149) temsil<br />

salâhiyetinin, iş sahibinin ticarî örf ve âdet kaidelerine göre tefsir<br />

edilecek hareketlerinden istihraç edilebileceğini beyan etmiştir. Bu<br />

bakımdan mümessilin ticaret siciline kaydedilmemiş olmasının veya<br />

hakikat halde temsil olunanın mümessile temsil salâhiyeti vermek<br />

istememiş olmasmın ehemmiyeti yoktur. Federal Mahkeme<br />

bu içtihadım 1952 tarihli diğer bir kararında teyid etmiştir (150).<br />

isviçre Yüksek Mahkemesi 1955 tarihli karannda ise (151) şu for-<br />

(149) RO 76 I 35 - JdT 1951 S. 249<br />

(150) Sem. Jud. 1954, s. 201<br />

(151) Sem. Jud. 1956 s. 304; yine Bk. ayni manada RO 50 II 140-<br />

JdT 1924 s. 339<br />

57


mülü vaz etmiştir: Harici temsil salâhiyeti irade emarelerinden ve<br />

icabı hale göre, müstahdemin yaptığı muamelelere itiraz etmeyen<br />

bir ticarethane sahibinin sükûtundan istihraç edilebilir. Harice karşı<br />

bir görünüş husule getiren kimse bu görünüşe itimat ederek mümessil<br />

ile muamele akteden iyi niyetli üçüncü şahıslara karşı hakikat<br />

halde temsil salâhiyetinin mevcut olmadığını dermeyan edemez.<br />

Federal Mahkeme eski kararlarından birisinde (152), ilk müzakereler<br />

sırasında hazır bulunan bir tüccarın oğlunun yaratılan<br />

görünüş sebebiyle temsile yetkili olduğuna karar vermiştir.<br />

Zımnî temsil salâhiyeti bakımından klâsik hale gelmiş olan diğer<br />

bir misâl de şudur: Tatil esnasında bürosunun idaresini ve kullanmak<br />

üzere başlıklı kâğıtlarım stajyerine bırakan bir avukat ona<br />

zımnen temsil salâhiyeti vermiş addolunur (153).<br />

Federal Mahkeme'nin içtihadını da nazarı itibara alarak şu<br />

prensibe varmak mümkündür: Haricî temsil salâhiyeti iradeye müstenıid<br />

zımnî irade beyaniyle tesis edilebileceği gibi, temsil olunanın<br />

iradesinden tamamen müstakil olarak fakat onun meydana getirdiği<br />

hukukî görünüşe istinaden de mevcudiyeti kabul edilebilir. Ancak<br />

böyle bir hal için tesadüfe bağlı ve fiilî bir görünüş kâfi olmayıp<br />

hukukî bir görünüşün yaratılmış olması lâzımdır (154). İş sahibinin<br />

meydana getirdiği hukukî görünüşe itimat eden kimse ticarî<br />

emniyet prensibi gereğince himaye edilmelidir. Bu bakımdan en<br />

mühim cihet üçüncü şahıs veya şahısların hüsnüniyetidir. Temsil<br />

salâhiyeti verilmediğini bilen veya kendisinden beklenilen dikkat<br />

ve ihtimamı .gösterdiği takdirde bilebilecek durumda olan üçüncü<br />

şahıslar hüsnüniyet iddiasmda bulunamazlar ve binaenaleyh hukuki<br />

görünüşe istinad edemezler. Kanaatumzca, Alman Hukukunda<br />

Staudinger - Coing'in aradığı veçhile, hukukî görünüşün meydana<br />

getirilmesinde iş sahibinin kusurlu olup olmadığını araştırmağa lüzum<br />

yoktur. Haricî temsil salâhiyetinin teessüsünde iş sahibinim kuçuru<br />

değil, üçüncü şahıslara itimat telkin edecek derecede hukuki<br />

(152) RO 32 II 284<br />

(153) RO 53 III 175 - JdT 1928 S. 74<br />

(154) Kars. Egger, Missbrauch, s. 64<br />

58


görünüşün meydana gelmiş olması kâfidir. Bunun hududu ise temsil<br />

olunanın kusuru değil, üçüncü şahısların hüsnüniyetidir. Hukukî<br />

görünüş nazariyesinin ^tatbiki ile haricî temsilde hüsnüniyetli<br />

üçüncü şahısların menfaatleri tam olarak himaye edilebilmektedir.<br />

BÖLÜM m.<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALAHİYETİ VE TEMEL MÜNASEBET<br />

Jf 1. Temsil salâhiyetinin temel münasebetten tefriki<br />

I. Temsil salâhiyeti ve temel münasebet - İş görme salâhiyeti<br />

Temsil olunan kimse ile mümessil arasındaki dahili münasebete<br />

temel münasebet (Grundverhaltnisse) denir. Bu temel münasebet<br />

temsil olunan kimse ile mümessil arasında geniş manada bir iş<br />

görmeye (Geschaftsbesoıgung) istinat eder ve iş görme salâhiyetinin<br />

(Geschâftsführunsgmacht) mevcudiyetini icap ettirir (155). İş<br />

görme mefhumunun muhtevası doktrinde münakaşalıdır. İş görmeyi<br />

yalnız hukukî muamelenin yapılmasına hasreden ve hususiyle<br />

Staub ve Fransız hukukunda Palniol (156) tarafından müdafaa<br />

edilmiş olan telâkki terkedilmiş bulunmaktadır. Keza, iş görmenin<br />

iktisadî bir mahiyet taşımasına lüzum olmadığı gibi (157), başkasının<br />

menfaatine yapılan veya hukukî varlıkların muhafazasını tazammun<br />

eden bir fiil olması da şart değildir. İş görmenin makûl,<br />

beşerî bir fiil olması kâfidir. Binaenaleyh her iş görme müsbet bir<br />

faaliyeti, bir fiili tazammun eder; Bir ihmal veya hareketsizlik hiç<br />

bir vakit iş görme sayılamaz (158). Burada mühim olan cihet bütün<br />

iş görme hallerinde iş görenin, iş sahibinin hukukî sahasına müdahale<br />

ederek adetâ onun yerine kaim olmasıdır. Şu halde, geniş<br />

mânasında iş görme bir kimsenin bir diğeri hesabına bir fiil, meselâ,<br />

bir garajcının müşterisinin otomobilini yıkaması gibi; veya bir<br />

(155) Doktrinde iş görme mefhumu üzerinde ileri sürülen görüşler<br />

için Bk. Tandoğan,, s. 76-88<br />

(156) Staub - Gadow, Mad. 362, No. 2-3; Planiol, II No. 2273-2274<br />

(157) Aksi fikirde, Planck, Mad. 677 No. 2 a<br />

(158) Tandoğan s. 86<br />

59


hukuki muamele yapması şeklinde tezahür eder. Esasen her mümessil<br />

aynı zamanda geniş mânada bir iş görendir (Geschâftsführer).<br />

İş görenin başkası hesabına bir iş yapması iki şekilde tecelli<br />

eder. iş gören, işi kendi namına ve âmiri hesabına yapabileceği<br />

gibi (vasıtalı temsil) başkası nam ve hesabına da yapabilir (vasıtasız<br />

temsil). İş görenin, iş sahibinin nam ve hesabına hukuki muamele<br />

yapmak hususunda haiz olduğu iş görme yetkisi temsil salâhiyeti<br />

olarak tavsif edilebilir. Şu halde, temsil salâhiyeti iş görme<br />

salâhiyetine nazaran daha dar bir mefhumdur ve ancak iş görenin,<br />

temsil olunan kimse namına bir hukukî muamele yapmak salâhiyetini<br />

haiz olduğu hallerde bahis mevzuu olur (159). Amir ile iş gören<br />

arasındaki temel münasebet akdi bir münasebete (Vertragsverhaltnisse)<br />

istinat edebilir. Bu takdirde bu akdi münasebet aynı<br />

zamanda aralarındaki karşılıklı borç münasebetini tanzim eder. tş<br />

görme akdi bir vekâlet, hizmet, iş istisna, akdi veya bir şirket mukavelesi<br />

olabilir (160).<br />

II. Temsil salâhiyeti İle vekâlet akdi arasındaki karşılıklı münasebetler<br />

Yukarıda da işaret edildiği veçhile, temsil salâhiyeti eski hukukta<br />

temel münasebet ile karıştırılarak akdi münasebetin bir unsuru<br />

olarak telâkki edilmiştir. Laband'ın yazdığı üzere (161) bir<br />

kimsenin diğer bir kimse namına hareket ettiği hallerde bu kimse<br />

vekil olarak kabul ediliyor ve vekâlet akdi (Auftrag) vekâlet (Mandat)<br />

ile temsil salâhiyeti (Vollmacht) hukukî bakımdan müteradif<br />

tâbirler olarak kullanılıyordu. Windscheid (162) gibi, bazı<br />

müellifler ise Auftrag tâbiri ile vekil ile müvekkil arasındaki münasebeti,<br />

Vollmacht ile de müvekkil ile 3 üncü şahıs arasındaki du-<br />

• (159) Modern hukukta iş görmenin temsilin bir nevi olmadığı, iş<br />

görmenin iş görenle iş sahibi arasındaki iç münasebeti, temsilin<br />

ise temsü olunan ile üçüncü şahıslar arasındaki münasebeti,<br />

yani dış münasebeti alâkalandırdığı kabul edilmektedir.<br />

Tandoğan, s. 78<br />

(160) Amir üe iş gören arasmda bir rabıta mevcut değilse iş gören<br />

üe iş sahibi arasındaki durum vekâletsiz iş görme olarak tavsif<br />

edüebüir. Saussure s. 25 - 26<br />

(161) Laband, s. 203<br />

(162) -Windscheid, Pandekten I, S 74. not 1.<br />

60


umu kastediyorlardı. Laband (163) sarahaten temsil salâhiyeti<br />

ile vekâleti tefrik etmiştir. Bu müellife göre vekâlet (auftrag) ile<br />

temsil salâhiyeti (Vollmacht) hiç bir şekilde aynı münasebetin' biri<br />

dahilî diğeri haricî tezahür şekilleri değildir. Bir çok hallerde<br />

fiilen beraber bulunmakta ise de temsil salâhiyeti olmadan vekâlet<br />

ve vekâlet akdi bulunmadan da temsil salâhiyeti mevcut olabilir.<br />

Binaenaleyh her iki müesseseyi birbirinden tefrik etmek hukukî<br />

bir zarurettir. Laband'ın tefriki Alman Medenî Kanunu sisteminde<br />

temsilin esasını teşkil etmiştir. A. M. K. m. 167,ye istinaden temsil<br />

salâhiyeti temel münasebetten tamamen müstakil olarak verilebilir.<br />

Temsil salâhiyetini vekâlet akdinden tefrik etmek için Laband<br />

ve onu takiben modern doktrinde tesbit edilen hususları aşağıdaki<br />

şekilde tesbit etmek mümkündür.<br />

1. Temsil salâhiyeti mümessile bahşedilmiş olan bir hukukî<br />

imkândan (ein rechtliches Können) ibaret olduğu halde vekâlet akdi<br />

vekile bir hukukî mükellefiyet (ein rechtliches Sollen) tahmil<br />

etmektedir (164). Filhakika, temsil salâhiyeti ile mümessile herhangi<br />

bir mükellefiyet tahmil edilmediği halde vekâlet akdinde müvekkil<br />

ile vekil arasında akdi -bir borç münasebeti teessüs etmektedir.<br />

B. K. m. 386'ya göre vekâlet bir akittir ki onunla vekil, mukavele<br />

dairesinde kendisine tahmil olunan işin, idaresini veya tekabbül<br />

eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler. Böylece vekilin müvekkili<br />

hesabına bir işi yapmayı taahhüt etmesine mukabil müvekkil<br />

de yapılan muamelenin hüküm ve neticelerini kabul edeceğini<br />

ve vekili borçlarından beri kılacağım taahhüt eder. Temsil salâhiyeti<br />

ise onu haiz olan kimseye harice karşı bir hukukî durum; yani<br />

üçüncü şahıslara karşı mümessil olarak hareket edebilmek ve muamelede<br />

bulunabilmek kudret ve salâhiyetini verir. Hizmet akdinde<br />

de durum aymdır. B. K. m. 313'e göre, hizmet akdi bir mukaveledir<br />

ki onunla işçi, muayyen ve gayri muayyen bir zamanda hizmet<br />

görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeyi taahhüt eder.<br />

(163) Laband,, 8. 203-209<br />

(164) Müller - Freienfels, s. 74-75; Arsebûk, s. 469; Schwarz, s. 388,<br />

Flattet s. 70 No. 54<br />

*1


2. Temsil salâhiyetinin mevcut olması için temsil olunan kimse<br />

ile mümessil arasında bir akdi münasebetin mevcudiyeti şart değildir.<br />

Temsil salâhiyeti umumiyetle mümessil ile temsil olunan<br />

arasındaki akdî münasebete 'bağlı olarak verilir. Hususiyle temsil<br />

salâhiyeti ekseriya vekâlet akdi ile birlikte bulunur. Zira temsil<br />

olunanın mümessil ile kendi namına bir faaliyette bulunmaya icbar<br />

edecek bir mukavele yapması menfaati iktizasındandır (165). Meselâ<br />

iş sahibi A, mümessil ile kendi namına bir saat alması için bir<br />

mukavele yaparsa temsil salâhiyeti, vekâlet akdi ile 'birleşir. Ancak,<br />

temsil salâhiyetinin umumiyet itibariyle vekâlet akdi ile birlikte bulunması<br />

Alman Medenî Kanunu esbabı mucibe lâyihasında da (166)<br />

belirtildiği veçhile her iki mefhumun aynı olduğuna delâlet etmeyip<br />

takip edilen gaye ve kullanılan vasıta arasındaki yakın münasebete<br />

istinat eder. Filhakika, temsil salâhiyeti mümessilin temsil olunan<br />

namına hareket edebilmesi için verilmiş bir hukuki imkândan ibaret<br />

olup vekâlet veya hizmet akdi gibi bir aköj münasebetin mevcudiyetini<br />

istilzam etmez. Başka bir deyimle vekâlet akdi olmadan<br />

temsil salâhiyeti mevcut olabilir. Meselâ A, B'ye «şu isimli kitabı<br />

bulursan benim namıma satm alabilirsin» derse ortada sadece bir<br />

temsil salâhiyeti mevcut olup vekâlet akdi yoktur. Bundan başka,<br />

ileride aktedilecek bir vekâlet (veya hizmet) akdi için lüzumlu<br />

temsil salâhiyeti, istisnai olarak, bu mukavelenin in'ikadından evvel<br />

bahşedilmiş olabilir (167). Temsil salâhiyetinin şümulü, akdi münasebetin<br />

hududunu aşabilir (168). Bazı istisnaî hallerde vekâlet<br />

akdi hitama erdiği halde temsil salâhiyeti devam edebilir. Umumiyetle<br />

vekâletin hitam sebepleri (B. K. m. 396, 397), temsilin hitamı<br />

sebeplerine tekabül ettiğinden (B. K. m. 34-35) vekâletin hitamı<br />

ile temsil salâhiyeti de ortadan kalkar. Bu gibi hallerde temsil<br />

olunanın ifadesine göre temsil salâhiyeti istinat ettiği akdi münasebetin<br />

mevcut olduğu müddetçe devam etmek üzere verilmiş olup<br />

onun hitamıyle sona erdiği kabul edilir (A. M. K. m. 168). Ancak<br />

B. K. m. 398'e göre vekilin vekâletin nihayet bulduğuna ittilâ pey-<br />

(165) Belgesay, s. 16, No. 12<br />

(166) Motive I, s. 299; yine Bk. RGZ 121, 35; Planck-Flad Mad. 167,<br />

No. 1, s. 441<br />

(167) von Tuhr, s. 292<br />

(168) Laband, s. 206-207<br />

62


da eylemeden evvel yaptığı işlerden müvekkil veya mirasçıları, vekâlet'akdi<br />

baki imiş gibi mesul olduklarına göre temsil salâhiyetinin<br />

de, üçüncü şahısların hüsnüniyetli olmaları halinde (B. K. m.<br />

37 f. 2) devam ettiği neticesine varmak lâzımdır (169). Hizmet akdinde<br />

de durum aynıdır (B. K. m. 344 ve 347).<br />

3. Temsil salâhiyeti verilmiş olmaksızın vekâlet akdi mevcut<br />

olabilir.<br />

Dominus negotii, vekilden üçüncü şahısla yapacağı bir hukuki<br />

muamelede başkası namına hareket ettiğini bildirmemesini istemişse,<br />

böyle bir halde vekâlet mevcut olduğu halde temsil salâhiyeti<br />

mevcut değildir. Vekil kendi namına ve başkası hesabına hareket<br />

ediyorsa vasıtalı temsil bahis mevzuu olur (170). Diğer taraftan,<br />

kaideten temsil salâhiyetinin hitama erdiği hallerde vekâlet<br />

akdi de ortadan kalkmakla beraber bazı istisnai hallerde temsil salâhiyetinin<br />

sona ermesine rağmen vekâlet akdî veya hizmet akdi devam<br />

edebilir. Meselâ, bir kimse kendisine bir hizmet akdi ile bağlı<br />

bulunan şoföründen temsil salâhiyetini geri almış olabilir. Borçlar<br />

Kanunumuz'un sisteminde temsil salâhiyeti sona ermiş olmakla<br />

beraber vekâlet ve hizmet akdinin devam ettiği kabul olunduğu<br />

içindir ki B. K. m. 34 f. l'in ikinci cümlesine göre, mümessilin, vekâlet,<br />

hizmet veya şirket akdi gibi sebeplere binaen dâva ikamesi<br />

hakkına halel gelmez.<br />

4. Temsil salâhiyeti 'herhangi bir sebeple vekâlet akdinin bir<br />

cüzü olsaydı mutlak surette ona istinad etmesi icap ederdi. Halbuki,<br />

vekâlet, salâhiyetin istinad edebileceği yegâne iç münasebet<br />

değildir (171). Temsil salâhiyeti vekâlet akdinden başka hizmet,<br />

iş veya şirket akdi gibi diğer bir iş görme mukavelesine (Geschaftsbesorgungvertrag)<br />

istinad edebilir. Hususiyle, A ile M arasında<br />

bu akdi münasebetlerin bir kısmının veya hepsinin mevcut bulunması<br />

halinde, bunlardan her birisi için ayrı bir temsil salâhiyeti verilmesine<br />

lüzum olmayıp, A'nın M'ye verdiği tek bir temsil salâhi-<br />

(169) von Tuhr, s. 296, not 60<br />

(170) Kars. Droin, s. 56; Thalmessinger, s. 6; yine Bk. Schwarz, 8.<br />

389 fcif<br />

(171) Schwarz, s. S90<br />

63


yeti bütün bu akidlerde M'nin A namına hareket edebilmesini te­<br />

mine kâfi gelir (172).<br />

Jf 2. Temsil salâhiyetinin müstakil ve mücerretligi prensibi<br />

I. Temsil salâhiyetinin müstakil bir muamele olması<br />

Laband'ı takiben Alman Hukukunda temsil salâhiyeti vekâlet<br />

akdinden sarahaten tefrik edilmiştir. Alman doktrininde ittifakla<br />

kabul edildiğine göre (173), temsil salâhiyeti müstakil bir muameledir<br />

ve binaenaleyh mümessil» vekâlet, Hizmet, iş veya şirket akitleri<br />

gibi aıkdi bir iş görme münasebetine istinad etmeksizin temsil<br />

olunan kimse namına hareket ederek onu yaptığı muameleler ile<br />

alacaklı veya borçlu kılabilir. Ancak, Alman doktrininde birleşik<br />

hukukî muamele nazariyesini müdafaa eden Müller - Freienfels<br />

(174), temsil salâhiyetinin zarurî olarak bir temel münasebete istinad<br />

ettiğini beyan etmiştir. Temsil salâhiyeti ile mümessilin yaptığı<br />

hukukî muamele birleşmek suretiyle yeni bir muameleyi meydana<br />

getirirler. Bu müellife göre, temsil salâhiyetinin müstakil olması<br />

ancak Reprâsentationstheorie ile kabili teliftir. Alman doktrininde<br />

birleşik hukukî muamele nazariyesi geniş tepki yaratmış olmasına<br />

rağmen, hâkim olan kanaata göre temsil salâhiyeti müstakil<br />

bir muameledir.<br />

Türk - İsviçre B. K. m. 32 - 35'de temsil salâhiyeti temel münasebetten<br />

tefrik edilmiştir. Hususiyle, İsviçre Borçlar Kanunu'nun<br />

revizyonu sırasında vaz edilmiş olan B. K. m. 34 temsil salâhiyetinin<br />

müstakil mahiyetini göstermek bakunından büyük bir ehemmiyet<br />

taşır. Bu hüküm mucibince temsil olunan kimse, hukukî bir<br />

muameleden tevellüt eden temsil salâhiyetini ref, veya tahdit etmişse,<br />

bundan dolayı mümessilin bir hizmet veya şirket veya vekâlet<br />

gibi sebeplere istinat ederek dâva ikamesi hakkına halel gelmez.<br />

Meselâ, iş sahibi tarafmdan kendisine verilmiş olan temsil se-<br />

(172) Ermeccerus - Nipperdey, S 185, III, 2. s. 798<br />

(173) Planck-Flad Mad. 167, No. 1, 8. 441; von Tuhr, allg. Teil, * 53,<br />

s. 384-385; Fischer, J\V 1922, s. 193<br />

(174) Müller - Freienf els, s. 202 - 206


lâhiyeti ref edilmiş olmakla beraber müstahdem hizmet aküne istinaden<br />

ücretini talep edebilir.<br />

Türk-isviçre doktrininde (175) de umumiyetle temsil salâhiyetinin<br />

müstakil mahiyetine işaret edilmektedir.<br />

isviçre Federal Mahkemesi de temsil salâhiyetinin causal münasebetten<br />

müstakil olduğunu beyan etmiştir (176) (177).<br />

Temsil salâhiyeti akdi münasebetin bir unsuru olmayıp müstakil<br />

bir müessese olduğuna göre temel münasebeti husule getiren<br />

akit tiplerinden birisi ile beraber bulunsa dahi yine B, K. m. 32-40<br />

ile idare edilir. Bu hal hususiyle temsilin sona ermesinde görülür.<br />

Meselâ bir vekâlet akdine müsteniden verilmiş olan temsil salâhiyetinin<br />

sona ermesine, vekâletin hitamını idare eden hükümler değil,<br />

doğrudan doğruya temsilin hitamına mütaallik kaideler tatbik<br />

edilir.<br />

Türk - isviçre Borçlar Kanununda vekâletin şümulünü tanzim<br />

eden B. K. m. 388 f. 2 temsil salâhiyetinin müstakil mahiyetini şüpheye<br />

düşürecek bir hükmü ihtiva etmektedir. Doktrinde uzun münakaşalara<br />

sebep olmuş olan bu fıkraya göre, «Vekâlet, vekilin te~<br />

kabbül eylediği işin yapılması için icap eden hukuki tasarrufian ifa<br />

salâhiyetini şâmildir.» Bu fıkrada kullanılan salâhiyet (pouvvyL*-<br />

Ermâchtigung) hangi salâhiyettir? Bu salâhiyet, temsil salâhiyeti<br />

(Vollmacht) ise (178), her vekâlet akdinde vekil, tekabbül eylediği<br />

işleri doğrudan doğruya temsil suretiyle müvekkili namına yapa-<br />

(175) Oser - Schönenberger, Mad. 32 No. 27 ve Mad. 34 No. 1-7;<br />

von Tuhr, s. 291; Hefti, s. 8; Saymcn - Elbir, s. 294; Schwarz,<br />

8. 390<br />

(176) RO 78 IIA 309-JdT 1953, s. 277<br />

(177) Ancak Prof. Belgesay (No. 13, s. 17) Rossel (No. 88),in fikrine<br />

iştirak ederek hakikatte mukaveleden mütevellit temsil<br />

salâhiyetinin, vekâlet, hizmet veya şirket akitlerinden tamamen<br />

müstakil olabileceği haller pek mahdut olduğundan yeni<br />

kanunumuzun Alman kanununda olduğu gibi temsil münasebetini,<br />

vekâlet, şirket ve hizmet akitlerinden tamamen<br />

müstakil hükümlere tâbi tutulmasındaki pratik ehemmiyetin<br />

fazla olmadığını beyan etmektedir.<br />

(178) BU fikir, Gerhard, s. 93 - 94 tarafından müdafaa edilmiştir.<br />

65


çaktır. Bu takdirde temsil salâhiyetini, vekâlet akdinin bir unsuru<br />

olarak telâkki eden eski görüşü kabul etmek icap edecektir. B. K.<br />

m. 388 f. 2'nin bu şekilde tefsiri doktrinde umumiyetle red edilmiş<br />

olmakla beraber bu hükmün ifade ettiği mana üzerinde tam bir<br />

anlaşmaya varılamamıştır. Von Tuhr'a göre (179), B. K. m. 388 f. 2<br />

nin Almanca metninde kullanılan Ermachtigung tâbiri hem doğrudan<br />

doğruya temsile ve hem de dolayısiyle temsile taallûk ettiğinden,<br />

B. K. m. 388 f. 2 hiçbir pratik ehemmiyeti ihtiva etmez.<br />

.Oser-Schönenberger de (180), B. K. m. 388 f. 2'de kullanılan salâhiyet<br />

tâbirinden, vasıtasız temsilin şartı olan temsil salâhiyetinin<br />

anlışalmaması lâzım geldiğini kaydetmektedir. Zira, temsil salâhiyeti<br />

bahis mevzuu olsaydı, her alını veya satım komisyoncusunun<br />

müvekkilinin adına alım veya satım yapması mümkün olacaktı.<br />

Böyle bir durum komisyon mefhumuna ve komisyon akdi ile takip<br />

edilen gayeye de aykırı olacaktır. B. K. m. 388 f. 2'de mevzubahis<br />

olan, müvekkil namına değil, sadece müvekkil hesabma muamele<br />

yapmak salâhiyetidir. Zira, vekâletin ifasını tazammun ettiği hukukî<br />

fulleri vekil, kaideten doğrudan doğruya veya dolayısiyle mümessil<br />

sıfatıyla yapabilir. Vekâlet akdinin temsil salâhiyetini ihtiva<br />

edip etmediği, B. K. m. 388 f. 2 bu hususta herhangi bir karine<br />

vaz etmediğinden, vekâlet akdinin tefsiri neticesinde anlaşılır.<br />

Oser-Schönenberger (181) bundan şu neticeye vâsıl olmaktadırlar<br />

: B. K. m. 388 f. 2 lüzumsuz bir hükümdür. Zira, bu hükmün<br />

muhtevası, esas itibariyle, vekâlet akdinin şümulü, mukavele ile sarahaten<br />

tesbit edilmemiş ise, taallûk eylediği işin mahiyetine göre<br />

tâyin olunur diyen B. K. m. 388 f. l'den istihraç olunabilir; vekâlet<br />

akdinde temsil salâhiyeti mevcut değilse, ancak vasıtah temsil<br />

bahis mevzuu olabilir.<br />

Saussure'e (182) göre, B. K. m. 388 f. 2 ile kanun vazıı, B. K.<br />

m. 388 f. l'i tekrarlamak gayesini takip etmiş olamaz. Çünkü, vekil,<br />

vekâlet akdi icabı olarak esasen tekabbül ettiği hizmeti ifa etmeyi<br />

tekeffül etmiş olduğuna göre a fortiori o işi yapmaya da salâhiyet-<br />

(179) von Tuhr, s. 289, Not 14<br />

(180) Oser-Schönenberger, Mad. 33, No. 6<br />

(181) Oser - Schönenberger,, Mad. 396, No. 3-4, s. 1474-1475.<br />

(182) Saussure, s. 34 - 36<br />

U


tidir. Bunun için ayrıca B. K. m. 388 f. 2 gibi bir kanunî hüküm<br />

vaz etmeğe lüzum yoktur. Burada mevzubahis olan salâhiyet, temsil<br />

salâhiyetidir ve B. K. m. 388 f. 2 sadece temsil salâhiyetini haiz<br />

bir vekilin yapacağı muamelelere tatbik edilir. Binaenaleyh, B. K.<br />

m. 388 f. 2 ancak muayyen kategori vekâlet akdine tatbik edilebilir.<br />

Droin (183) ise, Saussure'in fikrini hatalı bulmaktadır. Zira,<br />

B. K. m. 388 f. 2'nin, yalnız vekilin başkası namına hareket edebilmesi<br />

için temsil salâhiyetim haiz olduğu hallerde tatbik edilebileceğini<br />

ifade etmekle, vekilin kendi namına hareket edebildiği hallerin<br />

(vasıtalı temsil) mevcudiyetini kabul etmekte, ancak bunları<br />

tetkik etmemektedir. Droin, Oser - Schönenberger'in fikrine iltihak<br />

ederek, vekilin, temsil salâhiyetini haiz ise, tekabbül eylediği işin<br />

yapılması için icap eden hukuki muameleleri müvekkil namına yapmaya<br />

(vasıtasız temsil) salâhiyettar olduğunu yazmaktadır. Buna<br />

mukabil vekil, müvekkil namına hareket etmeğe salâhiyettar değilse,<br />

tekabbül ettiği iş için icap eden hukuki muameleleri kendi namına<br />

ve müvekkil hesabına (vasıtalı temsil) yapmak salâhiyetini<br />

haizdir. Netice olarak diyebiliriz ki, B. K. m. 388 f. 2, temsil salâhiyetinin<br />

müstakil hüviyetini ihlâl etmez.<br />

II. Temsil salâhiyetinin mücerretliği prensibi<br />

Yukarıda izah edildiği veçhile tanınmış. Alman Hukukçusu<br />

Laband (184), temsil salâhiyetini vekâlet akdinden tefrik ederek,<br />

müstakil olduğu prensibini vaz etmiştir. İşte temsil salâhiyetinin<br />

istinad ettiği akdi münasebetten müstakil olduğu nazan itibara alınarak,<br />

temsil salâhiyetinin (Volİmacht) mücerret (abstrait) bir<br />

muamele olduğu ileri sürülmüştür. Temsil salâhiyetinin mücerretüği<br />

prensibini şu şekilde izah ermek mümkündür:<br />

Temsil münasebetinin bağlı olarak verildiği akdi münasebet o<br />

temsil salâhiyetinin sebebini (causa) teşkil eder. Zira, temsil salâhiyeti,<br />

temsil olunan ile mümessil arasındaki akdi münasebetin istihdaf<br />

ettiği en yakın gayeyi temin zumunda verilmektedir. Temsil<br />

(188) Droin. s. 68<br />

(184) Laband, s. 203-209<br />

67


salâhiyeti mümessile, temsil olunan kimse namına hareket etmek<br />

imkânını (können) verdiği halde, temsil salâhiyetinin sebebini teşkil<br />

eden akdî münasebet bir hukukî mükellefiyet tahmil eder (185).<br />

Temsil salâhiyetinin mücerretliği prensibi neticesinde, temsil salâhiyetinin<br />

muteberiyeti, akdî münasebetin muteberlik şartlarından<br />

tamamen tecrid edilmiştir; temsil salâhiyetinin sebebi olan akdî münasebet<br />

herhangi &ir sebeple bâtıl olsa dahi, temsil salâhiyeti muteber<br />

olarak kalabilir (186). Vekâlet akdinin icrasını mümkün kılmak<br />

için verilmiş olan temsil salâhiyetinin muteberiyetine vekâlet<br />

akdinin sakatlığı sâri olmaz. Meselâ, mümeyyiz küçük veya mahcura<br />

bir vekâlet akdi zımnında temsil salâhiyeti verilmişse, küçük<br />

veya mahcur, kanunî mümessilin rızası olmadıkça bizzat kendi tasarruflarıyla<br />

iltizam edemiyeceğinden (M. K. m. 16), vekâlet akdî<br />

hükümsüz olduğu halde bu vekâletin ifası zımnında verilmiş olan<br />

temsil salâhiyeti mümessili borç altına sokmadığından muteber olarak<br />

kalır (187). Müşahede edileceği veçhile, temsil salâhiyeti yalnız<br />

şümulü bakımından değil, doğumu bakımından da temsil olunan<br />

kimse ile mümessil arasındaki akdî münasebetten mücerret bir<br />

muameledir. Kanun vazıı, temsil salâhiyetinin muteberliğini temel<br />

münasebetin muteberliğine tabi kılmak isteseydi, açıkça bunu bîr<br />

hüküm sevketmek suretiyle beyan edebilirdi (188).<br />

Temsil salâhiyetinin mücerretliği prensibi, Alman Hukukunda<br />

(189) ve onu takiben Türk - isviçre doktrininde büyük bir rağbet<br />

görmüş Lür (190). Bu prensip herşeyden evvel temsilin yapılacağı<br />

üçüncü şahıs veya şahısların itimatlarının himaye edilmesi için<br />

vaz edilmiştir.<br />

(185) von Tuhr, allg. Teü, II, 2 s. 385<br />

(186) Enneccerus - Nipperdey, §, 184, III, 2, s. 798<br />

(187) von Tuhr, s. 291 in fine; Arsebük, s. 473,. not 56; Beigesay, No.<br />

17, S. 19<br />

(188) Enneccerus - Nipperdey, § 184, 2, {J, s. 799<br />

(189) von Tuhr, allg. Teü, s. 385-386; Staudinger - Coing, Mad.<br />

164 Vorbem. No. 10, 21 ve Mad. 167 No. la; Enneccerus - Nipperdey,<br />

§ 184, III. s. 798; Planck - Flad, Mad. 167, No. 3, s. 443;<br />

Lange, s. 293; Hupka, 156<br />

(190) von Tuhr, s. 291; Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 26; Hefti,<br />

s. 5; Gautschi, s. 97; Thalmessinger, s. 6; Arsebük, s. 473;<br />

Schwarz, s. 390; Saymen, 1951, s. 212<br />

68


Fikrimizce, Türk - isviçre Borçlar Hukuku sisteminde mücerretlik<br />

prensibi fazla şümullü bir mahiyet almıştır (191). Bu hal,<br />

hususiyle temel münasebet mefhumu üzerindeki anlaşmazlık ile<br />

dahilî ve haricî temsil salâhiyetinin birbiriyle karıştırılmasından ileri<br />

gelmektedir. Halbuki Laband, temsil yetkisinin mücerret olduğunu<br />

ileri sürerken haricî temsil salâhiyetim nazarı itibara almıştır.<br />

Şu halde, yalnız haricî temsil salâhiyeti mücerrettir, çünkü temsil<br />

olunan tarafından yapılmış hukukî muameleye değil, harice karşı<br />

yaratılmış olan bir hukukî duruma, bir görünüşe istinad eder.<br />

Borçlar Hukuku sistemimizde temsil salâhiyetinin mücerret olduğu<br />

üzerinde İsrar etmeğe kanaatımızca lüzum yoktur. Zira, mücerrettik<br />

prensibi ile takip edilen gaye, kendilerine karşı temsilin<br />

yapıldığı üçüncü şahısların himaye edilmesidir. Halbuki, Türk - İsviçre<br />

hukukunda hüsnüniyetli üçüncü şahıslar esasen itimat prensibi<br />

(Vertrauenstheorie) ile himaye edilmişlerdir. Böylece, itimat<br />

nazariyesinin tatbik edildiği bir sistemde mücerretlik prensibine ihtiyaç<br />

yoktur. Alman Hukukunda temsil yetkisinin mücerretliği prensibi<br />

ile durum menkul mülkiyetinin nakline benzetilmiştir. Halbuki<br />

bugün Türk - isviçre hukukunda, von Tuhr'un fikri hilâfına, menkul<br />

mülkiyetinin mücerret değil, sebebe bağlı, illî bir muamele<br />

olduğu kabul edilmiştir (192) (193). Bir menkulün emin sıfatı ile<br />

zilyedi olan kimseden hüsnüniyetle mülkiyeti veya aynî herhangi<br />

bir hakkı iktisap olunursa, o kimsede bu tasarruf lan icra mezuniyeti<br />

olmasa dahi, iktisabm muteber addedilmesinin (M. K. m. 901)<br />

sebebi, menkul mülkiyetin nakli muamelesinin mücerret olmasından<br />

değil, hüsnüniyetli üçüncü şahısların itimadının himaye edilm<br />

esindendir.<br />

Hulâsa, temsil yetkisinin verilip verilmediği ve akdî münase-<br />

(191) Aym fikirde. Saussure, s. 60 ve mütea.<br />

(192) RO 55 II, 306 - JdT 1930, s. 539 (Grim dâvası); Yine Bk.<br />

Saussure, s. 61; Hususiyle Bk. Oftinger, Von der Eigentumsübertragung<br />

an Fahrnis, s. 23<br />

(193) Bu telâkki takip edilerek Türk-İsviçre Borçlar Kanunu Sistemi'nde<br />

sadece iki tarafın alâkalı bulunduğu bir muamele<br />

mücerret olamaz. Ancak yapılan hukuki muamelenin üçüncü<br />

şahsın mamelekine taallûk ettiği hallerde mücerretlik kabul<br />

edilebilir. (Kars. Jung, s. 12; Tongsir, s. 49)<br />

*9


etten müstakil olarak muteber olup olmadığı meselesi, temsil yetkisinin<br />

verildiği muamelenin mücerretliği prensibine değil, temsil<br />

olunan kimsenin meydana getirdiği görünüşün muhatap tarafından<br />

hüsnüniyetle tefsirine bağlıdır.<br />

BÖLÜM IV.<br />

<strong>TEMSİL</strong> SALÂHİYETİNİN MEVZUU VE ŞÜMULÜ<br />

/ 1. Temsil salâhiyetinin mevzuu<br />

Temsil salâhiyeti mümessile temsil olunanın hukuki sahasında<br />

hüküm ve netice meydana getirmek üzere verilen bir salâhiyet olduğuna<br />

göre, grensip itibariyle, mümessil temsil ettiği 1"*** namı.<br />

na her türlü hukukî muameleyi yapabilir. Binaenaleyh, her türlü<br />

Hukukî muamele temsil salâhiyetine mevzu teşkil edebilir. Prensibi<br />

böylece vazettikten sonra, burada muhtelif ihtimaller üzerinde<br />

durmak iktiza eder.<br />

I. Temsil salâhiyeti ve hukuki fiiller<br />

Acaba, hukukî muamele mefhumunu da içine alan ve hukuka<br />

uygun olarak yapılan ve hukukî netice tevlit eden hukuki fiillerde<br />

temsil caiz midir? Başka bir tâbirle, mi^e^iLJaıafındarx__yapılan<br />

biı hukukî fiil temsil edilenin hukuki sahasında hüküm ve penice<br />

meydana getirir mi ? Bu meseleyi ikiye tefrik ederek tetkik etmek<br />

icap eder.<br />

1. Kanun tarafından hüküm izafe olunan irade izharları<br />

Bunlar hukukî muameleye çok benzerjej. Meselâ, alacaklının<br />

borçluya İhtan, B. KTm. İUb" i. 1 de bahis mevzuu olan mehil tâyini<br />

gibi. Hukukî muameleye çok benzeyen hu--gıhLjhukuk} fiillerde<br />

temsilin caiz olduğu kabul edilmektedir/194)<br />

Diğer bir kısmı hukukî fiiller ise, tamamen maddi birtakım fiillerdir.<br />

Bunlar fizikî alemde bir değişiklik husule getirmek için ya-<br />

(194) von *Tuhr, s. 286; Oser - Schönenberger, MacL 32, Na 14 c<br />

70


palan hareketlerdir. Meselâ, hukukî tağyir (M. K. m. 699), lûkata<br />

(M. K. m. 693) ikametgâh ittihazı (M. K. m. 19) gibi. Kanun bu<br />

gibi hallerde iradenin izharına değil, haricî ve maddî olan tezahüre^<br />

hüküm ve netice izafe ettiğinden bu gibi fullerde temsil bahis jgeyzuu<br />

olamaz (195). Bâr şahsın yaptığı hukukî muamelenin neticesi 1 ,<br />

haberi olmadan diğer bir şahıs lehinde tesir icra etmesi faalinde<br />

temsil yoktur. Meselâ, müteselsil borçlulardan birisinin borcun tamamını<br />

ödemesi ile diğer borçluların borçtan kurtulmaları temsili<br />

bir muamele değildir (196).<br />

II. Temsil salâhiyeti ve münhasıran şahsa bağlı haklar<br />

Alman hukukunda kabul edildiğine göre, münhasıran şahsa<br />

bağlı olan haklar hiçbir şekilde temsil suretile kullanılamazlar (197).<br />

Fransız doktrininde de kabul edildiği veçhile, adetleri pek mahdut<br />

olan bazı haklar o derece şahsa bağlıdırlar ki, bunlarda temsil caiz<br />

olmaz (198).<br />

Türk - İsviçre hukukunda da prensip itîbarile münhasıran şah-^<br />

sa bağh haklar, temsil suretile kullamlamazlar. Mamafih, burada<br />

da bir tefrik yapmak mümkündür.<br />

a) Temsil olunan kimsenin, gayri^ mümeyyiz olması faalinde<br />

istisnaen temsil caizdir. Kanunî mümessil, ehliyetsizliği tam olan<br />

"Vesayet altındaki bir şahsı istisnai olarak münhasıran sahsa bağh<br />

haklarının kullanılması hususunda temsil edebilir. Meselâ, mümey*<br />

yiz olmayan bir kimseyi, aleyhine ikame edilmiş boşanma dâvasında<br />

kanunî mümessil, babalık dâvasında kayyım temsil edebilir (199).<br />

b) Temsil olunan kimse, temyiz kudretine sahip ise münhasıran<br />

şahsa bağlı haklarım bizzat kullanması icabeder. Meselâ, ni-<br />

(195) Saussure, s. 40; Thalmessinger, s. 7<br />

(196) Birsen, s. 167; Arsebük, s. 464, IV<br />

(197) Reichel, s. 1-3; Hellmann, s. 101-102<br />

(198) Planiol - Ripert - Esmein, C. IV, No. 55, s. 62 - 63<br />

(199) Lador, s. 31; Saussure, s. 20<br />

71


şanlarıma, evlenme mukavelesi, vasiyet, evlilik dışı bir çocuğun tanınması,<br />

evlât edinme gibi hallerde temsil caiz değildir.<br />

III. Temsil salâhiyeti ve haksız fiiller<br />

Haksız, hukuka veyaahlâk ve adaba aykırı fiiller hususunda<br />

temsil caiz değildir. Füli ika eden kimse bunun_jniku]daıeücelerine<br />

bizzat katlanmak mecburiyetindedir. Mesuliyeti dominis negotifye<br />

devretmek suretiyle mesuliyetten kurtulamaz. Şu halde, mevzuu<br />

hukuka aykırı olan bir mukavelenin yapılması hususunda muteber<br />

surette bir temsil salâhiyeti verilemez. Meselâ, bir otomobil<br />

şoförü taksiyi başkası namına ve hesabına kullandığı hallerde trafik<br />

nizamnamesini ihlâl ederek işlediği suçlardan yalnız şahsen, ad<br />

personam, mesul olur (200).<br />

jCaide o]arak haksız fiillerin kusur (Culva) unsuzu şahsî karakteri-hajy.djr.<br />

Ancak, B. K. m. 50 mucibince bir işte feran methaldar<br />

olanlar ile müşevvikler tefrik edilmeksizin zarardan mesul<br />

olacaklarına göre, bir haksız ful ikaı hususunda temsil salâhiyeti<br />

vermek suretjle fiilin icrasını teşvik edenlerin zarara uğrayan kimseye<br />

karşı mesul olmaları icabeder (201). Haksız fiili ika eden şahsın<br />

kendisine bu yolda salâhiyet veren kimse aleyhine rücu hakkı<br />

olup olmadığı ve eğer varsa bunun şümulü B. K. m. 50 f. 2 gereğince<br />

hâkim tarafnidan tâyin edilir (202).<br />

§ 2. Temsil salâhiyetinin şümulü ve derecesinin tâyini<br />

Hukukî muameleden doğan temsil salâhiyetinin hudut ve şümulü<br />

temsil olunan tarafından tâvin edilir. Temsil salâhiyetinin şümulü<br />

muhtelif olabilir. Mümessilin, temsil salâhiyetinin hududu<br />

içerisinde hareket edip ermediğini tâyin bakımından temsil salâhiyetinin<br />

şümulü büyük bir ehemmiyet arzeder. Bu bakımdan aşağıdaki<br />

şekilde bir tefrik yapmak mümkündür.<br />

(200) Gautschi, s. 97<br />

(201) von Tuhr, s. 287; Arsebük, s. 464, II<br />

(202) Belgesay, s. 33<br />

72


I. Temsil salâhiyetinin şahıs ve zaman bakımından tahdidi<br />

1. Temsil salâhiyetinin şahıs bakımından tahdidi<br />

a) Diğer âkit tarafın şahsının temsil salâhiyetinde tâyin edilmesi.<br />

Temsil olunan kimse mümessile teresi! R^^yıtfm T n "ft3 r yfn hÎT<br />

üçüncü şahıs veya şahıslara karşı kullanması için vermiş olabilir,<br />

sadece muayyen şahıslarla mukavele aktedebilmesi için verilmiş<br />

olan böyle bir temsil salâhiyeti, salâhiyetnameniıı •nu^rm-neUn >ya p<br />

salâhiyetin veriliş tarzından istihraç olunabilir. Bu takdirde mümessil<br />

sadece temsil olunan tarafından tâyin edilmiş bulunan kimselerle<br />

muameleye girişmek yetKisini Haizdir. Bunun dışına çıkacak<br />

yapılan muamele ile mümessil temsil salâhiyetini tecavüz etmiş<br />

olacağından salâhiyetsiz temsile müteallik hükümler tatbik olunur.<br />

b) Münferit - müşterek temsil salâhiyeti. Temsil salâhiyeti<br />

umumiyet itibariyle bir şahsa verilir. Fakat Kirden rîyadp şahıslara<br />

verilmesi de mümkündür. Müteaddit kimselere salâhiyet müteferiden<br />

veya müştereken kullanılmak üzere verilmiş olabilir. Temsil<br />

y. olunan kimse, münferiden hareket etmek suretile birden fazla kimselere<br />

salâhiyet verebilir. Bu takdirde, münferiden harekete mezun<br />

olan mümessillerden herbirisi haiz olduğu temsil salâhiyeti dahilinde<br />

temsil olunan namına akit yapabilir. Buna münferit temsil<br />

salâhiyeti (Einzel Vollmacht) denir. Mümessillerden herbirisi, diğerinin<br />

iştiraki olmaksızın yaptığı muamele ile temsil olunam ilzam<br />

edebilir. Hattâ, ayni şeyi satmak üzere tâyin edilmiş olan iki<br />

mümessilden herbiri o şeyi muhtelif iki kimseye satmışsa her iki<br />

satış da muteberdir. Zira, yapılan satış akdi sadece iltizami bir muamele<br />

olduğundan diğer saüş akdinin yapılmasını gayri mümkün<br />

kılmaz. Buna mukabil, bu akitlerden birisine istinaden satılan şey<br />

alıcılardan hangisine teslim edilmişse, mülkiyet teslim ile intikal<br />

edeceğine pfi r< o ° alıcı hüsnüniyetli olmak şartile şeyin maliki olur.<br />

Şu halde müteaddit tasarruf muamelelerinde sıraya bakılır. Evvelâ<br />

şeye ilk olarak zilyet olan kimse malik olur, meğer ki ikinci alıcının<br />

iktisabı hüsnüniyete istinaden himaye edilmiş olsun (203). îki ayrı<br />

mümessil tarafından ayn ayrı şahıslara aynı şey satılmış ve temsil<br />

olunan da satılanı birisine teslim etmiş ise, diğer alıcıya karsı saüş<br />

(203) von Tuhr, s. 304<br />

73


akünden mütevellit edayı yerine getiremiyeceğinden, imkânsızlık<br />

kendi kusuru ile meydana gelmiş olmadıkça, tazmin ile mükellef<br />

olur (204).<br />

Temsil olunan kimse aynı vekâletnamede 'birden ziyade kimselere<br />

temsil salâhiyeti bahşetmiş ve bütün mümessillerin müştere-<br />

Tcen muameleye iştiraklerini şart kılmış olabilir. Buna müşterek veya<br />

birlikte temsil (Gesamt-Kollektiv Vertretung) denir (205).<br />

Müşterek maliklerden bir tanesinin münferiden temsil salâhiyetini<br />

kullanarak akdettiği muamele temsil olunanı alacaklı ve borçlu kılmaz,<br />

bunun için mümessillerin hepsinin o muameleye iştiraki lâzımdır.<br />

Beynelmilel kanun projesinin 9 uncu maddesine göre de bir<br />

vekâletnamede müteaddit kimselere ayni muameleyi temsil olunan<br />

namına yapmak için salâhiyet verilmiş ise, bu muamelenin mümessillerin<br />

hepsinin iştiraki ile yapılması lâzım geldiği kabul edilmiştir.<br />

Prensip bu olmakla beraber, müşterek temsil ile takip edilen<br />

gayenin mümessilin temsil salâhiyetini fena kullanmasının önüne<br />

geçmekten ibaret bulunduğu noktasından hareket eden Alman<br />

Temyiz Mahkemesi (206) aktin in'ikad'ı sırasında iştirak etmemiş<br />

olan müşterek mümessillerden birisinin akdin teşekkülünden sonra<br />

sarahaten ve hattâ zımnen veya neticelendirici bir tavır ve hareketle<br />

(Schlüssige Handlungen) muameleye iştirak edebileceğini<br />

(meselâ icazet vermek suretiyle) kabul etmiştir.<br />

Türk - İsviçre hukpkundajja bu hal sekline uygun olarak, müşterek<br />

mümessilerden her birinin akdin inlikadı soıasında müştereken<br />

iradelerini beyan ^n^e^ıûıı^ZQIWİ^h^^^^Si, •Im'htıLjBdilmektedir.<br />

Nitekim isviçre Federal Mahkemesinin (207) müstakar<br />

içtihadına göre, müşterek mümessillerin müştereken ve aynı zamanda<br />

hareket etmelerine lüzum yoktur. Temsil suretiyle yapılan<br />

(204/Planck - Flad, Mad. 167, No. 9 a<br />

(205) Oser - Schönenberger, Mad. 33 No. 10; von Tuhr,, s. 303-304;<br />

Becker, Mad. 33, No. 15; Belgesay, s. 58-59 No. 51; Staudinger-Coing,<br />

Mad. 167, No. 18; Kars. B. K. m. 451<br />

(206) RGZ 75, 419; 81, 325; 101, 348; 106, 278<br />

(207) RO 35 II, 614; RO 58, II 157 (160) - JdT 1933, S. 119 (122)<br />

74


akid muameleye iştirak etmek üzere davet edilen müşterek mümessillerden<br />

sonuncusunun tasvibini ihtiva eden iradesini beyan etmesiyle<br />

hüküm ve neticelerini meydana getirir. Başka bir tâbirle<br />

mümessillerden birisinin, diğerinin rızasını veya mutabakatım almaş<br />

olması şartiyle imza ânında hazır bulunması kâfidir. Müşterek<br />

mümessillerden birisinin iradesi fesat sebeplerinden biriyle malûl<br />

olması halinde, temsil olunan akdi feshedebilir. Keza, mümessillerden<br />

birisinin suiniyetli olması bir hakkın doğumuna veya bir<br />

şeyin iktisabına mâni olur.<br />

Münferit veya müşterek temsilden hangisinin bahis mevzuu ot,<br />

dugu umumiyetle vekâletnamenin tetkik ve jefsirindejL anlaşılır<br />

(208). Aynı salâhiyetnamede müteaddit mümessillerin tâvin edilmiş<br />

ojması müşterek temsil saiâlriveıinin verilmiş olduğuna^ her bir<br />

mümessile ayrı salâhiyetnatne verilmiş olması ise münferit temsil<br />

salâhiyetinin verildiğine delâlet eder. Tereddüt halinde münferit<br />

temsil salâhiyetinin mevcudiyetine karar vermek lâzımdır.<br />

Doktrinde umumiyetle kabul edildiğine göre (209), müşterek<br />

mümessillerden birisi veya bir kaçı temsil olunanın bu hn«n«tn fon,<br />

ve muvafakati olmadıkça münferit hareket etm**î }*pn dîgppp* SΣ<br />

lârnyet veremez (210). Zira, aksi kabul edilecek olursa, temsil olunan<br />

tarafından müşterek temsil salâhiyeti verilmek suretiyle alınmış<br />

olan tedbir faydasız kalacaktır. Kaldı ki böyle bir halde, salâhiyetin<br />

devredildiği mümessil tek basma, temsil olunanın irade beyanının<br />

hilâfına olarak, onu yaptığı muamelelerle alacaklı ve borçlu<br />

kılabilecektir.<br />

Buna mukabil, hukuk münasebetlerini kolaylaştırmak gayesiyle<br />

müşterek mümessillerden her birinin, 'bir beyanı, temsil olunan kimse<br />

namına kabule münferiden salahiyetli oldukları doktrinde kabul<br />

edilmektedir. (211). Böylece üçüncü şahıs tarafından müşterek<br />

mümessillerden birisine tevcih edilmiş olan beyan temsil oiu-<br />

(208) Hupka, s. 373; Velidedeoğlu - Esmıer, 6. 50<br />

(200) von Tuhr, s. 304; Belgesay, s. 59 No. 51. Alman doktrininde<br />

Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 23<br />

(210) Alman Temyiz Mahkemesi aksi fikirdedir. RG (HRR) 5 (1929)<br />

No. 85, s. 23<br />

(211) Staudinger - Coing, Mad. 167 No. 23<br />

75


Dan kimsenin leh ve aleyhine hüküm ve netice meydana getirir.<br />

Üçüncü şahıs tarafından vâki ihbar, mühlet tâyini, feshi ihbar gibi<br />

beyanlarda müşterek mümessillerden her biri salâhiyetnamesini ibraz<br />

etmelidir. Bir dava ikamesi ve takibi için müteaddit vekil tâyin<br />

olunmuşsa bu müşterek vekillerden her biri diğerinin iştiraki olmaksızın<br />

müvekkili olan tarafı temsil edebilir. H. U. M. K. m. 64'e<br />

göre davaya müteaddit vekil tâyin olunmuşsa her biri münferiden<br />

icrayı vekâlet edebilir. Hasım bu mümessillerden her birinin yaptığı<br />

usuli muameleyi esas tutarak muhakemeye devam edebilir.<br />

Mahkeme kararının mümessillerden birine tefhimi temsil edilen<br />

taraf hakkında tefhim neticesini husule getirir (212).<br />

2. Temsil salâhiyetinin zaman bakımından tahdidi<br />

Temsil olunan kimse zaman bakımından da temsil salâhiyetini<br />

tahdit edebilir. Meselâ temsil salâhiyeti sadece muayyen bir tarihten<br />

itibaren hüküm ve netice meydana getirebilmek veva muavven<br />

bir tarihe kadar muteber olmak üzere verilebilir. Sarahaten verilmiş<br />

olan bir temsil salâhiyetinin zımnen temdit edilmesi mümkündür<br />

(213). Mamafih, pratikte umumi temsil salâhiyeti ekseriya<br />

müddetsiz olarak verilmektedir. Keza temsil salâhiyeti bir şartın<br />

tahakkukuna da bağlı olarak verilebilir. Bir hizmet veya vekâlet akdi<br />

zımnında yapılan icap ile birlikte temsil yetkisi verilmiş olursa bu<br />

yetki, ancak icabın kabulünden sonra hüküm tevlit eder (214). Temsil<br />

salâhiyeti için tâyin edilen müddetin hitamından sonra, şartın<br />

tahakkuku veya vâdenin hululünden evvel mümessil tarafından akdolunan<br />

bir hukuki muamele temsil olunanı ilzam etmediği gibi<br />

temsil salâhiyeti ex tunç hüküm ve netice meydana getirmediğinden<br />

o şartın tahakkuku veya vâdenin hululü ile de sıhhat iktisap<br />

etmez. Buna mukabil temsil olunan böyle bir halde B. K. m. 88 mucibince<br />

muameleye icazet verebilir.<br />

(212) Tem. 4. H. D. 7.11.1936, K. 303 - Belgesay, s. 77, No. 63, Tem.<br />

4. H. D. 7.11.1936 - öktem, s. 169. Dâvaya vekâlet için Bk. Ansay<br />

s. 122, No. 73<br />

(213) RO 26 II. 755<br />

(214) Arsebük, s. 474, not 63<br />

76


1. Aktif ve pasif temsil salâhiyeti<br />

Beyana muhatap olma bakımından da mümessile verilen temsil<br />

salâhiyetinin mevzuu değişik olabilir. Burada her şeyden evvel<br />

aktif temsil salâhiyeti ile pasif temsil salâhiyetini tefrik etmek lâzımdır.<br />

