Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
gelmiştim. El Barrio’nun sokaklarını arşınlarken<br />
Mami Wata’nın botánica’sını bulabilmek için<br />
aklımdaki düşünceleri kovup algılarımı sonuna<br />
dek açtım. Her hafta yer değiştiren şifacı dükkanı,<br />
bulunmayı istenmediğinde kolayca göz önünden<br />
kaybolabilen bir Santería rahibesi için mükemmel<br />
mekandı. Elbette sadece insanlar onu Voudon<br />
büyücüsü zannediyorlardı. Bense ne olduğunu çok<br />
iyi biliyordum.<br />
Botánica’yı bulmak umduğumdan uzun<br />
sürdü. Mahallenin daha önce gitmediğim bir yerine<br />
taşınmıştı ama dükkan yine aynıydı. Neonlarla<br />
aydınlatılmış gibi parlayan kapıdan içeri girerken<br />
eşiğin üzerindeki zil çınladı. Dükkana adım atan her<br />
canlı türü için farklı bir zil sesi vardı. Gölge için üç<br />
çın çın, sonra sessizlik. İçeri bir kedi girdiğinde ne<br />
oluyordu acaba?<br />
Kavanoz ve mum dolu raflarla, tavandan<br />
sarkan bin bir çeşit kurutulmuş bitkinin arasından<br />
geçerek ilerledim. Dükkan bu akşam boştu; insanlar<br />
artık daha az inanıyor, inandıklarından çok daha<br />
azı için de bir şeyler yapma uğraşı veriyorlardı. Ne<br />
günlere kalmıştık.<br />
Kasadaki kız yine değişmişti. Devamlı beden<br />
değiştiren bir cin değildi kastettiğim, kız insandı<br />
ama son gelişimde onun yerinde bir başkası vardı.<br />
Mami Wata insan hizmetkârlardan hoşlanırdı;<br />
hoşlanmaktan kastım, size servis yapan garson kızı<br />
da yemekle birlikte mideye indirmekti ve Mami<br />
Wata’nın iştahı yerindeydi.<br />
Muhtemelen bir sonraki gelişimde yerinde<br />
başkasını göreceğim kıza bir şey söylemeden,<br />
Santeria müziği ezgilerinin yayıldığı arka tarafa<br />
geçtim. Eşikteki renkli boncuk şelalesini aralayarak<br />
“Personel Harici Giremez” bölüme girdim ve mum<br />
ışıklarıyla aydınlatılmış sunağın önüne kadar<br />
yürüdüm. Heykelcikler, dumanı tüten tütsüler, ateş<br />
ve henüz kurumamış hayvan kanı Mami Wata’yı bir<br />
ayin sırasında yakaladığımı gösteriyordu.<br />
“Buraya gelmemeliydin, gölge adam!”<br />
Arkamdan gelen sese dönüp cevap<br />
verecektim ki, birden elimi yakaladı. Kendi avucunun<br />
içinde sıktı ve bileğimden tutup çevirerek yüzüne<br />
yaklaştırdı. Derimin üzerindeki “M” harfi kara bir leke<br />
gibi aramızda duruyordu. “Bunu kim yaptı?”<br />
Cevap verirken yüzündeki ciddi ilgiye<br />
odaklandım, “Üzülmekten hoşlanmayan üzgün bir<br />
adam…”<br />
Akı olmayan kapkara gözlerini bana doğru<br />
kaldırdı. Teni gözlerinden yalnızca bir ton açık<br />
renkteydi ve derisi tombul bedenini sarabilmek<br />
için iyice gerilmişti. Benden neredeyse yarım metre<br />
daha kısaydı ama isterse cesedimin üzerinde dans<br />
edebilirdi.<br />
“Komik değilsin. Özellikle de şaka yaptığında.<br />
Ya da şimdiki gibi salaklık ettiğinde!”<br />
Elimi aniden bırakıp sunağa doğru ilerledi.<br />
