D. H. Lawrence - İnsanlar ve Öteki Yaratıklar
D. H. Lawrence, Seçme Şiirler
D. H. Lawrence, Seçme Şiirler
- TAGS
- poetry
- siirler
- lawrence
- isaretatesi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
D. H. <strong>Lawrence</strong><br />
İNSANLAR<br />
VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />
Seçme Şiirler<br />
Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r
DAVID HERBERT LAWRENCE<br />
D. H. <strong>Lawrence</strong>, 1885 yılında madenci bir ailenin dördüncü çocuğu olarak<br />
Eastwood, Nottinghamshire’da dünyaya geldi. Parlak zekâsı, azmi <strong>ve</strong> annesinin<br />
duygusal desteği sayesinde sıradışı bir entelektüel olarak yetişti. Nottingham<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden mezun oldu; kısa bir süre öğretmenlik yaptı; 1911’de ilk romanı<br />
Beyaz Tavus Kuşu (The White Peacock) yayımlandı. Londra çevrelerinde saygın bir<br />
edebiyatçı olarak yer edinmek üzereyken, tutkularının sesini dinledi, üni<strong>ve</strong>rsiteden<br />
bir hocasının eşi olan Frieda von Richthofen Weekley ile sansasyonel bir aşk ilişkisi<br />
yaşadı <strong>ve</strong> hayatına yeni bir yön <strong>ve</strong>rdi. Oğullar <strong>ve</strong> Sevgililer (Sons and Lo<strong>ve</strong>rs),<br />
Gökkuşağı (The Rainbow), Âşık Kadınlar (Women in Lo<strong>ve</strong>), Lady Chatterley’in Sevgilisi<br />
(Lady Chatterley’s Lo<strong>ve</strong>r) gibi romanları müstehcenlikle suçlanarak yıllar boyunca<br />
sansürlendi, yasaklandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’den bir kopuş<br />
yaşayan <strong>Lawrence</strong>, Frieda ile beraber Güney Avrupa, Amerika, Sri Lanka <strong>ve</strong><br />
Avustralya’da geniş çaplı geziler yaparak bir göçebe gibi yaşadı; bu “vahşi hac<br />
yolculuğu” sırasında yazmayı hiç bırakmadı <strong>ve</strong> muazzam bir üretkenlikle yaklaşık<br />
yirmi yıllık yazın hayatına bir düzine roman, çok sayıda öykü, no<strong>ve</strong>lla, deneme,<br />
gezi yazısı, inceleme, tiyatro oyunu <strong>ve</strong> toplamda iki cilt tutan geniş bir şiir toplamı<br />
sığdırdı. 1930 yılında henüz 44 yaşındayken <strong>ve</strong>remden öldü. Genç yaşlarından<br />
itibaren düzenli olarak şiir yazan <strong>Lawrence</strong> bunları çeşitli başlıklar altında<br />
yayımladı. Poetikası, özellikle serbest ölçüyle yazdığı şiirlerinde en yetkin ifadesini<br />
bulmuş, bunun en güçlü örneği ise 1923’te yayımlanan Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler<br />
(Birds, Beasts and Flowers) olmuştur. Yapıt bugün, T. S. Eliot’ın Çorak Ülke (The Waste<br />
Land) <strong>ve</strong> W. B. Yeats’in Kule (The Tower) gibi yapıtlarıyla beraber, 1920’lerin şiir<br />
başyapıtları arasında anılır.<br />
AYTEK SEVER<br />
Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üni<strong>ve</strong>rsite <strong>ve</strong> yüksek lisans öğrenimini<br />
Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>ve</strong> ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />
alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />
sıra, yayımlanmış <strong>ve</strong>ya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />
İdaresi), Thoreau (Doğa <strong>ve</strong> Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />
Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), Tagore (Firari; Gitanjali; Mey<strong>ve</strong> Hasadı),<br />
D. H. <strong>Lawrence</strong> (<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>) çevirileri vardır.
D. H. <strong>Lawrence</strong><br />
İNSANLAR<br />
VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />
Seçme Şiirler<br />
Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r
<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />
David Herbert <strong>Lawrence</strong><br />
Birds, Beasts and Flowers <strong>ve</strong> Collected Poems’ten<br />
Seçme Şiirler<br />
Çeviren <strong>ve</strong> Yayına Hazırlayan:<br />
Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />
Kapak Resmi:<br />
‘Le Rê<strong>ve</strong>’, ayrıntı<br />
Henri Rousseau, 1910<br />
1. Baskı:<br />
© İşaret Ateşi, Ocak 2018<br />
E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />
hakkı saklıdır. Eserin tamamı <strong>ve</strong>ya bölümleri hiçbir yolla<br />
basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir<br />
mecra <strong>ve</strong>ya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için<br />
lütfen kaynak gösteriniz.<br />
www.isaretatesi.com<br />
isaretatesi@gmail.com
İÇİNDEKİLER<br />
Sunuş …………………………………………..................................... 9<br />
Kaynakça ……………………………………………………………... 23<br />
Ânın Şiiri (Poetry of the Present) …………………………………….. 25<br />
<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />
Yabanıl Çayır (The Wild Common) …………………………………. 39<br />
Pencerede (At the Window) …………………………………………. 42<br />
Sefalet (Misery) ………………………………………………………. 43<br />
Yavru Kaplumbağa (Baby Tortoise) ………………………………... 44<br />
Kaplumbağa Kabuğu (Tortoise Shell) ……………………………… 49<br />
Kaplumbağa Ailesinde İlişkiler (Tortoise Family Connections) …... 52<br />
Lui et Elle (Lui et Elle) ……………………………………………….. 56<br />
Kaplumbağa Gözüpekliği (Tortoise Gallantry) ……………………. 63<br />
Kaplumbağa Çığlığı (Tortoise Shout) ………………………………. 66<br />
Nar (Pomegranate) ………………………………………………......... 72<br />
Şeftali (Peach) ………………………………………………………..... 75<br />
Muşmulalar <strong>ve</strong> Ü<strong>ve</strong>zler (Medlars and Sorb-Apples) ……………….. 77<br />
Üzümler (Grapes) …………………………………………………….. 81
Serviler (Cypresses) ………………………………………………….... 86<br />
Çıplak İncir Ağaçları (Bare Fig-Trees) ………………………………. 91<br />
Çıplak Badem Ağaçları (Bare Almond-Trees) ……………………..... 95<br />
Badem Çiçeği (Almond Blossom) ………………………………….…. 97<br />
Mor Anemonlar (Purple Anemones) ………………………………... 104<br />
Sicilya Siklamenleri (Sicilian Cyclamens) ………………………….. 109<br />
Sivrisinek (The Mosquito) …………………………………………… 113<br />
Balık (Fish) …………………………………………………………… 118<br />
Yılan (Snake) …………………………………………………………. 128<br />
Baba Hindi (Turkey-Cock) …………………………………………... 134<br />
Sinek Kuşu (Humming-Bird) ……………………………………….. 140<br />
New Mexico’da Bir Kartal (Eagle in New Mexico) ………………... 142<br />
Mavi Alakarga (The Blue Jay) ………………………………………. 147<br />
Eşek (The Ass) ………………………………………………………... 149<br />
Teke (He-Goat) ……………………………………………………….. 156<br />
Kanguru (Kangaroo) …………………………….…………………… 163<br />
Dağ Aslanı (Mountain Lion) ……………………………………….... 168<br />
Kızıl Kurt (The Red Wolf) ……………………………………………. 172<br />
New Mexico’da <strong>İnsanlar</strong> (Men in New Mexico) …………………… 179<br />
Taos’ta Sonbahar (Autumn at Taos) ……………………………….... 182<br />
Tuhaf Yaratık Şu Burjuva (How Beastly the Bourgeois Is) …............. 185<br />
Kertenkele (Lizard) …………………………………………………... 188<br />
Kelebek (Butterfly) ………………………………………………….... 189<br />
Ölüm Gemisi (The Ship of Death) …………………………………… 191
Bahçedeki Ağaçlar (Trees in the Garden) …………………………… 200<br />
Beyaz At (The White Horse) ………………………………………….. 202
www.isaretatesi.com<br />
SUNUŞ<br />
Bundan birkaç yıl kadar önce D. H. <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin<br />
Türkçe çevirileri konusunda bir çalışma yapmaya karar<br />
<strong>ve</strong>rdiğimde, öncelikle, okurlara genel bir portre sunmak adına<br />
yazarın tüm şiir kitaplarından bir seçki oluşturmayı<br />
düşünmüştüm. Ancak, yaklaşık iki yıllık bir çalışmanın<br />
sonunda ortaya çıkan dosyayı tamamlanışından bir süre sonra<br />
yeniden ele aldığımda, seçkideki şiirlerin bir kısmını atıp yeni<br />
bazı şiirler eklemeye, yazarın bilhassa hayranlık duyduğum<br />
doğa temalı, serbest ölçüyle yazılmış şiirlerini ön plana<br />
çıkaracak yeni bir seçki oluşturmaya karar <strong>ve</strong>rdim.<br />
Özetle, seçki birkaç yıla yayılan iki aşamalı bir çalışmanın<br />
sonunda şekillendi. Çeviri, düzelti, gözden geçirmeler, ekleme<br />
<strong>ve</strong> çıkarmalar, yeniden çeviri, yeniden düzelti derken, hayli<br />
<strong>Lawrence</strong>vari bir çalışma sürecinden geçmiş oldum – yazmayı,<br />
düzeltmeyi, bozmayı, tekrar yazmayı se<strong>ve</strong>n bir yazara uygun<br />
bir çeviri süreci. Neticede, <strong>Lawrence</strong>’ın başlıca şiir yapıtı<br />
olarak gördüğüm Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (Birds, Beasts<br />
and Flowers) odaklanan, söz konusu yapıt dışından bir grup<br />
şiirle de desteklenmiş bu seçki ortaya çıktı. <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong><br />
9
www.isaretatesi.com<br />
<strong>Yaratıklar</strong> olarak adlandırdığım bu dosyayı, <strong>Lawrence</strong>’ın<br />
poetikasını kısaca ama güçlü bir şekilde yansıtan “Ânın Şiiri”<br />
(Poetry of the Present) adlı önsözü de ekleyerek daha<br />
bütünlüklü kılmayı amaçladım.<br />
Ağırlıklı olarak roman, öykü, gezi yazısı, deneme <strong>ve</strong><br />
incelemeleriyle tanınan D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın şiirleri öteki<br />
yapıtlarına kıyasla geri planda kalmış, 20. yüzyılın bu büyük<br />
edebi figürünün şairliği zaman zaman göz ardı edilmiştir.<br />
Genel beğenilere bağlı olarak edebi türlerin göreceli öneminin<br />
zaman içinde değişmesiyle beraber, belki benzer bir durum<br />
romancı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya öykücü kimliği ağır basan pek çok edebiyatçı<br />
için geçerli olmuşsa da, <strong>Lawrence</strong> özelinde, bu genel kanının<br />
oluşmasında hem onun şiirlerinin diğer yapıtlarına göre hacim<br />
olarak daha sınırlı kalmış olmasının, hem de bu şiirler<br />
içerisinde spontane yazılmış, kabataslak, dolayısıyla da<br />
nispeten zayıf olan şiirlerin pek de azımsanmayacak miktarda<br />
olmasının etkili olduğu söylenebilir. <strong>Lawrence</strong>’ın kendi<br />
ayrımıyla gerek “kafiyeli” gerek “kafiyesiz” şiirlerinin içinde<br />
bolca yer alan, şairin duygularını serbestçe, gündelik bir<br />
keyfiyetle, hatta yer yer sloganvari ifadelerle dile getirdiği <strong>ve</strong><br />
ara ara içindeki zehri kustuğu parçalar, onun, muhafazakâr<br />
eleştirmenler <strong>ve</strong> sansürcüler bir yana, modernist şiir devi T. S.<br />
Eliot’tan Bertrand Russell’a kadar uzanan geniş bir yelpazede<br />
çok farklı cenahlardan sert eleştiriler almasına, “şiir yapmasını<br />
beceremeyen biri olmakla” suçlanmasına neden olmuştur.<br />
Özellikle Eliot’ın <strong>Lawrence</strong>’a dair olumsuz hükmünün onun<br />
şiiri üzerine bir dönem bir lanet gibi çöktüğü söylenebilir.<br />
10
www.isaretatesi.com<br />
Ancak yıllar içerisinde, <strong>Lawrence</strong>’ın şiirine dair algı bir<br />
hayli değişmiştir. Bunda, bu şiire dair olumlu eleştirilerin<br />
sonradan sonraya belirmeye başlamasının, <strong>Lawrence</strong> inceleme<br />
<strong>ve</strong> araştırmalarının giderek zenginleşmesinin, başta “Yılan”<br />
olmak üzere çeşitli <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin önemli antolojilerde<br />
boy göstermesinin <strong>ve</strong> T. S. Eliot’ın hükmünü bir ölçüde<br />
dengeler biçimde, bir başka şiir devi W. H. Auden’ın<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın şiirini takdir eden bazı yazılarının yayımlanması<br />
etkili olmuştur. Neticede on yıllar içerisinde, yazarın özellikle<br />
“Ânın Şiiri”nden sonraki dönemde, poetikası son derece güçlü,<br />
biçim <strong>ve</strong> içerik olarak tutarlı, yetkin şiirler yazmış olduğu<br />
yaygın olarak kabul edilir hale geldi. Bugün artık, D. H.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın romanlarının, öykülerinin, gezi yazılarının,<br />
denemelerinin <strong>ve</strong> incelemelerinin yanı sıra şiirlerinin de bolca<br />
hayranı bulunmakta.<br />
Her ne kadar romancı <strong>ve</strong> öykücü kimliği ön planda olsa<br />
da, çeşitli türlerde ürün <strong>ve</strong>rmiş bu üretken yazarın yapıtlarını<br />
topluca değerlendirmek daha sağlıklı bir kanıya varmamızı<br />
sağlıyor; şiirlerinin özgül ağırlığı da diğer yapıtlarıyla birarada<br />
düşünüldüğünde daha iyi anlaşılıyor. Bu anlamda, özellikle de<br />
poetikası güçlü olan şiirlerinde, <strong>Lawrence</strong>’ın, diğer edebi<br />
türlerde yapamadığı bazı şeyleri yapabildiği; farklı bir ustalığı<br />
<strong>ve</strong> duyarlılığı ortaya koyduğu; hatta romanlarında <strong>ve</strong><br />
öykülerinde karakterlere, olaylara, mekânlara dramatik bir<br />
yapı içerisinde dağıtmak zorunda olduğu birçok motifi<br />
şiirlerinde başka bir düzen içerisinde daha yoğun, somut,<br />
sıkıştırılmış <strong>ve</strong> “gerçek zamanlı” bir biçimde ele aldığı; ironiyi,<br />
mizahı, eleştiriyi, yahut olumlamayı bazı bakımlardan daha<br />
11
www.isaretatesi.com<br />
etkili kullandığı söylenebilir. Şiirleri, yazarın tüm yapıtlarında<br />
bitip tükenmez bir enerjiyle işlediği insancıl konuların <strong>ve</strong><br />
sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden, Akıl/İçgüdü,<br />
Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi karşıtlıkların<br />
bilinç, duyum <strong>ve</strong> deneyim düzeyinde anlık bir ölçekte<br />
yansımalarını sergiler.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın ayırt edici özelliklerinden biri, tüm yazın<br />
hayatı boyunca sahip olduğu muazzam ifade dürtüsü<br />
olmuştur. Bu sayede o, ifade becerisinin yetkin olmadığı<br />
durumlarda bile, tutarlılığa, içtenliğe, tutkuya <strong>ve</strong> sahip olduğu<br />
entelektüel kaynaklara yaslanarak, bir edebiyatçı olarak<br />
kendini güçlü bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Üstelik<br />
bunu yaparken gelenek karşıtlığından da güç almış; edebi<br />
olmak için çaba göstermemesi, hatta zaman zaman edebi<br />
olmamak için çaba göstermesi sayesinde özgün bir ses olarak<br />
kendini kabul ettirmiştir. Şiiri çerçe<strong>ve</strong>sinde bunu mümkün<br />
kılan ise, onun Whitman’a benzer bir yol izleyerek serbest<br />
ölçüyü benimsemesi, anlık bir şiire yönelmesi olmuştur.<br />
Hazırladığım seçkinin başında yer alan “Ânın Şiiri”,<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın şiir anlayışını kendi ağzından en çarpıcı şekilde<br />
aktarmaktadır. Seçkiye dâhil ettiğim şiirler adına da, bir<br />
manifestoyu andıran 1919 tarihli bu metni referans olarak<br />
kabul ettim <strong>ve</strong> bunu önceleyen dönemden, yahut şairin<br />
1920’lerin ikinci yarısına ait son döneminden sınırlı sayıda şiire<br />
yer <strong>ve</strong>rdim.<br />
Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (<strong>ve</strong>ya “beast” sözcüğünün<br />
başka bir çevirisiyle Kuşlar, Hayvanlar <strong>ve</strong> Çiçekler’e) olan<br />
12
www.isaretatesi.com<br />
odağımı geniş tutmamın nedeni, “Kaplumbağalar”ı da<br />
kapsayacak şekilde, 1919-1923 arasında yazılmış olan bu<br />
yapıtın, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın en iyi şiir örneklerinin büyük<br />
kısmını içeriyor olması <strong>ve</strong> dolayısıyla şairin poetikasının en<br />
güçlü yansımasını sunması. W. H. Auden, Ted Hughes, Joyce<br />
Carol Oates, Seamus Heaney gibi edebiyatçıları içine alan<br />
geniş bir yelpazede yazarın en önemli şiir yapıtı olarak görülen<br />
bu kitap bana göre de 20. yüzyılın başlıca şiir toplamlarından<br />
biri. Blake, Wordsworth, Keats, Whitman, Hopkins,<br />
Swinburne, Hardy üzerinden uzanan (hatta Marinetti’yi de<br />
selamlayan) bir çizgide, hem bu şairlere yakın hem de<br />
onlardan bir o kadar uzak olan bir şiir anlayışıyla, D. H.<br />
<strong>Lawrence</strong> doğa temalı şiirleriyle benzersiz bir damar<br />
yakalamıştır. Bu bakımdan, Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler,<br />
<strong>Lawrence</strong>vari bir Cennet ile Cehennemin Evliliği, Roma Ağıtları,<br />
Dionysos Dithyrambosları, yahut Duino Ağıtları olarak<br />
nitelendirilebilir.<br />
Bu şiirin temelinde, bitkiler, hayvanlar <strong>ve</strong> organik doğa<br />
özelinde insanın <strong>Öteki</strong>’yle olan ilişkisi yer alır. Buradan da<br />
seçkiye neden <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong> adını <strong>ve</strong>rdiğim<br />
anlaşılabiliyor. D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın doğa temalı şiirleri, birçok<br />
bakımdan kendi de bir yaratık olan insanın öteki yaratıklarla<br />
olan ilişkisi üzerine kuruludur; tutkularıyla, zaaflarıyla,<br />
içgüdüleriyle, arzularıyla, vahşiliğiyle, duyularıyla,<br />
çelişkileriyle, kısacası tüm ruhu <strong>ve</strong> bedeniyle karmaşık bir<br />
yaratık olan insanın hem kendine hem öteki yaratıklara<br />
yönelik algısını, dürtülerini, söylemini <strong>ve</strong> eylemini ele alır,<br />
incelemeye tâbi tutar, uygulamaya koyar. Yani öznenin hem<br />
13
www.isaretatesi.com<br />
kendisine hem ötekine nasıl yöneldiği; hatta görmenin,<br />
duymanın, okumanın, algılamanın ötesinde, kendini <strong>ve</strong><br />
organik doğayı nasıl “hissettiği” üzerinde durur. Bu ne salt<br />
sevgi dolu, kucaklayıcı bir şiirdir, ne de önceki doğa şiiri<br />
geleneklerini devam ettirir; doğaya yaklaşımı antropomorfik,<br />
fablvari değildir; dinî bir mistisizmi, aşkıncı bir görüşü, Kutsal<br />
Kitap doğase<strong>ve</strong>rliğini yansıtmaz. <strong>Lawrence</strong> öncelikle,<br />
genelgeçer olan, Tanrı – Melek – İnsan – Hayvan – Bitki<br />
sıralamasını bozar; hayvanı, bitkiyi, insanı yan yana, bir araya<br />
getirir. Yaratıksa eğer, hepsi yaratıktır, önemli olan onların<br />
birbiriyle ilişki içinde, doğanın sonsuz ilişkiler bulutu içinde<br />
nasıl olduklarıdır; kutsal metne başvurarak “nimetler”<br />
üzerinden Tanrı’ya kestirme yoldan ulaşmak, yahut kısacık bir<br />
bakışla mahlukatta aşkın bir kutsallık keşfedi<strong>ve</strong>rmek<br />
<strong>Lawrence</strong>’ı tatmin etmez.<br />
En basit ifadesiyle, bu şiir hep “hissetme”nin deneyini<br />
yapar. Yaratığın kendini <strong>ve</strong> ötekini nasıl hissettiği önemlidir;<br />
ancak bu deneyim katman katmandır; hem “hissetme”nin<br />
katmanları vardır, hem “hissedememe”nin – bilhassa uygar,<br />
modern insan özelinde. Alıcıları kapalıdır insanın; duyuları<br />
körelmiştir; gözüne at gözlükleri, ayağına pranga takılmış, eli<br />
kolu bağlanmıştır; içgüdüleri arapsaçına dönmüş, üstüne o bir<br />
de iğdiş edilmiştir. Peki bu noktadan hareketle, yaratık kendini<br />
<strong>ve</strong> ötekini nasıl hissedebilir, ya da hissedemez? İşte D. H.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın doğa şiirleri insanın bu hissetme <strong>ve</strong> hissedememe,<br />
açıklık <strong>ve</strong> kapalılık durumları arasında gezinir durur. Edebi<br />
betimleme yerine doğrudan doğruya özdeşleşme vardır bu<br />
şiirde; şair tüm duyularına başvurur, uzanıp dokunur, tutar,<br />
14
www.isaretatesi.com<br />
tadar, hatta sataşır, kaçar, saldırır, öldürür – <strong>ve</strong> bazen de se<strong>ve</strong>r.<br />
Gözünü çevirir, kulak <strong>ve</strong>rir, duyargalarını uzatır, algılar;<br />
ötekini kendine aktardığı kadar kendini de ötekine aktarır,<br />
oraya geçer, bir süreliğine öteki olur. Birden çok göz, birden<br />