Aktif temsilrU Tnı'im^ssı] temsil olunan kimse namına hejr<br />

hangi bir irade beyanında bulunabilir (icap, kabul, fesih gibi). Pasif<br />

temsilde/ ise mümessil bir irade beyanında bulunamaz. sad*^<br />

vaki bir irade beyanını temsil ettiği kimse namına kabı?lg yflq|H-<br />

{Jir. Meseiâ,halin icabına göre, bir acenta, satılan malın ayıplarına<br />

dair yapılacak ihbara muhatap olabilir (215).<br />

2. Hususî ve umumi temsil salâhiyeti<br />

Türk - isviçre Hukukunda, hususî temsil salâhiyeti ile umumi<br />

temsil salâhiyetinin tefrik edilmesi büyük bir önem arzeder. Temsil<br />

salâhiyeti, mümessile münferit bir hukukî muamele veya ffilfrı<br />

icrası için verilmiş ise buna hususî temsil «"»lâhiy^i (Spezialvollmacht),<br />

bir kısım veya bilûmum işlerin ifası için verilmiş ise buna<br />

da umumî temsil salâhiyeti (Generalvollmacht) denir (216), (217).<br />

Hususî temsil salâhiyetinin verildiği hallerde mümessil sadece tâyin<br />

edilmiş olan muameleyi yapabilir. Hususiyle bazı hallerde muayyen<br />

işlerin ifası için umumî salâhiyet kâfi gelmeyip ayrıca hususî<br />

salâhiyet aranmaktadır. Meselâ, B. K. m. 388 f. 3 mucibince hususî<br />

bir salâhiyeti haiz olmadıkça vekil dâva ikame edemez, sulh<br />

olamaz, tahkim edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlayamaz,<br />

bir gayrimenkulu temlik veya bir hak ile takyid edemez.<br />

Meselâ, A, B ye bir salâhiyetname vererek «her türlü hususat ve tasarrufatta<br />

beni temsil etmeye salahiyetlidir» şeklinde bir salâhiyet<br />

verse B bu vekâletname ile A nın gayrimenkuUerini satamaz, keza*<br />

satış için verilen bir vekâletname ile ipotek yapılamaz (218). B. K.<br />

(215) Arsebük, 3. 478<br />

(216) Kars. Beynelmilel kanun projesi m. 1<br />

(217) Nev'en tâyin edilmiş olan muamelatı ifa için verilmiş temsil<br />

salâhiyetine de nev'en tâyin edilmiş temsil salâhiyeti (Gattungs<br />

Vollmacht) denmektedir. Hupka s. 174-175<br />

(218) Velidedeoğlu - Esmer, s. 40-41<br />

77


m. 450 f. 2 gereğince ticari mümessilin gayrimenkulu temlik veya<br />

bir hak ile takyid edebilmesi için sarih salâhiyet lâzımdır. B. K.<br />

m. 453 f. 2'ye göre'de, ticari vekil kendisine sarih mezuniyet verilmedikçe<br />

istikraz edemez ve kambiyo taahhütlerinde ve muhakeme<br />

ve murafaada bulunamaz (219). H. U. M. K. m. 62 gereğince<br />

bir dâvayı takip için verilmiş olan vekâlet hüküm kat'iyet kesbedinceye<br />

kadar dâvanın takibi için bilumum muameleleri ifaya ve<br />

hükmün icrasına mezuniyeti mjutazammimdır. Mamafih bir dâva<br />

ikamesi için verilmiş salâhiyet, ayrıca bir sarahat bulunmadıkça,<br />

dâvaya müteallik muamelelere şâmil olmaz. H. U. M. K. m. 63 mucibince<br />

vekil, sarahaten mezuniyet verilmiş olmadıkça sulh olmak<br />

ahâri tahkim veya ibra veyahut feragat ve kabul suretiyle dâvaya nihayet<br />

vermek salâhiyetini haiz değildir. Hasma yemin teklif etmek,<br />

yemin kabul etmek dâvayı isbatdan vazgeçmek olduğundan vekilin<br />

salâhiyeti haricindedir. Belgesay'a göre, aynı şekilde ikrar da<br />

kabule benzediğinden bu hususta ayrıca salâhiyet verilmiş olmalıdır<br />

(220). Ansay, ise, kanunun sulh ve kabulü ikrardan ayırmış olmasına<br />

istinad ederek ikrar için ayrıca bir mezuniyet aramamaktadır<br />

(221).<br />

Umumî temsil salâhiyeti mümessile temsil olunan namına para<br />

tahsil etmek yetkisini vermez. Bunun için ayrıca «ahz ve kabza»<br />

salâhiyet (inkassovollmacht) verilmiş olması lâzımdır, temsil salâhiyetini<br />

bir hukukî ehliyete istinat ettiren müelliflere ve hususiyle<br />

Gautschi'ye göre (222) umumi temsil salâhiyeti temsil olunanın<br />

medenî haklan kullanma ehliyetinin tamamının kullanılması<br />

için verilen bir müsaadedir (Erlaubnis zum beliebigen Gebrauch<br />

der gesamten Handlungsfâhigkeit). Bir kimse bir diğerine umumî<br />

temsil salâhiyeti vermiş olmakla beraber her zaman bizzat kendisi<br />

hareket etmekte serbesttir. Bir kimsenin medenî hakları kullanma<br />

ehliyetini kısmen veya tamamen takyid etmesi mümkün de-<br />

(219) Alman ticaret kanunu m. 54 f. 2 ye göre ticari mümessil hususi<br />

bir salâhiyeti haiz olmadıkça gayn menkulü temlik veya<br />

takyid edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz ve dâva<br />

ikame edemez.<br />

(220) Belgesay, s. 75, No. 82. b<br />

(221) Ansay, s. 226<br />

(222) Gautscni, s. 104<br />

78


ğildir. Binaenaleyh gayn kabili rücu bir umumî temsil salâhiyeti<br />

M. K. m. 23'e aykırıdır. Umumî temsil salâhiyetinin doğumu, sona<br />

ermesi, şümul ve muhtevası temel münasebetten müstakildir.<br />

III. Temsil salâhiyetinin derecesinin tâyini<br />

1. Amme hukukundan neş'et eden temsil salâhiyetinin derecesinin,<br />

tâyini<br />

3- K. m. 33 cümle 1, âmme hukukundan neş'et eden temsil salâhiyetinin<br />

derecesini tâyin etmektedir. Birinci fıkraya göre, «başkası<br />

namına temsil hukuku âmmeden münbais ise mümessilin salâhiyetinin<br />

derecesi bu ba'btaki kanuni hükümler ile taayyün eder.<br />

Meselâ belediye reisinin belediye adına ödünç para almak hususundaki<br />

salâhiyetinin derecesi 1580 sayılı Belediye Kanununun 70<br />

ve 71 inci maddelerindeki hükümlerle tâyin olunmuştur. Filhakika,<br />

70 inci maddenin 5 inci bendinde ikraz ve istikraz işlerinde Belediye<br />

Meclisinin karar vereceği ve 71 inci maddede de bu kararların<br />

mahallin en büyük mülkiye memurunun tasvibi ile mer'iyet<br />

kesbedeceği yazılı olmasına göre belediye başkanı belediye adına<br />

kendiliğinden ödünç para almak salâhiyetini haiz olmayıp Belediye<br />

Kanununda yazılı hükümlere riayet şartiyle istikraz edebilir.<br />

Aksi takdirde bu muamelede temsil ettiği belediye değil B. K. m.<br />

38'e göre kendisi mes'ul olur (223).<br />

2. Hukukî muameleden neş'et eden temsil salâlüyetinin dere^<br />

cesinin tâyini<br />

B. K. m. 33, f. 1, cümle 2, iradî temsilden neş'et eden temsil<br />

salâhiyetinin derecesini tâyin etmektedir. Bu hükme göre, temsil<br />

salâhiyeti hukuki bir tasarruftan (224) tevellüt etmiş ise bu salâhiyetin<br />

derecesi o tasarruf ile taayyün eder. Binaenaleyh, her<br />

şeyden evvel, temsil salâhiyetinin verildiği hukuki muameleyi umumi<br />

tefsir metodlanna göre bir tetkike tâbi tutmak icap eder. Hu-<br />

(228) Tem. 4. H,. D. 21.1.1946, K. 222/300 - Tepeci, s. 33; Tem. 4.<br />

H. D. 21.1.1938, E. 2347 / K. 2095. Yine Bk. Berki, s. 100<br />

(224) Buradaki tasarruf tabirini Mehaz Kanununa uygun olarak<br />

hukuki muamele şeklinde değiştirmek doğru olur.<br />

79


susiyle Alman doktrininde (225) temsil salâhiyetinin derecesinin<br />

temsil olunanın irade beyanına göre taayyün ettiği kabul edilmektedir.<br />

Kanaatimizce Türk - İsviçre Hukukunda temsil olunanın irade<br />

beyanım değil, Vertrauenstheorie'ye göre bu irade bey anına<br />

muhatap olan mümessilin bunu hüsnüniyetle tefsir ederek atfettiği<br />

manaya göre temsil salâhiyetinin derecesini tâyin etmek lâzımdır.<br />

Temsil salâhiyetinin verildiği mahaldeki örf ve âdet kaideleri,<br />

mümessilin şahsı nazan itibara alınarak kullanılan tâbirler tefsir<br />

edilir (226). Müphem ve umumî tâbirlerle verilen umumi temsil<br />

salâhiyeti,, hususi salâhiyetin icap ettiği bazı muameleleri ifa mezuniyetini<br />

tazammun etmez. Tereddüt halinde temsil salâm'yetinin<br />

derecesini dar olarak kabul etmek doğru olur (227). Kullanılan tâbirlere<br />

göre, temsil olunanın maksadım tâyin etmek mümkün ise,<br />

temsil salâhiyetinin mevzuu tasrih edilmiş sayılır. Meselâ, bir kimse<br />

muayyen bir muhitte bulunan bütün gayrimenkullerini satmak •<br />

için salâhiyet vermiş ise bu salâhiyetnamede ayrıca her gayrimenkulun<br />

parsel numarasını, bütün malların idare salâ^yetinin verildiği<br />

hallerde bu mallan ayrıca tasrih ermeye lüzum yoktur (228).<br />

Gayrimenkul alım - satımlarında verilen temsil salâhiyetinin<br />

derecesinin tâyini bazan büyük müşkülât arzeder. Vekâletnamede<br />

bir gayrimenkulun satışı için salâhiyet verilmişse, acaba bu salâhiyet<br />

tescil için kâfi midir? Bu mesele hukukçularımız arasında münakaşa<br />

mevzuu olmuştur. Velidedeoğlu - Esmer'e göre (229) hukukî<br />

mahiyeti itibariyle alım - satım akdi başka, tescil ise yine başka<br />

bir muameledir. Birincisi ile bir borç münasebeti meydana gelir,<br />

ikincisi ise mülkiyetin intikali neticesini doğurur. Şu halde,<br />

gayrimenkuller üzerinde yapılacak temliki tasarrufların vekâletnamede<br />

açıkça belirtilmesi lâzımdır. Sadece «satmağa» denilirse, o<br />

zaman mümessil münhasıran bir iltizamî muameleyi yapmaya salahiyetli<br />

olup, tescile salahiyetli kılınmamış demektir. Buna mukabil,<br />

devir ve tescil salâhiyetini veren bir vekâletname satış salâlnyetini<br />

tazammun eder. Tescil, sebepli bir hukukî muamele olduğundan,<br />

(225) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 13 ve 14; Hupka, s. 178<br />

(226) NJW, 1954, s. 1561 - Palandt Mad. 167, No. 1<br />

(227) Kars. RG JW 1913, 1034, No. 3; RGZ 143, 199<br />

(228) Belgesay, s. 63, No. 55<br />

(229) Velidedeoğlu - Esmer, s. 42-43<br />

80


hir satış akdi yapılmadan tescil yapılmak tasavvur edilemez. Buna<br />

mukabil, Saymen - Elbir (230), Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü'nün<br />

9.12.1929 tarih ve 467 sayılı umumî tahriratında beyan<br />

edilen fikre iltihak etmektedirler: «Satışa dair vekâletnamede tescili<br />

men eden bir hüküm yoksa, bu vekâletname tescile de yarar.»<br />

Saymen - Elbir'e göre, bu muamele daha ziyade salâhiyetnamenin<br />

tefsiri işidir. Salâhiyetnamenin bütününden bir netice çıkartmak<br />

mümkün değilse, ahval ve şeraite göre karar vermek lâzımdır.<br />

Temsil salâhiyetinin zımnen verilmiş olduğu, meselâ mümessille<br />

temsil olunan arasındaki iş görme münasebetinden, istihraç<br />

edilmiş ise temsil salâhiyetinin derecesi de bu akdi münasebete göre<br />

tâyin edilir (231). Meselâ, vekâlet akdinin mevcudiyetinden işin<br />

mahiyetine göre umumî temsü salâhiyetinin mevcudiyeti istihraç<br />

edilebilir. B. K. m. 388 f. 2'ye göre, vekâlet vekilin tekabbül eylediği<br />

işin yapılması için icap eden hukuki tasarrufları ifa salâhiyetine<br />

şâmildir. Yukarıda da zikredildiği veçhile, tatil aylarında bürosunun<br />

idaresini stajyerine bırakan avukat işbu vekâlet akdiyle birlikte<br />

ona kendi namına bütün muameleleri yapabilmesi için zımnen<br />

umumi salâhiyet vermiş addolunur (232).<br />

Hupka'ya göre (233), temsü salâhiyetinin verildiği hukuki<br />

muamelenin tefsirinde a) temsil olunanın temsilden evvelki tavır<br />

ve hareketleri b) temsil olunan ile mümessil arasındaki akdî durum<br />

c) temsil salâhiyeti verilmekle takip edilen maksat ve gaye<br />

de temsil salâhiyetinin derecesini tâyin ederken nazarı itibara alınmalıdır.<br />

Mümessilin salâHyetini aştığım öğrenen temsil olunan<br />

kimse sükût etmiş ise zımnen temsil salâhiyetini genişletmiş<br />

olur (234). Danz'a göre de hâkim temsil salâhiyetinin şümulünü<br />

tâyin ve tefsir ederken hüsnüniyetli üçüncü şahıslara zarar verecek<br />

şekilde şiddetli hareket etmemelidir (235).<br />

İsviçre Federal Mahkemesi kararlarına göre, hisse senetlerinin<br />

(230) Saymen - Elbir, Eşya Hukuku, s. 183<br />

(231) Beguelin, PJS 283. s. 5 III; Hupka, 179-180<br />

(232) RO 53 III 175<br />

(233) Hupka, s. 180 -185<br />

(234) Belgesay, s. 37, No. 32<br />

(235) Danz, 8. 272<br />

81


ihracı sebebiyle mümessile, tediye mahalli olarak tâyin edilen bir<br />

bankaya, tediye salâhiyetinin verilmesi ona bilâhare tahsil salâhıyetini<br />

vermez (236). Buna benzer diğer bir halde ise mümessile<br />

tahsil yetkisinin verilmiş olması ona tahsil edileni hibe etmek yetkisini<br />

vermez (237).<br />

3. Talimatye temsil salâhiyetinin şümulü<br />

Temsil salâhiyetinin mücerret bir hukuki muamele olduğu^ noktasından<br />

hareket eden ekseri müellifler, temsil salâhiyetinin şümulü<br />

ile bu salâhiyetin nasıl ve ne suretle Kullanılacağını göstermek<br />

için verilen talimatı (Jnstruction) birbirinden tefrik etmektedirler.<br />

Vbn Tuhr (238) ve Federal Mahkemeye göre (239) talimat harici<br />

temsil salâhiyetine dahil olmayıp mümessil ile temsil olunan arasındaki<br />

dahili münasebeti ilgilendirir. Bu balamdan talimat temsil<br />

salâhiyetinin istinad ettiği, temsil olunan ile mümessil arasındaki,<br />

akdî münasebetin (Vekâlet, hizmet akdi gibi) bir cüz'ünü teşkil<br />

eder. Böylece talimat, haricî münasebet bakımından temsil salâhiyetinin<br />

tahdidini tazammun etmez. Ancak, mümessil temsil olunana<br />

karşı, bu talimata uygun hareket etmeye mecbur olur. Meselâ temsil<br />

olunan kimse mümessile her türlü gayrimenkul alım - satımı için<br />

salâhiyet vermiş olmakla beraber mevkiine ve muayyen bir bedeli<br />

geçmemesine dair talimat vermiş olabilir. Temsil olunan, «gayrimenkulumu<br />

10.000 liradan eksik olmayan bir bedel mukabilinde<br />

satmaya ve temlike mezundur» şeklinde bir vekâletname tanzim<br />

etmiş ise bu takdirde, mümessil mezkûr gayrimenkulu meselâ 9.000<br />

liraya satmaya kalkarsa tapu sicil muhafız veya memuru bu muameleyi<br />

yapmaktan imtina etmelidir. Buna dikkat etmezse, temsil<br />

olunanın zararından dolayı mes'ul olur. Şu halde, gayrımenkule<br />

müteallik muamelelerde, tapu sicil muhafız veya memuru, resmi<br />

muameleleri yapmazdan evvel vekâletnameyi ve bunda verilmiş<br />

olan salâhiyetin hudut ve şümulünü ve hususiyle verilen talimatı<br />

dikkatli bir şekilde incelemelidir (240).<br />

(236) RO 33 II 312<br />

(237) RO 58 II 425<br />

(238) von Tuhr, s. 294 ve s. 71 not 26; Arsebük, s. 476<br />

(239) RO 77 II 138-JdT 1952, S. 48<br />

(240) Velidedeoğlu - Esmer, s. 45-46<br />

•2


Mümessil temsil suretiyle bir mukavele akdederken aldığı talimatı<br />

ihlâl etse 'bile, temsil salâhiyetinin şümulü dahilinde yaptığı<br />

mukavele, temsil olunanı ilzam eder. Böyle bir halde, temsil olunan,<br />

üçüncü şahsa karşı mümessilin, talimata aykırı hareket ettiğini<br />

ileri süremez. Ancak mümessilden akde muhalefetten dolayı zarar<br />

ve ziyan talep edebilir, çünkü mümessil aradaki vekâlet akdine<br />

muhalefet etmiştir. Von Tuhr'a göre, üçüncü şahıs talimata vâkıf<br />

olsa dahi temsil salâhiyeti kendisine bildirilmiş (harici temsil) olmadıkça,<br />

talimatı nazan itibara almaya mecbur değildir. Şu halde,<br />

bu telâkkiye göre, satışa salâhiyeti olan mümessil bunun hilâfına<br />

verilmiş olan talimata rağmen, o şeyi haiz olduğu dahili temsil salâhiyetine<br />

istinaden satabilecek ve mülkiyetini devredebilecektir.<br />

Zira, üçüncü şahısların, talimatı nazan itibara almaya mecburiyetleri<br />

yoktur. Fakat, bu netice temsil salâhiyetinin mücerret olmadığı fikrini<br />

müdafaa eden müellifler tarafından (241) tenkid edilmiştir.<br />

Zira, mümessilin, temsil edilen tarafından verilen talimata binaen<br />

yapmaya hakkı olmadığı bir muameleyi akdetmek için, salahiyetli<br />

bulunması keyfiyeti izah edilemez. Filhakika, dahili temsil salâhiyetinin<br />

verilmiş olduğu hallerde üçüncü şahıslardan ziyade temsil<br />

edilenin menfaatini .himaye etmek lâzımdır. Bunun için de, temsil<br />

olunanın irade beyanını umumi prensiplere ve hususiyle itimat<br />

prensibine (Vertrauenstheorie) göre, tefsir ederek onun tanınabilen<br />

iradesini tetkik etmek icap eder. Mümessilin hüsnüniyetle temsil<br />

olunanın irade beyanına atfettiği mana hukuken ehemmiyetlidir.<br />

Şu halde Alman hukukunda Hupka'nın da beyan ettiği veçhile<br />

(242), talimat dahilî temsil salâhiyetini ilgilendiren bir husustur.<br />

Ancak harici temsil salâhiyeti bahis mevzuu olduğu zaman,<br />

yani temsil salâhiyeti temsilin yapılacağı üçüncü şahıslara bildirildiği<br />

hallerde, ticarî muamelâtta emniyet prensibi gereğince temsil<br />

olunanın değil üçüncü şahsın menfaat ve itimadının himayesi lâzım<br />

gelir. Üçüncü şahsa temsil yetkisinin mevcudiyet ve şümulünü<br />

bildiren temsil olunan kimse, bunun netice ve tehlikelerine katlanmak<br />

mecburiyetindedir.<br />

Beynelmilel kanun projesi temsil salâhiyetinin şümulünü tâyin<br />

bakımından iki kaideyi ihtiva etmektedir. Birinci kaideyi ihtiva<br />

(241) Saussure, a. 66<br />

(242) Hupka s. 199<br />

83


eden yedinci maddede mümessilin ifa edebileceği muameleler tâyin<br />

edilmektedir. Bu maddeye göre vekâletname, mümessilin yapacağı<br />

muameleleri zikretmiyorsa mümessil temsil salâhiyetinin<br />

verilmesini istihdaf eden gayeye vasıl olmak için lüzumlu her türlü<br />

muameleleri ifa yetkisini haizdir.' ikinci kaide ise temsil salâhiyetinin<br />

bir durumdan istidiâl edilmesi halini derpiş etmektedir. 8.<br />

inci maddeye göre temsil salâhiyetinin bir durumdan istihraç edildiği<br />

hallerde mümessil, temsil olunan namına, kendi vaziyetinin<br />

-normal olarak tazammun ettiği bilcümle muameleleri ifaya yetkilidir.<br />

4. Haricî temsil salâhiyetinin derecesinin tâyini<br />

isviçre BorçlaT Kanununun revizyonu sırasında ilâve edilmiş<br />

olan B. K. m. 33 f. 2 mucibince mümessilin salâhiyetinin derecesi<br />

üçüncü şahsa beyan ve tebliğ edilmiş ise ancak bu beyana itibar<br />

olunur.<br />

Yukarda da işaret edildiği veçhile (243), bu madde doktrin<br />

ve jurisprudence tarafından geniş manada tefsir edilerek haricî<br />

temsil salâhiyetinin kanunî mesnedini teşkil etmektedir. Filhakika,<br />

bu hüküm sadece temsil salâhiyetinin şümulüne değil, kıyas yolu<br />

ile mevcudiyetine de tatbik edilmektedir (244). Bu maddede bahis<br />

mevzuu olan bildirme ve tebliğ teknik manada bir hukuki muamele<br />

olmayıp izhari bir karakter taşır. B. K. m. 33 f. 2 nin tatbik<br />

edilebilmesi için temsil salâhiyetinin üçüncü şahsa bildirilmesi kâfi<br />

olup bildirmenin şekli bu bakımdan rol oynamaz (245). Meselâ<br />

temsil salâhiyeti mektup, telgraf, haberci, gazete ilâm, sirküler, ticaret<br />

siciline tescil (246), mümessil tarafından vekâletnamenin<br />

içüncü şahsa ibrazı ile üçüncü şahsa bildirilmiş olabilir. Bazı hallerde<br />

temsil olunanın tavır ve hareketlerinden de üçüncü şahıs temsil<br />

salâhiyetinin mevcudiyet ve şümulüne zımnen ıttıla kesbedebüir.<br />

JB. K. m. 33 f. 2've tevfikan üçüncü şahsa_bildirilmiş olan temsil<br />

salâhiyetinin şümulü ile mümessile verilmiş olan salâhiyetin şu-<br />

(243) Yukarıda Bölüm II, § 2, I, not 118<br />

(244) von Tuhr, s. 291 not 24<br />

(245) BSguelin, PJS 283, s. 5, III, c<br />

(246) RO 58 II, 160 - JdT 1933, S. 122<br />

•4


mulü arasında fark bulunduğu takdirde üçüryyji sahsa bildirilen<br />

salâhiyetin şümulü esas tutulur. B. K. m. 33 f. 2'nin vaz'edilmesinin<br />

sebebi, ratio legis, iş hayatuıda ve ticari muamelelerde emniyet<br />

prensibinin ve hüsnüniyetin himayesidir. Bu husus itimat prensibine<br />

uygundur ve hukukî hüküm ve netice meydana getirmeyi istihdaf<br />

eden irade beyanının tefsirinde esas tutulur (247).<br />

B. K. m. 33 f. 2 üçüncü şahsa bildirilen salâhiyetin hakikatte<br />

mümessile verilen yetkiden daha geniş olması halinde bir mana<br />

ifade eder. Binaenaleyh, haricî temsil salâhiyetinde, talimat temsil<br />

salâhiyetini tahdit etse dahi bu husus bundan haberdar olmayan<br />

üçüncü şahsa karşı ileri sürülemez. Zira, harici temsilde, talimat,<br />

üçüncü şahsa bildirilmiş olan temsil salâhiyetinin bir cüz'ünü teşkil<br />

etmez. Buna mukabil, Federal Mahkemenin de (248) işaret<br />

ettiği veçhile, üçüncü şahsa bildirilen talimat, haricî temsil salâhiyetinin<br />

bir cüz'ünü teşkil eder.<br />

B. K. m. 33 f. 2 yalnız hüsnüniyetli üçüncü şahıslar hakkında<br />

muteberdir. Üçüncü şahsın talimattan haberi varsa hüsnüniyet iddia<br />

edemiyeceğinden harici temsil salâhiyetine istinad edemez (249).<br />

Üçüncü şahsın talimatı bildiği hallerde değil, bilmesi lâzım geldiği<br />

hallerde de durum aynıdır (250). Federal Mahkemenin 1951 tarihli<br />

bir karanna göre, (250 a), gayrimenkul satışı için verilen vekâletnamenin<br />

üçüncü şahsa ibraz edildiği hallerde bu üçüncü şahıs<br />

gaynmenkul satımına mâni olmak için verilmiş olan talimata<br />

vâkıf olmadıkça, hüsnüniyetli telâkki olunacağından temsil salâhiyetini<br />

tahdit eden talimat ona karşı ileri sürülemez ve bu talimata<br />

rağmen satış muteber olur.<br />

Q IV. Temsil salâhiyetinin sulstlmali<br />

Alman ve onu takiben İsviçre doktrininde temsil salâhiyetinin<br />

suistimali meselesi üzerinde son zamanlarda İsrarla durulmaktadır.<br />

(247) BO 77 II 142 - JdT 1952, s. 49; Oser - Schönenberger^ Mad. 33,<br />

No. 17 •<br />

(248) BO 77 II 140 -JdT 1952, S. 48<br />

(249) BO 77 II 143 - JdT 1952, s. 50; Oser - Schönenberger, Mad. 33,<br />

17 b.<br />

(250) Egger, s. 58 - 60<br />

(250 a) RO 77, II 38 ve mütea.<br />

85


Temsil salâhiyeti temsil olunanın irade beyanına! istinad ettiğine<br />

göre, mümessil esas itibariyle onun irade ve menfaatlerinp aylan<br />

şekilde hareket etmemelidir. Bunun için mümessilin, temsil olunanın<br />

tanınabilen iradesine hüsnüniyetle atfettiği manaya flörgjfVerirauenstheorie)<br />

Jıareket etmesi vazifesi icabmdandır. Temsil olunanm<br />

menfaati, mümessilin, kendi iradesine ve talimatma en uygun<br />

şekilde hareket etmesini âmir bulunmaktadır. Buna mukabil<br />

ticari muamelelerde emniyet prensibi ise temsil salâhiyetinin suistimalinden<br />

haberdar olmayan hüsnüniyetli üçüncü şahısların himaye<br />

edilmesini icap ettirir. Böylece temsil olunan ile üçüncü şahısların<br />

menfaat durumları arasında bir ihtilâf zuhur edebilir. Temsil<br />

salâhiyetinin suistimalinden bahsedebilmek için birinci şart mümessilin<br />

temsil salâhiyetini haiz olması lâzımdır. Mümessile muteber<br />

şekilde verilmiş bir temsil salâhiyeti mevcut değil ise, tabii olacak<br />

suistimalden bahsedilemez. Ancak, üzerinde durulacak nokta<br />

dahilî veya haricî temsil salâhiyetinden hangisinin bahis mevzuu<br />

olduğu hususudur. Her iki nev'i temsil salâhiyetinin mücerret olduğu<br />

fikrini müdafaa edenler için mesele yoktur. Buna mukabil<br />

Saussure gibi (251) yalnız haricî temsil salâhiyetinin mücerret olduğunu<br />

müdafaa eden müellifler ise üçüncü şahıslara bildirilmiş<br />

olan haricî temsil salâhiyetinin kötüye kullanılabileceği fikrini müdafaa<br />

etmektedirler.<br />

Temsil.salâhiyetin in ^li^imalj^den bahsedebilmek için ikinci<br />

şart, Hârici temsil salâhiyetinin mümessil tarafından temsil olunanm<br />

irade beyamna ve menfaatine aykırı bir şekilde kullanılmış olması<br />

Ilgımdır. Meselâ mümessil muameleyi sırf kendi menfaatini gözeterek<br />

yapmıştır.<br />

JÇemsil salâhiyetinin suistimalinin üçüncü şartı, temsilin yapıldığı<br />

üçüncü şahıs veya şahısların M. K. m. 3'e göre hüsnüniyetli<br />

olmaması lâzımdır, ^üçüncü şahıs, ahval ve şeraite göre, mümessilin<br />

vazifelerine aykırı şekilde hareket ettiğini bildiği veya bilmesi<br />

lâzım geldiği hallerde hüsnüniyet iddia edemiyeceğinden himaye<br />

görmeyecektir. AksT halde, Ticari muamelelerde hüsnüniyet prensibi<br />

ihlâl edilmiş olur (252). Ancak Nl*. K. m. 3'e göre hüsnüniyeti tak-<br />

* * . 5<br />

(251) Saussure, s. 83<br />

(252) RO 77 II 145, JdT 1952, s. 51<br />

66


cür ederken pek şiddetli davranrnayıp hüsnüniyetin mevcudiyetinin<br />

karine teşkil ettiğini ve üçüncü şahıslara bir öğrenme mükellefiyetinin<br />

tahmil edilemiyeceğini göz önünde tutmak lâzımdır (253) .<br />

Keza üçüncü şahıs mümessil tarafından temsil salâhiyetinin suistimal<br />

edilip edilmemesinin mümkün olup olmadığım da araştırmakla<br />

mükellef değildir (254).<br />

Bu üç şartın tahakkuku halinde temsil salâhiyeti suistimal edil-<br />

İmiş olur. Böyle bir halde, temsil salâhiyetinin suistimal edildiği<br />

temsil olunan tarafından temsilin yapıldığı üçüncü şahıs veya şahıslara<br />

karşı dermeyan edilebilir mi?<br />

Von Tuhr'a göre (255), temsil salâhiyeti mücerret olduğundan<br />

verilmiş olan talimata^ ve hatta üçüncü şahsın bunu bilmesine rağmen<br />

yapılan muamele muteber olur ve temsil olunan kimse temsil<br />

salâhiyetinin suistimalini ona karşı* ileri, süremez. Ancak, istisnai<br />

olarak,' üçüncü ş;ahıs mümessil ite anlaşarak (Collusion) temsil salâhiyetinden<br />

faydalanarak bir menfaat temin etmiş ve temsil olunan<br />

için zararlı ()lan bir muamele yapmak suretiyle kasden bir zarar<br />

vermiş ise, yapılan akid temsil salâhiyetini tecavüz etmemiş olsa<br />

hile, temsil olunanı İlzam etmez. Böyle bir halde M. K. m. 2 f. 2 layasen<br />

ttâbik edilir. Zira, üçüncü şahıs bir hakkı değil belki temsil<br />

salâhiyetinin mümessille akid yapmak hususunda bahşettiği imkânı<br />

kötüye kullanmıştır (256).<br />

Egger (257), Von Tuhr'un bu görüş tarzım reddederek meseleyi<br />

M. K. m, 2 f. 2'nin tatbiki ile halletmektedir. Bu müellife göre,<br />

üçüncü şahsın, temsil salâhiyetinin kötüye kullanıldığını bildiği<br />

veya bilmesi lâzım geldiği hallerde hakkın suistimali bahis mevzuu<br />

olur.<br />

Becker de (258), üçüncü şahısların mümessilin temsil olunana<br />

karşı vazifelerini ihmal ettiğim bildiği veya kendisinden beklenilen<br />

(253) RO 77 II 138-JdT 1952, s. 53<br />

(254) RO 50 II 140 - JDT 1924, s. 349<br />

(256) von Tuhr'a göre, s. 294 not. 45, böyle bir gizli anlaşma ile yapılan<br />

muamelenin (acte collisoire) butlanı B. K. m. 19'dan<br />

istihraç edilebilff. Yine Bk. ArsebÜk, s. 477, not 90<br />

(257) Egger, s. 63. Alman hukukunda aym fikirde Planck - Plad, Mad.<br />

167, NO. 7 c<br />

(258) Becker, Mad. 32, No. 2, s. 169<br />

•7


dikkati gösterse idi bilmesi icap ettiği hallerde temsil salâhiyetine<br />

istinad edemiyeceği fikrindedir.<br />

Oser- Schönenfberger (259), B. K. m. 33, f. 2'nin ancak hüsnüniyetli<br />

üçüncü şahıslar tarafından ileri sürülebileceğini beyan etmişlerdir.<br />

Isv[çre Federal fafafrlffirngsi .^kararlarından birisinde (260),<br />

von Tuhr'un görüş tarzını tatminkâr bulmamıştır, isviçre yüksek<br />

. .njahlcemesine göre, B. K. m. 33, f. 2 üçüncü şahısların hıi.«mi)^ıîyftr<br />

jr tinin himayeSSi fotihdaf eder. Talimat üçüncü şahsa bildirilince<br />

"artık onun hüsnüniyeti bahis mevzuu olamaz. Zira, mümessilin<br />

temsil salâhiyetinin tahdit edildiğini bilmektedir veya ahval . ve<br />

şerailm gerektirdiği dikkat ye ihtimamı gösterse idi bunu ögrenek^ggfjr<br />

fftı^Tımfîndır, Ticari emniyet prensibine göre üçüncü şahsın,<br />

mümessilin vazifelerini ihmal ve ühlâl ettiğini bildiği hallerde<br />

kendisine bildirilmiş olan temsil salâhiyetine istinad edememesi<br />

icap eder. Federal mahkemeye göre, mümessilin temsil edilenin<br />

verdiği talimata ölmeyerek, temsil salâhiyetini kötüye kullandığı<br />

hâllerde de vaziyet aynıdır. Böyle bir halde dahi temsilci vazifesine<br />

aykırı hareket etmektedir. Federal mahkeme açıkça üçüncü<br />

şahsın, temsil salâhiyetinin suistimal edildiğini bildiği veya bilme»<br />

si lâzım geldiği hallerde, mukavelenin M. K. m. 2 mucibince temsil<br />

olunanı İlzam etoıiyeceğinj ve şartları tahakkuk etmiş ise exceptio<br />

doli 'nin dermeyan edilebileceğini beyan etmiştir.<br />

Saussure (261) ise bu halde, bazı alman hukukçulanmn fikrinden<br />

mülhem olarak (262), haklan suistimal ini kabul etmemektedir.<br />

Ona göre bu gibi hallerde salâhiyetsiz temsile müteallik kaidelerin<br />

tatbik edilmesi icap eder. Binaenaleyh, bazı muamelelerin<br />

temsil olunanı ilzam etmemesinin sebebi, hakkın suistimali ile<br />

(259) Oser - Schönenberger,, Mad. 33, No. 17 b ve Mad. 469, No. 15<br />

ve 17<br />

(260) RO 77, II, 143 - JdT 1952, s. 49 - 50; 52 II 350. Alman mahkeme<br />

içtihatları da aym hal suretini kabul etmektedirler. ROZ,<br />

75, 299; 101, 84; 134, 71; DJZ, 1930^ s. 361<br />

(261) Saussure, s. 85, IV.<br />

(262) Kars. Enneccerus - Nipperdey, § 183, I,, 5, s. 1125; JW 19S1,<br />

s. 2231; RGZ 159, 3631<br />

88


değil, salâhiyetsiz temsil île izah edilebilir. Saussure'e göre, Jşlfc.<br />

km suistimalinin mevcut olabilmfsi frin rnıffeher Hr n\n*md^fa<br />

mevcudiyeti lâzımdır. Halbuki, üçüncü şahıs suMiîyftfrli phiTina y.<br />

jiĞi temsil salâhiyeti mevcut nlm^a,<br />

^Saussure ile Eggerfo fikirleri arasındaki fark şu şekilde hülâsa<br />

edilehiliı: Egger'e göre, muteber bir muameleyi iptal etmek için<br />

TıaJctan suistimaiini ileri sürmek lâzımdır (263)7~Şaus5aiT»V. göre<br />

ise, temsil salâhiyeti kötüye kullanılmak suretiyle yapılan muamele<br />

salâhiyetsiz temsil sebebiyle esasen mevcut değildir.,<br />

/ £ Mümessilin yerme diğerim ikame etmesi<br />

I. Mümessilin yerine bir İkinci mümessil tâyin etme salâhiyeti<br />

Temsil olunan ıkmvsft ap


Vekâlet akdinin hüsnü suretle ifası mükellefiyetinden bahseden<br />

B.JL m. 390 f. 3'e göre «yekil başkasını tevkile mezun veya<br />

hal icabına göre mecbur olmadıkça veya âdet başkasını kendi yerine<br />

ikameye müsait bulunmadıkça müekfcilünbihi kendisi yapmaj^~mecbuıdur>>.<br />

(Jorüldüğü gibi vekil, uç halde: a) işin mahiyeti<br />

icabı olarak âdet ikameye cevaz vermekte ise b) müvekkil tarafından<br />

vekil bu hususa mezun kılınmış ise c) hal icapları temsil salâhiyetinin<br />

devrini zaruret haline getirmiş ise (266) haiz olduğu temsil<br />

salâhiyetini kısmen veya tamamen bir diğerine verebilir.<br />

Buna mukabil, ne Alman Medeni Kanunu ve ne de Türk - isviçre<br />

Borçlar Kanununda mümessilin yerine bir diğerini ikamesi hususunda<br />

bir hüküm mevcut değildir. Bunun için, herşeyden evvel,<br />

temsil olunanın irade beyanını ve dolayısiyle temsil salâhiyetinin<br />

şümulünü tetkik etmek icap eder. Filhakika, temsil olunan kimse,<br />

temsil salâhiyetiyle birlikte sarahaten mümessile bir başkasını tevkil<br />

veya ikame salâhiyeti (substitutionsbefugnisse) vermiş olabileceği<br />

gibi, onun neticelendirici tavu ve hareketlerinden de böyle<br />

bir salâhiyeti verdiği istidlal edilebilir. Meselâ, temsil olunanın,<br />

mümessilin kendi yerine başkasım ikame etmesine daima icazet<br />

vermiş olması gibi.<br />

Temsil olunanın başkasını tevkil salâhiyetini verdimi irade beyanınjjajı<br />

istihraç edilemediği hallerde mümessilin başkasını tevkii<br />

salâhiyetinin mevcut olup olmadığım tâyin için iş sahibi bakımından<br />

bu işin nTTinw.gj[ tarahnAan şahsen y a p |İTnagTT if1a himaye edilmeye<br />

değer bir menfaati bulunup bulunmadığını tetkik etmek lâzımdır.<br />

Menfaati bulunmayan hallerde ikame mümkündür^ (267).<br />

Tereddüt halinde ikame salâhiyetinin verilmemiş olduğunu kabul<br />

etmek doğru olur (268). Ahval ve şeraitin mümessilin şahsen temsil<br />

salâhiyetini ifa edemiyecek derecede değişmiş olması halinde<br />

mümessil yerine başkasını ikame edebilir. Mümessilin işi bizzat ifa<br />

etmesine mani olacak derecede hastalanmış olması buna misal ola-<br />

(266) Arsebük, s. 492, XI<br />

(267) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 31; Hupka, s. S52; Oertmann,,<br />

Mad. 167, No. 8 b; Oser - Schönenberger, Mad. 33; No. 11<br />

(268) Planck - Flad, Mad. 167,, No. 8, s. 450; J. W. 1912, s. 526; Enneccerus<br />

* Nipperdey, § 185, II, 2, s. 1139<br />

90


ak gösterilebilir. Nihayet örf ve âdetin, mümessilin yerine başkasını<br />

ikame etmesine müsait bulunduğu hallerde de ikame salâhiyeti<br />

kabul edilmelidir (260). Belgesay (270), mümessilin intacına<br />

memur edildiği işin hususi mahiyeti itibariyle salâhiyetini ahare<br />

devretmesi zaruri veya işin neticelenmesi bakımından kendi şahsı ile<br />

diğer birinin şahsının temsil olunan için farksız bulunduğu takdirde<br />

salâhiyetini diğerine devrinin mümkün olduğuna işaret etmektedir.<br />

Meselâ, mümessil borsadan bazı mallan satın almak üzere<br />

bir borsa ajanına veya dâva ikamesi için bir avukata salâhiyet verebilir.<br />

Beynelmilel kanun projesinin 6. mcı maddesine göre mümessil,<br />

ancak temsil olunan kimsenin sarih izni ile kendi yerine bir diğerini<br />

ikame edebilir. Mamafih aynı maddenin 2 inci fıkrasına göre<br />

aşağıdaki üç halde: a) ikame salâhiyeti muamelenin icra edileceği<br />

memleket kanununa uygun ise b) muamelenin mahiyeti<br />

ikameyi zaruri kılıyorsa c) şahsi sebepler dolayısiyle mümessil<br />

temsil salâhiyetini ifa edemiyecek bir duruma düşmüş ?e temsil<br />

olunanın menfaati da ifanın gecikmemesini amir bulunuyor ise,<br />

sarih izne ihtiyaç olmaksızın ikame caizdir.<br />

İL Mümessilin kendi yerine bir diğerini İkame etmeshıin^üküm.<br />

je neticeleri<br />

Mümessil, başkasını tevkil salâhiyetine istinaden kendi yerine<br />

başkasını ikame etmekle temsil salâhiyetini kaybetmez ve temsil<br />

salâhiyeti baki Jcajır. Zira, ikame bir hakkın devri_ olmayın^şadece<br />

salâhiyetin kullanılmasının bir diğerine terk edilmesidir (271). Meğerki<br />

ikame ile beraber mümessil temsil salâhiyetinden feragat<br />

etmiş veya kendisine tevdi edilmiş olan vazife diğer birini ikameden<br />

ibaret bulunsun. Filhakika, temsil salâhiyeti o şekilde verilmiş<br />

olabilir ki ikame ile birinci mümessil (Mİ) ortadan çekilir ve ikinci<br />

mümessil (M 2) temsil olunanın yegâne mümessili olarak kalır.<br />

İkame ile yeni bir temsil salâhiyeti vücude gelir. Mümessilin bir<br />

(269) von Tuhr„ s. 302<br />

(270) Belgesay, 8. 89, No. 80<br />

(271) Staudinger - Coing, Mad. 167, No. 35; Hupka, 8. 356; von Tuhr,<br />

s. 302; Thalm essin ger, 8. 22<br />

ti


aşkasına temsil salâhiyeti vermesi halinde iki ihtimal düşünülebilir,<br />

ya mümessil bir diğerine temsil salâhiyeti vermekle kendisine<br />

bir mümessil tâyin eder. Bu takdirde mümessil tarafından temsil<br />

olunan namına yapılmış bir muamele bahis mevzuu değildir (272);<br />

Veya haiz olduğu ikame salâhiyetine istinaden diğer bir kimseye<br />

temsil ettiği şahıs namına hareket edebilmesi için temsil salâhiyeti<br />

vermektedir. Tereddüt halinde bu ikinci hali kabul etmek lâzımdır<br />

(273). JÇaideten M 1, M 2 ye kendisinin haiz olduğu temsil salâhiyetinden<br />

daha şümullü bir temsil salâhiyeti veremez. Başka bir<br />

tâbirle, ikame bir haklan devri mahiyetini taşımadığına göre, bir<br />

kimsenin haiz olduğu haktan fazlasını başkasına devretmesi mümkün<br />

değildir (274).<br />

Prensip itibariyle, ikame edilen M 2, mümessilin mümessili olmayrp<br />

temsil olunanın doğrudan doğruya mümessili olur ve bu sıfatla<br />

yaptığı muamelelerin hüküm ve netic^rj fr«îl ohmanın<br />

şahsına terettüp eder (275). M 2 nin temsil salâhiyeti temsil olunanın<br />

Ml'e verdiği ikame salâhiyetine binaen mümessil (Mİ) tarafından<br />

kendisine vâki irade beyanına istinad eder (276). Temsil<br />

salâhiyeti, bir akid zımnında verilmiş ise M 2 iki suretle hareket<br />

edebilir: ya doğrudan doğruya temsil olunan namına hareket<br />

eder, bu takdirde vecibe alâkası kendisi ile temsil olunan arasında<br />

vücude gelir veya kendi namına hareket eder, bu takdirde<br />

M 1 tarafından verilen talimata riayet etmek ve ona hesap vermek<br />

mecburiyetindedir (277).<br />

M 2 nin salâhiyetine tecavüz ederek yaptığı muameleye temsil<br />

olunan kimse icazet verebileceği gibi M 1 de haiz olduğu tem-<br />

(272) Hupka, s. 358<br />

(273) Staudinger - Coingr, Mad. 167, No. 32<br />

(274) Nemo plus juris in allium transfer re potest quam ipse babet,<br />

Arsebük, s. 493 Not. 212<br />

(275) Beynelmilel kanun projesinin 6. inci maddesinin sonuncu fıkrasına<br />

göre de ikame'nin kabul edildiği hallerde ikame olunan<br />

mümessil, temsil olunanın doğrudan doğruya mümessili olur<br />

(276) Enneccerus - Nipperdey, (§. 185, II, s. 1139) buna «Ersatzbevollmâchtingung»<br />

demektedir. Fulster (s. 9) ise «Privativer<br />

substitution» tâbirini tercih etmektedir.<br />

(277) Arsebük, s. 493<br />

92


sil salâhiyetinin şümulüne göre icazet vermek imkânına sahiptir<br />

(278)<br />

M 1 ile M 2 nin arasındaki hukukî münasebet aralarındaki iş<br />

görme mukavelesine göre tâyin edilir. M 1 in, M 2 nin fiillerinden<br />

dolayı temsil olunana karşı mesul olup olmayacağı meselesi ise<br />

temsil olunan ile M 1 arasındaki iş görme münasebetine (Geschâfts<br />

führungsverhaltnis) göre tanzim edilir. Meseelâ» aralarındaki iş<br />

görme münasebeti bir vekâlet akdi ise B. K. m. 391'e göre «vekil<br />

salâhiyeti haricinde başkasını tevkil ettikte onun fiilinden kendi<br />

yapmış gibi mes'uldür. Vekil, başkasını tevkile salâhiyettar olduğu<br />

takdirde, yalnız salâhiyetini kullanırken ve talimat verirken tekayyüd<br />

ve ihtimam göstermekle mükelleftir. Her iki surette vekilin<br />

kendi yerine ikame ettiği şahsa karşı haiz olduğu bütün haklan<br />

müekkil doğrudan doğruya o şahsa karşı dermeyan edebilir.»<br />

ileride görüleceği veçhile (279), temsil salâhiyeti, temsil olu-.<br />

nanm bir irade beyanı ile nez edilir. Mümessilin yerine bir diğerini<br />

ikame etmesi halinde muhtelif ihtimallerle karşılaşmak mümkündür<br />

: a) ikame salâhiyetinin temsil olunan tarafından refi.<br />

Prensip itibariyle M 2, temsil olunanı temsil ettiğinden, ancak<br />

onun tarafından azledilebilir. Temsil olunan bu azil salâhiyetini<br />

her zaman kullanılabilir, ikame salâhiyetinin mevcudiyeti üçüncü<br />

şahıslara bildirilmiş ise B. K. m. 34 f. 3 mucibince temsil olunan<br />

kimse bu salâhiyeti tamamen veya kısmen ref'ettiğin i bildirmemiş<br />

olursa ikame salâhiyetinin refini üçüncü şahıslara karşı dermeyan<br />

eder. b) M 1 temsil salâhiyetinde tasrih edildiği takdirde M 2 yi<br />

her zaman azledebilir (280). Fakat, acaba ikame salâhiyetini haiz<br />

olan M 1 nez'i salâhiyetini haiz olmadığı halde kendi yerine ikame<br />

ettiği M 2 yi azledebilir mi? Thalmessinger'e göre (281), bu suale<br />

müsbet cevap vermek icap eder. Meselâ, temsil olunan kimse temsil<br />

salâhiyetini nez edecek durumda bulunmadığı ve M 1 temsil<br />

olunanın menfaatlanmn en iyi şekilde himaye edilmediği veya M 2<br />

nin talimata aykırı şekilde hareket ettiğini müşahede ettiği haller-<br />

(278) Enneccerus - Nipperdey, 5. 185, II, s. 1140; Hupka, s. 362<br />

(279) Yukarda Kısım 4, Bölüm İ, V<br />

(280) von Tuhr, s. 303; allg. Teil, II, 85, VIII. s. 412, Not 284<br />

(281) Thalmessinger,, s. 32<br />

93


de kendisi tarafından verilmiş olan temsil salâhiyetini refedebilmelidir.<br />

Hülâsa bu müellife göre M 1 in ref salâhiyeti şu şekilde<br />

haklı gösterilebilir: M 1 kendi yerine bir diğerini ikame ederken<br />

temsil olunana karşı culpa in eligendo et tnstruendo sebebiyle<br />

mes'uliyeti vardır. Binaenaleyh Mİ in kendi yerine ikame ettiği<br />

M 2 nin vazifelerini lâyıkiyle başaramadığını tesbit ettiği takdirde,<br />

vekâletnamede sarahaten azil salâhiyeti mevcut olmasa dahi,<br />

onu azle salâhiyettar olmalıdır. Biz bu kanaate iştirak edemiyoruz.<br />

Zira, M 2, M l'i değil doğrudan doğruya temsil olunanı temsil ettiğine<br />

göre, ayrıca azle salâhiyettar olmadıkça, M 2'yi azil edememesi<br />

icap eder. c) Acaba M 2 nin temsil salâhiyeti, M 1 in haiz<br />

olduğu esas temsil salâhiyetinin ortadan kalkması ile nihayete erer<br />

mi? M 1, M 2 ye salâhiyet verirken müddet koymamış ise kendi<br />

salâhiyetinin hitamı veya ölümü ile M 2 nin temsil salâhiyeti zeval<br />

bulmaz. Von Tuhr'un (282) beyan ettiği veçhile, mümessilin ağur<br />

bir hastalık .sebebiyle yerine diğerini ikame etmiş ve bilâhare ölmüş<br />

olduğu hallerde M 2 nin temsil salâhiyetinin nihayete erdiği<br />

kabul edilirse, ikame ile takip edilen gaye tahakkuk etmemiş olur.<br />

(282) von Tuhr, s. 303; Not. 105<br />

94


KISIM II<br />

BAŞKASI NAMINA HAREKET<br />

BÖLÜM I<br />

MÜMESSİLİN BAŞKASI NAMINA HAREKET ETTİĞİNİ<br />

AÇIKLAMASI<br />

/ 1. Başkası adına hareketin açıklanması prensibi<br />

I. Başkası namına hareket mefhumu<br />

B. K. m. 32 f. 1 mucibince mümessil tarafından «diğer bir kin><br />

se namına» yapılan akdin alacak ve borçlan o kimseye intikal eder.<br />

Şu halde_vasıtasız temsilin, temsil salâhiyetinden sonra ikinci<br />

şartı mümessilin başkası namına hareket etmesidir. B. K. m. 32 f. 2'de<br />

zikredilen «mümessilin sıfatım bildirmesi» tâbiri de başkası namına<br />

hareketten başka birşey değildir.<br />

E Vasıtasız temsilin büküm ve neticelerini tanzim eden A. M. K.<br />

m. 164 f. 1 de de, temsil suretiyle yapılan muamelenin hak ve borçlarının<br />

temsil edilene terettüp etmesi için, mümessilin başkası namıma<br />

hareket etmiş olması (Handlung im fremden Namen) lâzımdır<br />

(1). Bunun için bazı müellifler (2), vasıtasız temsile açık temsil<br />

(Offenvertretung) demişlerdir. Görüldüğü veçhile, mümessilin başkası<br />

namına hareket etmesi şartı pratik ve nazari bakımdan hususi<br />

bir ehemmiyet taşır. Zira, yetkili mümessil muameleyi aktederken<br />

temsil edilen kimse namına hareket etmişse, o muamelenin hüküm<br />

(1) Bk. Av. M. K. m. 1002,, Pr. M. K. m. 1948» İt. M. K m 1388, İspanyol<br />

M. K. m. 1717, Yunan M. K. m. 21<br />

(2) Lehmann, 5. 36, I, 1 b in fine<br />

?S


ve neticeleri temsil olunana terettüp edecek, buna mukabil mümessil<br />

başkası hesabına hareket etmekle beraber, başkası namına hareket<br />

ettiğini açıklamamışsa, hukukî durum, vaziyete göre vasıtalı temsil<br />

veya itimada müstenid bir muamele olarak tavsif edilecek ve<br />

bu sonuncu halde pactum fidudae'ye istinad ile itimat eden lehine<br />

şahsî bir hak doğacaktır.<br />

Mümessilin başkası namına hareket etmesi, temsilin yegâne<br />

şartı olmayıp, yukarıda bınhci kısımda izah edildiği veçhile,<br />

başkası _namına hareket eden mümessilin temsil salâhiyetini haiz<br />

bulunması lâzımdır, işte modern hukukta vasıtasız temsilin bir<br />

şartı olan başkası adına hareket etme, eskidenberi müelliflerin<br />

nazarı dikkatini çekmiş ve hususiyle eski Alman doktirinde,<br />

temsilî bir muamelede mümessilin temsil olunan kimse namına<br />

hareket ettiği müşahede edilmiştir. Bu noktadan hareket<br />

eden Binder (3), mümessilin başkası namına hareket etmesini<br />

temsilin esası olarak izah etmiştir. Keza Fransız hukukunda da bazı<br />

Fransız müellifleri, Fr. M. K. m. 1984 ve m. 1375 deki «müvekkil<br />

namına» veya «onun namına» (en son nom) tâbirlerine istinad ederek,<br />

başkası namına hareketin temsilin esası olduğunu ileri sürmüşlerdir<br />

(4).<br />

Vasıtasız, (doğrudan doğruya) temsilde «başkası adına hareket»<br />

ayni zamanda_«başkag hesabına hareket» mefhumunu da ihtiva<br />

eder. Zira, jnümeşsilin başkajLLjyamına- hareket ederek^yaptığı<br />

hukukî muamele, temsil olunanın Jhukukî sahasında hüküm ve netice<br />

meydana getirmektedir (5). Bazı müellifler, temsil olunan<br />

şahsı, temsil suretiyle yapılan akit muvacehesinde yabancı bir şahıs<br />

olarak telâkki etmişler ve bu sebeple mümessil ile üçüncü şahıs<br />

arasmda yapılan muameleyi, yabancı tesirli hukukî muamele<br />

(Rechtsgeschaeft mit Fremdwirkung) olarak tavsif etmişlerdir (6).<br />

Fakat temsilin yabancı tesirli bir muamele (Handlung mit Fremd-<br />

%<br />

(3) Binder, & S81 ve mütea,: Müller - Freieniels, s. 15, No. 15<br />

(4) Claris/e, s. 192, No. 100<br />

(5) «Başkası hesabına hareket» in tefriki için Bk. Lehmann, î 36<br />

m 2 d, s. 292<br />

(6) Meselâ^ Enneccerus - Nipperdey, S 178 ve 184; Müller - Freienfels,<br />

s. 24 - 28, hususiyle s. 25


wirkung) olarak tavsif edilmesinden, başkası namına hareketin,<br />

temsilin esasi olduğu neticesine varmamak lâzımdır. Çünkü, temsil<br />

suretiyle akdin yabancı tesiri (Fremdwirkung),' mlümessilin temsil<br />

salâhiyeti ile mücehhez olarak başkası namına yaptığı muameleden<br />

neş'et eden bir hukuki neticedir. Yoksa, temsil salâhiyeti olmaksızın<br />

mümessilin üçüncü şahısla başkası namına akdettiği muamelenin<br />

yabancı tesiri, temsilin esasım teşkil edemez (7).<br />

II. Açıklama prensibi ve tatbiki<br />

1. Aejklama prensibi (offenheitsprinzip), hususiyle Alman<br />

hukukçularından_ Rumelin (8). ve Leonhard (9) tarafından ileri sürülmüştür.<br />

