YENi ÜMiTDoç. Dr. H.Hüseyin TUNÇBİLEK*Ocak / Şubat / Mart - 2007 / <strong>75</strong>EMR-İ Ma’RUFNEHY-İ MÜNKERGirişEmr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker yaniiyiliği yayma ve kötülüğü önlemeye çalışma,içinde yaşanılan asrın şartlarına göre yapılışkeyfiyeti farklılık arz etse de, inanan insanlarınifa ve icra etmesi gereken bir vecibe ve ilkedir. Emr-i bi’lma’rufve nehy-i anil münkere günümüzde her devirdendaha çok ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu hususta ne kadarçalışma yapılsa yerindedir.Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm vb. disiplinlerle mukayeseedildiğinde emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerle ilgilimüstakil olarak yazılmış pek az esere rastlamaktayız.Bunların en hacimlisi, Doktora tezi olarak birinci cüz’ünümeslektaşım Suriyeli Muhammed Nur er-Rahvan’ın; ikincicüz’ünü de bizim tahkik ve tahlilini yaptığımız Abdurrahmanb. Davud el-Hanbeli’ye ait el-Kenzü’l-Ekber fi’l-Emribi’l-Ma’ruf ve’n-Nehyi ani’l-Münker adlı iki yüz varakı aşkınelyazma eserdir. 1Her ne kadar bu konuda yazılan mezkur eserler veçalışmalar karşısında bizim bu konuya temasımız ilam-ımalum kabilinden sayılsa da çam sakızı çoban armağanınev’inden ve önemine binaen bu konuda bir makaleyazmayı uygun bulduk. Ancak oldukça geniş olan bukonuyu bütün detaylarıyla ele alacak değiliz. Biz buradasadece emir ve nehyin sözlük ve terim anlamlarına,emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerin dindeki yerine,önemine, ihmalinde başımıza gelebilecek kötü sonuçlaratemas etmeye çalışacağız.1. Emir, Nehiy, Ma’ruf ve Münkerin AnlamlarıEmir sözlükte nehyin zıddı olup, bir şeyin yapılmasınıtalep etmek demektir (İbn Manzur, Lisan, 4: 26-27; Tehanevi,Keşşaf, 1: 68). Nehiy ise, bir şeyden men etmek, alıkoymakve yapılmamasını istemektir (Isfehani, Müfredat, s. 528-529;İbn Manzur, a.g.e., 15: 343-344).Ma’ruf, münkerin zıddıdır. İslâm öncesi câhiliye dönemindebir eylem kabile geleneklerine uygun düşüyorsama’ruf; bu geleneklere ters düşüyorsa münker sayılırdı.İslâmi ölçülerle uyuşması şartıyla örf denen bu eylemler,İslâmi dönemde de devam ettirilmiş, hatta daha sonralarıbu, usul kitaplarında “bizden öncekilerin şer’i/örfve geleneği -Kur’ân ve Sünnete aykırı olmamak şartıyla-22
izim de şer’imizdir” şeklinde kaideleştirilmiş ve formüleedilmiştir. Bunlar daha çok edep, hikmet ve ahlâka ilişkinhususlardı.Ancak bilhassa kelâm tartışmalarının başlamasıyla ma'rûfve münker, akıl ve şeriat ölçülerine göre tanımlanmaya vetesbit edilmeye başlanmıştır. Nitekim Mutezile âlimlerininçoğunluğu, hüsn/güzellik ve kubh/çirkinlik anlayışlarınınsonucu olarak ma’rufu aklın iyi gördüğü, münkeride aklın çirkin ve sakıncalı gördüğü şey olarak görmüşler,şeriatın sadece aklın tesbitini desteklemekten ve irşaddanibaret olduğunu ifade etmişlerdir (Abdülcebbar, Şerhu’l-Usul,s. 141, 595; Cürcani, Şerhu’l-Mevakıf, s. 298). Eş’arilere ve Selefileregöre ise ma’ruf, şeriatın iyi ve güzel olarak kabulettiği şey; münker de şeriatın kötü ve çirkin gördüğü şeydir(Gazali, İhya, 2: 324; İbnü’l-Esir, en-Nihaye, 3: 216, 5: 115).Ancak bu tanımların ma’ruf ve münkerin uzun tarihi geçmişedayalı çok yönlü anlamlarını daralttığı görülmektedir(Çağrıcı, Emir bi’l-Ma’ruf Nehiy ani’l-münker, D.İ.A., 11: 139). Bunedenledir ki, ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu ma’ruf vemünkeri tanımlarken sadece akla veya sadece şeriata/nakledeğil, her ikisine birden vurgu yapmaktadırlar. Mesela Ragıbel-Isfehani’nin “Ma’ruf, güzelliği akıl ve şeriatla bilineneylemlere verilen bir isimdir. Münker ise, aklın ve şeriatınbenimsemediği, yadırgadığı şeydir” (Isfehani, s. 343) şeklindekitanımı buna bariz bir örnektir.Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ma’ruf ve münkerintanımında yer alan akıldan kasıt, selim ve sağlıklı akıldır. NitekimElmalılı Muhammed Hamdi Yazır ma’rufu “Allah’ınkitabında ve kendini bilir akıllılar nezdinde yapılması lazımve varlığı yokluğundan hayırlı olduğu bilinen güzel bir fiil”(Yazır, 1960, 4: 2357) olarak tanımlar. “Kendini bilir akıllılar”kaydı hiç şüphesiz selim aklı nazara vermektedir. NitekimIsfehani kitabının başka bir yerinde münkeri şöyle tanımlar:“Münker, selim aklın çirkinliğine hükmettiği veya çirkin vegüzel görmekte akılların duraksayıp, çirkinliğine şeriatın kararverdiği her bir eylemdir” (İsfehani, s. 526).Ma’ruf ve münker kelimelerinin iştikakına/çıktığı kökebakıldığında tanımda sadece aklı ve şeriatı değil, bunlarınyanı sıra insan tabiatına/fıtratına ve selim kalbe de yer verilmesidaha uygun düşmektedir. Zira ma’ruf, alametleriyletanınan ve bilinen şey anlamına gelmektedir ki, bu da insanınfıtratında karşılığı olan şey demektir. Münker ise, fıtratınkabul etmeyip ret ve inkar ettiği, içine sindiremediği,beğenmediği ve benimsemediği şeylerdir. Nitekim Kasimi,Reşid Rıza ve daha başka tefsirciler bu kayıtları dikkate alarakma’ruf ve münkerin tanımını yaparlar. Kasimi’ye görema’ruf, selim tabiatın bildiği ve kerih görmediği, nefsin iyigörüp, aklın ve dinin kabul ettiği (Kasimi, 1878, 4: 176); ReşidRıza’ya göre ise ma’ruf, selim aklın güzelliğini tanıdığı,faydalı, fıtrat ve maslahata uyduğundan temiz kalplerinkendisiyle sevinç duyduğu şeydir. Reşit Rıza münkeri deselim aklın benimsemediği ve kendisinden kalplerin nefretedip yüz çevirdiği şey olarak tanımlar (Reşit Rıza, 1990, 10:534. ).Burada şunu da belirtmek gerekir ki, günümüzde kimilerinin,Mu’tezile’nin Kur’ân’da vurgulanan ma’ruf vemünker veya güzellik ve çirkinlik prensiplerinin yeganeölçüsünün ve objektif kriterinin akıl olduğunu ileri sürerekbu ilkenin kullanım alanını insanların akıllarına ve tecrübelerinesunarak genişletmiş ve evrenselleştirmiş olduğu görüşünübenimsemesi, Kur’ân’ın akla ve teafekküre verdiğiönem ve değeri buna gerekçe göstermesi, aklı her zamanön plana geçirdiğini ve Mu’tezile’nin dışındaki ekollerin bukriterleri geniş tutmadığını ileri sürmesi kanaatimizce gerçeğitam olarak yansıtmamaktadır.İslâm’ın akla ve tefekküre verdiği değer ve önem tartışılmaz.Ancak ma’ruf ve münkerin veya iyilik ve kötülüğün/güzellikve çirkinliğin tesbitinde yegane kriterin akılolduğunu iddia etmek oldukça zordur. Aynı zamanda budurum, birtakım çıkmazları hatta psikolojik rahatsızlıklarıda beraberinde getirir. Nitekim oldukça önem arz edenbu hususu Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri vesveseninçeşitli yönlerini izah ederken ele alır. Bu tür itizali düşünceninhem ne tür bir vesvese olduğunu hem de bu görüşesahip olanların ibadetler açısından nasıl bir durumla karşılaştığınıbelirtir. Akabinden de yapılması gereken tavsiyelerinizikreder. O, bu konuda kısmen sadeleştirdiğimizsözlerinde şu ifadelere yer verir:“Amelin en iyi şeklini araştırmaktan meydana gelen birvesvesedir ki, takvâ zannıyla şiddetlendikçe, durum dahada güçleşir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelindaha iyisini ararken harama düşer. Bazen bir sünneti yerinegetirme çabası, bir vâcibi terk ettirir. “Acaba amelimsahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder, gayetye’se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar.Şu yaranın iki merhemi var:Birinci Merhem: Bu gibi vesvese, Mu’tezile mezhebinemensup olanlara layıktır. Çünkü onlar şöyle derler:“Görev ve sorumluluk sebebi olan fiiller ve eşya, kendizâtında, âhiret itibarıyla ya hüsnü/güzelliği var sonra ohüsne binâen emredilmiş veya kubhu/çirkinliği var, sonraona binâen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hâkikatnokta-i nazarında olan güzellik ve çirkinlik zâtîdir; Allah’ın emretmesive nehyetmesi/yasaklaması ona tâbidir.” Bu mezhebegöre, insana her işlediği amelde şöyle bir vesvesegelir: “Acaba amelim işin aslındaki güzel surette yapılmışmıdır?”23