çok duyarga vardır: hem duyabilmenin, hissedebilmenin, hem<br />
de hissedememenin gözleri, duyargaları. Ve arada muazzam<br />
bir dürtüler, eylemler repertuarı kaynar durur; yaratık da<br />
orada onlarla kaynamaktadır. Bunları yansıttığı ölçüde,<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde belirlilik kadar belirsizlik de önemlidir;<br />
sözcükler bazen malzemeyi işler, bazen olduğu gibi bırakır;<br />
ifade ikisinden de güç alır. Şair hem insancıl tanımlara kapılır,<br />
hem de sık sık kalıpların, şablonların dışına çıkar; ifadede<br />
ustalık kadar, kusurluluğa da yer açar.<br />
Bu “hissetme” deneyinin arka planında kesintisiz bir güç<br />
egzersizi yatmaktadır. Şair ötekini duyarken, içselleştirirken,<br />
ona dokunup etki ederken, kendinden sıyrılıp ötekinin ta<br />
kendisi olmayı test ederken, yahut bunların hiçbirini<br />
başaramayıp da karşıt, tanımsız, tersine mekanizmaları<br />
çalıştırırken güç barometresi bir iner bir çıkar. Deneyimin tüm<br />
bu damarları, kıvrımları, yumruları, kanalları arasında teni<br />
bedeni <strong>ve</strong> ruhuyla bir bütün halinde gezinen şair kâh özne<br />
olur, ötekini dönüştürür, başkalaşıma uğratır, kâh nesne olur,<br />
dönüşür, başkalaşıma uğrar. Ama yaratık, yani insan burada<br />
hep güç ilişkileri içerisindedir, bir an bile durmaz, yatışmaz.<br />
Bir başka deyişle, son derece “libidinal” bir şiirdir bu.<br />
Şair, içindeki hayvanla, yaratıkla libidinal yollarla temas<br />
kurmaya, ona ulaşmaya çalışmaktadır; ete kemiğe bürünmüş<br />
15
www.isaretatesi.com<br />
bir anima olarak yapmaktadır bunu – <strong>ve</strong> o sırada bölgesine<br />
giren her şey anima olur onun için, yaşamla nabzı atmaya<br />
başlar her şeyin. Her şey bir dürtüdür, bir etkendir, karşıtlık,<br />
dayatma <strong>ve</strong> ayrımdır; hem çekişmedir hem uyum; hem hayat<br />
öpücüğüdür hem zehir. Özne, aşama aşama, hem öteki<br />
yaratığa hem de içindeki yaratığa ulaşmaya gayret eder; en<br />
içteki çekirdeği çatlatıp özü ortaya çıkarmak ister. Söz konusu<br />
şiir bu deneyimi anlık, gerçek zamanlı bir biçimde yansıtma,<br />
taklit etme girişimidir.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın, şiirlerinde bitkiye, hayvana, doğaya olan<br />
yaklaşımı bazen felsefi, bazen mistik, bazen bilimsel<br />
görünebilir, ama çoğunlukla felsefi olamayacak kadar somut;<br />
mistik olamayacak kadar dünyevi; bilimsel olamayacak kadar<br />
libidinaldir. Bilimsel bakış <strong>ve</strong>ya felsefi bir kavrayış burada<br />
yalnızca deneysel olarak sınanır. Ayrıca Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong><br />
Çiçekler’deki hayvanlar, bitkiler, mey<strong>ve</strong>ler ne kültürel, ne<br />
tarihsel, ne de edebi birer öğedir; şair doğa varlıklarının<br />
kendileriyle doğrudan ilişki kurmayı dener, kalıpları<br />
olabildiğince göz ardı eder, aldığı terbiyeden, kültürden,<br />
sosyal kimliğinden kat kat arınmaya çalışır. Öte yandan çiçeği,<br />
mey<strong>ve</strong>yi, hayvanı <strong>ve</strong>ya ağacı tüm geçmişiyle, insancıl bir doğa<br />
tarihi öğesi olarak ele alacağı zaman da, entelektüel ya da<br />
rasyonel tavrı bir kenara bırakır; şayet kültür, tarih, din işin<br />
içine dâhil olacaksa, şair bunu ancak “mit”e bağlı kalarak<br />
yapar, miti felsefenin önüne alır, yer yer kendi mitlerini türetir.<br />
Ve bu sayede, “yaratığı” kutsal kitabın, aydınlanmanın,<br />
modernitenin, Avrupa’nın dışına çıkarır, milattan önceye,<br />
hatta tarih öncesine, cennetteki Adem ile Havva’ya, yahut tam<br />
16
www.isaretatesi.com<br />
aksine, ileriye, belirsiz bir geleceğe doğru sürer, onunla<br />
doğanın geniş, bakir, taptaze bağlamında, buna uygun bir<br />
şimdiki anda buluşmayı kovalar. Fakat bu çaba, öyle pek de<br />
ideal, romantik, mistik bir çaba değildir; yücelmeye karşılık<br />
düşüşü de zorunlu olarak barındırır; zira beden işin içine<br />
karışmıştır; sevgi kadar, merhamet kadar, haz kadar, öfke de,<br />
şiddet de, ıstırap da su yüzüne çıkar: Yaratık yaratıkla karşı<br />
karşıya gelir, ikisi birbiriyle iç içe geçer. Bu bakımdan,<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden,<br />
Akıl/İçgüdü, Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi<br />
karşıtlıklar, yazarın doğa temalı şiirlerinde “libidinal” bir<br />
çözümün içinde eriyerek belirsizleşir. <strong>Öteki</strong>’yle <strong>ve</strong> Yaratık’la<br />
kurulan ilişki sırasındaki birtakım bilinç, duyum, dürtü<br />
mekanizmaları gözler önüne serilirken, eşine az rastlanır<br />
şekilde somut, gerçek zamanlı, uygulamalı bir şiir ortaya çıkar.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın, toplu şiirlerinin 1928 tarihli baskısına<br />
yazdığı önsözde belirttiği üzere, şiir yaşamının en önemli<br />
ürünleri, ağırlıklı olarak Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’i<br />
oluşturan, yer yer diğer şiir kitaplarına da dağılmış,<br />
“demon”un, yani yaratıcı dehanın, yahut cinin (daimon),<br />
“yaratığın” etkisiyle yazılmış şiirlerdir. Aynı zamanda bunlar,<br />
yazdıkları üzerinde sonradan bolca değişiklik yapmayı se<strong>ve</strong>n,<br />
pek çok şiirini birden fazla defa yazan şairin, ilk yazıldığı<br />
haliyle bıraktığı, sonradan neredeyse hiç değiştirmediği<br />
şiirlerdir; “söylenmesi gerektiği gibi söylenmiş” şiirlerdir.<br />
Seçkiye dâhil ettiğim şiirlere, özellikle de Kuşlar,<br />
<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’in büyük kısmını oluşturan şiirlere<br />
17
www.isaretatesi.com<br />
bakıldığında <strong>Lawrence</strong>’ın poetikasını en iyi örnekleyen bu<br />
ürünlerin ağırlıklı olarak çağın <strong>ve</strong> Avrupa’nın dışına uzanan<br />
bir arayışa karşılık geldiği <strong>ve</strong> şiirlerin yazıldığı yerlerin de<br />
bunu yansıttığı görülebilir. Kitabın, coğrafi olarak, biri<br />
Toskana <strong>ve</strong> Sicilya, diğeri New Mexico olmak üzere başlıca iki<br />
ekseni vardır; şiirin arka planındaki diğer mekânların büyük<br />
kısmı da Avrupa dışında, örneğin Sri Lanka <strong>ve</strong><br />
Avustralya’dadır. Şair bunlar üzerinden hem geçmişle, Eski<br />
Dünya’yla, yani Etrüsklü’yle, Yunan’la, Kızılderili’yle,<br />
Bushman’la, hem de modernitenin ötesindeki uzak bir<br />
gelecekle, Yeni Dünya’yla, geleceğin insanıyla bağ kurar;<br />
bozulmamış, bakir, özüne sadık, ruhen <strong>ve</strong> bedenen tam, doğa<br />
ile uyumlu olan erkeği <strong>ve</strong> kadını arar. Bu yüzden de, insanı<br />
insan yapan her şeyi kendine malzeme edinir şair; <strong>Öteki</strong>’yle<br />
bağ kuran yaratık tüm öğeleriyle uyanır, duyar, deneyimler,<br />
eylemde bulunur. Ve tüm bunları yaparken <strong>Lawrence</strong> yeni bir<br />
tinselliği, maneviyatı kurmaya çalışır – insanı teniyle, etiyle,<br />
bedeniyle, tüm duyum, dürtü, eylem dünyasıyla bir bütün<br />
halinde kabul eden, insancıl olan hiçbir şeyi dışarıda<br />
bırakmayan bir yüceliş <strong>ve</strong> düşüşün maneviyatı.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın “Ânın Şiiri”nde ilkelerini genel hatlarıyla<br />
açıkladığı şiiri, biçim <strong>ve</strong> dil olarak da aynı çizgiyi yansıtır. Şair,<br />
<strong>Öteki</strong>’yle doğrudan ilişki kurmayı dener; ağacı, mey<strong>ve</strong>yi,<br />
hayvanı birer “imge” olarak almaz; dikkatini <strong>ve</strong>rir, duyar,<br />
dokunur; <strong>Öteki</strong>’ni kendisi olarak hisseder; bu arada da imgeyi<br />
bozar, söküme uğratır <strong>ve</strong> onun yerine, somut canlı varlığı<br />
yapım işlemine tâbi tutar; bunun için hem kendine hem<br />
ötekine başvurur. Duyum, algı, güdü, düşünce, sezgi<br />
18
www.isaretatesi.com<br />
aşamaları mimetik bir şekilde yazıya yansıdığı ölçüde anlık bir<br />
şiir kurulur; ancak kesinlikle otomatik yazı değildir bu; şair,<br />
bilincine vararak <strong>ve</strong> “hissederek” yazmaktadır; belirsizlik,<br />
bilinçaltı, gelişigüzellik ancak şiirin sürecine gerçekten aitse<br />
işin içine karışır. Bu şekilde, aşamalarla <strong>ve</strong> süreç halinde<br />
yazmayı mümkün kılan, <strong>Lawrence</strong>’ın kafiyesiz serbest dizeyi<br />
benimsemesidir; bu tarz bir şiir için kaçınılmaz bir tercihtir bu<br />
belki de. Fakat bu şiir, akışı itibarıyla kendi iç ritmine sahip bir<br />
şiirdir. Kısa (yer yer tek kelimelik) <strong>ve</strong>ya uzun (yer yer paragraf<br />
uzunluğunda olan) dizeler <strong>ve</strong> artlama, yani bir cümlenin alt<br />
alta dizelere bölünmesi (enjambment), hem sürekliliği, akıcılığı,<br />
hem de atlamaları, kesintiyi, kopukluğu, tekrarlılığı yansıtır;<br />
âdeta somut duyu <strong>ve</strong> düşünce birimleri oluşturulur bu yolla.<br />
Benzer şekilde, ses uyumu <strong>ve</strong> aliterasyon da <strong>Lawrence</strong>’ın şiir<br />
dilinin önemli parçalarıdır; sözgelimi “Yılan” şiirinde,<br />
sürünmeyi <strong>ve</strong> tıslamayı taklit eden harflere (“s” harfi), “Balık”<br />
şiirinde suyu <strong>ve</strong> yüzmeyi taklit eden harflere (“l” <strong>ve</strong> “v”<br />
harfleri) bolca rastlanması tesadüf değildir. Ayrıca <strong>Lawrence</strong>,<br />
karmaşık birtakım duyu imlerini en kişisel şekilde<br />
aktarabilmek için, sık sık, tireyle birbirine bağladığı ikili <strong>ve</strong>ya<br />
üçlü sözcük bileşimlerine, izlenimlerin iç içe geçtiği life-rosy<br />
gibi, naked-set gibi, flower-sumptuous-blooded gibi tek<br />
kullanımlık bileşik ifadelere başvurur, özgün bir söz dağarcığı<br />
oluşturur. Özellikle şairin deneyimin yoğunluğunu <strong>ve</strong>rmek<br />
adına tüm bu araçlar setine abartılı bir biçimde başvurduğu,<br />
hemen her şiirinde yer yer ortaya çıkan kıta uzunluğunda söz<br />
yığınları, bahsettiğimiz şiir dilinin zir<strong>ve</strong>ye ulaştığı anların <strong>ve</strong><br />
bu anlara karşılık gelen benzersiz duyu deneylerinin somut<br />
19
www.isaretatesi.com<br />
belgeleridir <strong>ve</strong> bunlar <strong>Lawrence</strong> şiirinin en önemli ifade<br />
başarısı olarak görülebilir.<br />
Çevirimde tüm bu şiir öğelerini olabildiğince <strong>ve</strong>rmeye<br />
çalıştım, ancak elbette dize dize birebir çeviri yapmak ritmi de<br />
aynen aktarmak anlamına gelmeyeceğinden, özellikle<br />
artlamayı yeniden yapılandırmam kaçınılmazdı <strong>ve</strong> dizelerin<br />
bölünmesini, dize uzunluklarını yeniden ayarladım. Tüm<br />
bunlar, ritmin üzerinde oynama yapmamı gerektiriyordu;<br />
fakat bu anlamda ekonomik davranmaya gayret ettim, şiirin<br />
akışını <strong>ve</strong> iç gerilimini canlı tutmayı esas aldım. Benzer şekilde,<br />
ses uyumlarını <strong>ve</strong> aliterasyonu da şiirin yapısından <strong>ve</strong> dilinden<br />
ödün <strong>ve</strong>rmeksizin birebir aktarmak olanaksız olduğundan<br />
yeni ahenkler kurmaya çalıştım; hatta ritmi desteklemek adına<br />
yer yer, orijinal şiirlerde bulunmayan bazı ahenklere,<br />
kafiyelere de başvurdum. Ayrıca, bazı istisnalar hariç,<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde bolca kullandığı, ikili <strong>ve</strong> üçlü<br />
sözcüklerden oluşan bileşik ifadeleri, aradaki tireyi koruyup<br />
sözcük çevirisi yaparak Türkçeye aktarmadım; onun yerine,<br />
tireyi atıp ifadeyi iki-üç sözcüğe açarak çevirmeyi tercih ettim.<br />
Son olarak, orijinal şiirlerde bolca yer alan paragraf-dizeleri de<br />
birebir aktarmadım; bunları alt alta dizelere yaymanın<br />
çevirinin dili adına da, mizanpaj adına da daha iyi sonuç<br />
<strong>ve</strong>rdiğini (denedim <strong>ve</strong>) gördüm. Tüm bunlar, çeviriyi orijinal<br />
şiirlere göre biraz daha şiirsel kıldı; zira <strong>Lawrence</strong>’ın edebi<br />
olmamaya gayret ettiği, dili <strong>ve</strong> sözcükleri bozulmaya uğrattığı<br />
noktalar birebir çeviriyle Türkçede aynı sonucu <strong>ve</strong>rmiyordu;<br />
dolayısıyla da çeviriyi daha az Türkçe kılacak bir yaklaşımı<br />
tercih etmedim. Neticede akış, ritim, iç gerilim, sözcük<br />
20
www.isaretatesi.com<br />
yoğunluğu itibarıyla orijinal şiirlerin enerjisini yansıtan, çeşitli<br />
alternatif okumalara (örneğin psikanalitik, queer, feminist<br />
okumalara) da izin <strong>ve</strong>ren bir çeviri ortaya çıkardığımı<br />
düşünüyorum.<br />
<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>’a dâhil ettiğim şiirler elbette<br />
benim tercihlerimi yansıtıyor. Doğa temasına bağlı kalarak<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın şiirlerini gözden geçirirken ağırlığı Kuşlar,<br />
<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e <strong>ve</strong>rdim <strong>ve</strong> “Ânın Şiiri”ni önceleyen<br />
dönemden yalnızca üç şiir, şairin son yıllarından ise yalnızca<br />
altı şiir ekledim. Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’den özellikle<br />
hayranlık duyduğum, tutkuyla çevirebileceğim şiirleri<br />
seçmeye özen gösterdim; çok sevdiğim bazı şiirleri çeşitli<br />
nedenlerle dışarıda bırakmam gerekse de kitaptaki şiirlerin<br />
yaklaşık dörtte üçünü çevirmiş oldum. Seçkiyi kronolojik<br />
olarak düzenledim; ancak şiirlerin yazım tarihlerini değil,<br />
kitapların yayın yıllarını temel aldım, kitapların içindeki şiir<br />
sırasını bozmadım. Birden fazla <strong>ve</strong>rsiyonu olan şiirler için,<br />
hem genel kabule hem kendi beğenime başvurarak, daha iyi<br />
olduğunu düşündüğüm <strong>ve</strong>rsiyonu kullandım. Örneğin,<br />
seçkinin başındaki “Yabanıl Çayır”, şiirin 1928 tarihli ikinci<br />
<strong>ve</strong>rsiyonunun çevirisi; seçkinin sonlarında yer alan “Ölüm<br />
Gemisi” de söz konusu şiirin ikinci <strong>ve</strong>rsiyonu. Bazen kitapların<br />
farklı basımlarında şiirlerde ufak tefek sözcük oynamaları <strong>ve</strong><br />
dize kaymaları görülebiliyor; bunlar için de kendi inisiyatifimi<br />
kullandım.<br />
Zamanım <strong>ve</strong> enerjim el <strong>ve</strong>rdiği ölçüde yetkin bir D. H.<br />
<strong>Lawrence</strong> şiir seçkisi hazırlamaya gayret ettim. Fakat günün<br />
21
www.isaretatesi.com<br />
birinde başka bir çevirmenin, bu seçkiye dâhil edemediğim<br />
“Bavyera Centiyanları” (Bavarian Gentians), “Balinalar<br />
Ağlamaz!” (Whales Weep Not!), “Kuğu” (Swan), “Filler Ağırdan<br />
Alır” (The Elephant is Slow to Mate) gibi şiirleri de kapsayan<br />
alternatif bir seçki hazırlayabileceğini, yahut Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong><br />
<strong>ve</strong> Çiçekler’in tamamını, hatta <strong>Lawrence</strong>’ın toplu şiirlerini<br />
Türkçeye layıkıyla çevirebileceğini ümit ediyorum. Zira,<br />
modası geçmek şöyle dursun, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın, ele aldığı<br />
insan, doğa <strong>ve</strong> varoluş meseleleri itibarıyla güncelliğini<br />
koruyan, hatta günümüzün ‘teknoloji – para – internet –<br />
tüketim’ dünyasında gitgide daha güncel hale gelen bir yazar<br />
olduğunu düşünüyorum. Onun şiiri de bu anlamda güçlü bir<br />
edebiyat damarı <strong>ve</strong> esin kaynağı olarak karşımızda duruyor.<br />
Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />
22
www.isaretatesi.com<br />
KAYNAKÇA<br />
Çalışmamın her aşamasında çok sayıda kaynaktan yararlandım.<br />
Bunların başlıcaları aşağıda belirtilmiştir. Yer kısıtlılığından dolayı bu kısa<br />
kaynakçada yer <strong>ve</strong>remediğim diğer yapıtların sahiplerine gönülden bir<br />
teşekkürü borç bilirim.<br />
Banerjee, Amitava. D. H. <strong>Lawrence</strong>’s Poetry: Demon Liberated. Londra:<br />
Macmillan, 1990.<br />
Becket, Fiona. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Thinker As Poet. Londra <strong>ve</strong> New York:<br />
Macmillan, 1997.<br />
Bloom, Harold. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: Modern Critical Views. New York:<br />
Chelsea House, 1986.<br />
Chaudhuri, Amit. D. H. <strong>Lawrence</strong> and ‘Difference’: Post-Coloniality and the<br />
Poetry of the Present. Oxford: Clarendon Press, 2003.<br />
Gilbert, Sandra M. Acts of Attention : The Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Ithaca:<br />
Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1972.<br />
Heywood, Christopher. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: New Studies. Basingstoke:<br />
Macmillan, 1987.<br />
Hoare, Peter, Preston, Peter. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong> in the Modern World.<br />
Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1989.<br />
Lockwood, Michael J. A Study of the Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Thinking in<br />
Poetry. Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1987.<br />
Mackey, Douglas A. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Poet Who Was Not Wrong. San<br />
Bernardino, California: Burgo Press, 1986.<br />
Montgomery, Robert E. The Visionary D. H. <strong>Lawrence</strong>: Beyond Philosophy and<br />
Art. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1994.<br />
Sagar, Keith. D. H. <strong>Lawrence</strong>: Poet. Humanities-Ebooks LLP, 2007.<br />
Sagar, Keith. The Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1966.<br />
Stewart, Jack. The Vital Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Vision and Expression.<br />
Carbondale: Southern Illinois UP, 1999.<br />
23
www.isaretatesi.com<br />
24
www.isaretatesi.com<br />
ÂNIN ŞİİRİ<br />
25
www.isaretatesi.com<br />
26
www.isaretatesi.com<br />
Bir tarla kuşunun şakıdığını duyduğumuzda bize sanki<br />
ses geleceğe doğru akıyormuş gibi, sanki son sürat, tamamen<br />
düşüncesizce, dosdoğru ileriye akıyormuş gibi görünür. Bir<br />
bülbül duyduğumuzda ise duraksamayı <strong>ve</strong> anımsamanın<br />
zengin, içe işleyen ritmini, kusursuz geçmişi duyarız. Tarla<br />
kuşu kulağa hüzünlü gelebilir, ancak bu neredeyse bir umut<br />
esrimesi olan, tatlı, geçici bir hüzündür. Bülbülün coşkusu ise<br />
hem bir methiyedir hem de ağıt.<br />
Şiirde de böyledir. Şiir, kural olarak, ya zarif <strong>ve</strong> yüce olan<br />
uzak geleceğin sesidir, ya da zengin <strong>ve</strong> harika olan geçmişin<br />
sesidir. Yunanlar İlyada <strong>ve</strong> Odysseia’yı duyduklarında, iç<br />
bölgelerdeki insanların bazen denizi duyup güçlü, müthiş bir<br />
hasret <strong>ve</strong> nostaljiyle zayıf düştükleri gibi yüreklerinde kendi<br />
geçmişlerinin seslendiğini duymuşlardır; yahut İthakalı’nın<br />
sancılı <strong>ve</strong> pırıltılı ilerleyişini takip ettiklerinde yüreklerinde<br />
zamanın nabzıyla kendi gelecekleri dalgalanmıştır. Yunanlar<br />
için Homeros buydu: kazanılmış savaşlar <strong>ve</strong> hak edilmiş<br />
ölümle, görkem dolu Geçmiş; <strong>ve</strong> Odisseas’ın bilinmeyenin<br />
içinden büyülü yolculuğuyla, Gelecek.<br />
Bu, bizim için de böyledir. Bizim kuşlarımız ufukta şakır;<br />
meçhulden, ötemizden, dingin geceden seslenir;<br />
gündoğumunda <strong>ve</strong> günbatımında şarkı söyler. Yalnızca<br />
zavallı, tiz sesli, ehli kanaryalar öter biz konuşurken; yabani<br />
27
www.isaretatesi.com<br />
kuşlar ise biz uyanmadan önce <strong>ve</strong>ya uyanıp tekrar sızdığımız<br />