Kaplardan birkaçını karıştırırken onu izliyor ve yine<br />
ne gibi bir salaklık yaptığımı merak ediyordum.<br />
“N’oldu?”<br />
“Seni izliyor… Sen de kalkıp onu buraya<br />
getiriyorsun. Aptal gölge, aptal!”<br />
Birden gerildim ama söylediği şeyden<br />
çok, kavanozların birinden çıkarıp bana doğru<br />
yaklaştırdığı şey yüzünden. Tombul parmaklarının<br />
arasında kara bir sülük tutuyordu. Bir yandan büyülü<br />
sözler mırıldanarak elimi tuttu ve sülüğü avucumun<br />
içindeki yaranın üzerine bıraktı. İğrenerek geri<br />
çekilmek istedim (evet, bir cin olmama rağmen hâlâ<br />
bu tür şeylerden iğrenebiliyordum, ne var?) ama<br />
izin vermedi. Gözlerini kapatarak kalın dudaklarının<br />
arasından fısıldamaya devam etti. O konuştukça<br />
sülük avucumdaki yaraya daha çok yapışıyordu;<br />
fakat emdiği şey kan değildi. Elimin içindeki<br />
karıncalanma geçince hayvan kendini bıraktı. Mami<br />
Wata sülüğü yavaşça çekip aldı ve sunağın üzerinde<br />
yanmakta olan ateşin içine attı. Havayı cızırtılarla<br />
yanık et kokusu sararken avucuma baktım. Yara<br />
izi kapanmıştı, sadece kalemle çizilmiş gibi duran<br />
eğreti bir “m” kalmıştı geriye.<br />
“Şey,” diyebildim şaşkınlıkla, “Teşekkürler.”<br />
Mami bana dönerek bir elini geniş kalçasının<br />
üzerine koydu. Çiçekli basma elbisesi, kafasının<br />
tepesine sardığı turbanı ve boynundan sarkan<br />
milyon tane bocuklu kolyeyle Bronx’taki mahalle<br />
kocakarılarına benziyordu ama görünüş aldatıcıydı.<br />
“Ne haltlar karıştırıyorsun, anlat bakalım.”<br />
Benden daha yaşlı ve daha güçlüydü,<br />
karşısında kolejli bir ergen gibi kalıyordum.<br />
Yutkundum, “Henüz karıştırmadım. Ama karıştırmak<br />
üzereyim. Daha doğrusu, beni zorla karıştırıyorlar.”<br />
“Çabuk ol,” diyerek ağırlığını bir ayağından<br />
diğerine geçirdi. “Daha bir mahalle dolusu<br />
hatunun kocalarını metreslerinden ayırıp evlerine<br />
döndüreceğim, sevgililerinin özel yerlerinde de<br />
uçuklar çıkartacağım. İşim gücüm var benim.”<br />
“Pekala…” Cebimdeki kağıt parçasını çıkarıp<br />
ona uzattım, “Benden bunu nakletmemi istiyorlar<br />
ama ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok.”<br />
Üzerindeki yazıyı yüksek sesle okumamasını<br />
isteyecektim ki, kağıda dokunmayı reddederek<br />
beni durdurdu. Orada yazan şeyi görmemişti ama<br />
biliyordu. Korkmuş gibi kocaman açılmıştı kara<br />
gözleri. “Sen… Nasıl?”<br />
“Bilmiyorum işte, ben de onu sormaya<br />
geldim. Ama verdiğin tepkiye bakılırsa gerçekten<br />
de cinlerin korktuğu bir şey bu.”<br />
“Şşşşş!” diye tısladı, “Onun adını ağzına alma.<br />
Çağırma!”<br />
Karşımdakinin cinlerin anası Mami Wata<br />
olduğunu bilmesem haline gülecektim neredeyse.<br />
“Çağırma mı? Onu buraya getirmemi istediler<br />
diyorum sana, anlamıyor musun?”<br />
“Hayır!” Bir an kızgınlıkla bağırdı ama<br />
sonrasında sakinleşti. Gözlerinde hüzün,<br />