Bu prensibe göre, mümessilin yaptığı hukukî muamelenin<br />

hüküm ve neticelerinintemsil olunana terettüp etmesi için, mümessilin<br />

üçüncü şahıs muvacehesinde «başkası namına hareket ettiğini»<br />

açıklaması veya başkası namına hareket ettiğinin, temsilin<br />

yapıldığı üçüncü şahıslar tarafından fojfl]g| edilmiş olması lâzımdır(10).<br />

Offenheitsprinaip, herşeyden evvel ticari muamelelerde<br />

emniyet prensibini tevid eder. Bir mukavele akteden kimse, kiminle<br />

bir TnjıkayAİg akrWHğîTti yf ^} mukavelenin hüküm ve neticelerinin<br />

kime ait olduğunu bilmelidir (11). RümeluVe (12) göre,<br />

mahalli örf ve âdet kaideleri, muhatabın şahsî durumu gibi haller<br />

nazan itibara alınarak, başkası namına hareket edilip edilmediği,<br />

irade beyanınm tefsiri ,bonae fidei interpretatio, neticesinde tâyin<br />

edilir. Offenheitsprinzip, bugün Alman hukukunda BGB tarafından<br />

kabul edilmiş olan ve temsili idare eden Repraesentationsiheorie,<br />

Abstraktionsprinzip ile birlikte üç büyük prensipten birisini teşkil<br />

eder (13).<br />

(7) Kaldı ki, Müller - Freienfels'in kabul ettiği sistemde temsil<br />

olunan temsil suretiyle aktedüen muameleye iştirak ettiğinden,<br />

yabancı bir şahıs değildir.<br />

(8) Rumelin, Arch. f. civ. Prax. 93, s. 132 ye mûtea.<br />

(9) Leonhard, s. 1 ve mütea., Müller - Preienfels, s. 17 not 13<br />

(10) Rumelin, s. 137<br />

(11) Enneccerus - Nipperdey, § 178, s. 1091<br />

(12) Rumelin, s. 140-147<br />

(13) Staudinger - Coing„ Mad. 104, Vorbem. No. 11<br />

t7


(Doktrinde umumiyetle kabul edildiğine göre, B. K. m. 32 f. 1<br />

de zikredilen diğer bir kimse namına hareket tâbiri ile kanunumuz,<br />

beyan sahibinin kendi namına değil, bir başkası, temsil olunan namına<br />

hüküm ve netice meydana getirmek hususunda iradesini izhar<br />

etmesini istemektedir (14). Başkası namına hareket iradesinin<br />

muhakkak surette sarahaten beyan edilmiş olması şart değildir.<br />

Mümessil ile akit yapan kimse bir temsil münasebeti mevcut<br />

olduğunu halden istidlal edebilir. Bu takdirde akdin haklan ve borçlan<br />

temsil olunan kimseye ait olur. (B. K. m. 32 f. 2). Buna mukabil,<br />

kanaatrmızca Türk - îsviçjre borçlalr hukuku sisteminde mümessilin<br />

başkası namına hareket etmek iradesi, akitlerin inikadı sahasında<br />

tatbik edilen itimat prensibine (Vertrauenstheorie) göre tefsir<br />

edilmek suretiyle istihraç olunabilir (15). Şu halde üçüncü şahıs,<br />

mümessilin tanınabilen iradesini, hüsnüniyet kaidelerine göre ve<br />

mâkul bir insan, a reasonabîe man, sıfatıyla tefsir ederek başkası<br />

namına hareket ettiği neticesine varmışsa, yapılan muamelenin hüküm<br />

ve neticeleri temsil olunana terettüp eder. Fikrirnizce, mümessilin<br />

dahili iradesine göre, başkası namına hareket etmek niyeti<br />

mevcut olmasa dahi, karşı âkid tarafın mümessilin tanınabilen iradesini<br />

tefsir ederek başkası namına hareket ettiği neticesine varmış<br />

olması, temsilin mevcudiyeti için kâfidir. Şu halde mümessilde, ayrıca<br />

kendi derimi iradesine göre, başkası namına hareket niyeti<br />

aranmaz. Bu husus itimat prensibinin zaruri bir neticesidir, aksi<br />

hal, yani 'başkası namına temsil niyeti, ancak irade prensibi ile izah<br />

edilebilir (16). İtimat prensibinin tatbiki neticesinde, muhatabın<br />

tanınabilen iradesini hüsnüniyetle tefsir eden üçüncü şahsın, bir<br />

mümessil ile akit yaptığı hususundaki itimadı himaye edilmektedir.<br />

Diğer bir tâbirle, mümessil, üçüncü şahıslara karşı başkası namına<br />

hareket ettiği hususunda bir görünüş meydana getirmişse, bu<br />

göürnüşe itimad eden üçüncü şahıslar himaye edilir ve mümessil<br />

temsil salâhiyetini haiz ise vasıtasız temsil, temsil salâhiyetini haiz<br />

değilse salâhiyetsiz temsil bahis mevzuu olur.<br />

(14) von Tuhr, s. 310<br />

(15) Ayni fikirde Saussure, s. 46<br />

(16) Saussure, (s. 47), itimat prensibini tatbik etmekle beraber, nedense<br />

mümessilin başkası namına hareket niyetini beyan etmiş<br />

olmasını araması fikrirnizce hatalıdır.<br />

98


Türk-isviçre hukukunda itimad prensibinin tatbiki ile vardığımız<br />

bu netice, Alman doktrininde son zamanlarda taraftar kazanmaya<br />

başlamıştır. 1955 senesinde yazdığı bir makalede Fickencher<br />

(17), temsil, için temsil salâhiyeti ile mümessilin başkası namına<br />

hareket etmesinin kâfi olup, başkası namına hareket iradesinin<br />

mevcudiyetinin şart olmadığım beyan etmiştir. Bu müellife göre,<br />

mümessilde başkası namına hareket niyeti mevcut olmasa dahi,<br />

dışarıya, üçüncü şahıslara karşı böyle bir görünüş vücuda getirmişse,<br />

yapılan muamelenin hüküm ve neticeleri temsil edilene terettüp<br />

eder. İsviçre Borçlar Kanununun aksine olarak, başkası namına<br />

hareket iradesini sarahatan arayan A. M. K. m. 164 f. 2 muvacehesinde,<br />

de lege lastay Fickencher'in görüşünü kabul etmek zordur.<br />

Nitekim, Fickencher'in bu görüşü doktrinde umumiyetle kabul edilmemiştir.<br />

Tanınmış Alman müellifleri, başkası namına hareket etmek<br />

iradesinin (Vertretungswille) mevcudiyetini aramaktadırlar (18).<br />

Bu müelliflere göre, Alman Medeni Kanununun tanzim tarzını değiştirmek<br />

için bir zaruret mevcut değildir. Hususiyle, mümessil dışarıya<br />

karşı başkası namına hareket ettiğini izhar ermekle beraber,<br />

deruni iradesine göre kendi namına hareket etmek istiyorsa, A. M.<br />

K. m. 116 nm tatbiki neticesinde harice karşı beyan edilen irade<br />

muteber olacaktır.<br />

Fransız hukukuna gelince, mümessilin başkası namına hareket<br />

ettiği hususundaki iradesi, contemtplatio domini, çok ehemmiyetlidir.<br />

Mümessilin akde yabancı bir şahıs olarak kalabilmesi için, başkası<br />

namına hareket etmek hususundaki iradesini açıklamış ve<br />

akdedilen muamelenin hüküm ve neticelerinin temsil olunana terettüp<br />

edeceği hususunda üçüncü şahısla anlaşmış olması lâzımdır. Binaenaleyh,<br />

Fransız hukukunda temsil prensibi esasmı mümessilin<br />

iradesinde bulmaktadır (19).<br />

2. Görüldüğü veçhile bu bakımdan Türk - İsviçre hukuku ile<br />

Alman hukuku arasında bir sistem farkı mevcuttur. Kük-tsviçce<br />

(17) Fickencher, s. 19-20; Lehmann, Süd JZ. 1949, s. 332-333.<br />

(18) Staudinger - Coing, Mad. 101 No. 5; Enneccerus - Nipperdey,<br />

§ 178, s. 1092; von Tuhr, allg. Teü, § 84, III, s, 341 - 343; Fransız<br />

hukukunda Riport, Traite, 1049," II, No. 131<br />

(19) Clarise, 8. 190, No. 99; Madray, s. 212; PopeBco - Ramniceano,<br />

s. 246 ve mütea.<br />

#9


hukukunda mümessilin başkası namına hareket ettiğini açıklaması,<br />

herhangi bir şekle tâbi değildir^ (20). Bankası namına barfiks,<br />

mümessilin sarih suretteHŞeyanı ile veya irade beyanının tefsirimle<br />

yahut da ahvalden istidlal edilmek suretiyle anlaşılabilir (21). En<br />

"Basıl olan hal, mümessilin üçüncü şahısla hukuki muamele yaparken<br />

başkasının namına hareket ettiğini sarahaten beyan etmesidir.<br />

Yazı ile yapılan muamelelerde kaideten mümessil, başkası adına<br />

hareket ettiğini tasrih ederek (vekili, namına gibi) imzalar. Mümessilin<br />

temsil olunanm ismiyle de imza atabileceği kabul edilmektedir<br />

(22). Sözle yapılan muamelelerde de, temsilci sıfatının<br />

zikredilmesi veya salâhiyetnamenin ibrazı ile mümessil, sarahaten<br />

başkası namına hareket ettiğini beyan etmiş olur. Burada mühim<br />

olan cihet, B. K. m. 32 f. 2 cümle 1 de zikredildiği veçhile, mümessilin<br />

sıfatını akdin yapıldığı sırada bildirmesi lâzımdır. Mümessilin,<br />

sıfatını akdin yapılmasından sonra bildirmiş olması, temsilin ikinci<br />

şartı olan «başkası namına hareket» in tahakkuk etmesi için kâfi<br />

değildir ve binnetice temsil suretiyle yapılan muamelenin hüküm<br />

ve neticeleri temsil olunana terettüp etmez (23). Mümessilin, sıfatını<br />

akit yapılırken muhatabına bildirmiş olması lâzım ve kâfidir.<br />

Mümessilin başkası namına hareket ettiğinin muhatap tarafmdan<br />

anlaşılmış olması kâfi olup, diğer şahısların bu hususu bilip bilmemelerinin<br />

ehemımiyeti yoktur (24).<br />

Mümessilin sıfatını muhakkak sarahaten muhataba bildirmesi<br />

lâzım olmayıp, bu husus, mümessilin beyanının itimat prensibine<br />

göre tefsirinden anlaşılabileceği gibi, mümessillik sıfatı, yani başkası<br />

namına hareket ettiği, muhatap tarafından halden de istidlal<br />

edilmiş olabilir. B. K. m. 32 f. 2 cümle 2 ye göre, mümessil ile afat<br />

yapan kimse, bir temsil münasebeti mevcut olduğunu halden istidlal<br />

ederse, akdin haklan ve borçlan temsil olunan kimseye ait<br />

olur.<br />

(20) Beguelin, FJS, No. 283, s. 3<br />

(21) Kars. Belgesay, s. 11, No. 112<br />

(22) Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 5; Staudinger - Coing, Mad.<br />

164, No. 8 ve Mad. 126, No. 9<br />

(23) Oser - Schönenberger, Mad. 32, Vorbem. No. 4<br />

(24) Oser - Schönenberger, Mad. 32, Vorbem. No. 2<br />

100


A. M. K. m. 164 cümle 2 mucibince de, mutavassıt şahıs tarafından<br />

izhar olunan irade beyanının doğrudan doğruya temsil olunan<br />

namına beyan edilmesi veya ahval ve şeraitten onun namına<br />

hareket edilmekte olduğunun anlaşılması arasmda fark yoktur.<br />

jîir başkası namına hareket edildiğinin istidlal edildiği ahval,<br />

ticarî örf ve âdet ve normal hayat münasebetlerine göre takdir<br />

edilir. Meselâ, hasta çocukları için doktor çağıran ana ve babamn<br />

çocuğun kanunî mümessili sıfatiyle, çocuk namına değil, kendileri<br />

namına doktor ile bir akit yaptıkları kabul edilmek lâzım gelir<br />

(25). Mümessilin başkası namına hareket ettiği, ahvalden muhtelif<br />

şekillerde istidlal edilebilir. Mümessilin bir başkasının hizmetinde<br />

bulunması (müstahdem, memur gibi) veya hizmetinde bulunduğu<br />

şahsın kâğıdına yazarak sekreteri sıfatıyla imzalaması (26),<br />

yapılan muamelenin kendi şahsî ihtiyaçlanna tekabül etmediğinin<br />

karşı tarafça anlaşılması, mukavelenin yapıldığı yer (temsil olunanın<br />

ticaret veya iş yeri), mümessil ile âmir arasındaki münasebetin<br />

bilinmesi, yapılan muamelenin ondan evvel yine temsil suretiyle<br />

yapılmış bir muameleye müteâllik bulunması (feshi ihbar, rücu),<br />

muamelenin sadece temsil olunan için bir kıymet ve mana ifade etmesi<br />

(27) gibi ahvalden diğer tarafça muhatabın başkası namına<br />

hareket ettiği neticesi istidlal edilir (28). Mümessilin yaptığı mukavele<br />

sebebiyle her türlü mes'uliyetten beri olduğunu beyan etmesi,<br />

onun başkası namına hareket ettiğine delâlet eder (29). Buna<br />

mukabil, üçüncü şahısların kendilerinden beklenilen dikkat ve ihtimamı<br />

göstermemiş oldukları hallerde, mümessilin başkası namına<br />

hareket ettiği kabul edilemez. Hernekadar üçüncü şahıslara hal-<br />

(25) Staudinger - Coing, Mad. 164, No. 6 a<br />

(26) RO 25 II, 795<br />

(27) Beguelin, FJS 284, s. 1<br />

(28) Oser - Schönenberger, Mad. 32 No. 5; Enneccerus - Nipperdey,<br />

§ 178, S. 1092<br />

(29) von Tuhr, s. 318, Not. 60; Tem. H. U. H. 13.12.1950, E. 3 -166 -<br />

68/K. 121 «Mukavelenin mucir hanesinde kiraya verenin ismi<br />

bulunduğu ve pullar oğlu tarafından fakat onun namına kaydiyle<br />

imza edüdiği takdirde bir temsil münasebeti mevcut olup,<br />

kira mukavelesinin hak ve borçları kiraya verene ait olun». T.<br />

İç. Kül., C 3, No. 478<br />

101


den istidlal mükellefiyeti yükletilemezse de (30) mümessilin başkası<br />

namına hareket ettiğinin anlaşılabilir olması kâfidir (31). Bir<br />

kimsenin başkası hesabına hareket etmesinden, o kimsenin başkası<br />

namına hareket ettiği neticesi çıkarılamaz.<br />

Fransız hukukunda Claris'e göre (32), A. M. K. m. 164 f. 2'yi<br />

kabul etmemek için bir sebep yoktur. Doktrinde de (33) kabul<br />

edildiğine göre, başkası namına hareket ettiği mümessil tarafından<br />

sarahaten açıklanmamış olsa bile, üçüncü şahsın bunu halden istidlal<br />

etmesi kâfidir.<br />

3. Başkası namına hareket edildiği hususunda isbat külfeti^dme<br />

terettüp edecektir? Filhakika, üçüncü şahıs mümessilin kendi<br />

namına, mümessil ise bir diğer kimse namına hareket ettiğini iddia<br />

edebilir. Umumî kaide jcafa isbat külfeti müddeive aittir. Ancak,<br />

Ayvalı haracı TifiynjTia hareket ettiğinin ahval ve şeraitten istidlal<br />

edilmesi defini dermeyan ediyorsa bu iddiasını M. K. ro» 6 mucibince<br />

isbat etmekle mükelleftir (34).<br />

§2. Kime ait olacaksa onun namına yapılan mukaveleler.<br />

I. Problemin vaz'ı ve nazariyenin tekâmülü.<br />

Mutavassıt şahsın diğer âkid tarafa başkası namına hareket ettiğini<br />

beyan etmekle beraber temsil ettiği şahsın kim olduğunu<br />

açıklamadıp hallerde joktrinye mahkeme içtihatlarında «kime ait<br />

olacaksa onun namına yapılan mukavelelerden» (35) bahsedilir.<br />

Burada iki hali birbirinden tefrik etmek icap eder:<br />

(30) SJZ 22, S. 314,, No. 257<br />

(31) SJZ 23, S. 298^ No. 238<br />

(32) Clarise, s. 196, No. 102; Yine Bk. Cass., 5. Kasım. 1862, D. 63.1.221<br />

(33) Madray, s. 213; Pilon, s. 84, No. 62; Corbesco, s. 91; Popesco-<br />

Ramniceano, s. 247<br />

(34 )von Tuhr, s. 314 Saussure,, s. 47, Not 28<br />

(35) Handem für den jenigen, den es angeht. (E. Thilo, von Tuhr'un<br />

fransızca tercümesinde «contracter pour oelui que cela concerne»<br />

tabirini kullanmaktadır. Belgesay, (s. 120, Not US),<br />

Taallûk eden şahıs namına yapılan akitlerden bahsetmektedir.<br />

102


1. Temsil olunan kimse objektif bakımdan tâyin edilmiş olmakla<br />

beraber sübfelctif BaEmlnaan ismi açıklanmamıştır. Bilhassa satış<br />

akidlerinde rastlanılan bu gibi hallerin sebebi temsil olunanın teinini<br />

üçüncü şahıslara karşı gizli tutmakta fayda mülâhaza etmesinden<br />

ibaret olabilir. Meselâ, anonim şirket olan bir fabrika, çalışma<br />

sahasını genişletmek maksadı ile komşu arazilerden bir kısmım satın<br />

almak istemektedir. Muhtemel fiyat artışına mani olmak için<br />

bir kimseye vekâlet vermekte ve mümessil de fabrikanın ismini vermeyerek<br />

fakat başkası namına hareket ettiğini tasrih ederek araziyi<br />

satın almakta, fabrika ise satış akdinin inikadından sonra ortaya<br />

çıkmaktadır (36).<br />

lemsil olunanın ismini gizlemesi! mahiyeti itibariyle nam-ı<br />

müsteara benzer. Ancak, nam -1 müstear, dominis negotii hesabma<br />

ve kendi namına hareket ettiği halde, burada mutavassıt şahıs kendi<br />

namına değil bilâkis başkası namına hareket etmektedir. Keza,<br />

kime ait olacaksa onun namına yapılan mukaveleler mağaza veya<br />

pazarlarda satılan şeylerin sahibinin kim olduğu bilinmeden yapılan<br />

alım - satım akitlerine benzerse de bu türlü sabş akitlerinde satılan<br />

şeyin sahibinin isminin gizli kalması arzu edilmiş olmayıp tamamen<br />

tesadüfidir ve alıcı isterse, alıcının şahsım kolaylıkla öğrenebilir<br />

(37).<br />

2. Temşj] olunanın Kiîıny^j yalnız sübjektif bakımdan defeil<br />

objektif bakımdan da tâyin edilmemiştir (Unbestimmt). Mutavassıt<br />

şahsın akai başkası namına yapmakla beraber temsil edilen kimseyi<br />

açıklamamasının şghahi Tı»m'iy temsil nlnnanflfc kimspnîg tftyin<br />

edilmemiş olmasındandır, Burada da iki ihtimal birbirinden tef.<br />

Tık edilebilir: a) Temsil olunan kimse mevcut olmakla beraber<br />

henüz mümessil tarafından tâyin edilmemiştir. Başka bir tâbirle,<br />

mümessil müteaddit kimselerin salâhiyetnam esini haizdir. Mümessil<br />

üçüncü şahıs ile mukaveleyi akdettikten sonra temsil olunanlardan<br />

birisini temsil salâhiyetine istinaden akdin alacaklı ve borçlusu<br />

olarak tâyin edecektir, b) Temsil olunan kimse mevcut olmadığı<br />

(Unbekannt) gibi mutavassıt şahıs bir temsil salâhiyetini de<br />

haiz değildir. Muhavassıt şahıs muayyen bir işi kaçırmamak için<br />

(36) Cohn, s. 1 yine bk. Endemann, Lehrb. I, § 68, No. 17<br />

(37) Cohn, s. 6 - 7<br />

103


aşkası namına hareket ederek, persona fütura, namına bir mukavele<br />

akdetmektedir. Bu akdin hüküm ve neticeleri bilâhare tâyin<br />

edilecek olan şahsa terettüp edecektir. Bazan, bir kimse başkası namına<br />

bir şey satın alarak şeyi namına satın aldığı şahsın, yani alıcının<br />

ismini akit'de mahfuz tutar (38). Keza bir otelci otelinde yer<br />

kalmadığı zaman müşterilerini yerleştirmek üzere bir kimsenin evinde<br />

12 kişilik oda kiralayarak müşterilerin isimlerini bilâhare tâyin<br />

edebilir (39). İlerde yapılacak elektrik tesisatı için abone toplayan<br />

mutavassıt şahıs bu abonman mukavelesinin hüküm ve neticelerinin<br />

ait olacağı teşebbüsün kollektif veya anonim şirket olduğunu söyleyememektedir.<br />

(40). Bu hal mevzuu kabili tâyin bir akid yapmaya<br />

benzer. Keza, üçüncü şahıs kimin yanında çalıştığım araştırmaksızın<br />

bir müstahdem ilee (meselâ şoför gibi) bir muamele yapmışsa,<br />

tanımadığı halde istihdam edeen kimse ile bir muamele yapmış<br />

demektir (41).<br />

Tâyin edilecek kimse namına yapılan muameleler gayri muayyen<br />

bir şahsa yapılan icaba (ad vncertam personam) benzer. Ancak<br />

tetkik ettiğimiz meselede icap gayri muayyen bir şahsa değil<br />

başkası namına hareket ettiğini beyan eden muayyen bir şahsa yapılmaktadır<br />

(42).<br />

Kime ait olacaksa onun namına yapılan mukaveleler B. K. m.<br />

111 de mevzubahis edilen üçüncü şahıs lehine akdedilen mukavelelerle<br />

de bir müşahebet arzeder (43). Üçüncü şahıs lehine şartta<br />

bir kimse diğer âkit taraf ile yaptığı mukavele ile bir üçüncü şahsı<br />

alacaklı kılmaktadır. Meselâ A, B ile bir sigorta mukavelesi akdederek<br />

ödeyeceği primlere mukabil kendi ölümünden sonra üçüncü<br />

bir şahsa (müstefide) muayyen bir sigorta bedelinin ödenmesini<br />

kararlaştırabilir. Fakat üçüncü şahıs lehine şart bahis mevzuu<br />

olduğu zaman daima üçüncü şahıs lehine bir hak (alacak) şart<br />

(38) Aufgabe des Kaufers vorbehalten (election d'amis). Kümelin,<br />

|> S. 221<br />

(39) Rümelin, s. 222<br />

(40) Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 9-10<br />

(41) Arsebük, s. 514; von Tuhr, s. 311<br />

(42) Staeheli, s. 20-21; Cohn, s. 8<br />

(43) Kars. Cohn, s. 8-9<br />

104


edildiği halde kime ait olacaksa onun namına yapılan akitlerde<br />

böyle bir şart yoktur.<br />

Yeni Ticaret Kanunumuz'un 1330'uncu maddesine göre, sigorta<br />

ettiren kimse (yani sigorta ücretlerini ödeyen) sigortadan faydalanan<br />

kimseyi mukavele yapılırken veya sonradan tâyin edebilir.<br />

Ayni kanunun 1342'inoi maddesine göre de sigorta ettiren kimse<br />

kendi menfaatini «ekendi hesabına sigorta» şeklinde, üçüncü bir<br />

şahsın menfaatini ise, «başkası hesabına sigorta» şeklinde ve bu<br />

son halde de sigortalının hüviyetini bildirerek veya bildirnıiyerek<br />

sigorta ettirebilir. İkinci fıkra hükmüne göre de mukavelede sigortanın<br />

kendi hesabına mı, yoksa başkası hesabına mı yaptırıldığı<br />

tâyin edilmiyebilir. Şu halde, sigorta hukukunda «kimin olacaksa<br />

onun hesabına» yapılan sigorta yeni T. K. m. 1342 f. 2'de mümkün<br />

görülmektedir. Meselâ, bir antrepo sahibi antreposuna ileride mal<br />

tevdi edecek şahısların menfaatlarını sigorta ettirebilir. Bu misalde<br />

mal tevdi edecek şahıslar henüz belli değildir (44). Kime ait<br />

olacaksa onun namına yapılan muamelelerde de mutavassıt şahıs,<br />

ayni şekilde henüz tâyin edilmemiş olan bir kimse lehine bir mukavele<br />

yapmaktadır. Böylece her iki türlü mukavelede de bir kimse<br />

yaptığı akitle diğer âkit tarafı üçüncü bîr şahsın borçlusu mevkiine<br />

koyabilmektedir. Fakat, her iki müessese arasındaki benzerlik<br />

bundan ibarettir. Zira, üçüncü şahıs lehine yapılan mukavelelerde<br />

lehe 'hareket eden şahıs B. K. m. lll'de tasrih edildiği veçhile<br />

akdi kendi namına akdetmektedir. Keza, «kimin olacaksa<br />

onun hesabına» yapılan sigortada da sigorta muamelesi başkası<br />

namına değil belki 'başkası hesabına yapılmaktadır. Saniyen, üçüncü<br />

şahıs lehine akdedilen mukavelelerde lehine mukavele yapılan<br />

kimse bundan doğan alacaklann sahibi olur. Mukavelenin diğer<br />

bütün hüküm ve neticeleri ise kendi namma hareket etmek suretiyle<br />

başkası lehine şart koyan âkit tarafa ait olur. Halbuki, kime<br />

ait olacaksa onun namına yapılan akitlerde mutavassıt şahıs başkası<br />

namına hareket ettiğinden akdin bütün hüküm ve neticeleri<br />

tâyin edilecek müvekkilin hukukî sahasında toplanır.<br />

Bazı Alman müellifleri, handeln für denjenigen den es angeht<br />

nazariyesini tekâmül ettirmişlerdir. Tanınmış Alman Hukukçusu<br />

(44) Hirsch, s. 900, No. 960<br />

105


Eck, bilâhare klâsik hale gelen şu misâli veriyordu (45) : Bir hizmet<br />

akdi ile bağlı bulunduğu âmiri namına hareket ettiğini bildirmeyen<br />

fakat onun vekâletini (Vollmacht) haiz olan bir müstahdem,<br />

sıfatını bildirmeksizin âmirinin parasıyla ve onun hesabına<br />

bir düzine gümüş kaşık takımı satın almış fakat kaşıkların tesliminden<br />

evvel mirasçı bırakarak ölmüştür. Böyle bir halde kaşık takımı<br />

kime aittir? Offenheitsprînzip sıkı surette tatbik edilecek olursa<br />

gümüş takımının, âmiri namına hareket ettiğini açıklamayan müstahdemin<br />

mirasçılarına intikal etmesi icap edecektir. Bu gibi, satıcı<br />

için alıcının şahsının farksız olduğu hallerde, Offenheitsprînzip''<br />

in maksada elverişli neticeler meydana getirmediği müşahede edilmiştir.<br />

Rümelin (46) de Leonhard'a izafeten verdiği misâlde, dükkânlarda<br />

peşin para ile yapılan satışlarda satıcı için alıcının şeyi<br />

kendisi veya bir başkası için alması arasında bir fark olmadığına<br />

işaret etmiştir. İşte bu noktadan hareket eden Rümelin (47), o zamana<br />

kadar hâkim olan handeln für denjenigen, den es angeht nazariyesini<br />

tekâmül ettirerek, hukukî muameleye girişmiş olan muhatap<br />

için diğer âkit tarafın şahsının farksız bulunduğu hallerde,<br />

muhatabın mutavassıt şahsa diğer âkit tarafı akdin in'ikadmdan<br />

sonra tâyin etmesine zımnen müsaade ettiğini kabul etmek lâzım<br />

geldiğini ileri sürmüştür. Böylece bu nazariye taraftarlarınca, Offenheitsprinzip<br />

ihlâl edilmeksizin, alıcının şahsının satıcı bakımından<br />

farksız olduğu hallerde vasıtasız temsilin hüküm ve neticelerinin<br />

elde edileceği fikri hâkimdi. Fakat bugün Alman doktrininde, bu<br />

nazariyenin hakikat halde OffenheitspHnzip'i ihlâl ettiği neticesine<br />

varılmıştır. Rümelin nazariyesi Alman doktrininde büyük akisler<br />

yapmış, fakat biraz ileride temas edileceği veçhile, mevzuatta ilk<br />

defa olarak t. B. K. AL 32'de ifade edilmiştir. Böylece, Alman hukukunda<br />

ortaya atılmış plan bu nazariye Türk - isviçre Borçlar<br />

Kanununda yer almıştır.<br />

(45) Staudinger - Coing, Mad. 164 Vorbem. No. 44, s. 952; Lehmann,<br />

§ 36 IV, 2 c, s. 290 - 291<br />

(46) Rümelin, s. 219<br />

(47) Rümelin,, s. 218 ve mütea. ve 232<br />

10i


II. Kime ait olacaksa onun namına yapılan mukavelelerin<br />

hukuk! mahiyeti ve şartlan<br />

Bugün Alman' doktrininde, hcmdeln für denjenigen, den es<br />

angeht nazariyesi üzerinde bîr anlaşma mevcut değildir. Alman<br />

doktrininde umumiyetle kabul edildiğine göre, bu nazariye bjr<br />

temsil münasebetine taallûk eden bir husustur (4S). Fakat, hcmdeln<br />

für denjenigen, den es ongeni nazariyesini ilk şekli ile ele alarak<br />

tetkik etmiş olan Cohn'a göre^. kime ait olacaksa. onun namına yapılan<br />

mukaveleler muhtevası gavrimuayyen olan bir hukuki muamele<br />

olarak tavsif edilmelidir (49). JBu müellife göre, hcmdeln für<br />

denjenigen, den es angeht en doğru olarak şu şekilde tarif edilebilir<br />

: Hcmdeln für denjenigen, den es angeht ilgili şahıslardan birisinin<br />

şahsının mahfuz tutulduğu bir hukukî muameledir. Cohn'un<br />

görüş tarzına Lehmann da iştirak etmektedir (50).<br />

Müşahade edildiği veçhile, Cohn nazariyesini mutavassıt şahıs<br />

ve üçüncü şahıs arasında diğer âkit tarafın şahsının henüz açıklanmadığı<br />

veva/tâyin edilmemiş olduğu .hallere istinad_ettirmektedir.<br />

Buna mukabil, mutavassıt şahıs ile muhatap diğer âkit tarafın<br />

isminin akdin in'ikadından sonra açıklanacağı veya tâyin edileceği<br />

hususunda anlaşmışlarsa Rümelin'in yaptığı gibi satıcı için alıcının<br />

şahsının şu veya bu kimse olmasının farksız olup olmadığına<br />

bakmak lâzımdır. Ancak Cohn'a göre (51) alıcının şahsının satıcı<br />

için farksız olması halini sadece vasıtasız temsile inhisar ettirmek<br />

lâzımdır.<br />

Buna mukabil, Lübtow (52), hcmdeln für denjenigen, den es<br />

angehf'm Alman 'Medenî Kanunu tarafından bilinerek sükûtla geçiştirilmiş<br />

olan bir vasıtalı temsil hali olduğunu ileri sürmektedir.<br />

Enneccerus - Nipperdey (53) de bu görüşe iltihak ederek, vasıtalı<br />

(48) von Tuhr, allg. Teü, II, 2, s. 343; Kümelin, s. 193; Leonhard,<br />

Lehrb. I, $ 80, No. 10-11; Lenel, s. 6<br />

(49) Cohn, s. 12, 13<br />

(50) Lehmann, § 36, IV,, 2 c<br />

(51) Cohn, s. 163 in fine<br />

(52) Lübtow, s. 227 ve mütea.<br />

(53) Enneccerus - Nipperdey, s. 179, 3, s. 1101<br />

107


mümessilin kendi namına fakat doğrudan doğruya âmiri hesabına<br />

bir şeyi iktisap ettiği fikrindedirler.<br />

Staudinger - Coing (54) ise, mutavassıt bir sistem ileri sürerek<br />

bu nazariyenin iki farklı hali birbirine bağladığı kanaatindedirler.<br />

Birinci halde mutavassıt şahıs muvakkaten ismini açıklamadığı<br />

şahıs veya diğer tarafla anlaşarak henüz tâyin etmediği bir kimse<br />

namına hareket ediyorsa, muhtevası gayri muayyen olan bir hukuki<br />

muamele bahis mevzuu olur (Cohn ve Lehmann'ın telâkkisi).<br />

Burada, A. M. K. m. 164'de vaz olunan Offenheitsprirnzip'm ihlâli<br />

bahis mevzuu olmaz, çünkü muhatap mutavassıt şahsın başkası<br />

namına hareket ettiğini bilmektedir. Binaenaleyh, ortada bir vasıtasız<br />

temsil hali mevcuttur. Handeln für denjenigen, den es angeht<br />

bu birinci hale inhisar ettirilmelidir, ikinci halde, muhatap mutavassıt<br />

şahsın başkası namına hareket ettiğini bilmemekle beraber,<br />

üçüncü şahıs (satıcı) için mukavelenin mutavassıt şahıs veya bir<br />

başkası ile yapılmış olması kendisince farksızdır. Burada ehemmî 1 -<br />

yetli olan cihet, mutavassıt şahsın başkası namına hareket ermesi<br />

değil, belki satıcı için alıcının şahsının farksız oluşudur. Bu ikinci<br />

halde, Staudinger - Coing'e göre, Nipperdey ve Lübtow'un fikirleri<br />

isabetlidir. Başka bir tâbirle, bu ikinci halde kime ait olacaksa<br />

onun namına yapılan muameleler, vasıtalı temsilin, vasıtasız<br />

temsil gibi hüküm ve netice meydana getirdiği bir haldir.<br />

III. Kim© ait alacaksa onun namına yapılan muamelenin<br />

muteberliği<br />

Handeln für denjenigen, den es angeht nazariyesinin hukukî<br />

mahiyetine kısaca temas ettikten sonra bu türlü muamelelerin muteber<br />

olup olmadığı meselesinin hallini akdin ait olacağı kimsenin<br />

.sübjektif veya objektif bakımdan tâyin edilip edilmediğini yeya<br />

satıcı için alıcının şahsının farksız olup olmaması haline göre tetkik<br />

fifarıgği maksada elverişli buluyoruz.<br />

1. Bugün, Alman hukukunda (55) kabul edildiğine göre, tem-<br />

(54) Staudinger - Coing, Mad. 164, Vorbem, No. 44, s. 952<br />

(55) Cohn, s. 34; Rümelin, s. 199; Lehmann,, § 36, IV, 2 a; Enneccerus<br />

- Nipperdey, $ 178, 2 s. 1091; von Tuhr, allg. Teil, § 84,<br />

s. 343; Staudinger - Coing, Mad. 164, No. 12 c; J!W 1936, s. 1912,<br />

No. 4; RGZ 20, 131; 38, 185; 95, 262<br />

108


silin şartı olan bankası namına hareket ile mümessilin mutlaka temsil<br />

olunanın şahsını açıklaması şart değildir.<br />

Türk - İsviçre hukufamdâ da temsil olunanın isminin gizli tutulduğu<br />

bir muamelenin muteber olarak kabul edilmemesi için hukukî<br />

bir sebep olmadığı kanaatındavız. Bir defa, B. K. m. 32 f. 1 de<br />

derpiş edilmiş olan doğrudan doğruya temsilin şartlan tahakkuk etmiştir.<br />

B. K. m. 32 f. 2 den de mümasilin mutlaka temsil olunanın<br />

ismini açıklaması lâzım geldiği mânası çıkarılamaz. Kaldı ki, mukavele<br />

serbestisi prensibi de bu gibi muamelelerin muteber olmasını<br />

âmir bulunmaktadır. İsviçre Federal Mahkemesi de 1902 senesinde<br />

verdiği bir kararda (56), mümessil için başkası namına bir akit<br />

yaparken temsil olunanın ismini diğer âkit tarafa bildirmek mecburiyetinde<br />

olmadığına karar vermiştir. Ancak, Federal Mahkeme müteakip<br />

kararlannda haklı olarak akdin in'ikadmdan kısa bir müddet<br />

sonra ismi gizli kalan şahsın isminin açıklanmasını şart kılmıştır<br />

(57). Müvekkilin isminin gizli kalması ancak muvakkat bir zaman<br />

için mümkün olabilir. Müvekkilin, işin devamı müddetince arka<br />

plânda kalarak işine geldiği zaman âkid taraf sıfatıyla ortaya çıkmasına<br />

mâni olmak lâzımdır. Aksi takdirde suistimallere yol açılmış<br />

olur. Böyle bir hal ise ahlâk ve âdaba aykırı addedileceğinden akit<br />

bâtıl olur. Temsil olunanın ismi açığa vurulmayarak yapılan muamelelerin<br />

muteber olduğu doktrin tarafından da (58) kabul edilmiş<br />

bulunmaktadır.<br />

2. Temsil olunan objektif bakımdan tâyin edilmediği haillerde<br />

meselenin halli müşkülât arzedej.<br />

Alman Hukukunda Handeln für denjenigen, den es angehf'm.<br />

akit serbestisi prensibine istinaden muteber olduğu eskiden beri<br />

kabul edilmektedir (59). A. M.K. 164 de bunu menedecek bir ma-<br />

(56) RO 28 II 520<br />

(57) RO 60 II 492 -JdT 1935,, s. 403; Sem. Jud. 1955, s. 199<br />

(58) von Tuhr, s. 311; Arsebük, s. 513; Beguelin, FJS 282, s. 1; Oser)-<br />

Schönenberger, Mad. 32» No. 8; Becker, Mad. 32, No. 8; Saussure,<br />

s. 47<br />

(59) Planck-Flad, § 164, No. 1 b; von Tuhr, allg. Teil, s. 364; Leonhard,,<br />

allg. Teü, s. 364; Rümelin, s. 221; Lenel, s. 6; Crome,<br />

Lehrb, I. § 103, No. 10; Cohn, 8. 35 ve mütea.<br />

109


iyet arz etmez, ancak mutavassıt şahıs isimi gizli kalan, kimseyi tâyin<br />

etmekle mükellefdir (60). Mümessilin akdin diğer tarafım tâyin<br />

etmek (Bestimmungsrecht), başkasına devir edilemeyen inşaî<br />

bir hakkın kullanılmasından ibarettir (61). Mutavassıt şahıs temsil<br />

salâhiyetini haiz ise veya akde icazet verilmıiş ise, akit karşı taraf<br />

ile âmir arasında in'ikad eder. Aksi halde salâhiyetsiz temsil bahis<br />

mevzuu olur. (A. M. K. m. 177).<br />

Fransız hukukunda temsilin şartlarından birisi «contemplctio<br />

dorrdm» denilen temsil niyetidir. Pratikte mümessilin başkasını<br />

temsil niyetinin mevcut olup olmadığı daima aranmaktadır. Bazan,<br />

mümessil akdin in'ikadı anında namına hareket ettiği kimsenin ismini<br />

açıklamamaktadır. Meselâ, declaration de commonde adı verilen<br />

hallerde vaziyet böyledir. Bir gayrimenkulu başkası namına<br />

satın alan kimse temsil olunanın ismini muayyen bir müddet içerisinde<br />

açıklamayı mahfuz tutabilmektedir. Bu gibi haller, Fransız<br />

hukukunda muteber addedilmektedir. Yeterki üçüncü şahıs mümessilin<br />

başkası namına hareket ettiğini bilsin (62). Henüz temsil<br />

salâhiyetinin verilmemiş olması akdin, hususile sigorta muamelelerinin,<br />

muteberliğine halel getirmez.<br />

TnrV«îgınyflp İncini kunda akdin ait olacağı kimsenin ,o_bftektif<br />

balamdan tâyij^ediİTPftdiğTmuameleler, mukavele serbestisi prensibi<br />

gereğince muteber olmak iktiza eder. Bilindiği üzere, mukavele<br />

serbestisi prensibi! mahiyeti itibarile fertlere aralarındaki hukuki<br />

münasebetleri diledikleri şekilde tanzim etmek salâhiyetini bahşeden<br />

iradenin muhtariyeti prensibinin mukavele hukuku sahasındaki<br />

bir tatbikatından ibarettir (63). Mukavele serbestisi prensibi<br />

herşeyden evvel fertlere bir mukavele akdetmek veya akdetmemek<br />

hususunda serbestçe 'karar vermek salâhiyeti tanır. Bundan başka<br />

bu prensip şahıslara mukavele yapacakları şahsın hüviyetini diledikleri<br />

şekilde tâyin ve intihap etmek salâhiyetini bahşeder. Şu<br />

halde, mukavele serbestisi prensibine istinaden, temsil olunanın<br />

tâyin edilmiş olmasına lüzum olmaksızın yapılan muamelelere ce-<br />

(60) Cohn, s. 66<br />

(61) Cohn, s. 72<br />

(62) Planiol - Ripert - Boulanger, Traite, c. I, s. 187, No. 99; Demogue,<br />

c. I, s. 187, No. 99<br />

(63) Kars. Oftinger, Vertragsfreiheit, s. 318 - 319<br />

110


vaz vermek icab eder. Mümessil ile muameleye girişen kimse, mümessilin<br />

bir başkası namına hareket ettiğini bildiğine göre, kabili<br />

tâyin olmak kaydile müvekkil kim olursa olsun onunla bir mukavele<br />

akdetmek serbestisini haizdir. Başka bir deyimle, mukavele serbestisinin<br />

cari olduğu Türk - İsviçre Hukukunda, bir temsil münasebetinin<br />

bahis mevzuu olduğu hallerde? akdin ait olacağa kjrnge*<br />

nin evvelden tâyin edilmiş olmasında zarujet yoktur. Mukavele<br />

serbestisi prensibi, nihayet, fertlere yaptıkları mukavelenin mevzu ve<br />

muhtevasını serbestçe tâyin etmek salâhiyetini bahşeder. B. K. m.<br />

19 f. 1 e göre «bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği hudut dairesinde,<br />

serbestçe tâyin olunabilir». Bu maddede bahis mevzuu olan<br />

akdin mevzuundan maksat, akdin maddî muhtevasıdır (contenu<br />

materiel). Mukavelenin muteber olarak teşekkül edebilmesi için,<br />

akdin maddi muhtevasmm muayyen veya kabili tâyin olması lâzımdır.<br />

Şu halde, akdin mevzuunım muhakkak surette o akdin inikadı<br />

sırasında tâyin edilmiş olmasına lüzum olmadığı bazı ahval<br />

ve şeraitten de istihraç edilebilir. B. K. m. 182 f. 3 e göre, «hale<br />

göre tâyini mümkün olan semen, tesmiye edilmiş hükmündedir.»<br />

Hattâ, tamamen gayri muayyen olan mevzuun tâyini taraflardan birisinin<br />

intihabına bırakılmış olabilir. Nitekim B. K. m. 71 de mevzuubahis<br />

olan alternatif borçlarda da borcun mevzuu birden ziyade<br />

şeylere taallûk ettiği hallerde bunun tâyini borçluya bırakılmıştır.<br />

Bunun gibi, akdin borçlu ve alacaklısı olan kimsenin de tâyin<br />

edilmemiş, fakat kabili tâyin olduğu haller mevcuttur. Akdin maddî<br />

muhtevasmm bilâhare kabili tâyin olması gibi, yapılan akdin<br />

hüküm ve neticelerinin ait olduğu kimsenin de sonradan tâyin edilebilmesine<br />

cevaz vermek icap eder (64).<br />

AkHfo m^^î ^"htevasınm yanında 'bir de şahsi muhtevasr<br />

(contenu personnel). vardıfr (65). Böylece akdin muhtevası hem<br />

taraflann elde etmek istedikleri edalara taallûk eder ve hem de<br />

Hukukî muamelenin hüküm ve neti(telerinin terettüp ettiği şahıslann<br />

tJyhŞnT^âkadar eder (66). Netice olarak denebilir ki, akdin<br />

(64) Staeheli, 8. 49 - 50<br />

(65) Saussure, s. 16 ve 46<br />

(66) Von Tuhr'un da sarahaten belirttiği veçhile (s. 313 Not. 27)<br />

başkası namına yapılmış olan bir beyan o beyanın muhtevasına<br />

taallûk eder. Yine Bk. Arsebük, s. 617 Not. 61<br />

111


maddi muhtevasının kabili tâyin olması nasıl muamelenin muteberliğine<br />

halel iras etmiyorsa, akdin taraflarına (şahsa) taallûk<br />

eden muhtevasının da kabili tâyin olmasının ayni şekilde muamelenin<br />

muteberliğine halel getirmemesi icabeder.<br />

Von Tuhr (67) henüz tâyin edilmemiş veya gayri mevcut bir<br />

şahsın temsil edilebileceğini yazmaktadır. Bu fikir doktrinde de<br />

umumiyetle kabul edilmiştir (68). Von Tuhr'un ilâve ettiğine göre<br />

(69) mevcut olmayan veya tâyin edilmemiş olan bir kimse için<br />

ancak bir muntazar hak (Anwartschaft) bahis mevzuu olur. Kaidetenı<br />

böyle bir kimse temsil edilemiyeceği cihetle sonradan tâyin<br />

veya teşekkül eden şahıs mümessilin yaptığı muameleye icazet verir.<br />

İsyjçre Federal Mahkemesi bir kararında (69 a) Jrime ait olacaksa<br />

onun namına yapılan muamelelerin bazı şartlar alfanda muteber<br />

olarak kabul edilebileceğini beyan etmiştir.. Federal Mahkemenin<br />

tetkikine arzolunan mesele kısaca şu idi: Bir elektrik tesisatı<br />

şirketi olan «Elektra» bir elektrik fabrikası inşası için lüzumlu 5<br />

milyon franklık bir kredi için «Bankalar grubu» adına Brupbacher<br />

Şirketi ile bir anlaşma yapmıştır. Brupbacher Bankası 5 milyon fr.<br />

temin için diğer bankalara teklifte bulunmuştur. Bankalar bu mikdarın<br />

başlıca kısmım temin etmişler mütebaki cüz'i kısmı da<br />

Brupbacher'ın Bankası tarafından temin edilmiştir. Ancak, Brupbacher<br />

firmasının iki sene sonra iflâs etmesi üzerine, Elektra bu<br />

banka nezdindeki cari hesabının borcun faizlerine mahsup edilmesini<br />

talep etmiştir. Brupbacher, bu talebi, borç olarak verilen<br />

meblâğın diğer bankalar tarafından temin edildiğini ileri sürerek<br />

kabul etmemiş ve diğer bankalar da kendilerinin doğrudan doğruya<br />

alacaklı oldukları iddiası ile ortaya çıkmışlardır. Meselenin Federal<br />

Mahkeme'ye intikali üzerine İsviçre Yüksek Mahkemesi, esas<br />

itibariyle, yukarıda zikredildiği veçhile, kime ait olacaksa onun namına<br />

yapılan muamelelere cevaz vermekle beraber bunun ancak<br />

(67) Von Tuhr, s. 311<br />

(68) Arsebûk s. 513; Belgesay, s. 120, No. 113; Oser - Schönenberger,<br />

Mad. 32, No. 9-10; Becker, Mad. 32, No. 10; Saussure, s. 4B;<br />

Droin, s. 48; Guhl s. 112<br />

(69) Von Tuhr, s. 317<br />

(69 a) RO 60 II, 432 - JdT 1935, s. 398<br />

111


temsil olunanın muy^U-nten tayin edilmediği hallerde m^nkütiı<br />

olabileceği neticesine varmıştır (70). Ancak^ gayri muayyen olan<br />

akdin alacak ve borçlusunun kısa bir zaman içerisinde tâyini şarttır.<br />

Aksi takdirde böyle bir muameleye cevaz verilemez.<br />

Acaba, akdin alacak ve borçlusunun muamelenin yapıldığı anda<br />

mevcut olması şartı aranacak mıdır ? Bu mesele münakaşalıdır.<br />

İsviçre Federal Mahkemesi'ne (71) ve onu takiben Beguelin'e (72)<br />

göre, akdin alacak ve borçlusunun gayrimayyen olmasına mukabil<br />

hiç olmazsa mevcut bir şahıs olması lâzımdır. Bu fikre göre, şirketin<br />

tescilinden Önce yapılan muameleler ancak mutavassıt şahsı ilgilendirir<br />

(73). Buna mukabil, von Tuhr (74) ve Arsebük (75) gibi<br />

diğer bazı müellifler, henüz mevcudiyet iktisap etmemiş bir şahsın<br />

dahi temsil edilebileceği kanaatindedirler. Biz bu fikre iştirak<br />

etmiyoruz, zira, akdin alacak ve borçlusunun kabili tâyin bir şahıs<br />

olması lâzımdır. Henüz mevcut olmayan bir şahsın ise kabili tâyin<br />

olduğu iddia edilemez.<br />

Kanaatimizce1 kime ait olacaksa onun namına yapılan muame^<br />

lelerelincak şâhsa bağlı olmayan maddî bir edanın mevzuunu teşr<br />

kil ettiği akidlerde cevaz vermek mümkün olabilir. Zira, hizmet akdi,<br />

vekâlet akdi gibi akitlerde borçlunun bizzat kendi maddî ve fikrî<br />

kuvveti edanın ifa edilmesinde mühim rol oynar. Bunun içindir<br />

ki, kime ait olacaksa onun namına yapılan muamelelerin ancak diğer<br />

âkid taraf için şu veya bu şahısla mukavele yapmanın müsavi olduğu<br />

hallerde mümkün olabileceği fikrindeyiz.<br />

Nitekim Reichel (76), krediye istinat eden muamelelerde, ait<br />

olacağı kimse namına yapılan muamelelere cevaz vermeyip, bu gibi<br />

hallerde ancak kime ait olacaksa onun hesabına yapılacak akitlerin<br />

mümkün olabileceğini kaydetmektedir. Oser - Schönenber-<br />

(70) JdT 1935, S. 403; Kars. Sem. Jud. 1955, s. 199; Sem. Jud. 1956,<br />

s. 605; ZbJV (78) 1942, s. 190; ZbJV (81) 1945, s. 285<br />

(71) RO 26 II 672<br />

(72) Beguelin, FJS No. 282, s. 1 \ '"\<br />

(73) Oser - Schönenberger, Mad. 32,, No. 9<br />

(74) Von Tuhr, s. 311<br />

(75) Arsebük, s. 514<br />

(76) Reichel, SJZ 16 (1919 -1920), s. 173<br />

113


ger tarafından tenkid edilmiş olmakla beraber, biz bu fikrin doğru<br />

olduğu kanaatindeyiz. Zira, krediye istinat eden muamelelerde tarafların<br />

şahıslarının ehemmiyeti büyüktür.<br />

Federal Mahkeme'nin de haklı olarak tebarüz ettirdiği gibi,<br />

mutavassıt şahıs tarafından yapılan bir akitte bu akdin alacak ve<br />

borçlusunun tâyin edilmemiş olması ancak muvakkat kaydıyla kabul<br />

edilebilir.<br />

Böylece, kime ait olacaksa onun namına yapılan muamelelerde<br />

temsil olunanın tâyini meselesine gelmiş oluyoruz. Burada da,<br />

temsil olunanın sübjektif veya objektif bakımdan tâyin edilmemiş<br />

olduğu hallerin tefriki lâzımdu.<br />

Temsil olunan kimse şu veya bu sebeple isminin gizli tutulmasını<br />

istemişse mümessil tarafından yapılan akit, temsil olunanın<br />

isminin açıklanmasına kadar muallâktadır, ismin mümessil tarafmdan<br />

açıklanması ise bir irade beyanı olmayıp, bir ihbardan (Mitteilung)<br />

ibarettir. Mümessilin temsil salâhiyeti yok ise, salâhiyetsiz<br />

temsil hakkında hükümler cari olur. Kaideten, Mümessil temsil ettiği<br />

şahsın hüviyetini açıklamakla mükelleftir (77).<br />

Akdin alacak ve borçlusu.oj^ektif J>akımdan tâyin^edilmemişse,<br />

muamele ayni şekildej^skıdadır. Bir taraf akit ile bağlandığı halde,<br />

akdin tâyin edilmemiş olan diğer tarafı için henüz bir alacak<br />

ve borç doğmamıştır. Temsil olunanın tâyin edilmesiyle o zamana<br />

kadar eksik kalan akdin inşaî unsurlan~~Tâmamlanmış olacağından<br />

muamele tekemmül etmiş olur. Mümessilin temsil olunanı tâyin etmesi<br />

inşaî bir muameledir (78). Tek taraflı bir irade beyanı ile<br />

tâyin edilen şahıs ile diğer âkit taraf arasında bir hukukî münasebet<br />

vücude gelmektedir. Mademki, temsil olunanın tâyini inşaî<br />

bir muameledir, öyleyse bundan rücu edilememek lâzımgelir (79).<br />

Öyle zannediyoruz ki, diğer âkit tarafın mümessilden münasip bir<br />

müddet içerisinde temsil olunanın tâyin edilmesini talep etmeğe<br />

hakkı vardır. Başkası namına hareket eden mutavassıt şahıs, temsil<br />

olunanın ismini açıklar veya münasip bir müddet içerisinde tâyin<br />

(77) Staeheli, s. 25<br />

(78) Staeheli, s. 31; Kars. L'huülier, s. 63<br />

(79) Staeheli, s. 36-37<br />

114


ederse, akdin alacak ve borçlan o kimseye terettüp eder. Aksi halde<br />

muamele hükümsüz kalır. Bu takdirde kanaatımızca, diğer âkit<br />

taraf B. K. m. 39 gereğince akdin sahih olmamasından mütevellit<br />

zararın tazminini talep edebilir. Hattâ kusurlu telâkki edilebileceğinden,<br />

hakkaniyet icap ettiriyorsa, hâkim daha fazla tazminata<br />

hükmedebilir. Buna mukabil, Alman hukukunda Cohn'a göre (80),<br />

mutavassıt şahıs edayı değil, bir vakıayı (Tatbestand) taahhüt ettiğinden,<br />

salâhiyetsiz temsile girmez. Mutavassıt şahıs, diğer âkit<br />

tarafı tâyin edemezse hiçbir suretle akdi kendi namına akdetmiş<br />

farzolunamaz.<br />

BÖLÜM II<br />

MÜMESSİLİN BAŞKASI NAMINA HAREKET ETTİĞİNİ<br />

AÇIKLAMAMASI<br />

9 Jf 1. Başkası namına hareket edildiğynvn açıklanmcmasmm hüküm<br />

ve neticeleri<br />

B. K. m. 32 f. 2 cümle 1 mucibinceAakdi yapar iken mümessil».<br />

sıfatını bildirmediği takdirde akdin alacak ve borçlan kendisine<br />

ait olur.»<br />

Akdin in'ikadı sırasında mümessil başkası namına hareket ettiğini<br />

bildirmemiş veya üçüncü şahıs itimat prensibine göre mümessilin<br />

tanınabilen iradesini tefsir ederek başkası namına hareket<br />

ettiğini halden istidlal edememiş ise mümessil o akdi kendi namına<br />

akdetmiş telâkki olunur. Borçlar Kanunumuzun sisteminde<br />

kendi namına hareket, bir başkası namına hareket edilmemesi şeklinde<br />

mülâhaza edilmektedir. Böylece Türk - İsviçre Hukukunda<br />

vasıtalı temsil, doğrudan doğruya temsilin bir nev'i haline gelmektedir<br />

(81). Mümessilin sıfatını bildirip bildirmediği hususunda<br />

(80) Cohn, s. 62 - 63<br />

(81) Bu netice Droin, (s. 43) tarafından tenkid edilmiştir. Buna<br />

mukabil, Pestalozzi, (s. 44-45) vasıtasız temsilin ikinci şartı<br />

olarak kendi,, yani başkası namına yapılmayan bir hareket<br />

mevhumu üzerinde durmaktadır.<br />

115


ir tereddüt hasıl olursa akdi kendi nam ve hesabına yapmış olduğunu<br />

kabul etmek lâzımdır. Zira, kanunumuzda akdin temsil<br />

salâhiyetini haiz bir mümessil tarafından yapılmış olması sebebiyle<br />

başkası namına akdedilmiş olduğuna dair bir karine mevcut<br />

değildir. O halde isbat külfeti mukaveleyi akdeden kimsenin kendi<br />

adına değil, bilakis başkası namma hareket etmiş olduğunu iddia<br />

eden kimseye terettüp eder. Başka bir deyimle, bir davada mümessil',<br />

diğer âkid tarafın mukabil iddiasına karşı başkası namma hareket<br />

ettiği itirazım ileri sürerse bu iddiasım isbat etmekle mükellef<br />

olur (82). Burada, M. K. m. 6'da vaz'edilen esasdan ayrılmak<br />

için bir sebep yoktur. Kaldı ki, halin görünüşü, davacının lehine<br />

bir karine teşkil eder. Çünkü bir akitten ancak akdi yapan kiırir<br />

se mes'ul olur. Şu halde, mümessil, akdi haiz olduğu temsil salâhiyetine<br />

istinaden akdettiğini ve bu sebeble neticelerinden mes'ul<br />

olmayacağım isbat etmek zorundadır (83).<br />

Müfl^ŞS^ 7 ' 71 MfyMl fy'lrh'ra^rn^i sebebiyle kendi namına hareket<br />

ettiği kabul edilen muamelenin hüküm» ye neticeleri doğrudan<br />

doğruya kendisine ait olur. Mümessil, bu mukavelenin vecibelerine<br />

tahammül edeceği gibi faydalarından da istifade eder.<br />

Acaba, başkası namına hareket ettiğini kâfi derecede sarahatle<br />

açıklamayan mümessil hataya düştüğünü iddia ederek akdin iptali<br />

cihetine gidebilir mi ? Türk - İsviçre Hukukunda bu meselenin hallini<br />

tetkik etmeden evvel Alman Hukukuna bir göz atmak faydalı<br />

olacaktır.<br />

Alman Medeni kanunu bu meseleyle ilgili olarak sarih bir hüküm<br />

vazetmiş bulunmaktadır. A. M. K. m. 164 f. 2 ye göre, başkası<br />

namma hareket iradesi kâfi sarahatla açıklanmamış ise kendi<br />

namına hareket etmek hususundaki irade fesadı nazarı itibare alınmaz.<br />

Bu maddeyi tefsir eden Alman doktrininde (84) kabul edildiğine<br />

göre mümessilin başkası namma hareket etmek hususunda-<br />

(82) Von Tuhr, s. 313; Becker, Mad. 32 No. 18; Oser - Schönenberger,<br />

Mad. 32, No. 12<br />

(83) Arsebük, s. 517<br />

(84) Staudinger - Corng, Mad. 164, No. 11<br />

116


ki iradesi üçüncü şahıs tarafından anlaşılamamış ise mukavele mümessil<br />

tarafından kendi namına yapılmış olur ve mümessil akdetmiş<br />

olduğu mukavelenin derunî iradesine tekabül etmemesi sebebiyle<br />

A. M. K. m. 119 mucibince feshini talep etmek imkânına<br />

malik olmayacaktır. Böylece, A. M. K. m. 164 f. 2 başkası namına<br />

hareket ettiğini açıklamayan mümessil ile mukavele akdeden üçüncü<br />

şahısları himaye etmektedir. A'nın mümessili olan M, A'ya ait<br />

bir şeyi, başkası namına hareket ettiğini kâfi derecede sarahat ile<br />

belli etmeksizin, C'ye satmışsa M'nin alacaklıları satış bedelini haciz<br />

ettirebilirler ve A buna muhalefet edemez. Zira, M'nin sıfatını bildirmemesi<br />