sırada ötmeye başlar. Bizim şairlerimiz, bazısı doğuda, bazısı<br />
batıda olan geçitlerde otururlar. Oralardan gelip geçerken,<br />
yüreklerimiz onlara yanıt <strong>ve</strong>rerek kabarır. Ancak yaşamın<br />
ortasındayken duymayız onları.<br />
Başlangıcın şiiri <strong>ve</strong> sonun şiiri uzaktaki tüm şeylere ait<br />
olan şu zarif kesinliğe, kusursuzluğa sahip olmalıdır. Bu ikisi,<br />
tüm kusursuz şeylerin olduğu âlemdedir, tam <strong>ve</strong> eksiksiz<br />
şeylerin doğasına sahiptir. Bu tamlık, eksiksizlik, kesinlik <strong>ve</strong><br />
kusursuzluk zarif biçimle aktarılır: kusursuz simetriyle; sonun<br />
en yüce ânı için ellerin bir kavuşup bir ayrıldığı bir dans<br />
misali, kendisine dönüp duran bir ritimle. Geçmişin<br />
kusursuzlaştırılmış anları <strong>ve</strong> ışık saçan geleceğin<br />
kusursuzlaştırılmış anları – Shelley <strong>ve</strong> Keats’in paha biçilmez,<br />
cevhersi dizeleri böyledir.<br />
Fakat başka tür bir şiir de vardır: halihazırda olanın,<br />
şimdiki ânın şiiri. Şimdiki ânın içinde kusursuzluk, eksiksizlik<br />
yoktur, tamamlanmış bir şey yoktur. İpler uçuşup savrulur<br />
havada, bir ağ oluşturur; suyun yüzeyi titreştirir ayı. Akan<br />
suyun <strong>ve</strong>ya sonu gelmeyen gelgitin yüzeyinde yusyuvarlak,<br />
düzgün bir ay olamaz. Yaşayan plazmanın 1 cevherleri yoktur.<br />
Yaşayan plazma tarifsizce titreşir; geleceği içine çeker, geçmişi<br />
dışarı üfler; her ikisinin özüdür, ancak ikisi de değildir.<br />
1<br />
<strong>Lawrence</strong>, bu önsözde kendi terminolojisi haline getirdiği “plazma”<br />
ifadesiyle, canlı <strong>ve</strong> cansız tüm maddede görünür olan organik, değişken bir<br />
doğayı kastetmektedir. Şair bu sözcüğü bazen de, ilk anlamıyla ilintisiz<br />
olmayan bir şekilde, “kan” anlamında kullanır. (ç.n.)<br />
28
www.isaretatesi.com<br />
Plazmik bir kesinlik olamaz; hiçbir şey billur <strong>ve</strong> kalıcı değildir.<br />
Canlı dokuyu biyologların müdahale yoluyla yaptığı gibi<br />
sabitlemeye çalışırsak, gözlem için yalnızca geçmişin, geride<br />
kalmış yaşamın kaskatı bir parçasını elde ederiz.<br />
Daima var olan yaşam, kesinlik bilmez, tamamlanmış bir<br />
billurlaşma bilmez. Kusursuz gül yanmakta olan bir alevdir<br />
yalnızca; belirir, akar gider; asla <strong>ve</strong> katiyen hareketsiz, durgun,<br />
sonlanmış olamaz. Onun aşkın güzelliği burada yatar. Tüm<br />
yaşamın <strong>ve</strong> zamanın gelgiti ansızın kabarır <strong>ve</strong> önümüzde bir<br />
tayf gibi, vahiy gibi belirir. Doğrudan, oluşmakta olan<br />
yaratılışın saf özüne bakarız. Selden bir nilüfer çiçeği yükselir,<br />
etrafına bakar, parıldar, kaybolur. Daima çalkalanan selin<br />
özünü, onun cisimleşmiş halini görmüşüzdür. Görünmez olanı<br />
görmüşüzdür. Yaratıcı değişimin, yaratıcı başkalaşımın ta<br />
kendisini görmüş, ona dokunmuş, onu paylaşmışızdır. Bana<br />
nilüfer çiçeğinden 2 söz edecekseniz, değişmez <strong>ve</strong>ya ebedî olan<br />
bir şeyden söz etmeyin. Akışın cisimleşmiş yansımasından,<br />
çiçeklenen, kahkaha atan, çürüyen başkalaşımdan söz edin –<br />
onlar ki, geçerken kusursuzca açık, hareket ederken<br />
çırılçıplaktır karşımızda.<br />
Bırakın, nilüfer çiçeğimde çamuru <strong>ve</strong> gökkubbeyi<br />
duyayım. Bırakın, ağır, balçıklaşmış, içine doğru çeken çamuru<br />
da, gök rüzgârlarının girdaplarını da duyayım. İkisini de en<br />
saf temaslarıyla, içine çeken ağırlığın çıplaklığıyla, geçip giden<br />
ışıltının çıplaklığıyla duyayım. Bana sabit, değişmez, durgun<br />
bir şey <strong>ve</strong>rmeyin. Sonsuz olanı <strong>ve</strong> ölümsüz olanı da <strong>ve</strong>rmeyin:<br />
2<br />
Lotus. (ç.n.)<br />
29
www.isaretatesi.com<br />
istemem sonsuzluğu, ölümsüzlüğü. Bana sakin olanı, içten içe<br />
kaynayan esası, cisimleşmiş ânın akkor ışıltısını <strong>ve</strong> serinliğini<br />
<strong>ve</strong>rin: ânı; tüm değişim, sürat <strong>ve</strong> karşıtlığın özünü – şimdiyi,<br />
mevcut ânı, şu ânı. Aşağı doğru akan suyun tek bir damlası<br />
değildir şimdiki an. Kaynaktır o, yüzeye çıkıştır, akıntının<br />
fokurdamasıdır. Burada, tam şu an, zamanın akışı gelecek<br />
kuyularından fokurdar, geçmişin okyanuslarına akar.<br />
Kaynaktır bu, yüzeye çıkıştır, yaratıcı özdür.<br />
Şimdiki ânın şiiri vardır; tıpkı sonsuz geçmişin <strong>ve</strong> sonsuz<br />
geleceğin şiiri olduğu gibi, anlık şiir vardır. Cisimleşmiş ânın<br />
kaynayan şiiri en üstünüdür; öncenin <strong>ve</strong> sonranın daimi<br />
cevherlerinin bile ötesindedir. Titreşen gelip geçiciliği içinde, o,<br />
inci gibi sert, billurumsu cevherleri, her iki sonsuzluğun<br />
şiirlerini aşar. Solup gitmeyen zamandışı cevherlerin<br />
niteliklerini istemeyin. Çamurun içte içe kaynaması olan saflığı<br />
isteyin; göğün düşüşü olan, başlangıç halindeki bozuluşu<br />
isteyin; durmak bilmeyen, kesintisiz yaşamın kendisini isteyin.<br />
Yanardönerlikten bile daha hızlı bir başkalaşım olmalıdır;<br />
durulma değil, sürat; sabitlik değil, gelip geçicilik olmalıdır;<br />
sonuçlanmayış, dolaysızlık, yaşamın ta kendisinin akıbetsiz <strong>ve</strong><br />
kapanışsız niteliği olmalıdır. Yaratılışın hesaplanamaz, daimi<br />
yolculuğunda karşılaşıp geçen şeylerin anlık, çarçabuk ilişkisi<br />
olmalıdır: her bir şey, geri kalan tüm şeylerle olan hızlı, akıcı<br />
ilişkisi içinde bırakılmalıdır.<br />
Saf ânın yatışmaz, kavranılmaz şiiri; kalıcılığı rüzgârsı<br />
geçişinde yatan şiir böyledir. Bu tür şiirin en iyisi ise<br />
Whitman’ın şiiridir. Başlangıç <strong>ve</strong> son olmaksızın, kaidesiz <strong>ve</strong><br />
30
www.isaretatesi.com<br />
alınlıksızca, daima geçip gider o; daima esmekte olan, zincire<br />
vurulmaz bir rüzgâr gibidir. Önceye <strong>ve</strong> sonraya da bakmıştır<br />
Whitman, ancak olmayan şeyler adına iç geçirmemiştir. Onun<br />
tüm ifadesinin ipucu şimdiki ânın doğrudan idrakında, kendi<br />
pınarından ifadeye doğru fışkıran yaşamda yatar. Mevcut<br />
andan yalnızca bir soyutlamadır sonsuzluk. Yalnızca büyük<br />
bir anımsama ya da arzulama rezervidir sonsuzluk; insan<br />
eseridir. Zamanın özü ise tüm kıpırtısı <strong>ve</strong> oynaklığıyla şimdiki<br />
saattir. Mevcudiyettir bu. Kalbi güm güm atan, ete kemiğe<br />
bürünmüş, kendisi olan şeydir evrenin özü – gizemli <strong>ve</strong><br />
hissedilebilir. Her zaman böyledir.<br />
Whitman bunu şiirine katmış olduğu için bizler hem<br />
ondan korkar, hem de ona böyle derin bir saygı duyarız. O,<br />
yalnızca “eski, mutsuz, pek uzak şeyler”in 3 <strong>ve</strong>ya “seherin<br />
kanatları”nın 4 şarkısını söyleseydi, ondan korkmazdık. Acil <strong>ve</strong><br />
başkaldırmakta olup hepimize etkiyen Şimdi ile kalbi çarptığı<br />
için korkarız biz ondan. Öze öyle yakındır.<br />
Sözü edilenler ışığında, mevcut ânın şiirinin, öncenin şiiri<br />
<strong>ve</strong> sonranın şiiriyle aynı gövdeye <strong>ve</strong> akışa sahip olamayacağı<br />
ortadadır. Mevcut an, aynı koşullara tâbi olamaz. O, asla<br />
3<br />
William Wordsworth’ın “Hasatçı Kız” (The Solitary Reaper) şiirinde geçen<br />
ifadeler: “Bana kimse söylemeyecek mi / Onun neyi terennüm ettiğini? /<br />
Belki eski, mutsuz, pek uzak şeyler / Ve geçmişin savaşları içindir /<br />
Ağzından dökülür heceler.” (ç.n.)<br />
4<br />
Mezmurlar 139:9’da geçen bir ifade: “Seherin kanatlarını açıp uçsam, /<br />
Denizin ötesine konsam, / Orada bile elin yol gösterir bana, / Sağ elin tutar<br />
beni.” (ç.n.)<br />
31
www.isaretatesi.com<br />
tamamlanmaz. Orada kendine geri dönen bir ritim yoktur;<br />
kuyruğu kendi ağzında olan bir sonsuzluk yılanı yoktur.<br />
Durgun bir mükemmeliyet yoktur. Bir şeylerden korktuğumuz<br />
için tatmin edici bulduğumuz kesinlik de yoktur.<br />
Serbest ölçü üzerine pek çok şey yazılmıştır. Ancak<br />
hepsinin ötesinde söylenebilecek tek şey, serbest ölçünün belli<br />
bir anda insanın her şeyiyle doğrudan ifadesi olduğu <strong>ve</strong>ya<br />
olması gerektiğidir. Ruhun, zihnin <strong>ve</strong> bedenin aynı anda,<br />
hiçbir şeyi dışarıda bırakmayarak kabarmasıdır o. Bunlar<br />
beraber konuşur. Biraz karmaşa, biraz uyumsuzluk elbette<br />
olacaktır. Gene de karmaşa <strong>ve</strong> uyumsuzluk gerçekliğe aittir –<br />
tıpkı gürültünün suyun düşüşüne ait olması gibi. Serbest ölçü<br />
için süslü kurallar icat etmek, tüm ayakların adımlayacağı bir<br />
ahenk çizmek boşunadır. Serbest ölçü böyle bir ahengi<br />
adımlamaz; bir eğitim çavuşu yaptıramaz ona bunu. Whitman,<br />
klişeleri kendinden budamıştır – üstelik hem ritim hem<br />
söyleyiş klişelerini. İşte, bizim serbest ölçüyle kasıtlı olarak<br />
yapabileceğimiz de budur. Basmakalıp hareketten, eski, beylik<br />
ses <strong>ve</strong> anlam ilişkilerinden kurtulabiliriz. İfademizi kendisine<br />
doğru zorlamaya pek bayıldığımız şu yapay yol <strong>ve</strong> mecraları<br />
yerle bir edebiliriz. Alışkanlığın inadını kırabiliriz. Bizzat alev<br />
gibi kendiliğinden <strong>ve</strong> kıvrak olabiliriz; ifadenin yapay bir<br />
köpüğe <strong>ve</strong>ya düzgünlüğe gerek duymaksızın dışarı taştığını<br />
görebiliriz. Fakat herhangi bir hareketi <strong>ve</strong>ya ritmi mutlak bir<br />
şekilde salık <strong>ve</strong>remeyiz. Keşif <strong>ve</strong>ya icat ettiğimiz tüm kaideler<br />
–ki hepsi üç aşağı beş yukarı aynı şeye karşılık gelir– serbest<br />
ölçüye uygulanmakta başarısız olacak, yalnızca belli bir<br />
32
www.isaretatesi.com<br />
biçimdeki kısıtlanmış, sınırlı, serbest olmayan ölçüye<br />
uygulanabilecektir.<br />
Tek söyleyebileceğimiz, serbest ölçünün kısıtlanmış<br />
ölçüyle aynı doğaya sahip olmadığıdır. Anımsamanın doğasına<br />
sahip değildir serbest ölçü; ellerimizin arasında sahip olduğu<br />
kusursuzlukla üzerine titrediğimiz bir geçmiş değildir.<br />
Gözümüzü dikip içine doğru baktığımız kusursuz bir gelecek<br />
billuru da değildir. Onun gelgiti ne arzunun yoğun, özlem<br />
dolu kabaran sularıdır, ne de hatırlamanın <strong>ve</strong> hasretin tatlı,<br />
pek dokunaklı alçalan suları. Geçmiş <strong>ve</strong> gelecek, insan<br />
duygusunun iki büyük menzilidir – yaşamın iki büyük evi, iki<br />
sonsuzluk. Her ikisi de kesindir, nihaidir. Güzellikleri amacın<br />
güzelliğidir – tamamlanmış, eksiksiz. Tamamlanmış güzellik<br />
<strong>ve</strong> ölçülmüş simetri, böyle sabit <strong>ve</strong> değişmez sonsuzluklara<br />
aittir.<br />
Oysa serbest ölçüde ânın başkaldıran, çırılçıplak kalp<br />
atışını ararız. Çoğu serbest ölçücünün yaptığı, ölçülü dizenin<br />
hoş biçimini kırmak <strong>ve</strong> bu kırıkları derleyip, <strong>ve</strong>rs libre 5 denilen<br />
yeni bir malzeme olarak sunmaktır. Onlar serbest ölçünün<br />
kendi doğasına sahip olduğunu; onun bir yıldız <strong>ve</strong>ya inci tanesi<br />
olmayıp, plazma gibi anlık olduğunu bilmezler. Serbest<br />
ölçünün her iki sonsuzlukta da bir amacı yoktur. Tamamlanışı<br />
yoktur. Tatmin edici bir durağanlığı yoktur; değişmez olanı<br />
se<strong>ve</strong>nler için bir tatmin ediciliği yoktur. Bunların hiçbiri<br />
yoktur. Anlıktır o; özün ta kendisidir; bütün olacakların <strong>ve</strong><br />
olmuşların fışkıran kaynağıdır doğrudan doğruya. Kasılma<br />
5<br />
Serbest ölçü. (Fra.) (ç.n.)<br />
33
www.isaretatesi.com<br />
gibidir ifade – tüm etkilerle, aynı anda, çıplak bir temas. Bir<br />
yere varmaya çalışmaz. Yalnızca meydana gelir.<br />
Böyle bir ifade için, dıştan uygulanan her türlü kaide<br />
düpedüz boyunduruk <strong>ve</strong> ölüm olacaktır. Kaide her defasında<br />
içten, yepyeni gelmelidir. Kuş rüzgârda kanat açmıştır, en ufak<br />
bir esintiye karşı duyarlıdır, capcanlı bir kıvılcımdır fırtınada,<br />
kanat çırpması üstün esnekliğine <strong>ve</strong> kıvraklığına bağlıdır.<br />
Mesele, böyle bir kuşun nereden geldiği, nereye gittiği, hangi<br />
somut zeminden havalanıp hangi somut zemine konacağı<br />
değildir. Bunlar öncenin <strong>ve</strong> sonranın sorularıdır. Oysa şimdi,<br />
tam şu an, kuş rüzgârda kanat açmıştır.<br />
Yepyeni özgün şiir böyledir. Asla fethetmediğimiz tek bir<br />
âlem vardır: katıksız şimdiki an. Zamanın bir büyük gizemi<br />
bizim için terra incognita’dır: 6 mevcut an. Pek nadir<br />
farkettiğimiz en harika gizem de budur – şimdi, şu an kendisi<br />
olan şey. Tüm zamanın özü mevcut andır. Tüm evrenin <strong>ve</strong> tüm<br />
yaratılışın özü, cisimleşip vücut bulmuş olan kendiliktir. Şiir<br />
bize ipucunu <strong>ve</strong>rdi: serbest ölçü – Whitman. Artık biliyoruz.<br />
Nedir ki ideal? Bir uydurma. Soyutlama. Yaşamdan<br />
soyutlanmış, durgun bir soyutlama. Öncenin <strong>ve</strong>ya sonranın<br />
kopuk bir parçası. Ya billurlaşmış arzu, ya da billurlaşmış anı:<br />
billurlaşmış, değişmez, tamamlanmış. Sonsuzluğun büyük<br />
deposunda, tamamlanmış şeylerin deposunda, ötekilerden<br />
ayrı duran bir şey.<br />
6<br />
Bilinmeyen topraklar. (Lat.). (ç.n.)<br />
34
www.isaretatesi.com<br />
Bizlerse, billurlaşmış olan <strong>ve</strong> ötekilerden ayrı duran<br />
şeylerden söz etmiyoruz. Şimdiki andan, halihazırda bizzat<br />
kendisi olandan, doğrudan doğruya kendiliğin plazmasından<br />
söz ediyoruz. Serbest ölçüden söz ediyoruz.<br />
Belki de tüm bunlar, “Bak! Yenik Düşmedik!” için önsöz<br />
olmalıydı. 7 Ancak bir önsözü, ait olduğu kitabın basımından<br />
çok sonra yayımlamak neden daha iyi olmasın? Çünkü o<br />
zaman, okuyucunun kitapla adil bir şekilde yüzleşmesi<br />
mümkün olur belki de.<br />
D. H. <strong>Lawrence</strong><br />
7<br />
Şair, bu önsözü, 1917’de yayımlanan şiir kitabı “Bak! Yenik Düşmedik!”<br />
(Look! We Ha<strong>ve</strong> Come Through!) için değil, toplu şiirlerinin 1919 tarihli<br />
Amerika baskısı için kaleme almıştır. (ç.n.)<br />
35
www.isaretatesi.com<br />
36
www.isaretatesi.com<br />
İNSANLAR<br />
VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />
37
www.isaretatesi.com<br />
38
www.isaretatesi.com<br />
YABANIL ÇAYIR<br />
Titrek pırıltılar geziyor karaçalılar üzerinde,<br />
Alevi andıran dalga dalga günışığı desenleri var;<br />
Aşka gelen kız kuşları mekik dokuyor bir çalıdan diğerine,<br />
Çağlara yenik düşmediler, ötüşleriyle duyuruyorlar. 8<br />
Tavşanlar kemirip durdukları hüzünlü çimenlikte<br />
Yatıyorlar, yumru gibiler, bir avuç toprak kadar.<br />
Uyuyorlar mı? –– Yaşıyorlar mı? –– Kaldırıyorum kollarımı <strong>ve</strong><br />
Hop, atak patırtılarıyla tepeyi titretip sarsıyorlar!<br />
Çayır gururla göğsünü kabartıyor da, hasır otları içinden<br />
Parlak düğün çiçekleri sürü sürü başkaldırıyor gür çalılara;<br />
İleride nazlı dere kıvrılarak akıyor yatağında usulca,<br />
Coşuyor beride, sıçrıyor, kıkırdıyor, çağlıyor yeniden.<br />
8<br />
Şiirde sözü edilen “çayır”; madenler, fabrikalar <strong>ve</strong> evler arasında kalan,<br />
sahipsiz, kendi haline bırakılmış, doğanın gür bir şekilde boy attığı bir<br />
arazidir (common). (ç.n.)<br />
39
www.isaretatesi.com<br />
Suları doluyor derin bir gölete: bir koyun havuzu 9 eski,<br />
Salkım söğütler altında karanlık, derenin sızan sularıyla serin;<br />
Kenarında durmuşum eğimli yumuşak çimenliğin,<br />
Çıplak seyrediyorum ak gölgemi, oynuyor ileri geri.<br />
Ya solu<strong>ve</strong>rse karaçalı çiçekleri <strong>ve</strong> ben kaybolsam?<br />
Ya kurusa sular,<br />
ne olurdu kadife çiçeklerinin, kaya balığının hali?<br />
Nedir böyle yukarıdan bakıp da seyrettiğim? Ak gölgem<br />
Hareleniyor suda, fırladı fırlayacak,<br />
tasma vurulmuş köpek misali.<br />
Nasıl da dönüp bakıyor, ak bir köpeğin efendisine baktığı gibi!<br />
Kıyıda tümden cisme bürünmüşüm, gölgem tümüyle gölge,<br />
Bakışıyoruz birbirimizle! Akıyor su, coşuyor, coşuyor gitgide,<br />
Önümde zıplayıp oynuyor ak köpek, gevşek tutuyorum ipini.<br />
Burada cismen var olmak ne harika!<br />
Gölgem ne orada ne burada, bense tüm heybetimle burada!<br />
Buradayım! Diyor kız kuşu,<br />
o an kadife çiçeği patlatıyor bir kahkaha!<br />
9<br />
Koyun havuzu: Koyunların parazitlere önlem olarak yıkandığı havuz<br />
(sheep-dip). (ç.n.)<br />
40
www.isaretatesi.com<br />
Burada! Koşuşuyor tavşanlar. Burada! Karaçalı soluk soluğa.<br />
Buradayız! Diyor böcekler dört bir yanda.<br />
Yedi tarla kuşunun hep bir ağızdan şakıdığı ezgilere boğulmuş<br />
Sıcak, yapış yapış hava<br />
geziniyor güneşte tenimde, öpüşleri şen.<br />
Buradasın! Burada! Bulduk seni sonunda! Her yerde aramış,<br />
Cismen istemiştik seni,<br />
sen çıplak çocuk, mihenk taşı dokunuşların!<br />
Ah nasıl da sevip sarıyor beni su, oynuyor benimle,<br />
Sallıyor, kaldırıp batırıyor beni,<br />
mırıldıyor: “Ey muhteşem kütle!<br />
Gölge değilsin artık!” –– Bağrına basıyor beni, yuvarlıyor,<br />
Sarıyor, dokunuyor, sanki dokunuşlar ona yetmiyor.<br />
Güneş –– ama bir sarı nilüfer suretinde!<br />
Gizemli, yankı dolu çağlarda kanatlar <strong>ve</strong> telekler,<br />
Havada daire çizen kız kuşları!<br />
Her ne varsa doğru olan, iyi olan, Tanrısal olan,<br />
bürünmüş cisme!<br />
Onaylarcasına zıplıyor bir tavşan,<br />
Tarla kuşlarının ezgisi yedi kat çınlıyor.<br />
41
www.isaretatesi.com<br />
PENCEREDE<br />
Çamlar eğilip kulak kabartıyor mırıldanan güz rüzgârına,<br />
O ki konuştukça sarsıyor karakavakları<br />
histerik bir kahkahayla,<br />
Günün evi kapatıyor doğuya bakan kepenklerini ağır ağır.<br />
Silikleşiyor vadinin aşağısında kümelenmiş mezar taşları,<br />
Sarıyorlar soluk bedenlerine sisin kül rengi kefenini,<br />
Alacakaranlıkta sokak lambaları aniden kanamaya başlayınca.<br />
Yapraklar uçuyor pencere önünden <strong>ve</strong> geçerken<br />
Bir söz söylüyorlar orada dışarı meyleden çehreye,<br />
Bakarken o, cama bir mesaj yazsın diye, geceye.<br />
42
www.isaretatesi.com<br />
SEFALET<br />
Dağlar arasındaki bu zindandan<br />
Beş vadi uzanıyor, geçit gibi beş dar yol,<br />
Üçü gölgede kapkara, ikisi uzak güneşte parlak.<br />
Günışığı doluyor yüksek vadi yatağına,<br />
Çimenler ışıl ışıl,<br />
Küçük beyaz evler sanki kuvars kristalleri,<br />
Küçük ama belirginler uzakta.<br />
Neden gidemiyorum?<br />
Neden ahmakça debeleniyorum<br />
Bu çukurda, bu zindanda?<br />
Neden gidemiyorum?<br />
Ama nereye gideyim?<br />
Gidip varsam bir çam ormanına,<br />
Diyemem ki, işte sana geldim!<br />
Alelâde bir sürü ağaç nedir ki bana?<br />
Sterzing<br />
43
www.isaretatesi.com<br />
YAVRU KAPLUMBAĞA<br />
Biliyorsun ne demek yalnız doğmuş olmak,<br />
Yavru kaplumbağa!<br />
İlk gün ayaklarını azar azar kabuktan ittirmek,<br />
Henüz uyanmamışken;<br />
Toprakta durup kalmak,<br />
Henüz canlanmamışken.<br />
Ufak, narin, yarı canlı bir tohum.<br />
Asla açılmayacakmış gibi duran küçük, gagamsı ağzını<br />
Demir bir kapı misali açmak;<br />
Şahinvari gagayı usulca aralayarak<br />
Ve ufacık cılız boynunu uzatarak<br />
Buğulu bir yeşillik parçasından ilk ısırığını almak.<br />
Sen, yapayalnız küçük böcek,<br />
Minik parlak göz,<br />
Sen, ağırkanlı.<br />
44
www.isaretatesi.com<br />
Bir başına ilk ısırığını aldığında<br />
