Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Afak o kadar çok ağladı ki bir süre sonra kendinden geçti. Belki uyudu, belki bayıldı. Saatler sonra<br />
kendine gelebildi. Yüzü hala ıslaktı ve başı ağrıyordu. Hem atbizonunu aramak hem de mağaranın diğer<br />
çıkışını bulmak için kalktı yürümeye başladı. Bir yerlerden mağaraya ışık geliyor Afak yürüdükçe duvar<br />
boyu gölgesi de Afak’ı takip ediyordu. Afak bir süre fark etmedi gölgesini, sonra da bir anda gördü ve<br />
korktu. Işığın nereden geldiğine baktı. Işık falan yoktu civarda. Gözü karanlığa alışmıştı ama ışık yoktu.<br />
Işık yoksa nasıl gölge olurdu ki? Gölge nasıl gelirdi? Gölge ışıksız nasıl olurdu. Afak durdu, duvara baktı.<br />
Duvarda gördüğü gölgesine baktı. Mağaranın duvarında gördüğü kendi gölgesi değildi. Gölge bile<br />
değildi. Afak öyle korktu ki soluk almadan, gözünü kırpmadan, ayaklarını yere bile dokundurmadan<br />
koşmaya başladı. Koştu ama gölge sandığı şey gerçek bir gölge gibi onu takip etti. Bir an için bile olsa terk<br />
etmedi. Afak o kadar koştu, öyle bir koştu ki; bir atbizonu bile ona yetişmekte zorlanabilirdi. Sonra durdu,<br />
soluklandı. Soluk soluğa kaldı. Nefesi kesildi. Yeniden mağaranın duvarına baktı. Duvar değil de sanki<br />
bir tozlu cam vardı. Camın ardında ise bir maske. Kocaman, upuzun bir maske. Kocaman kafalı altı üstü<br />
geniş altı dar bir maske. Bembeyaz, soluk beyaz, taş beyazı, taştan bile soğuk bir maske. Afak duvara iyice<br />
yaklaşıp eli ile cama benzeyen şeffaf duvarın tozunu sildi. Şimdi gerçekten görüyordu ki koca, koskoca<br />
bir maske karşısında duruyordu. Süreklerin maskesi gibi bir maske vardı karşısında. Kanının donduğunu,<br />
buz kestiğini fark etti Afak. Artık kendisi de korkudan karşısında duran maske kadar beyazdı. Maskeden<br />
daha beyazdı. O koca maskenin ardında ise bir etek ucu gördü. Maskenin arkasında biri vardı. Afak yine<br />
soluksuz koşmaya başladı… Gölgesiyle.<br />
* * *<br />
Neden yasını tutamamıştı? Uluğlar gelmişti ya yas için. Üç yaşlı ağlak ağlamıştı ya. Ağlaklar ağladığı<br />
halde Afak’ın da ağlamasına, yas tutmasına gerek var mıydı. Yüzükoyun yattığı yerden kendi kendinin<br />
canını acıtmak için hızla yere bir yumruk attı. Canı acımıştı ama yeteri kadar değil. Sonra yine, yine, yine<br />
attı yumrukları. Daha da içeride, yüreğinin ta içinde bir şey sızlıyordu. İçinde bir yerler kanıyor, bir yerler<br />
ağrıyordu. Bu yere düşmenin verdiği, kırık bir kemiğin, çıkık bir eklemin verdiği ağrı gibi değildi. Hüngür<br />
hüngür ağlamak isteyip de sadece kısa hıçkırıklarla içini çekmek gibiydi. Bildiği bütün tanrılar bitince,<br />
bütün tanrılara küfredince yine rahatlamadı. İçinde bir yerlerde merhametli bir ümit kalmıştı. Sanki o ümit<br />
kulağına fısıldar gibi yaparak onu bilinmeyen bir tanrıya çağırıyordu. Bilinmeyen bir tanrıya yalvartmaya<br />
çalışıyordu. Bilinmeyen bir tanrıya kapılmak, bilinmeyen bir tanrıya esir olmak, bilinmeyen bir tanrıya<br />
boyun eğmek. Düştüğü yerden söyleniyor, ağlıyor, tepiniyor, dövünüyordu Afak. Hıçkırıklarının arasında<br />
minik oğlunu, güzel kadınını, yıkılan evini ve ağlakları, uluğları ve çevgeni görüyordu. Şimdi ağlaklardan<br />
bile çok ağlıyordu. Uluğlardan bile çok uluyordu.<br />
Şimdi bir sürek öldürmek istiyordu. Çocuğunun katilini, kadınının katilini bulmak, lime lime<br />
doğramak istiyordu. Hayatında hiç kimseyi öldürmemişti. İşte şimdi öldürmek istiyordu. Sürekler hep<br />
kaypak, hep gece savaşırlar. Yüzü olmayan, gölgelerde yaşayan bir düşmanı aydınlığa çıkartmadan nasıl<br />
yenecekti ki?<br />
Genç adamın durduğu yerde yine bir gölge gibi duvarda duruyordu maske. Bir Babacanga maskesi.<br />
Afak daha önce hiç görmemişti ama birkaç kere bu maskeyi takanlar hakkında söylenti duymuştu. Afak<br />
cam duvarın ardındaki maskeyi hayretle incelemeye başladı. Artık kaçmayacaktı. Kaçamıyordu. Olabilecek<br />
her şeye razıydı. Duvarın tozunu bir camı siler gibi sildi. Sırtına bağlı mızrağını eline aldı. Bağdaş kurup<br />
yere oturdu. Mızrağı yanına koydu. Maske bir totem gibi yapılmıştı. En tepede kanatlarını açmış duran<br />
bir balıkçıl, hemen altında bir gelincik onun altında yüz kısmına gelen yerde bir kedi, gövdesinin olması<br />
gereken yerde bir baykuş ve en altta bir insan figürü vardı.<br />
“İntikamını al, yasını tut” dedi yankılanan bir sesle Babacanga.<br />
Afak yerinden fırladı.<br />
“İntikamını al, yasını tut” dedi yeniden Babacanga.<br />
Bir anda koca bir yarasa sürüsü hızla Afak’ın üzerine doğru gelip üstünden geçti gitti. Adam korkudan<br />
yere öyle bir yapışmıştı ki ne olduğunu, ne olacağını bilemedi. Ayağa kalktı, mızrağını eline aldı, omzunun<br />
üzerinde ağırlığını tartıp yönünü belirler gibi nişan aldı. Bütün kuvvetiyle Babacanga’ya fırlattı. Mızrak<br />
hiçbir yere sürtünmeden, vurmadan o kalın cam duvarın içinden geçip Babacanga’ya saplandı. Maskenin<br />
yarısından bile kısa bin yaşından bile yaşlı bir kadın yere düştü. “İntikamını al…” diyebildi ancak. Afak neye<br />
uğradığını şaşırdı. Mağaranın içinde bir uğultu başladı. Uğultu hızla yaklaşıyordu. Afak uğultunun geldiği<br />
yere arkasını döndü ve koşmaya başladı. Koştu, koştu, koştu. Nerede ise uğultunun içinde kalacakken<br />
atbizonuyla birlikte girdiği kapıdan bir ok gibi fırlayarak çıktı ve deliğin tersyönüne doğru bir süre daha<br />
koşup durdu. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sabah oluyordu. Yüzlerce, binlerce milyonlarca küçük domuz<br />
bir anda tundranın düzlüklerini kaplamıştı.<br />
56 57