neticesi satış akdi M ile C arasında tekemmül ettiğinden<br />

C'nin alacaklısı A değil' M'dir. A'nın alacaklı sıfatını iktisap<br />

etmesi için satış muamelesinden mütevellit hakları devir alması<br />

icap eder. Böylece Alman doktrini bu gibi hallerde mümessilin şahsen<br />

akdin alacaklı ve borçlusu olduğunu kabul etmekle doğrudan<br />

doğruya temsili tahdit ederek vasıtalı temsile de yer vermiştir.<br />

Türk - isviçre Borçlar Kanunu sisteminde, umumiyetle kabul<br />

edildiğine göre başkası namına hareket ettiğini açıklamamakla beraber<br />

muhatap tarafından bu hususun halden istidlal edildiğini zannetmek<br />

suretiyle hataya düşen mümessil, B. K. m. 24-1 de zikredilen<br />

esaslı hata sebebiyle akdi feshedebilir (85). Filhakika, mümessil<br />

rızası m temsil olunan ile üçüncü şahıs arasında akdolunacak<br />

mukavele zımnında izhar ettiği halde hataen kendi namına üçüncü<br />

şahısla bir akid yapmıştır (86).<br />

Bu netice Türk - isviçre B. K. m. 24 bent 1 - 3'de kabul edilmiş<br />

olan irade nazariyesine uygundur. Başkası namına hareket ettiğini<br />

zanneden kimsenin beyanı derunî iradesine tekabül etmediğinden<br />

akit feshedilebilecek ancak hata kendi kusurundan ileri gelmişse,<br />

(85) Von Tuhr, s. 313, Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 11, Arsebtik<br />

s. 517, not 58<br />

(86) Ticarethanenin sahibi zannederek müstahdem ile veya müstahdem<br />

diye ticarethane sahibi ile mukavele yapan kimsenin<br />

hatası esaslı değildir. Zira, her iki halde de o kimse ticarethane<br />

sahibi ile bir akit yapmak istemiştir. Binaenaleyh, B. K.<br />

m. 24 bent 2 tatbik edilemez. Oser - Schönenberger, Mad. 32,<br />

No. 11, Kars. RGZ 67, 148<br />

117


mukavelenin bu suretle feshinden mütevellit zararı B. K. m. 26 gereğince<br />

tazmin edecektir (Culpa'in Contrahendo) (87).<br />

Kanaatimizce B. K. m. 24'ün tatbiki suretiyle varılan bu netice<br />

itimat prensibine aykırıdır. Mümessil himaye edildiği halde, hüsnüniyetli<br />

üçüncü şahıslar kâfi derecede himaye görmemektedirler.<br />

Halbuki, itimat nazariyesi tatbik edilecek olursa, başkası namına<br />

hareket ettiğini açıklamayan ve muhatabın bu hususu anladığını<br />

zannetmek suretiyle hataya düşen mümessil, irade fesadı sebebiyle<br />

akdi feshedemiyecektir. Bu netice hakkaniyete uygundur. Zira,<br />

üçüncü şahıs mümessilin beyanını hüsnüniyetle tefsir ederek ve itimat<br />

ederek onun kendi namına bir akid yapmak istediği neticesine<br />

varmışsa itimadında aldatılmamalıdır. Başkası namına hareket ettiğini<br />

kâfi derecede vuzuhla açıklamayan kimse bunun neticelerine<br />

katlanmak mecburiyetindedir.<br />

Jf 2. Türk - İsviçre Borçlar Kanununun gçtkl/unn prensibine<br />

vaz'ettiği istisna.<br />

*• jg-K- m. 32, f. 3 nin menşei<br />

Yukarda işaret edildiği veçhile, mümessil tarafından yapılan<br />

akdin hüküm ve neticelerinin doğrudan doğruya temsil edilene terettüb<br />

edebilmesi için mümessilin Offenheitsprinzip gereğince başkası<br />

namına hareket ettiğini sarahaten açıklaması veya diğer âkit<br />

tarafın, bir temsil münasebeti mevcut olduğunu halden istidlal etmesi<br />

lâzımdır. Aksi halde yapılan aktin hüküm ve neticeleri mümessile<br />

ait olur, bu ise vasıtalı temsil halidir. Mutavassıt şahıs ken-<br />

• di namına ve başkası hesabına hareket etmektedir. Evvelâ mutavassıt<br />

şahsın hukukî sahasında meydana gelen akdin alacak ve borçlan<br />

bilâhare temsil olunana devir ve temlik edilir. Filhafcika, B. K. m.<br />

32 f. 3 mucibince, «sair hallerde alacağın temliki yahut borcun nakli<br />

hakkında mevzu usule tevfikan muamele icrası lâzım gelir».<br />

Türk - İsviçre Borçlar Kanunu, Alman Medeni Kanununun hilâfına<br />

olarak açıklama prensibine mühim bir istisna vaz etmiş bu-<br />

(87) Funk, Mad. 32, No. 6<br />

118


hunnaktadır. B.K. m. 32 f. 2 i/n fiifi'y* ffty akdi yaparken mümesil<br />

sıfatını bildirmemiş olsa dahi, kendisiyle, akit yapan kimse<br />

için bunlardan biri veya diğeri ile akit icrası farksız bulunur ise<br />

aktın haklan ve borçları temsil olunan kJmspyp ^jt olur.<br />

Kanun vazıımız bu hükmü vaz ederken yukarda üzerinde durduğumuz<br />

Rümelin nazariyesinden mülhem olmuştur (88). Şurasına<br />

işaret etmek lâzımdır ki, ilk defa olarak 1911 tarihli isviçre Borçlar<br />

Kanununda yer alan ve çok yeni bir hüküm olan B. K. m. 32, f. 2<br />

cümle 2, Borçlar Kanunumuzun en karanlık ve müphem hükümlerinden<br />

birisidir, isviçre Hukukunda bu hükmün menşe'ini tâyin etmek<br />

faydalı olabilir. 1877 tarihli İsviçre Borçlar Kanunu projesinin<br />

457'inci maddesi şöyle 'bir hükmü ihtiva ediyordu: «üçüncü<br />

şahısla kendi namına hukukî muamele yapan vekil şahsan alacaklı<br />

ve borçlu olur. Bu türlü muameleler üçüncü şahısla müvekkil arar<br />

smda herhangi bir hukuki münasebet meydana getirmez». Bu hüküm<br />

müteakip projelerde yer almamıştır. 1879 tarihli Borçlar Kanunu<br />

projesinde ise temsil suretiyle akdedilen mukaveleler vekâletten<br />

ayrılarak umumi hükümlere ithal edilmiştir. Projenin 43'üncü<br />

maddesine göre «mukavelenin inikadı sırasında mümessil sıfatını<br />

bildirmediği takdirde temsil olunan ancak temsil münasebetinin<br />

mevcut olduğunu halden istidlal ederse akdin alacak ve borçlusu<br />

olur. Sair hallerde alacağın temliki veya borcun nakli lâzım<br />

gelir.» Bu hüküm bilâhare 14 Haziran 1881 tarihli İsviçre Borçlar<br />

Kanununun 37'inci maddesi olarak 1911 yılma kadar muhafaza<br />

edilmiş, kanunumuzun mehazı olan 1911 tarihli isviçre Borçlar<br />

Kanununda ise bu hükme üzerinde durduğumuz «bunlardan biri<br />

veya diğeri ile akit icrasının farksız bulunması» (Anim/us vncertus)<br />

ibaresi ilâve edilmiştir. Bu hüküm bu son şekli ile Borçlar Kanunumuza<br />

dahil olmuştur.<br />

II. B.K. m. 32, f. 2 nin tatbik sahası<br />

HsJK. m. f. 2, m fine nm tatbik sahası ve şümulü üzerinde doktrinde<br />

bir anlaşmaya varılamamıştır. Her şeyden evvel kanunun<br />

«akdi yapan kimse için bunlardan biri veya diğeri ile akit icrası<br />

(88) Pestalozzi, s. 56, Becker Mad. 32, No. 8-9, Yine Bk. Droin, s. 47<br />

119


farksız bulunur işe» ibaresi üzerinde durmak ve bununla ne kastedildiğini<br />

tesbit etmek icap eder. B^guelin'e göre (89),<br />

bu mesele her hususî hâdisede, in concreto, taraflar arasındaki<br />

karşılıklı menfaatlar durumu ve normal hayat şartları nazarı itibara<br />

alınarak halledilmelidir. Rümelin'e göre de (90), satıcı ile alıcı<br />

arasındaki menfaat durumu nazarı itibara alınmalıdır. Satıcı için<br />

alıcının şahsının farksız bulunması akdin alacak ve borçlarının temsil<br />

olunan kimseye intikal etmesi için bir karine teşkil eder. Başka<br />

bir ifadeyle mümessil başkası namına hareket ettiğini açıklamamış<br />

olmasına rağmen, üçüncü şahıs için mümessil veya temsil olunan kimse<br />

ile mukavele yapmak farksız ise, temsil olunan doğrudan doğruya<br />

alacaklı ve borçlu olur. B. K. m. 32 f. 2 in finomu ınetnine göne,<br />

satıcı için alıcjnın şahsının farksız bulunması kâfi ise bu halin farksız<br />

bulunmuş olması değil belki farksız olabilip olamayacağı hususu<br />

tefsir neticesinde tâyin olunacaktır (91). Umumiyetle pazarlarda<br />

ve dükkânlarda peşin para ile yapılan alım - satım akitlerinde<br />

alıcının şahsı satıcı için farksızdır. Meselâ, Scrrvvarz'ın verdiği misale<br />

göre (92), zengin bir eve mensup olduğu anlaşılan bir uşak<br />

biı mağazada efendisi için öteberi satın aldığı takdirde saücı için<br />

mülkiyetin birine veya diğerine geçmesi arasında hiç bir fark yoktur.<br />

Şu halde B.K. m, 32 f. 2 m fine Offenh&itsprmzip'i ihlâl ettiğinden<br />

vasıtasız temsil gibi hüküm ve netice meydana getiren bir vasıtalı<br />

temsil hali olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

ilk nazarda, B. K. m. 32 f. 2 in fine ile vasıtasız temsilin şümulü<br />

ve tatbik sahasımn vasıtalı temsilin aleyhine olarak genişletildiğİ<br />

zannedilmiştir. Ancak, Türk - İsviçre Borçlar Hukuku sistemi dahilinde<br />

bu hükmün daha yakından analizi bunun böyle olmadığını<br />

ve B. K. m. 32 f. 2 cümle 2 nin tatbik sahasımn pek mahdut olduğunu<br />

gösterecektir. Evvelâ şuna işaret etmek lâzımdır ki, tapu sicili<br />

sisteminde bir üçüncü şahıs hesabına gayrimenkul, ancak bu<br />

(89) Beguelin, FJS 284,, s. 2<br />

(90) Kümelin, s. 225 - 227<br />

(91) Kars. Rümelin,, s. 227; Enneccerus - Nipperdey, § 179, s. 1101<br />

(92) Schwarz, s. 384<br />

120


şahsın namına iktisap edilebileceğinden, B. K. m. 32 f. 2 in fine<br />

hiç bir şekilde gayrimenkullerin iktisabında tatbik edilemez (93).<br />

Bundan başka resmî senet ile yapılan muamelelerde de B. K.<br />

m. 32 f. 2 cümle 2 nin tatbiki düşünülemez (94). Kanunun sarahaten<br />

bir irade beyanım bir şekle tâbi kıldığı hallerde, başka bir<br />

şekilde izhar edilmiş olan iradenin nazan itibara alınamayacağı<br />

noktasından hareket eden isviçre Federal Mahkemesi de (95), resmî<br />

senette taahhüt edilen borcun dışında bir mükellefiyet mevzubahis<br />

olamıyacağma karar vermiştir. Hâdise şu idi: G ile R noter<br />

huzurunda akdedilen bir senetle G ye ait onmanın R ye kat'î satışının<br />

muayyen bir tarihte yapılması üzerinde anlaşmaya varmışlardı.<br />

Kat'î satışın yapılması icap eden tarihte R, ormanın G ye değil çocuklarına<br />

ve karışma ait olması sebebiyle satış akdini imzalamayacağını<br />

bildirdi; G ise çocuklarını ve karışım temsil ediyordu. Kanton<br />

mahkemesi, R bakımından, akdin diğer taraf mm, G veya çocukları<br />

ile karısı olması arasında bir fark bulunmadığından, aktedilen<br />

satış vadinden neş'et eden hak ve borçların G nin çocukları<br />

ve karısına ait olduğuna, R nin kat'î satış akdini imzalamamak suretiyle<br />

onlara zarar ika ettiğine karar vererek R yi tazminat ödemeye<br />

mahkûm etti. Federal Mahkeme ise bu kararı bozarak hâdisede<br />

B. K. m. 32 f. 2 m fine''nin tatbik edilemiyeceğini ve R nin<br />

resmî senette tâyin edilmiş bulunan kimseden başka birisiyle kat'î<br />

satış mukavelesini imzalamaya mecbur olmadığını beyan etmiştir.<br />

Diğer taraftan, bilhassa borç doğuran akitlerde ekseriya taraflardan<br />

birisi için, diğer âkit tarafın şahsı ehemmiyetlidir ve bilhassa<br />

kendisine karşı borçlu olmak bakımından biri veya diğeri ile<br />

muamele yapmak farksız olamaz. Filhakika, ifanın eksik ve kusurlu<br />

olarak yapılması bazı hukukî neticeler meydana getirir.<br />

Von Tuhr da (96) mümessilin başkası hesabına fakat kendi na-<br />

(93) von Tuhr,, s. 311, Not 14; Arsebük, s. 514, Not 40; Oser-Schönenberger,<br />

Mad. 401 No. 10, s. 1493; Becker, Mad. 401, No. 6,<br />

s. 557; Postacıoğlu, Nam-ı müstear, s. 1017; Peyzioğlu, s. 196<br />

(94) Funk, Mad. 32, No. 7 «Resmî senet bahis mevzuu olduğu zaman<br />

temsil münasebeti bizatihi akitten istihraç edilir.»<br />

(95) RO 45 II 566<br />

(96) von Tuhr, s. 34; Arsebük, s. 514<br />

121


mına bir şey aldığı veya sattığı hallerde diğer âkit tarafın yalnız<br />

mümessil ile bağlanmış olacağını beyan etmiştir. Buna mukabil, bu<br />

müellif, Rümelin'i takiben (97) B. K. m. 32 f. 2 m fine'ıân menkul<br />

satışlarında ve alacağın temlikinde büyük bir ehemmiyeti haiz olduğuna<br />

işaret etmektedir. Menkul satışlarında umumiyetle saücı<br />

bakımından alıcının şeyi kendisi veya zımni temsil ile bir başkası<br />

için iktisap ermesi farksızdır. Satıcı, malı teslim veya alacağı devretmekle,<br />

Solvendi causa, edayı yerine getirmiş ve bu suretle borç<br />

ortadan kalkmıştır. Satıcının devrettiği mal veya alacağı kimin iktisap<br />

ettiğini bilmemesi borcun sukutuna mâni olmaz. Von Tuhr'a<br />

göre (98) başkası namına mülkiyet hakkım temin edebilme salâhiyeti<br />

münakaşalı bir mesele olan mülkiyetin müvekkil tarafından<br />

ve komisyon akünde âmir tarafından iktisap edilmesi hallerinde<br />

büyük bir ehemmiyet taşır. Komisyoncunun malı kendi namına<br />

alması keyfiyetinden, mülkiyet hakkının da komisyoncuya ait olması<br />

lâzım geleceği iddia edilebilir. B. K. m. 393 f. 3 e göre, «vekilin<br />

iflâsı halinde müvekkil, vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına<br />

iktisap eylemiş olduğu menkul eşya hakkında dahi istihkak<br />

iddiasında bulunabilir.» Eğer müvekkil, daha evvelden şeyin maliki<br />

olsaydı ona Vekilin iflâsı halinde ne bir istihkak talebi bahşetmeye<br />

lüzum kalır ve ne de buna imkân tasavvur edilirdi. İsviçre<br />

Borçlar Kanununun tâdili sırasında bu madde değiştirilmeksizin<br />

aynen kabul olundu. Fakat bu hüküm, B. K. m. 32 f. 2 in fitne muvacehesinde<br />

ehemmiyetini büyük ölçüde kaybetmiştir. Filhakika<br />

iktisap edenin şahsı umumiyetle satıcı için farksız olduğundan, vekil<br />

kendi namına hareket etmiş olsa bile, şeyin mülkiyeti müvekkile<br />

ait olur. Vekil, vekâlet akdinden neş'et eden bir borcu ifa ettiğinden<br />

bu hususda lüzumlu iradeyi haiz olduğu kabul edilir. Mamafih,<br />

şeyin mülkiyeti doğrudan doğruya müvekkile ancak o şey<br />

vekâlet aktinde derpiş edilenin ayni olduğu hallerde intikal eder.<br />

Vekilin iktisap ettiği şey ayni neviden bir seri eşyanın bir kısmını<br />

teşkil ediyorsa, mülkiyetin müvekkil namına tahakkuku için kendisine<br />

tahsis edilen şeyin tefriki lâzım gelir. Vekil tarafından müvekkili<br />

hesabına yapılan şeyin ayrılması muamelesi hükmen teslim,<br />

(97) Kars. Rümelin, s. 229 - 231 ve von Tuhr, s. 311<br />

(98) von Tuhr, s. 312<br />

122


zilyetliğin tesliınsiz iktisabı (M. K. m. 892) suretiyle yapılan mülkiyetin<br />

naklinden ibarettir. Vekil müvekkili hesabına meselâ satış<br />

bedelinden ibaret olan bir miktar parayı tahsil etmişse bunu aynen<br />

nakletmekle mükellef olmayıp, aynı para miktariyle borçlanır. Hülâsa,<br />

von Tuhr'a göre, vasıtalı mümessil şeyin mülkiyetini iktisap<br />

etmektedir. Ancak alıcının şahsı, satıcı için farksız olacağından B.<br />

K. m. 32 f. 2 in fme gereğince, temsil olunan kimse doğrudan doğruya<br />

şeylerin maliki olur.<br />

Oser - Schönenberger'de (99), von Tuhr'un fikrine iştirak etmektedir.<br />

Şu veya bu kimse ile mukavele yapmanın farksız bulunup<br />

bulunmadığı meselesinin hallinde kaide olarak iş hayatındaki<br />

mûtat görüş esas tutulur; Meselâ, pazardaki alım satımlarda yahut<br />

peşin para ile dükkânlarda yapılan satışlarda ne alıcı ve ne de satıcı<br />

için diğer tarafın şahsının ehemmiyeti yoktur. Çünkü, her iki<br />

taraf da kaideten üzerlerine aldıkları borcu hemen ifa ederler. Buna<br />

mukabil, satıcının şeyi kayıtsız ve şartsız devir etmesi, ûnhnus<br />

mcertus'u tazammun etmez. Bu müelliflere göre, vekilin mevcut<br />

farzedilen iradesine göre vekil, zilyetlik ve mülkiyeti müvekkili hesabına<br />

iktisap edebilir. Zira bu husus vekâletin kendisine tahmil<br />

ettiği bir mükellefiyettir. Müvekkil veya âmir hesabına vekil veya<br />

komisyoncu bir şeyi iktisap edince bu şeyin mülkiyeti ve aslî zilyetliği<br />

müvekkile ait olur. Vekil ise sadece vasıtalı zilyettir.<br />

Haab - Hom'berger (100), B. K. m. 32 f. 2 cümle 2 nin tatbiki<br />

neticesinde, satıcı için alıcının şahsının farksız olması halinde, komisyoncuya<br />

şeyin teslimi neticesinde âmirin şeyin mülkiyetini ve<br />

aslî zilyetliğini iktisap ettiğini kaydetmektedirler.<br />

Türk - İsviçre doktrininde ekseri müellifler (101) menkul satışlarında<br />

B. K. m. 32 f. 2 in fme'mn pratik ehemmiyeti üzerinde<br />

^durmakta ve mülkiyetin temsil olunana ait olduğunu beyan etmektedirler.<br />

(99) Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 6 ve Mad. 401, No. 12-14<br />

(100) Haab - Homberger, Mad. 923, No. 13<br />

(101) Sclrwarz, s. 384; Guhl, s. 112; Becker, Mad. 32 No. 9; Punk,<br />

Mad. 32, No. 1 (b); Reguelin,, FJS 284, s. 2; Feyzioğlu, s. 996;<br />

Saymen-Elbir, s. 289; Jost, s. 132-133<br />

123


Buna mukabil diğer bazı müellifler bu görüşü, kanaatımızca<br />

da haklı olarak, tenkit etmişlerdir.<br />

Postacı oğlu (102), B. K. m. 32 f. 2 in fine'ye bahşedilen bu<br />

şümul karşısında menkuller için dahi tereddüt ve şüphelerini izhar<br />

etmiş bulunmaktadır. Bu müellife göre, bu hükmün zilyetliğin ve<br />

binnetice mülkiyetin devri muamelelerine tatbik kabiliyeti yoktur.<br />

Zira, «zilyetlik mahiyeti icabı üçüncü şahıslara karşı açıklanmış bir<br />

vaziyettir ve bu sebeple mümessil bu sıfatını ketmederek bir malı<br />

teslim almışsa teslim keyfiyetinin temsil olunan şahıs namına tahakkuk<br />

ettiğini söylemek mümkün olmaz. Çünkü, bu şıkta üçüncü<br />

şahıslara karşı açıklanan durum, malın mümessil eline asil sıfatile<br />

geçtiği merkezindedir.». Şu halde, zilyetlik devrinin tazammun ettiği<br />

asgari haricileşme şartı tahakkuk etmemiş bulunduğundan zilyetliğin<br />

müvekkil namına sübut bulmasını kabule imkân yoktur.<br />

Mümessilin başkası nâmına hareket ettiğini açıklamamış olmasına<br />

rağmen menkul mülkiyetinin B. K. m. 32 f. 2 in fine'ye istinaden<br />

doğrudan doğruya temsil olunana ait olacağı kaidesi, menkul<br />

mülkiyetinin temlikinin hukuki mahiyeti nazarı itibara alınarak,<br />

Simonius ve onu takiben Droin tarafından tenkit edilmiştir.<br />

Simonius'a göre (103), menkul mülkiyetin esası olan sebebe<br />

bağlı münasebet sadece devrin nasıl yapıldığını değil, kime devredilmesi<br />

lâzım geldiğini de tâyin etmelidir. Bunun için mümessil,<br />

B. K. m. 32 f. 2 in fine'ye istinat ederek, temsil olunanı o şeyin doğrudan<br />

doğruya maliki kılamaz. Zira şeyin temsil olunana devri her<br />

hangi bir muteber hukuki sebebe istinat etmez. Satış mukavelesi<br />

ancak alıcının şeyi iktisab etmesinin muteber hukuki sebebini teşkil<br />

eder. Temsil olunan kimsenin akdin tarafı olduğu mukavele bir<br />

hukukî sebebe istinat etmemektedir. Simonius'a göre, kendi na"<br />

mına şeyleri satın alan komisyoncu bu şeylerin zilyetliğim ve dolayısiyle<br />

mülkiyetini iktisap eder. Amir ise bunların zilyetliğini komisyoncudan<br />

devir aldıktan sonra malik olur. Mülkiyetin bu suretle<br />

naklinin hukukî sebebi komisyon mukavelesidir. Binaenaleyh,<br />

von Tuhr'un fikri hilâfına B. K. m. 393 f. 3 (I. B. K. m, 401 f. 3),<br />

(102) Postacıoğlu, nam -1 müstear, s. 1015<br />

(103) Haab - Simonius, Mad. 714, No. 37, s. 660-661<br />

124


B. K. m. 32 f. 2 in fine'nin kanuna ithal edilmesiyle fuzurî bir hü"<br />

küm haline gelmez; bilakis B. K. m. 32 f. 2 in fine menkul mülkiyeti<br />

naklinin illî bir muamele olarak kabul edilmesiyle ehemmiyetini<br />

kaybetmiştir.<br />

Droin (104) de Sîmonius'un fikrine iştirak etmektedir. Bu müellife<br />

göre, B. K. m. 32 f. 2 in fine mucibince başkası namına hareket<br />

ettiğini açıklamayan vasıtalı mümessil akdin bir tarafıdır ve<br />

diğer taraf için mümessil veya temsil olunan ile akit yapması farksız<br />

olsa dahi akdin hüküm ve neticeleri mümessile ait olur.<br />

Biz de Sîmonius'un fikrine iştirak ediyoruz. Zira, evvelce de<br />

işaret ettiğimiz veçhile (105), Alman hukuku ve onu takiben von<br />

Tuhr'un fikri (108) hilâfına bugün Türk-isviçre hukukunda menkul<br />

mülkiyetinin naklinin sebebe bağlı bir muamele olduğu kabul<br />

edilmektedir (107). Bu husus Federal Mahkemenin (108) 1929 tarihli<br />

Grim dâvası münasebetiyle isdar ettiği içtihat ile teyid edilmiştir.<br />

Federal Mahkemeye göre, menkul mülkiyeti nakli muamelesinin<br />

muteberliği naklin sebebini teşkil eden borç doğuran muamelenin<br />

muteberliğine bağlıdır. Yung'un dediği gibi iki tarafın bulunduğu<br />

bir muamelede, meselâ satış aktinde, taraflar mecburi olarak borcun<br />

sebebi üzerinde anlaşırlar. Çünkü sebepsiz borç olmaz (109).<br />

Şu halde, Türk hukukunda da menkul mülkiyeti iktisabının sebebe<br />

bağlı bir muamele olduğu fikri kabul edilecek olursa mümessilin<br />

sıfatını açıklamamış olmasma rağmen B. K. m. 32 f. 2 in fine\<br />

gereğince diğer âkit taraf için muakevelenin şu veya bu kimse ile<br />

akdedilmesrrlin İarksız olması halinde dahi mülkiyet temsil olunana<br />

intikal edemez. Zira, mümessil sıfatım açıklamadığına göre temsil<br />

olunan ile üçüncü şahıs menkul mülkiyetinin devrinin hukukî se-<br />

(104) Droin, s. 107<br />

(105) Yukarıda, Kısım I, Bölüm III, § 2, Not. 192 -193<br />

(106) von Tuhr, s. 180<br />

(107) Homberger - Marti, FJS No. 670, s. 1-2 ve FJS No. 644, s. 1;<br />

Yung, s. 153; Guhl, s. 154; Schwarz, s. 283; Tuor, s. 497<br />

Saymen - Elbir, Eşya Hukuku s. 433<br />

(108) RO 55 II 306- JdT 1930, s. 539 ve 542<br />

(109) Yung, s. 3<br />

125


ebi üzerinde anlaşmamışlardır. Böyle bir halde ise mülkiyet intikal<br />

edemez. Bu netice kabul edilecek olursa, B. K. m. 32 f. 2 in fm&'<br />

nin tatbik sahası çok daralacak ve sadece sıfatını .bildirmeyen<br />

mümessil tarafından akdedilen mücerret muamelelere (kefalet, havale,<br />

alacağın temliki, borcun nakli gi'bi) inhisar edecektir (110).<br />

Esasen von Tuhr'un da B. K. m. 32 f. 2 in, fkıe'ye ehemmiyet atfetmesinin<br />

sebebi kendisinin Alman Hukukunda olduğu gibi isviçre<br />

Hukukunda da menkul mülkiyetinin nakli muamelesinin mücerret<br />

bir muamele olduğu fikrinde bulunmasiyle izah edilebilir.<br />

(110) Staudinger - Riezler (s. 832) bu hükmün Alman Hukukunda<br />

da tatbik edilmemesi için bir sebebin mevcut olmadığına işaret<br />

ederken bu tavsiye bilâhare Staudinger - Coing (Mad. 164<br />

rorbem. No. 44) tarafından sükûtla geçiştirilmiş; Cohn ise (s.<br />

^58-259) de lege ferenda B. K. m. 32 f. 2 in fine'nin Alman<br />

Medeni Kanununa alınmasının tavsiyeye şayan olmadığı neticesine<br />

varmıştır.<br />

126


KISIM III<br />

VASITASIZ <strong>TEMSİL</strong>İN HÜKÜM VE NETİCELERİ<br />

.^BÖLÜM I<br />

<strong>TEMSİL</strong> OLUNANIN HUKUKÎ DURUMU<br />

/ 1. Mümessil tarafından akdedilen hukukî muamelenin hüküm<br />

ne neticelerinin temsil olunanın hukukî sahasında meydana gelmesi.<br />

I. B.K. m. 32, f. 1 de vaz'edilen prensibin izahı<br />

jJmumîyet itibariyle bir kimse tarafından akdedilmiş olan bir<br />

hukukî muamele, o muameleyi yapan kimsenin hukukî sahasında<br />

hüküm ve netice meydana getirir. Ancak, yukarıda birinci ve ikinci<br />

kısımlarda tetkik ettiğimiz temsilin şartlan -temsil salâhiyeti,<br />

mümessilin başkası namına hareket etmesi- tahakkuk;, ederse mümessil<br />

tarafından akdedilen mukavelenin hüküm ve neticeleri bir<br />

haşkası-nrrij t;emsil edil pnı * n bukukî sahasında meydana gelir. Tek<br />

taraflı bir hukukî muamele ile verilen temsil salâhiyeti neticesinde<br />

mümessilim yaptığı hukukî muamelelerden tevellüt edecek<br />

borçlar o mu amfinin yapılmasında hazır bulunmamış olsa bile.<br />

temsil olunan kimseye terettüp eder (l).j3u husus vasıtasız temsilin<br />

hususiyetiolup B. K. m. 32 f. 1 de şu şekilde ifade edilmiştir:


messil tarafından bir hukukî muamele aktedilen kimsedir. Hülâsa,<br />

vasıtasız temsilin başlıca hüküm ve neticesi mümessil tarafından<br />

yapılan muameleden neş'et eden alacak ve borçların, evvelâ mümessilin<br />

şahsında toplanmaksızm, doğrudan doğruya temsil olunana<br />

terettüp etmesindedir.<br />

Mümessil tarafından temsil olunan, A, namına yapılan muamele<br />

borç taahhüdü gibi bir iltizamı muameleden (Verpflichtungsgeschaeft)<br />

ibaret ise bu muamele ile sadece A nın mamelekinin pasifinde<br />

bir çoğalma husule gelir ve A, borç altına girmiş olur. Fakat,<br />

ekseri hallerde, iltizamı muameleler mamelekin aktifini azaltan<br />

(hakkın temliki, takyidi, refi gi'bi) tasarruf muamelelerini istihdaf<br />

eder ve ona tekaddüm ederler. Türk - İsviçre Borçlar Hukukunda<br />

satış akdinde durum böyledir. Meselâ, A nın temsil salâhiyetini<br />

haiz bulunan M, C ile A namına ona ait bir şeyi satmak<br />

hususunda bir bey akdi yaparsa bu alkit ve şeyin C ye teslimi muamelesi<br />

mümessil tarafından yapılmış olmakla beraber A nın mamelekinin<br />

aktif kısmında bir azalma husule getirir. Buna mukabil<br />

M, A namına bir kazandırıcı muamele yapmış olabilir. Kazandırıcı<br />

veya temliki muamele bir kimsenin diğerine mameleki bir menfaat<br />

temin ettiği mumaledir. Bu takdirde M nin değil, A nın mamelekinde<br />

bir tezayüt husule gelir. M, A namına C den bir şey satın<br />

almışsa C, A ya karşı şeyi teslim ile mükellef olur. Keza, C şeyi<br />

M ye teslim etmekle mülkiyet doğrudan doğruya A ya intikal etmiş<br />

olur. Hülâsa M nin C ile akdettiği mukavele neticesinde A ile<br />

C arasında bir hukukî münasebet vücude gelmekte ve bu hukukî<br />

münasebetten tevellüt eden alacak ve borçlar A ya alt olmaktadır.<br />

Böylece M nin, A mn mümessili sıfatiyla yaptığı kazandırıcı muameleler<br />

A ile C arasında kalır. Buna mukabil, bir kimsenin yaptığı<br />

hukukî muamele bir başkasının hukukî sahasında tesir icra ediyorsa<br />

bu temsil olmayıp belki, -bu hukukî muamelenin neticelerinin<br />

tepkisinden (effets reflex) ibarettir. Meselâ yukarıda işaret ettiğimiz<br />

veçhile (2), müteselsil borçlulardan birisinin borcu ödemesiyle<br />

diğer borçluların da borcu ödenmiş olur. Ancak bu halde, borcu<br />

ödeyen borçlu borcunu ödemekle diğerlerinin de borçtan kurtulduklarım<br />

bilımeye'bilir ve hattâ müteselsil diğer borçluların mevcu-<br />

(2) Yukarıda kısım I, Bölüm IV,, not 196<br />

128


diyetinden dahi haberdar olmayabilir. Keza, B. K. rn. 457 gereğince,<br />

bir havale akdinin ifası bir vasıtasız temsil değildir. Zira,<br />

havale ödeyicisi, havale eden hesabına fakat, B. K. m. 457 de<br />

sarahaten zikredildiği veçhile, kendi namına bir edada bulunmaktadır.<br />

Diğer taraftan, havale alıcısı edayı havale eden hesabı'<br />

na fakat kendi namına kabul etmektedir. Böylece, vasıtasız temsilde<br />

M, C ye A namına bir edada «bulunduğu zaman bunun sebebi<br />

C ile M arasında bir anlaşma ile kararlaştırılmış olduğu halde, havale<br />

akdinde havale alıcısı, havale ödeyicisinin kendisine yaptığı<br />

edanın hukukî sebebini bilmeyebilir (3).<br />

M tarafından C ile aktedilen mukavele neticesinde A bu akitten<br />

tevellüt eden esas borçlardan başka bu akdin husule getirdiği<br />

kanunî neticelere de katlanmak mecburiyetindedir. Meselâ, M nin<br />

A namına C ile akdettiği alım satım akdinde A sadece B. K. m. 182<br />

den neşet eden satılan şeyin teslimi suretiyle mülkiyetin nakli borcundan<br />

başka B. K. m. 194 gereğince satılanın maddî veya hukukî<br />

ayıptan salim bulunmasını da mütekeffildir.<br />

Üçüncü şahıs butlan sebeplerinden birisine istinaden akdi feshetmek<br />

hakkım M ye karşı değil, temsil olunana karşı kullanır. M,<br />

A namına C ile bir hukukî muamele yaparken sebepsiz iktisapta<br />

bulunmuşsa (condictio sine causa) temsil olunan, A, B. K. m. 61<br />

gereğince o şeyi iade ile mükelleftir. Vice versa, mümessilden bir<br />

şeyi haklı bir sebebe istinat etmeksizin iktisap etmişse o şeyi mümessile<br />

değil temsil olunan A'ya iadeye mecburdur.<br />

Mümessilin müteaddit kimselerin temsilcisi sıfatiyle hareket<br />

etmesi halinde temsil olunanlar arasında teselsül olup olmadığı memeselesi<br />

von Tuhr'a göre (4) B. K. m. 141 dairesinde halledilmelidir.<br />

Şu halde temsil olunan müteaddit kimseler, araiarmda müteselsilen<br />

alacaklı ve borçlu olmayı kabul ettikleri takdirde borçlardan<br />

o suretle mesul olurlar. Aksi halde, temsil suretiyle yapılan akitten<br />

doğan alacak ve borçlar mütesaviyen taksim olunur (5).<br />

(3) von Tuhr, s. 287 not 41; Kar§. Büğe, s. 243<br />

(4) von Tuhr, s. 318<br />

(5) Belgesay, s. 121 No. 119<br />

129


Temsil suretiyle akdedilen mukaveleden nes'et eden alacak ve<br />

borçların temsil olunana intikal etmesi için mümessile tevcih edilmiş<br />

olan temsil salâhiyetinin muteber olması lâzımdır. (6). Bu hususu<br />

tesfbit için şu noktalara kısaca temas etmek faydalıdır a) Temsil<br />

salâhiyeti bir hukukî muamele ile verildiğine göre, temsil olunanın<br />

salâhiyetin verildiği anda ehil olması lâzımdır. Ehliyeti mahdut<br />

ise, M. K. m. 16 ya göre kanunî mümessilin rızasının alınmış<br />

olması iktiza eder. Temsil salâhiyetini veren kimsenin temyiz kudretinden<br />

mahrum olduğu hallerde temsil salâhiyeti bâtıldır, b)<br />

Temsil salâhiyeti, temsil olunan tarafından üçüncü şahıslara karşı<br />

bir temsil salâhiyetinin mevcudiyeti hususunda bir görünüş meydana<br />

getirmek üzere, muvazaah bir surette verilmişse, muvazaa sebebiyle<br />

hükümsüzdür. Ancak temsil salâhiyeti üçüncü şahıslara<br />

bildirilmişse, muvazaa, hüsnüniyetli üçüncü şahıslara karşı ileri sürülemez,<br />

c) Temsil salâhiyetinin verildiği hukukî muamelenin yapılması<br />

sırasında, temsil olunanın iradesi fesat sebeplerinden birisiyle<br />

malûl ise temsil salâhiyetini veren kimse bununla mülzem olmaz.<br />

Temsil olunan, üçüncü şahsın hilesine maruz kalarak mümessile<br />

temsil salâhiyeti vermişse bu salâhiyet hüküm ifade eder. Ancak<br />

mümessil üçüncü şahıs tarafından yapılan hileye vâkıf bulunur<br />

veya bulunması lâzım gelirse temsil olunan verdiği temsil salâhiyeti<br />

ile mülzem olmaz. B. K. m. 28 f. 2 mucibince hile ancak mümessilin<br />

hileye iştirak etmiş olduğu hallerde bir iptal sebebi teşkil eder.<br />

Temsil salâhiyetinin iptali makabiline şamil, ex tunç, hüküm<br />

ve netice meydana getirir. Böylece yapılmış olan mukaveleye salâhiyetsiz<br />

temsile müteallik hükümler tatbik olunur (7).<br />

II. Temsil olunan kimsenin şahsî durumunun f^nvmTT^yoH<br />

Temsil suretiyle akdedilen muamelenin hüküm ve neticeleri<br />

doğrudan doğruya temsil olunana terettıifr ettiğine göre temsil olunanın<br />

şahsî durumu bu neticenin meydana gelip p*>lr»mgcînffe y^<br />

essir olabilir^,<br />

(6) von Tuhr, s. 292<br />

(7) Kars. RGZ 69, 274<br />

130


1) JTemsil olunan kimse medeni haklardan istifade ehliyetine<br />

sahip, iktişafea_yfi i^ama ehil olmalıdır. Yukarıda da işaret ettiğimiz<br />

veçhile (8 ) mevcut olmayan bir kimse (persona fütura) temsil<br />

edilebilmekle beraber böyle bir kimse için aktedilen mukaveleden<br />

ancak muntazar bir hak tevellüt edebilir. Mevcut olmayan şahıs<br />

tâyin edildikten sonradır ki yapılan muamelenin hüküm ve neticjîeri<br />

ona terettüp eder.<br />

Beynelmilel kanun projesinin 5 inci maddesine göre de işin<br />

yapılması zımnında mümessili salâhiyettar kılan temsil olunanın<br />

ehil olması lazımdır.<br />

2) Mümessil tarafından yapılan tasarruf mııamelderinin muber<br />

olabilmesi için temsil olunamn tasarruf edebilmek salâhiyetine<br />

sahip bulunması lâzımdır. Aksi takdirde mümessil muteber suret"<br />

te tasarrufta bulunamaz. Diğer bir tâbirle, tasarrufun taallûk ettiği<br />

hak temsil edilen kimseye ait değilse veya temsil olunamn tasarruf<br />

salâhiyeti tahdit edilmişse, yapılan tasarruf muamelesi hüküm |<br />

ifade etmez. Meselâ, iflâs eden kimse, masaya giren mallar üzerinde<br />

tasarruf salâhiyetini haiz olmadığından, bu mallar üzerinde (iflâs<br />

idaresinin dışında olarak) mümessil tarafından yapılan bir tasarruf<br />

muamelesi hüküm ifade etmez (9). Yine evlilik birliğini temsilde<br />

(M. K. m. 154 ve müteakip) kadın kanunen haiz bulunduğu<br />

temsil salâhiyetim tecavüz edemiyeceğinden, bu türlü tasarrufları<br />

yapmaya hakkı olmadığına göre» mümessili de bu tasarrufları yapamaz.<br />

Akdi mal rejimlerinden mal ortaklığında M. K. m. 213 e binaen<br />

kan ve koca ortaklığa giren mallar üzerinde diğerinin nzası<br />

olmaksızın tasarruf edemiyeceklerine göre, kan veya kocadan birisinin<br />

mümessili de ortaklığa giren mallar üzerinde diğerinin nza~<br />

sı olmadan tasarruf edemez. Mirascı'nm mümessili tereke mallan<br />

üzerinde tasarruf edebilmek için murisin vasiyeti tenfiz memuru<br />

tâyin etmemiş olması lâzımdır.<br />

3) Mümessil tarafından akdedilen mukavelenin ifası ile bor<br />

cun sukutuna taallûk eden meseleler (ifanın mümkün olmaması,<br />

(8) Kısım II,, Bölüm, I § 2, I,<br />

(9) Hupka, 3. 127; von Tuhr, s. 317; Arsebük, s. 521; Belgesay, s.<br />

130, No. 119<br />

131


takas gibi) temsil olunanın şahsı nazarı itibara alınarak halledi-<br />

]ir (10).<br />

4) Temsil olunan kimse mümessile temsil salâhiyetini tevcih<br />

ederken iradesi fesada uğramış, fmeselâ mümessilin şahsı üzerinde<br />

esjasjı^jbir ha±a$a^ düşmüşsej temsil salâhiyetinin bahsedildiği tek<br />

taraflı, irade beyanı ile mülzem olmayacağından mümessil tarafmdaıı_akdedilen<br />

mukavele sebepsiz kalacaktır (11). Buna mukabil,<br />

prensip itibariyle, temsil suretiyle akdedilen bir akit sebebiyle, temsil<br />

edilen akdi feshetmek için kendi iradesinin fesada uğradığını<br />

ileri süremez. Zira, temsil olunanın iradesindeki fesat temsil suretiyle<br />

yapılan akdin sıhhatine tesir etmez. Ancak temsil olunanın<br />

bunu bildiği veya bilmesi lâzım geldiği hallerde mümessilin yaptığı<br />

muameleye iştiraki nisbetinde (verdiği talimata göre) temsil<br />

olunamn da iradesini nazarı itibara almak lâzım gelir.<br />

§2. Temsil olunamn mes'uliueti ve cuîpa in contrahendo,<br />

1. Temsil edilen kimse, mümessil tarafından kendi namına akdedilmiş<br />

olan borçlardan bütün mameleki ile mes'uldür. Mamafih,<br />

mümessil hukukî muameleyi akdederken bu mes'uliyetin hududunu<br />

tahdit edebilir. Keza bazan, mümessile bahşedilmiş olan temsil salâhiyetinde<br />

de temsil olunamn mes'uliyeti sınırlandırılmıştır. Meselâ,<br />

iflâs idaresi memurlarının kanuni mümessil sıfatiyle akdettiği<br />

borçlardan temsil olunan şahsen mes'ul olmayıp bu borçlardan<br />

mes'uliyet müflis'in masaya giren mallarına münhasır kalır (12).<br />

2. Temsil olunan tarafından bahşedilmiş olan temsil salâhiyetine<br />

istinaden akdin in'ikadma takaddüm eden «ilk müzakereler» safhası<br />

mümessil tarafından idare edilecektir. Bu ilk müzakereler sırasında<br />

mümessil tarafından kusurlu bir harekette bulunulmuş olabilir.<br />

Taraflar arasındaki ilk müzakereler objektif hüsnüniyet kaidelerine<br />

aykın olmamalıdır. Meselâ, mümessil diğer âkit tarafa, ister<br />

kendiliğinden ister temsil olunanın talimatiyle olsun, yanlış malû-<br />

(10) Beguelin, FJS 283, s. 6<br />

(11) Kars. Staudinger - Coing, Mad. 166, No. 7<br />

(12) Belgesay, s. 130 No. 19 d.<br />

132


mat vermemek ve kararlarında müessir nlanalr vakıaları hildirmp.kle<br />

mükelleftir. Mümessil tarafından ilk müzakere] PT sırasında obr<br />

jektif hüsnüniyet kaidelerini ihlâl etmek suretiyle irtikâp olunan<br />

kusur, culpa in contranhendo akit în'ikad etmemiş olsa bile diğer<br />

âkit taraf lehine bir tazminat talep edebilme hakkı tevlit eder (12 a).<br />

Keza mümessil tarafından ilk müzakerelerin haksız surette inkitaa<br />

uğratılmış olması halinde de bundan zarar gören diğer âkit taraf<br />

zararın tazminini talep edebilir.<br />

Burada halledilmesi lâzım gelen bir mesele de şudur: Acaba<br />

culpa m contrahendo sebebiyle temsil olunan mes'ul mudur? Bu<br />

meselenin halli culva in contrahendo'dan mütevellit mes'ulivetin<br />

mahiyetine bağlıdır- Bu mes'uliyet bir haksız fiil mes'uliyeti Jşe,<br />

haksız fiillerde temsil cari olmayacağına göre, culva in çnntrahf^ao'clan<br />

dolayı mümessilin şahsan mes'ul olması iktiza eder. Bu meseleyi<br />

evvela Alman hukukunda tetkik edelim :<br />

Alman doktrininde culpa in contrahendo mes'uliyetin esası mukavele<br />

benzeri bir itimat münasebetinin (ein Vertragâhnliches.<br />

Vertrauensverhâltnis) ihlâline istinat ettirilmektedir. Karşı taraf,<br />

mümessilin ilk müzakereler sırasındaki beyanlarına veya mümessilin<br />

sosyal ve meslekî tecrübelerine itimat ederek onunla müzakerelere<br />

girişmiştir. Binaenaleyh bu itimadında aldatılmaması lâzımdır.<br />

Herhangi bir kimse bir diğeri ile tesis ettiği itimada müstenit<br />

münasebeti ihlâl etmişse, o müzakereyi "veya hukukî muameleyikendi<br />

namına veya temsil suretiyle başkası namına yapmış olması<br />

arasında fark gözetilmeksizin mes'ul olur (Vertrauenshaftung) (13).<br />

Mümessilin o mukaveleyi inşa etmekteki menfaati bu bakımdan rol<br />

oynamaz. Böylece, mümessilin ilk müzakereler sırasında işlediği<br />

kusurdan mümessil aleyhin*; bir tazminat borcu doğduğunu ve bu<br />

mes'uliyetin esasının haksız fiil mes'uliyeti olmayıp, akdî veya akit<br />

benzeri bir itimat münasebetinin ihlâlinden mütevellit bir mes'uliyet<br />

hali olduğunu te c bit etmiş bulunuyoruz. Meseleyi tekrar ele<br />

alalım: temsil olunan kimse, mümessilin ilk müzakereler sırasında-<br />

(12 a) Kars. B. K. m 26 36 ve M. K. m. 395 f. 2<br />

(13) Ballerstedt, s. 506; Enneccerus - Nipperdey, § 182, s. 1119;<br />

Staudinger - Coing, Mad. 194., No. 17 c; Lehmann, JZ, 1955.<br />

s. 159<br />

133


ki kusurlu hareketinden mes'ul olur mu ? Alman Teniyiz Mahkeme'<br />

si bu meseleye doğrudan doğruya temas etmemiştir (14). Doktrinde<br />

ise culpa in contrahendo'nun hukukî mahiyetinden hareket edilerek<br />

muhtelif fikirler ileri sürülmüştür.<br />

Ballerstedt, temsil olunanın bir işletme müessesesi (betriebliche<br />

Organization), veya avukat, vergi kontrolörü gibi iktisaden müstakil<br />

bir şahsiyet tarafından temsil edildiğine göre bir tefrik yapmaktadır,<br />

a) Birinci halde, yani mümessil iktisadi işletme müessesesi<br />

ise ticari mümessil, ticaret memuru, hususî veya âmme hükmî şa*<br />

hıslarmın temsil salâhiyetini haiz memurları baştan itibaren mute*<br />

met değil fakat temsil ettikleri müesseselerin işlerini ifa eden muavin<br />

şahıslardır. Bu gibi hallerde culpa in contrahendo mes'uliyet<br />

sadece temsil olunana aittir (15). b) ikinci halde mümessil iktisadî<br />

bakımdan müstakil bir şahıstır. Ballerstedt burada da bir tefrik<br />

yapmaktadır: aa) Temsil olunan, mümessili diğer tarafa bizzat<br />

tanıtmış veya mümessil temsil olunanın beyanını sadece nakletmişse,<br />

mümessilin ilk müzakereler sırasındaki kusurlu hareketinden<br />

temsil olunan kimse mes'ul olur (16). Zira bu gibi hallerde,<br />

mümessilin diğer âkit taraf ile kendisi arasında bir itimat münasebeti<br />

tesis ettiği idda edilemez, bb) Buna mukabil mümessil, salâhiyetnamesini<br />

ibraz etmeksizin diğer âkit tarafla müzakerelere<br />

girişmiş ve meslekî bilgisi ve sosyal durumu neticesinde aralarında<br />

bir itimat münasebeti vücuda gelmişse, mümessil de, temsil olunanın<br />

yanında, şahsan mes'ul olur (17). Ancak bu müellife göre,<br />

mümessil ile temsil olunanın müşterek surette borçlu olmaları hakkaniyete<br />

uygun olmayacağından mümessil sadece kefil gibi mes'ııldür<br />

(18). cc) Nihayet temsil suretiyle akdedilen mukavelenin ya-<br />

(14) Kars. RGZ 120, 249; 131, 71<br />

(15) Ballerstedt, s. 517-518<br />

(16) Ballerstedt, s. 519-520<br />

(17) Ballerstedt, s. 521-522<br />

(18) Enneccerus - Nipperdey, §. 182. Not 21, s. 1119; Staudinger-<br />

Coing, Mafl. 164, No. 17 c de bu fikre iştirak etmektedirler.<br />

A. M. K. m. 778 de olduğu gibi, kıyas suretiyle bir kimse bir<br />

diğerini üçüncü şahıs nezdinde kendi nam ve hesabma kredi<br />

açmak hususunda temsil salâhiyeti vermişse, açılan kredi dolayısiyle<br />

temsil olunan mümessile karşı kefü sıfatiyle mes'uldür.<br />

134


pılmasında mümessilin de iktisaden bir menfaati varsa, mümessil<br />

yalnız başına mes'ul olur. Bunun için mümessilin sadece procurator<br />

in rem sıurnı sıfatiyle değil, belki aynı zamanda üçüncü şahsın itimadını<br />

kazanacak bir harekette bulunmak suretiyle âmiri hesabına<br />

sadece mutavassıt şahıs sıfatiyle hareket etmediğinin tesbit edilmiş<br />

olması lâzımdır.<br />

Staudinger" Coing (19) e göre, culpa in contmhendo'mm is"<br />

tinat ettiği mukavele benzeri itimat münasebetinin ihlâlinden neş'et<br />

eden meşguliyete A. M. K. m. 164 ü kıyasen tatbik etmek lâzımdır.<br />

Bu madde mucibince temsil suretiyle yapılan akdin alacak ve<br />

borçlan doğrudan doğruya temsil olunana terettüp ettiğine göre,<br />

bir kimse haiz olduğu temsil salâhiyetine binaen bir üçüncü şahısla<br />

müzakereye giriştiğinde, temsil olunan ile üçüncü şahıs arasında<br />

teessüs eden mukavele benzeri itimat münasebetinin ihlâlinden<br />

tevellüt eden mes'uliyet temsil olunana raci olur (20). İtimat münasebetinin<br />

teessüsü için. müzakerelerde bulunmak üzere bir temsil<br />

salâhiyetinin (Verhandlungsvollmacht) verilmesi kâfi olup aynca<br />

mukavele akdetmek hususunda temsil salâhiyetinin (Abschlussvollmacht)<br />

mevcudiyeti aranmaz.<br />

Fransız hukukunda da mümessilin akün in'ikadı sırasmda veya<br />

ondan evvel işlenen kusurdan temsil olunanın mes'ul olacağı<br />

kabul edilmektedir (21). Mamafih Fransız Temyiz Mahkemesi bazı<br />

istisnai hallerde, meselâ mümessilin diğer âkit tarafa karşı kendiliğinden<br />

veya temsil olunanın talimatı olmaksızın ika ettiği zarardan,<br />

mümessilin mes'ul olacağını beyan etmiştir (22).<br />

Türk - İsviçre Hukukuna gelince, doktrinde culpa in contrahendo,<br />

bir aktın ihlâli mahiyetinde, diğer bir tâbirle bir akdi mes'uliyet<br />

hali olarak kabul edildiğine göre (23), fikrimizce B. K. m. 32<br />

nin kıyas suretiyle tatbiki neticesindfe mes'uliyetjn prensip itibariy-<br />

(19) Staudinger - Coing, Mad. 164, No. 17 c<br />

(20) A. M. K. m. 278 e göre borçlu kanuni mümessilin kusurundan<br />

kendi şahsi kusuru imiş gibi mes'uldür.<br />

(21) Clarise, s. 216 No. 111; yine Bk. D. A. 1945 s. 62<br />

(22) D. A. 1942, s. 126<br />

(23) von Tuhr, s. 170; Arsebük, s. 276; Karafakıh, s. 165; Saymen-<br />

Elbir, s. 146, İnan, s. 878; RO 68 II 295; RO 77 II 135<br />

135


le temsil ^fana 1 iaceüüh etmesi lâzımdır. Ancak, mümessil, haksız<br />

fiillerinden ve temsil salâhiyetinin dışına çıkarak yaptığı objektif<br />

hüsnüniyet kaidelerine aykırı hareketlerden şahsan mes'ul olur.<br />

I BÖLÜM II<br />

MÜMESSİLİN HUKUKÎ DURUMU<br />

fi. Temsil suretiyle akdedilen muamelenin in'ikadı, muteberliği<br />

ve irade fesadı sebebiyle iptali<br />

.Temsil salâhiyeti verilmekle mümessil temsil olunan namına<br />

hareket etmek yetkisini haiz olur, fakat bununla mümessil temsil<br />

olunan namına hareket etmek hususunda herhangi bir mükellefiyet<br />

altına girmiş değildir. Diğer bir tâbirle temsil salâhiyetinin mü"<br />

messile verilmiş olması, mümessili herhangi bir borç altına sokmaz<br />

ancak, ekseri hallerde temsil salâhiyeti bir iş görme mukavelesine<br />

istinaden verilmiş olacağından mümessil bu iş görme akdi sebebiy"<br />

le bir mükellefiyet altına girmiş olabilir.<br />

Mümessil temsil salâhiyeti dahilinde hareket etmekle beraber<br />

iş görme mukavelesini ihlâl etmesi neticesi âmir bir zarar görmüşse,<br />

bu ihlâl keyfiyeti hüsnüniyetli üçüncü şahıslara karşı ileri sürülemez.<br />

Bu takdirde, temsil olunan, mümessile karşı ex contractu, zararının<br />

tazminini talep edebilir.<br />

B. K. m. 32 mucibince salâhiyettar bir mümessil tarafından akdedilen<br />

muamelenin hüküm ve neticeleri doğrudan doğruya temsil<br />

olunana teretrüb eder. Şu halde, beynelmilel kanun projesinin 1 inci<br />

maddesinde de tarif edildiği veçhile, mümessil, haiz olduğu temsil<br />

salâhiyetine binaen başkası namına hareket ederek hukukî muamele<br />

akdeden ve bununla temsil olunanı alacaklı veya borçlu kıla"<br />

bilen kimsedir. Mümessil, prensip itibariyle, diğer âkit taraf ile temsil<br />

olunan namına mukaveleyi akdettikten sonra o mukaveleye nazaran<br />

yabancı bir üçüncü şahıs durumunda bulunduğundan ne bir<br />

borç altına girer ne de bir hak iktisab eder (24).<br />

(24) Clarise, s. 215 - 216 No. 10; Madray, s. 239<br />

136


Kendisine ancak bu yolda bir salâhiyet verildiği hallerde<br />

aktin ifasını C den talep edebilir. Hülâsa, mümessilin başkası<br />

namına hareket ederek akdettiği mukavelenin hüküm ve neticeleri<br />

kendi hukukî sahasına dahil olmaz. Diğer âkit taraf da temsil suretiyle<br />

bir mukavelenin akünden sonra bunun icrasını mümessilden<br />

talep edemez (25). Meğer ki mümessil, temsil suretiyle aktettiği<br />

mukavele sebebiyle bahis mevzuu olan borcu kefil sıfatiyle tekeffül<br />

etmiş olsun (26). B<br />

Türk - isviçre doktrininde hakim olan Reprasentationstheorie<br />

.nucibince mukavele mümessilin iradesini beyan etmesi neticesi<br />

meydana gelir. İşte temsilde hukuki muameleye vücut veren irade"<br />

nin mümessile ait olması sebebiyle, mümessilin şahsı, muamelenin<br />

sıhhati bakımından ehemmiyet iktisap eder.<br />

I. Mümessilin ehliyeti<br />

Mümessil tarafından akdedilen bir mukavelenin muteber olabilmesi<br />

için mümessilin temyiz kudretini haiz bulunması lâzımdır.<br />

M. K. m. 15 e görej mümeyyiz olmayan şahsın yaptığı muameleler<br />

ne kendisi ve ne de nam^a tweket ftyjği hİE başkası irin hukuki<br />

bit hüküm ifade etmez. Acaba, mahdut ehliyetli bir mümessilin<br />

yaptığı hukuki muamele temsil olunanı alacaklı ve borçlu kılar mı ?<br />

Bu hususta Borçlar Kanunumuzda bir hüküm mevcut bulunmamasına<br />

mukabil A. M. K. m. 165 e göre, bir mümessile hitaben veya<br />

bizzat mümessil tarafından izhar edilmiş olan irade beyanı mümessilin<br />

medenî haklan kullanma ehliyetinin mahdut bulunması sebebiyle<br />

hükümsüz değildir. Alman Medenî Kanununun esbabı mucibe lâyihasında<br />

da zikredildiği veçhile, medenî haklan kullanma ehliyeti<br />

mahdut olan bir kimsenin akdettiği muamelenin muteberliği hususunda<br />

vaz'edilen takyitler bizzat mahdut ehliyeüi şahsı himaye gayesine<br />

matuftur (27). Halbuki mümessil akdettiği muamele ile bir borç<br />

altına girmediğinden mahdut ehliyetli bir şahıs olabilir. Bu bakım-<br />

(25) Kars. Cass. req. D. 95. I 226<br />

(26) von Tuhr, s. 318-319<br />

(27) Motive, I, 227; yine Bk. Staudinger - Coing Mad. 165» No. 1;<br />

Enneccerus - Nipperdey, § 184, 2, s. 1131; Hupka, s. 42<br />

117


dan Planck'ın (28) beyan ettiği veçhile, A. M. K. m. 165 problemi<br />

halletmiştir denemez.<br />

Fransız doktrininde de kabul edildiğine göre mümessil akde<br />

yabancı kaldığından tam ehliyetli olmasına lüzum yoktur. Binaenaleyh<br />

mümeyyiz küçük ve mahcurlar bir hukukî muameleyi bizzat<br />

kendi namlarına yapıp yapamadıkları nazarı itibara alınmaksızın,<br />

ayni muameleyi mümessil sıfatiyle bir başkası namına akdedebilirler<br />

(29).<br />

Beynelmilel kanun projesinin 5 inci maddesine göre de mümessil<br />

tarafından akdedilen muamelenin hüküm ve neticelerinin temsil<br />

olunana terettüp etmesi için, mümessilin kendi namına o muameleyi<br />

yapabilmesi için gerekli ehliyete sahip olması şartı aranmayıp.<br />

temyiz kudretini haiz olması kâfi görülmüştür.'<br />

Türk - isviçre Borçlar Kanununda A. M. K. m. 165 e benzer<br />

bir hüküm mevcut olmamakla beraber, mümessilin tam ehliyetli olmasına<br />

lüzum olmayıp mümeyyiz küçük veya mahcurun mümessil<br />

sıfatiyle temsil olunam ilzam edeceği doktrinde kabul edilmiştir.<br />

Zira, M. K. m. 16 nın tefsirinden de anlaşılacağı veçhile, bu maddede<br />

derpiş edilen tahdit mümeyyiz küçük ve mahcurların himayesini<br />

istihdaf eder. Binaenaleyh mümeyyiz küçük veya mahcur'un akdettiği<br />

muamelenin hüküm ve neticeleri doğrudan doğruya temsil<br />

olunana terettüp ettiğinden ve mümessil bu akit dolayısiyle bir ,<br />

borç altına girmeyeceğinden, mümessilin himaye edilmesine lüzum<br />

yoktur (30). Şu halde mümeyyiz küçükler ve mahcurlar, temsil olunan<br />

kimse arzu ettiği takdirde, mümessil tâyin olunabilirler (31).<br />

(28) Planck - Flad, Miad. 165, No. 1<br />

(29) Clarise, s. 187-188, No. 98; Colin - Capitan, Cour elem., c. 1,<br />

No. 103<br />

(30) von Tuhr, s. 314, Not. 29; Beguelin, FJS 283, s. 6; Becker, Mad.<br />

32, No. 4; Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 29; Belgesay, s.<br />