Ve avına doğru bir başına ağır ağır ilerlediğinde,<br />
Senin o küçük, parlak, kapkara gözün,<br />
Kapkaranlık huzursuz bir geceye benzeyen gözün<br />
Ağır göz kapaklarıyla<br />
Nasıl da korkusuzdur, minik yavru kaplumbağa.<br />
Şikâyet ettiğin görülmemiştir.<br />
Başını yavaşça uzatırsın küçük boyunluğundan<br />
Ve düşersin yola,<br />
Dört tırnaklı ayaklarınla ağır ağır sürünerek<br />
Âdeta kürek çekersin usulca.<br />
Minik kuş, nereye böyle?<br />
Kollarını bacaklarını oynatıp duran bir bebek gibisin,<br />
Ne var ki bebek yerinde sayarken<br />
Sen ebedî bir ilerleyişle usulca gidersin.<br />
Güneşin dokunuşu heyecan <strong>ve</strong>rir sana,<br />
Uzun demler boyu geçmek bilmeyen ayaz<br />
Duraksatır seni;<br />
Aşılmaz ağzını birdenbire aralayarak<br />
Esnersin gaga şeklinde, aniden açılan kıskaçlar gibi gepgeniş;<br />
45
www.isaretatesi.com<br />
Yumuşak kırmızı dilin <strong>ve</strong> incecik sert diş etlerin belirir,<br />
Sonra önündeki küçücük dağ yamacının, yani yüzünün<br />
Yarığını kapatırsın, yavru kaplumbağa.<br />
Boyunluğunun içinde başını usulca çevirerek<br />
Dilsiz, kapkara gözlerle baktığında,<br />
Şaşıyor musun acaba dünyaya?<br />
Yoksa uyku mu teslim alıyor seni gene –– yaşamayış?<br />
Pek zordur senin uyanman.<br />
Şaşırabiliyor musun acaba?<br />
Yoksa senin sarsılmaz iraden <strong>ve</strong> canlılık gururun mudur<br />
Şimdi etrafına bakınan,<br />
Yenilmez gibi görünen durgunluğa ağır ağır başkaldıran?<br />
Alabildiğine cansızlık ––<br />
Ve senin ufacık gözünün hoş pırıltısı,<br />
Sen, meydan okuyan.<br />
Hakikaten uçsuz bucaksızdır senin aşman gereken cansızlık,<br />
Ey kabuklu minik kuş!<br />
Nasıl da ölçüsüz bir atalet…<br />
46
www.isaretatesi.com<br />
Meydan okuyan öncü,<br />
Boyu tırnağım kadar olan<br />
Küçük Odisseas,<br />
Buon viaggio. 10<br />
Âlemin tüm canlılığını sırtlanarak<br />
Yola koyul minik Titan, savaş kalkanının altında.<br />
Öyle ağır, öyle baskındır ki<br />
Cansız âlem…<br />
Ama sen usulca ilerliyorsun, öncü, bir başına sen.<br />
Kas<strong>ve</strong>tli günışığında nasıl da capcanlı ilerliyorsun,<br />
Ey azimli Odisseas zerre ––<br />
Ansızın aceleci, pervasız, koşar adım.<br />
Başını boyunluğundan yarıya kadar çıkararak<br />
Ebedî duraksayışının vakur asaletiyle dinlenen<br />
Ötüşsüz minik kuş.<br />
Yalnızlık duymaksızın tek başınasın,<br />
O yüzden de altı kat daha yalnız…<br />
10<br />
İyi yolculuklar. (İta.) (ç.n.)<br />
47
www.isaretatesi.com<br />
Küçük yusyuvarlak evin<br />
Kadim çağları aşmanın ağırkanlı tutkusuyla hoşnut,<br />
Duruyor kargaşanın ortasında.<br />
Yeryüzü bahçesinde<br />
Minik bir kuş ––<br />
Tüm şeylerin kıyısında.<br />
Ey gezgin,<br />
Kuyruğunu kıvırmışsın bir tarafa,<br />
Frak giymiş bir beyefendi gibisin.<br />
Yenilmez öncüsün sen,<br />
Tüm yaşamı yüklenmişsin.<br />
48
www.isaretatesi.com<br />
KAPLUMBAĞA KABUĞU<br />
Çarmıh, çarmıh ––<br />
Daha derine işler bizim bildiğimizden,<br />
Yaşama işler;<br />
Doğrudan iliğe,<br />
Dosdoğru kemiğin içinden.<br />
Yavru kaplumbağanın sırtında<br />
Parçalar köprü gibi birleşir bir kemerde,<br />
Uç uca eklenir<br />
Bir ıstakozun ya da arının bölümleri gibi.<br />
Yanlardan aşağı kavşaklar iner sonra,<br />
Kaplan çizgileri, yaban arısı halkaları.<br />
Bir beş, bir beş daha, sonra bir beş daha,<br />
Ve kenarlarda küçük yirmi beş tane daha:<br />
Kabuğundaki bölümler yavru kaplumbağanın.<br />
Dört, sonra bir kilit taşı;<br />
49
www.isaretatesi.com<br />
Dört, sonra bir kilit taşı;<br />
Dört, sonra bir kilit taşı;<br />
Sonra yirmi dört, <strong>ve</strong> küçük bir kilit taşı.<br />
Yavru kaplumbağanın capcanlı kabuğunda<br />
Yaşamın sayılarla oynayışını<br />
görmesi gerekmişti Pythagoras’ın ––<br />
Yahudi Tanrısı gibi taşta ya da bronzda değil,<br />
Yaşamla bulutlanmış,<br />
yaşamla çiçeklenmiş kaplumbağa kabuğunda<br />
Yaşamın ilk ebedî matematiksel levhayı oluşturmasını.<br />
İlk küçük matematiksel beyefendi;<br />
Gevşek pantolonuyla adımlar atan minnacık kene,<br />
Matematiksel yasanın ebedî kubbesi altında.<br />
Beşler <strong>ve</strong> onlar,<br />
Üçler <strong>ve</strong> dörtler <strong>ve</strong> on ikiler,<br />
Ondalık sayıların tersine dönüşü,<br />
Düzinelerin döngüsü, yedinin zir<strong>ve</strong>si.<br />
Tersine çevir,<br />
Tepinsin küçük böcek:<br />
İşte, kabuğun yumuşak tarafında, yere değen karında,<br />
50
www.isaretatesi.com<br />
Bölümlerin uzun ayrımı var ebedî çarmıh boyunca;<br />
Ve beşliler sayılır her iki tarafta,<br />
Üstte iki, altta iki, hem sağda hem solda,<br />
Yatay kara çizginin altında.<br />
Çarmıh!<br />
Dosdoğru içinden geçiyor debelenen böceğin,<br />
Haç şeklinde bölünmüş ruhundan,<br />
Beş kat karmaşık doğasından.<br />
Ayakları üstüne çevir onu gene:<br />
Dört sipsivri parmak <strong>ve</strong> kafa karıştırıcı bir başparmak çıkıntısı;<br />
Dört kürekvari bacak <strong>ve</strong> sımsıkı yerleşmiş bir kafa;<br />
Dört artı bir, eder beş –– işte sırrı tüm matematiğin.<br />
Yüce Tanrı kazımış bunu<br />
Yavru kaplumbağanın küçük arduvazına.<br />
İçerideki şemanın dışadönük, bariz göstergesi,<br />
Tek bir yaratığın girift, çok parçalı karmaşıklığı<br />
Çizgilere dökülmüş<br />
Bu minik kuşta, bu ilkel varlıkta,<br />
Bu küçücük kubbede,<br />
Tüm yaratılışın alınlığı<br />
Bu ağırkanlı kaplumbağada.<br />
51
www.isaretatesi.com<br />
KAPLUMBAĞA AİLESİNDE İLİŞKİLER<br />
İşte gidiyor en küçükleri,<br />
Evrenin tomurcuğu,<br />
Alınlığı yaşamın.<br />
Görünüşe göre, belirli bir hedefe.<br />
Menzil neresi, ey kıvrak yumurta?<br />
Annesi atık gibi salmıştı onu toprağa;<br />
Ufaklık şimdi ite kaka geçiyor annesini,<br />
sanki o paslı bir teneke.<br />
Sırf bir engelmişçesine<br />
Dolaşıyor annenin o ağırkanlı,<br />
iri yarı tümseğinin etrafından ––<br />
Kaplumbağalar engelleri hep öngörür ya!<br />
Duygusal bir sesle ona,<br />
“Annen bu, oydu seni yumurtlayan” diyorum, ama boşuna.<br />
52
www.isaretatesi.com<br />
Umursamazca cevap <strong>ve</strong>riyor:<br />
“Kadın, benim seninle ne işim var?”<br />
Öbür tarafa bakıyor bezgin bezgin;<br />
Annesi daha da bezgin, başka bir tarafa bakıyor.<br />
İkisi de alabildiğine duyarsız,<br />
Anlayışsız,<br />
Aldırışsız,<br />
Kayıp.<br />
Babaya gelirsek,<br />
Isırık atıyor yavrusunu ona sunduğumda,<br />
Nasıl ki bir dal parçasıyla sataştığımda ısırırsa;<br />
Asabi çünkü bu sabah,<br />
Sevgiyle dokunulduğunda asabi bir kaplumbağa,<br />
Babalıktan nasibini almamış.<br />
Baba <strong>ve</strong> anne<br />
Ve üç küçük erkek kardeş;<br />
Boş boş geziyorlar bahçeye saçılmış çakıllar misali,<br />
Birbirlerini ayıramıyorlar<br />
toprak parçalarından, paslı tenekelerden.<br />
Anne <strong>ve</strong> baba eski tanışlar aslında,<br />
Onlarda aile sevgisinden eser yoksa da.<br />
53
www.isaretatesi.com<br />
Babasız, annesiz, ağabeysiz, ablasız<br />
Küçük kaplumbağa.<br />
Yolunda git, küçük çakıl,<br />
Güz toprağı üzerinde, serin sabah aydınlığında,<br />
Gencecik neşe.<br />
Bir yoldaş mı arıyor kendine?<br />
Zannetmem.<br />
Yalnız olduğundan habersizdir o.<br />
Doğuştan kazanılan hakkıdır bu zerrenin<br />
Tecrit.<br />
Sürünerek ilerlemek, dikenli parmaklarla ileri erişmek,<br />
Yol almak, geceden korkup gevşek toprağa sığınmak,<br />
Bir parçacık ısırık almak,<br />
İlerlemek, ilerlediğinden emin olmak:<br />
Yeter! Kaplumbağa olmak!<br />
Âtıl toprak parçaları arasında bahçede kendiyle başbaşa,<br />
Benekli, kıvrak, küçücük bir kaplumbağa ––<br />
İşte Adem Baba!<br />
54
www.isaretatesi.com<br />
Çakıllı, böcekli bir bahçede gezinmek<br />
Ve usulca, kaplumbağaca atan kalbi,<br />
Karanlık yaratılış sabahında sıcak kandan yankılanan<br />
İlk çan sesini duymak.<br />
Yoluna devam ediyor, kendinden emin,<br />
Ağırkanlı, hiç sorgulanmamış,<br />
Ve orada işte, sınırlardan bağımsız –– hey gidi çilekeş!<br />
Varlığının ağırkanlı utkusuyla ilerliyor,<br />
Kargaşada benliğinin sessiz çanını çalıyor,<br />
Ve kibirle, bariz bir kibirle<br />
Cılız otları didikliyor.<br />
55
www.isaretatesi.com<br />
LUI ET ELLE 11<br />
Kadın iri yarı, tombul<br />
Ve pek pasaklı,<br />
Az biraz da alaycı bakışlı,<br />
Sanki öyle olmaya koşullamış onu aile hayatı.<br />
Yılda bir kere rastgele<br />
Bahçeye dört yumurta bırakmak<br />
Ve kocasına katlanmaktan başka<br />
Ne yapar, meçhul.<br />
Yemeyi se<strong>ve</strong>r.<br />
Uzun tuhaf bacaklar üzerinde yükselerek<br />
Koşturur giden yemeğin arkasından.<br />
Tabii ki hızlanabilir canı istediği zaman.<br />
Elimdeki yumuşak ekmeğe kocaman ısırıklar atar;<br />
O ilkel, demir gibi suratındaki sevimli yarığı<br />
Aniden bükülmüş bir makas misali<br />
11<br />
Erkek <strong>ve</strong> Kadın. (Fr.) (ç.n.)<br />
56
www.isaretatesi.com<br />
Gepgeniş, muazzam bir gaga şeklinde açar;<br />
Yutabileceğinden fazlası için yutkunur,<br />
Kalın, yumuşak dili çalışır,<br />
Ağzındaki ekmek çenesinden aşağı sarkar.<br />
Ah, hanımefendi,<br />
Sürüngen hanımefendi,<br />
Gözün hem kapkara hem parlak,<br />
Ve asla se<strong>ve</strong>cenleşmez<br />
Ne kadar bakarsan bak.<br />
Bilir,<br />
Pek iyi bilir yemeğe gelmeyi,<br />
Gene de görmez beni;<br />
Parlak gözü görür, ama ne beni ne başka bir şeyi;<br />
Bakışlı ama bakışsız, görüşlü ama görüşsüz<br />
Sürüngen hanımefendi.<br />
Aniden açılan kıvrık, dişsiz ağzıyla ekmeği kaptığı sırada<br />
Birbirine geçen çelikten diş etleriyle parmağımı kıstırdığında,<br />
Hiç telaşlanmaz, asılıp çekiştirir,<br />
Bağırıp çırpınsam da oralı olmaz.<br />
Kıvrık gagasıyla beni ısırdığını bile bilmez.<br />
Yılan misali çekiştirir parmağımı, korkuyla kurtarırım elimi.<br />
57
www.isaretatesi.com<br />
Hanımefendi, sürüngen hanımefendi,<br />
Sen fazla irisin <strong>ve</strong> ben ürktüm senden.<br />
Kocan ise küçücük<br />
Ve pek çevik senin yanında,<br />
Küçüklüğüyle gülünç.<br />
Hayli dünyevidir senin dilsiz gözündeki bakış;<br />
Onunsa ––senin zavallı âşığının–– hayli hiddetli.<br />
Kadına göre nasıl da daha narindir<br />
Erkeğin boyunluğu, küt burunlu suratı,<br />
Öne eğik alnı, incecik boynu,<br />
Uzun, pullu, çırpınan, sürekli çırpınıp duran bacakları.<br />
Ve feci bir yara izi taşır o kabuğunda.<br />
Zavallı âşık, kadının bacaklarını ısırarak<br />
Köpek gibi koşturuyor onun peşinden;<br />
Kaba, çarpık bacaklarını, bileklerini ısırıp duruyor onun;<br />
Kadın ise aldırışsızca kaçırıyor ayaklarını,<br />
Ama kabuğuna çekilmiyor.<br />
Ebedî bir suskunlukla,<br />
58
www.isaretatesi.com<br />
Amansız bir sürüngen kararlılığıyla çabalıyor erkek;<br />
Ardında soğuk, sessiz bir çağlar silsilesi…<br />
Ve yılanın sonsuz inadı, yatay ısrarı var onda.<br />
Küçük ihtiyar adam<br />
Çırpınıyor kadının yanında, eğilip fırsat kolluyor;<br />
Çelik bir kapana benzeyen suratını aniden ayırarak<br />
Onun pullu bileğini kapıyor, sıkıca tutup çekeliyor,<br />
Ama kadın nihayet kendini kurtarınca bırakıyor,<br />
Çelik kapanı geri kapatıyor.<br />
Zamana yenilmeyen o pek metanetli güzel surat; çelik kapan.<br />
Heyhat! Nasıl da ahmak görünüyor çabalarken!<br />
Ve o nasıl da farkında bunun!<br />
Kargaşanın ortasında yapayalnız bir avare,<br />
Bir çilekeş, mağrur bir izsürücü;<br />
Nasıl da bağışık her şeyden, dipdiri,<br />
Yalnızlıkla kuşatılmış bir öncü…<br />
Bakın ona!<br />
59
www.isaretatesi.com<br />
Ah, onun yalnızlığının böğrünü deler mızrak! 12<br />
Serpilmesi onu tensellik çarmıhına gerdi,<br />
Şeh<strong>ve</strong>tin bitimsiz çilesiyle lanetlendi,<br />
Tamamlanışını kendi dışında aramaya mahkûm edildi.<br />
Tutku dolu bir ikilikle parçalanmış o;<br />
Tamdı, her şeyden bağışıktı, şimdi ihtiraslı bir bölünmüşlük<br />
içinde;<br />
Yeniden tam olmaya çabalarken<br />
Çekilmez bir ahmak olmaya mahkûm.<br />
Küçük, zavallı, dünyevi ev sakini Osiris ––<br />
Gençken gizemli boğa onu paramparça etti, 13<br />
Şimdi sefilce kendini yeniden kurmaya çabalamalı.<br />
Bakın nasıl da gidiyor ağır aheste gezen karısının<br />
Kerpiç kulübesinin peşi sıra,<br />
İneğin kuyruğunun dibinde mutsuz bir boğa sanki,<br />
Ama sığırdan bile öte, yıvış yıvış bir inatla çırpınıyor.<br />
12<br />
Yeni Ahit, Yuhanna, 19:33-34: “İsa’ya gelip onun zaten ölmüş olduğunu<br />
görünce, bacaklarını kırmadılar. Fakat askerlerden biri onun böğrünü<br />
mızrakla deldi; hemen kan <strong>ve</strong> su çıktı.” (ç.n.)<br />
13<br />
Osiris: Mısır mitolojisinde ölüler tanrısı. Kardeşi Set, onu öldürüp<br />
parçalarına ayırır. <strong>Lawrence</strong> burada Set’i, Osiris ile insan arasında aracı<br />
görevi üstlenen boğa-tanrı Apis ile özdeşleştirmiştir. (ç.n.)<br />
60
www.isaretatesi.com<br />
Kadın ayağını ileri uzatarak<br />
Çimenler üzerinde yürümeye çalışırken<br />
Onun çirkin bileğinden kapı<strong>ve</strong>riyor erkek,<br />
Yahut kalın sipsivri kuyruğundan,<br />
Eğer ki taşmışsa o,<br />
Kabuğunun arka tarafındaki aşağı sarkık saçağın altından.<br />
Bu ikisinin kabukları<br />
Sanki birbiriyle çarpışan kubbeli birer gemi;<br />
Kadınınki büyük, <strong>ve</strong> küçük erkeğinki;<br />
Gezinip çırpınan bu eğri bacaklar birer kürek sanki;<br />
Karışıp dolaşmışlar aşkın çekişmesi içinde:<br />
İki kaplumbağa,<br />
Kadın iri, erkek ufak.<br />
Kadın dünya derdinde, duygusuz;<br />
Erkekte sürüngenin amansız inadı.<br />
Kadının biri dişi kaplumbağa’ya acıyor, Mère Tortue’ye, 14<br />
Bense erkeğe acıyorum, Mösyö’ye.<br />
“Musallat olmuş dişiye, eziyet ediyor,” diyor kadın.<br />
14<br />
Tosbağa Ana. (Fr.) (ç.n.)<br />
61
www.isaretatesi.com<br />
Asıl erkeğe musallat olunmuş, eziyet ediliyor, diyorum ben.<br />
Ne yapsın erkek?<br />
Ahmak o, kör gözlü,<br />
Anlayışsız.<br />
Kadınsı balçık yığını bir o yana bir bu yana oynarken<br />
Erkeğin hüzünle kırpışan kapkara gözü sanki bakıyor da<br />
görmüyor.<br />
Ama kabuğun ucundan sarkan, yerine çivilenmiş gibi duran<br />
Savunmasız, kayış gibi deriyi<br />
Kıvrımlarından yakalıyor,<br />
Çekiştiriyor gagasıyla,<br />
Çekeliyor <strong>ve</strong> ısırıyor;<br />
Gene de kadın kurtarıyor kendini,<br />
Donuk kütlesiyle salına salına gidiyor.<br />
62
www.isaretatesi.com<br />
KAPLUMBAĞA GÖZÜPEKLİĞİ<br />
Yolunda ilerlerken<br />
Bakmıyor dişiye doğru, koklamıyor onu,<br />
Hayır, koklamıyor bile onu, burnu hissiz.<br />
Dişi öne doğru uzanarak hantalca ilerlediği sırada<br />
Erkek onun altında savunmasızca çırpınan deriden kıvrımları<br />
Duyuyor yalnızca,<br />
Dişinin içinde taşındığı kerpiç kulübenin altında<br />
Çırpınıp çabalayan deriden kıvrımları duyuyor.<br />
Evin duvarlarının altına doğru erişerek<br />
Gagasıyla aniden yakalıyor dişinin pantolon paçalarından<br />
Yahut derili bacaklarından,<br />
Tuhaf, gaddarca çekiştiriyor bir köpek misali,<br />
Ama ebedî bir suskunlukla,<br />
Sürüngenin amansız inadıyla.<br />
Gaddar, dehşet <strong>ve</strong>rici bir gözüpekliğe koşullanmış.<br />
Sessiz bir tecritin sonsuzluğundan koparılmış,<br />
63
www.isaretatesi.com<br />
Eksik olmaya, noksanlığa,<br />
Sancıya, ihtirasa, tamamlanamayışa,<br />
Kendini dayatmaya, amansız utanca,<br />
Dişiyle birleşme arzusuna mahkûm bırakılmış.<br />
Yalnız gezmek için yaratılmış öncü<br />
Şimdi aniden bu dolambaçlı tali yola,<br />
Bu çetin, zahmetli çabaya,<br />
Derinlerden doğan bu amansız mecburiyete sapmış.<br />
Peki ebedî bir yavaşlıkla ağır ağır uzaklaşan dişinin<br />
Haberi var mı bir şeyden?<br />
Yoksa erkek<br />
Karanlıkta pencereye doğru uçan bir kuş misali<br />
Küt diye itiliyor mu ona doğru,<br />
O farkında bile olmadan?<br />
Feci bir çarpışma ––<br />
Ardından daha da feci bir ısrar, takip, inat,<br />
Kovalama ihtiyacı.<br />
İlk tanrı misali bir başına <strong>ve</strong> yapayalnız geçen<br />
çağların ardından,<br />
Dışarı sürülerek,<br />
64
www.isaretatesi.com<br />
Âdeta esrarengiz, kızgın bir demirin ucunda<br />
Dişinin raylarına doğru sürüklenmiş,<br />
Onunla çarpışmaya zorlanmış.<br />
Sert, gözüpek, çarpık bacaklı, asabi sürüngen,<br />
Küçük beyefendi,<br />
Umutsuz vaka,<br />
Yüzünüzü çevirin öbür tarafa.<br />
Ama madem geldik seninle buraya,<br />
Birlikte gideceğiz ta en sonuna.<br />
65
www.isaretatesi.com<br />
KAPLUMBAĞA ÇIĞLIĞI<br />
Dilsiz sanmıştım onu,<br />
Dilsizdir demiştim,<br />
Ama duydum çığlığını.<br />
Yaşamın esrarlı şafağından<br />
İlk belirsiz haykırış;<br />
Uzakta, pek uzakta, ufkun ağaran çizgilerinde<br />
Bir çılgınlık misali,<br />
Uzak, pek uzak bir haykırış.<br />
Kaplumbağa, en uçlarda.<br />
Peki neden gerildik bizler tenselliğin çarmıhına?<br />
Neden son şeklimiz <strong>ve</strong>rilip<br />
Tam bir halde bırakılmadık daha en başta,<br />
Onun da başladığı gibi, öylesi kusursuzca bir başına?<br />
Upuzak, varla yok arası bir haykırış…<br />
Doğrudan doğruya kanımda mı yankılandı bu yoksa?<br />
66
www.isaretatesi.com<br />
Yeni doğanın çığlığından bile beter<br />
Bir haykırış,<br />
Bağırış,<br />
Nara,<br />
Nida,<br />
Ölüm iniltisi,<br />
Doğum yaygarası,<br />
Teslimiyet ––<br />
Çok uzakta, küçücük, ufacık bir sürüngen,<br />
ilk şafağın kapısında.<br />
Bir sürüngen ki<br />
Hem savaş narası, zafer nidası, taşkın coşku,<br />
hem de ölüm çığlığı…<br />
Peki örtü neden yırtıldı?<br />
Ruhun yırtık çeperinden bu ipeksi feryat niye?<br />
Erkek ruhunun çeperi<br />
Bir feryatla yırtılmış ki, bir yarısı ezgi, diğer yarısı korku.<br />
Çarmıha geriliş.<br />
Erkek kaplumbağa<br />
tombul dişinin yuvasına tutunmuş arkadan,<br />
Yukarı tırmanıyor, gergin,<br />
67
www.isaretatesi.com<br />
Kanatlarını açmış bir kartala benziyor,<br />
Kabuğundan dışarı, en uca doğru uzanıyor<br />
kaplumbağa çıplaklığıyla;<br />
Uzun boynunu, savunmasız bacaklarını dışarı çıkarmış,<br />
Dişinin yuvasının damında kartal misali kanatlarını açmış;<br />
Ve derindeki, gizli, delici kuyruğunu<br />
Dişinin duvarlarının altından içeri doğru kıvırıyor,<br />
Uzanıp sımsıkı yapıştırıyor onu<br />
Ve son raddeye dek geriliyor sancıyla,<br />
Sonra birdenbire, cinsel birleşmenin kasılmasıyla<br />
Silkinip sarsılıyor –– <strong>ve</strong> ah!<br />
En uca doğru uzattığı boynundan sıkıca kenetli ağzını aralıyor,<br />
Patlatıyor keskin çığlığı;<br />
İhtiyar bir adamınkine benzeyen pembe, yarık ağzından<br />
O sesler ötesi feryadı…<br />
Ruhunu teslim ediyor sanki,<br />
Yahut Pentikost’ta Kutsal Ruh’la dolup çığlık atıyor… 15<br />
15<br />
Pentikost: İncil’de anlatıldığı şekliyle Havarilerin üzerine Kutsal Ruh’un<br />
inmesi; bu hadisenin kutlandığı Hıristiyan bayramı. Yeni Ahit, Elçilerin<br />
İşleri, 2:1-4: “Pentikost günü geldiğinde bütün imanlılar birarada<br />
bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses<br />
geldi <strong>ve</strong> bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir<br />
şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İmanlıların hepsi<br />
Kutsal Ruh’la doldular, Ruh’un onları konuşturduğu başka dillerle<br />
konuşmaya başladılar.” (ç.n.)<br />
68
www.isaretatesi.com<br />
Onun çığlığı <strong>ve</strong> bir anlığına yatışması,<br />
Ebedî sessizlikle duraksaması,<br />
Ama birleşmenin sarsılmasından hemen sonra<br />