dudaklarındaysa buruk bir tebessüm belirmişti.<br />
“Gölge O’nu getiremez… Ne insan, ne de cin…<br />
O’nu ancak ışık getirebilir… Ve kader.”<br />
Şimdi de bilmece gibi konuşuyordu, harika.<br />
“Ne demek istiyorsun? Kim o?”<br />
“Efendimiz. Kurtarıcımız.” Gece gibi kapkara<br />
yüzünde aydınlık bir huşu ifadesi vardı artık,<br />
“Cinlerin Mesih’i.”<br />
Hayda. Bir de bu çıkmıştı başımıza, iyi mi?<br />
“Ne masalı anlatıyorsun sen yahu?” diye araya<br />
girecek oldum ama Mami Wata tekrar sinirlendi.<br />
“Aptal çocuk! Neye bulaştığın hakkında en ufak fikrin<br />
yok, değil mi? Bir de kalkmış inançsızlık ediyorsun,<br />
tüh sana!”<br />
Gerçekten suratıma tükürmemiş olsaydı<br />
makul bir noktada buluşabilirdik ama bu kadarı<br />
fazlaydı. “Bana baksana sen…!” diyerek tartışmaya<br />
hazırlanmıştım ki, karanlığın içinden tıslayarak çıkan<br />
şey beni durdurdu. Mami Wata’nın sadık yoldaşı<br />
Lazarus kıvrıla kıvrıla gelip kadının bacaklarına<br />
dolandı, sonra da yukarılara tırmanarak onun tombul<br />
gerdanına yerleşti. Beş metrelik piton, kendisinden<br />
metrelerce kısa olan kadının omuzlarında otururken<br />
oldukça rahat görünüyordu. Fakat sinirliydi; yılan<br />
gözlerini bana dikmiş, çatallı diliyle tıslıyordu.<br />
Tecrübelerime dayanarak, eğer Lazarus dâhil<br />
olmuşsa o tartışmanın kapandığını söyleyebilirdim.<br />
“Pekala,” dedim yüzümdeki zehirli tükürüğü<br />
kolumla silerken. Yenilgiyi kabul etmek hoşuma<br />
gitmese de, yılanlı bir kadına karşı gelmenin mantığı<br />
yoktu. Hele ki o kadın, kadim bir cinse… “Eğer<br />
öyleyse durum daha vahim demektir. Çünkü onun<br />
karşılığında bana Yüzüncü Ad’ı teklif ettiler.”<br />
O iki kelimeyi duyan Lazarus irkilip kesik<br />
kesik tıslamaya başladı ve geldiği gibi hızla<br />
sürünerek karanlığın içinde kayboldu. İsmin bahsi<br />
bile yılanı korkutmaya yetmişti; fakat Mami Wata<br />
serinkanlılığını korudu, hatta gülüyordu. “Şimdi kim<br />
masallara inanıyormuş bakalım?”<br />
“İnkâr mı ediyorsun?”<br />
“Yüzüncü bir ad yok, diyorum. Sadece doksan<br />
dokuz. Ve biz de bununla yetiniyoruz.”<br />
Arkasını dönerek sunaktaki işine devam etti.<br />
Böylece konuşmayı bitirmişti, oysa benim daha<br />
söyleyecek ve soracak bir sürü şeyim vardı. Fakat<br />
nedense şu an hiçbiri aklıma gelmiyordu.<br />
“Git artık, çocuğum. O boş kafanı da beladan<br />
uzak tutmaya bak.”<br />
Bana diyecek bir şey bırakmamıştı. Kağıdı<br />
cebime geri koydum ve dediğini yaparak çaresizlik<br />
içinde botánica’dan çıktım. Söyledikleri ilginçti<br />
belki ama bir konuda yanılıyordu; kafam boş değil,<br />
aksine düşüncelerle dolu ve allak bullaktı. Bir ipucu<br />
bulacağım derken ipin ucunu iyice kaçırmıştım.<br />
Otele dönmek için metro istasyonuna<br />
indim ve sadece geç saatlerde benim ineceğim<br />
durağa uğrayan 4 numaralı metroya bindim. Şimdi<br />
66 67