127 No. 118; Scwharz, s. 385; özkent, s. 321; RO 34 II 149<br />

(31) Borçlar Kanunumuza göre mümessilin serbestçe tâyin edilebilmesine<br />

mukabil diğer kanunlarda bazı takyitler mevcuttur:<br />

H. U. M. K. m. 61 mucibince bir dâvayı takip için tâyin edilecek<br />

mümessilin baroda kaydı bulunan avukatlar arasından intihabı<br />

mecburidir. Avukatlık kanununun m. 23 e göre de «kanun<br />

işlerinde hukukî meselelerde rey vermek, mahkeme, ha-<br />

138


Temsil olunan kimse tâyin ettiği mümessilini ehliyetinin mah~<br />

dut^olduğunu bilmiyor ise esaslı hata sebebiyle akdi feshedebil<br />

ÜL (32). Buna mukabil, temsil salâhiyeti verildikten sonra o zamana<br />

kadar tam ehliyetli olan mümessil ehliyetini zayi ederse B. K.<br />

m. 35 gereğince temsil salâhiyeti hitama erer.<br />

Mümeyyiz küçük veya mahcurlar başkasını temsil ederken kendileri<br />

borç altına girmiyeceklerinden bir işte salâhiyetsiz olarak<br />

bir kimseyi temsil ederlerse, B.K. m. 39'a göre mes'ul edilemezler.<br />

Buna mukabil M. K. m. 16 ya göre «haksız fiillerinden mütevellit<br />

zarardan mes'ul» olacaklarından, kendilerini mümeyyiz göstererek<br />

temsil suretiyle bir akit yaparlarsa, haksız fiil sebebiyle (B.K. m.<br />

41 ve mütea.) mes'ul olurlar (33)<br />

II. Mümessil tarafından akdin in'ikadı ve muteberliği<br />

Türk - isviçre hukukunda hâkim olan Reprasentatkmstheorîe mucibince<br />

temsil suretiyle yapılan hukukî muamele, mümessilin kendi<br />

iradesini beyan etmesi neticesi teşekkül etmektedir. Şu halde, akam<br />

in'ikadına müteallik meseleler mümessilin şahsına göre halledilir.<br />

Temsil suretiyle aktedilen hukukî muamele B. K. m. 1 gereğince<br />

mümessil ile üçüncü şahsın karşılıklı ve birbirine uygun sır<br />

rette nzalarmı beyan etmeleriyle vücude eelir. Mümessille diğer<br />

âkit taraf olan üçüncü şahıs akdin yapılmasında hazır bulunmuşlarsa<br />

hazırlar arasında 'bir akit mevzubahis olur (B. K. m. 4). Temsilin<br />

yapıldığı üçüncü şahıs mümessilin tanınabilen iradesini, itimat<br />

prensibine uygun olarak, hüsnüniyetle, işin mahiyetine, örf ve<br />

âdete ve mümessil ile kendi arasındaki münasebete göre tefsir ederek<br />

bir mâna atfeder.<br />

kem veya kaza salâhiyetini haiz diğer merciler huzurunda hakiki<br />

veya hükmi şahıslara ait hukuku dâva, müdafaa eylemek<br />

ve bu hususlara ait bütün evrakı tanzim, adli muameleleri ve<br />

resmî dairelerde nizalı ve ihtilaflı işleri takip etmek salâhiyetini<br />

münhasıran baroya kayıtlı bulunan avukatlara tahsis edilmiştir.<br />

(32) von Tuhr, s. 314, Not. 30<br />

(33) Belgesay, s. 82, No. 68<br />

139


Mümessilin temsil salâhiyetinin şümulü içerisinde hakikatte is*<br />

tediği bir hususu mahfuz tutarak derunen istemediği bir şeyi beyan<br />

etmesi halinde, temsil olunan kaydı zihnî sebebiyle hukukî muamelenin<br />

hükümsüzlüğünü ileri süremez. A. M. K. m. 116 ya göre «bir<br />

irade beyanı sırf beyan sahibinin kaydı zihnî ile beyan ettiğinden başka<br />

bir şey istemiş olması hasebiyle hükümsüz addedilemez.» Türkîsviçre<br />

doktrininde de ittifakla kabul edildiğine göre kaydı zihnî bir<br />

hükümsüzlük sebebi değildir. Buna mukabil, mümessil tarafından<br />

yapılmış bir beyanın muhatap tarafından ciddî olmadığının anlaşıldığı<br />

hallerde, bu beyan hükümsüz olduğundan temsil olunan<br />

hakkında bir hüküm ve netice meydana getirmez. Ancak, mümessilin<br />

irade beyanı muhatap tarafından beklenilen ihtimamın gösterilmesine<br />

rağmen ciddi olmadığının ani aşılamadığı hallerde (fena<br />

lâtife), temsil olunan bu beyanın hukukî neticelerine katlanmak<br />

mecburiyetindedir.<br />

Temsil suretiyle akdedilen bir muamelenin muvazaa sebebiyle<br />

hükümsüz olup olmadığının tesbiti için muvazaa'nm unsurlarının<br />

tahakkuk edip etmediği, temsil olunanın değil, mümessil ile karşı<br />

âkit tarafın irade beyanları nazan itibara alınarak tâyin olunur.<br />

Mümessil ile üçüncü şahsm iradeleri arasında kasdi bir uygunsuzluk,<br />

muvazaa niyeti ve bir muvazaa anlaşması mevcut ise (34), akdedilen<br />

muamele muvazaa sebebiyle hükümsüz olduğundan temsil<br />

olunan için herhangi bir alacak ve borç doğmamıştır. Temsil<br />

olunan kimse bu akdin hükümsüzlüğünü diğer âkit tarafa her zaman<br />

dermeyan edebilir. Ancak, tarafların muvazaalı muamelenin<br />

butlanını üçüncü şahıslara karşı ileri sürebilecekleri hakkındaki<br />

prensibin istisnası B. K. m. 18 f. 2 de vaz edilmiştir. Bu hükme gö"<br />

re, «Tahrirî borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatım iktisap eden<br />

başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz».<br />

Şu halde, A nın temsil salâhiyetini haiz olan M, A nın mümessili<br />

sıfatı ile B nin kredisini yükseltmek için bir borç senedi tanzim<br />

eder ve B muvazaalı alacak senedini hüsnüniyetli C ye temlik<br />

ederse. M nin tanzim etmiş olduğu senedle borçlu durumuna düşmüş<br />

olan A, hüsnüniyetli C ye karşı B. K. m. 18 f. 2 gereğince muvazaa<br />

iddiası dermeyan edemez. Bir nisbî muvazaa hali bahis mev-<br />

(34) Bk. Esener, s. 7-23.<br />

140


fuu ise muvazaalı (zahiri) muamele hükümsüz olmakla berabeT tarafların<br />

ciddi olarak istedikleri fakat şu veya bu maksatla başka bir<br />

muamele arkasında sakladıkları gizli muamele (verdecktes Geschaft)<br />

muteber olduğundan (A. M. K. m. 117), temsil olunan kimseyi<br />

alacaklı veya borçlu kılar.<br />

Bir muamelenin muteberivetini kanun herhangi bir şekil şartı"<br />

na tâbi kılmışsa, mümessil tarafından bu sekil şartına riayet edil;<br />

miş olması icap eder. Meselâ, yazılı şekilde yapılması icap eden<br />

bir mukaveleyi mümessil borç altına giren kimsenin mümessili sıfatıyla<br />

ve kendi imzasıyla imzalamalıdır. von Tuhr (35), isviçre<br />

ve Almanya'da teessüs etmiş olan teamüle göre mümessilin temsil<br />

ettiği kimsenin imzasını atmasını tenkit etmektedir.<br />

m. Mümessil tarafından akdedilen mukavelenin irade fesadı<br />

sebebiyle iptali<br />

Türk - İsviçre hukukunda hâkim olan Reprasentationstheorie<br />

mucibince akde vücut veren mümessilin irade beyanı olduğuna<br />

göre, bu iradenin akdin feshini icap ettirecek şekilde bir fesat sebebiyle<br />

malûl olup olmadığı mümessilin iradesinin tezahürüne gö-,<br />

re tetkik edilmek lâzım gelir.<br />

A. M. K. m. 166 f. l'e göre «bir irade beyanının hukukî neticeleri,<br />

irade fesadı ile malûl olmasına veya bir vakıanın bilinmesine<br />

veya bilinmesi lâzım gelmesine tâbi olduğu hallerde temsil olunanın<br />

değil fakat mümessilin şahsı nazara alınır». Ancak, mümessilin<br />

temsil olunanın talimatı ile hareket ettiği hallerde Alman kanun vazıı<br />

kanuna karşı hileye mâni olmak için bir hüküm vaz etmiştir.<br />

Filhakika, A. M. K. m. 166 f. 2 mucibince temsil salâhiyetinin bir<br />

hukukî muamele ile verildiği hallerde mümessil, temsil olunan ta"<br />

rafından verilmiş olan muayyen talimata uygun hareket etmişse,<br />

temsil olunan kimse şahsen bildiği ahval ve vaziyetin mümessil tarafından<br />

bilinmediği vakıasına istinat edemez. Meselâ temsil olunan<br />

mümessile özürlü olduğunu bildiği bir atı en fazla 300 DM. a<br />

almak hususunda salâhiyet vermişse, satış akdinin inikadından<br />

(35) von Tuhr, s. 316; Arsebük, (s. 520) de böyle bir halin birçok<br />

suiistimallere vesile teşkil edebileceğini yazmaktadır.<br />

141


sonra mümessilin atın kusurlu olduğunu bilmediği vakıasına isti­<br />

nat ederek bu akdin iptalini istiyemez (36).<br />

Bu hüküm muvacehesinde, Alman hukukunda mümessilin ten><br />

sil olunanın katî talimatı ile hareket ettiği hallerde temsil edilenin<br />

talimat vermek hususunda beyan ettiği iradenin araştırılması icap<br />

eder. Bu maddede zikredilen muayyen talimat «bestiınmte Weisungen»<br />

tâbirinden temsil olunan tarafından mümessile birşeyi yapması,<br />

vermesi veya yapmaması hususunda bir emir anlaşılır (37). Bazı<br />

hallerde böyle bir talimatın mevcudiyeti, temsil olunan ile mü"<br />

messil arasındaki akdî münasebetteki de neş'et edebilir (38).<br />

Alman doktrininde hâkim olan kanaata göre, A. M. K. m. 166<br />

f. 2 sadece, maddenin metnine uygun olarak temsil olunan kimse<br />

tarafından mümessile talimat verildiği hallerde inhisar ettirilmek"<br />

tedir. Prensip itibariyle temsil olunanın iradesindeki fesat, temsil<br />

suretiyle akdedilen mukavelenin sıhhatim halel getirmez (39). Çünkü,<br />

temsil suretiyle yapılan mukaveleyi mümessil kendi iradesi ile<br />

akdetmektedir. Mümessil haiz olduğu umumî temsil salâhiyetine<br />

(Generalvollmacht) istinaden, hususî bir talimat olmaksızın, hareket<br />

ediyorsa temsil olunan kimse, hüsnüniyetli olmasa dahi, mümessilin<br />

hüsnüniyetle iktisap ettiği şeyin maliki olur. Bu neticeyi haksız<br />

bulan Staudinger-Coing (40) şu misali vermektedir: Hüsnüniyetli<br />

bir mümessil bir kimseden çalınmış olan kıymetli evrakı<br />

satın almaktadır. Temsil olunan kimse bu evrakın çalınmış ol"<br />

duğunu bilse dahi onlan iktisap edecektir. Bu haksız neticenin<br />

önüne geçmek için A. M. K. m. 166 f. 2 de zikrolunan «muayyen<br />

talimat» mefhumunu dar tefsir etmemek icap eder. Bu telâkki kanun<br />

vazıı tarafından takip edilen gayeye de uygundur. A. M. K.<br />

m. 166 f. 2 de yer alan hüküm bir hukukî muamelenin yapılması<br />

için temsil salâhiyetinin verildiği hallerde geniş tefsir edil-<br />

(36) Enneccerus - Nipperdey, § 182, 2, s. 1118<br />

(37) Müller - Freienfels, s. 397<br />

(38) Staudinger - Coing, Mad. 166, No. 16<br />

(39) Enneccerus - Nipperdey, § 182, s. 1118; Staudinger - Coing, Mad.<br />

166, No. 18<br />

(40) Staudinger - Coing, Mad. 166,, No. 16<br />

142


melidir. (41). Alman mahkeme içtihatları da (42), doktrindeki<br />

bu temayüle uygun olarak A. M. K. m. 166 f. 2 deki muayyen<br />

talimat mefhumunu geniş şekilde tefsir etmektedir. Bir huhukî muamelenin<br />

yapılması zımnında talimat verilmiş olması şart değildir.<br />

Buna mukabil temsil salâhiyeti verilmiş ise, A. M. K. m. 166 f. 2<br />

anlamında muayyen talimatın verilmiş olduğunu kabul etmek icap<br />

eder. Meselâ, bir şeyin iktisabı yolunu göstermeksizin o eşyanm<br />

satın almması veya bazı eşyanın katalog fiyatlarına göre satılması<br />

hususunda salâhiyet verilmesi kâfidir. Enneccerus - Nipperdey (43)<br />

de, A.M.K. m. 166 f. 2 yi geniş tefsir ederek, temsil olunamn<br />

akdin in'ikadında hazır bulunması veya mukavele metnini evvelden<br />

bilip de, itiraz etmemiş olması halindeı muayyen talimatın verilmiş<br />

olduğunu kabul etmektedirler.<br />

Mitteis gibi (44) eski Alman müellifleri, bazan mümessilin,<br />

bazan temsil olunanın ve nihayet bazı hallerde de her ikisinin iradelerinin<br />

nazarı itibara alınması lâzım geldiğini ileri sürmüşler<br />

dir.<br />

Müller • Freienfels (45), A. M. K. m. 166 f. 2 yi mümkün olduğu<br />

kadar geniş tefsir etmek lâzım geldiğini beyan etmektedir.<br />

Son zamanlarda, Alman doktrininde, müşterek hukukî muamele nazariyesinin<br />

başlıca müdafii olan bu hukukçuya göre, A. M. K.<br />

m. 166 f. 1 dolayısiyle temsil olunanın iradesinin mahdut bir şekilde<br />

nazarı itibara alınmasının sebebi, Reprasentationstheorie'ye olan<br />

bağlılıktır. Halbuki, temsil suretiyle akdedilen mukavele, mümessil<br />

ile temsil olunan tarafından birlikte yapıldığından temsil olunamn<br />

duçar olduğu irade fesadı halinde de A. M. K. m. 166 f. 2 nin tatbik<br />

edilmesi icap eder. Diğer bir tâbirle, bu müellife göre, A. M. K.<br />

m. 166 f. 2 mümessile temsil olunan tarafından muayyen talimatın<br />

(41) Motive I, s. 227<br />

(42) JW 1916, No. 2; RGZ 131, 356; RGZ 161,161 «Kendisine yapüması<br />

zımnında temsil salâhiyetinin verilmiş olduğu muayyen bir<br />

hukukî muameleyi yapan mümessile A. M. K. m. 166 f. 2 anlamında<br />

talimat verilmiş addolunur»<br />

(43) Enneccerus - Nipperdey, § 182, Not. 18<br />

(44) Mitteis; S. 112<br />

(46) Müller - Freienfels, s. 401-402, 405<br />

143


verilmiş olup olmadığına bakılmaksızın tatbik edilmelidir. Kaldı<br />

ki A. M. K. m. 166 f. 2 nin sadece muayyen talimatın verilmiş olduğu<br />

hallerde tatbik edilmesi hakkaniyete aykırı neticeler meydana<br />

getirebilir. Hususiyle, temsil olunan kimsenin, muayyen talimatı<br />

vermeği unuttuğu, ihmal ettiği hallerde de bu maddenin tatbik<br />

edilmesi suretiyle temsil olunanın iradesi nazarı itibara alınmalıdır.<br />

Meselâ, karısının elbiseye olan düşkünlüğünden bıkan bir koca,<br />

karının alış veriş yaptığı elbise mağasına giderek bundan böyle<br />

karısının elbise almak suretiyle yapacağı borçlan kabul etmeyece"<br />

ğini bildirmiştir (A. M. K. m. 1357 f. 2). Fakat dükkân sahibi kendisini<br />

temsil eden satıcısına bu hususta lüzumlu talimatı vermeyi<br />

unutmuş veya ihmâl etmiştir. Neticede satıcı (mümessil) kadına<br />

elbise satmağa devam etmiştir. îşte bu misâlde temsil olunan dükkân<br />

sahibi şahsan ahval ve vaziyeti bildiğinden A. M'. K. m. 166<br />

f. 2 mucibince mümessilin bu hususu bilmediği vakıasına istinat<br />

edememelidir. Keza bir kimse hak sahibi olmadığını bildiği bir şahıstan<br />

aldığı teklif mektubunu diğer tekliflerle birlikte bu durumdan<br />

haberdar olmayan mümessiline hiçbir şey söylemeksizin vermiştir.<br />

Mümessil, hak sahibi olmayan kimsenin teklifini kabul ederse,<br />

temsil olunan A. 'M. K. m. 166 f. 2 mucibince mümessilin bundan<br />

haberdar olmadığı iddiasını ileri sürmemelidir (46).<br />

Türk "isviçre Borçlar Kanununda, A. M. K. m. 166 ya müşabih<br />

bir hüküm mevcut olmamakla beraber Reprasentctionstheorie<br />

doktrinde o derece taraftar bulmuştur ki bütün müellifler yalnız<br />

mümessilin iradesindeki fesat sebebinin akdin iptali sebebi oldu"<br />

ğu hususunda ittifak etmektedirler (47).<br />

İsviçre Federal Mahkemesi'nin müstakar içtihadına göre (48)<br />

de, mümessilin duçar olduğu irade fesadım, temsil olunan bir fesih<br />

sebebi olarak diğer âkit tarafa karşı ileri sürebilir. MajnâfiİLİîâZ. 1<br />

hallerde, temsil olunan mümessilin iradesinin fesada uğraması se-<br />

(46) Mûller - Freienfels, s. 397, 398<br />

(47) Meselâ von Tuhr, s. 314 - 315; Beguelin, FJS 283, s. 6; Becker,<br />

Mad. 32, No. 10; Oser - Schönenberger Mad. 32, No. 80; Arsebük,<br />

s. 519; Schwarz, s. 386; Belgesay, s. 128, No. 118; Saymen-<br />

Elbir, s. 291<br />

(48) RO 31 II 380; 38 II 616<br />

144


ebiyle haiz olduğu fesih hakkını yine mümessili marifetiyle kullanabilir<br />

(49).<br />

Türk - İsviçre hukukunda da. Alman hukukunda olduğu gibi,<br />

mümessilin müstakil hareket etmeyerek temsil olunamn talimatı ile<br />

hareket ettiği hallerde temsil olunanın da iradesini nazan itibara<br />

almak lâzımdır. Meselâ, temsil olunan mümessile muayyen bİT şeyi<br />

satın almak hususunda talimat vermek suretiyle satış akdinin inşasına<br />

iştirak etmiş olabilir.<br />

Beynelmilel kanun projesinin irade fesadından bahseden 12 inci<br />

maddesine göre de, mümessil tarafından akdedilen bir muame"<br />

lenin irade fesadı ile malûl olup olmadığına veya bazı vakıaların<br />

bilinmesi veya bilinmemesinin bu muameleye icra ettiği tesiri tâyin<br />

etmek için, her birisinin veya her ikisinin birden muamelenin<br />

yapılmasına iştirak ettikleri nisbette mümessilin veya temsil olunanın<br />

veyahut da her ikisinin şahıslarının nazarı itibara alınması lâzımdır.<br />

Von Tuhr a göre (50) mümessil kendisine verilen talimatı yanlış<br />

anlamış olmasına rağmen düştüğü hata neticesinde temsil ettiği<br />

kimsenin iradesine uygun surette hareket etmişse akit muteber olur.<br />

Buna mukabil, mümessilin temsil edilen tarafından verilen irade<br />

fesadı ile malûl, hatalı talimata uygun olarak yaptığı akit iptal edilebilmelidir.<br />

Meselâ, temsil olunan kimse bir hileye maruz kalarak<br />

mümessile' muayyen bir mukaveleyi akdetmek hususunda talimat<br />

vermişse, mümessil bu talimata uygun olarak akdi inşa etmiş olsa<br />

bile, hile sebebiyle o akit feshedilebilmelidir (51).<br />

Türk - isviçre Borçlar Kanununda, A. M. K. m. 166 f. 2 yer almamış<br />

olduğuna göre, talimat verilmemiş olsa dahi temsil olunanın<br />

mümessilin düştüğü hataya sebep olan hallere vâkıf olması ha"<br />

İmde, o akdin mümessilin hatası sebebiyle feshedilememesi hakkaniyete<br />

uygun olur. Bu neticeye B. M. K. 25 în tatbiki ile de var-<br />

(49) Staudinger - Coing, Mad. 119, No. 59<br />

(50) von Tuhr, s. 315<br />

(51) von Tuhr, s. 316, Not. 40; Yine Belgesay, s. 129, No. 118 Alman<br />

hukukunda ayni hal sureti. Müller - Freienfels (s. 405) tarafından<br />

müdafaa edilmiştir.<br />

145


mak mümkündür. Bu hükme göre, «hataya duçar olan taraf* hüsnüniyet<br />

kaidelerine muhalif bir surette ona istinat edemez». Burada<br />

hataya düşen mümessildir, ancak temsil olunan kimse, mümessilinin<br />

düştüğü hatayı biliyor idiyse bunu ileri sürmesi hüsnüniyet<br />

kaidelerine muhalif olur. Yine B. K. m. 25 f. 1 mucibince temsil<br />

olunan kimse, mümessilin hatasına istinat ederek, sırf karşı âkit tarafı<br />

izrar etmek kasdiyle o aktin iptalini talep edemez. Şu halde<br />

temsil olunanın hatayı ileri sürmekte bir menfaati bulunması lâzımdır<br />

(52).<br />

Temsil olunan kimse akdin hükmünden kurtulmak için mümessilin<br />

esaslı bir hataya düştüğünü iddia ediyorsa, hatanın kendi kusurundan<br />

ileri geldiği hallerde B. K. m. 26 f. 1 mucibince mukavelenin<br />

bu suretle feshinden mütevellit diğer tarafın maruz kaldığı<br />

menfî zararı tazmlin etmeye mecburdur (53).<br />

Temsil olunanın mümessilin hatasına istinat ederdk temsil suretiyle_<br />

akdedilen mukaveleyi feshedebilmesi için, mümessilin düştüğü<br />

hatanın B. K. m. 24 de zikredilen esaslı hata hallerinden birisi<br />

olması lâzımdır. Mümessilin yalnız akdin saikinde hata etmesi esaslı<br />

hata değildir. Yine mümessilin yaptığı hesap yanlışlığı, akdin sıhhatini<br />

ihlâl etmez. Bunlar tashih olunmakla iktifa olunur (B. K.<br />

m, 24 f.2 ve 3).<br />

Mümessilin esaslı hatası ile malûl olan akid, temsil olunanı ilzam<br />

etme^. Ancak^doktrinde •--umunkiyetleL..-kahul edildiğine gö~<br />

re (54) 1 irade fesadiyle malûl olan bir akid hükümsüz olmayıp (55)<br />

tekemmül edebilmesi kanuni, taliki ve iradî bir şartın tahakkuk et"<br />

mesjjja bağlıdır, ftjj şartda va temsil olunanın akdi feshetmek hususundaki<br />

kararını diğer tarafa bir sene içersinde beyan etaıeme-<br />

(52) Staudinger - Coing, Mad. 166, No. 6 b ve Mad. 119, No. 59. Hupka'ya<br />

göre (s. 69) temsü olunanın himaye edilmesi icap eden<br />

bir menfaati bulunmasa dahi hata sebebiyle akdi feshedebilmelidir.<br />

(53) Oser - Schönenberger, Mad. 32, No. 30<br />

(54) Beguelin, FJS 280, s. 1; Becker, Mad. 23, No. 11 ve 18; Tandoğan,<br />

nullite, s. 33; Schwarz, s. 313<br />

(55) A. M. K. m- 142 mucibince akit başlangıçta muteberdir, fakat<br />

hataya düşenin fesih beyanı üe hükümsüz hale gelir.<br />

146


£İ (menfi şart) veya akde icazet vermesidir (mümessilin verdiği şeyi<br />

istirdat etmeksizin bir seneyi geçirmesi). Temsil olunan mümessili<br />

vasıtasiyle de akde icazet verebilir.<br />

Temsil olunan kimsenin isminin açıklanmadığı hallerde mümessil<br />

ile 4 mukavele yapan diğer taraf, bilâhare, temsil olunanın şahsı<br />

ile akid yapmak istemediğini, meselâ temsil olunan kimsenin kendisiyle<br />

rekabet halinde bulunduğunu ileri sürerek B. K. m. 24 "4 e<br />

göre akdin feshini talep edemez. Bu hal tarzı, ticari muamelelerde<br />

emniyet prensibinin bir neticesidir. Aksi halde, mümessil ile akid<br />

yapan diğer taraf işine gelmediği bir zamanda temsil olunanın kendisiyle<br />

rekabet ettiğini ileri sürerek mukaveleyi fesih etmek cihetine<br />

gidebilecektir ki bu hal tecviz edilemez (56).<br />

I Mümessil,., diğer âkit tarafından hataya düşürülmek suretiyle<br />

başka bir tâbirle hileye maruz kalarak muamele akdetmişse hatası<br />

esaslı olmasa bile temsil olunan kimse hile sebebiyle o akit ile ilzam<br />

olunamaz (B. K. m. 28).<br />

Buna mukabil mümessil de şu veya bu şekilde diğer âkit tarafın<br />

akdi inşa etmek hususundaki iradesini hileyle istihsal etmiş olabilir.<br />

Bu takdirde, akdi yapan mümessil olduğuna göre, B. K. m. 28<br />

f. 2 mucibince üçüncü şahıs olarak telâkki edilemiyeceğinden, üçüncü<br />

şahıs, düştüğü hata esaslı olmasa dahi, mümessilin hilesini temsil<br />

olunana karşı ileri sürerek akdi feshetmek salâhiyetini haizdir (57).<br />

Yine, diğer âkit tarafın üçüncü şahsın hilesine maruz kalarak, mümessil<br />

ile yaptığı akid lüzum ifade eder, ancak, mümessil üçüncü<br />

şahıs tarafından yapılan hileye vâkıf bulunur veya vâkıf olması lâzım<br />

gelirse o akid mümessil ile mukavele yapan taraf hakkında<br />

hüküm ifade etmez (B. K. m. 28 f. 2).<br />

Buna mukabil, mümessil ile mukavele yapan diğer taraf,<br />

temsil olunanın hilesine maruz kalarak mukavele akdetmiş ise<br />

o akid ile ilzam olunacak mıdiT ? Burada iki ihtimal düşünülebilir:<br />

a) Temsil olunan kimsenin hilesinden mümessil haberdar olmuştur.<br />

Bu takdirde, o akit diğer tarafı ilzam etmez, b) Temsil olunanın<br />

hilesine mümessil vâkıf olmamış veya olması da lâzım gelmemiş*<br />

(56) Droin,, s. 90 - 91<br />

(57) von Tuhr, s. 816<br />

147


tir. Temsil olunanın hilesi neticesi mümessil ile bir akit yapan<br />

kimse bu akitle bağlı kalacak mıdır? Böyle bir ihtimal dahilinde<br />

diğer âkid tarafın, temsil olunandan sadece B. K. m. 41 e<br />

istinaden bir tazminat talep edebilmesine mukabil, akdi feshedememesi<br />

hakkaniyete uygun değildir. Pestalozzi (58) böyle biri halde<br />

diğer tarafın B. K. m. 24 - 4 e istinaden akti feshedebileceği kanaatindedir.<br />

Droin (59), haklı olarak Pestalozzi'nin bu görüşünü tenkit<br />

etmektedir. Böyle bir durum, B. K. m. 24-4 ün tatbik sahası<br />

içerisine girmez. Droin'e göre, bu gibi ahvalde B. K. m. 28 i geniş<br />

tefsir ederek temsil olunan kimseyi üçüncü şahıs olarak değil, mümessilin<br />

muavin şahsı olarak kabul etmek lâzımdır (60). Şüphesiz<br />

Droin bu gayri tabiî hale bir hukukî çare bulmak için temsil oluna"<br />

m» mümessilin muavin şahsı olarak kabul etmektedir. Fakat, acaba<br />

hakikaten temsil olunan kimse muavin şahıs mıdır ? Temsil olunanın<br />

durumu biraz daha yakından tetkik edilirse, Droin'in fikri<br />

hilâfına, onun mümessilin muavin şahsı olmadığı kolaylıkla müşahede<br />

edilebilir. Filhakika, mümessilin yaptığı muamelenin bütün<br />

alacak ve borçları doğrudan doğruya temsil olunana terettüp etmektedir.<br />

Şu halde, temsil olunan kimse B. K. m. 28 f. 2 nin ruh<br />

ve maksadına göre akit'de bir üçüncü şahıs değildir. Esasen şunu<br />

da itiraf etmek lâzımdır ki, temsil suretiyle akdedilen akdin münhasıran<br />

mümessil tarafından yapıldığı fikrine istinat eden Reprasentationsiheorie<br />

bu noktada zayıf kalmaktadır. Şu hal sarahaten göstermektedir<br />

ki temsil olunan kimse akde nazaran üçüncü şahıs değildir.<br />

Mümessilin ikrah altında yaptığı akid temsil olunanı ilzam ejtmiyeceği<br />

gibi, . diğer tarafın, da. miiıripssiliTi vfya üçüncü şalısın<br />

ikrahı altında mümessille yaptığı akid fpşhftrflİAhîljt (B. K. m.<br />

29). Şu halele ikrah halinde durum hileden, farktır, tkrah kimin|<br />

tarafın3an_ yapıhrşa^yapılsrn (temsil 'olunan tarafından da yapılmış<br />

olabilir) ve mümessil bunu bilsin ^ ft y a 'hifan^n, alrid, diğer tarafı<br />

(58) Pestalozzi, s. 88-90<br />

(59) Droin, s. 88<br />

(60) İsviçre Federal Mahkemesi (RO 63 II 77 - JdT 1937, s. 404) muavin<br />

şahısların yaptığı mukaveleyi taraflar arasında akdedilmiş<br />

bir mukavele olarak kabul ettiğine göre muavin şahsın<br />

hilesi, âkid taraflardan birisinin yaptığı hile hükmündedir.<br />

148


İlzam etmez. Ancak mümessil üçüncü şahsın yaptığı ikrahı biliyor<br />

veya bilecek vaziyette idiyse, diğer taraf akdi feshedebilmekle<br />

beraber temsil olunana hakkaniyet iktiza ettiği takdirde bir tazminat<br />

vermeye mecburdur (B. K. m. 29 f. 2). Kanaatımızca buTada<br />

da tazminat için sadece mümessilin değil, temsil olunan kimsenin<br />

de ikraha vâkıf olmamış ve vâkıf olması icab etmemiş olması lâzımdır.<br />

Temsil olunan kimse, mümessilin hileye duçar olduğunu veya<br />

ikrah altında muameleyi yapmış olduğunu bilmiş olmasına rağmen,<br />

temsil suretiyle aktedilen mukaveleye B. K. m. 31 f. 1 mucibince<br />

icazet vermişse bu durum temsil olunanın zarar ve ziyan talebinden<br />

feragat etmiş olduğunu istilzam etmez.<br />

Miînriflssffin hatat*n. hileyle veya ikrah altında yaptığı mukavele<br />

temsil olunan kimse tarafından feshedilebilmek için mehil ne<br />

zamandan başlar? B. K. m. 31 e göre bir senelik mehil hata veya<br />

hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihf-gn itibaren r^.<br />

reyan eder. Reprasentationstheorie mucibince akdi yapan mümessil<br />

olduğuna göre, onun hata veya hileye ittilaı esastır. Ancak temsil<br />

olunan da hata veya hileye mümessilden evvel vâkıf olmuşsa bir<br />

senelik müddetin, temsil olunan tarafından ittila tarihinden itibaren<br />

cereyan etmesi lâzım gelir (61).<br />

Müşterek temsilde, yani temsil olunanın müteaddit mümessiller<br />

tarafından temsil olunması halinde, irade fesadı akdi icra eden<br />

mümessilin şahsına göre tâyin olunur. Ancak müteaddit mümessil"<br />

ler birlikte hareket etmişlerse, bunlardan bir tanesinin iradesinin<br />

fesada uğramış olması sebebiyle temsil olunan kimse o akid ile ilzam<br />

olmaz.<br />

§2. Mümessilin hüsnüniyeti<br />

I. Menkullerin iktisabında mümessilin hüsnüniyeti<br />

^Kanunen mülkiyetin jfrh'sahı veya frjr hakkın doğumu için<br />

hüsnüniyet şart kılınan hallerdo (M. K. m. 3) onun mevcut olup.<br />

(61) Kars. Alman Hukukunda Planck - Flad, M ad. 166 No. 1 a.<br />

149


olmadığı mümessilin şahsına göre tâyin edilir. Meselâ, menkul<br />

malların iktisabında M. K. m. 901 e göre, «bir menkulün, emin<br />

sıfatı ile zilyedi olan kimseden hüsnüniyetle mülkiyeti veya aynî<br />

herhangi bir hakkı iktisap olunursa, o kimsede bu tasarrufları icra<br />

mezuniyeti olmasa bile, iktisap muteber addolunur.» M. K. m* 687<br />

ye göre bir kimse bir menkulü hüsnüniyetle ve malik olmak üzere<br />

tesellüm ettikte mülkiyetini iktisap etmiş olur. Velev İd intikali yapan<br />

kimse o menkulün sahibi olmasın.<br />

Bu madde hükmüne göre hüsnüniyet, mülkiyeti devreden kimsenin<br />

o şey üzerinde zilyet bulunması esasına istinat eder (62).<br />

M. K. m. 901 de vaz'edilen menkullerin iktisabında hüsnüniyetin<br />

himayesi prensibi menkul rehni hakkında da caridir (M. K. m.<br />

853 cümle 2) (63). işte mümessil bir menkulü iktisap ederken<br />

suiniyetli ise, temsil olunan hüsnüniyetli olsa dahi, mümessilin iktisabı<br />

muteber olmadığından temsil suretiyle o şeyin mülkiyeti temsil<br />

olunana intikal etmez. Filhakika, mümessilin suiniyetle iktisap<br />

ettiği şeyi temsil olunana teslim etmesi mülkiyetin intikalini istihdaf<br />

ermediğinden, M. K. m. 687 nin tatbik sahasına girmez. Böyle<br />

bir halde diğer taraf temsil olunana karşı mümessilin suiniyet-<br />

• li olduğunu ileri sürerek (64) şey elinde ise istihkak dâvası ikame<br />

edebilir. Suiniyetle iktisap olunan eşya misliyattan olan şeylerden<br />

ise veya aynen mümessiilin mamelekinde mevcut bulunmuyorsa B. K.<br />

m, 61 ve müteakip maddelere göre sebepsiz iktisab dâvası ikame<br />

edilebilir. Buna mukabil, mümessil hüsnüniyetle şeyi iktisap etmiş<br />

olmakla beraber, temsil olunan, durumu biliyor veya bilmesi lâzım<br />

geliyorsa (suiniyetli ise) o şeyin mülkiyetini mümessilin hüsnüni"<br />

yetli olmasına istinaden iktisap edebilecek midir ? Doktrinde kabul<br />

edildiğine göre, A. M. K. m. 166 f. 2 de derpiş edilen hal suretine<br />

paralel olarak temsil olunan kimse, mümessile şeyin iktisabında<br />

şu veya bu şekilde talimat vererek, akdin yapılmasına dolayısiyle<br />

iştirak etmfişse, mümessilin hüsnüniyetli olması mülkiyetin<br />

ona intikal etmesi için kâfi bir sebep teşkil etmez (65). Kanaatı-<br />

(62) von Tuhr, s. 158, Not. 58<br />

(63) Oftinger, Mad. 899, No. 109<br />

(64) RO 26 II 468; 37 II 130; 56 II 101; Beguelifı, FJS 283» s. 6<br />

(65) von Tuhr, s. 315; Arsebük, s. 319; Belgesay, s. 129. No. 118<br />

150


mızca Türk - isviçre Hukukunda Müller Freienf els'in (66) Alman hukukunda,<br />

A. M. K. 166 f. 2 nin mevcudiyetine rağmen, teklif ettiği<br />

hal suretinin kabul edilmesi doğru olur. Buna göre, temsil olunanın<br />

suiniyetli olması halinde, mümessile verilen hususî talimat<br />

mefhumunu geniş manada tefsir ederek mümessilin hüsnüniyetinin<br />

himaye edilip edilmemesine karar vermek icap eder. Temsil oluna"<br />

nın suiniyeti herhalde iktisaba mani olmalıdır. Binaenaleyh M. K.<br />

m. 687 f. 2 de bir menkulü iktisap için esas olan hüsnüniyet, sadece<br />

mümessilin değil onunla birlikte temsil olunanın da hüsnüniyet<br />

tidir. Aksi takdirde temsil edilenin suiniyeti mümessilin hüsnüniyeti<br />

arkasında himaye edilmiş olacaktır (67). Neticede temsil olunan<br />

hüsnüniyetli değilse, mümessilin hüsnüniyetle iktisap ettiği<br />

şeyi iadeye mecbur olduğu gibi, haksız alıkoymuş olmasından mütevellit<br />

zararları, elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği semereleri<br />

tazmin ile mükelleftir (M. K. m. 904 ve 908).<br />

Yukarda izah edilen hususlar, B. K. m. 18 f. 2 de aranılan hüsnüniyet<br />

için de caizdir. Filhakika, mümessil hüsnüniyetle muvazaalı<br />

bir alacağı temellük ettiği hallerde temsil' olunan borçludan tediye<br />

talebinde bulunursa, borçlu mümessilin hüsnüniyeti sebebiyle<br />

temsil olunana karşı muvazaa itirasmda bulunamıyacaktır. Ancak<br />

temsil olunan suiniyetli, yani alacağın bir muvazaadan ibaret ol"<br />

duğunu biliyor ve bilmesi icap ediyor ise, mümessilin alacağı ter<br />

mellük etmesine iştiraki nazarı itibara alınarak meselenin hâkimin<br />

takdir hakkına göre haledilmesi icap eder.<br />

Müşterek temsilde^ mümessillerin birlikte hareket etmeleri halinde*""^<br />

bunlardan bir tanesinin suiniyetli olması iktisaba mani<br />

ulur (68).. •. ~~ \ .-;<br />

II. Satış akdinde mümessilin ayıba karşı tekeffülü<br />

Bir alım satım akdinde, satım zamanında alıcının mümessili satılan<br />

şeyin ayıplı olduğunu bildiği veya bilmesi icap ettiği hallerde,<br />

satıcı. mtı laTMTl a jnptp" sal im olmasını mütekeffil olmaz (B. K.<br />

(66) Müller - Freienfels, s. 397<br />

(67) Kars. Schwarz, s.. 386; Beguelin, FJS 283, s. 6<br />

(68) Belgesay, s. 128, No. 118; Oser - Schönenberger, Mad. 32, No.<br />

82; Staudinger - Coing, Mad. 166, No. 4; RGZ 53, 231; 78, 354;<br />

134,36<br />

151


m. 197). Keza, Mümessil, satış akdinin in'ikadı zamanında zabıt tehlikesinden<br />

haberdar idiyse, saücı zabıta karşı yalnız tahsisen iltizam<br />

ettiği kefalet sebebiyle mesUıl ve zâmin olur (B. K. m. 189 f. 2).<br />

Satılanın ayıplı olması halinde temsil olunan ancak mümessilin<br />

ayıbı bilmediği hallerde B. K. m. 402 ye istinaden satımın feshini<br />

veya semenin tenzilini dâva edebilir (69). Buna mukabil, mümessil<br />

ayıbı bildiği veya bilmesi icap ettiği hallerde temsil olunan<br />

kimse satış akdinin feshi veya semenin tenzili cihetine gidemez. Zira,<br />

satıcı hiç bir zaman alıcıyı temsil eden kimsenin ihmal, bilgisizlik<br />

veya dikkatsizliğinin neticelerine katlanmaya mecbur değildir.<br />

Mümessilin iyi seçilmemesinin neticelerine temsil olunan katlanmalıdır.<br />

Olsa olsa temsil olunan kimse, mümessilden zarann tazminini<br />

taleb edebilir.<br />

Buna mukabil, mümessil satılanın ayıplı olduğunu bilmediği<br />

halde, temsil olunan kimse biliyor veya bilmesi icap ediyorsa» ayıp<br />

ileri sürülerek satışın feshi veya semenin tenzüi talep edilebilir mi ?<br />

Bu suale Schlossmann (70) ile birlikte menfî cevap vennenin doğru<br />

olacağı kanaatmdayız. Filhakika temsil olunan ayıbı bildiğine göre<br />

mümessilini ayıbın mevcudiyetinden haberdar etmesi icab eder.<br />

Binaenaleyh ayıbı bilen temsil olunan kime, satış akdinin inikadından<br />

sonra bu ayıp sebebiyle akdin feshini veya semenin tenzili"<br />

ni isteyememesi icab eder.<br />

M. K. m. 887 mucibince bir sev üzerinde fiilen tasarruf sahibi<br />

olan kimse__o şeyin- arilypdidirı •<br />

Zilyetlik mefhum olarak aynî haklar sahasına dahil olmakla be'<br />

raber umumiyetle kabul edildiğine göre (71), mülkiyet ve-<br />

(69) Alman hukukunda aynı netice için Bk., Ennecceras - Nipperdey,<br />

§ 182, 1 b, s. 1118; Hupka, s. 54<br />

(70) Schlossmann, C. II, s. 409<br />

(71) Türk hukukunda züyetliğin bir hak olarak tavsif edilip edümiyeceği<br />

meselesi üzerindeki münakaşalar için Bk. Saymen-<br />

Elbir, s. 28; Temyiz Mahkememiz 1946 tarihinde verdiği bir kararda<br />

züyetliği bir aynî hak olarak kabul etmektedir. Temyiz<br />

İçtihadı Birleştirme Kararlan Hukuk Kısmı 1930-1947, s.<br />

246 - 247, 9.10.1946, No. 12<br />

152


veya irtifak gibi bir hak olmayıp bir maddî vakıadır. Böylece mülkiyet<br />

hakkı, sahibine şey üzerinde hakka müstenit bir hâkimiyet<br />

bahşederken, zilyetlik şey üzerindeki bir fiilî veva maddî hâkimiyete<br />

istinat eder. Binaenaleyh, zilyetlik, zilyede, o şey üzerinde bir<br />

hakkı olup olmadığı araştınlmaksızın maddeten müessir olabilmek<br />

iktidarına bahseder.<br />

Zilyetliğin üç unsuru vardır: a) Fjjlî hâkimiyet. Zilyetlikten<br />

bahsedebilmek için ş&y üV.prinr^pkî fjjlj hâkimiyetin dp.vaımJ.ı y£ saî>jt|<br />

bir münasebet olması lâzımdır. Maddî bir münasebetin zilyetlik mahiyeti<br />

aızedip etmediği gündelik hayat tecrübelerine göre tâyin<br />

edilir, b) Görünüş. Zilyetlik harice karşı meydana getirilmiş olan<br />

bir görünüşe istinat eder, c) irade. Zilyetlikte irade, üzerinde<br />

uzun zaman münakaşa edilmiş olar bir meseledir. Doktrinde ittifak<br />

edilen yegâne nokta, bugün, Roma hukukundaki zilyet olmak<br />

iradesinin, cmimus possidendi, veya malik olmak iradesinin, omrruus<br />

domini, aranmıyacağı hususudur. Bu nokta üzerinde doktrinde<br />

iki görüş tarzı mevcuttur. Subjektivist nazariye denilen birinci görüşe<br />

göre (72), zilyetlik, zilyedin o şey üzerinde fiilî tasarrufta bu*<br />

lunma iradesine istinat eder. Fakat bu irade fiilî hâkimiyetten ayrı<br />

olmayıp, onun zarurî bir unsuru, tâbiri caizse mütemmim bİT cüz'üdür.<br />

Buna mukabil objektivist nazariyeye (73) göre, zilyetlik tamamen<br />

maddî 'bir vakıadır ve irade hiçbir rol oynamaz. Zilyetlik harice<br />

karşı yaratılan bir görünüşe istinat eder.<br />

Bu umumî mülâhazadan sonra, doktrinde ihtilaflı olan, temsil<br />

olunan kimsenin mümessili • vasıtası ile zilyetliği iktisap edip edemiyeceği<br />

meselesi üzerindeki muhtelif görüşlere kısaca, mevzuumuzu<br />

ilgilendirdiği nisbette temas etmek faydalı olacaktır.<br />

Tuor'a göre (74), bir kimse, bir üçüncü şahsı mümessil tâyin<br />

ederek ona şeyi teslim ettirmek suretiyle, o şey üzerinde zilyetliği<br />

iktisap grkJ^iî* Nitekim, gaipler arasında zilyetliğin naklinden<br />

bahseden M.K. m. 891 mucibince zilyetliğin nakli, bir şeyi iktisap<br />

edene veya mümessiline teslimi ile tamam olur.<br />

(72) Meselâ Tuor, s. 403; Homberger - Marti, FJS 643, s. 2; Haab-<br />

Homberger Mad. 919, No. 6 I<br />

(73) Bk. Ostertag, Mad. 919, No. 13<br />

(74) Tuor, s. 408<br />

153


Diğer bir görüşe nazaran (75), zilyetlik bir aynî hak olmayıp,<br />

bir maddi vakıadan, harice karşı meydana getirilen bîr görünüşten<br />

ibaret olduğundan, zilyetliğin iktisabında hukukî muamele ile<br />

vücuda gelen temsil münasebeti câri olmaz. Filhakika, fiili hâki"<br />

miyeb bir başkası, mümessil vasıtasıyla icra olunamaz. Binaenaleyh,<br />

mümessil diğer bir kimse namına bir mala zilyet bulunursa, bu<br />

zilyetliği, kendi iradesini temsil oluıfen kimse namına açıklamış<br />

olması vakıasına değil, münhasıran o şey üzerindeki fiilî bâkimiyetine<br />

istinat eder.<br />

Hombergere göre de (76), zilyetlik mümessile M. K. m. 890da<br />

zikredilen şeyin aynının teslimi vakıasiyle intikal etmişse, teslim<br />

tamampn maöclî veya fiil! bîr yabadan ibaret olduğundan, zilyetliği<br />

bu suretle iktisap eden kimse. B. K. m. 32 ani anımda bîr<br />

mümessil sayılamaz. M. K. m. 891, mümessile şeyin aynı teslim<br />

edilmekle, temsil olunanın doğrudan doğruya zilyetliği iktisap ettiği<br />

manasını tazammun etmez. Bu hükmün mânası, şey mümessile<br />

teslim edilir edilmez, zilyet mümessilin kendisi olmakla beraber,<br />

kanunun zilyetliğin iktisabına bağladığı hüküm ve neticelerin doğrudan<br />

doğruya temsil olunanın şahsında toplandığmı göstermekten<br />

ibarettir. Meselâ, üçüncü şahıs, temsil olunan kimseye borçlu olduğu<br />

meblâğı mümessile teslim etmekle, temsil olunan zilyetliği ik~<br />

tisap etmediği halde, borç ifa edilmiş olur ve temsil olunan kimse<br />

lehine mevcut olan alacak hakkı (Forderungsreeht) ortadan kalkar.<br />

Temsil olunan kimse, aynın teslimi suretiyle mümessilin zilyetliği<br />

iktisap etmesi vakıasına ve temsil münasebetine istisnaden zilyetliği<br />

iktisap eder. Ancak, bu görüş tarzım müdafaa eden müellifler<br />

bu kaideye iki istisna tanımaktadırlar. Diğer bîr tâbirle, iki halde<br />

temsil suretiyle zilyetliğin iktisabı mümkündür, a) M. K. m. 890,<br />

cümle 2*ye göre, «bir şeyi evvelki zilyedin nzasiyle iktisap edenin<br />

iktidarı dairesince geçmekle, zilyetliğin nakli tamam olur». Kanun<br />

bu şekilde bir iktisabın muteber olmasını iki şartın tahakkukuna<br />

bağlamıştır: iktidar dairesine sokmak ve rızalarda uygunluk, yani<br />

(75) von Tuhr, s. 286; Arsebûk, s. 463<br />

(76) Homberger-Marti, FJS 644, s. 2; Haab - Homberger, Mad. 923,<br />

No. 3 ve 4; Yine Bk. Sungurbey, İst. Bar. Der., 1957, Sayı 6,<br />

s. 340, Not 8<br />

154


her iki taraf teslim hususunda anlaşmış olmalıdırlar. Bu anlaşmaya<br />

zilyetliğin nakli mukavelesi (Besitzvertrag) denir. Haab-Homberger'in<br />

(77) kaydettiği veçhile, M. K. m. 890 cümle 2'de zikri geçen<br />

durum bir hukukî muamele olduğundan, mümessil vasıtasıyla zilyetlik<br />

mukavelesinin akdedil ebilmesi mümkündür. Temsil olunan<br />

kimse için şey üzerinde fiilî hâkimiyet icrası imkânı mevcut ise ve<br />

mümessil ile diğer taraf teslim hususunda anlaşmışlarsa, temsil olunan<br />

kimse doğrudan doğruya zilyetliği iktisap eder. Aksi halde, bizzat<br />

mümessil zilyet olur. b) Kabul edilen ikinci istisnaya göre, mümessil<br />

marifetiyle zilyetliğin iktisabı, mâlikin temyiz kudretini haiz<br />

olmadığı hallerde de mümkündür (78).<br />

§4. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması.<br />

Mümessil tarafından, yapılan faaliyetin normal sahası bir diğer<br />

kimse ile temsil olunan hesabına bir hukuki muamele yapmaktır.<br />

Acaba, mümessil icrasına memur olduğu muameleyi kendisi île yapabilir<br />

nü ? Meselâ mümessil temsil olunan namına bir inalın satışı<br />

için kendi kendisine icapta bulunarak bu icabı şahsı namına kabul<br />

edebilir mi ? Keza, A, bir evini kiralamak üzere M ye salâhiyet<br />

vermiş ise M bu kira mukavelesini mümessil sıfatı ile A namına<br />

ve asil sıfatiyle de kendi namına akdedebilir mi ? işte, bu mesele<br />

doktrinin uzun zamandan beri meşgul olduğu, mümessilin kendi<br />

kendisiyle mukavele yapıp yapamıyacağı meselesidir (Selbstkontrahieren<br />

- contracter en soi - meme).<br />

Satış ve kira akitleri için verdiğimiz misallere ilâve olarak,<br />

trampa ve hibe için de selbstkontrdhieren kolaylıkla tasavvur edilebilir.<br />

Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasına çok benzeyen<br />

fakat ondan farklı olan diğer bir hal fje çifte temsil (Doppelveıtretung<br />

- Döuble representation) denilen müessesedir. Meselâ, vasıtalı<br />

temsilde mutavassıt şahıs hem satıcının ve hem de alıcının<br />

(77) Haab - Homberger, Mad. 923, No. 6; Yine Bk. Saymen - Elbir,<br />

Eşya Hukuku, s. 56<br />

(78) Haab - Homberger, Mad. 923„ No. 7<br />

155


mamesiiilidiı. Böyle bir halde, evvelkinin aksine, mümessil mallan<br />

kendi şahsı için değil, yine kendisinin temsil ettiği başka bir şahıs<br />

hesabına almaktadır.<br />

1. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının hukukî<br />

mahiyeti<br />

Eskiden beri doktrinde mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapmasının hukuk tekniği bakımından mümkün olduğu kabul edilmektedir<br />