Tarifsiz, belli belirsiz bir çığlıkla<br />
İçinde kalmış olanı bir çırpıda haykırması…<br />
Belki benim bedenim de bunun gibi<br />
Son kan damlasına kadar eriyerek<br />
Karışır bir gün yaşamın ilkel köklerine, meçhule.<br />
İşte böyle çiftleşiyor kaplumbağa<br />
Ve o keskin, yırtık sesle çığlık atıyor sayısız defa;<br />
Her sarsılmanın ardından uzunca bir ara,<br />
Bir kaplumbağa sonsuzluğu;<br />
Ve çağlara bedel bir sürüngen kararlılığı bu, kalp çarpıntısı,<br />
Bir sonraki kasılma için kararlı, derin bir kalp çarpıntısı.<br />
Çocukken duyduğumu hatırlıyorum<br />
Dikelmiş bir yılanın ağzındaki bir kurbağanın çığlığını;<br />
Hatırlıyorum<br />
öküz kurbağalarının baharda kopardığı yaygarayı;<br />
Göl sularının ötesinde, gecenin hançeresinden<br />
Yaban kazının avaz avaz bağırışını;<br />
Hatırlıyorum karanlıkta çalılar arasındaki bülbülün<br />
69
www.isaretatesi.com<br />
Ruhumun derinliklerini keskin ötüşler<br />
<strong>ve</strong> şakımalarla çınlatışını;<br />
Geceyarısı ormandan geçtiğim sırada bir tavşanın bağırışını;<br />
Kızışmış dü<strong>ve</strong>nin saatler boyu ısrarla, inatla homurdanmasını;<br />
Tuhaf haller içindeki azgın kedilerin inleyip bağrışmalarını;<br />
Ürkmüş, yaralı bir atın feryadını, o çarşaf şimşek 16 şakırtısını…<br />
Ve emekçi bir kadının<br />
Baykuş ötüşüne benzeyen bağırışlarından<br />
kaçtığımı hatırlıyorum,<br />
Kulağımı dayadığımda<br />
kuzunun meleyişinin içimde yankılandığını,<br />
Bir bebeğin ilk defa ağlayışını,<br />
Annemin bir şarkı mırıldanışını,<br />
Ve genç bir madencinin tutkulu hançeresinden<br />
––O ki yıllar sonra ölmüştür içkiden–– tenor sesli ilk şarkıyı…<br />
Ve hatırlıyorum, vahşi siyahi dudaklarda<br />
İlk defa, yabancı bir dilin tınısını…<br />
Ve hepsinin ötesinde<br />
Ve hepsinin berisinde<br />
Bu nihai, tuhaf, belli belirsiz<br />
16<br />
Çarşaf şimşek: Uzak fırtına bulutlarında geceleri bir iki saniyeliğine<br />
görülen, çarşafı andıran geniş bir aydınlanmaya sahip, sesi olağan bir<br />
gökgürültüsünden daha hafif duyulan şimşek türü. (ç.n.)<br />
70
www.isaretatesi.com<br />
Cinsel birleşme çığlığı;<br />
Yaşamın uzak, en uzak ufkunun kıyısında minicik duran<br />
En uçlardaki erkek kaplumbağanın çığlığı…<br />
Çarmıh,<br />
Kadim sessizliğimizi parçalayan çarkıfelek;<br />
Tamlığımızı, el değmemişliğimizi, derin suskumuzu<br />
Yerle bir ederek<br />
Bizden bir çığlık koparan şeh<strong>ve</strong>t.<br />
Bizi seslere salan şeh<strong>ve</strong>t ––<br />
Tamamlanma özlemiyle derinden derine seslenmeye bırakan,<br />
Şarkılar söyleten, haykırtan<br />
Ve karşılık bulur bulmaz yeniden seslenmeye,<br />
Haykırmaya bırakan şeh<strong>ve</strong>t…<br />
Parçalanmış olanın yeniden tamamlanışı,<br />
Kayıp olanın nihayet yeniden bulunuşu;<br />
Kaplumbağadan İsa’nın çığlının,<br />
Ayrılığın Osiris narasının duyuluşu;<br />
Bütünün parçalanışı,<br />
Ve parçalanmış olanın evrende yeniden tamamlanışı…<br />
71
www.isaretatesi.com<br />
NAR<br />
Yanıldığımı söylüyorsun bana.<br />
Kim oluyorsun da bana yanıldığımı söylüyorsun?<br />
Yanılmıyorum.<br />
Belli ki unuttun<br />
Yunan kadınlarının vahşetiyle<br />
Çırılçıplak kalmış kayalık Siraküza’da 17<br />
Çiçeklenen nar ağaçlarını;<br />
Ah, nasıl da kırmızı, ne çoktu onlar!<br />
Oysa Doçların ihtiyar, kadim bakışlı olduğu<br />
Tiksinç, yeşil, kaygan şehir Venedik’te,<br />
17<br />
<strong>Lawrence</strong>, 1920 yılının nisan ayında Siraküza yakınlarındaki Latomia taş<br />
ocağını ziyaret eder; M.Ö. 413’te buraya hapsedilerek ölüme terkedilen yedi<br />
bin genç Atinalı savaş esirinin hikayesini duyunca dehşete düşer. Şairin<br />
imgeleminde, (belki de yerel bir anlatıcı ona hikayeyi öyle şekilde<br />
anlattığından) bu esirler bir bir öldüğü sırada Siraküza’nın aslında Yunan<br />
kökenli olan “uygar” kadınları alçakça kahkaha atmaktadır. Ayrıca bu<br />
hikayenin <strong>Lawrence</strong>’a, Evripides <strong>ve</strong> Ovidius tarafından anlatılan Pentheus<br />
<strong>ve</strong> Maneadlar efsanesini <strong>ve</strong> bu efsanede geçen vahşi diyonizyak ayinleri<br />
çağrıştırmış olması da mümkündür. (ç.n.)<br />
72
www.isaretatesi.com<br />
İç bahçelerin gür yeşilliğinde<br />
Parlak yeşil taşlar gibidir narlar;<br />
Tepelerinde diken gibi taçlar...<br />
Ah, yeşil metalden sipsivri taçlar,<br />
Büyüyor, büyüyor taçlar!<br />
Şimdi Toskana’da,<br />
Ellerini ısıt diye var narlar.<br />
Üstlerinde krallara layık, heybetli, kıvrık,<br />
Yana doğru kaykık taçlar.<br />
Ve yürekliysen bak, orada bir de yarık var!<br />
Bir yarık görünmediğini mi söylüyorsun?<br />
Düzgün tarafından mı bakmak istiyorsun?<br />
Oysa batan tüm güneşler buna açar kendini.<br />
Sonunda çatlayıp yeni bir başlangıca açılır kabuk:<br />
Narin, pespembe, ışıl ışıldır yarığın içi.<br />
Hiç yarık olmasın mı diyorsun?<br />
Yoğun, ışıl ışıl şafak damlaları hiç mi olmasın?<br />
Altın zarla kaplı kabuğun yarık görünmesini<br />
tasvip etmiyor musun?<br />
73
www.isaretatesi.com<br />
Bana kalsa, yaralı olsun isterim yürek:<br />
Yarığın içi öylesi sıcacıktır, öylesi şafak alacası…<br />
San Gervasio, Toskana<br />
74
www.isaretatesi.com<br />
ŞEFTALİ<br />
Taş mı atmak istiyorsun bana?<br />
Al madem şeftalimden artakalanı.<br />
Kankırmızı, kopkoyu,<br />
Tanrı bilir nasıl oluştu.<br />
Kim bilir neyin diyeti ödendi.<br />
Sırlarla kırış kırış olmuş bir çekirdek,<br />
Bildiğini saklayacak diye kaskatı.<br />
Peki ama<br />
Gümüşsü şeftali çiçeğinden,<br />
Kısacık bir sap üzerindeki o gümüşsü, tombul kadehten<br />
Taşıp sarkan bu ağır baloncuklar neden?<br />
Elbette yemeden önceki şeftalidir bahsettiğim.<br />
Neden öyle kadifemsidir o, öyle iç gıcıklayıcı, dolgun?<br />
Neden öylesi taşkın bir ağırlıkla aşağı sarkmış?<br />
75
www.isaretatesi.com<br />
Neden öylesi bombeli?<br />
Üzerindeki bu girinti neden?<br />
Midyevari, sevimli şişkinliği neden?<br />
Bombeler arasındaki çizgi neden?<br />
Neden bu yarılma iması?<br />
Şeftalim neden bir bilardo topu gibi<br />
yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil?<br />
İnsan elinden çıksa öyle olurdu. 18<br />
Üstelik yedim bile onu!<br />
Fakat bilardo topu gibi yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil…<br />
Ve ben böyle söylüyorum diye<br />
Sen bana bir şey atmak istiyorsun!<br />
Al şeftalimin çekirdeğini!<br />
San Gervasio<br />
18<br />
Şair, burada “insan” için, “adam” anlamına da gelen eril bir sözcük<br />
kullanıyor (man). (ç.n.)<br />
76
www.isaretatesi.com<br />
MUŞMULALAR VE ÜVEZLER<br />
Seviyorum seni,<br />
Çürük, leziz çürümüşlük.<br />
Seviyorum seni kabuğundan emmeyi,<br />
Nasıl da esmersin, yumuşak, zarif<br />
Ve nasıl da marazi, İtalyanların dediği gibi.<br />
Nasıl da nadide, keskin, çağrışımlarla dolu bir tat beliriyor<br />
Senin aşama aşama çürüyüşünden:<br />
Cereyan içinde bir cereyan.<br />
Siraküza misket şarabının<br />
Ya da adi Marsala’nın 19 tadı gibi bir tat.<br />
Hoş, pek yakında tavşan yürekli Batı’da<br />
Marsala sözcüğünün kendisi bile özentilik kokar ya!<br />
19<br />
Üretildiği kentin adıyla anılan bir tür Sicilya şarabı. On sekizinci yüzyılın<br />
sonlarına doğru İngiliz tüccarlar tarafından güçlendirilmiş şarap haline<br />
getirilerek yaygın bir ticari metaya dönüştürülmüştür. (ç.n.)<br />
77
www.isaretatesi.com<br />
Peki nedir bu?<br />
Nedir kuru üzüme dönüşen üzümde,<br />
Muşmulada, ü<strong>ve</strong>zde,<br />
Bu esmer, marazi şarap tulumlarında,<br />
Bu güz atıklarında ––<br />
Nedir bize beyaz tanrıları hatırlatan?<br />
Soyulmuş ceviz içi gibi çırılçıplak tanrılar,<br />
Nasıl da tuhaf, uğursuzca ten kokan,<br />
Terliymişçesine,<br />
Gizeme bulanmışçasına.<br />
Ölü taçlarıyla ü<strong>ve</strong>zler, muşmulalar.<br />
Pekâlâ muhteşemdir cehennemî deneyimler,<br />
Yeraltı diyarının o<br />
Orfik, zarif Dionysos’u, muhteşem.<br />
Bir öpücük <strong>ve</strong> bir <strong>ve</strong>da sancısı, ayrılığın bir anlık orgazmı<br />
Ve sonra, kas<strong>ve</strong>tli yolda,<br />
bir sonraki dönemece kadar tek başına.<br />
Sonra yeni bir eş orada, yeni bir kopuş, tekrar ikiye ayrılma,<br />
Daha da yalnızlaşmanın soluksuzluğu,<br />
78
www.isaretatesi.com<br />
Çürüyen, kırağı kaplı yapraklar arasında<br />
Birbaşınalığın yepyeni sarhoşluğu.<br />
Cehennemin dar yollarından aşağı inerek<br />
Gitgide daha şiddetli bir biçimde yalnız…<br />
Yüreğin lifleri birbiri ardına sökülür,<br />
Gene de ruh yoluna devam eder<br />
Yalın ayak, hep daha canlı vücut bulmuş;<br />
Ve giderek daha yoğun bir karanlıkta<br />
Ak, daha da ak parlayan bir alev gibi<br />
Hep daha seçkin, ayrılığın imbiğinden geçmiş.<br />
Muşmulalar <strong>ve</strong> ü<strong>ve</strong>zlerin o esrarengiz damıtılışlarından<br />
Cehennemin özü süzülür işte böyle.<br />
Veda edişin seçkin kokusu.<br />
Jamque vale! 20<br />
Orpheus <strong>ve</strong> cehennemin dolambaçlı, daracık,<br />
Yapraklarla tıklım tıkış olmuş 21 sessiz yolları.<br />
Her ruh kendi yalnızlığıyla düşer yeniden yola,<br />
Yoldaşların en tuhaf<br />
20<br />
“Haydi hoşça kal!”: Eurydice’nin Orpheus’a son sözleri. (ç.n.)<br />
21<br />
<strong>Lawrence</strong>, yaprak imgesini, “örtünme”yi kastederek, Adem ile Havva<br />
söylencesine atıf yapacak şekilde kullanır. (ç.n.)<br />
79
www.isaretatesi.com<br />
Ve en makbul olanıyla.<br />
Muşmulalar, ü<strong>ve</strong>zler ––<br />
Güzün mayhoş sızıntısı<br />
Emiliyor boş keseciklerinizden<br />
Ve belki bir yudum Marsala’yla indiriliyor mideye;<br />
Böylece gökten düşmüş o başıboş üzüm<br />
Ezgisini katıyor ezginize;<br />
Orfik bir el<strong>ve</strong>da,<br />
El<strong>ve</strong>da, <strong>ve</strong> gene el<strong>ve</strong>da,<br />
Dionysos’un ego sum’u, 22<br />
Kusursuz sarhoşluğun sono io’su, 23<br />
Nihai yalnızlığın mest oluşu…<br />
San Gervasio<br />
22<br />
“Benim.” (Lat.)<br />
23<br />
“Benim.” (İta.)<br />
80
www.isaretatesi.com<br />
ÜZÜMLER<br />
Gülden gelir nice mey<strong>ve</strong>,<br />
Güller gülünden,<br />
Açılmış gülden,<br />
Tüm dünyanın gülünden. 24<br />
Kabul edelim,<br />
Elmalar, çilekler, şeftaliler, armutlar <strong>ve</strong> böğürtlenler,<br />
Hepsi gülgillerdendir;<br />
Gül alenen çıkı<strong>ve</strong>rir ortaya,<br />
Çehresi apaçık, göğe doğru gülümser.<br />
Peki ya asma nedir?<br />
Nedir filizli 25 asma?<br />
24<br />
Dörtlüğün birinci <strong>ve</strong> üçüncü dizeleri, W. B. Yeats’in ünlü şiiri “Savaş<br />
Gülü”nün (The Rose of Battle) ilk dizesinden alınmıştır: “Güller gülü, tüm<br />
dünyanın gülü!” Yeats’in şiirinde “gül”, sevdikleri erkekleri İngiltere’yle<br />
savaşa yollayan İrlandalı kadınları, İrlanda’yı <strong>ve</strong> aynı zamanda şairin<br />
umutsuz aşkı Maud Gonne’u temsil eder. (ç.n.)<br />
25<br />
Asma dallarının çevresine tutunmasını sağlayan yeşil, sarmal uzantılar;<br />
asma bıyığı, sülük (tendril). (ç.n.)<br />
81
www.isaretatesi.com<br />
Açılmış gülün dünyasıdır bizim dünyamız,<br />
Açık seçik<br />
Samimi bir dışavurum.<br />
Oysa uzun, ah, pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>l,<br />
Daha o eşsiz gülümsemesiyle gülmemişken gül,<br />
Daha güller gülü, tüm dünyanın gülü bir gonca bile değilken,<br />
Ve çalkantılı denizlerle yatışmaz rüzgârlar arasından çıkarak<br />
Daha öbek öbek yığılmamışken buzullar,<br />
Hatta Nuh tufanıyla eriyip gene sulara karışmamışken onlar,<br />
Başka bir dünya vardı,<br />
Alacakaranlık, çiçeksiz, filizli bir dünya;<br />
Ve perdeli ayaklı, bataklıkse<strong>ve</strong>r yaratıklar vardı;<br />
Ve onların yanıbaşında sessiz adımlı, saf <strong>ve</strong> ilkel insanlar,<br />
Suskun, duyarlı, capcanlı insanlar,<br />
İşitsel <strong>ve</strong> dokunsal, tıpkı uzanıp erişen bir filiz gibi hassas,<br />
Medcezre dokunan aydan bile daha duyarlı bir içgüdüyle<br />
Uzanan <strong>ve</strong> kavrayan insanlar.<br />
O dünyanın görünmez gülüydü asma.<br />
Daha taç yapraklar açılmamışken,<br />
Renkler bir kargaşa koparıp, gözler çok fazla görmemişken.<br />
Yeşil, çamurlu, perdeli ayaklı, tümden şarkısız bir dünyada<br />
82
www.isaretatesi.com<br />
Güller gülüydü asma.<br />
Ne bir gelincik vardı ne karanfil,<br />
Ne de yeşilimtırak bir zambak, narin <strong>ve</strong> sırılsıklam.<br />
Yeşil, belli belirsiz, gizliden gizliye serpilişi vardı asmaların<br />
Soylu jestlerle.<br />
Bakın, bugün, şu an bile<br />
Nasıl da kullanıyor görünmezliğini o!<br />
Bakın, hem mavi hem kara,<br />
Nasıl da Etiyopya karalığına bürünmüş,<br />
Sarkıyor koyu renkli üzüm, yapraklar arasında!<br />
Bakın, orada, öylesi esmer,<br />
hissedilebilir bir biçimde görünmez!<br />
Acaba kime sormalıyız onu?<br />
Belki de Afrikalı biliyordur bir şeyler.<br />
Gül bir asmayken, koyu tenliydi Tanrılar.<br />
Rüya içinde bir rüyadır Bakkhos.<br />
Tanrı zenciydi bir zamanlar, nasıl ki açık tenliyse şimdi.<br />
Ama pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>ldi bunlar,<br />
Kadim Bushman 26 unuttu bizden bile beter,<br />
biz ki hiç bilmedik zaten.<br />
26<br />
Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda kırsal bölgelerinde yaşayan yerli<br />
halklara <strong>ve</strong>rilen ortak ad. (ç.n.)<br />
83
www.isaretatesi.com<br />
Gene de yeniden anımsamanın eşiğindeyiz.<br />
Amerika bu yüzden suyunu çekti bana kalırsa. 27<br />
Alacakaranlığa gömülüyor solgun günümüz<br />
Ve şarabı yudumladıkça, yaklaşan gecenin içinden<br />
Rüyalara kavuşuyoruz.<br />
Hatta tufandan önceki dünyanın<br />
Eğreltiotu kokan sınırlarını aşarken buluyoruz kendimizi,<br />
Ki insan yanık tenli <strong>ve</strong> esrarlıdır orada,<br />
Güller gülüdür ufacık asma çiçeği, ıtırlı,<br />
Ve çıplak bir ortaklık içinde söyleşir her şey<br />
Şimdiki giyinik halimizle bizim asla söyleşemeyeceğimiz gibi.<br />
Karanlık yollardan aşağı inerken<br />
Manzaralar, biz şarabı yudumladıkça.<br />
Üzüm esmer,<br />
Yollar sessiz sedasız kavrayı<strong>ve</strong>ren<br />
Asma filizleriyle kaplı, alacakaranlık.<br />
Ama bizler uyanır uyanmaz dört elle sarılıyoruz<br />
Demokratik manzaralara, 28<br />
27<br />
<strong>Lawrence</strong>, bu ifadeyle ABD’de 1920-1933 yılları arasını kapsayan Alkol<br />
Yasağı dönemine atıf yapmaktadır. “Suyunu çekmek” <strong>ve</strong>ya “kurumak”<br />
anlamındaki ifadenin (go dry) bir diğer anlamı, “içkiyi yasaklamak”tır. Şair,<br />
“Üzümler”i 1920 yılının eylül ayında, alkol yasağının gündemi bir hayli<br />
meşgul ettiği bir dönemde yazmıştır. (ç.n.)<br />
28<br />
Demokratik Manzaralar (Democratic Vistas): Walt Whitman’ın siyasi<br />
yazılarından oluşan kitapçık boyutundaki bir yapıtının adı. (ç.n.)<br />
84
www.isaretatesi.com<br />
Kendimize gelmeliyiz,<br />
bulvarlara, tramvaylara, polis memurlarına.<br />
Haydi, doğruca musluğa koşalım, ayılmaya.<br />
Ayılma, ayıklık.<br />
Uykusu geldiği halde<br />
uyanık kalmak için direnen, mücadele <strong>ve</strong>ren<br />
Bir çocuğun tatsız inadı sanki;<br />
Ayılma, ayıklık, zorla açık tutulan baygın gözler.<br />
Alacakaranlıktır şarabın yolları<br />
Ve yitik, eğreltiotu kokan dünyanın<br />
Sınırlarını aşmalıyız bizler, bu bizim için pek uzak da olsa:<br />
Eğreltiotu tohumunu dudaklarımız arasına alarak<br />
Gözlerimizi yumalım,<br />
Şarabın <strong>ve</strong> öteki dünyanın<br />
Asma filizleriyle kaplı yollarından inmeye başlayalım.<br />
San Gervasio<br />
85
www.isaretatesi.com<br />
SERVİLER<br />
Toskana servileri,<br />
Bir şey mi diyeceksiniz?<br />
Kayıp bir dilden,<br />
Derinlerde saklı, karanlık bir düşünce gibisiniz,<br />
Toskana servileri,<br />
Büyük bir sır mı söyleceksiniz?<br />
Yetmiyor mu sözcüklerimiz?<br />
Ölü bir halkın ölü kelamıyla kayıp,<br />
Aktarılmaz bir sır.<br />
Gene de, Etrüsk servileri, 29<br />
Sizde o esrarlı bir anıt…<br />
Nasıl da hayranım sizdeki ketumluğa,<br />
Ey kara serviler!<br />
Uzun burunlu Etrüsklerin sırrı mı o yoksa?<br />
29<br />
“Toskana”, Latince’de “Etrüsk ülkesi” anlamına gelir. (ç.n.)<br />
86
www.isaretatesi.com<br />
Servi koruları dışında çıt çıkarmayan<br />
Uzun burunlu, yumuşak adımlı, hin gülüşlü<br />
Etrüsklerin sırrı mı?<br />
Kıvrımlı, karanlık, yalım gibi upuzun boylarını<br />
Dört bir yana eğip duran serviler arasında,<br />
Etrüsk esmerliğiyle avare gezen eski Etrürya insanları;<br />
Tuhaf uzun çarıklar hariç çırılçıplak halde,<br />
Yarı gülümser, sinsi bir sessizlikle,<br />
Unutulmuş bir meseleye dair<br />
Vakur bir Afrika serinkanlılığıyla giden Etrüryalılar…<br />
Peki neydi o mesele?<br />
Yok, dilleri kayıp onların,<br />
Kof tohumlar gibi bomboş kelimeler;<br />
Söylenen söylenmiş, yankılar tükenmiş,<br />
Etrüsk heceleri<br />
Anlamını yitirmiş.<br />
Gene de görüyorum,<br />
Ey Toskana servileri,<br />
Karanlık, eski bir düşünceye gömülmüşsünüz;<br />
Etrüsk servileri olarak var olduğunuz sürece<br />
Asla yitip gitmeyecek ince bir düşünceye;<br />
87
www.isaretatesi.com<br />
Romalıların vahşi dediği o bir görünüp bir kaybolan<br />
Sırım gibi Etrüryalıların<br />
İliklerine kadar işlemiş, ince, en esaslı düşünceye…<br />
Vahşi kara serviler;<br />
Eğile büküle, usulca sallanan, esnek, vahşi,<br />
Kapkara alev sütunları…<br />
Özünüzde saklı<br />
Ölü bir halkın anıtısınız siz!<br />
Gerçekten vahşi miydi peki<br />
O körpe ayaklı, uzun burunlu, sırım gibi Etrürya insanları?<br />
Yoksa rüzgârdaki servi ağaçları misali<br />
Yanıltıcı, farklı, karanlık olmak<br />
Yalnızca üslubu muydu onların?<br />
Tüm vahşilikleriyle ölüp gitmişler<br />
Ve geriye yalnızca<br />
Karanlık bir sabit fikir kalmış servilerde, mezarlarda.<br />
Gülüş, hınzır Etrüsk tebessümü<br />
Gizleniyor hâlâ mezarlar arasında,<br />
Etrüsk servileri…<br />
Son gülen iyi güler derler ––<br />
88
www.isaretatesi.com<br />
O saf Etrüsk tebessümü ki<br />
Leonardo ancak üstünkörü çizebildi.<br />
Neler <strong>ve</strong>rmezdim neler,<br />
Pek nadide orkidelere benzeyen<br />
Şu şeytan denilen Etrüsklü’yü geri getirmek için!<br />
Zira şeytan yakıştırması<br />
Romalı’dan gelir belki ama<br />
İtibar etmem ben buna,<br />
Bıkmışım Roma erdeminden.<br />
Bilirim, ah, bilirim,<br />
Toprağa gömdüğümüz zaman<br />
Suskun halkları <strong>ve</strong> onların acayipliklerini,<br />
Onlarla beraber yaşamın narin büyüsünü de gömdük.<br />
Orada, en derinlerde,<br />
Kıvam bulur günlük, sızar mür. 30<br />
Karanlık serviler ––<br />
30<br />
Mecusiler’in çocuk İsa’ya <strong>ve</strong> annesine getirdikleri hediyeler. Cenaze <strong>ve</strong><br />
kurban törenlerinde kullanılan bu ağaç sakızı türleri, pagan kültürlerde<br />
yeniden doğum <strong>ve</strong> ölümsüzlükle ilişkilendirilirdi. Yeni Ahit, Matta 2:11:<br />
“E<strong>ve</strong> girince çocuğu annesi Meryem’le birlikte görünce yere kapanarak<br />
O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan olarak altın, günlük <strong>ve</strong><br />
mür sundular.” (ç.n.)<br />
89
www.isaretatesi.com<br />
Yitik yaşamlardan nasıl bir aroma!<br />
Yalnızca güçlüler sağ kalır derler.<br />
Oysa yitiklerin ruhunu çağırıyorum ben ––<br />
Anlamları hayat bulsun diye,<br />
