You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
cak olamadıysak çoktur. O hâlde Hakk’ın nuruyla<br />
bakan veliler muhataba kem nazarla değil safa<br />
nazarıyla bakarlar. Safa nazar, Hak nurunu onun<br />
lütfüyle ödünç kullanmaktır.<br />
<strong>Yunus</strong> er nazarında tâze güller açılmış<br />
Sen gerçek bülbülisen nazarda ötmek gerek<br />
145/6<br />
Anlaşılıyor ki <strong>Yunus</strong> <strong>Emre</strong>, Hak nuruyla bakan<br />
bir velinin nazarına muhatap olmuş ve şeyhin<br />
sırrını bir gül bahçesinde o anda açan güller<br />
biçiminde görmüştür. Gül maşuku yani sevgiliyi,<br />
bülbül de âşıkı işaret ettiği için, <strong>Yunus</strong>’un payına<br />
düşen şey âşıklıktır. Gülü gören bülbülün<br />
ötmemesi düşünülemeyeceğine göre, nazarıyla<br />
<strong>Yunus</strong>’u gaflet uykusundan uyandıran velinin<br />
muradı, <strong>Yunus</strong>’un kendisinden öğrendiği sırları<br />
dile getirmesidir. Tıpkı bülbülün güle karşı aşk<br />
nağmeleri söylemesi gibi. Bu durumda <strong>Yunus</strong>,<br />
nazarda açan gülün şeyhi işaret ettiğini, kendisinin<br />
de şeyhin nazarından hareketle kemalini<br />
arayan bir Hak yolcusu olduğunu kavrar. Bu kavrayış<br />
anlıktır, fakat bu kavrayışa aracı olan şeyin<br />
ne başı vardır ne de sonu. <strong>Yunus</strong>’un nazarla gelen<br />
şeyde kavradığı hakikat şudur: Bir erenin nazarı<br />
can içinde can olduğunu kavrayan herkese suret<br />
gösterir. Ne var ki burada bir dram başlar. Suret<br />
gören dervişlerden bir kısmı dilsiz dudaksız hâle<br />
gelip konuşamaz olur. Bir kısmı ise bülbül gibi<br />
şakımaya başlar. <strong>Yunus</strong>, Hak yolcularını tam bu<br />
noktada ikiye ayırır. Konuşamayanlar sahte, konuşanlar<br />
gerçek âşıktır. Buradaki konuşamamayı,<br />
sufiliğin makbul saydığı istiğrak âlemine dalmak<br />
anlamındaki “hamuşluk” ile karıştırmamak lazımdır.<br />
Bu nazar, şeyhin “mutlak mürit”ler ile<br />
mürai müritleri birbirinden ayırmak için kullandığı<br />
bir yöntemdir. Bu yöntemde mutlak müritler,<br />
şeyhin nazarında açan taze güllerin bülbülü olup<br />
şakırken, mürailer ne bir şey görürler ne de bu duruma<br />
bir anlam verirler. Zira himmet nazarı, nitelikli<br />
ile niteliksizi birbirinden ayıran bir nazardır.<br />
Kalp altınla gerçek altın vitrinde aynı görünür.<br />
Lakin mihenge vurulduklarında birinin yüzü kararır,<br />
diğerinin gözü parlar.<br />
Er nazarının en bariz özelliği, her bakışın<br />
ayrı bir mana ve sır ifşa etmesidir. <strong>Yunus</strong> ölüm<br />
düğümünü, böyle bir nazara muhatap olduğunda<br />
çözmüştür. Ona göre ara yerde ne ölüm vardır ne<br />
de öldüren. Mesele, canı verenin verdiğini almasından<br />
ibarettir. Dram, canın sahibine iade edilmesinden<br />
değil, kılıfın kılıca yani tenin cana tutkusundan<br />
yükselir. Can, er nazarıyla beslenmeye<br />
devam ederse bir müddet sonra kılıfın kesmeye<br />
mani olduğunu görecektir.<br />
<strong>Yunus</strong>, erenler nazarının canı, asıl yatağına<br />
taşıdığını söyler. İnsan canı aslında bir mana ummanıdır.<br />
Lakin can ummanı, ten yatağına dolduğunda<br />
mana ırmaklarından mahrum kalırsa bir<br />
zaman sonra kuruyup suyunu çekmeye başlar.<br />
O derin ve kıyısız denizden geriye, suyu kokuşmuş<br />
sığ bir göl kalır. Bu gölü kurumaktan kurtaran<br />
erenlerin feyizli nazarıdır. Erenler nazarıyla<br />
b u göl , d ö r t bi r y a n d a n t a z e ı r m a k l a r ı n b e sle d iğ i<br />
azim bir denize dönüşür.<br />
Bir göl idüm kıldı erenler nazar<br />
Deniz oldum dört yana ırmagıla 296/7<br />
Ulu nazara doğru<br />
Hak yolcusu olan derviş, erenlerin irşat nazarı<br />
sayesinde artık, mana kapısını çalacak bir düzeye<br />
gelir. Tam bu noktada Mevlana, “mana kapısını<br />
çalarsan, açarlar” der. Mana kapısının açılması<br />
demek, dervişin er nazarından Hak nazarına geçerek<br />
erenlerden biri olmasıdır. Bu dem geldiğinde<br />
derviş, nazarını fâni haz ve lezzetlerin dünyasından,<br />
baki haz ve lezzetlerin dünyası olan istiğrak<br />
âlemine çevirir. Bu iki âlem arasında, âlemler<br />
çapında haz ve zevk farkı vardır. Birinde tadılan<br />
şey, fâni oluşundan dolayı ruhu, acı bir haz ve pişmanlığa<br />
sürükler, bu pişmanlık da günah hissine<br />
dönüşür. Diğerinde tadılan şey, baki oluşundan<br />
dolayı ruhu, gittikçe artan bir haz ve derin bir huzura<br />
erdirir. Bu huzur ve ferah da ilahi bir tasvip<br />
olan sevap hissine dönüşür. İlahi tasvip olmadan<br />
hiçbir zevk, temas edene kendi cevherini göstermez,<br />
bilakis tam zıddıyla tesir eder. Özneden<br />
kopanın zevk diye tattığı şey acılık, haz sandığı<br />
şey nedamet, hak bildiği şey zulmet, zirve diye<br />
çıktığı yer, derin bir kuyuya düşüştür. Bu hazların<br />
birbirine oranı zerre ile küre gibidir. Yazık ki<br />
bu âlemde istisnalar dışında cümle başlar, zerrelik<br />
tat için feda edilir. Müstesna başlar ise kürelik<br />
tat için feda edilir. Görünüşte her iki durumda da<br />
kelleler kopar, fakat birinde yuvarlanıp mezbele-<br />
25<br />
haziran-temmuz-ağustos<br />
2012