(79). Buna mukabil bu müessesenin hukuki mahiyeti<br />

hakkında muhtelif görüşler ileri sürülmüştür.<br />

1. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının hukukî<br />

mâhiyeti bir mukaveledir.<br />

Bir çok hukukçular mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının<br />

hukuki mahiyetini bir akit olarak tavsif etmişlerdir (80).<br />

Von Tuhr'a göre (81) bu fikre mümessilin yalnız kendi iradesini<br />

kullanması sebebiyle itiraz edilebilirse de, B. K. m. 1 bir mukavele<br />

zımnında beyan edilmiş iki iradeye lüzum gösterir. Mümessilin<br />

kendi kendisiyle mukavele yapmasında da bir değil, biri bizzat mümessil<br />

tarafından kendi namına, diğeri temsil ettiği kimse namma<br />

olmak üzere iki irade tezahür etmektedir.<br />

Portmann (82), isviçre Borçlar Kanununda mukavelenin bİT<br />

tarifinin yapılmadığına işaret ettikten sonra, akdin in'ikat şartlarını<br />

tâyin eden B. K. m. 1 i inceleyerek bu müessesenin bir mukavele<br />

mahiyeti taşıdığım ileri sürmektedir.<br />

2. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının hukuki<br />

mahiyeti tek taraflı bir hukukî muameledİL.<br />

Rümelin (83), mümessilin kendi kendisiyle muamele yapmasını<br />

tek taraflı hukukî muamele olarak tavsif etmiştir. Bu müellife<br />

(79) Fazla tafsilât için Bk. Esener, A. H. F. M. 1957 sayı. 1 -4, s. 74<br />

I ve mütea.<br />

(80) Meselâ, Guhl, s. 109; Oser - Schönenberger, Mad. 33, No. 12;<br />

Velidedeoğlu - Kaynar, s. 73<br />

(81) von Tuhr, s. 295, Not 51; Arsebük, s. 479, Not. 103<br />

(82) Portmann, s. 25; yine Bk. Saymen, makale, s. 1089<br />

(83) Rümelin, Selbstkontrahieren, s. 18<br />

156


göre seîbstkontrahieren bİT kişinin iradesi neticesi meydana geldiğinden<br />

bunu bir mukavele mahiyetinde telâkki etmeye imkân yoktur.<br />

Bu görüş tarzı akit nazariyesi taraftarlarınca tenkit edilmektedir.<br />

Zira tek taraflı bir hukukî muamele sadece bir kişinin iradesini<br />

beyan etmesi neticesi meydana geldiği halde seîbstkontrahieren<br />

de mümessil bir defa temsil ettiği kimse namına ve bir defa da<br />

kendi namına olmak üzere iki ayrı irade beyanında bulunmaktadır.<br />

Keicher (84) bu tenkidi nazarı itibara alarak icap nazariyesini<br />

(Offertentheorie) ileri sürmüştür. Müvekkil A, mümessilini eşyalarım<br />

belirli şartlar altında muayyen bir fiyata satmak hususunda<br />

salahiyetli kılmaktadır. Böyle bir halde, temsil olunan A, mümessile<br />

bu eşyayı kendisi için alabilmek salâhiyetini de bahşetmiş olmaktadır<br />

ki bu A nın mümessile yaptığı icaptan başka bir şey değildir.<br />

Filhakika, satmak hususunda müsaade ile icap arasında maddi<br />

bakımdan hiç bir fark yoktur. Zira, müvekkilde bir satış iradesi<br />

mevcuttur ve mukavelenin esaslı noktalan tesbit edilmiştir. Bir mukavele<br />

ise icabın uygun olarak yapılan kabulü neticesinde meyda-<br />

.na gelmektedir; Alelade bir mukavelenin in'ikadı ile seîbstkontrahieren<br />

arasındaki fark ise mukavelenin artık müvekkil tarafından<br />

değil, fakat mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasmda tezahür<br />

eder. Böylece, vekâletname mümessile kendi kendisiyle mukavele<br />

yapması hususunda sarahaten müsaade . veriyorsa hiçbir<br />

müşkülât yoktur. Fakat, mümessile kendi kendisiyle mukavele yapması<br />

hususunda zımni bir müsaade verilmiş ise vaziyet farklıdır.<br />

Keicher bu takdirde Offertentheorie'nm ancak bir fiksiyon ile izah<br />

edilebileceğini kabul etmektedir: icap nazariyesi böyle bir halde<br />

temsil olunanın rızasını müsaade (Gestartung) şeklinde değil belki<br />

tasvip (Genehmigung) şeklinde verdiğini farzeder. Şu hale göre,<br />

mümessil müvekkil namına bir icapta bulunmakta ve bu icap, evvelden,<br />

müvekkil tarafından tasvip edilmektedir. Böylece müvekkilin<br />

tasvip şeklindeki beyanı, ister zımnen verilmiş olsun isterse<br />

verilmiş farzolunsun, bir kabul olarak telâkki edilebilir, işte mukavele<br />

mümessilin icabı veya kabulü ile tekemmül eder.<br />

(84) Keicher,, s. 86 - 97<br />

157


Keicher tarafından müdafaa edilen «Offertentheorie» nin de<br />

mahzuru bir fiksiyona istinat ettirilmiş olmasındadır. Bundan başka,<br />

müvekkilin bahşettiği temsil salâhiyetine istinat etmeyen kanunî<br />

temsilde bu hal tarzı izah edilemez.<br />

İrade nazariyesi taraftarlarından olan Gilliard'a göre (85), bir<br />

akit hernekadar irade beyanlarının uygunluğu neticesi meydana<br />

gelirse de, kanun, tarafların derunî iradeleri arasındaki mutabakat<br />

hususunda bir karine kabul eder. Hiall'buîki, selbstkontrahieren'de<br />

mümessil tek başına hareket ettiği için iradeler arasında bir mutabakat<br />

bahis mevzuu olamaz. Mümessilin kendi kendisiyle muamele<br />

yapması tek taraflı hukuki muamelelere çok yaklaşır ve bir inşaî<br />

hakkın kullanılmasından başka bir şey değildir. Gilliard, von Tuhr<br />

ve Portmann tarafından ileri sürülen, mümessilin bir defa kendi namına<br />

bir defa da müvekkili namıma olmak üzere üki ayrı irade beyanında<br />

bulunduğu fikrine de itiraz etmekte ve mümessilin evvelâ<br />

icap ve sonra kabul beyanında bulunmaksızın sadece iradesini bir<br />

defa beyan ettiğini ileri sürmektedir. Gilliard, selbstkontrahieren''m<br />

tek bir hukukî Saha içerisinde iki hak süjesi arasında yapılan tek<br />

taraflı bir hukuki muamele olduğunu beyan etmek suretiyle Rümelin'in<br />

fikrine iştirak etmektedir.<br />

II. Mevzuatta mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması<br />

1. A. M. K. m. 18 mucibince


•<br />

tedir. Temsil olunanı himaye maksadiyle vaz edilmiş olan bu hüküm<br />

ile Alman medeni kanunu temsil salâhiyetine ve dolayısiyle<br />

hukuki muamele yapabilmek kudretine bir tahdit vaz etmektedir.<br />

Kanun vazıı mümessilin kendisiyle yapacağı muamelelerin temsil<br />

olunanın menfaatlerini ihlâl edeceği noktasından hareket etmiştir.<br />

A. M. K. m. 181 in vaz eylediği memnuiyet kaidesi yalnız borç<br />

doğuran mukavelelere değil, aynî haklara ve aile hukukuna müteallik<br />

akitlere ve muhataba vusulü iktiza eden beyanlara da şamildir<br />

(86). Binaenaleyh, mümessilin kendi kendisine bâr şeyi teslim<br />

etmesi o şeyin mülkiyetini kendisine intikal ettirmez. Mümessilin<br />

kendi kendisiyle bir mukaveleyi feshi ihbar etmesi hüküm ve<br />

netice meydana getirmez. Keza Mümessil temsil olunandaki bir alacağına<br />

karşılık olarak onun bir gayrimenkulu üzerinde kendi lehi-<br />

.ne bir ipotek tesis edemez.<br />

Memnuiyet kaidesini vaz eden 181 inci maddenin müeyyidesinin<br />

mutlak butlan olduğu doktrin ve mahkeme içtihatları tarafından<br />

kabul edilmişti (87). Fakat modern Alman doktrin ve içtihatlarında<br />

hâkim olan fikre göre 181 inci madde salâhiyetsiz temsil<br />

gibi telâkki olunmalıdır (88). A. M. K. m. 177 ye göre bir kimsenin<br />

temsil salâhiyeti olmadan bir başkası namına akdettiği muamelenin<br />

temsil olunan bakımından hüküm ve muteberiyeti temsil olunanın<br />

tasvibine bağlıdır. Şu halde, bu telâkkiye göre mümessilin<br />

kendi kendine yaptığı ve bidayette muteber olmayan muamele temsil<br />

olunan tarafından icazet verilmek suretiyle muteber hale getirilebilir<br />

(89) (90).<br />

A. M. K. m. 1(1, vaz eylediği memnuiyet kaidesini tahfif etmek<br />

maksadıyla bazı istisnalar derpiş etmektedir.<br />

(86) RGZ 89 s. 367. Yine bk. von Tuhr, allg. Teil s. 364<br />

(87) RGZ, 51, S. 98<br />

(88) Palandt, Mad. 180 No. 3, staudinger ~ Coing Mad. 181 No. 17<br />

(89) Palandt, Mad. 180 No. 3; von Tuhr, allg, Teil s. 366; Lange, s.<br />

291<br />

(90) Alman Temyiz Mahkemesi mümessilin kendi kendisiyle yaptığı<br />

mukavelenin temsil olunan tarafından tasvip edilebileceğine<br />

karar vermiştir RGZ 71, 162<br />

15?


a) Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması için temsil<br />

olunan izin vermis.se.<br />

Filhakika, A. M. K. m. 181 e göre temsil olunan mümessile bu<br />

yolda bir salâhiyet verirse seîbstkontrahieren muteber olur.<br />

Mamafih, bazı hallerde temsil olunanın böyle bir izin ve salâhiyet<br />

vermesi mümkün değildir. Meselâ, Alman Temyiz Mahkemesinin<br />

de beyan ettiği gibi vesayet makamı böyle bir izin vermeye<br />

yetkili değildir (91). Keza, tek şahıs şirketlerinde (Emmamv<br />

geselschaft) vaziyet aynidir. Ayrı ayrı her bir muamele için izin<br />

verilmesine lüzum olmayıp, temsil olunan tarafından mümessile<br />

kendi kendisiyle mukavele yapabilmesi için umumi mahiyette bir<br />

iznin bahşedilmiş olması kâfidir. Bu izin herhangi bir şekle tâbi<br />

değildir. Meselâ, bir umumi heyet toplantısında karar şeklinde alınabilir<br />

(92). Buna mukabil, muayyen bir muamele için hususî bir<br />

izin verilirse Alman Yüksek Mahkemesine göre bu bir icap mahiyetindedir<br />

ve icabın muteber olabilmesi için kanunen aranılan şekle<br />

riayet edilmesi icap eder (93) A. M. K. m. 181 objektif bir unsuru,<br />

temsil edilen kimsenin verdiği izni, ihtiva ettiğinden bir izne<br />

ihtiyaç olup mümessilin hüsnüniyeti bu bakımdan bir rol oynamaz.<br />

Alman Temyiz Mahkemesi mümessilin hüsnüniyetli olması halinde<br />

bile kendi kendine yaptığı muameleler ile temsil olunanın ilzam<br />

olunamıyacağına karar vermiştir. Binaenaleyh, temsil edilen muameleyi<br />

tasvip edip etmemekte serbesttir (94). Alman doktrin ve<br />

mahkeme içtihatlarında umumiyetle kabul edildiğine göre temsil<br />

olunanın sarih bir izin veya icazetine lüzum yoktur (96).<br />

b) Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması bir Kn^cun<br />

ifasını teşkil ediyorsa. '<br />

A. M. K. m. 181, mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının<br />

bir borcun ifasını teşkil ettiği hallerde selbstkontrahieren'e<br />

müsaade etmektedir. Mümessilin kendi kendisine bir şeyin mülki-<br />

(91) RGZ, 71, 43<br />

(92) RGZ, 34, 159; Gilliard, s. 143<br />

(93) RGZ, 87 No. 56, s. 246; Gilliard, s. 144<br />

(94) RGZ, 110, 214<br />

(95) Staudinger - Coing Mad. 181 No. 19 f; RGZ 99, 208<br />

160


yetini nakletmesi dahi muteberdir. Ancak, kendi kendisiyle mukavele<br />

yapan kimsenin mülkiyetin nakli hususunda iradesini izhar etmesi<br />

ve mülkiyetin nakli suretiyle bir borcun ifası mevzubahis olmalıdır.<br />

Mümessil kendi kendisiyle yapacağı bir muamele ile temsil<br />

olunandaki muaccel olan bir alacak veya borcu takas veya mahsup<br />

edebilir. Fakat temsil olunan aleyhine defi hakkını kullanmaktan<br />

vaz geçemez ve münazaalı olan bir borcu ifa edemez. Buna<br />

mukabil, müeccel borçlarda ise bir tefrik yapmak icap eder. Vâde<br />

münhasıran mümessilin lehine ise mümessilin bu vâdeden vazgeçebilmesini<br />

kabul etmek lâzımdır. Vâde temsil olunanın lehine ise<br />

kendi kendine ifanın muteber olmaması lâzımdır. Zira, mümessilin<br />

temsil ettiği kimseyi vâdenin temin ettiği menfaatlerden mahrum<br />

edememesi icap eder (96).<br />

Görüldüğü üzere, A. M. K. m. 181, bu bakımdan, borcun ifası<br />

sahasında edalar arasındaki mübadeleyi basitleştirmek ve çabuklaştırmak<br />

suretiyle hakiki bir hizmet görmektedir.<br />

c) Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasına kanun<br />

tarafından müsaade edilmişse.<br />

Alman Medeni Kanununda mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapmasına müsaade eden müteaddit hükümler mevcuttur. Meselâ,<br />

A. M. K. m. 456 ya göre icra vasıtasiyle yapılan satışlarda vekâleten<br />

satışı idare eden şahıs ve yardımcıları satılan şeyleri ne<br />

kendi namlarına ve ne de başkasının mümessili sıfatiyle satın alamazlar.<br />

Mamafih, A. M. K. m. 457 ye istinaden borçlu, alacaklı ve<br />

malik gibi alâkalıların icazetiyle böyle bir satış muteber olur.<br />

2. Fransız hukukunda mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapmasını tanzim eden A. M. K. m. 181 e benzer bir hüküm mevcut<br />

değildir. Böyle bir hükmün mevcut olmaması karşısında Fransız<br />

doktrini bu müesseseyi etraflıca tetkik etmiş, böylece &elbstkontmhieren<br />

müessesesi Fransız hukukunda nisbeten yeni bir tabir<br />

olan (le contrat avec soi-meme) adı altında ortaya atılmıştır.<br />

Fransız doktrini umumiyetle, mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapabilmesinin hukuk tekniği halkımandan mümkün olduğunu<br />

kabul etmekle beraber mümessil üe müvekkil arasında bir<br />

(96) Portmann, s. 65; Gilliard, s. 136<br />

161


menfaat ihtilâfı bulunduğu hallerde bu müesseve cevaz verilemiyeceğini<br />

beyan etmiştir. Planiol - Ripert - Boulanger'ye göre (97),<br />

temsil münasebetine istinaden bir kimsenin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapması mümessillerin kendi menfaatini müvekkilin menfaatine<br />

tercih edeceği hallerde pek tehlikeli olur. Buna mukabil,<br />

Demogue (98), Selbsthmtrahierertm arz ettiği pratik fayda ve<br />

kolaylıklar dolayısiyle, tehlikenin Önlenmesi şartıyla, Fransız doktrini<br />

ve Jurisprudence tarafından kabul edildiğini kaydetmektedir.<br />

De Page da «Selbstkonrahieren» in ahlâk ve adaba ve bizatihi hukuka<br />

aykırı bir müessese olmayıp sadece müvekkil için- tehlike arz<br />

ettiğini beyan etmektedir (99).<br />

Vekâlet akdinde yer alan Fr. M. K. m. 1596 ya göre «butlan ile<br />

müeyyet olmak üzere, vasiler vesayeti ile mükellef olduklan kimselerin<br />

mallan, vekiller satmak için vekâlet aldıklan kimselerin mallan,<br />

âmme müesseselerinin idarecileri ihtimamlanna bırakılmış olan<br />

mallan, âmme memurlan âmmenin mallan hakkında icra edilen<br />

alenî müzayedeye ne doğrudan doğruya ve ne de mutavassıt şahıs<br />

marifetiyle iştirak edemezler» (100).<br />

Ancak Fransız Temyiz Mahkemesinin de kabul ettiği veçhile,<br />

1596 inci madde yalnız sataş için vekâlete kabili tatbik olup diğer<br />

hususlardaki vekâlete tatbik olunamaz. Böylece mümessil kendi<br />

kendisiyle bir icar, istisna, vedia akdi yapabilir (101). Müelliflerin<br />

umumiyetle kabul ettiklerine göre, 1596 inci madde kıyas yoluyla<br />

sadece aleni müzayededeki satışlarda değil müvekkil için daha tehlikeli<br />

olan müzayedesiz satışlarda da tatbik edilir (102).<br />

Vekil, alış için vekâleti haiz ise acaba kendi malım satabilirini<br />

? Doktrinde bu suale umumiyetle menfi cevap verilmektedir.<br />

Hülâsa 1596 mcı madde Selbstkontrahiereri"ı tamamen men etmemekte<br />

ancak satış ve alış muamelelerinde mümessilin kendi kendisiyle<br />

mukavele yapmasını yasak etmektedir.<br />

(97) Planiol - Ripert - Boulanger, c. 2, s. 47, No. 117<br />

(98) Demogue, s, 112<br />

(99) De Page, No. 448, s. 706<br />

(100) D. 1863, I. 142<br />

(101) Demogue,, s. 123<br />

(102) Demogue, s. 122<br />

162


Bu yasağın müeyyidesi ise yapılan muamelelerin butlanıdır.<br />

Ancak burada bahis mevzu olan budan, âmme intizamı mülâhazası<br />

ile vaz edilmiş bir müeyyide olmayıp sadece temsil edilen kimseyi<br />

himaye etmek gayesini istihdaf ettiğinden, muamele onun izni<br />

ile yapılabileceği gibi, yapıldıktan sonra icazeüe de muteber bir<br />

hale getirilebilir (103).<br />

3. Türk - İsviçre Borçlar Kanununda A. M. K. m. 181 e benzer<br />

bir hüküm mevcut defildir. Hernekadar B. K. m. 427 komisyoncunun<br />

bizzat alıcı veya satıcı olmasına dair bir hüküm vazetmekte<br />

ise de, bu hüküm mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapmasından farklıdır. Zira komisyoncu kendi namına alım ve satım<br />

yapmaktadır. Halbuki mümessil başkası namına hareket eder.<br />

B. K. m. 427 ye göre «borsada mukayyet veya piyasada cari fiyatı<br />

bulunan kombiyo senedatı veya diğer kıymetli evrakı ve emteayi<br />

satmaya veya satın almaya memur edilen komisyoncu, müvekkil tarafından<br />

hilâfına talimat verilmemiş ise, satın alacağı şey yerine kendi<br />

şeylerini satabilir, yahut satacağı şeyi kendisi için satın alabilin».<br />

Bu hüküm meselemize tatbik edilemediğinden M. K. m. 1 in<br />

nazarı itibara alınması icap eder. Bu maddenin ikinci cümlesine<br />

göre «hakkında kanunî bir hüküm bulunmayan meselede hâkim<br />

örf ve âdete göre, örf ve âdet dahi yoksa kendisi vazıı kanun olsaydı<br />

bu meseleye dair nasıl bir kaide vaz edecek idiyse ona göre<br />

hükmeder. Hâkim, hükümlerinde ilmî içtihatlardan ve kazai kararlardan<br />

istifade eder».<br />

Kanaatrmızca, bu maddenin tatbiki neticesi olarak, herşeyden<br />

evvel İsviçre Federal Mahkemesinin bu mevzudaki kararlarını tetkik<br />

ve tahlil etmek maksada elverişli olacaktır.<br />

Federal Mahkeme ilk defa 1913 senesinde bu mevzua temas<br />

etmiştir. Hâdise şu idi (104). Siegwart isminde bir şahıs Glashütte<br />

Horvv. A. C. isimli bir anonim şirketin müdürü idi. Şirket işleri iyi<br />

gitmediğinden, bir umumi heyet toplantısında, hissedarlar şirketin<br />

tasfiyesine karar verdiler. Fakat, Siegvvart hissedarların kararının<br />

kanuna aykırı olduğunu ileri sürerek karan imzalamaktan imtina<br />

(103) Planiol - Ripert, VI, s. 92; Gilliard, s. 152<br />

(104) RO 39 II 561<br />

163


etmiştir. Evvelce şirkete 8.000 frank borç vermiş olan Siegwart şirkete<br />

ait makineleri şirketin müdürü sıfatiyle yine kendisine sattı.<br />

Nihayet, şirketin iflâs ermesi üzerine iflâs idaresi Siegsvart tarafından<br />

yapılan tediyeleri kabul etmekle beraber onun kendi kendisine<br />

sattığı şeylerin iadesini talep etti. Fakat Siegwart'm bunu kabul<br />

etmemesi neticesinde iş mahkemeye intikal etti. Lucerne Mahkemesinin<br />

talebi kısmen kabul etmesi üzerine Siegvvart Federal Mahkemeye<br />

müracaat etti. isviçre Yüksek mahkemesi şu mülahaza ile talebi<br />

reddetti: Bu meselede kanuni bir hüküm ve örf ve âdet kaidesi<br />

mevcut olmadığından doktrin ve mahkeme içtihatlarından mülhem<br />

olmak icap eder. Alman hukukunda olduğu ^ibi İsviçre hukukunda<br />

da mümessüin_kendi kendisiyle mukavele yapmasını prensip<br />

itibariyle, temsil olunan için bir gabin tehlikeli mpvnnt olmadığı<br />

veya temsil olunanın bu yolda sarih bir izni bulunmadıkça, bâtıl<br />

addetmek icap eder. Federal Mahkemeye göre, burada mevcudiyeti<br />

iddia edilen satış hakikat halde ne bir satıştır ve ne de sadece<br />

bir borcun ifasıdır. Belki kendi kendisine ifa yerine kaim olan bir<br />

eda (dation en paiment en soi-mâme) dır. Bu ise bir borcun ifası<br />

olarak tavsif edilemez. Glashütte şirketi muameleye izin ve icazet<br />

vermemiştir.<br />

isviçre Federal Mahkemesi 1931 tarihli diğer bir kararında ise<br />

başka bir hâdise ile meşgul olmuştur (105).<br />

Rohrbach isminde bir şahıs Zürihte intişar eden bir gazeteye<br />

abone olmuştur. Bu gazeteye abone olmak Rohrbach ailesine<br />

Winterthur sigorta şirketi nezdinde kazaya karşı sigortalı olmak<br />

hakkım veriyordu. Ancak kazanın vukuu ânında gazeteye abone<br />

olmak sigorta poliçesinin şartı idi. iki mütevali abone ücreti Ödenmediği<br />

takdirde abone feshedilmiş addedilecek ve kazanın, kazaya<br />

uğrayanın ağır bir kusurundan ileri gelmiş olması halinde sigorta<br />

tazminatı tenkis edilecektir. Rohrbach tren hattı üzerinden bisikletle<br />

geçerken bir tren kazası neticesinde ölmüştür.<br />

Rohrbach ailesi gazeteye sadece abone değil aynı zamanda bu<br />

gazetenin o mmtakadaki bayii idi. Bu sıfatla mecmuayı abonelere<br />

dağıtıyorlar ve her numaranın parasını tahsil ediyorlardı. Bu<br />

(105) RO 57 II 556 - JdT 1932, s. 561<br />

164


maksatla gazete tarafından kendilerine bir de kontrol kartı verilmişti.<br />

Bu kartın üzerine abone ve mecmua numarası ile yapılan tediyeleri<br />

yazıyorlar ve her mecmua başına muayyen bir komisyon<br />

alıyorlardı. 1928 senesi baharına kadar topladıkları abone ücretlerini,<br />

• kendi abone ücretleri de dahil, muntazaman gazeteye göndermişlerdir.<br />

Ancak kazanın vukuu sırasında altı mecmua bedelini<br />

gazeteye borçlu bulunuyorlardı. Dul kalan bayan Rohrbach sigorta<br />

şirketine müracaat ile sigorta bedelini talep etmişse de şirket sigorta<br />

bedelini ödememiştir.<br />

Bern Kantonu Mahkemesi Rohrbach'm abone ücretini kendi<br />

kendisine gazetenin mümessili sıfatiyle ödediğini ve hattâ ayrı bir<br />

kutuya koyduklarını tesbit ederek mecmuanın mümessili sıfatiyle<br />

kendi kendilerine ödemede bulunduklarına ve böylece sigorta<br />

poliçesinde derpiş edilen mükellefiyetleri yerine getirdiklerine karar<br />

vermiş, ancak kazanın ağır bir ihmal neticesi husule geldiği<br />

mülâhazası ile sigorta bedelini bir miktar tenkis etmiştir.<br />

Federal Mahkeme ise mümessilin temsil edilenle arasında bir<br />

menfaat ihtilâfı bulunmadığı takdirde kendi kendisiyle mukavele<br />

yapabileceğini beyan ettikten sonra pratik bakımdan hâdisede<br />

temsil olunan için tehlike bulunduğunu tesbit etmiştir. Filhakika,<br />

temsil olunan tediyeler üzerinde doğrudan doğruya tasarruf edemiyeceği<br />

gibi tediyeler tamamen muvakkat, hayali ve gayri ciddi<br />

de olabilir. Diğer bir ifade ile mümessilin parayı geri alabilmek<br />

imkânı mevcut oldukça ödemenin muteber olmaması lâzım gelir.<br />

Esasen, isviçre Hukukunda Alman Medenî Kanununun 181 inci<br />

maddesine benzer bir hüküm mevcut olmadığı gibi hâdisede tediye<br />

sadece bir borcun ifasından ibaret olmayıp sigortanın da muteberlik<br />

şartıdır. Binaenaleyh, bu gibi hallerde tediye niyeti, antmıus<br />

solvendCnin mevcudiyeti şüphelidir. Bu sebeplere binaen Federal<br />

Mahkeme kendi kendine yapılan ödemeyi bâtıl addederek sigorta<br />

şartının tahakkuk etmediğine kaTar vermiştir.<br />

Buna mukabil yukanki hâdiseye mahiyet itibariyle benzeyen<br />

başka bir hâdisede Federal Mahkeme Selbstkontrahieren nazariyesini<br />

tatbik etmeyerek içtihadını değiştirmiştir (106). Zira, mümes-<br />

(106) RO 64 II 300<br />

165


silin kendi kendisiyle mukavele yapmasından bahsedilebilmek için<br />

bir kimsenin başkası nam ve hesabına muayyen muameleleri yapmaya<br />

salâhiyettar kılınması kâfi olmayıp, muayyen işin o kimse tarafından<br />

hakikaten mümessil sıfatiyle yapılması icap eder. Şu hale<br />

göre, bir mecmuanın bayii olması dolayısiyle mümessil durumunda<br />

olan bir kimse o mecmuaya kendisini abone kaydettirmesi halinde<br />

bunu mecmuanın mümessili sıfatiyle hareket ederek yaptığı<br />

iddia edilemez. Filhakika, o kimse mecmuaya mümessil sıfatiyle<br />

değil, asil sıfatiyle abone olmakta ve bedellerini de kendi nam ve<br />

hesabına tediye etmektedir. Bu gibi hallerde mümessilin kendi<br />

kendisiyle mukavele yapmasından bahsedilemez.<br />

Esasen, Federal Mahkemenin 1931 tarihli içtihadı doktrin tarafından<br />

da tenkit edilmiştir. Gilliard, Federal Mahkemenin mümessilin<br />

kendi kendisiyle mukavele yapmasını pek istisnai hallerde<br />

kabul eden A. M. K. m. 181 den de ileri giderek, kendi kendine<br />

yapılan ödemeleri de kabul etmediğini beyan etmiştir (107).<br />

Halbuki, bu müellife göre, Federal Mahkeme Rohrbach'ın kendine<br />

yaptığı tediyenin muvazaa veya hile sebebiyle muteber olmadığına<br />

karar verebilirdi. Çünkü Rohrbach ailesinde kendi kendilerine<br />

tediye iradesi mevcut değildi.<br />

Temyiz Mahkememiz de dâvâlının, mümessili bulunduğu bir<br />

kpllektif şirketi feshederek alacak ve mallan kendisine devir ve<br />

temlik ermesi sebebiyle açılan bir iptal dâvası münasebetiyle meselemize<br />

temas etmiştir. Temyiz Mahkememiz^ (108) «müvekkili ile<br />

vekilin menfaatlerinin tearuz ettiği hususlarda-,,v*kiliîi yaj^tığı bağıt<br />

ve muamelenin iki tarafı birden tevellL^etmesine kanunen cevaz<br />

yoktur», demek suretiyle Alman ve İsviçre. ifujgjkunda hâkim<br />

olan telâkkiye uygun hareke!..etmiştir (109).<br />

(107) Gilliard, s. 170<br />

(108) Tem. T. D. E. 944/2540, K. 1747, 12.9.1945<br />

(109) Bu kararın tahlil ve tasvibi hususunda Bk. Saymen - Elbir-<br />

Oğuzman, s. 154 - 156<br />

166


III. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasının muteberliği<br />

~~"<br />

Türk - İsviçre Borçlar Kanununda bir hüküm bulunmayışı karşısında<br />

isviçre Federal Mahkemesi müteaddit kararlarında mümessilin<br />

kendi kendisiyle mukavele yapmasının A. M. K. m. 181 de<br />

olduğu gibi prensip itibariyle hükümsüz olduğuna işaret etmiş bulunmaktadır.<br />

Federal Mahkeme ancak, yukarıda işaret ettiğimiz<br />

veçhile, mümessil ile temsil olunan arasında menfaat ihtilâfı bulunmadığı^hallerde<br />

mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmasım<br />

muteber addetmektedir<br />

Yine yukarıda zikrettiğimiz kararında Temyiz mahkememiz de<br />

mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavelenin müeyyidesinin<br />

butlan olduğu fikrine mütemayi ldir.<br />

Acaba, mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavele butlan<br />

ile malûl bir muamele midir ? Bu hususta doktrinde müellifler arasında<br />

görüş ayrılığı mevcuttur. Müelliflerin fikirlerinin kısaca hülâsası<br />

bu mesele üzerinde üç ayrı telâkkiyi orjaya koyacak ve pratik<br />

bakımdan meselenin nasıl halledilmesi hususunda rehber olacaktır.<br />

1. Bazı müelliflere nazaran mümessilin kendi kendisiyle yaptığı<br />

mukavele prensip itibariyle muteber bir muamele değildir.<br />

Von Tuhr (110) mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavelenin<br />

hukuka uygun bir muamele olduğunu kabul etmekle beraber<br />

Federal Mahkemenin bir prensip kararında zikredildiği veçhile<br />

A. M. K. m. 181 de derpiş edilen hal şekline iltihak ederek mümessilin<br />

kendi kendisiyle -mukavele yapmasının ancak vekâletnamede<br />

bu cihetin tasrih edildiği veya temsil olunan için istismar<br />

edilmek tehlikesi bulunmayan hallerde muteber bir muamele olarak<br />

kabul edilebileceğini beyan etmektedir.<br />

Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması meselesini hukumuzda<br />

etraflı bir surette tetkik eden Saymen (111) de «taraf-<br />

(110) von Tuhr, s. 295; Yine Bk. Arsebük, s. 480; Guhl, s. 109;<br />

Schwarz, s. 387; Velidedeoğlu - Kaynar, s. 73<br />

(111) Saymen, makale, s. 1113; Saymen - Elbir,, s. 307<br />

167


lar arasında menfaat zıddiyeti bulunan ve binaenaleyh tehlike arzeden<br />

hâllerde umumi kaide olarak «selbstkontrahieren» 9 e müsaade<br />

edilmemesi lâzım gelir. Fakat, tehlike önlenebilecek hallerde menfaat<br />

ihtilâfı bulunmayan hallerde bir tek şahsın akdin tarafım tevelli<br />

etmesine istisnaen müsaade edilmek icap eder» demektedir.<br />

Nihayet, Gilliard (112) da bu yaldaki bir muamelenin yasak<br />

olduğunu yazmaktadır.<br />

2. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması prensip itibariyle<br />

muteber bir muameledir.<br />

Son zamanlarda bazı müellifler, Alman Medenî Kanununun<br />

181 inci maddesinin ve Federal Mahkemenin istinat ettiği objektif<br />

bazı kıstasları bir tarafa bırakarak, kendi kendisiyle yapılan mukavelenin<br />

muteberiyetini, mümessilin hüsnüniyetine istinat ettirmek<br />

istemektedirler.<br />

Bu müelliflere göre mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavelenin<br />

hükümsüzlüğü mukavele serbestisi prensibini tahdit eden<br />

ve B. K. m. 19 ve 20 de vaz edilmiş bulunan prensiplerden istihraç<br />

edilemez. B. K. m. 19 mucibince bir akdin muteber olması için bu<br />

maddede tâyin edilmiş bulunan hudutları tecavüz etmemesi icap<br />

eder. Aksi halde B. K. m. 20 yapılan akdin hangi nisbette bâtıl olduğunu<br />

tâyin eder. Şu halde mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapması B. K. m. 19 ve 20 inci maddedeki hudutları aşmadığm-<br />

dan muteber bir muameledir. Başka bir tâbirle mümessilin kendi<br />

kendisiyle mukavele yapması âmme intizamına muhalif veya ahlâk<br />

ve adaba aykın bir muamele değildir (113). Bundan başka,<br />

temsile müteallik kaidelerden de selbstkontrahierertm muteber bir<br />

muamele olmadığı neticesine varılamaz (114).<br />

Ancak mümessilin kendi kendisiyle yaptığı muamele, bir hakkın<br />

suistimalini teşkil ettiği nisbette hükümsüzdür. Egger (115),<br />

mümessilin kendi menfaatini temsil olunamn menfaatma tercih ettL<br />

(112) Gilliard, s. 194<br />


ği yani, temsil olunanı istismar ettiği, hallerde hakkın suistimalinin<br />

mevcut olduğunu beyan etmiştir.<br />

Bu noktai nazarı tekâmül ettiren Portmann (116), mümessilin<br />

kendi kendisiyle yaptığı muamelenin bizatihi hakkın suistimali mahiyetini<br />

taşımadığı noktasından hareket ederek böyle bir muamelenin<br />

İsviçre hukukunda prensip itibariyle muteber bir muamele<br />

olduğu neticesine varmıştır. Fakat, bu müellife göre, mümessil hüsnüniyet<br />

kaidelerini ihlâl ederek temsil edilenin menfaatlerine aykırı<br />

hareket eder, onu istismar ederse hakkın suistimali sebebiyle yapılan<br />

muamele bâtıl olur. Bu yasağın sebebi, temsil olunanın hakkın<br />

suistimaline karşı himaye edilmesidir. Şu halde, mümessil ile<br />

temsil olunan arasında menfaat ihtilâfının mevcut bulunduğu bütün<br />

hallerde mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması muteber<br />

değildir. Ancak temsil olunan izin vermişse muamele muteber<br />

olur.<br />

3. Mümessilin .kendi.kerıdLsiyle„mukavele yapmasının mahiyeti<br />

bir salâhiyetsiz temsildir.<br />

Becker'e göre (117), mümessilin kendi kendisiyle bir muamele<br />

yapması halinde salâhiyetsiz temsilde olduğu gibi, temsil olunanın<br />

icazet veya reddine mütevakkıf, askıda bir muamele mevcuttur.<br />

îsviçre Federal Mahkemesi de çifte temsil münasebetiyle verdiği<br />

1988 tarihli bir karar da (118), mümessilin kendi kendisiyle<br />

yaptığı mukavelenin temsil edilen tarafından, salâhiyetsiz temsil<br />

suretiyle yapılan bir muameleye icazet verilmesi gibi, tasvip edilmesi<br />

halinde muteber olacağım ve temsil olunam bağhyacağmı beyan<br />

etmiştİT.<br />

îsviçre Hukukunda mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapmasının salâhiyetsiz temsil ile izahı Saussure tarafından yapılmıştır<br />

(119). Bu müellife göre, problem yanlış vaz edilmiştir. Mü-<br />

(116) Portmann, s. 84-86<br />

(117) Becker, Mad. 33 No. 11<br />

(118) RO 63 II 173 - JdT 1938, S. 345<br />

(119) Saussure, s. 90<br />

169


messilin kendi kendisiyle mukavele yapması her zaman muteberdir.<br />

Hakkın suistimalini teşkil ettiği hallerde hüküm ve netice tevlit<br />

etmeyişinin sebebi mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavelede<br />

salâhiyetini tecavüz etmiş olmasındandır. Mümessilin kendi kendisiyle<br />

yaptığı mukavelenin muteber olmayışının müeyyidesi o akdin<br />

hükümsüzlüğü veya butlanadır. Böyle bir netice ise tarafların menfaati<br />

bakımından maksada elverişli değildir. Zira, bu takdirde, mümessilin<br />

kendi kendisiyle yaptığı bir mukavele, temsil olunanın o<br />

muameleye evvelden izin vermesi veya o muamelenin hakkın suistimalini<br />

teşkil etmediği haller dışında, hükümsüz olacaktır. Böyle<br />

bir halde ise, akdin sakatlığı hiçbir şekilde giderilemiyecektir.<br />

Saussure'e göre (120), B. K. m* 38 mümessilin kendi kendisiyle<br />

yaptığı mukaveleye kıyas yolu ile değil, bu müessesenin hakiki<br />

bir salâhiyetsiz temsil hali olması dolayısiyle, doğrudan doğruya<br />

tatbik edilebilecektir. Şu halde mümessilin kendi kendisiyle mukavele<br />

yapması ancak temsil salâhiyetinin hudutları içinde yapıldığı<br />

hallerde muteberdir. Filhakika, haricî temsil salâhiyeti ancak<br />

üçüncü şahısların himayesi için bahis mevzuu olur. Halbuki, mümessilin<br />

kendi kendisiyle yaptığı muamelede üçüncü şahıs mümessilin<br />

kendisidir. Mümessil kendisine bahşedilmiş bulunan temsil<br />

salâhiyetinin şümulünü tabii olarak iyi bilir ve haricî bir temsil<br />

salâhiyetine itimad etmeye hakkı yoktur. Yalnız dahilî temsil salâhiyeti<br />

mümessilin kendi kendisiyle yaptığı bir mukaveleyi muteber<br />

hale koyabilir. Dahili temsil salâhiyetini su istimal etmek mümkün<br />

olmadığına göre temsil olunanın menfaatleri temin edilmiş<br />

olur. Mümessil ancak dahili temsil salâhiyetinin şümulü dahilinde<br />

kaldığı hallerde kendi kendisiyle muteber olarak bir mukavele akdedebilir.<br />

Dahilî temsil salâhiyetinin şümulü ise hüsnüniyet kaidelerine<br />

göre tâyin olunur. Mümessil dahili temsil salâhiyetinin şümulünü<br />

aşarak bir muamele yaparsa temsil salâhiyetinin yokluğu<br />

sebebiyle sakat bir muamele yapmış olacaktır. Bu sakatlık ise butlandan<br />

farklı olup B. K. m. 38 de bahis mevzuu olan tek taraflı<br />

mülzemı olmıatma halidir (einseitige Unverbindlichkeit). Binaenaleyh,<br />

temsil olunan ldımse, muameleyi, icazet vermek suretiyle tasdik<br />

edebilecektir.<br />

(120) Saussure, s. 91<br />

170


Kanaatımızca, Saussure tarafından müdafaa edilen salâhiyetsiz<br />

temsil fikri mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavelenin<br />

hukuki karakterini en iyi bir şekilde izah edebilmektedir. Şu halde,<br />

mümessil kendi kendisiyle bir muamelede bulunmuşsa her şeyden<br />

evvel kendisine verilmiş bulunan temsil salâhiyetini tecavüz<br />

edip etmediğini araştırmak icap eder.<br />

Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapmak suretiyle temsil<br />

salâhiyetini -tecavüz- -ettiği-, .hallerde.;yapılan mukavelenin Hüküm ve<br />

neticeleri aslada^mualiâktadır. Bu pandente condicione safhasında,<br />

muameleye sarih veya ztani şekilde icazet verilmiş veya bu yolda<br />

bir icazet.3rernıekten_iaıüna edilmiş olmadıkça mümessilin kendi<br />

kendisiyle yapdığı mukavele temsil olunanı bağlamaz.<br />

Temsil olunan, mümessilin kendi kendisiyle yaptığı muameleyi<br />

menfaatine uygun bularak icazet verirse, mukavelenin o zamana<br />

kadar eksik olan inşai unsurlarından birisi tahakkuk etmiş olacağından<br />

bu mukavele muteber olacaktır. Şu halde mümessilin kendi<br />

kendisiyle yaptığı mukavelenin sıhhati tâlikî ve iradî bir şartm<br />

tahakkukuna bağlıdır. Bu icazet salâhiyet vermeye tekabül eder.<br />

icazet makabline şâmil hüküm ve netice meydana getireceğinden<br />

mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavele yapıldığı andan<br />

itibaren muteber olacaktır. İcazet verildikten sonra artık bundan<br />

rücu olunamaz.<br />

Temsil olunan muameleye icazet vermezse, deficiente condicione,<br />

mümessilin kendi kendisiyle yaptığı mukavele hüküm ve<br />

netice tevlit etmez ve temsil olunan bu mukavele ile hiç bir suretle<br />

ilzam olunamaz. Muamelenin bu bakımdan hükümsüzlüğü,<br />

icabı hale göre hâkim tarafından resen nazan itibara alınabilir. Hâdisemizde<br />

mümessil aynı zamanda salâhiyetsiz temsildeki üçüncü<br />

şahıs hal ve mevkiinde bulunduğundan kendi kendisiyle yapmış<br />

olduğu mukavele ile bağlanmıştır. Ancak B. K. m. 88 f. 2 gereğince<br />

temsil edilenin münasip bir müddet zarfında akde icazet ve- '<br />

rip vermiyeceğini beyan etmesini talep etmeye hakkı vardır. Aynı<br />

maddenin sonuncu cümlesine tevfikan da bu müddet içerisinde<br />

icazet verilmediği halde, o kimse mülzem olmaz.<br />

171


Doktrin ve Federal Mahkemenin içtihatlarında umumiyetle<br />

kabul edildiğine göre, mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması<br />

hakkındaki prensipler, mümessilin her iki âkit tarafı temsilen<br />

yaptığı mukavelelere yani, çifte temsile de tatbik olunur (121).<br />

(121) Becker, Mad. 33, No. 12 s. 178; Saussure, s. 91-92; RO 63 II<br />

173-JdT 1938, s. 434<br />

172


KISIM IV<br />

<strong>TEMSİL</strong>İN SONA ERMESİ<br />

BÖLÜM I<br />

<strong>TEMSİL</strong>İ SONA ERDİREN SEBEPLER<br />

Temsilin sona ermesi temsil olunan kimsenin, mümessilin ve<br />

temsilin yapıldığı üçüncü şahısların menfaatlerini yakından ilgilendirir.<br />

Bu balamdan, karşılıklı menfaatlar durumunun nazan itibara<br />

alınarak temsilin sona ermesinin, hüsnüniyet ve hakkaniyet<br />

kaidelerine göre tanzim edilmesi lâzımdır.<br />

Alman Medeni Kanunu, temsil salâhiyeti ile temel münasebeti<br />

birbirinden tefrik etmeyen eski telâkkilerin tesiri altında, temsilin<br />

hitam sebeplerini temsil bahsinde ayrıca ve müstakil bir şekilde<br />

tanzim etmemiş ve bu hususu temel münasebetin hitam sebeplerine<br />

atfetmekle iktifa etmiştir. A. M. K. m. 168, temsil salâhiyetinin<br />

istinat ettiği hukukî münasebete göre hitam bulacağını tasrih<br />

etmiştir. Şu halde Alman Medeni Kanununun sistemine göre temsil<br />

salâhiyeti temsil olunan ile mümessil arasındaki bir hukukî münasebete<br />

(vekâlet, hizmet akdi gibi) istinat ediyorsa temsilin sona<br />

erme sebepleri mezkûr hukukî münasebetin hitam sebeplerine göre<br />

tâyin edilecektir. Buna mukabil, temsil salâhiyeti herhangi bir<br />

hukukî münasebete istinat etmiyorsa hitam sebepleri hakkında kanunda<br />

bir hüküm mevcut bulunmadığından, doktrin ve mahkeme<br />

içtihattan tarafından tâyin olunacaktır.<br />

173


Alman Medeni Kanununun bu sistemi Alman müellifleri (1)<br />

tarafından tenkit edilmektedir. Temsili sona erdiren sebeplerin<br />

temel münasebetin (hususiyle vekâletin) hitamına atfedil(mesinin<br />

sebebi her iki müessesenin de hitam sebeplerinin ayni olmasıdır.<br />

Fakat mefhum olarak temsil salâhiyeti, A. M. K. m. 167 de<br />

sarahaten kabul edildiği veçhile vekâletten ayn olduğuna göre,<br />

temsilin hitamının müstakil olarak tanzim edilmesi lâzım gelirdi.<br />

Türk - İsviçre Borçlar Kanunu, Alman Medenî Kanununun tamamen<br />

aksine olarak, yeni telâkkileri de göz önünde tutarak, temsilin<br />

hitam sebeplerini umumi hükümler arasında tanzim ejmâştir.<br />

Bu bakımdan Türk - isviçre Borçlar Kanunu Alman ve Fransız Hukukuna<br />

nazaran bir adım daha ileri atmıştır denebilir.<br />

Temsilin en tabiî şekilde sona ermesi, hukukî 1 muamelenin mümessil<br />

tarafından yapılarak o isin tasfiye edilmiş olmasıdır (2). Meselâ,<br />

bir gayrimenkulu kiralamajc için mümessile verilmiş olan temsil<br />

salâhiyeti kira aktinin in'ikadını müteakip sona erer. Mümessil<br />

kira akdini yenilemeye veya bir diğer hukuki muamele yapmaya<br />

salahiyetli değildir. Temsil salâhiyeti muayyen bir müddet için<br />

veya irfisajüjbirjşarta bağlı olarak verilmişse, muayyen müddetin<br />

geçmesi veya şartın tajıajçkyjç.^taıig olması halinde, vpso kire sona<br />

lerer. Dojşfcrinde kabul edildiğine göre (3), kanunda derpiş edilmıiş<br />

bulunan hitaınsebepleri tahdidi almayıp, bunlara doktrin ve<br />

mahkeme içtihatları tarafından, umumi medeni hukuk prensiplerine<br />

vetemsilin hukukî mahiyetine _uygun olmak şartivle, diğer bazı<br />

umumi sebepler de ilâve edilebilir. Meselâ, muayyen bir muamele<br />

için verilmiş olan temsü salâhiyeti, ö~ muamelenin yapılmasının imkânsız<br />

hale gelmesi, zaman geçmesi, temsil salâhiyetinin mahiyetine^aykırı<br />

düşmedikçe borcu sona erdiren sebepler, temsile nihayet<br />

verebilir? Bunlar o kadar umumi sebeplerdir ki kanunda ayrıca yazılmış<br />

olmalarına lüzum yoktur.<br />

(1) Staudinger - Coing, Mad. 168 No. 1; Hupka, s. 375-378<br />

(2) von Tuhr, s. 296J Belgesay, s. 93; Hefti, s. 18; Alman Hukukunda<br />

Enneccerus - Nipperdey, § 186, I, s. 803<br />

(3) Becker, Mad. 35, No. 1; Oser - Schönenberger, Mad. 35,, No. 1;<br />

Saussure, s. 75 Not. 41; Funk, Mad. 34, No. 3<br />

174


§ 1. Temsil edilen kimsenin şahsına göre temsilin sema erme<br />

sebepleri —£-- — ~ ——<br />

I. Temsil edilen kimsenin ölümü<br />

Temsil olunan kimsenin ölümü ile temsilin sona erip ermiyeceği<br />

hususunda muhtelif sistemler mevcuttur.<br />

Birinci sisteme göre temsil, temsil olunan kimsenin ölümü ile<br />

nihayete ermez. A. M. K. m. 168 mucibince bir akdî münasebete<br />

bağk olarak verilen temsil salâhiyetinin, temsil olunan kimsenin<br />

ölümünden sonra devam edip etmiyeceği o temel münasebeti tanzim<br />

eden hükümlere göre tâyin olunur. Temsil salâhiyeti bir temel<br />

münasebete, meselâ vekâlet akdine istinat etmekte ise, A. M. K.<br />

m. 168 dolayısile 672 nin tatbiki neticesinde temsil, şüphe halinde,<br />

temsil olunan kimsenin ölümü ile sona ermez. Temel münasebete<br />

istinat etmeyen, müstakil bir temsil salâhiyeti bahis mevzuu ise,<br />

temsil salâhiyetinin şahsa bağlı olması ve itimada müstenit bir karakter<br />

taşıması sebebiyle, temsil edilenin ölümü ile nihayete ermesi<br />

lâzımdır (4). Mamafih bunun hilafı kararlaştırılabilir. Bu takdirde,<br />

mümessil mirası temsil eder ve tereke tarafından azledilebilir.<br />

Ticarî temsilde B. K. m. 456 f. 2 de sarahaten müessese sahibinin<br />

vefata ile ticarî mümessilin salâhiyetinin sona ermeyeceği beyan<br />

edilmiştir (5). ı "„.•'•<br />

İkinci sistemde temsil salâhiyetinin şahsî ve itimada müstenit<br />

olması karakterine ehemımiyet verilerek, temsil salâhiyetinin ölüm<br />

ile sona ereceği kabul edilmektedir (6).<br />

Üçüncü sistemde ölüme ancak üçüncü şahısların ıttıla kesbetmdş<br />

olmaları halinde temsilin nihayete erdiği kabul edilmektedir<br />

(7).<br />

(4) Staudinger - Coing, Mad. 168, No. 11 a; Planck - Flad, Mad. 168,<br />

No. 3 a<br />

(5) Kars. Av. T. K. § 54; İspanyol T. K. m. 290; Arjantin T. K. m.<br />

144<br />

(6) Meselâ İngiliz hukukunda bu sistem kabul edilmiştir.<br />

(7) Arjantin M. K. m. 1966; Brezilya M. K. im. 1321, İspanyol M. K.<br />

m. 1738, Fr. M. K. 2008 ve 2009<br />

175


Beynelmilel kanun projesinin 15 inci maddesine göre temsil salâhiyeti<br />

temsil olunanın ölümü ile sona erer. Mamafih üçüncü şahıslar<br />

mümessil ile bir mukavele akdettikleri zaman temsil olunan<br />

kimsenin ölümünden habersiz idiyseler, yapılan muamele temsil<br />

edilenin mirasım alacaklı veya borçlu kılmaz.<br />

B. K. m. 35 e göre, hilafı iki tarafça kararlaştırılmış yahut maslahatın<br />

mahiyetinden istidlal olunmuş olmadıkça, hukukî bir muameleden<br />

mütevellit temsil salâhiyeti, temsil edilenin vefatı ile nihayet<br />

bulur. Doktrinde bu hükmün sebebi şöyle izah edilmektedir<br />

(8) : Temsil salâhiyetinin verilmesi herşeyden evvel temsil edilenin<br />

mümessile karşı haiz olduğu itimada istinat eder. Bu itimat<br />

ise şahsî olup bir kimseden diğer birine geçmez. Esasen, temsil salâhiyeti<br />

M. K. m. 539 anlamında mameleke giren bir hak ve unsur<br />

olmadığından mirasçılara intikal etmez ve ölümle nihayete erer.<br />

B. K. m. 35 e göre taraflar, bu hükmün hilafını, yani temsil<br />

edilenin ölümüyle temsil salâhiyetinin sona ermeyeceğimi kararlaştırmış<br />

olabilirler. Ancak, mehaz kanunun almanca metininde kullanılan<br />

«vereinbart», fransızcada 'kullanılan «convenu» ve nihayet<br />

kanunumuzda kullanılan «kararlaştırılmış» tâbiri yerinde değildir.<br />

Zira, temsil salâhiyeti tek taraflı hukukî muamele ile verildiğine<br />

göre temsil edilen, temsil salâhiyetinin kendi ölümünden sonra da<br />

devam edeceğini tek taraflı bir beyanla bildirmiş olabilir. Bunun<br />

için mümessilin kabulü şart değildir. Von Tuhr'un beyan ettiği (9)<br />

gibi, B. K. m. 35 de kullanılan «kararlaştırılmış» tâbiri borçlar kanununun<br />