Sağ kalamayanları, karanlığa karışanları;<br />
Ve onların kendileriyle beraber götürüp<br />
Narin servilere, Etrüsk servilerine<br />
Erişilmez şekilde sakladığı sırrı.<br />
Şeytan da neymiş?<br />
Tek bir şeytan vardır, o da yaşamı yadsımak ––<br />
Etrüsk’ü nasıl yadsımışsa Roma,<br />
Montezuma’yı 31 nasıl yadsıyorsa mekanik Amerika.<br />
Fiesole, Toskana<br />
31<br />
Meksika’nın İspanyollarca fethi sırasında Hernán Cortés tarafından esir<br />
alınarak öldürülen Aztek kralı. (ç.n.)<br />
90
www.isaretatesi.com<br />
ÇIPLAK İNCİR AĞAÇLARI<br />
İncir ağacı, tuhaf incir ağacı…<br />
Yoğun dümdüz gümüşten yapılmış;<br />
Güneyin deniz havasında lekesiz, pek hoş bir gümüş ––<br />
Lekesiz diyerek, mat demek istiyorum aslında ––<br />
Kalın, etine dolgun bir gümüş…<br />
İnsanın kolu bacağı misali yaşam pırıltısıyla mat,<br />
Daima alacakaranlık olan sağlıklı, dopdolu bir yaşamın<br />
Loş ışığında çırılçıplak,<br />
Ve çarkıfelek yaprakları misali zarif,<br />
Kayadan sarkan bir çarkıfeleğin çarpıcı pırıltısıyla<br />
Sanki bir çarkıfelek… 32<br />
Büyük, girift, çırılçıplak incir ağacı, bir sapsız çiçekler ağı,<br />
Çırılçıplak çiçeklenmiş, sergiliyor hayatın renklerini.<br />
Bir ahtapot sanki,<br />
Ama binbir ayaklı, hoş, tuhaf bir ahtapot ––<br />
32<br />
Büyüleyici bir güzelliğe sahip çarkıfelek çiçeği, Avrupa dillerindeki adını<br />
(passiflora, passion flower) görünümünden dolayı çarmıha gerilmiş İsa’ya<br />
benzetilmesine borçludur. (ç.n.)<br />
91
www.isaretatesi.com<br />
Kayada yaşayan, çıplak, leziz bir deniz şakayığı sanki,<br />
Esrarengiz bir kibirle kayada boy atmış.<br />
Bırakın oturayım<br />
Kayalıkta yaşayan şu binbir kollu şamdanın altına,<br />
Güleyim Zamana, güleyim içi geçmiş Ebediyete,<br />
Ve alay edeyim yavan Sonsuzlukla,<br />
Sarılmışken bu muzır ağacın ten kokusuyla ––<br />
O ki nice sırlar saklıdır koynunda,<br />
Gülüyor, hem de çağlardır, insana <strong>ve</strong> onun huzursuzluğuna,<br />
Olanın olduğundan farklı olduğuna inanmaya çalışmasına,<br />
Gülüyor kıs kıs ona.<br />
Bırakın oturayım şu binbir kollu şamdanın altına,<br />
Mum yağı kokan, 33 yedi kollu,<br />
Ama uçurumun kenarından tepilerek<br />
Yağlı ahlâkçılığından arınmış<br />
Yahudi şamdanının altına,<br />
Ve tanık olayım onun kendisi oluşuna.<br />
33<br />
Şair, mum yapımında kullanılan hayvansal yağları kastederek, kimi<br />
İngilizce İncil çevirilerinde Eski Ahit, Levililer, 3:14-17 kısmında geçen bir<br />
sözcüğü (tallow) kullanıyor. Söz konusu pasajlar, ayin sırasında yapılacak<br />
sunu hakkında ayrıntılı talimatlar içerir. (ç.n.)<br />
92
www.isaretatesi.com<br />
Ve seyredeyim<br />
Onun çıplak, müthiş bir gü<strong>ve</strong>nle her bir dalını<br />
Gökyüzüne, hep gökyüzüne uzatışını;<br />
Her dal bir öndermiş, ana sapmış, öncüymüşçesine<br />
Ve her biri güneşin mumunu ucundaki yuvada taşımaya<br />
Kararlıymışçasına,<br />
Dallarını dosdoğru gökyüzüne çevirişini.<br />
Her körpe dal<br />
Öncüsünün bacağından uç <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong>rmez 34<br />
Güneşin yanan mumunu taşımak için<br />
Tereddütsüzce boy atar.<br />
Ve körpecik başka bir dal tomurcuklanır onun da bacağından,<br />
O da tek olmayı,<br />
Güneşin yanan mumunu taşımayı kovalar.<br />
Ey binbir kollu şamdan, ey dikelmiş tuhaf incir ağacı!<br />
Medusa’nun başındaki yılanlar misali<br />
Her dalın bir ana dal olup ötekileri zorbaca geçmeye çalıştığı<br />
Ve eşitliğin kendini aşmaya azmettiği<br />
Acayip Demos, 35 ey çıplak incir ağacı!<br />
34<br />
Yunan mitolojisinde Dionysos, Zeus’un bacağından ikinci defa dünyaya<br />
gelir. (ç.n.)<br />
35<br />
Demos: Eski Yunan’da halk. (ç.n.)<br />
93
www.isaretatesi.com<br />
Şüphesiz her biriniz<br />
Diğerlerinden daha öte bir mumluk olabilir güneşe,<br />
Ey Demos, Demos, Demos!<br />
Muzır incir ağacı, eşitlik bulmacası,<br />
Kafayı kendine takmış gizli mey<strong>ve</strong>lerinle<br />
Demon’sun 36 sen hem de!<br />
Taormina, Sicilya<br />
36<br />
Demon: Şeytan. (ç.n.)<br />
94
www.isaretatesi.com<br />
ÇIPLAK BADEM AĞAÇLARI<br />
Islak badem ağaçları yağmurda,<br />
Topraktan kaskatı fırlamış demir gibi;<br />
Kapkara badem ağacı gövdeleri yağmurda,<br />
Topraktan fırlamış kıvrık, korkunç demir gereçler gibi;<br />
Sicilya kış yeşilinin yumuşak kürkünün,<br />
Toprağın yenmez otlarının derinlerinden boy atmış,<br />
Yamaçları tırmanan, kapkaranlık kıvrılan,<br />
Demir gibi kapkara badem ağacı gövdeleri.<br />
Teras korkuluklarının altında,<br />
Ey badem ağacı,<br />
Kapkara, paslı, demir ağaç gövdesi,<br />
Ustaca kaynatmışsın üzerine incecik dalları,<br />
Çelik gibi, havada duyarlı çelik gibi,<br />
Kurşuni <strong>ve</strong> eflatun, duyarlı bir çelik gibi,<br />
İncecik <strong>ve</strong> pek narin, yay gibi kıvırmışsın onları.<br />
Ne yapıyorsun aralık yağmurunda?<br />
Sipsivri çelik dallarının ucunda<br />
95
www.isaretatesi.com<br />
Tuhaf bir elektrik duyarlılığı mı taşıyorsun yoksa?<br />
Tuhaf bir manyetik cihaz gibi<br />
Elektrikli etkiler için havayı mı tarıyorsun?<br />
Gökyüzünün Etna civarında kurtlar misali<br />
Sürekli kol gezen elektriğinden<br />
Garip bir şifreyle mesajlar mı alıyorsun?<br />
Yahut havadan kükürtün fısıltısını mı topluyorsun?<br />
Güneşin kimyasal şi<strong>ve</strong>sini mi dinliyorsun?<br />
Suların uğultusunu mu naklediyorsun dünyaya?<br />
Ve tüm bunlarla, sen, hesaplamalar mı yapıyorsun?<br />
Sicilya, sağanak yağmur altında aralık ayı Sicilya’sı ––<br />
Demirin eskimiş eğri büğrü gereçler gibi paslı,<br />
Kapkara dallara ayrılması<br />
Ve toprağın kas<strong>ve</strong>tli kürkü üzerinde savrula kıvrıla,<br />
Yenmez yeşil yamaçları tırmanması!<br />
Taormina<br />
96
www.isaretatesi.com<br />
BADEM ÇİÇEĞİ<br />
Demir bile çiçek açabilir,<br />
Demir bile.<br />
Demir çağıdır bu;<br />
Gene de demirin çatlayıp tomurcuklandığını,<br />
Paslı demir üzerinde çiçek bulutlarının kabardığını görerek<br />
Cesaret alalım. 37<br />
Badem ağacı;<br />
Aralık ayının topraktan çırılçıplak fırlamış demir çengelleri.<br />
Keskin acılığıyla<br />
Yılan misali en ölümcül zehri tanıyan<br />
Badem ağacı. 38<br />
37<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın, insan uygarlığının düzgünlüğe, işlenmişliğe, tamlığa dayalı<br />
“kusursuzluk” algısına olan eleştirisi, özellikle “Şeftali”, “Çıplak Badem<br />
Ağaçları” <strong>ve</strong> “Badem Çiçeği” şiirlerinde, John Ruskin ile; yazarın Doğada,<br />
Sanatta <strong>ve</strong> Politikada Demirin İşlevi (The Work of Iron, in Nature, Art, and<br />
Policy) <strong>ve</strong> Gotik’in Doğası (The Nature of Gothic) adlı yapıtlarındaki bazı<br />
yaklaşımlarıyla benzerlik gösterir. (ç.n.)<br />
97
www.isaretatesi.com<br />
Demirin üzerinde, çeliğin üzerinde<br />
Tuhaf kar taneleri sanki, tuhaf kar öbekleri,<br />
Eriyen tuhaf kar artıkları.<br />
Yanılmayın sakın, gökten gelmedi onlar,<br />
Demirin içinden, çelikten çıktılar;<br />
Uçuşup gökyüzünden düşerek değil, fışkırarak,<br />
Demir boyunca, capcanlı çeliğe doğru<br />
Yoğun yeraltından pek tuhaf fışkırarak,<br />
Sıcak pembe uçlarda, parlak pembe kar tanelerinde<br />
Dünyaya benzersiz bir haykırış oldular.<br />
Hem de demiri parçalayan<br />
Pek hassas, üstün bir inancın yüreği bu,<br />
Badem ağaçlarının paslı kılıçları.<br />
Ağaçlar çile çekerler insan soyları gibi, çağlar boyu.<br />
Oradan oraya sürüklenir, sürülürler,<br />
Sürgün yaşarlar çağlar boyu;<br />
Asla kınına sokulmayan<br />
38<br />
Badem ağacının özellikle acı badem türü ham haliyle yendiğinde son<br />
derece zehirlidir; bir iki avuç acı badem, bir insanı öldürmek için yeterlidir.<br />
(ç.n.)<br />
98
www.isaretatesi.com<br />
Çekilmiş kılıçlara benzerler, saplanıp kanla kararmış;<br />
Yaban diyarlarda yabandır ağaçlar…<br />
Ama çiçeğin yüreği,<br />
Çiçeğin o boyun eğmez yüreği!<br />
Şu yaralı bereli, 39 narin asmaya bakın,<br />
Ondan daha yaralısı, narini yok:<br />
Ama küçük, yaralı bir kökten nasıl da<br />
Taptaze bir coşkuyla atılıyor ileri!<br />
Kararlı, inatçı, yapışkan incir ağacı da<br />
Zaptedilemiyor, ahtapot gibi yayıyor dallarını budaklarını.<br />
Ve badem ağacı –– demir çağında, sürgünde!<br />
Şarap kâselerinin, çömleklerin, çanakların, testilerin,<br />
Ve açık yürekli kulplu kadehlerin pişmeye bırakıldığı 40<br />
Kadim güney toprakları burası, 41<br />
39<br />
Yapraklarının bir bir düşmesi sonucu asmanın üzerinin çentik çentik<br />
olması kastediliyor (many-cicatrised). (ç.n.)<br />
40<br />
Şair, antik dönemde şarabın saklanması, hazırlanması <strong>ve</strong> içimi için<br />
kullanılan amfora, krater, kantharos, oinokhoe, kylix gibi çeşitli toprak<br />
kapları sayıyor. Söz konusu toprak kaplar, güneşte bırakılarak pişirilirdi.<br />
(ç.n.)<br />
99
www.isaretatesi.com<br />
Şimdi her yanını demirden badem ağaçları<br />
Diken diken kaplamış.<br />
Ama asla unutmayan bir demir,<br />
Tan yürekli bir demir;<br />
Çağın kıskacında, sürgüne karşı demire bürünmüş<br />
Daima çarpan tan yürek.<br />
Karı hatırlayan bir yürekten<br />
Nasıl da çiçek açıyor, bakın,<br />
Uzun gecelerle dolu ocak ayında,<br />
Akşam yıldızının <strong>ve</strong> köpek yıldızının 42 uzun kara gecelerinde,<br />
Upuzun gecelerde Etna’nın karlı rüzgârları arasında.<br />
Damla damla kan terliyor<br />
Uzun, upuzun Getsemani gecesinde,<br />
Damlalar çiçeğe dönüşüyor, övünce dönüşüyor damlalar,<br />
Bal dolu bir zafere dönüşüyor,<br />
en muhteşem görkeme dönüşüyor…<br />
41<br />
Şiir Sicilya, Taormina’da, yazarın birkaç yıl kaldığı, bugün D. H.<br />
<strong>Lawrence</strong> Evi olarak da bilinen Fontana Vecchia’da yazılmıştır. (ç.n.)<br />
42<br />
Köpek takımyıldızının, “ak yıldız” olarak da bilinen en parlak yıldızı;<br />
Sirius. Antik mitolojide doğurganlıkla, doğa unsurlarıyla <strong>ve</strong> yaşam<br />
döngüsüyle ilişkilendirilirdi. (ç.n.)<br />
100
www.isaretatesi.com<br />
Ah, yaşam ağacını <strong>ve</strong>rin bana badem çiçeğinde,<br />
Korkusuz, harikulade çiçekler açan Çarmıh’ı <strong>ve</strong>rin!<br />
Akşam yıldızında, karlı rüzgârlarda<br />
<strong>ve</strong> uzun, upuzun gecelerde<br />
Bademe gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>ren bir şeyler olmalı,<br />
Güneşin ılımanlaştırdığı uzak diyarlardan bir anı;<br />
Zira yüreğindeki inanç yeniden gülümsüyor onun,<br />
İnancının bir kere daha haklı çıkmasının anlatılmaz coşkusuyla<br />
Bademin kanı kabarıyor,<br />
Demir gözeneklerden Getsemani kanı sızıyor, sızıyor,<br />
Körpecik tomurcuğa doğru top top oluyor<br />
Ve nihayet büyük, kutlu bir hamleyle,<br />
Bir çırpıda beliri<strong>ve</strong>riyor çiçekli, çıplak ağaç;<br />
Sanki çiye bulanmış bir damat, giysilerinden soyunmuş,<br />
Köpek yıldızının gece vakti gür ulumasına,<br />
Etna’nın keskin, karlı rüzgârına<br />
Ve ocak ayının çiğ güneşine karşı, tümden örtüsüz,<br />
Narin <strong>ve</strong> çıplak.<br />
Düşünün, demirin katılığından nasıl bir cesaretle<br />
Birdenbire çırılçıplak beliriyor o, çiçekli bir kusursuzlukla,<br />
Paslı kılıcın ucunda.<br />
Düşünün, açılıp saçılmış bir çıplaklıkla<br />
101
www.isaretatesi.com<br />
Nasıl da dikiliyor orada, gülümsüyor<br />
Karlı rüzgârlarla, güneş parıltısıyla<br />
Ve düğün şarkıları uluyan köpek yıldızıyla koyun koyuna.<br />
Bal gövdeli, ey güzeller güzeli,<br />
Demirden boy göster,<br />
Al al olmuş yüreğin!<br />
Pek incelikli, hassas <strong>ve</strong> narin, ete kemiğe bürünmüşsün,<br />
Demirden daima daha korkusuz<br />
Ve çok daha mağrur, tereddütler karşısında tahammülsüz.<br />
Manzarada sanki kırağıyla donmuş,<br />
Gümüşsü hayaletler bunlar yeşil tepede fısıldaşan,<br />
Sanki kırağı yemiş gibi, esrarengiz.<br />
Bahçede ışınlar yayarak,<br />
Püskürmüşe benzeyen bir bedenle,<br />
Tan vakti hassaslığı içinde etrafına bakınır sanki her biri,<br />
Nasıl da dikbaşlı, nasıl da hınzır, gü<strong>ve</strong>n dolu gülümser,<br />
Keskin kılıçtan doğmuş.<br />
Başına buyruk,<br />
Sınır tanımaz,<br />
Bağlarını koparıp serbest kalmış,<br />
102
www.isaretatesi.com<br />
Yaşamla yücelmiş bir ağaç.<br />
Her şeye karşı korkusuz,<br />
Hem demir hem toprak, özünde yaşam coşkusu.<br />
Gökte,<br />
Mavi, masmavi gökyüzünde<br />
Pespembe düğümler, balık gibi gümüşsü:<br />
Geniş ışınlar yayan, sessiz <strong>ve</strong> mesut, bal gövdeli,<br />
Yüreği al al olmuş, al al,<br />
Dupduru ışıkta göğe düğümlenmiş.<br />
Açık,<br />
Apaçık,<br />
Beş kat apaçık,<br />
Altı kat apaçık,<br />
Tam yerinde <strong>ve</strong> kusursuz;<br />
Nihai bir hüzünle yüreği al al,<br />
Her haliyle mahzun.<br />
Fontana Vecchia<br />
103
www.isaretatesi.com<br />
MOR ANEMONLAR<br />
Çiçekleri bize kim bahşetti?<br />
Arş-ı âlâ? Beyaz Tanrı?<br />
Zırva!<br />
Cehennemin derinliklerinden,<br />
Hades’ten,<br />
Yeraltı diyarının efendisi!<br />
Ya çiçekler tanrısı İsa?<br />
Zannetmem.<br />
Peki ya güneş gibi parlayan Apollo, müziğin tanrısı?<br />
O da değil.<br />
Kim öyleyse?<br />
Söyle hadi!<br />
Söyleyeyim –– Pluto,<br />
Yeraltının karanlık efendisi,<br />
104
www.isaretatesi.com<br />
Proserpina’nın 43 kocası.<br />
Var mı itirazı olan?<br />
Proserpina yukarı ilk çıktığında<br />
Çiçekler geldi, cehennem köpekleri geldi onun peşi sıra.<br />
Pluto –– karanlık, kıskanç tanrı,<br />
Damarında kanı müthiş çiçekler gibi kabarmış bir koca.<br />
Git bakalım, demişti o.<br />
Ve Sicilya’da, Enna çayırlarında<br />
Kadın ondan kurtulduğunu zannetmişti. 44<br />
Ama etrafta mor anemonlar açı<strong>ve</strong>rdi bir anda,<br />
Mağaralar,<br />
Küçük renk cehennemleri, karanlık inler,<br />
Kadının peşinden gelen cehennem; şaşaalı, müthiş<br />
Çukur tuzaklar.<br />
43<br />
Zeus <strong>ve</strong> Demeter’in kızı Persephone’nin Roma mitolojisindeki karşılığı.<br />
Annesi Ceres (Demeter) ile beraber doğurganlıkla, bereketle, yaşam-ölüm<br />
döngüsüyle ilişkilendirilirdi. Proserpina söylencesinin merkezinde, onun<br />
Pluto (Hades) tarafından Yeraltı diyarına kaçırılması <strong>ve</strong> her bahar<br />
mevsiminde yeryüzüne geri dönüşü yer alır. (ç.n.)<br />
44<br />
Söylencede anlatıldığı şekliyle Proserpina’nın yeryüzüne geri dönüşünün<br />
<strong>ve</strong> sonra tekrar kaçırılmasının Sicilya, Enna’da vuku bulduğuna inanılır.<br />
(ç.n.)<br />
105
www.isaretatesi.com<br />
Kadının ayaklarının dibinde<br />
Açılan cehennem;<br />
Onun bembeyaz bileklerine doğru<br />
Kocanın heybetiyle, yılan başlarını<br />
Birbiri ardına kaldıran cehennem;<br />
Tutup yakalamaya çalışan mosmor cehennem.<br />
Gitmesine neden izin <strong>ve</strong>rmişti?<br />
Peşine düşüp tekrar yakalamak için,<br />
Onu, bembeyaz kurbanını.<br />
Ah, sahip olmak!<br />
Cehennemin eril çiçekleri<br />
Yeryüzünde yeniden.<br />
Gözünü aç, Persephone!<br />
Dikkat et, Ceres Hanım, düşman peşinizde.<br />
Yabani kurtboğan sarıyor ayaklarınızı<br />
Ve cehennem cazibesiyle, kocanın mosmor zorbalığıyla<br />
Kaplıyor yeni kavuştuğunuz düzlükleri.<br />
Kızının kurtulduğunu mu sanmıştın?<br />
Aşağıda, cehennemin dibinde,<br />
Cehennemin efendisi olan herifin<br />
Artık onu alıkoyamayacağını mı?<br />
106
www.isaretatesi.com<br />
Vah vah!<br />
Eyvah! Geliyor işte çizgili, damalı enikler,<br />
Tazı gibi incecik çiğdemler!<br />
Tutun şunları, göreyim sizi!<br />
Haydi sevimli açıkgöz nergisler, altın spanyellerim benim,<br />
Koklayın, bulun onları!<br />
Şu azat edilmiş kadınları.<br />
Biri geliyor sanki!<br />
İşte oradalar!<br />
Mosmor anemonlar!<br />
Cehennem kabarıyor!<br />
Cehennem yeryüzünde; derinlerin efendisi!<br />
Kaç Persephone, kaç; kocan geliyor peşinden.<br />
Gitmene neden izin <strong>ve</strong>rmişti ki?<br />
Peşine düşüp yakalamak için.<br />
Budur bütün baharın <strong>ve</strong> yazın eğlencesi;<br />
Çiçekler kavrıyor bileklerini, çekiyor saçından,<br />
107
www.isaretatesi.com<br />
Zavallı Persephone <strong>ve</strong> onun kadın hakları.<br />
Kocasının tuzağına düşmüş cehennem kraliçesi,<br />
Bahar geldi.<br />
Mevsim bahardır<br />
Ve yeryüzünde kocanın gösterişli dala<strong>ve</strong>releri.<br />
Ceres, öp kızını; kavuştun sanıyorsun ona.<br />
Oysa kocasının tarlasıdır<br />
Kızın Persephone!<br />
Zavallı kayınvalide!<br />
Yüzüstü bırakılacaksın sen de.<br />
Bahar geldi.<br />
Taormina<br />
108
www.isaretatesi.com<br />
SİCİLYA SİKLAMENLERİ<br />
Adam gür simsiyah saçlarını alnından çektiğinde,<br />
Kadın perçemlerini yüzünden sıyırıp<br />
Bir el hareketiyle saçlarını arkada topuz yaptığında<br />
–– O ürpertici ataklık yok mu!<br />
Böylece ikisi de alınlarını apaçık,<br />
göğe karşı çırılçıplak duyduğunda,<br />
Gözleri ortaya çıktığında;<br />
Ve savrulan bir bıçak misali,<br />
Göğün ışığı o savunmasız gözleri kamaştırıp<br />
Yüzlerine karşı deniz de kılıcını çektiğinde ––<br />
Vahşiydiler onlar, Akdenizli vahşiler…<br />
Göğün altında sere serpe çehreleriyle,<br />
O gür çalıların içinden ilk kez çıktıklarında,<br />
Ayaklarının dibinde boy atmış minik<br />
Pembe siklamenler gördüler,<br />
Ve onların yanıbaşında, geçmişi kara kara düşünen<br />
Hantal kurbağalar.<br />
Hantal kurbağalar;<br />
109
www.isaretatesi.com<br />
Ve ıpıslak parlayarak<br />
Ebedî bir gölgeyle toprağa tutunan siklamen yaprakları:<br />
Kurbağa gibi buğulu, toprak gibi yanardöner,<br />
Pek güzel,<br />
Kırağıyla süslü,<br />
Üzerine çamur sıçramış,<br />
Salyangoz gibi sedefli,<br />
Yere yakın.<br />
Denizin titrek yüzeyi,<br />
İnsanın savunmasız, çıplak çehresi<br />
Ve kulaklarını geriye yatırmış siklamenler.<br />
İncecik burunlu, upuzun,<br />
Dalgın görünüşlü tazılara benzeyen tomurcuklar:<br />
Hayal meyal topraktan uç <strong>ve</strong>rmiş,<br />
Varla yok arası,<br />
Adamın ayaklarının ucunda.<br />
Taşların hayat <strong>ve</strong>rdiği,<br />
Alçaklarda olmaktan hoşnut,<br />
Şafak pembesi siklamenler, körpe siklamenler;<br />
Kabarmışlar,<br />
Zarif, körpecik tazı kancıkları gibi<br />
110
www.isaretatesi.com<br />
Uyanıp kulak kesilmişler sanki,<br />
Günün geniş, toy manzarasına karşı<br />
Ağızlarını aralamış esniyorlar sanki.<br />
Tazı kancıkları ––<br />
Pembe burunlarını<br />
Öne doğru eğmişler dalgın dalgın,<br />
Yeni günü uyandırmaktan çekinerek<br />
Usulca nefes alıyorlar,<br />
Alçaklardan hoşnutlar.<br />
Ah, dünyamızın başladığı Akdeniz sabahı!<br />
Uzak, pek uzak Akdeniz sabahları,<br />
Örtüsüz Pelasg 45 çehreleri<br />
Ve açılan siklamenler.<br />
Bir anda bayır yukarı koşuyor yaban tavşanı,<br />
Upuzun kulaklarını geriye yatırmış,<br />
coşku içinde gözünü dört açmış.<br />
Sararmış <strong>ve</strong> solgun, kayalık Akdeniz yamaçları üzerinde<br />
Gülpembe siklamen, esrik bir öncü!<br />
45<br />
Pelasglar: Helen kavimlerinin gelişinden ev<strong>ve</strong>l Yunan topraklarında <strong>ve</strong><br />
Ege adalarında yaşayan halk. (ç.n.)<br />
111
www.isaretatesi.com<br />
Siklamenler, burunları allı pembeli siklamenler,<br />
Yaban tavşanı sürüleri misali, demetler halindeler,<br />
Yan yana bir sürü burun, kalkık kulaklar;<br />
Sanki bir kuyunun, şafak pınarının başına toplanmış,<br />