revizyonu sırasında vekâletin hitamını tanzim eden î. B. K.<br />

m. 405 den alınımışbr. Vekâlet için maksada elverişli olan bu tâbir,<br />

temsil salâhiyetinin tek taraflı hukukî muamele karakteri ile kabili<br />

telif değildir. De lege ferend-a, bu tâbiri değiştirmek ve meselâ<br />

«temsil olunan kimse hilafını beyan etmişse» gibi bir tâbirin kullanılması<br />

yerinde olur. Herhalde, kanunumuzdaki «kararlaştırılmış»<br />

tâbiri ile, vekâlet ile temsil salâhiyetinin biribiriyle karıştırıldığı<br />

neticesine varmayarak, salâhiyetin temsil edilen 'kimsenin tektaraflı<br />

irade beyanına istinaden ölümünden sonra da devam edebi-<br />

(8) Oser - Schönenberger, Mad. 35 No. 4; Thalmessinger, s. 44;<br />

Göktürk, s. 51 - 52<br />

(9) von Tuhr, s. 299, Not. 77<br />

17*


leceği şeklinde tefsir edilmelidir (10). Salâhiyetnaımenin, mümessilin<br />

temsil olunanın ölümünden sonra da onun namına hareket<br />

edebileceğini gösteren sarih veya zımnî bir beyanı, clausula heredum,<br />

ihtiva etmesi lâzımdır (11). Temsil salâhiyetinin ölümle sona<br />

ermeyeceği hususu, temsil olunan tarafından sarahatan beyan edilmemiş<br />

olsa bile işin mahiyetinden istidlal olunabilir. Zımnında<br />

temsil salâhiyeti verilen iş, temsil olunanın ölümünden sonra<br />

devam edecek bir mahiyet gösteriyorsa, temsil salâhiyetinin ölümden<br />

sonra da devam edeceği neticesi istihraç edilebilir. Meselâ,<br />

bir dâvanın takibi için bir avukata verilen temsil salâhiyeti temsil<br />

edilenin ölümü ile veya hükmî şahsın ortadan kalkması ile sona ermez<br />

(12). Keza mümessilin bir ticarethaneyi temsil etmesi halinde,<br />

müessese sahibinin ölümü ile temsil nihayet bulmaz (13) .<br />

Buna mukabil, Temyiz Mahkememizin de beyan ettiği veçhile<br />

(14), temsil salâhiyetinde mümessilin azledüemiyeceğine dair<br />

bir kayıt, temsil edilenin ölümünden sonra dahi temsilin devam<br />

edeceği manasına gelmez.<br />

Hususiyle banka muamelelerini kolaylaştırmak için temsil salâhiyeti<br />

ölümle nihayete ermeyecek şekilde verilebilir. Filhakika,<br />

mevduat sahibinin ölümü halinde mirasçıların mevduat üzerinde<br />

tasarruf edebilmeleri için mirascılık sıfatlarını ispat etmesi icap<br />

eder. Halbuki, mirasçı birden ziyade ise, M. K. m. 581 mucibince<br />

terekedeki hak ve borçlar taksime kadar muşa kalır. Başka mirasçı<br />

bulunmadığının ispatı veya mirasçıların başka memleketlerde bulunmaları<br />

halinde mevduat üzerinde tasarruf edebilmeleri gecikir.<br />

Bundan başka, mirascdarın veraset ilâmı çıkartabilmek için hemen<br />

paraya da ihtiyaçları olabilir.<br />

Temsil salâhiyetinin temsil edilenin ölümünden sonra da devam<br />

edecek şekilde verilmiş olması, bankalar bakımından da mua-<br />

(10) Becker, Mad 35, No. 4; Göktürk, s. 82<br />

(11) Hupka, & 382<br />

(12) RO 50 II 30; Yine Bk. Belgesay, s. 104, No. 97; Thalmessinger,<br />

s. 47, No. 25; Kars. ZPO m. 186<br />

(13) Funk, Mad. 35,, No. 3<br />

(14) Tem. H. G. K. 10.5.1950, 1 - 306 - 179/K. 63 - T. İç. Kül., C. S,<br />

No. 586<br />

177


melâtı kolaylaştırır. Zira, mirasçılık sıfatının tetkik edilmesi banka<br />

için mes'uliyetli bir iştir. Bankaların, temsil salâhiyetinin temsil<br />

olunamn ölümünden sonra nihayete ermeyecek şekilde verilmiş olmasını<br />

iyi karşılamalarının bir diğer sebebi de B. K. m. 35 de hüsnüniyetli,<br />

yani temsil salâhiyetinin ölümle sona ermesinden haberdar<br />

olmayan üçüncü şahısların - banka gibi - himaye edilmemiş olmalarıdır.<br />

Temsil olunan kimse tarafından hüküm ve neticelerini kendi<br />

ölümünden sonra meydana getirecek şekilde verilen temsil salâhiyetine<br />

post mortem temsil salâhiyeti denir. Böyle bir temsil salâhiyetinin<br />

muteber surette verilip verilemiyeceği doktrinde münakaşalıdır.<br />

7<br />

Alman doktrininde (15), mandatum post mortem mcmdantis,<br />

prensip itibariyle muteber addolunmakla beraber, ölüme bağlı tasarrufların<br />

şeklini bertaraf ederek hüküm ve neticelerini temsil olunanın<br />

ölümünden sonua meydana getirecek şekilde temsil salâhiyeti<br />

verilemiyeceği beyan edilmektedir, ölüme bağlı bir tasarruf<br />

ile yapılması lâzım gelen bir muamelenin temsil salâhiyeti vermek<br />

suretiyle hayatta olanlar arasında bir muamele şeklinde yapılmasına<br />

cevaz yoktur. Meselâ, bir kimse ölümüne muzaf olarak bir temsil<br />

salâhiyeti vermek suretiyle, mümessile, tâyin edeceği bazı şahıslara<br />

muayyen teberrularda bulunmasını temin edemez.<br />

Türk - İsviçre doktrininde müellifler, umumiyetle, miras hukukundaki<br />

şekle müteallik kaideler muvacehesinde bir kanuna karşı<br />

hile teşkil etmedikçe, post mortem temsil salâm'yetmi muteber ve<br />

mümkün görmektedirler (16). Prensip bu olmakla beraber procuratio<br />

post morfem'u! şümulü üzerinde henüz bir anlaşmaya varılmamıştır.<br />

Oser - Schönenberger ve Böckli gibi bir kısım müellifler (17),<br />

Ölüme muzaf temsil salâhiyetinin ancak vasiyeti tenfiz memurunun<br />

(15) Alman doktrini için Bk. Heldrich» Jehr. Jahrb. 43 (1829) s. 315<br />

ve mütea; Enneccerus - Nipperdey § 186, V. 5; von Tuhr, allg.<br />

Teü 2, 2, s. 401; Hupka,, s. 382; Oertmann, MacL 167, No. 3<br />

(16) Hususiyle Bk. Thalmessinger, s. 55 - 56<br />

(17) Oser - Schönenberger, Mad. 35, No. 4; Böckli, SJZ, 19, s. 147;<br />

Becker, Mad. 35, No. 4<br />

178


salâhiyetine girmeyen hususlarda verilebileceği kanaatindedirler.<br />

Böckli, sadece vasiyeti tenfiz memurunun salâhiyetine girmeyen<br />

bazı idarî işler için post mortem temsil salâhiyeti verilebileceği<br />

kanaatini izhar etmiştir. Kaldı ki, B. K. m. 35 âmir bir hüküm olmadığı<br />

halde, miras hukukunu ilgilendiren hükümler âmir hüküm<br />

mahiyetini taşırlar. .<br />

Von Tuhr (18) ise, post mortem temsil salâhiyetinin muteber<br />

olduğuna işaret ettikten sonra, bir kimsenin vasiyeti tenfiz memuru<br />

tâyin edeceği yerde ölüme muzaf bir temsil salâhiyeti de vere^<br />

bileceğini kaydetmiştir. Hattâ von Tuhr'a göre, bu türlü temsil salâhiyeti<br />

mirasçılar için daha emin bir vasıtadır, çünkü mümessili istedikleri<br />

zaman azledebilirler. De cujus'un. ölümünden sonra mümessil<br />

tarafından ifa edilecek olan temliki muameleler, temsil olunanın<br />

ölümüne kadar temsil salâhiyeti her zaman ref edilebileceğinden,<br />

ölüme bağlı bir tasarruf olarak telâkki edilmek lâzım ge-<br />

Hr./'Mamafİh, post mortem temsil salâhiyeti ölüme bağlı tasarrufların<br />

tâbi olduğu şekle bağlı değildin)<br />

Doktrinde umumiyetle kabul eaildiğine göre (19), post mortem<br />

jnümesşiL, temsil edilenin ölümü halinde miıagajıemşjl eder.<br />

Federal Mahkemelin, de (20) kaydettiği veçhile, müteveffa nanuna__<br />

hareket eden mümessil tarafından yapılan muamelenin hüküm<br />

ve neticeleri mirasa terettüp eder. Filhakika, ölü bir kimse<br />

temsil edilemez (21). Binaenaleyh, post mortem mümessilin yapmış<br />

olduğu muamelelerden neş'et eden haklar mirasa ait olduğu<br />

gibi borçlar da miras borcu olarak kabul edilir/Fakat, post mortem<br />

temsil salâhiyeti mirasçılar tarafından her zaman geri alınabildiği<br />

halde] ölüme bağlı tasarruflar mirasçılar tarafından iptal edilemez.<br />

Çünkü ölüme bağlı bir tasarruf ile takip edilen gaye müteveffanın<br />

son arzularının ifa edilmesidir. Post mortem mümessil, kendi namına<br />

değil, bir başkasından aldığı salâhiyete istinaden hareket etmektedir.<br />

Fakat bunun istisnası bizzat post mortem mümessilin mi-<br />

(18) von Tuhr, s. 299, Not. 78; Yine Bk. Moser, s. 10<br />

(19) von Tuhr,, s. 300 Not. 84 a; Rychner, s. 224; Thalmessinger, s.<br />

48-49; Aeppli, SJZ 44, s. 39<br />

(20) RO 50 II 27 (29)<br />

(21) von Tuhr, s. 282 Not, 2, RO 55 I 341, JdT 1939 s. 159<br />

179


Taşçı olması haJınde husule gelir. Böyle bir halde ayni kimsede mümesil<br />

y^tsjmsJ olunan (mirasçı) sıfatlan birleşir (22).<br />

Hulâsa/ post morfem temsil salâhiyeti ölüme bağlı tasamıflardan<br />

ayntîır. Mümessilin durumu vasiyeti tenfiz memuruna benzer.<br />

Filhakika, M. K. m. 497 ye göre, «vasiyetçi, son arzularını tenfiz<br />

için medenî haklarım kullanma ehliyetini haiz bir veya birkaç kimseyi<br />

vasiyet tarikiyle memur edebilir». M. K. m. 498 f. 2 gereğince,<br />

«tenfiz memuru müteveffanın arzusunu yerine getirmek ve hususiyle<br />

terekeyi idare, borçlan tediye ve muayyen bir mala müteallik<br />

vasiyetleri icra ve vasiyetçinin emirlerine veya kanuna göre<br />

terekeyi taksim ile mükelleftir. Müteaddit tenfiz memurlan bir<br />

akid ile tevkil edilen müteaddit vekillerin salâhiyetini haizdirler.<br />

Doktrinde vasiyeti tenfiz memurunun hukukî mahiyeti münakaşalı<br />

bir mesele olup muhlelif nazariyeler ileri sürülmüştür. Bu<br />

münakaşalar mevzulunuzun dışında kalır. Fakat şurası hakikattir<br />

ki, post morfem temsil salâhiyeti, tereke üzerinde bir maddî hakkı<br />

haiz olmayarak sırf bir tasarruf salâhiyeti teşkil etmesi bakımından,<br />

vasiyeti tenfiz memuruna çok benzer. Bundan başka post<br />

morfem mümessil, vasiyeti tenfiz memuru gibi, müteveffadan aldığı<br />

salâhiyete binaen miras üzerinde tasarruf salâhiyetini haiz olmaktadır.<br />

Fakat, vasiyeti tenfiz memuru post morfem mümessilden<br />

farklı bir durumu haizdir (23). Vasiyeti tenfiz memuru mümessilin<br />

hilâfına mirasçılar tarafmdan işinden uzaklaş tınlamaz ve mütevaffanın<br />

arzusunu, mirasçıların arzulanna aykın olsa dahi, yerine<br />

getirmekle mükelleftir ve hattâ halin icabına göre mirasçılar aleyhine<br />

dâva dahi ikame edebilir. Bundan başka vasiyeti tenfiz memurunun<br />

vazifeleri vasiyetname ve kanun ile tâyin edildiği halde<br />

post morfem mümessile hiçbir mükellefiyet tahmil edilmemiştir.<br />

Esasen, vasiyeti tenfiz memuru, mümessilin hilâfına olarak, M. K.<br />

m. 497 cümle 2 mucibince vazifeye tâyin edildiği haberinin vusulü<br />

(22) Thalmessinger, s. 48, Not 30. Maamafih, B. K. m. 116 da bahis<br />

mevzuu olan bir içtima hali mevcut değildir, zira böyle bir hal<br />

ancak hukukî muameleye istinat eden hak ve borçlar için vâkidir.<br />

(23) Thalmessinger, s. 50 - 51; Rychner, s. 223<br />

180


tarihinden itibaren 15 gün içinde kabul veya reddeder. Sükût ise<br />

kabul addolunur. Vasiyeti tenfiz memuru murakabeye tâbi olduğu<br />

halde mümessil için böyle bir murakabe bahis mevzuu değildir.<br />

Hülâsa, doktrinde ekseri müellifler (24) post morfem temsili,<br />

vasiyeti tenfiz memurundan farklı ve fakat onunla kabili telif<br />

olan muteber bir muamele olarak kabul etmektedirler. Vasiyeti<br />

tenfiz memuru ise iradî bir temsil hali değildir ve daha ziyade kanuni<br />

bir temsil olarak telâkki edilmektedir (25).<br />

Belgesay da (26) bu fikre iştirak etmekte ve «ölüme muzaf vekâlet,<br />

varislerin menfaati için verildiğinden üçüncü şahısların menfaatlan<br />

gözetilerek verilen vasiyeti tenfiz memurunun salâhiyetinden<br />

farklı» olduğunu beyan etmektedir. Binaenaleyh, bir kimsenin<br />

sarahaten ölümünden sonra muteber veya baki olmak üzere diğer<br />

birine temsil salâhiyeti vermesi caizdir.<br />

Temsil olunanın ölümünden sonra mümessil öleni değil, onu<br />

istihlâf eden mirasçıları temsil edeceğinden, Temyiz Mahkememizin<br />

de (27) işaret ettiği veçhile, mirasçılar Borçlar Kanunu<br />

hükümleri dairesinde ölüme muzaf mümessili azil veya temsil salâhiyetini<br />

ref veya tahdit edebilirler. °C<br />

Alman doktrininde von Tuhr'un (28) da beyan ettiği veçhile,<br />

temsil salâhiyeti temsil olunan ile mümessil arasında bir hukuki<br />

münasebet meydana getirdiğinden ve mameleki de ilgilendirmediğinden,<br />

rücu hakkı mirasçılara ait olup vasiyeti tenfiz memuru veya<br />

miras idaresi tarafından 'kullanılamaz.<br />

ölüme muzaf temsil salâhiyeti hususiyle banka muameleleri<br />

dolayısiyle bahis mevzuu olur. Yukarıda temas ettiğimiz veçhile,<br />

de cujus'un bankadaki mevduatı üzerinde mirasçıların tasarrufta<br />

(24) von Tuhr, s. 299 Not. 78; Rychner, s. 224; Moser, s. 10; Thalmessinger,<br />

s. 53<br />

(25) von Tuhr, s. 305; Oser - Schönenberger, Mad. 35, No. 17; Thalmessinger,<br />

sV 51, Not 35; Rychner, s. 223<br />

(26) Belgesay, s. 103, No. 97 ve İHFM 1944, s. 846 «içtihat tahlili»<br />

(27) Tem. Tev. İç. K. 3.7.1940 E 20/K. 87; Rğ. 2.2.1941-4740. Bu karar<br />

için Bk. Belgesay, No. 98, s. 104 ve Saymen - Elbir, s. 308<br />

(28) von Tuhr, allg. Teil, § 85, s. 404, Not 175<br />

181


ulunabilmeleri için mirasçılık sıfatlarını ispat etmeleri lâzım gelir<br />

ki, bu husus bir çok hallerde zamana mütevakkıftır. Hususîyle mirasçıların<br />

yabancı memlekette olmaları, ikametgâhlarının meçhul<br />

olması, mirasçılardan birinin küçük olup henüz vasî tâyin edilmemiş<br />

olması gibi bazı sebepler veraset ilâmının alınmasını geciktirebilir,<br />

ölüme muzaf temsil salâhiyeti sayesinde, başka bir formaliteye<br />

lüzum kalmaksızın, mümessil bankadaki cari hesap üzerinde<br />

tasarruf salâhiyetini haiz olur (29). isviçre hukukunda 1. Nisan.<br />

1956 tarihinde yürürlüğe giren 23. Aralık. 1955 tarihli Postverkehrsgesetz'in<br />

83 f. 3. maddesi de sarahaten, postahanede açılan mevduat<br />

hesaplan için Ölüme moızaf temsil salâhiyetine cevaz vermiş<br />

ve böylece bu kanunun hükümleri B. K. m. 35 ile âhenktar bir hale<br />

getirilmiştir (30).<br />

ölüme muzaf temsil salâhiyeti de cujus'un sağlığında bizzat<br />

kendisi tarafından, ölümünden sonra ise mirasçıları tarafından ref<br />

edilebilir (31). Böyle bir temsil salâhiyeti, mümessilin Ölümü,<br />

medenî haklan kullanma ehliyetini kaybetmesi, gaipliği, iflâsı gibi<br />

B. K. m. 35 de sayılan hallerde nihayete erer. Keza, terekenin- mevcudu<br />

borcuna yetişmiyorsa, M. K. m. 576 gereğince tasfiyesi mahkemece<br />

iflâs kaidelerine göre yapılır. Bu takdirde de temsil salâhiyeti<br />

sona erer, zira iflâs idaresinin faaliyetine bir üçüncü şahıs<br />

tarafından mâni olunmamak lâzım gelir (32). Üçüncü şahıs (banka),<br />

kendisine bildirilmiş olan post mortem temsil salâhiyetine istinaden<br />

mümessile tediyede bulunmakla, mirasçılar tatmin edilmiş<br />

addolunurlar. Post mortem temsil salâhiyetinin suistimal edilmesi<br />

halinde bundan mutazarrır olan mirasçılar mümessile rücu edebilirler,<br />

fakat hiçbir şekilde tediyede bulunan bankadan bir talepte<br />

bulunamazlar (33).<br />

(29) Schutz - Tröst, s. 146, No. 5<br />

(30) Rychner, s. 222 ve mütea.<br />

(31) Alman doktrininde, de cujus'un salâhiyetnamede veya ölüme<br />

bağlı tasarruf senedinde mümessili ancak mirasçıların iştiraki<br />

ile azledebileceği kaydının muteber olup olmadığı münakaşalıdır<br />

(Schutz-Tröst, s. 146-147). Türk-İsviçre doktrininde<br />

ise, temsil salâhiyeti her zaman ref edilebileceğine göre böyle<br />

bir kayıt muteber olamaz.<br />

(32) Rychner, s. 224<br />

(33) Böckli, SJZ 44, s. 39; Rychner, s. 224<br />

182


B. K. m. 35 f. 2 de hükmî şahısların zevali ölüme kıyas edilmiştir.<br />

Bir hükmî şahsın mevcudiyeti hitam bulduğu yahut bir şirket<br />

fesholunduğu takdirde de hüküm böyledir. B. K. m. 35 f. 2<br />

(34) de bahis mevzuu olan, hususî hukuk hükmî şahıslarıdır. Bunlar<br />

hususiyle, cemiyet, tesis ile âdi şirket hariç olmak üzere ticaret<br />

şirketleridir. Federal Mahkeme'nin bir içtihadına göre (35), kollektif<br />

şirket tarafından bir dâva dolayısiyle avukata verilmiş olan<br />

temsil salâhiyeti, bu dâvanın görülmesi sırasında şirketin feshedilmiş<br />

olması sebebiyle nihayete ermez.<br />

Beynelmilel kanun projesinin temsil olunanın ölümü halini derpiş<br />

eden 15. maddesinin sonuncu cümlesi de B. K. m, 35 f. 2 ye<br />

benzer bir hükmü ihtiva etmektedir. Temsil olunan bir hükmî şahıs<br />

ise, bunun zevali ayni şarüar altında temsil salâhiyetine nihayet<br />

verir.<br />

II. Temsil edilen kimsenin gaîbli&L<br />

B. K. m. 35 f. 1 mucibince, hilafı iki tarafça kararlasünlmıs^<br />

yahut maslahatın mahiyetinden istidlal olunmuş olmadıkça, hukukî<br />

bir muameleden mütevellit temsil salâhiyeti, temsil edilenin gaiblik<br />

hükmünün ilâm ile nihayet bulur.<br />

M. K. m. 31 e göre ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya çoktan<br />

beri kendisinden haber almamıyan bir kimsenin ölümü pek<br />

muhtemel görünürse, haklan ölüme muallâk kimselerin talebi üzerine<br />

hâkim gaibliğe karar verebilir. M. K. m. 34 f. 3 mucibince<br />

gaiblik kararı makabline şâmil olarak Ölüm tehlikesi yahut son haber<br />

gününden itibaren hüküm ifade ettiği halde, temsil salâhiyeti<br />

gaiblik hükmünden itibaren sona erer (36). Acaba, B. K. m. 35<br />

temsilin hitam sebeplerini sayarken gaiblikten de bahsetmek zaruri<br />

midir? M. K. m. 34 f. 2 ye göre, ölüme muallâk haklar, tıpkı<br />

(34) Bu fıkranın lüzumsuzluğu hk. Bk. O ser - Schönenberger, M ad.<br />

35,, No. 7 Zira. B. K. m. 40 şirket mümessil ve memurlarının, ve<br />

tüccar vekillerinin salâhiyetleri hakkındaki hükümleri mahfuz<br />

tutmuştur.<br />

(35) RO 50 II 30; Beguelin,, FJ6 282, s. 2<br />

(36) Beguelin, FJS No. 36; Schönenberger, Mad. 35, No. 5; Becker,<br />

Mad. 35, No. 1<br />

183


gaibin ölümü tebeyyün etmiş gibi kullanılır. Binaenaleyh, gaiblik<br />

ölüme benzetildiğine göre, B. K. m. 35 de gaiblikten bahsedilmesey-<br />

Idi yine gaiblik ile temsil sona erecekdi.<br />

III. Temsil edilen kimsenin medeni haklankullanma ehliyetini<br />

kaybetmesi<br />

Alman Hukukunda temsil salâhiyeti bir hukukî münasebete<br />

bağlı olarak verilmişse, A. M. K. m. 168 mucibince bu salâhiyetin<br />

sona erme sebepleri akdi münasebeti idare eden hükümlere göre<br />

tâyin edilir. Meselâ, A. M. K. m. 672 mucibince temsil salâhiyeti<br />

şüphe halinde müvekkiln medenî hakları 'kullanma ehliyetini kaybetmesiyle<br />

nihayete ermez. Temsil salâhiyeti bir akdî münasebete<br />

bağh olmıyarak verilmişse, doktrinde temsil edilenin medenî haklan<br />

kullanma ehliyetini kaybetmesiyle temsilin sona ermiyeceği kabul<br />

edilmektedir (37). Hupka bu görüşü teyiden şöyle diyordu: (38)<br />

Mukavele ehliyeti temsil salâhiyetinin doğumu için şart olup, devamı<br />

için şart değildir. Müşahede edileceği veçhile, Alman Hukukunda<br />

temsil olunan 'kimse medenî haklan kullanma ehliyetini kaybettiğinden<br />

kendi namına hukukî muamele yapamadığı halde mü-,<br />

messili onun namına hareket edebilmektedir.<br />

B. K. m. 35 f. 1 mucibince bâlânı iki tarafça kararlaştırılmış<br />

yahut maslahatın mahiyetinden istidlal olunmuş olmadıkça hukukî<br />

jjir muameleden mütevellit temsil salâhiyeti, temsil edilenin medenî<br />

haklarını kullanma ehliyetini. V^yh^tnıesLJJe sona erer.<br />

Kanun vazıının bu hükmü vazetmekle takip ettiği gaye şudur:<br />

Temsil olunan kimse medenî haklan kullanma ehliyetini kaybedince<br />

kendisine bir kanunî mümessil tâyin edileceğinden, o kimsenin<br />

aynca temsil edilmesine imkân yoktur. M. K. m. 14 e göre, mümeyyiz<br />

olmayanlar ile küçükler ve mahcurlar medenî haklan kullanmak<br />

salâhiyetinden mahrumdurlar. Ancak Medenî Kanunumuz<br />

temyiz kudretini haiz olmıyanlarla, mümeyyiz küçük ve mahcurlann<br />

ehliyeti arasında fark gözetmiştir. Temyiz kudretinden mahrum<br />

(37) Staudinger - Coing, Mad. 168, No. 11 a; Planck - Fland, Mad.<br />

168 No. 3 a,<br />

(38) Hupka, s. 384; yine Bk. Müller - Freienfels,, s. 301, Not 20<br />

184


olanların ehliyetsizliği tam olduğu halde mümeyyiz küçük ve mahcurların<br />

ehliyetsizlikleri mahduttur. Nitekim, M. K. m. 16 f. 2 ye<br />

göre, mümeyyiz küçük ve mahcurların ivazsız iktisapta ve münhasıran<br />

şahsa bağlı haklarını kullanmakta kanunî mümessillerinin, izin,<br />

muvafakat veya icazetlerini almalarına ihtiyaç yoktur. Şu halde<br />

B. K. m. 35 de esas olarak göz önünde tutulan «medenî haklan<br />

kullanıma ehliyetini haiz olmıyan bir kimse ancak kanunî mümessili<br />

marifetiyle hukukî muameleler akdedebileceğinden, iradî mümessile<br />

mahal kalmaz» fikri eksiktir. Nitekim, Roma Enstitüsü tarafından<br />

hazırlanan beynelmilel kanun projesinin 16ncı maddesinde<br />

bu husus nazarı itibara alınmıştır. Bu maddeye göre, temsil olunan<br />

kimsenin ehliyetinin tam olarak zevali ile temsil sona erer.<br />

Temsil edilen kimse, ehliyetini kısmen kaybederse, temsil edilenin<br />

ehliyeti haiz olduğu nisbette temsil salâhiyeti hüküm ve netice<br />

meydana getirir. Bu hükmün, de lege ferenda, göz önünde tutulması<br />

faydalı olur.<br />

Temsil edilenin ehliyetinin zevali ile temsilin nihayete ereceğini<br />

kabul eden B. K. m. 35 in sarih metnine göre, temsil salâhiyeti<br />

medenî haklan kullanma ehliyetinin nihayete ermesinden sonra<br />

da baki kalacak şekilde verilebilir. Böyle bir durum» halden de istidlal<br />

edilebilir. Ehliyetin zevali ile temsil olunan kimseye kanunî<br />

mümessil tâyin edileceğinden bir de hukukî muamele ile tâyin<br />

edilen mümessilin mevcudiyetini tasavvur etmek zordur.<br />

Ticarî temsilin hitamını tanzim eden B. K. m. 456 f. 2 mucibince<br />

de müessese sahibinin medenî haklanın kullanmak salâhiyetini<br />

kaybetmesiyle ticarî mümessilin ve ticarî vekilin salâhiyeti<br />

hitam bulmaz.<br />

IV. Temsil edilen kimsenin iflâsı<br />

B. K. m. 35 f. l'e göre hilafı kararlastınlmıs veya maslahatın<br />

mahiyetinden istidlal ftlv 11 ? olmadıkça, temsil salâhiyeti temsg<br />

edilenin iflâsının ilân edilmesiyle nihayet bulur.<br />

icra ve iflâs kanunumuzun 165 inci maddesi mucibince iflâs<br />

hükümle açılır ve bu hükümde açılma ânı gösterilir 191 inci maddeye<br />

göre de borçlunun iflâs açıldıktan sonra masaya ait mallar<br />

185


üzerinde her türlü tasarrufu alacaklılara karşı hükümsüzdür. Hakkında<br />

iflâs karan verilen borçlunun masaya giren mallan üzerinde<br />

tasarruf salâhiyeti bulunmadığına göre (39), iflâs açıldıktan sonra<br />

iflâs kararından haberdar olmıyan mümessil tarafından yapılan<br />

muamelelere de şâmil olması tabiî bir neticedir (40).<br />

Temsil edilenin iflâsı ile temsil salâhiyetinin sona ermesi kati<br />

olup, iflâsın kalkması ile (Ic. îf. K. m. 182) veya aktifin borca kâfi<br />

gelmemesi sebebiyle tasfiyenin talik edilmesi yüzünden tekrar<br />

doğmaz (41).<br />

B. K. m. 397 f. 2 ye göre vekâletin nihayet bulması müvekkilin<br />

menfaatlannı tehlikeye koyuyorsa, müvekkil veya mirasçısı bizzat<br />

işlerini görebilecek bir hale gelinceye kadar, vekil vekâleti ifaya<br />

devam ile mükelleftir (42). Ancak bu hüküm temsil olunanın iflâsına<br />

tatbik edilemiyeceğinden, mümessil, alacaklılar toplantısı tarafından<br />

tâyin edilecek memurlar işi idare edebilecek hale gelinceye<br />

kadar vazife ifasına mecbur tutulmaz. Müstacel tedbirler ise<br />

iflâs memuru tarafından ittihaz olunur (43).<br />

B. K. m. 35 âmir bir hüküm olmadığından feirçok istisnalara<br />

mevzu teşkil edebilecek mahiyettedir, a) bir defa iflâs eden kimsjenjnHfosârruf<br />

ehliyeti tahdit edildiği halde medenî haklan kullanma<br />

ehliyeti baki kaldığından iflâs masasına dahil olmayan, haciz<br />

egjle^niyen*lnallar üzlinnde" temsil salâhiyeti baki kalır, b) jjanj;<br />

yen M. K. m_ 1§ mucibince mümeyyiz küçük ve mahcurlar kanuni.<br />

mümessilin nzası olmaksızın ivazsız iktisapta bulunabileceklerine<br />

ve şahsa merbut haklanm' kullanabileceklerine _gÖre, medenî haklan<br />

Jkullanma ehliyetine sahip olan müflisin, Bu hususları jfa z,ın><br />

nında verilmiş olan temsil salâhiyetinin iflâs ile sona ermemesi icap<br />

[ederTMeselâ^"Boşanma, tanıma, çocuğun mesebinin reddi gi'bi hususlar<br />

için verilmiş temsil salâhiyeti iflâs ile sona ermez (44). Bu<br />

(39) Bk. Ansay, icra ve iflâs, s. 224, No. 125<br />

(40) Belgesay, s. 105, No. 99<br />

(41) Beguelin, FJS No. 285, s. 2; Belgesay, s. 105, No. 99<br />

(42) Bk. Büğe, s. 218<br />

(43) Bk. Belgesay, s. 105, No. 99<br />

(44) Oser - Schönenberger^ Mad. 35, No. 6; Göktürk, s. 58 ve 87<br />

186


gibi hallerde, B. K. m. 35 f. 1 mucibince temsil salâhiyetinin iflâsdan<br />

sonra da devam edeceğinin halden istidlal edilebileceğini kabul<br />

etmek lâzımdır. Beynelmilel Kanun projesinin 17 inci maddesine<br />

göre, «temsil olunanın iflâsı ile temsil salâhiyeti sona erer. Mamafih<br />

iflâs dan sonra, temsil olunan tarafından yapılması halinde<br />

muteber olarak kabul edilecek olan muameleleri, mümessil, temsil<br />

suretiyle aktettiği takdirde, bu muameleler iflâs alacaklıları için<br />

dahi muteber olur».<br />

Bazan temsil salâhiyetinin temsil olunanın iflâsından sonra da<br />

devam edeceği hususu halden kolaylıkla istidlal olunabilir .Meselâ,<br />

bir ticarethanenin memurları, ticarethane sahibi iflâs etmiş olsa<br />

bile işe devam edebilirler (45).<br />

Alman Hukukunda temsil edilen kimsenin iflâsı halinde temsil<br />

salâhiyetinin sona erip ermeyeceği meselesi, temsil salâhiyetinin<br />

akdi münasebete bağlı olup olmadığma göre değişecektir. Alman<br />

İcra iflâs Kanununun 23 üncü maddesi mucibince borçlu tarafından<br />

verilmiş olan vekâlet, borçlunun iflâs etmesiyle, iflâs masasına<br />

dahil olmayan mallara taallûk etse bile, temsil sona erer. Aynı kaide<br />

hizmet ve iş akitleri için de caridir. Buna mukabil bir akdî münasebete<br />

bağlı olmıyarak verilmiş müstakil temsil salâhiyeti temsil<br />

olunanın iflâsı ile hitama ermez.<br />

V. Temsil salâhiyetinin geri alınması<br />

1_. B. K. m. 34 f. 1 mucibince «temsil olunan kimse, hukuki bdr<br />

tasarruftan tevellüt eden temsil salâhiyetini her zaman tahdit veya_<br />

ref edebiÜX-Bundan dolayı mümessilin bir hizmet veya şirket veya<br />

vekâlet akdi gibi sebeplere istinat ederek dâva ikamesi hakkına<br />

halel gelmez.»<br />

Temsil salâhiyeti itimada müstenit olarak verildiğine göre, temsil<br />

edilen kimse her zaman temsil salâhiyetini geri alabilmelidir<br />

(revocation - widerruf). Ref edebilme salâhiyeti hususiyle temsil<br />

edilen ile mümessil arasındaki temel münasebetin (vekâlet, hizmet<br />

(45) Saymen - Elbir, s. 309; Kars. Tem. T. D. 10.4.1950, E. 950-1662/<br />

1755 - T. îç. Kül. c. 1. No. 581<br />

187


veya şirket akdi gibi) derhal feshedilemediği hallerde ehemmiyet<br />

kazanır. Meselâ, hemen feshedilmesi imkânı olmayan bir hizmet<br />

akdinde iş veren kimse, artık itimat etmediği ve temsil salâhiyetim<br />

suistimal etmesinden endişe ettiği işçisinden temsil salâhiyetini geri<br />

alabilir* Bu takdirde temsil münasebeti ortadan kalkmış olmakla<br />

beraber akdî münasebet devam eder. İşçinin ücret hakkı gibi<br />

akdi münasebetten neş'et eden haklan bakidir (46). Mamafih,<br />

temsil salâhiyetinin sona ermesi bir çok hallerde akdi münasebetin<br />

ifasını imkânsız kılarsa, bu münasebet de hitama erer (47).<br />

Ref, temsil edilenin mümessile evvelce vermiş olduğu temsil<br />

salâhiyetini sarahaten veya zımnen ortadan kaldıran tevcihi muktazi<br />

bir irade beyanıdır (48). Şu halde, bu beyan mümessile vâsıl<br />

olduğu andan itibaren hüküm ve neticelerini meydana getirir. Bununla<br />

beraber, B. K. m. 37 mümessilin ve üçüncü şahısların temsil<br />

salâhiyetinin sona erdiğine vâkıf olmadıkları müddetçe temsilin devam<br />

ettiğini kabul etmiştir (49).<br />

Ref beyanı hukuk tekniği bakımından bir borcu ortadan kaldıran<br />

inşaî haklardandır (50). Temsil salâhiyetinin ref edilmesiyle,<br />

mümessile verilmiş olan temsil olunan kimse nam ve hesabına<br />

hareket etmek salâhiyeti geri alınmış olur. Ref ile temsil salâhiyeti<br />

tamamen ortadan kalktığından temsil edilen kimse isterse yeni<br />

bir temsil salâhiyeti verebilir. Fakat bununla ref edilmiş olan temsil<br />

salâhiyeti yeniden doğmaz (51).<br />

Temsil salâhiyetinin verilmesi gibi geri almması da bir şekle<br />

tâbi değildir. Hattâ temsil salahiyeti yazılı veya resmî şekilde verilmiş<br />

olsa bile, ref'in de yazılı şekilde yapılması icap etmez (52).<br />

(46) von Tuhr, s. 297; Becker, Mad. 34, No. 2<br />

(47) Oser - Schönenberger, Mad. 34, No. 6<br />

(48) Alman hukukunda ayni fikirde, Enneccerus - Nipperdey, § 186,<br />

IV I; Hupka, s. 391<br />

(49) Beguelin, FJS 285, s. 1; Arsebük, s. 483<br />

(50) Thalmessinger, s. 32<br />

(51) Staudinger - Coing, Mad. 168, No. 12 c.<br />

(52) Temyiz Mahkemesi Birinci Hukuk Dairesinin 1943 tarihli bir<br />

kararına göre de «vekâletten azil, bir şekli mahsusa tâbi değildir.»<br />

(Tem. 1, H. D. 23. 11. 1943 E. 2923/K. 4936; Belgesay,<br />

İ. H. P. M.,, 1944, s. 846<br />

188


Ticarî temsilde, B. K. m. 452 mucibince, mümessil tâyin edilirken<br />

tescil edilmemiş olsa bile, temsil salâhiyetinin istirdat edildiği<br />

zaman keyfiyetin ticaret siciline kaydedilmesi mecburîdir.<br />

Temsil salâhiyeti zımnî bir irade beyaniyle değeri alınabilir.<br />

Başka bir tâbirle, temsil olunan kimsenin tavır ve hareketlerinden<br />

temsil salâhiyetini refetmek istediği anlaşıldığı takdirde zımnî ref<br />

bahis mevzuu olur (53). Zımnî ref in başlıca misali mümessile yapılması<br />

için salâhiyet verilmiş olan işin temsil olunan tarafından bizzat<br />

yapılmış olması halidir (54). Temsil edilen kimsenin salâhiyetnameyi<br />

geri istemesi veya ayni mevzuda başka birisine salâhiyet<br />

verilmiş olması hallerinde de zımnen temsil salâhiyetinin geri alındığı<br />

kabul edilmelidir.<br />

Esas itibariyle temsil salâhiyetini geri alma hakkı temsil edilen<br />

şahıs veya onun halefleri tarafından kullanılır. Mamafih, bazı<br />

hallerde diğer bir mümessil marifetiyle de temsil salâhiyetinin ref<br />

ettirilmesi mümkündür. Hükmî şahıslar bu bakımdan, tevcih edilmiş<br />

olan temsil salâhiyetini organları vasıtasiyle ref edebilirler.<br />

Müteaddit kimseler tarafından müştereken verilmiş olan temsil<br />

salâhiyeti de temsil olunanlardan her biri tarafından geri alınabilir<br />

(55).<br />

Yukarıda ölüme muzaf olarak verilen temsil salâhiyetinin temsil<br />

edilen kimsenin mirasçıları tarafından ref edilebileceğini tesbit<br />

etmiş bulunuyoruz. Burada, müteaddit mirasçı mevcut iken tek bir<br />

mirasçının temsil salâhiyetini ref edip edemiyeceği meselesinin halli<br />

icap eder.<br />

Böckli'ye göre (56), temsil olunan haklar terekeye intikal edeceğinden,<br />

mirasçılar, ancak müştereken temsil salâhiyetini nez edebilirler,<br />

filhakika M, K. m. 581 e göre, mirasçı birden ziyade ise, terekedeki<br />

haklar ve borçlar taksime kadar muşa kalır. Tereke mirasçıların<br />

mülkü olup, mukavele veya kanun ile muayyen temsil ve ida-<br />

(53) von Tuhr, s. 297; Arsebük, s. 483; Göktürk, s. 37-38; Becker,<br />

Mad. 34, No. 2<br />

(54) Begueün, FJS 285, s. 1; Belgesay, s. 95 No. 99<br />

(55) von Tuhr, s. 297; Arsebük, s. 484; Belgesay, s. 96, No. 90<br />

(56) Böckli SJZ 19, s. 146<br />

189


e haklan mahfuz kalmak üzere mirasçılar bunda müştereken tasarruf<br />

ederler.<br />

Buna mukabil müelliflerin ekserisi temsil olunan kimsenin mirasçılarına<br />

intikal eden temsil salâhiyetinin mirasçılardan her birinin<br />

kendi hissesine taallûk ettiği nisbette nez'edilebileceği kanaatindedirler<br />

(57). Zira, ref halkkı temsil edilen şahsın himayesini istihdaf<br />

eder ve terekeye dahil olmaz, ölüme muzaf temsil salâhiyetinde<br />

temsil olunanın ölümünden sonra yapılan ref temsil olunan namına<br />

yapılır. Binaenaleyh, M. K. m. 581 mucibince bir iştirak halinde<br />

mülkiyet olmayıp mirasçıların birlikte hareket etmelerini icap<br />

ettirmez. Temyiz Mahkememizin bir kararma göre de (58) mirasçılardan<br />

birisi kendi hissesi hakkında vekili azledebilir. Ancak,<br />

Belgesay'm da kaydettiği veçhile (59), temsil edilenin vefatından<br />

sonra ve ferağdan evvel mirasçılardan birisinin satışa tevkil salâhiyetini<br />

kendi hissesi nisbetinde nez'etmesi halinde bu nez keyfiyetinin<br />

husule getireceği neticeleri tâyin etmek zor olacaktır.<br />

Temsil salâhiyeti müteaddit kimselere verilmişse, bunlardan<br />

birisine karşı temsil salâhiyetinin geri alınması, temsil münasebetine<br />

son verir.<br />

B. K. m. 34 mucibince hukukî muameleden tevellüt eden temsil<br />

salâhiyeti her zaman ref edilebilir. Hattâ mümessil temsil suretiyle<br />

hukukî muamele yapıncaya kadar temsil olunan kimse salâhiyeti<br />

ref ederek o muamelenin yapılmasının önüne geçebilir. Vekâlet<br />

aktinin sona ermesinden 'bahseden B. K. m. 396 ya göre de vekâletten<br />

azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Beynelmilel kanun<br />

projesinin 20 inci maddesine göre de temsil olunan kimse temsil<br />

salâhiyetini her zaman ref edebilir.<br />

Acaba temsil salâhiyetini ref hakkından temsil olunan kimse<br />

muteber olarak vazgeçebilir mi ?<br />

Alman Hukukunda gayri kabili rücu temsil salâ^yetinin (unwiderrufliche<br />

Vollmacht) muteber olup olmadığı meselesi uzun<br />

(57) von Tuhr, s. 298; Göktürk, s. 20-21<br />

(58) Tem, 1 H. D. 23. 11. 1943 E. 2923/K. 4396<br />

(59) Belgesay, t H. F. M. 1944, s. 846<br />

190


münakaşalara sebep olmuştur. Hupka'ya göre (60), temsil salâhiyeti<br />

mücerret bir muamele olduğundan temsil olunanın hüviyetini<br />

ahlâk ve âdaba aykırı bir şekilde takyit etmedikçe gayri kabili rücu<br />

olarak verilebilir. Buna mukabil, diğer bazı eski müellifler (61)<br />

temsil salâhiyetinin bu şekilde verilmesini kabul etmiyorlardı. A. M.<br />

K. m. 168, prensip itibariyle temsil salâhiyetinin ref edilebileceği<br />

kaidesini .koymuştur. Filhakika bu maddenin ikinci cümlesi mucibince<br />

temsil olunan ile mümessil arasındaki hukukî münasebet devam<br />

ettiği müddetçe temsil salâhiyeti ref edilebilir, meğer ki bu<br />

münasebetten hilafı istihraç edilmiş olsun. Bu maddeyi tefsir eden<br />

Alman doktrininde hâkim olan kanaata göre, temsil salâhiyeti her zaman<br />

geri alınabilir. Ancak, bu kaidenin bazı istisnaları mevcuttur.<br />

a) Temsil salâhiyetinin gayrı kabili rücu olması temsil edilen<br />

kimse ile mümessil arasındaki akdi münasebetten neş'et edebilir.<br />

temel münasebet bir şjirket akdi ise ve şirket mukavelenamesinde<br />

de şeriklerden birisine şirketi temsil salâhiyeti verilmişse, bu salâhiyet<br />

ancak şeriklerin ittifakı veya şirket mukavelesine göre kararlar<br />

ekseriyetle almıyorsa, bu ekseriyetin reyi ile geri alınabilir.<br />

b) Temsil salâhiyeti temel münasebete göre, mümessilin veya<br />

üçüncü şahısların menfaati icabı verilmişse (in rem şuam), ref'edilemez.<br />

Meselâ, borçlunun, alacaklısı ile bir mukavele akdederek<br />

ona bir başkasından olan alacağını tahsil etmek veya alacaklısına<br />

bir teminat vermek maksadiyle verdiği kabza vekâlet geri alınamaz<br />

(62). Buna mukabil, temsil salâhiyetinden rücu edilemiyeceği<br />

hususu temsil olunan kimsenin hürriyetini ahlâk ve âdaba aykırı<br />

bir şekilde takyit etmemelidir. Böyle bir halde, ref edilememek<br />

şartının A- M. K. m. 138 e göre butlanı, temsil salâhiyetinin tamamının<br />

butlamm mucip olup olmadığı hususu, A. M. K. m. 139 a<br />

göre tâyin olunur. Ekseri hallerde şartın bâtıl olup^ temsil salâhiyetinin<br />

devam edeceği kabul edilmektedir (63).<br />

c) Temsil olunan kimse mühim sebeplere binaen ref hakkım<br />

kullanmaktan feragat edebilir. Ancak, feragatin muteber olması için<br />

(60) Hupka, s. 401<br />

(61) Lenel, s. 35, 38<br />

(62) Kars. RGZ 109, 8. 633<br />

(63) Rabel, s. 799 - 800<br />

191


mukavelede bunun hudut ve esasının tâyin edilerek gösterilmiş olması<br />

lâzımdır.<br />

Alman doktrininde taraftar bulmuş bir telâkkiye nazaran, temsil<br />

olunan kimse tek taraflı bir irade beyaniyle ref hakkını kullanmaktan<br />

feragat edebilir (64). Buna mukabil, diğer bir fikre göre<br />

ise, temsil olunanın ref hakkından vazgeçmesi için tek taraflı bir<br />

beyan kâfi olmayıp mümessil ile yapılmış bir akdin mevcudiyeti<br />

lâzımdır (65).<br />

Gayrı kabili rücu şekilde bahşedilen temsil salâhiyeti, meydana<br />

getirdiği neticeler baklanından bir hakkın devrine benzer. Hususiyle,<br />

temsil olunan kimse temsil salâhiyetini verdiği hususlarda<br />

tasarruf salâhiyetini kullanmaktan vazgeçtiği takdirde, bu hal müşahede<br />

edilebilir. Alman doktrininde bu gibi hallerde kuvvetlendirilmiş<br />

gayrı kabili temsil salâhiyetinden bahsedilmektedir (66).<br />

Gayri kabili rücu olarak verilmiş olan temsil salâhiyetinde, temsil<br />

edilen kimse hakkın sahibi olarak kalmasına mukabil, bu hakkını<br />

kullanmamayı taahhüt etmektedir; Bu taahhüt aynî tesiri haizdir<br />

ve temsil olunan kimsenin salâhiyeti ref etmeye kalkması kat'i<br />

olarak hükümsüzdür (67). ,<br />

Türk- İsviçre Hukukunda B. K. m. 34 f. 2 yejşgre temsil olunan<br />

kimsenin ref Hakkından evvelce feragat etmesi hükürnsüz-<br />

3ur (Ö&> Bu hükürnjbnir mahiyette olup hilafı kararlastırılamaz<br />

(69). Aksi halde ref hakkından feragat hükümsüzdür. Burada<br />

kullanılan hükümsüz tâbiri geniş olduğundan bunu daha dar manada,<br />

bâtıl mânasında tefsir etmek lâzımdır.<br />

(64) Enneccerus - Nipperdey,, § 186> Not 15; von Tuhr, allg. Teil,<br />

§ 85, s. 409<br />

(65) RGZ,, 63, s. 339; JW 1932, s. 1548; RGZ 109, s. 33<br />

(66) Müller Freienfelse göre (s. 127), böyle bir feragat bâtüdır, zira<br />

kabili temlik olan bir hakkın kullanılması salâhiyeti bir hukukî<br />

muamele üe takyid ve refedüemez (A. M. K. m. 137).<br />

Staudinger - Coing'e göre ise (Mad. 168. No. 12 b) feragat, sadece<br />

muayyen haklara taallûk ettiği nisbette muteberdir.<br />

(67) Müller - Freienfels, s. 109<br />

(68) von Tuhr, (s. 298, Not. 71) B. K. m. 34 f. 2 de kullanılan «evvelce»<br />

tabirini lüzumsuz ve şaşırtıcı bulmaktadır. Yine Bk. Belgesay<br />

s. 96, No. 91; Saymen - Elbir, s. 310, Not. 69<br />

(69) Becker, Mad. 34, No. 1<br />

192


Ü. K. m. 34 f. 2 yi vazetmekle kanun vazınmız temsil edilen<br />

kimsenin bir başkasına salâhiyet vermek suretiyle risk altına girdi-1<br />

ğini nazarı itibara almaktadır. Ref 'hakkından feragat, temsil olunan<br />

kimse halamından M. K. m. 23 f. 2 anlamında hürriyetin âdaba<br />

aykırı surette takyididir (70). B. K. m. 34 f. 2 de zikredilen «ref<br />

hakkından feragatin hükümsüzlüğü» kaidesi B. K. m. 19 ve 20 de<br />

beyan edihniş olan prensibe de uygundur.<br />

Mümessilin menfaatim temin için verilmiş olsa (in remi şuam)<br />

dahi temsil salâhiyetinin nezine her zaman imkân vardır (71). Bu<br />

bakımdan temsil salâhiyetinin vekâlet akdine istinat ettirilmiş olması<br />

bir rol oynamaz. Doktrinde de (72) beyan edildiği veçhile,<br />

in rem şuam temsil salâhiyetinden feragatin bâtıl olmıyacağını kabul<br />

etmek için bir sebep yoktur. Binaenaleyh «münasip olmayan bir<br />

zamanda vekâletten azil eden kimse... diğerinin zararım zamin<br />

olur» kaidesini vazeden B. K. m. 396 f. 2 yi burada tatbik etmeye<br />

mahal yoktur.<br />

in rem şuanı temsil salâhiyetinde ref hakkından feragat edilemez<br />

kaidesi ilk nazarda mümessilin aleyhine haksız bir netice olarak<br />

telâkki edilebilir. Fakat, Borçlar Kanunumuzun sistemine göre,<br />

tahsile vekâlet yerine B. K. m. 170 de zikredilen tediye makamına<br />

temlik (cession â titre de payement) suretiyle başkasında olan<br />

alacağın borçluya temliki mümkündür. Binaenaleyh Türk - isviçre<br />

BorçlaT Hukukunda Ahnan Hukulcunun aksine olarak mcmdatmn<br />

in rem şuam temsil salâhiyetinin ref inden feragatin pratik bakımdan<br />

muteber telâkki edilmesine lüzum ve ihtiyaç yoktur (73).<br />

Diğer taraftan, Türk - İsviçre Borçlar Kanununda, A. M. K. m. 137<br />

ye benzer bir hüküm mevcut olmamakla beraber, bİT nakkm devri<br />

salâhiyetinin mukavele ile tahdit ve ref edilemiyeceği hususundaki<br />

prensip M. K. m. 23 f. 1 den istihraç edilebilir (74).<br />

(70) Gautschi, s. 104<br />

(71) Beguelin, PJS 285, s. 1 - 2<br />

(72) Göktürk, s. 51; Arsebûk, s. 485, Not. 146<br />

(73) von Tuhr, s. 298, Not. 73<br />

(74) Haab - Simonius, Mad. 714, Not. 45; von Tuhr. s. 291, Not. 31<br />

193


Alman Hukukundaki gayri kabili rücu temsil salâhiyeti telâkkisinin<br />

tesiri altında kalan von Tuhr (75), B.K. m, 34 f. 2 de vaz'edilmiş<br />

bulunan kaideyi hafifletmek maksadiyle temsil olunan<br />

kimsenin ref hakkım kullanmama hususunda yapacağı taahhüdün<br />

B. K. m. 19 f. 2 ye aykın olmadıkça muteber telâkki edilmesi lâzım<br />

geldiğini kaydetmektedir. Böyle bir taahhüdün muteber olarak<br />

mevcudiyeti, temsil olunanı, temsil salâhiyetini ref ermesine mani<br />

olmamakla beraber, ref sebebiyle mümessilin maruz kaldığı zararı<br />

tazmin ile mükellef kılar (B. K. m. 396 f. 2). Bu bakımdan, ref<br />

hakkının kullanılması halinde bir cezaî şart dahi muteber olarak<br />

kararlaştırılabilir. Buna mukabil diğer bazı müellifler, kanaatımızca<br />

da haldi olarak, ref hakkım kullanmama taahhüdünün B. K.<br />

m. 34 f. 2 mucibince bâtıl olacağı ve bu hususta bir cezaî şartın<br />

kararlaştınlamıyacağı fikrini müdafaa etmişlerdir (76).<br />

f 2. Mümessilin şahsına göre temsilin sorun erme sebepleri.<br />

Temsilin sona erme sebepleri bu müessesenin şahsî karakteri<br />

göz Önünde tutularak, mümessilin şahsına-göre de tanzim edilmiştir.<br />

Zira, hukukî muameleden tevellüt eden temsil salâhiyetinde, temsil<br />

edilen kimse her hangi bir kimseyi değil, itimat ettiği b|r kimseyi<br />

Kendisine mümessil olarak tayip, eder. B. K. m. 35'e göre temsil salâhiyeti<br />

mümessilin vefaü, gaiblik hükmünün ilâm, medeni haklan<br />

kullanma ehliyetinin izaası ve nihayet iflâs etmesi ile sona erer.<br />

Temsil edilenin şahsı nazarı itibara alınarak bu sebepleri yukarıda<br />

tetkik ettiğimizden burada kısaca temas etmekle iktifa edeceğiz.<br />

I. Mümessilin ölümü<br />

Temsil salâhiyetinin mümessilin ölümü ile nihayete ermesLJem^<br />

silin tabii bir neticesidir._ZiraT ft*pfii1 nlunan_kimse mümessilin şahsına<br />

itimat ettiği için ona temsil salâhiyeti yermiştir. Ancak B. K.<br />

m. 3b sarahaten Bunun hilafının kararlaştınlabileceğini veya hal-<br />

(75) von Tuhr, s. 298, Arsebük, s. 485,, Not. 150<br />

(76) Beguelin, FJS 285, s. 2; Oser - Schönenberger, Mad. 34, No. 7;<br />

Göktürk, s. 49<br />

194


den istidlal edilebileceğini derpiş etmiş bulunmaktadır. Mümessil<br />

bir hükmî şahıs veya şirket ise mevcudiyeti hitam bulduğu veya<br />

fesholunduğu takdirde de temsil salâhiyeti nihayete eTer (B. K. m.<br />

35 f. 2).<br />

Mümessilin ölümıü ile temsil salâhiyetinin sona ermesi diğer<br />

mevzuatta da kabul edilmiştir. Ezcümle, Alman Medenî Kanunu<br />

tems&l edilenin ölümü ile temsilin sona ermeyeceğini beyan ettiği<br />

halde, mümessilin ölümü ile nihayete ereceğini beyan etmektedir.<br />

Filhakika, A. M. K. m, 168'de kabul edilen olan sisteme göre temsil<br />

salâhiyeti, bir akdi münasebete istinat ediyorsa, mümessilin ölümü<br />

ile doğrudan doğruya hitama erer.<br />

Beynelmilel kanun projesinin 19'uncu maddesine göre de temsil<br />

mümessilin ölümü ile veya hükmî şahıs bahis mevzuu ise, onun<br />

zevali ile sona erer.<br />

II. Mümessilin gaibliği.<br />

B. K. m. 35 mucibince hilafı kararlaştırılmış yahut işin mahiyetinden<br />

istidlal edilmiş olmadıkça temsil salâhiyeti, mümessilin gaiblik<br />

hükmünün ilânı ile sona erer.<br />

III. Mümessilin medeni haklan kullana. ehliyetini toyhgtnifigi^<br />

A. M. K. m. 165 de açıkça mümessilin medeni haklan kullanma<br />

ehliyetinin tahdit edilmiş olmasının temsile son vermiyeceği ifade<br />

edilmiştir.<br />

Türk - İsviçre hukukunda, B. K. m. 35'de her hangi bir tefrik<br />

yapıimaksızm mümessilin medeni haklan kullanma diyetini 'kaybetmesiyle<br />

temsilin de. prensip itibariyle sona ereceği beyan edile<br />

mıştır."* Vukanda izah edildiği veçhile, Türk - isviçre hukukunda<br />

mümessilin tam ehliyetli olması şartı aranmayıp temyiz kudretine<br />

sahip bulunması kâfi görülmektedir. Çünkü mümessilin yaptığı<br />

muamele kendisini ilzam etmez. M. K. m. 16'ya göre mümeyyiz küar<br />

çuk ve mahcurlar kendilerini ilzam etmiyen muameleleri kanunî<br />

mümessillerinin nzasına ihtiyaç olmaksızın yapabilirler. Bunun için<br />

195


Törk - İsviçre doktrininde (77) B. K. m. 35'de temsile nihayet verdiği<br />

ifade edilen medeni haklan kullanma ehliyeti dar manada tefsir<br />

edilerek, bu hükmün mümeyyiz küçükler ile mahcurlara tatbik<br />

edilemiyeceği kabul edilmektedir. Şu halde, mümessil temyiz kudretini<br />

kaybetmişse temsil sona erer. Buna mukabil, mümessil temyiz<br />

Jkudretim haiz olmakla beraber hacir altına alınmış ise veya küçükse,<br />

medeni haklan kullanma ehliyetinin takyidi temsili sona erdirmez.<br />

Meğer ki hilafı, halden istidlal edilmiş veya temsil edilen<br />

kimse tarafından açıkça beyan edilmiş olsun.<br />

Beynelmilel kanun projesinin l^uncu madesinin ikinci bendinde<br />

mümessilin temsil salâhiyetinin verildiği anda haiz olduğu ehliyetini<br />

kaybetmesiyle temsilin sona ereceği ifade edilmiş bulunmaktadır.<br />

Kanaatımızca bu hüküm yerindedir. Filhakika, temsil salâhiyetinin<br />

verilmesinden sonra mümessilin hacir altına alınması temsil<br />

edilenin itimadım azaltır. Kendi işlerini kanunî mümessili vasıtasiyle<br />

gören mümessilin artık temsil edilen namına da muamele<br />

yapamaması icap eder. Temsil olunan kimse buna rağmen temsil<br />

salâhiyetinin devam etmesini istiyorsa, her zaman yeni bir temsil<br />

salâhiyeti verebilir. Zira, ehliyetin takyid edilmiş olması, bir kimsenin<br />

mümessil sıfatiyle hareket etmesine mani olan bir husus<br />

değildir.<br />

IV. Mümessilin iflâsı.<br />

I B. K. m. 35, mümessilin iflâs etmesin^ nhim*> fany^erek temsil<br />

salâhiyetini sona erdiren sebeplerden birisi olaTak saymıştır.<br />

Bu netice de~"temsilin hukukî mahiyetinden çıkar. Temsil itimada<br />

istinad ettiği için mümessilin iflâs etmesiyle temsil edilen kimsenin<br />

artık ona itimad edemiyeceffi ıarzolunur. Mademki mümessil<br />

Eendi mallan üzerinde tasarruf ehliyetini kaybetmiştir, öyleyse<br />

temsil edilenin mallan üzerinde de tasarruf edememelidir. Temsil<br />

edilen kimseyi, iflâs etmiş olan mümessilin yapacağı muamelelere<br />

karşı himaye için iflâs ile temsilin sona erdiği kabul edilmiştir.<br />

Buna mukabil, temsil olunan kimse, iflâsa rağmen temsil salâhiyetinin<br />

devam edebileceği kaydiyle salâhiyet vermiş olabilir. Mümes-<br />

(77) Beguelin, FJS 285, s. 2; Saymen - Elbir, s. 309; Göktürk, s. 76<br />

1*6


silin iflâs etmiş olması temsile mani olan bir husus, değildir. Mümessil,<br />

tasarruf salâhiyetini sadece iflâs masasına giren mallan üzerinde<br />

kaybetmektedir.<br />

Beynelmilel kanun projesinin 19 J uncu maddesine göre de mümessilin<br />

iflâsının ilân edilmesiyle temsil sona erer.<br />

ALaoan Hukukunda A. M. K. m. 168 vasıtasiyle tatbik edilen<br />

A. M. K. m. 672'de mümessilin iflâsı temsili sona erdiren bir sebep<br />

olarak sayılmamıştır. Binaenaleyh temsil salâhiyeti, vekâlet, hizmet<br />

Veya iş akdi gibi bir akdi münasebete istinat ediyorsa, mümessilin<br />

iflâs etmesiyle temsil sona ermez. Buna mukabil temsil salâhiyeti<br />

bir iş akdine istinat ediyorsa, mümessilin iflâsı ile temsil sona erer<br />

(A. M. K. m. 128) (78). Temsil salâhiyeti bir akdî münasebete bağlı<br />

olmaksızın müstakil olarak verilmişse temsil hitama ermez.<br />

V. Mümessilin istifası.<br />

Alman Hukukunda eski Alman müellifleri (79) mümessilin isti<br />

faşım temsilin sona erme sebepleri arasında sayıyorlardı. Fakat Alman<br />

Medenî Kanununda bir hükmün mevcut olmayışını nazarı itibara<br />

alan diğer müellifler, istifayı temsilin hitam sebebi olarak kabul<br />

etmemişlerdir (80). Mümessil, ancak vekâlet veya hizmet akdini, başka<br />

bir tâbirle, temsil olunan ile arasındaki akdi münasebeti feshetmek<br />

suretiyle temsile nihayet verebilir. Von Tuhr (81) bu neticeyi<br />

haksız bularak şiddetle tenkit etmiştir. Mümessil temsil salâhiyetini<br />

red edebilmelidir. Ancak Alman hukukunda bir fesih beyanı ile istifanın<br />

mümkün olup olmadığı, mümessil ile temsil olunan arasındaki<br />

akdî münasebetin tek taraflı bir beyanla feshedilebilmesine<br />

bağlıdır (82).<br />

Türk - İsviçre Borçlar Kanununda yazılı olmamakla beraber<br />

mümessilin istifa etmesiyle temsilin nihayete erdiği kabul edilmektedir;.<br />

Mümessil temsil salalüyetini-tek taraflLİâr irade beyaniyle<br />

(78) Staudinger - Coing, Mad. 168,, No. 5; Hupka, s. 386-387<br />

(79) Hupka, s. 390<br />

(80) Planck - Flad, Mad. 168, No. 3 b; Oertmann, Mad. 168, 1 d<br />

(81) von Tuhr, allg. Teü, § 85, s. 406<br />

(82) Kars. A. M. K. m. 623, 626 ve 627<br />

W


ed edebilir. Alman hukukunun aksine olarak bu husus Türk - isviçre<br />

hukukunda münakaşalı bir mesele değildir. Von Tuhr'uıı (83)<br />

beyan ettiği gibi, mümessilin istifa ettiği hallerde halâ temsil olunan<br />

tarafından salâhiyetin refedilmiş olmasını beklemek bir şekilcilikten<br />

ibaret kalacaktır. Diğer taraftan, kendisine salâhiyet verilmiş<br />

olan kimse de herhangi bir sebeple bundan kaçınmak isteyebilir.<br />

Onun rızası hilâfına temsil salâhiyetinin devam ettiğini kabul<br />

etmek hukuk mantığı ile kabili telif değildir (84).<br />

B.K. m. 34, temsil salâhiyetinin ref inden bahsettiği halde, vekâletin<br />

hitamına müteallik B. K. m. 396 f. 1 «vekâletten azil ve ondan<br />

istifa her zaman caizdir» demek suretiyle istifaya'da yer vermiştir.<br />

Her halde B. K. m. 34'e temsilin sona erme sebepleri araşma<br />

istifayı da ilâve etmek doğru olur.<br />

îstifa da, ref gibi sarih veya zımmî olabilir ve herhangji bir şekle<br />

tâbi değildir (85). Temsil salâhiyeti üçüncü şahıslara bildirihnişse,<br />

B. K. m. 34 f. 3 ün kıyas suretiyle tatbiki neticesinde mümessilin<br />

istifası üçüncü şahıslara bildirilmedikçe bu husus onlara karşı dermeyan<br />

olunamaz.<br />

Beynelmilel kanun projesinin matlabı «vaz geçmenin hükümleri»<br />

olan 24'cü maddesine göre, mümessilin vaz geçmesi üçüncü<br />

şahıslar hakkında buna ıttıla kesbettikleri andan itibaren hüküm ve<br />

netice meydana getirir.<br />

BÖLÜM n<br />

<strong>TEMSİL</strong>İN SONA ERMESİNİN HÜKÜM VE NETİCELERİ<br />

Temsilin sona ermesinden sonra/normal olarak mümessilin yaptığı<br />

muameleler, temsil olunan kimsenin hukukî sahasında hüküm ve_<br />

netice meydana getirmeyip, mümessili şahsan mes'uj blaj. Mümessil<br />

kukî muamele yaparsa., saİâhiyetsiz temsilderTbahsedilir. B.K. m7<br />

(83) von Tuhr, s. 296, Not. 61<br />

(84) Göktürk, s. 69<br />

(85) Beguelin,, FJS 285, s. 1<br />

198


35 f. 3 mucibince temsilin hitama ermesine rağmen temsil olunan ile<br />

mümessilin birbirine karşı haiz oldukları şahsî haklar mahfuz kalır.<br />

B. K. m. 396 f. 2'ye göre de münasip olmayan bir zamanda vekâletten<br />

azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zâmin olur.<br />

B. K. m. 34 f. 2 mucibince temsil salâhiyetinin ref edilmesi mümesilin<br />

hizmet veya şirket veya vekâlet gibi sebeplere istinat ederek<br />

dava ikamesi hakkına halel getirmez.<br />

Temsilin sona ermesi halinde temsil olunan kimse, mümessil ve<br />

temsilin yapıldığı üçüncü şahıslar arasında menfaat ihtilâfı zuhur<br />

edebilir. Temsilin sona ermesi sebebiyle yapılan muamelenin kendisini<br />

ilzam etmediğini ileri süren kimseye karşı, temsilin sona ermesinden<br />

haberdar olmayan hüsnüniyetli üçüncü şahıslar nasıl himaye<br />

edilecektir ?<br />

Jf 1. Temsilin sona ermesinde hüsnüniyetin korunması.<br />

Kaide olarak temsilin nihayete ermesinden sonra mümessil tarafından<br />

yapılan muameleler temsil olunan kimse hakkında hüküm<br />

ve netice meydana getirmezse de. Borçlar Kanunumuz hüsnüniyet?<br />

li üçüncü şahıslan ve mümessili himaye etmek için bazı hükümler<br />

vazetmiş bulunmaktadır. Bunları ikiye ayırarak tejjtik edebiliriz.<br />

I. Hüsnüniyetli üçüncü şahısların korunması.<br />

B. K. m. 34 f. 3 mucibince, «temsil olunan kimse gerek sarahaten<br />

gerek delâleten verdiği salâhiyeti diğer kimselere bildirdiği halde<br />

bu salâhiyeti tamamen veya kısmen ref ettiğini bildirmemiş<br />

olursa salâhiyetin bu suretle ref ini (hüsnüniyetli) (86) üçüncü şahıslara<br />

karşı dermeyan edemez».<br />

Kanun vazırmız burhüküm jle? mümessile tpim.qfl salâhiyejjnja,<br />

verildiği bdldirilip de geri alındığı bildirilmemiş olan hüsnüniyetli,<br />

(86) Mehaz Kanunda hüsnüniyetli üçüncü şahıslardan bahsedildiği<br />

halde kanunumuzda hüsnüniyet kelimesi unutulmuştur.<br />

Bk. Saymen - Elbir, s. 312, Not. 73<br />

199


%üncü şahısları, himaye fytmektedjr. Diğer bir tâbirle, B. K. m. 34<br />

f. 3* ile haricî temsil salâhiyetine hususî bir himaye bahsetmiştir (87).<br />

A. M. K. m. 170 e göre de, temsil salâhiyeti üçüncü şahsa karşı<br />

yapılan bir beyan ile verilmişse, bu salâhiyet, o üçüncü şahıs<br />

hakkında, sona erdiği bildirilmedikçe, baki kalır. Yukarıda işaret<br />

ettiğimiz veçhile (88), haricî temsil salâhiyetinin verilmesi hususundaki<br />

fark bir tarafa bırakılırsa, B. K. m. 34 f. 3 ile A. M. K. m.<br />

170 ayni gayeyi istihdaf etmektedirler. Her iki hükümden de istihraç<br />

edilebileceği veçhile, üçüncü şahısların hüsnüniyeti yalnız haricî<br />

temsil bahis mevzuu olduğu zaman korunur. Buna mukabil,<br />

temsil salâhiyeti üçüncü şahıslara bildfirilmemişse bu salâhiyetin<br />

ref edildiğinden haberdar olmayan hüsnüniyetli üçüncü şahıslar himaye<br />

edilmezler (89).<br />

B. K. m. 34 f. 3 yalnız temsil salâhiyetinin ref edilmesi sebebiyle<br />

temsilin sona ermesine tatbik edilip diğer hitam sebepleri<br />

hakkmda cari olmaz (90). Buna mukabil, A. M. K. m. 170 daha<br />

geniş bir hüküm olup yalnız salâhiyetin geri alınmasına değil, diğer<br />

hitam sebeplerine de tatbik edilir.<br />

B. K. m. 34 f. 3 temsil salâhiyetinin geri alındığının hüsnüniyetli<br />

üçüncü şahıslara karsı denneyan edilip edilememesi bakımından<br />

iki hali birbirinden tefrik etmektedir.<br />

1. Temsil olunan kimse, temsil salâhiyetini üçüncü şaftısl a ra<br />

bildirmiş olup da bununı ref ştfSbTyle frîbrma erdiğini büdlrmemişsey<br />

bu hususu hüsnüniyetli üçüncü şahıslara karşı dermeyan edemez.<br />

Bu takdirde, temsil edilen kimse, sanki temsil salâhiyeti ref<br />

edilmemiş gihr, mümessilin hüsnüniyetli üçüncü şahıslarla yaptığı<br />

hukukî muamelelerin alacaklı veya borçlusu olur (91).<br />

Bilindiği üzere, geri alma, temsil olunan tarafından mümessile<br />

tevcih edilmiş bir irade beyanı ile temsilin nihayete erdirilmesidir.<br />

(87) Saussure, s. 76<br />

(88) Kısım I, Bölüm II § 1.<br />

(89) von Tuhr, s. 301<br />

(90) Kars. Tein. T: D. 7:5.19601 E. 2497/K.2699, T. İç. Kül., c. 4, No.<br />

2198; Saymen - Elbir, s» 312<br />

(91) RO 24 I 245; RO 54 II 82; Beguelin, FJS No. 285, s. 3<br />

200


Şu halde B. K. m. 34 £ 3 muteber surette verilmiş olan bir salâhiyetin<br />

geri alındığınım •üçüncü şahıslara büdirilhıerniç olduğu hallerde<br />

tatbik edâik. Temsil akınanm medeni haklan kullanma ehliyetine<br />

sahip olmaması sebebiyle bâtıl olan temsil salâmyetinin bildirildiği<br />

üçüncü şahıslar, B. K. m. 34 f. 3 ile himaye edilmezler.<br />

Çünkü temsil salâhiyeti bâtıl olduğuna göre, hiç verilmemiş farzolunur<br />

ve bâtıl bir salâhiyetin refinden bahsedilemez (92). Kaldı<br />

ki, Tüafk - isviçre hukukunda gayrr mümeyyiz olan bir şahıs ile hüsnüniyetli<br />