Büyü sözleri mırıldanan kadınlar.<br />
Yunan toprakları <strong>ve</strong> dünyanın sabahı ––<br />
Parthenon’un henüz tüm mermeriyle<br />
Siklamen köklerine hayat <strong>ve</strong>rdiği çağ…<br />
Menekşeler;<br />
Güze özgü,<br />
Şafak pembesi,<br />
Şafakla parlamış,<br />
Pembe burunlu, pagan menekşeler ––<br />
Bodur, kurbağamsı yapraklar arasında<br />
Henüz doğmamışların tohumunu saçan<br />
Erekhtheion heykelleri. 46<br />
Taormina<br />
46<br />
Atina, Parthenon Tapınağı’nın girişindeki kadın heykeli biçiminde<br />
sütunlar (karyatidler) kastediliyor. (ç.n.)<br />
112
www.isaretatesi.com<br />
SİVRİSİNEK<br />
Bu numaralar nereden çıktı bayım?<br />
Neden böyle uzun bacaklar üzerinde duruyorsun?<br />
Bu upuzun baldırlar niye, ey çılgın esrime?<br />
Ağırlık merkezini yükseklere uçurabilesin<br />
Ve üzerime konduğunda hava kadar hafif olabilesin diye mi?<br />
Ey hayalet, tenimde ağırlıksızca durabilesin diye mi?<br />
Duydum ki bir kadın Kanatlı Zafer 47 demiş sana<br />
Miskin Venedik’te.<br />
Başını çeviriyorsun kuyruğuna doğru, gülüyorsun buna.<br />
Bunca şeytanlığı nasıl sığdırıyorsun<br />
Cılız, yarı saydam bedenindeki<br />
Hayalet kıymığına?<br />
47<br />
Kanatlı Zafer: Yunan zafer tanrıçası Nike ile özdeşlemiş bir ifade.<br />
Günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenmekte olan M.Ö. 3. yüzyıldan<br />
kalma Semadirek Kanatlı Zafer Heykeli, Helenistik sanatın şaheserlerinden<br />
biri olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />
113
www.isaretatesi.com<br />
İncecik kanatlarınla <strong>ve</strong> uzayan bacaklarınla,<br />
Bir balıkçıl misali, havadaki bir zerre misali süzülüşün<br />
Ne kadar tuhaf ––<br />
Bir hiç âdeta.<br />
Nasıl bir gizem sarıyor seni şu an;<br />
Küçük şeytanî gizemin<br />
Sinsice kol geziyor, zihnimi uyuşturuyor.<br />
Büyülü iğrenç kıymık, işte senin numaran:<br />
Görünmezlik,<br />
Bulunduğun taraftan beni sersemleten uyuşturucu güç.<br />
Ama numaranı biliyorum artık, yanardöner büyücü.<br />
Ne kadar tuhaf ––<br />
Havada eğriler çizerek kol geziyorsun, sakınarak,<br />
Kuşatıyorsun beni, kanatlı hortlak,<br />
Ey Kanatlı Zafer!<br />
Yere konup ince uzun baldırlar üzerinde duruyorsun,<br />
Yan yan bakıyorsun bana, kurnazsın,<br />
Farkettiğimi biliyorsun.<br />
Seni gidi kıymık…<br />
114
www.isaretatesi.com<br />
Sana karşı niyetimi okuyarak<br />
Yana doğru aniden havalanman tiksindiriyor beni.<br />
Pekâlâ, gel, habersizmiş numarası yapalım;<br />
Görelim bakalım bu sinsi kandırmacadan kim galip çıkacak.<br />
Ya insan ya sivrisinek…<br />
Sen benim varlığımdan habersizsin, ben de senin.<br />
Haydi bakalım!<br />
Fakat, ah iğneli iblis,<br />
Aniden nefretle kanımı titretiyor kozun,<br />
Senin o küçük iğrenç kozun:<br />
Kulağımın dibinde çaldığın tiz sesli, küçük, iğrenç borazan!<br />
Bunu neden yapıyorsun?<br />
Kötücül bir taktik olduğu kesin.<br />
Duydum ki yapmadan edemezmişsin.<br />
Eğer öyleyse gerçekten,<br />
Masumları koruyan Tanrı inayetine gü<strong>ve</strong>nmeliyim.<br />
Ama hayret <strong>ve</strong>rici şekilde<br />
115
www.isaretatesi.com<br />
Kulağa bir savaş narası, zafer nidası gibi geliyor sesin<br />
Sen kafa derimi emmeye başladığın an!<br />
Kan, kıpkırmızı kan,<br />
Büyüler ötesi<br />
Yasak iksir.<br />
Seyrediyorum bir anlığına<br />
Unutulmuşluk içinde mest olmanı,<br />
Taze kan emerek<br />
Edepsizce kendinden geçmeni,<br />
Kanımı emmeni.<br />
Nasıl bir sessizlik bu, nasıl da sonu gelmez bir esrime,<br />
İhlâlin edepsizliği içinde<br />
Doymak tıka basa.<br />
Havada ne denli yalpalarsan yalpala<br />
Koruyor seni tiksinç, tüylü narinliğin,<br />
Ölçüsüz hafifliğin;<br />
Elimi öfkeyle savurduğum an<br />
Onun rüzgârıyla sürükleniyorsun.<br />
Alaycı bir zafer şarkısıyla kaçıyorsun,<br />
116
www.isaretatesi.com<br />
Kanatlı kan damlası!<br />
Yakalayamam mı seni?<br />
Fazla mı iyisin benim için, ey Kanatlı Zafer?<br />
Sivrisineklikte sana yetişemem mi sanıyorsun?<br />
Tuhaf! Nasıl da koca bir leke bıraktı emdiğin kanım<br />
Senin silik, zerre kadarlık izinin yanında!<br />
Tuhaf! Nasıl da yitip gittin<br />
Donuk, karanlık bir is karasına!<br />
Siraküza<br />
117
www.isaretatesi.com<br />
BALIK<br />
Balık, ah, balık,<br />
Dünya umurunda değil!<br />
Sular ister kabarıp kaplasın yeryüzünü,<br />
İster kuytu köşelerde durulsun,<br />
Senin için hepsi bir.<br />
Sucul, su altında yaşayan,<br />
Suya batmış,<br />
Dalgalarla ürperen.<br />
Sular çalkalanır,<br />
Sen de çalkalanırsın.<br />
Yıkayan sularla bir olup yıkanırsın,<br />
Derinde kalırsın.<br />
Asla bilmez,<br />
Asla kavramazsın.<br />
Yaşamın bir hassasiyet çalkantısıdır iki yanında boydan boya,<br />
118
www.isaretatesi.com<br />
Bir akıntıdır yüzgeçlerinin ucunda, kuyruğunun sarmalında,<br />
Ipıslak yanıp tutuşan sudur solungaçlarının ızgaralarında;<br />
Ve sucul gözlerindir, sabit.<br />
Yılanlar bile yatar koyun koyuna.<br />
Ama, ah, suda kıpırdayan balık,<br />
Sen ancak sularla koyun koyuna yatarsın,<br />
Budur biricik temasın.<br />
Ne parmaklar, eller, ayaklar, ne dudaklar,<br />
Ne narin bir burun, ne hasret çeken bir bağır,<br />
Ne de şeh<strong>ve</strong>t dolu kasıklar ––<br />
Hiçbiri.<br />
Yalnızca sen <strong>ve</strong> yalın bir unsur,<br />
Kıpırtılı dalga.<br />
Akşam aydınlığında oynaşıp kıpırdayan gümüş pullar.<br />
Kimdir çırılçıplak selleri dölleyen?<br />
Kimdir dalgalardaki ana?<br />
Kimdir bir rahmin içinde yüzen?<br />
Kimdir tutkunu olduğu sularla,<br />
Tümden rahim olan bir unsurla, sessiz sedasız, iç içe yatan?<br />
119
www.isaretatesi.com<br />
–– Yer seviyesinin altında, sudaki balık.<br />
Ekmeğini suya o atsa ne olur? 48<br />
Gümüşsü varlığıyla<br />
Yalın unsurun içinde<br />
Kendisidir o, yalnızca kendisi, o kadar.<br />
Ötesi yok.<br />
Yalnızca kendisi<br />
Ve bir unsur.<br />
Beslenme mi? Elbette!<br />
Suda iştah dolu gözler,<br />
Geçit gibi açılmış bir ağız,<br />
İtip harekete geçiren kuv<strong>ve</strong>tli bir omurga<br />
Ve yutkunan obur bir göbek.<br />
Korku mu?<br />
Korkuya da bilir!<br />
Yuvalarından fırlamış sucul gözler;<br />
48<br />
Eski Ahit, Vaiz, 11:1: “Ekmeğini suya at, çünkü günler sonra onu<br />
bulursun.” Bu, yapılan iyiliklerin boşa gitmeyeceği, Tanrı inayetinden<br />
herkesin nasibini alacağı anlamındaki bir ifadedir. (ç.n.)<br />
120
www.isaretatesi.com<br />
Sanki balık sesiyle<br />
Çığlık atarak ani bir kaçış ––<br />
Çünkü geliyor turna balığı…<br />
Karaltıya karşı<br />
Kuyruğunu kıvrakça çevirip<br />
Şen bir korkuyla kaçı<strong>ve</strong>rir.<br />
Beslenme, korku <strong>ve</strong> yaşama sevinci ––<br />
Eser yok sevgiden.<br />
Ya da tam tersi:<br />
Yaşama sevinci, korku <strong>ve</strong> beslenme,<br />
Eser yok sevgiden.<br />
Suda nasıl bir yaşama sevinci bu böyle!<br />
Suyun içinde, yalın unsurla baş başa,<br />
Usulca ağzını açıp kapamak;<br />
Batmak, çıkmak, sularla uyumak;<br />
Dalgaların içine<br />
Kulağın duyamayacağı nice dalgacıklarla konuşmak;<br />
Solungaçları boğan sellerle nefes almak,<br />
Selle yan yana usulca akan balık kanıyla<br />
Balığa özgü ateşi canlı tutmak;<br />
Yalın unsuru bir sevgiliymişçesine<br />
121
www.isaretatesi.com<br />
Altında duymak;<br />
Kışkırtıcı biçimde<br />
Şıp diye havaya sıçrayıp kaçmak,<br />
Ardından bir şaplakla suya tekrar kavuşmak.<br />
Gene bir olmak!<br />
Balık olmak!<br />
Hiçbir pişmanlık duymaksızın,<br />
Suda balık olmak.<br />
Sevgisiz, ama nasıl da şen şakrak!<br />
Henüz Tanrı ile sevgi bir değilken doğmuş,<br />
Yaşam sevgi nedir bilmezken.<br />
Pek güzel, herkesten erken davranmış.<br />
Kabul, sürü halinde gezer balıklar.<br />
Büyük sürüler halinde akın ederler.<br />
Ama sessiz, temassızdırlar,<br />
Ne bir sözü, coşkuyu, ne de bir öfkeyi paylaşırlar.<br />
Dokunmazlar.<br />
Birarada asılı dururlar, daima birbirinden ayrı;<br />
<strong>Öteki</strong>lerle aynı dalgada her biri sularla bir başına.<br />
122
www.isaretatesi.com<br />
Suda yalnızca bir manyetizma onlar arasında.<br />
Bir defasında bir su yılanı görmüştüm Anapo’da, 49<br />
Kendi kendime, Şuna bak, demiştim,<br />
Başını kaldırmış, bir kuş gibi gidiyor suda!<br />
Kendine özgü; ama o bile ait bu dünyaya…<br />
Ama Zeller Gölü’nde 50 bir teknede oturmuş,<br />
Kabarıp inen sularda<br />
Gelip geçen balıkları seyrederken ––<br />
Soruyorum kendi kendime, bunlar da kim böyle?<br />
Ve tanıyamıyorum 51 onları…<br />
Gri çizgili bir kostüm giymiş, şık yüzgeçleri olan,<br />
Küçük, zayıf bir yavru turna balığı<br />
Aşağıda geziniyor ağır aheste, gözden kaybolmak üzere;<br />
Sanki bir serseri, gidiyor kaldırımın kuytu bir köşesinde…<br />
Ama durun, insan karıştı işin içine!<br />
49<br />
Sicilya’da bir nehir. (ç.n.)<br />
50<br />
Avusturya Alplerinde bir tatlı su gölü; Zell Gölü; Zellersee. (ç.n.)<br />
51<br />
Şair, can alıcı bir seçimle, hem “sahip olmak”, hem de “tanımak”, “kabul<br />
etmek”, “onaylamak” anlamını içeren bir sözcük kullanıyor (own). (ç.n.)<br />
123
www.isaretatesi.com<br />
Daha yakından bakınca,<br />
O durgun, ölgün hareket,<br />
O doğa dışı, tüp gibi gövde, o upuzun, hortlak gibi burun…<br />
Vazgeçiyorum onu yüceltmekten.<br />
Zira bir hata yaptım, tanımıyorum ben onu ––<br />
Sudaki bu kül rengi, tekdüze ruhu;<br />
Balık canlılığı taşıyan,<br />
Gölgeler arasındaki bu yoğun varlığı.<br />
Tanımıyorum onun Tanrısını,<br />
Hayır, onun Tanrısını tanımıyorum.<br />
Yaşamın bizden koparabileceği nihai itiraf da bu olmalı.<br />
Bir defasında, suda belli belirsiz,<br />
Büyük bir turna balığı saldırınca<br />
Küçük balıkların kıymık misali dağıldığını görmüştüm.<br />
Kendi kendime,<br />
Senin bir sınırın var, ey yüreğim, demiştim,<br />
Senin Tanrının bir sınırı var.<br />
Pek ötede duruyor balıklar.<br />
<strong>Öteki</strong> Tanrılar<br />
124
www.isaretatesi.com<br />
Erişebileceğimin ötesindeler…<br />
benim Tanrımın ötesinde tanrılar…<br />
Benim ötemdeler onlar, balıklar.<br />
Varlığımın sınırında durup<br />
Öteye bakıyorum<br />
Ve pek uzakta görüyorum balıkları,<br />
Kıyıdan suyun içine bakıyorum.<br />
Elimde uzun bir oltayla bekledim<br />
Ve sudan aniden altın renkli, yeşilimsi, parlak bir balık çektim;<br />
Oltanın ucunda havaya fırlayıp savruldu,<br />
Başımın üzerinde bir hâle çizdi âdeta.<br />
Açılıp kapanan, suya aç ağzından çıkardım iğneyi,<br />
Ve dehşetle pörtlemiş gözünü gördüm onun,<br />
O altın renkli <strong>ve</strong> kızıl,<br />
Suda paha biçilmez, ayna gibi dümdüz gözü.<br />
Kabarıp duran bir yaşam nabzıyla,<br />
Yapış yapış, elimde çırpındığını duydum.<br />
Ve içim ezildi,<br />
Yerindim: Varlıkların ölçütü ben değilim.<br />
Benim ötemde bu balık.<br />
125
www.isaretatesi.com<br />
Tanrısı benim Tanrımın dışında.<br />
Altın renkli, yeşilimsi, kaygan, saf bir salgı bulaşıyor elime;<br />
Kızıl, altın renkli, ayna göz bakakalıyor <strong>ve</strong> ölüyor;<br />
Ve sucul, parlak hatlar giderek sönükleşiyor.<br />
Bilebileceğimden çok ev<strong>ve</strong>l,<br />
Henüz insan için gün doğmamışken,<br />
Şafağa karşı dünyaya gelmişti o.<br />
Benden pek önce gelmişti.<br />
Ve ben, on parmaklı günışığı canavarı,<br />
Öldürdüm onu.<br />
Altın renkli, kızıl gözleriyle, yeşilimsi saf pırıltılarıyla,<br />
Altın karınlarıyla,<br />
Ve Âdem öncesinden kalma yalnızlıklarıyla,<br />
Sevgisizlikten bile öte sevgisizlikleriyle,<br />
Bembeyaz etleriyle<br />
Balıklar<br />
Bambaşka çemberlerde yol alıyorlar.<br />
Aykırılar.<br />
Su seyyahları.<br />
126
www.isaretatesi.com<br />
Hepsi tek bir unsur onların.<br />
Her biri kendi başına,<br />
Sucul birer varlık.<br />
Kediler <strong>ve</strong> Napolitanlar,<br />
Sülfür sarısı günışığı canavarları ––<br />
Susuzluktan bile öte bir iştah duyar balığa onlar;<br />
Sülfüre doymuş şeh<strong>ve</strong>tlerini bastırmak için<br />
Sucul canlılığı ararlar.<br />
Bense<br />
Yalnızca merak ediyor,<br />
Ama anlayamıyorum.<br />
Balıkları anlayamıyorum.<br />
Başlangıçta <strong>ve</strong> sonda<br />
Balık idi İsa’nın adı… 52<br />
Zell-am-See<br />
52<br />
Balık sembolü, Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren İsa’yı temsil<br />
edecek şekilde kullanılmıştır. Bunun bir nedeni, Yeni Ahit’teki çeşitli<br />
pasajlarda (örn. Matta, 14: 19-21) geçen ifadelerdir; diğer nedeni ise İsa için<br />
kullanılan “İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı” (Iesous Christos, Theou Yios,<br />
Soter) ifadesinin baş harflerinin, Yunanca “balık” sözcüğüne (ichthys)<br />
karşılık gelen bir monogram oluşturmasıdır. Ayrıca “balık”, çeşitli pagan<br />
inanışlarında da önemli bir sembol olarak karşımıza çıkar. (ç.n.)<br />
127
www.isaretatesi.com<br />
YILAN<br />
Sıcak, sımsıcak bir gündü,<br />
Altımda pijama, su içecektim,<br />
Bahçemdeki yalağa bir yılan geldi.<br />
Keçiboynuzu ağacının tuhaf kokulu derin gölgesinde<br />
Suya indim merdi<strong>ve</strong>nlerden, elimde bir testi,<br />
Beklemeliydim, durup beklemeli, beklemeli,<br />
Zira benden önce yalağa o, yılan geldi.<br />
Gölgede kerpiç sıvadaki bir yarıktan sarkarak,<br />
Yumuşak karnını, sarılı kah<strong>ve</strong>rengili gevşek gövdesini<br />
Taş yalağın köşesine doğru saldı,<br />
Ve boğazını taşın kenarına dayayarak,<br />
Düpdüzgün ağzıyla,<br />
Çeşmenin damladığı yerdeki berrak suyu yudumladı,<br />
Ve düpdüzgün diş etlerinin arasından<br />
Gevşek upuzun bedenine doğru<br />
Suyu usulca, sessizce emdi.<br />
128
www.isaretatesi.com<br />
Yalağa benden önce başka biri gelmişti<br />
Ve ben, sonradan gelen, bekliyordum.<br />
Başını sudan kaldırdı<br />
Tıpkı sığırların yaptığı gibi;<br />
Ve tıpkı su içen bir sığırın yaptığı gibi<br />
Dalgın dalgın baktı;<br />
Çatallı dilini ağzında gezdirip bir an duraksadı;<br />
Ve eğildi gene, biraz daha yudumladı;<br />
Sicilya’nın temmuz gününde Etna’nın dumanı tüterken,<br />
Renkleri yerin yanan karnından<br />
Toprak rengi, altın gibi toprak sarısıydı.<br />
Aldığım terbiye bana<br />
Öldür onu dedi,<br />
Zira Sicilya’da<br />
Siyah yılanlar zararsız, altın sarısı olanlar zehirliydi.<br />
Erkeksen bir sopa alırsın eline, vurursun yılana, işini bitirirsin<br />
Diyordu içimdeki sesler…<br />
Fakat itiraf etmeliyim, pek sevmiştim onu.<br />
Sessiz bir konuk gibi<br />
Suyunu içmek <strong>ve</strong> yerin yanan karnına doğru<br />
129
www.isaretatesi.com<br />
Sakin <strong>ve</strong> huzurlu, bir teşekkür bile etmeden inmek üzere<br />
Yalağıma gelmiş olmasından<br />
Kıvanç duymuştum.<br />
Onu öldürmeye kalkışmadım diye korkak mıyım?<br />
Onunla konuşmak istedim diye sapkın mıyım?<br />
Onurlanmış hissettim diye aşağılık mıyım?<br />
Onurlandırıldım.<br />
Gene de susmadı sesler:<br />
Öldürürdün onu eğer korkmasaydın!<br />
Korkuyordum sahiden, hem de dehşet içindeydim,<br />
Ama tam da o yüzden<br />
Esrarengiz toprağın karanlık kapısından gelerek<br />
Misafirim oldu diye, daha da gururluydum.<br />
Kana kana içti,<br />
Ve sarhoşlamışçasına, hülyalı hülyalı kaldırdı başını;<br />
Dudaklarını yalarmışçasına,<br />
Çatallı kapkara bir gece gibi şapırdattı dilini havada;<br />
Ve bir tanrıymışçasına,<br />
Görmüyormuş gibi baktı boşluğa;<br />
Başını usulca çevirdi,<br />
130
www.isaretatesi.com<br />
Usulca, pek usulca, âdeta kat kat düşler içinde<br />
Ağır ağır kıvırarak upuzun bedenini,<br />
Dönüp yeniden duvardaki yarığa doğru tırmanmaya yeltendi.<br />
Ve başını o korkunç deliğe sokup<br />
Yılansı bir rahatlık içinde omuzlarını oynatarak<br />
Kendini yukarı doğru çektiği<br />
Ve içeri doğru girdiği sırada,<br />
Bir tür dehşet,<br />
Onun kendini o tiksinç deliğin içine doğru çekmesine,<br />
Bile bile o karanlığın içine girerek<br />
Kendini içeriye doğru çekmesine karşı<br />
Bir tür isyan<br />
Teslim aldı beni,<br />
O bana sırtını döndüğü an.<br />
Etrafıma baktım, testimi elimden bıraktım,<br />
Kocaman bir odun kapıp<br />
Yalağa doğru<br />
Bir tangırtı kopararak fırlattım.<br />
Sanırım onu vuramadım;<br />
Ama dışarıda kalan kısmı<br />
Yakışıksız bir telaşla aniden kasılıp şimşek misali bükülerek<br />
131
www.isaretatesi.com<br />
Kapkara delikten içeri doğru kaçtı,<br />
Duvar yüzeyindeki toprak dudaklı yarıkta yiti<strong>ve</strong>rdi.<br />
Durgun, sımsıcak öğle vakti<br />
Hayretler içinde bakakaldım arkasından.<br />
Ve hemen pişman oldum yaptığıma.<br />
Nasıl da bayağı, adi, aşağılık bir davranıştı!<br />
Tiksindim kendimden,<br />
İçimdeki mide bulandırıcı insani terbiye seslerinden.<br />
Ve albatrosu hatırladım, 53<br />
Yılanım geri gelsin diye yalvardım.<br />
Zira o gene bir kral gibi göründü bana,<br />
Sürgündeki bir kral, yeraltında tacını kaybetmiş, 54<br />
Şimdi yeniden taçlanacak olan.<br />
Yaşamın efendilerinden biriydi o,<br />
Fakat ben fırsatı kaçırdım.<br />
53<br />
Şair, Coleridge’in başyapıtı İhtiyar Denizcinin Şarkısı’nda denizcinin<br />
öldürdüğüne bin pişman olduğu albatrosu anıyor. (ç.n.)<br />
54<br />
Mitolojide yılan hem Zeus’la, hem Pan’la, hem de Typhon’la<br />
özdeşleştirilir. Zeus, Persephone’yi (bu şiirin yazıldığı) Sicilya’da<br />
döllemiştir; “tüm canavarların babası” Typhon ise tıpkı ateş <strong>ve</strong> yanardağ<br />
tanrısı nalbant Vulcanus gibi, Etna Dağı’nın altında yaşar. (ç.n.)<br />
132
www.isaretatesi.com<br />
Ve kefaretini ödeyeceğim şimdi<br />
Bayağılığımın.<br />
Taormina<br />
133
www.isaretatesi.com<br />
BABA HİNDİ<br />
Sen, fırfırlı kara çiçek.<br />
Sen, ışıltılı karanlık rüzgâr.<br />
Sendeki o sana özgü ihtişam…<br />
Karanlık <strong>ve</strong> pırıltılı,<br />
Derili <strong>ve</strong> tiksinç,<br />
Gelincik gibi parlak:<br />
Budur benim hayretler içinde<br />
En büyük hayranlığımı uyandıran ihtişam.<br />
Gizemli, anlaşılmaz ilkelliğinle,<br />
Bir Kızılderili gibi<br />
Esrarengiz biçimde kaba, aykırı hallerinle<br />
Sayısız asırların parlak, kapkara tohumusun sanki.<br />
Gerdanın, 55<br />
Ateş gibi kızılken soğumaya başlamış çelik cürufu renginde,<br />
55<br />
Hindinin boyun kısmındaki, “sakal” olarak da bilinen deri uzantıları<br />
kastediliyor. (ç.n.)<br />
134
www.isaretatesi.com<br />
Sanki pasparlak, pul pul oksitlenmiş bir gök mavi.<br />
Neden böyle bir gerdanın, ibikli kel bir başın var?<br />
Anlaşılması olanaksız bir kibirle<br />
Ne diye pörtletiyorsun o sabit, çırılçıplak gözünü?<br />
Keldir akbaba, hem de tiksinç bir biçimde; kondor da öyle;<br />
Ama bu oksitlenmiş gök mavisi, ateş gibi kızıl renkli<br />
Harika başlığı yalnızca sen sarınmışsın üzerine.<br />
Mavi <strong>ve</strong> parlak kırmızı renkli, tuhaf, paçavra gibi bir şal bu;<br />
Oysa tavus kuşunun başında bir taç.<br />
Soruyorum, acaba neden diye.<br />
Esrarengiz bir çeşit süs seninki belki de,<br />
sarkık deriden bir örtü.<br />
Belki de tüm bu gösteriş içinde<br />
Senin kaba bir zıtlıkla kendini dayatışın.<br />
Bir şal gibi göğsüne sarkıyor gerdanın,<br />
Ve başlığının ucu nahoşça kaplıyor burnunu.<br />
Belki de ham bir malzemedir bu ––<br />
Sen yaratılış fırınından çıktığında<br />
Üzerine yapışıp kalmış bir miktar cüruf.<br />
135
www.isaretatesi.com<br />