üçüncü şahıs arasında akdedilen muamelelerde prensip itibariyle<br />

ehiil olmıyan kimse himaye edilir (93). Buna mukabil, üçüncü<br />

şahıslara verildiği bildirilen temsil salâhiyeti irade fesadı sebeplerinden<br />

biriyle malûl ise, bunun feshedildiği üçüncü şahıslara<br />

bildirilmemiş olsa bile, B. K. m. 34 f. 3 ün kıyasen tatbiki suretiyle<br />

hüsnüniyetli üçüncü şahısların himayesi lâzım gelir. Temsil salâhiyetinin<br />

verildiği üçüncü şahıslara zımnen bildirilmiş veya üçüncü<br />

şahısların bunu halden istidlal etmiş olmaları halinde de hüsnüniyet<br />

B. K. m. 34 f. 3 mucibince himaye edilir.<br />

B. K. m. 34 f. 3 ün tatbik edilebilmesi için, kendilerine temsil<br />

salâhiyetinin verildiği' bildirilmiş olan üçüncü şahısların temsil suretiyle<br />

muamele yaptıkları anda hüsnüniyetli olmaları lâzımdır.<br />

(M. K. m. 3). Diğer bir tâbirle, temsilin sona erdiğini bilmeyen ve<br />

bilemiyen kimseler hüsnüniyetlidirler. Buna mukabil, üçüncü şahıslar<br />

herhangi bir surette temsil salâhiyetinin ref edildiğine vâkıf<br />

olmuşlarsa, temsil olunan kimse bunlara karşı, ref keyfiyetini bildirmemiş<br />

olsa dahi, temsilin sona ermiş olduğunu dermeyan edebilir.<br />

A. M. K. m. 173 e göre de 170 inci madde hükmü mümessil ile hukukî<br />

muamele yaptığı anda temsil salâhiyetinin sona erdiğini bilen<br />

veya bilmesi lâzım gelen kimselere tatbik edilemez.<br />

Üçüncü şahısların suiniyetli olduğunu, yani temsil salâhiyetinin<br />

ref edildiğini İrildiklerini veya bilmeleri lâzım geldiğini ispat etmek,<br />

hüsnüniyet asıl olduğuna göre, temsil olunana terettüb eder.<br />

2. Temsil olunan kimse, temsil salâhiyeti verdiğini üçüncü şahıslara<br />

fedldiEmis ise refettiğini de bildirmek suretiyle temsilin so-<br />

(92) Kars. Staudinger - Coing, Mad. 170, No. 13 ve Mad. 173, No. 6<br />

(93) Tuor, s. 60-61; RO 55 II 157<br />

201


na erdiğini üçüncü şahıslara dermeyan edebilir (94). B. K. m. 34<br />

de kullanılan dermeyan etmek tâbiri bir defi dermeyam olmayıp<br />

bir itirazdır. Zira teknik manada def'i davalının hususî bir sebebe<br />

binaen edayı yerine getirmemek hakkıdır. Halbuki itiraz davacı<br />

tarafından ileri sürülen hakkın doğmamış olduğuna delâlet eden<br />

yeni bir takım vakıalardır. B. K. m. 34 f. 3 de temsil olunan kimse,<br />

salâhiyetin sona ermesine binaen üçüncü şahıs lehine bir hakkın<br />

doğmadığım ileri sürmektedir (95). Salâhiyetin rafinin bildirilmesinden<br />

maksat, geri almadan üçüncü şahısların herhangi bir şekilde<br />

haberdar edilmeleridir. Binaenaleyh, temsil olunan kimse, temsil<br />

salâhiyetini ref ettiğini şahsan bildirmekle mükellef olmayıp<br />

mümessil, muhbir, haberci veya diğer herhangi bir vasıtayı da<br />

kullanabilir (96). Temsil olunan kimse, hüsnüniyetli üçüncü şahısların<br />

mümessil ile yapacakları muamelelerin neticelerine katlanmak<br />

istemiyorsa, salâhiyeti geri aldığını muhakkak üçüncü şahıslara<br />

bildirmesi lâzımdır. Bu balomdan bildirme, temsil olunan için bir<br />

hukukî mükellefiyet teşkil eder. Buna mukabil, temsil salâhiyetinin<br />

tabiî bir sebeple sona ermesi halinde, bildirme mükellefiyeti<br />

yoktur. Meselâ, temsil olunan kimse, üçüncü şahıslara salâhiyetin<br />

muayyen bir zaman için veya şarta bağlı olarak verildiğini bildirmiş<br />

olduğu hallerde, müddetin geçtiğini veya infisahı şartın tahakkuk<br />

ettiğini üçüncü şahıslara bildirmekle mükellef değildir. Ref<br />

beyanı üçüncü şahsa vâsıl olmakla netice meydana getirir. Üçüncü<br />

şahıs ıttıla kesbetmemiş olsa bile durum yine aynıdır.<br />

Borçlar Kanununda ref hususunun üçüncü şahıslara ne şekilde<br />

bildirileceğine dair bir hüküm ynktur. Buna mukabil, A. M. K.<br />

m. 171 f. 2 mucibince, temsil salâhiyetinin ref'i verildiği şekle uygun<br />

olarak üçüncü şahıslara bildirilmiş olmadıkça, temsil salâhiyeti<br />

devam eder. Doktrinde umumiyetle kabul edildiğine göre, tem-<br />

sil salâhiyeti üçüncü şahıslara karşı hangi şekilde_hJMî"1i^ ıyf<br />

beyanının da aynı şekilde, veya ımıajdi] bir yflUa bileri I m esi lâzrrtk<br />

(94) RO 54 II 282; RO 75 II 190; Saymen - Elbir, s. 312, Not. 74<br />

(95) Kars. L'huillier, s. 88 - 92.<br />

(96) Staudinger - Coing, Mad. 170, No. 4; Oser - Schönenberger, Mad.<br />

34, No. 11; Becker, Mad. 34, No. 4<br />

202


dır (97). Sirküler ile veya Ticaret Siciline tescil suretiyle üçüncü<br />

şahıslara bildirilmiş olan temsil salâhiyetimn refedildiğinin yine<br />

aym yollarla bildirilmesi iktiza eder. Üçüncü şahıslara karşı temsil<br />

salâhiyeti gazete ile bildiriknişse, yine aym gazete ile temsil yetkisinin<br />

geri alındığı ilân edilmelidir. Fakat bu gazete çıkmıyorsa başka<br />

bir gazete ile de ilân yapılması mümkündür 98). Temsil edilen<br />

kimse temsil salâhiyetini geri aldığını üçüncü şahıslara taahhütlü<br />

bir mektupla bildirmiş s e, geri almayı da hiç değilse adi mektup<br />

veya telgraf veyahut haberci ile bildirmesi lâzımdır.<br />

Temsil olunan kimse B. K. m. 34 f. 3 gereğince temsil salâhiyetini<br />

zımnen_ açı'klamışsa, salâhiyetin sona erdiğini temsil olunan<br />

kimsenin hareketlerinden istidlal eden veya anlaması icap eden<br />

üçüncü şahıslar hüsnüniyet iddiasında bulunamazlar. İtimat prensibine<br />

göre burada üçüncü şahsın, temsil olunanın irade beyanına<br />

hüsnüniyetle atfettiği manaya göre karar vermek lâzımdır. Meselâ,<br />

bir hizmet akdi dolayısiyle istihdam olunana temsil salâhiyetinin<br />

verildiği üçüncü şahıslara zımnen bildirilmiş ise, bu akdin feshedilmesiyle<br />

temsil yetkisinin de hitama erdiği üçüncü şahıslar tarafından<br />

anlaşılmış olması lâzımdır (99).<br />

Salâhiyetnamenin iade edilmesiyle de temsil salâhiyeti nihayete<br />

ermiş olur. Salârüyetoamenfo geri alındığım bilen veya bilmesi<br />

icap eden üçüncü şahıslar hüsnüniyet iddiasında bulunamazlar.<br />

Dikkatli bir kimse salâhiyetnamenin kendisine eskiden ibraz edilmiş<br />

olması keyfiyetiyle yetinmeyerek yeniden ibrazını mümessilden<br />

istemesi doğru olur.<br />

Yukanki mülâhazalardan istihraç edilebileceği veçhile, Türk-<br />

Isviçre Borçlar Kanunu sisteminde hüsnüniyetli üçüncü şahıslar<br />

haricî temsil salâhiyeti bahis mevzuu olduğu zaman korunmaktadırlar.<br />

Buna mukabil dahilî temsil salâhiyetinde üçüncü şahsın hüsnüniyeti<br />

prensip itibariyle himaye edilmemektedir.<br />

(97) Oser - Schönenberger, Mad. 34, No. 11; Göktürk, s. 32-34; von<br />

Tuhr, s. 301; Arsebuk, s. 490; Beguelin, FJS 285, s. 2. Alman<br />

hukukunda Staudinger - Coing, Mad. 171 - 172, No. 10<br />

(98) Planck - Flad, Mad. 171, No., 7<br />

(99) Kars. Hefti, s. 22; von Tuhr, s. 301; Belgesay, s. 98, No. 92; Arsebuk,<br />

s. 490<br />

203


Beynelmilel kanun projesinin 21 inci maddesi ile de temsil salâhiyetinin<br />

geri alınmasından haberdar olmayan üçüncü şahıslar<br />

himaye edilmektedirler. Bu hükme göre temsil salâhiyetinin nez'i<br />

veya tahdidi üçüncü şahısların buna ıttılalan anından itibaren hüküm<br />

ifade eder.<br />

II. Hüsnüniyetli mümessilin korunması<br />

B. K. m. 37 f 1 e jgörea «mümessil kendi salâhiyetinin hitam<br />

bulduğuna vâkıf olmadığı müddetçeT temsil edilen yahut halefleri,<br />

bu salâhiyet henüz, baki imiş gibi onun muamelesi ile alacaklı ye<br />

borçlu olurlar». Bu hükümden anlaşılacağı veçhile, mümessil ve<br />

üçüncü şahıslar baTommdan temsil yetkisinin sona ermesi ancak<br />

mümessilin bundan haberdar olmasından itibaren hüküm ifade<br />

eder. Şu halde, temsilin nihayete erdiğini bilmeyen mümessilin<br />

yaptığı hukukî muamelenin hüküm ve neticeleri, sanki temsil salahiyetli<br />

devam ediyormuş gibi, temsil olunan kimseye terettüb<br />

eder. Meselâ, temsil B. K. m. 35 mucibince temsil edilenin ölümü<br />

sebebiyle nihayete ermiş olmakla beraber, buna vâkıf olmıyan<br />

mümessilin yaptığı muameleden doğan alacak ve borçlar mirasa<br />

ait olur (100). Mirasçılar temsil salâhiyetinin sona erdiğine vâkıf<br />

olmıyan mümessil aleyhine tazminat dâvası açamazlar. Mamafih<br />

mirasçıların mümessili azletmek salâhiyeti mevcuttur.<br />

Münı&sj]in üçüncü şahıs veya şahıslarla bir hukuki muamele,<br />

akdettiği anda temsil salâhiyetinin sona erdiğini bilmemesi, yapıîan<br />

bu muamelenin temsil edilen kimsem hukukî 1 alanında neticfi<br />

meydana getirmesi için şart olmakla beraber, kâfi değildir. Bundan<br />

başka, üçüncü şahısların da temsil yetkjs-inm sona ererinden haberdar<br />

olmamaları lâzımdır. B. K. m. 37 f. 1 i tahdit eden ve tamamlayan<br />

B. K. m. 37 f. 2 ye göre «Üçüncü şahısların, salâhiyetin nihayet<br />

bulduğuna vâkıf oldukları suretler müstesnadır.:»<br />

Oöriil(jıffij jyjbi. Borçlar Kanunumuzun sisteminde çifte hüsnüniyet<br />

aranmaktadır. Neticede hem mümessilin ve hem de üçüncü<br />

şahısların temsilin sona erdiğine vâkıf olmadıkları hallerde yapılan<br />

muamelenin alacak ve borçlan temsil olunana ait olur. Üçün-<br />

(100) von Tuhr,, s. 300<br />

204


cü şaİhsın suiniyeti menfi rol oynayarak B. K. m. 37 f. 1 in tatbikine<br />

mani olur. Bu takdirde, mümessilin yaptığı muamele temsil olunana<br />

ilzam etmez. Mümessil ise üçüncü şahıslara karşı himaye edilmiştir.<br />

Üçüncü şahıslar mümessilin aleyhine B. K. m. 39 f. 1 e istinaden<br />

tazminat talebinde bulunamazlar. Yukarıda verdiğimiz misalde,<br />

temsil edilen kimsenin öldüğünü bilen üçüncü şahısların bundan<br />

haberdar olmayan mümessil ile akdettikleri mukavele terekeye<br />

karşı hüküm ifade etmez ve üçüncü şahıslar mümessilden tazminat<br />

âstiyemezler.<br />

B. K. m. 37 f. 2 istisnaî bir mahiyet taşıdığından, temsilin yapıldığı<br />

üçüncü şahısların temsil salâhiyetinin sona ermesini bildikleri<br />

hallere münhasır olup, bilebilecekleri veya bilmeleri lâzım geldiği<br />

hallere teşmil edilemez (101).<br />

B. K. m. 37 nin temsil yetkisinin geri alınması sebebiyle sona<br />

ermesi haline tatbik edilip edilemiyeceği hususu doktrinde münakaşa<br />

mevzuu olmuştur. B. K. m. 37 salâhiyetin geri alınması haline<br />

de tatbik edilebilirse, temsil salâhiyetinin ref edildiğinden hem<br />

mümessilin ve hem de üçüncü şahısların haberdar olmamaları halinde<br />

temsil suretiyle yapılan muamelenin neticelerinin temsil olunana<br />

terettüp etmesi icab eder.<br />

Alman Hukukunda, B. K. m. 37 ye tekabül eden 674 ve 169<br />

uncu maddelerin birlikte tatbiki, A. M. K. m. 674 de açıkça belirtildiği<br />

veçhile, ancak temsil salâhiyetinin ref den başka bir sebeple<br />

nihayete ermesi halinde mümkün olur. Binaenaleyh, Alman hukukunda,<br />

temsil salâhiyeti ref sebebiyle sona ermişse, A. M. K. m.<br />

169 ve 674 ile mümessil himaye edilmez. I<br />

Türk - İsviçre Hukukunda B. K. m. 37 nin tatbik sahası üzerinde<br />

müellifler anlaşamamışlardır.<br />

Oser - Schönenberger ve Becker (102) gibi bazı hukukçular<br />

B. K. m. 37 nin, B. K. m. 35 de zikrolunan ve iradeye müstenit bulunmayan<br />

hitanı sebeplerinden birisiyle temsilin sona erdiği hallerde<br />

tatbik edilebileceğini yazmaktadırlar. Zira, temsil salâhiyetinin<br />

geri alındığını ihtiva eden beyan mümessile vâsıl olmadıkça,<br />

(101) Beguelin, FJS No. 285, s. 4<br />

(102) Oser - Schönenberger, Mad. 37, No. 2; Becker, Mad. 87, No. 1<br />

205


temsil salâhiyeti sona ermez. Bu görüş, temsil salâhiyetinin geri alındığını<br />

bildiren beyanın hukukî mahiyetinin bir neticesidir.<br />

Buna mukabil von Tuhr (103) ve onu takiben diğer bazı müelliflerin<br />

(104) fikrine göre, A. M. K. m. 169 un tesiriyle, B. K.<br />

m. 37 nin smırlandırılmaş olarak tatbiki haklı gösterilemez. B. K.<br />

m. 37 temsil salâhiyetinin geri alma sebebiyle sona ermesi halinde<br />

dahi tatbik edilebilir.<br />

Hukuk tekniği bakımından birinci fikir, kanaatunızca, daha<br />

doğrudur. Zira, geri alma beyanı mümessilin hukukî alanına vâsıl<br />

olunca hüküm ve netice meydana getirir. Ancak, üçüncü şahısların<br />

himayesi mümessilin hüsnüniyetine istinat ettirildiğinden B. K. in.<br />

37 nin geri alma halinde de tatbiki üçüncü şahısların daha geniş<br />

ölçüde korunması bakımından maksada elverişli görülmektedir.<br />

Fakat kanunumuzun bugünkü durumu karşısında birinci fikri kabul<br />

etmenin zaruri olduğunu sanıyoruz.<br />

Alman Hukukunda hüsnüniyetli mümessilin himayesi, temsil<br />

yetkisinin bir akdi münasebete bağlı olarak verilip verilmemesine<br />

göre değişir, a) Temsil salâhiyeti akdî münasebete bağlı olarak<br />

verilmişse hüsnüniyetli mümessil A. M. K. m. 674, 675, 729 ve 169 ile<br />

himaye edilmiştir. A. M. K. m. 674 e göre temsil salâhiyeti ref'den<br />

başka bir sebeple nihayete ermişse bunu bilmeyen veya bilmesi<br />

icap etmiyen mümessil hakkında temsil salâhiyeti devam ediyor<br />

farzedilir. A. M. K. m. 169 a göre de temsil salâhiyeti sona erdiği<br />

halde 674 ve 729 uncu madde hükümlerine göre vekil veya şerik<br />

hakkında devam ediyor farzedilirse, bunu bilen veya bilmesi icap<br />

eden üçüncü şahıslar hakkında temsil hüküm ve netice meydana<br />

getirmez. Meselâ, temsil salâhiyeti ölümle sona ermiş olsa bile,<br />

bunu bilmeyen mümessil hakkında devam ediyor farz edilir.<br />

Üçüncü şahısların himaye edilebilmeleri için onların da ölüme<br />

vâkıf olmamaları icap eder. Şu halde Alman Medenî Kanunu sisteminde<br />

de, B. K. m. 37 de olduğu gibi hem mümessilin ve hem<br />

de üçüncü şahısların hüsnüniyetli olmaları lâzımdır. Temsilin* yapıldığı<br />

üçüncü şahıslar temsil salâhiyetinin refden başka bir se-<br />

(103) von Tuhr, s. 297, Not. 65<br />

(104) Hefti, s. 23; Göktürk, s. 151-152<br />

206


eple sona erdiğini biliyorlar veya bilmeleri icap ediyorsa onlara<br />

karşı mümessil mes'ul olmaz (105). îspat külfeti, üçüncü şahısların<br />

temsil salâhiyetinin sona erdiğini bildiklerini veya bilmeleri<br />

icap ettiğini iddia eden kimseye düşer (106). b) Temsil salâhiyeti<br />

bir akdî münasebete bağlı olmayarak, müstakil surette verilmişse<br />

A. M. K. m. 674, 675, 729 ve 160 tatbik edilmez. Bu takdirde,<br />

temsil salâhiyetinin devam ettiği farzedilemiyec eğinden üçüncü<br />

şahısların temsilin sona ermesini bilip bilmedikleri ancak mümessilin<br />

mesuliyetini tâyin bakımından rol oynar (A. M. K. m.<br />

179) (107). Esasen bu gibi hallerde, temsil salâhiyetinin üçüncü<br />

şahıslara bildirilmiş olması şartiyle bunların hüsnüniyeti A. M. K.<br />

m. 173 e istinaden himaye olunur. Görüldüğü gibi Alman Hukukunda<br />

bu sonuncu halde temsilin sona erdiğini bilmeyen mümessil<br />

himaye edilmemektedir.<br />

B. K. m. 37 f. 1 mümessilin hüsnüniyetini esas olarak almış ve<br />

üçüncü şahıslann hüsnüniyetinin himayesini buna istinat ettirmiştir.<br />

Mümessilin ve üçüncü şahıslann hüsnüniyetli olmalan hali ile<br />

mümessilin hüsnüniyetli ve üçüncü şahıslann suiniyetli olması halleri<br />

maksada uygun şekilde tanzim edilmiş bulunmaktadır. Bunlardan<br />

birinci halde üçüncü şahıslann hüsnüniyeti, ikinci halde de<br />

mümessilin hüsnüniyeti himaye edilmiştir. Fakat J5. K. m. 37 de derpiş<br />

edilmeyen bir ihtimal daha mevcuttur: Mümessil suiniyetle,<br />

temsil salâhiyetinin sona erdiğini bildiği halde, hüsnüniyetli üçüncü<br />

şahısla yapmış olduğu muamelenin hüküm ve neticeleri, mümessil<br />

hüsnüniyetli olmadığından temsil edilene ait olmayacaktır.<br />

Çünkü, B. K. m> 37 nin sistemine göre mümessil, temsilin<br />

sona erdiğine ıttıla kesbetmesiyle temsil salâhiyeti nihayete erer.<br />

Kanunumuz bu gibi hallerde hüsnüniyetli üçüncü şahıslan himaye<br />

etmemektedir (108). Hüsnüniyetli üçüncü şahıslar ancak mümessile<br />

karşı B. K. m. 39 f. 1 mucibince bir tazminat talebinde bulunabilirler<br />

(109).<br />

(105) Staudinger - Coing, Mad. 169,, No. 2<br />

(106) Staudinger - Coing, Mad. 169, No. 4<br />

(107) Planck-Flad, Mad. 169, s. 457; Staudinger - Coing, Mad. 169.<br />

No. 6<br />

(108) von Tuhr,, s. 301; Belgesay, s. 104-105, No. 98<br />

(109) Kars. Oser - Schönenberger, Mad. 37, No. 3<br />

207


Kanun vazıımız Reprasentationstiheorie gereğince üçüncü şahıslarla<br />

mukavele yapan kimsenin mümessil olduğunu nazarı itibara<br />

alarak sistemini mümessilin hüsnüniyetli olup olmaması esasına<br />

istinat ettirmiştir. Fakat, kanaatımızca, temsil nazariyesi mümkün<br />

olduğu kadar görünüşe itimat eden üçüncü şahısların hüsnüniyetini<br />

himaye etmek gayesini takip eder. Binaenaleyh, fikrimizce, sistem<br />

itibariyle üçüncü şahısların hüsnüniyetini mümessilin hüsnüniyetli<br />

olması şartına bağlamak mahzurludur. Mümessile itimat eden<br />

ve temsilin sona ermesinden haberdar olmayan hüsnüniyetli üçünıcü<br />

şahıslanın Jıimaye edilmeleri lâzımdır. Beynelmilel kanun projesinin<br />

15 f. 2, 18 £ 3 ve 17 f. 2 inci maddeleri mucibince temsil<br />

salâjhiyeti temsil edilen kimsenin ölümü, ehliyetsizliği, veya iflâsı<br />

sebebiyle nihayete ermesinden sonra mümessilin yaptığı muameleler,<br />

yapıldıkları sırada üçüncü şahısların temsilin sona ermesinden<br />

haberdar olmamaları şartiyle, temsil olunanı veya mirasım ilzam<br />

eder.<br />

§ 2. Temsilin sona ermesinde salâhiyeti havi olan senedin iadesi<br />

I. Mümessilin salâhiyetnameyi iade mükellefiyeti<br />

B. K. m. 36 i.l e göre «Salâhiyeti natık vesikayı haiz olan mümessîI7<br />

vajgifeşj_hitam _bulduğu takdirde nnn temsil edilene iade<br />

yahut mahkemeye te^i_etrn,fyft meıiarjdurj»<br />

Temsil salâhiyetinin verilmesi bir şekle tâbi olmamakla beraber,<br />

temsil edilen Bmseliçııncü şahıslara gösterilmek üzere temsil<br />

salâhiyetini üıtiya ed^Ti ya^lı fojr vraîlça tanzim eder ki buna salâhiyetname<br />

veya yekâletnajrne (VoUmachtsurkunde) denir. Bununla<br />

temsil edilen kimse bir başkasına salâhiyet verdiğini veya evvelce<br />

verilmiş olmakla beraber halen bu salâhiyetin devam ettiğini<br />

teyid ve beyan eder.<br />

Salâhiyetname herhangi bir şekle tâbi olmamakla beraber yazılı<br />

şekle müteallik B. K.m. İS- 15 e riayet edilmiş olmak lâzımdır<br />

(110). Şu halde, vekâletnamenin, temsil edilenin el yazısıyla<br />

(110) Oser - Schönenberger, Mad. 36, No. 1<br />

206


atılmış imzasını havi olması lâzımdır. Bundan başka, salâhiyetnamede<br />

mümessilin tâyin edilmesi de gerekir.<br />

Temsil salâhiyetinin sona ermesi ile beraber mümessil vekâletnameyi<br />

iade etmeye mecburdur. A. M. K. m. 175 e göre de mümessil<br />

temsil salâhiyetinin sona ermesini müteakip salâhiyetnameyi<br />

iade etmekle mükellef olup bu bakımdan herhangi bir hapis<br />

hakkına malik değildir.<br />

B. K. m. 36 f. 1 ile A. M. K. m. 175 in metinleri mukayese edilirse<br />

arada fark olduğu görülür. Evvelâ, A. M. K. m. 175 e göre,<br />

mümessil, temsilin sonunda salâhiyetnameyi temsil edilene veya<br />

haleflerine iade etmekle mükellef olduğu halde, B. K. m. 36 f. 1 e<br />

göre temsil edilene veya mahkemeye tevdi etmeye mecburdur. Şu<br />

halde, B. K. m. 36 f. 1 mucibince mümessil salâhiyetnameyi dilerse<br />

temsil olunana dilerse mahkemeye tevdi ederek mükellefiyetten<br />

kurtulur. Mahkemeye tevdi mümessilin menfaati icabı olabilir (111).<br />

Filhakika mahkemeye tevdi ile mümessil salâhiyetnameyi iade ettiğine<br />

ve bu tarihe kadar ona zilyet bulunduğuna dair delil elde<br />

etmiş olur. Bundan başka temsil olunanın mirasçıları müteaddit<br />

olduğu zaman mümessil salâhiyetnameyi mahkemeye tevdi ile mükellefiyetten<br />

kurtulur. Mahkemeye tevdi için alacaklının temerrüdü<br />

hususunda tâyin edilmiş olan şartların tahakkuk etmiş olmasına<br />

lüzum yoktur. Saniyen, A. M. K. m. 175 mucibince mümessilin vekâletname<br />

üzerinde hapis hakkı mevcut değildir. Hapis hakkının<br />

şarüan tahakkuk etmiş olsa dahi mümessil yine vekâletnameyi iadeye<br />

mecburdur. B. K. m. 36 f. 1 de ise, bu hususta bir hüküm<br />

mevcut olmamakla beraber, von Tuhr'un (112) beyan ettiği veçhile<br />

M. K. m. 865 cümle 2 nin (I. M. K. m. 896 f. 2) tatbiki neticesinde<br />

ayni neticeye varmak mümkündür. Filhakika bu maddenin<br />

2 inci cümlesine göre «gerek alacaklının iltizam ettiği bir borç ile<br />

gerek teslim zamanında veya daha evvel borçlunun verdiği talimat<br />

ile gerek âmmenin intizamı ile telifi kabil değilse, hapis hakkı, vücut<br />

bulmaz». Bu hükme göre mümessil, temsil olunandaki muaccel<br />

bir alacağına mukabil, vekâletname üzerinde hapis hakkının<br />

(111) von Tuhr, s. 300; Kars. Oser - Schönenberger, Mad. 36, No. 2;<br />

Funk, Mad. 36, No. 4<br />

(112) von Tuhr, s. 300<br />

209


doğması âmine intizamına aykırı addedileceğinden salâhiyetnameyi<br />

iadeye mecburdur. Esasen M. K. im. 865 cümle 1 in tatbiki ile<br />

de ayni neticeye varılabilir. Bu hükme göre «mahiyeüeri itibariyle<br />

naıkde tahvili kabil olmayan şeyler üzerinde hapis hakkı kullanılan<br />

maz.» Doktrinde (113) kabul edildiği veçhile vekâletname nakde<br />

tahvili kabil olmayan şeylerdendir.<br />

II. Temsil olunan kimsenin salâhiyetnamenin iadesini talep etme<br />

mükellefiyeti<br />

Temsil salâhiyetinin sona ermesine rağmen, mümessil ihtiyariyle<br />

vekâletnameyi iade ermeyecek olursa, temsil olunan kimse<br />

veya halefleri onu iadeye zorlamakla mükelleftirler.<br />

B. K. m. 36 f. 2 gereğince «eğer temsil edilen yahut halefleri,<br />

mümessili bu hususa icbar etmekte tekâsül ederlerse, bundan dolayı<br />

hüsnüniyetle hareket eden üçüncü şahısların duçar oldukları<br />

zararı tazmin etmeye mecbur olurlar.» Bu hüküm temsilin hangi<br />

hitam sebebine binaen nihayete ermiş olduğuna bakılmaksızın tatbik<br />

edilir (114). Diğer bir tâ'birle, mümessil, temsil salâhiyetinin<br />

ölüm, ehliyetsizlik, iflâs veya geri alma gibi sebeplerle nihayete<br />

erdiği halde temsil olunan kimse veya halefleri mümessili iadeye<br />

zorlamamışlarsa mesul olurlar. Fakat B. K. m. 34 f. 3 muvacehesinde,<br />

B. K. m. 36 f. 2 nin daha yakından bir tefsire tabi tutulması icap<br />

eder. B. K. m. 34 f. 3 mucibince temsil salâhiyeti üçüncü şahıslara<br />

bildirildiği halde geri alındığı bildirilmemişse, temsil salâhiyeti<br />

Üçüncü şahıslar hakkında devanı edeceğine göre, hüsnüniyetli<br />

^çüncü şahıslar için iki ihtimal_ bahis mevzuu olabilir:<br />

a) Üçüncü şahıslar B. K. m. 34 f. 3 gereğince temsil suretiyle<br />

yapılan muamelenin muteber olduğunu iddia edebilirler. Bu<br />

taJcdirde, temsil olunan kimse yapılan muamelenin alacak ve borçlusu<br />

olur. Üçüncü şahıslar B. K. m. 36 f. 2 ye istinaden tazminat<br />

talep edemezler. Zira, yapılan akit muteber olarak muhafaza edildiğinden<br />

herhangi bir zarara maruz kalmamışlardır.<br />

(113) Oftinger, Mad. 896, No. 5, s. 402-403; Yine Bk. Leemann,<br />

Mad. 896, No. 2<br />

(114) Beguelin, FJS 285, s. 3<br />

210


) Üçüncü şahıslar temsil olunan kimsenin temsilin sona erdiği<br />

hususundaki iddiasını kabul ederler. Ancak bu takdirde B. K.<br />

m, 36 f. 2 nin şartlan tahakkuk etmişse tazminat talep edebilirler.<br />

Şu halde üçüncü şahıslar aynı zamanda hem B. K. m. 34 f. 3 e ve<br />

hem de B. K. m. 36 f. 2 ye istinat edemezler. Hülâsa B. K. m. 36<br />

f. 2 hususiyle B. K. m. 34 f. 3 deki hâdiselerin gerçekleşmediği, yani<br />

temsil salâhiyetinin geri alındığı bildirilmediği zamana tatbik<br />

edilİT (115) (116).<br />

B. K. m. 36 f. 1 in temsil edilen kimseyi himaye etmesine mukabil,<br />

aynı maddenin 2 inci fıkrası bilhassa yazılı bir vekâletnameye<br />

itimat etmiş olan hüsnüniyetli üçüncü şahıslan himaye etmektedir.<br />

A. M. K. m. 172 f. 2 mucibince vekâletname temsil olunana<br />

iade olunmadıkça veya hükümsüzlüğü beyan edilmedikçe temsil<br />

salâhiyeti baki kalır. Filhakika vekâletname bir görünüş meydana<br />

getirdiğinden haricî temsil salâhiyeti olarak telâkki olunabilir ve<br />

hüsnüniyetli üçüncü şahıslar bu görünüşe itimat edebilirler.<br />

B. K. m. 36 f. 2 ye istinat ederek üçüncü şahısların tazminat<br />

talep edebilmeleri için iki şartın tahakkuk etmiş olması lâzımdır s<br />

1) Temsil olunan kimse veya haleflerinin, mümessili, vekâletnameyi<br />

iade hususunda zorlamayı ihmal etmiş olması lâzımdır. B.<br />

K. m. 36 f. 2 nin Fransızca ve İtalyanca metinlerinde ihmalden bahis<br />

edilmiş olduğu halde Almanca metninde bu tâbir kullanılmamıştır.<br />

Almanca metin nazan itibara alınacak olursa B. K. m. 36<br />

f. 2 de kusura istinat etmeyen bir objektif mes'uliyet hali müşahede<br />

edilir. Bunun içindir ki bazı müellifler (117), B. K. m. 36 f. 2<br />

de derpiş olunan tazminatı kusura istinat ettirmemişlerdir. Buna<br />

mukabil, diğer bazı müellifler (118), Fransızca metne itibar ederek<br />

B. K. m. 36 f. 2 de bahis mevzuu olan tazminatın esas îtibariy-<br />

(115) Oser - Schönenberger, Mad. 36, No. 4<br />

(116) Beynelmilel kanun projesinin 21 inci maddesinin 2 inci fıkrasına<br />

göre de, üçüncü şahıs üe mümessil arasmda müzakereler<br />

devam ederken vekâletnamenin temsil olunana iadesi<br />

hüsnüniyetli üçüncü şahıs hakkında temsil salâhiyetinin ref<br />

I edüdiği manasım tazammun etmez.<br />

(117) Oser - Schönenberger, Mad. 36, No. 7; Becker, Mad. 36, No. 8<br />

(118) Beguelin, FJS 286, s. 3;<br />

211


le haksız fiile istinat ettiğini ileri sürmüşlerdir. Borçlar Kanunumuzun<br />

36 inci maddesinde «temsil edilen yahut halefleri, mümessili<br />

bu hususa icbar etmekte tekâsül ederlerse» denmek suretiyle tazminat<br />

borcu kusura istinat ettirilmiştir. Binaenaleyh, temsil olunan<br />

veya haleflerine karşı bir kusur isnat ettirilemezse tazminat bahis<br />

mevzuu olmaz. Meselâ, temsil olunamn salâhiyetname üzerinde<br />

haciz talebi reddeJflmiş veya mümessilin salâhiyetnameyi kaybetmiş<br />

olduğu hallerde temsil edilen kimsenin ihmal ve kusurundan<br />

bahsedilemez. Temsil olunan veya halefleri lüzumu halinde dâva<br />

yolu ile mümessili vekâletnameyi iadeye zorlamalıdırlar. Temsil<br />

olunan kimse malik sıfatiyle vekâletnamenin kendisine iadesini talep<br />

eder (119), ancak vekâletnamenin mümessilin zilyetliğinden<br />

çıkarak bir üçüncü şahsın eline geçmiş olduğu hallerde, temsil edilen<br />

kimse üçüncü şahıslardan salâhiyetnamenin iadesini talep edebilir.<br />

Aksi halde, mülkiyet hakkına istinaden bir dâva açmış olması<br />

gerekir. Temsil edilen kimsenin tazminat vermekten kurtulması<br />

için, vekâletnamenin kendisine iadesi zımnında elinde olan imkânları<br />

kullanmış olması ve kendisine bir kusur isnat edilememesi lâzımdır.<br />

Meselâ, temsil edilen kimse bütün gayretine rağmen mümessili<br />

bulmaya muvaffak olamamışsa, onun en son ikametgâhında veya<br />

salâhiyetin verildiği andaki ikametgâhında gazete ile ilân yapılmış<br />

olması kâfidir.<br />

b) B. K. m. 36 f. 2 nin tatbiki için ikinci şart, üçüncü şahısların<br />

hüsnüniyetli olmasıdır.<br />

Bu iki şart tahakkuk ettiği takdirde, hüsnüniyetli üçüncü şahıslar<br />

temsil edilen kimse veya haleflerinden, mümessil ile akdetmiş<br />

oldukları mukavelenin hükümsüz kalmış olması sebebiyle maruz<br />

kaldıkları menfi zararın tazminini talep edebilirler.<br />

Temsil edilen kimse de bilâhare mümessilin suiniyetli olması<br />

halinde, B. K. m. 41 gereğince tazminat isteyebilir.<br />

(119) von Tuhr, s. 300 Not. 85; Becker, Mad. 36, No. 3<br />

212


•v<br />

KAVRAM ÜZERİNE ARAMA CETVELİ<br />

213


. A<br />

Abstraktionsprinzip 97<br />

Açıklama prensibi 97<br />

Açık temsil 95<br />

Ahz ve kabza salâhiyet 78<br />

Akdin maddî muhtevası 111<br />

Akdin şahsî muhtevası 111<br />

Aktif temsil salâhiyeti 77<br />

Animus domini 153<br />

Animus incertus 119, 123<br />

Animus possidendi 153<br />

Anwartschaft 112<br />

Ayıba karşı tekeffül 151<br />

Azil 190<br />

B<br />

Başkası hesabına sigorta 105<br />

Başkası namma hareketin halden<br />

istidlal edilmesi 100,<br />

I 101<br />

Bildirme 202<br />

Bonae ' fidei interpretatio 97<br />

Borcu ortadan kaldıran inşa!<br />

hak 188<br />

Borcun sukutu 131<br />

C<br />

Causa 67<br />

Cession â titre de payement 193<br />

Cezaî şart 194<br />

Collusion 87<br />

Condicio iuris 30<br />

Condictio sine causa 129<br />

•<br />

Contemplatio domini 99<br />

Culpa 72<br />

Culpa in contrahendo 53, 118,<br />

133, 134<br />

Culpa in eligendo et instruendo<br />

94<br />

Çifte temsil 155, 169, 172 I<br />

D<br />

Dahilî temsil salâhiyeti 15, 170,<br />

203<br />

De facto mümessil 50, 51, 52,<br />

55<br />

Defi 202<br />

Deficiente condicione 171<br />

Doğrudan doğruya temsil 12<br />

Dolayışiyle temsil 12<br />

Doppelvertretung 155<br />

Double representation 155<br />

E<br />

Ehliyetin zevali 185<br />

Ermâchtigung 65, 66<br />

Evlilik birliğini temsil 131<br />

Exceptio doli 88<br />

F |<br />

Factum concludens 50<br />

Falsus procurator 32<br />

Fena lâtife 140<br />

Fer'î haklar 5, 27<br />

215


Fiilî irade izharları 70<br />

Fiksiyon nazariyesi 4<br />

G<br />

Gayri kabili rûcu temsil salâhiyeti<br />

190, 191, 192, 194<br />

Gayrimenkul satışı için verilen<br />

temsil salâhiyetinin şekli 34<br />

Geri alma hakkı ve salâhiyeti<br />

200, 201, 206, 289<br />

Gesamtrechtsgeschâftstheorie 9<br />

Geschâftsführer 60<br />

Görünüşe itimat 211<br />

H<br />

Hakkın suistimali 171<br />

Haksız fiil 72<br />

Haksız fiil mes'uliyeti 133, 139<br />

Halefiyet nazariyesi S<br />

Handeln fûr denjenigen, den es<br />

angeht 102, 105, 108^ 109<br />

Hapis hakkı 209, 210<br />

Haricî temsil salâhiyeti 41, 42,<br />

170, 199, 203<br />

Haricî temsil salâhiyetinin derecesi<br />

84<br />

Haricî temsil salâhiyetinin teessüsü<br />

45<br />

Hata 132, 145, 146, 149<br />

Hile 147, 148<br />

Hizmet akdi 61, 64, 187,, 188><br />

197, 199, 203<br />

Hukukî ehliyet 26, 78<br />

Hukukî fiiller 70<br />

Hukukî görünüş nazariyesi 56,<br />

59<br />

Hukukî görünüşten tevellüt eden<br />

temsil salâhiyeti 51, 54<br />

Hukukî muamele 16<br />

Hususî temsil salâhiyeti 77<br />

Hükmî şains 177, 183, 189<br />

Hüsnüniyetli mümessilin korunması<br />

205, 206<br />

214<br />

Hüsnüniyetli üçüncü şahısların<br />

korunması 199, 211, 212<br />

I<br />

İcap 18, 19<br />

İcap nazariyesi 157<br />

İcazet 147,. 171, 185<br />

İfanın mümkün olmaması 131<br />

İhmal 211, 212<br />

İkame 89<br />

İkame salâhiyeti 90<br />

İkrah 148<br />

İlk müzakereler 132<br />

İltizam! muamele 128<br />

İn fraudem legis 39<br />

İn rem şuam 2, 135, 191, 193<br />

İnşa! hak 28, 188<br />

İrade emareleri 50, 54<br />

İrade fesadı 130, 182, 141, 148,<br />

145<br />

İradî "temsü 11<br />

İstifa 197, 198<br />

İş akdi 64,. 187<br />

İşçinin ücret hakkı 188<br />

İş gören 59, 60<br />

İş görme mukavelesi 63<br />

İş görme münasebeti 64<br />

İş görme salâhiyeti 59<br />

İtimadın himayesi 53<br />

İtimat nazariyesi 39, 47, 69, 83,<br />

98, 118, 203<br />

İtiraz 202<br />

K<br />

Kanunî mümessil 185, 195<br />

Kanunî temsil 12<br />

Kanun taarfından hüküm izafe<br />

olunan irade izharları 70<br />

Kaydı zihnî 140<br />

Kendi hesabına sigorta 105<br />

Kime ait olacaksa onun namına<br />

yapılan mukaveleler 102<br />

Kusur . Sil, 212


L<br />

Levy - Ullmann nazariyesi 7<br />

M<br />

Mahkemeye tevdi 209<br />

Mal ortaklığı İSİ<br />

Mandatum post mandantis 178<br />

Menkul mülkiyetinin nakli 125<br />

Menkul satışı ve B.K. m. 32, f. 2<br />

122, 124<br />

M it t e is nazariyesi 8<br />

Muavin şahıs 148"<br />

Muayyen talimat 142, 143, 144<br />

Mukavele serbestisi prensibi<br />

110, 111<br />

Muntazar hak 112, 131<br />

Muvazaa 130, 140, 151 I<br />

Mücerrettik prensibi 67<br />

Mümessilin ehliyeti 137<br />

Mümessilin hatası 145, 146<br />

Mümessilin hilesi 147<br />

Mümessilin hüsnüniyeti 149,<br />

150, 131, 207<br />

Mümessilin iflâsı 196<br />

Mümessilin istifası 197<br />

Mümessilin kendi kendisi ile<br />

mukavele yapması 155<br />

Mümessilin medenî haklan kullanma<br />

ehliyetini kaybetmesi<br />

195<br />

Mümessilin ölümü 181,194, 195<br />

Mümessilin sıfatını bildirmesi<br />

115<br />

Mümessilin sıfatını bildirmemesi<br />

116<br />

Mümessilin yerine başkasını tâyin<br />

etmesi 89<br />

Mümeyyiz küçük 68, 138, 184,,<br />

195, 196<br />

Mümeyyiz mahcur 68, 138, 184,<br />

195, 196<br />

Münferit temsil salâhiyeti 73<br />

Mühasıran şahsa bağlı haklar<br />

71<br />

Müşterek hukukî muamele nazariyesi<br />

9<br />

Müşterek muamele 22<br />

Müşterek temsilde irade fesadı<br />

149<br />

Müşterek temsilde mümessilin<br />

suiniyeti 151<br />

Müşterek temsil salâhiyeti 74,<br />

189<br />

Müteaddit kimselere verilen<br />

temsil salâhiyetinin geri<br />

alınması 190<br />

N<br />

Negotorium gestio 45<br />

I °<br />

Objektif hüsnüniyet 132, 133,<br />

211<br />

Offenheitsprinzip 97, 106, 118,<br />

120<br />

Offertentheorie 157„ 158<br />

ö<br />

Ölüme bağlı tasarruf 179, 180<br />

ölüme muallâk haklar 183<br />

ölüme muzaf temsil salâhiyeti<br />

178, 179, J.81, 182, 189.<br />

P<br />

Pactum fiduciae 96<br />

Pandente condicione 171<br />

Pasif temsil salâhiyeti 77<br />

Pater familias 2'<br />

Pazardaki alım -satımlarda<br />

B.K. m. 32, f. 2 123<br />

Persona fütura 104, 131<br />

Pilon nazariyesi 6<br />

Post mortem. temsil salâhiyeti<br />

178, 179, 180, 181, 182<br />

Procuratio post mortem 178<br />

217


R<br />

Ref beyanı 188<br />

Refetme salâhiyeti 187<br />

Ref hakkı 190<br />

Ref hakkını kullanmaktan feragat<br />

191, 192, 193<br />

Reprâsentationstheorie 8, 64,<br />

97, 137, 139, 141, 143, 144, 148,<br />

149, 208<br />

Resmî senetle yapılan muamelelerde<br />

B.K. m. 32, f. 2 121<br />

Rızaî mukavele 21<br />

S<br />

Salâhiyetin derecesi 79<br />

Salâhiyetname 208, 212<br />

Salâhiy etnameinn iadesi 203,<br />

208, 209<br />

S alâhiy etnamenin ibrazı 42, 43<br />

Salâhiyetnamenin şekli 208<br />

S alâhiy etsiz temsil 114,, 169,<br />

171, 198<br />

Satıcı için alıcının şahsının<br />

farksız olması 119, 120, 122,<br />

123<br />

Satılanın ayıptan salim bulunması<br />

129<br />

Savigny nazariyesi 5<br />

Scheinvollmacht 43, 44<br />

Sebepsiz iktisap 129<br />

Selbstkontrahieren 155, 157, 158^<br />

159, 161, 162, 165, 168,, 169<br />

Solvendi causa 122<br />

S<br />

Şekil serbestisi 31<br />

Şirket akdi 63, 188, 191, 197,<br />

199<br />

I T<br />

Takas 132<br />

Talimat 82, 142<br />

Tapu sicil nizamnamesi 36<br />

218<br />

Tasarruf ehliyeti 186, 196<br />

Tasarruf salâhiyeti 29, 131, 197<br />

Tasarrufî temsil salâhiyeti 29<br />

Tediye makamına temlik 193<br />

Tek taraflı hukukî muamele 20,<br />

156<br />

Tek taraflı mülzem olmama 170<br />

Temel münasebet 59, 175, 187,<br />

191<br />

Temsil edilen kimsenin gaipliği<br />

183<br />

Temsil edilen kimsenin iflâsı<br />

185, 186, 187<br />

Temsil edilen kimsenin medeni<br />

haklarını kullanma ehliyeti-<br />

• ni kaybetmesi 184<br />

Temsil edilen kimsenin ölümü<br />

175, 176<br />

Temsil nazariyesi 8<br />

Temsil olunanlar arasında teselsül<br />

129<br />

Temsil salâhiyeti ve hukukî ehliyet<br />

26<br />

Temsil salâhiyetinin derecesi 79<br />

Temsil salâhiyetinin geri alınması<br />

187, 190, 191<br />

Temsil salâhiyetinin iptali 130<br />

Temsil salâhiyetinin mevzuu 70<br />

Temsil salâhiyetinin mücerretliği<br />

prensibi 67, 69<br />

Temsil salâhiyetinin refi 198,<br />

199, 201, 202<br />

Temsilin sona ermesi 173, 186,<br />

209, 210<br />

Temsil salâhiyetinin suiistimali<br />

85, 86, 170<br />

Temsil salahiyetinin şahıs bakımından<br />

tahdidi 73<br />

Temsil salâhiyetinin zaman bakımından<br />

tahdidi 76<br />

Temyiz kudreti 130, 184, 195,<br />

196<br />

Ticarî temsil 175, 185, 189<br />

Ticaret sicili 203


u<br />

Umumî temsil salâhiyeti 77,<br />

78, 142<br />

V<br />

Vasiyeti tenfiz memuru 175„<br />

178, 180, 181<br />

Vasıtalı temsil 13, 60, 67<br />

Vasıtasız temsil 12, 60, 67, 96,<br />

127<br />

Vekâlet akdi 60, 61, 62, 63, 64,<br />

81, 175, 187, 190, 197, 198, 199<br />

Vekâlet akdinin sona ermesi<br />

190<br />

Vekâletname (Volim achtsurkunde)<br />

208, 209, 210<br />

Vekâletnameyi iade 209, 210,<br />

211, 212<br />

Vekâletten azil 190, 199<br />

Vekâletten istifa 190, 199<br />

Verfügungsvollmacht 29, 30<br />

Vertrauensschutz 46<br />

y<br />

Yabancı tesirli hukukî muamele<br />

96<br />

Z<br />

Zilyetlik 152, 153, 154, 155<br />

Zımnî ref 188, 189<br />

Zımnî temsil salâhiyeti 39, 51,<br />

52, 54, 58<br />

219


YAZARIN DÎĞER ESERLERİ<br />

1. L'obligation de reparer les prejudices resultant da divorce en<br />

droit suisse, doktora tezi, Geneve,, 1951.<br />

2. Boşanmadan mütevellit maddi ve manevî zararın tazmini ne<br />

zamana kadar talep edilebilir ? A.H.F.D., c. VII, 1951,, sayı 1-2,<br />

s. 662-658<br />

3. Boşanmanın feri neticelerine dair mukaveleler. A.H.F.D., c. VIII,<br />

1951, sayı 3-4, s. 610 - 628 ve ayrı bası.<br />

4. Borçlar hukuku sistemimize göre akitlerin inikadında itimat<br />

prensibinin ehemmiyeti. A.H.F.D., c. IX, 1952, sayı 3 - 4, & 166-198.<br />

5. Teminatı istihdaf eden temliki tasarruflar. A.H.F.D., c. IX, 1952,<br />

sayı 3 - 4,, s. 376 - 384.<br />

6. Türk hususî hukukunda muvazaalan muameleler. İstanbul, 1956.<br />

7. Devletler hususî hukukunda iradenin muhtariyeti prensibi.<br />

A.H.F/D., c. XI, Sayı 1-2, 1954, s. 478 - 513.<br />

8. Petrol mevzuatında arama sahalarının tedahülü dolayısiyle zuhur<br />

eden ihtilâfın sulh yolu ile halli. Ank. Bar. Der., 1956, sayı 1,<br />

s. 14-20.<br />

9. Borçlar hukukunda kime ait olacaksa onun namına yapılan mukaveleler.<br />

Esat Arsebük Armağanı, 1958, s. 619 - 637 ve ayn bası.<br />

10. Mümessilin kendi kendisiyle mukavele yapması. A.H.F.D., c. XIV,<br />

sayı 1-4, 1957„ s. 72 -110 ve ayn bası, 1959.<br />

11. Hukuki muamelelerde tahvil. A.H.F.D., c. XVI, sayı 1-4, 1959,<br />

s. 234 - 259 ve ayn bası, 1960.<br />

12. Menkul eşyanın iktisabında görünüşe itimat prensibinin ehemmiyeti.<br />

A.H.F.D., c. XVI, sayı 1 4, 1959, s. 260 - 266.<br />

13. Akitlerde esaslı noktalar ile ikinci derecedeki noktaların tefriki<br />

meselesi. A.H.F.D., c. XVI, sayı 1-4, 1959, s. 267 - 276.<br />

220

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!