Ya da, belki de, bir boğanın<br />
Güm güm atan haşmetli bir gövdeyi dengelemek için<br />
Sarkaç gibi sarkan gerdanına<br />
Benziyor senin gerdanın ––<br />
Dengede duran koskoca bir yaşamın dışarı doğru taşmışlığı.<br />
Gelgelelim, eriyerek bütünleşmeyen,<br />
Ham, katışıklı bir yaşamdır seninki.<br />
Büzüyorsun kendini,<br />
Yay gibi kabartıyorsun sırtını,<br />
Omurganı kasıp titriyorsun içten içe,<br />
Ve arkaya değecek gibi oluyor örtülü başın,<br />
Kalkık kuyruğunun köklerine değecek gibi oluyor.<br />
Sen kendini kastığında,<br />
Geriye doğru kıvrılan tek bir yoğun ürperiş<br />
Teslim alıyor seni,<br />
Kutuplarını birbirine yaklaştıran güçlü bir mıknatıs gibi.<br />
Senin ibikli kafanın o yakıcı, parlak, artı kutbu!<br />
Ve eksi kutbun karanlığından,<br />
Dairevi bir çizgi oluşturan güneş gibi yuvarlak kuyruğunun<br />
Birdenbire fırlayışı!<br />
136
www.isaretatesi.com<br />
O sırada ikisi arasında, sırtının gergin yayı boyunca<br />
Şiddetli patlamalarla manyetik akımların sıçrayışı;<br />
Parlak, kapkara tüylerinin şişkin bir zırh gibi kabarışı,<br />
Sanki fırtına rüzgârlarıyla, yahut bir su akıntısıyla sarsılışı.<br />
Senin o pek keskin, duyular ötesi kibrin<br />
Derili başlığını titretiyor başında <strong>ve</strong> boynunda,<br />
Sen kendini hırsla kastığında.<br />
İradede öyle bir gerilimin dışavurumudur ki bu,<br />
Ne Zaman onaylamaya razı olmuştur onu,<br />
Ne de ne yaparsa yapsın<br />
Sonsuzluk boyun eğdirebilmiştir ona.<br />
Yaşamın terbiye edemediği ham bir Amerikan iradesi bu,<br />
Sen ki iradeyle kasılmış, aksi bir kuşsun divane bakışlı.<br />
Tavus kuşu bronz tüylerini havaya dikip<br />
Masmavi bir ihtişamla kasıla kasıla gelir Uzak Doğu’dan.<br />
Ama bir de hindinin yerde şişinip kurumlanışına,<br />
Kabarık kanatlarını<br />
Vahşilerin gepgeniş, kas<strong>ve</strong>tli, uğursuz davullarla ritim tutması<br />
misali<br />
Pat pat vuruşuna bakın.<br />
Tıpkı piramitli Meksika’da kurban töreni sırasında<br />
137
www.isaretatesi.com<br />
Huichilobos’un 56 kocaman davulunun o ağır, iç karartıcı sesi…<br />
Davulun gümbürtüsü –– <strong>ve</strong> hindinin hücum edişi,<br />
Ani, şeytanî bir ataklık, kabarmış tüyler,<br />
Ve bronz parıltılarıyla binbir taç yaprak,<br />
Her biri ötekilerden ayrı <strong>ve</strong> yerli yerinde.<br />
Her bir teleğin ucundaki zarif çizgilerden oluşan<br />
O incecik, pek narin kavis…<br />
Ne var ki, birdenbire çınlayan bronz rüzgâr çanı,<br />
Ve aşırı kibirden deliliğe kayan bir göz.<br />
Ey, baba hindi!<br />
Gelecek şafağın kuşu yoksa sen misin?<br />
Tavus kuşu, devri geçti de<br />
Boşuna mı bağırıyor cırtlak bir sesle, güneşin doğması için?<br />
Kartal, gü<strong>ve</strong>rcin, çiftlik horozu boşuna mı yırtınıyor<br />
Ertesi günü doğurmak için?<br />
Yoksa bizi mi bekliyorsun Batı’da, ey gerdanlı baba?<br />
Haykırışın yetecek mi buna?<br />
Yoksa çarmıhın dibinde<br />
Yitik Amerikalı’nın kayıp izlerinin peşine mi düşmek gerek?<br />
Yahut ilkel Kızılderili inadını,<br />
56<br />
Aztekler’in başlıca güneş, savaş <strong>ve</strong> kurban tanrısı; Huitzilopochtli. Aztek<br />
başkenti Tenochtitlan’ın da koruyucu tanrısıydı. (ç.n.)<br />
138
www.isaretatesi.com<br />
Onun yoğun, insan ötesi kararlılığını<br />
Ve horgörüsünü, donukluğunu, ataklığını takınıp<br />
Yeni günü zorla mı doğurmak?<br />
Doğu yürürlükten kalkmış, Avrupa can çekişiyor…<br />
Öyle mi gerçekten?<br />
Kuş tüyleriyle parlayan kas<strong>ve</strong>tli, ölü<br />
Amerikan yerlileri, Aztekler,<br />
Kanlı kurban törenlerinin uğursuz ihtişamıyla,<br />
Yarı tanrı, yarı şeytan,<br />
Şafağın karşısında baba hindinin çığlığını mı bekliyorlar?<br />
Yahut senin<br />
Eriyip katışıksızlaşana dek<br />
Bir kere daha mı ateşten geçmen gerek,<br />
Ey cüruf gerdanlı baba hindi,<br />
Fırfırlı yaka?<br />
Fiesole<br />
139
www.isaretatesi.com<br />
SİNEK KUŞU<br />
Hayal edebiliyorum,<br />
İlkel bir çağın dilsizliği içinde<br />
pek uzak, bambaşka bir dünyada,<br />
Yalnızca ıhlayıp hımlayan müthiş bir sükûnetin ortasında,<br />
Sinek kuşları 57 uçuşurdu yollarda.<br />
Henüz ruhu yokken hiçbir şeyin,<br />
Yarı canlı yarı cansız<br />
Maddenin kabarmasından ibaretken yaşam,<br />
Koparak düştü bu minik kıymık ihtişam içinde,<br />
Ve pır pır uçtu<br />
Durgun, devasa, etli yapraklar arasında.<br />
Sanıyorum o zaman çiçekler yoktu daha,<br />
Yaratılıştan bir adım ileride<br />
57<br />
Sinek kuşu, kuş familyasının en küçük boyutlu üyelerindendir;<br />
büyüklüğü ancak iri bir sinek kadardır. Çok hızlı kanat çırpan <strong>ve</strong> bu sayede<br />
havada asılı durabilen, oynak bir kuştur. Kanatlarının çıkardığı sesten<br />
dolayı, İngilizce’de hummingbird (“hımlayan kuş” <strong>ve</strong>ya “vınlayan kuş”)<br />
olarak bilinir. (ç.n.)<br />
140
www.isaretatesi.com<br />
Şimşek gibi parladı sinek kuşu o dünyada.<br />
Ve durgun bitki damarlarını didikledi uzun gagasıyla.<br />
Büyüktü herhalde,<br />
Yosunlar <strong>ve</strong> küçük kertenkeleler için<br />
Bir zamanlar büyüktüler derler ya…<br />
Amansızca gagalayan korkunç bir yaratıktı belki de.<br />
Ne talihliyiz ki<br />
Zamanın upuzun teleskopunun<br />
Ters tarafından bakıyoruz biz ona!<br />
Española, New Mexico<br />
141
www.isaretatesi.com<br />
NEW MEXICO’DA BİR KARTAL<br />
Güneşe dönük, güneybatıya dönük<br />
Bir göğüs, kavruk.<br />
Kavruk bir göğüs, güneşe karşı durmuş,<br />
Sanki bir yanıt, sert bir yanıt.<br />
Kül rengi adaçayı çölünde<br />
Bodur bir sedir çalısının tepesinde<br />
Bir kartal,<br />
Güneşin kavrukluğunu yansıtıyor göğsünden.<br />
Bir kartal,<br />
Orağı kapkara sarkıyor yukarıdan.<br />
Kavruk <strong>ve</strong> rengi soluk,<br />
Dikelmiş sedir çalısından;<br />
Dikelmiş, içine tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />
Tüylerle donanmış bir kartal,<br />
Kavruk beyaz tüylerle, yanık kopkoyu tüylerle,<br />
Hem de ateş kızılı tüylerle;<br />
Ve haddinden fazla savrulmuş bir orak, sarkıyor yukarıdan.<br />
142
www.isaretatesi.com<br />
Ey güneşe göğüs geren, aynı anda hem sağa hem sola bakan,<br />
Ey maskeli, esmer çehreli,<br />
Gözlerinin arası demirden, orak maskeli,<br />
Ey tüylerle donanmış, vahşi pençeli!<br />
Dikelmişsin, içine kaskatı tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />
Güneşe iki gözünle birden bakmazsın.<br />
Bir tek kavruk geniş göğsünün iç gözü<br />
Bakar güneşe doğrudan.<br />
Soluk renkli kavruk göğsün hariç<br />
Karasın sen;<br />
Ve kavruk göğsüne doğru<br />
Yukarıdan silah sertliğiyle kıvrılarak<br />
Âdeta yararcasına inen karalığın<br />
Demokles’in kılıcı gibidir,<br />
Ey gagalı kartal!<br />
Öyle çok defa kana bandın<br />
O kapkara, silah gibi suratını,<br />
Kana susamış kuş, demire iyice su <strong>ve</strong>rdin.<br />
Ah, Amerikan kartalı,<br />
143
www.isaretatesi.com<br />
Neden böyle inatla güneşe karşı durdun?<br />
Sanki eski, çok eski bir hıncın var ulu güneşe,<br />
Ya da eski, çok eski bir bağlılığın var ona.<br />
Dumanlı kıpkırmızı kalbi söküp aldığında<br />
Tavşandan <strong>ve</strong>ya şen bir kuştan,<br />
Güneşe doğru mu tutarsın onu<br />
Kıpkırmızı insan kalbini havaya kaldıran<br />
Aztek rahipleri misali?<br />
Ey ihtiyar kartal,<br />
Amerika’da güneş<br />
Kandan tüten buharı mı ister hâlâ?<br />
New Mexico’da güneş<br />
Gökte vahşi bir avcı kuş gibi<br />
Kanatlarını mı açıp süzülür?<br />
Kan için çığlık mı atar yoksa?<br />
Havada süzülen kana susamış bir kuş misali<br />
Çayırlar üzerinde<br />
Gepgeniş kanatlar mı açar?<br />
Ey ulu kartal,<br />
144
www.isaretatesi.com<br />
Kızılderililerin olmak istediği güneş rahibi sen misin yoksa?<br />
Bir kan dökücülük bağı mı var güneşle aranızda?<br />
Yoksa senin anakaran<br />
Buzul çağından bu yana soğuk kaldı da,<br />
Ondan mı öfkelidir güneş bunca?<br />
Yoksa anakaranda<br />
Kan henüz sürüngen kanıdır da,<br />
Güneş tamah mı ediyor ona?<br />
Boyun eğmiyorum sana,<br />
Kıskaç suratlı kocaman kartal!<br />
Ne sana ne de senin o kana susamış güneşine ––<br />
O ki kan emer<br />
Ve asabi bir halk bırakır geriye.<br />
Uç git, kocaman kapkara sırtlı koskoca kuş!<br />
Kuyruğunda ateş kızılıyla,<br />
Kapkara olan karanlığınla, usulca uç git,<br />
Ey gökler kartalı!<br />
<strong>İnsanlar</strong> kalplerindeki canla<br />
Sonunda gökteki güneşi bile<br />
Boyunduruğa vurup yola getirirler.<br />
145
www.isaretatesi.com<br />
Ey güneşe doğrudan bakan<br />
Ağır kapkara gagalı ulu kuş,<br />
Gün gelir seni de kurban getirme görevinden azlederler!<br />
Taos<br />
146
www.isaretatesi.com<br />
MAVİ ALAKARGA<br />
Karda kulübenin etrafından<br />
Mavi alakarga geliyor başında sorgucuyla.<br />
Her şeye sırtını dönerek,<br />
Mavi bir metal parçası gibi koşuyor karda.<br />
Kulübenin üzerinde kaba bir duman sütunu gibi<br />
Yükselen kocaman çam ağacından<br />
Tiz bir kahkaha duyuluyor,<br />
Küçük kara köpeğimle ikimiz yaklaştığımız sırada;<br />
Küçük kara kancık<br />
Karda bacaklarını ayırarak duruyor,<br />
Bir parça endişeyle başını kaldırıp, sorgulayarak,<br />
Duman sütununa bakıyor.<br />
Ağaçtan ciiiik! diye bir sataşma duyuluyor.<br />
Ah, Bibbles,<br />
Gülünç, kalkık burnunun çentiğinde bir tutam karla gezen<br />
Küçük kara kancık,<br />
Bana niye bakıyorsun?<br />
147
www.isaretatesi.com<br />
Böyle endişeli, niye bana bakıyorsun?<br />
Bize gülüyor mavi alakarga.<br />
Bibs, mavi alakarga bizimle alay ediyor.<br />
Kar yağdığından beri her gün<br />
Mavi alakarga kulübenin etrafını turluyor;<br />
Pek meşgul, çeri çöpü didikliyor;<br />
Herkese sırtını dönerek<br />
Karda siyah uçlu gür sorgucuyla bir görünüp bir kayboluyor;<br />
Sanki belli belirsiz bize sesleniyor:<br />
Ey meraklı ahali, umurumda değilsiniz hiçbiriniz.<br />
Seni asit mavisi metalik kuş,<br />
Seni asi sorguçlu tombul kuş,<br />
Kimsin sen?<br />
Bu kabadayı hallerinle, kime patronluk taslıyorsun sen?<br />
Seni göztaşı rengi, masmavi kuş seni!<br />
Lobo, New Mexico<br />
148
www.isaretatesi.com<br />
EŞEK<br />
Sicilya alacakaranlığında,<br />
Uzun uzun anırıyor eşek ––<br />
Tüm kısraklar ölü!<br />
Ölü tüm kısraklar!<br />
Aa-ii!<br />
Aaa-iiii!<br />
Aa-ii-ii-iii!!<br />
Yürek dayanmaz, ah!<br />
Yürek dayanmaz!<br />
Ah, yürek dayanmaz!<br />
Ahhh ––<br />
Bir tane kalmış geriye!<br />
Tek bir tane!<br />
Bir tane!<br />
Bir tane... kalmış… geriye...<br />
Sancılı bir yatışmayla hırıl hırıl sonlanıyor.<br />
149
www.isaretatesi.com<br />
Böyledir eşeğin anırmasına özgün Arap yorumu. 58<br />
Araplar bilir doğrusunu.<br />
Fakat onun âdeta pirinç çalgı tınısıyla attığı uğultulu nara<br />
Sicilya alacakaranlığında yankılandığında,<br />
Emin olamıyorum tam da…<br />
Kocaman, tüylü bir kafası var,<br />
Büyük mahzun gözleri,<br />
Düşük, takatsiz bir kıçı,<br />
Küçük toynakları.<br />
Canım benim!<br />
Nasıl da eşek!<br />
İçinde nasıl bir düğüm!<br />
Unutamadığı bir şey var, hayıflandığı.<br />
Orası kesin.<br />
Tatar bozkırları, 59<br />
58<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın Deniz <strong>ve</strong> Sardinya Adası (Sea and Sardinia) yapıtında şöyle bir<br />
pasaj geçer: “Eşeğin uzun uzun, pek mahzun, inleye hıçkıra anırması:<br />
‘Ölüdür tüm dişiler, ah, tüm dişiler – aah! – iiih! – ahh! – iiih! Yalnızca biri<br />
sağ…’ Ve sonra teskin olup sancılı bir hırıltıyla susar. Araplar eşeğin<br />
aslında böyle feryat ederek anırdığını söylerler.” (ç.n.)<br />
59<br />
Orta Asya bozkırları kastediliyor. (ç.n.)<br />
150
www.isaretatesi.com<br />
Ve dişlerindeki rüzgâr biraz,<br />
Ve noli me tangere. 60<br />
Sonra, rüzgârı yardığında dişleriyle,<br />
Kurtları çiğneyip tepelediğinde,<br />
Ve bir engelin üzerinden vahşice atlarmışçasına<br />
Kısraklarının tepesine çıktığında, güneşe güldüğünde...<br />
Eyvah, nasıl olduysa oldu,<br />
Âşık oldu, satıldı pazarda!<br />
Düştü aşkın cenderesine,<br />
Zavallı eşek, tıpkı erkek gibi hep cenderede,<br />
İkisi birbirine benzer bu meselede.<br />
Ruhu tümden erkeklik uzvunda,<br />
Ve kafası davul gibi, arzunun bilinciyle, utançla.<br />
Aşka tutulan ilk hayvandı eşek;<br />
Engelleri, kısrak engellerini<br />
Bir bir aşan gururdan,<br />
Aşka,<br />
60<br />
“Bana dokunma.” (Lat.) İsa’nın kutsal dirilişten sonra Mecdelli Meryem’e<br />
sözleri (Yuhanna 20:17). (ç.n.)<br />
151
www.isaretatesi.com<br />
Kısrak amacına vardı, şeh<strong>ve</strong>tin bilgisine battı.<br />
Bundandır İsa’nın Kudüs’e onun sırtında Görkemli Girişi. 61<br />
Bundandır onun güzelim gözleri.<br />
Bundandır onun arzuyla kara kara düşünen hantal kafası,<br />
İsa misali düşüşü <strong>ve</strong> sırtında semeri.<br />
Bundan gösterir kocaman eşek dişlerini<br />
Ve bir feryatla ulur ki<br />
Doyumsuz arzudur bir yarısı,<br />
Tesellisiz utançtır diğer yarısı.<br />
Bundandır kapkara çarmıh, onun omuzlarında. 62<br />
Araplar doğru ama eksik söylemişler,<br />
Ebedî arzuyla ebedî bir ağıttır anırma.<br />
Bakın nasıl da başını öne eğmiş<br />
61<br />
İsa’nın çilesinin başlangıcı sayılan, “Kudüs’e Görkemli Giriş”<br />
kastediliyor. İsa, Zeytin Dağı’ndan iner <strong>ve</strong> yanında kalabalık bir kitleyle,<br />
büyük bir coşkuyla, eşek (sıpa) sırtında Kudüs’e girer. Bunu “Veda<br />
Yemeği”, “Getsemani Bahçesi’nde Dua” <strong>ve</strong> “Çarmıha Gerilme” izler. Bkz.<br />
İncil, Matta 21:7, Luka 19:30-39, Yuhanna 12:14 <strong>ve</strong> Zekeriya 9:9. (ç.n.)<br />
62<br />
Hıristiyan anlatılarına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında eşek<br />
onun yanından ayrılmaz <strong>ve</strong> sırtına çarmıhın gölgesi düşer. Gerçekten de<br />
eşeklerin sırtında yukarıdan bakıldığında görülebilen, hayvanın omuzları<br />
<strong>ve</strong> sırtı boyunca uzanan, haç şeklinde, siyah bir iz bulunur. (ç.n.)<br />
152
www.isaretatesi.com<br />
Duruyor Porta Cappuccini’nin 63 yanında<br />
Asinello, Ciuco, Somaro; 64<br />
Buğulu, güzelim gözleriyle,<br />
Dalgın ama ayık bir yüzle,<br />
Bir kaya parçası gibi hareketsiz.<br />
Gorgon’un başını gördü de taşa mı döndü?<br />
Yazık! Aşk 65 yapmıştır.<br />
Eşşektir şimdi, merkeptir, karakaçandır, eşşek oğlu eşşektir,<br />
Sahibi sırtına yükleri <strong>ve</strong>rir de <strong>ve</strong>rir.<br />
Burnundan bağlı Porta Cappuccini’nin yanında.<br />
Ve içeriden bir başka düğümle bağlı,<br />
İki arzu arasında kördüğüm ––<br />
Güneşe doğru sıçrayarak<br />
Kısrak engellerini erkekçe bir bir aşmak;<br />
Ve sonunda kabına sığmayan koskoca bir sıçrayışla, erkekçe,<br />
Bir kısrağın amacına sıçramak.<br />
Olan olmuş.<br />
Her kuşun eti yenmez.<br />
63<br />
Sicilya, Taormina’da tarihi kent kapılarından biri. (ç.n.)<br />
64<br />
Asinello, Ciuco, Somaro: Üçü de İtalyanca’da “eşek” anlamına gelir. (ç.n.)<br />
65<br />
Şair, aşk anlamına gelen sözcüğü büyük harfle yazdığına göre, belli ki aşk<br />
tanrıları Eros’u <strong>ve</strong> Cupid’i ima ediyor (Lo<strong>ve</strong>). (ç.n.)<br />
153
www.isaretatesi.com<br />
Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />
İçindeki ıstırap dalgasıyla sarsılırken benliğinin kayası,<br />
Gösteriyor upuzun eşek dişlerini,<br />
geri yatırıyor eşek kulaklarını,<br />
Uzatıyor eşek boynunu<br />
Ve kıyametler koparıyor hınç dolu havada.<br />
E<strong>ve</strong>t, bu bir açmaz.<br />
Sırtına İsa bindi onun: ilk yük hayvanının sırtındaki ilk yük.<br />
Sevgi, uysal bir eşeğin sırtında.<br />
Hikâye böyle başladı.<br />
Ama eşek unutmaz asla.<br />
At dediğin beygirdir, unutur gider.<br />
<strong>İnsanlar</strong> da enenmiş, tiridi çıkmış beygirlerdir,<br />
Hiç hatırlamazlar.<br />
Ama ilkel bir mahluktur eşek,<br />
Asla unutmaz.<br />
Tatar bozkırları;<br />
Ve uysal bir sıpanın sırtında İsa: kısraklar:<br />
154
www.isaretatesi.com<br />
Mısır’a kaçan Meryem: Yusuf’un değneği. 66<br />
Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />
Tüm kısraklar ölü!<br />
Ben ölüyüm ya da!<br />
Birimiz, ya da her ikimiz,<br />
Bilmiyooo-ruum ama! Ouuuu!<br />
Hangisi?<br />
Bilemiyooo-ruum<br />
Ha-ha-ha-haangisiii!<br />
Haangisiii!<br />
Taormina<br />
66<br />
Aziz Yusuf, Bakire Meryem’in kocası <strong>ve</strong> İsa’nın dünyevi babasıdır. Kral<br />
Hirodes’in oğlan çocuklarını öldüreceğini haber alan Meryem <strong>ve</strong> Yusuf,<br />
çocuk İsa’yı yanlarına alarak Mısır’a kaçarlar. Dinî tasvirlerde Meryem eşek<br />
sırtında resmedilir. Yusuf ile Meryem’in evlendirilmeleri, Yusuf’un<br />
tapınağa Meryem için sunduğu değneğin çiçek açması sayesinde olmuştur.<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın, Meryem <strong>ve</strong> Yusuf’un Mısır’a göç hîkayesini farklı bir biçimde<br />
yorumladığı “İnatçı Bir Kadının Baladı” (Ballad of a Wilful Woman) adlı bir<br />
şiiri vardır. (ç.n.)<br />
155
www.isaretatesi.com<br />
TEKE<br />
Bakın şunun basık, kapkara burnuna,<br />
Balinanın hava delikleri gibi yamyassı.<br />
Sanki geriye, kuyruğunun köküne dönük burun delikleri.<br />
Sürünün içinde usulca harekete geçiyor,<br />
Dişiler arasından kendine bir gemi gibi azimle yol açıyor,<br />
Ağır, kokuşmuş bir yük taşıyarak<br />
Küçük gemiler arasından ilerliyor,<br />
––İhtiyar baba!––<br />
Küçük bir kapı aralanır diye<br />
Daima ileriyi, keçilerin arkasını kokluyor,<br />
Sıkça içeriye girse de hedefine bir türlü varamadan<br />
Yoluna devam ediyor:<br />
Büyük bir gemi misali<br />
Pruvasını küçük gemilerin üzerine bindiriyor,<br />
Sonra dönüp yeniden dümeni kırıyor<br />
Ve dişi gemilerin peşinde<br />
Asla, ama asla yolun sonuna varamıyor.<br />
156
www.isaretatesi.com<br />
İncecik yarıklardan bakan sapsarı gözler ––<br />
Biz pörtlek gözlüler için nasıl da anlaşılmaz.<br />
Fakat sizin de alnınızda kapkara bir duvar olsaydı,<br />
Ve o duvarın üzerinde<br />
Bir dağ sırtının ucundaki<br />
sipsivri bir kayalık dağ misali boy atmış<br />
Bronzdan, sarmal boynuzlarınız olsaydı,<br />
Ve sinirleriniz sizi o duvara doğru zorlasaydı ikide bir,<br />
Hele bir de<br />
İğne deliği kadarlık bir uzantı çıkıyor olsaydı bir tarafınızdan,<br />
Ama onu görmek isteyip de bir türlü göremiyor olsaydınız,<br />
Böyle gözleriniz olurdu herhalde.<br />
Bazen irkiliyor birdenbire<br />
Ve dövüşmek, meydan okumak,<br />
tos vurmak için yüzünü dönüyor.<br />
O an kapkara bir tüy bulutunun içinde<br />
Fırtına şimşeğini andıran bir yarıktan bakan gözüyle<br />
Anlıyorsunuz onun bir tanrı olduğunu.<br />
Ayağını pek heybetli basıyor yere,<br />
Öbür ayağını aniden balyoz gibi<br />
Yere pek yaman vurarak<br />
Ortalığı sarsıyor:<br />
157
www.isaretatesi.com<br />
Buradayım!<br />
Ve birden başını eğiyor,<br />
Boynuz <strong>ve</strong> kemik sarmalını<br />
Patlamaya hazır bir patlamaya doğru evriltiyor ağır ağır,<br />
Yıldırımsavara benzeyen<br />
Kabarık kuyruğunun kökünden güç alırmışçasına,<br />
Omurgası bir çığlıkla boydan boya sarsılırmışçasına fırlıyor,<br />
Göklerden topladığı ilâhi bir hiddetle<br />
Darbeye, çarpışmaya, vuruşmaya doğru atılıyor.<br />
Onun eski, büyük bir tutkusudur bu ––<br />
Keçilerin soluduğu yavan, kas<strong>ve</strong>tli havadan<br />
Büyük bir hiddet toplamak<br />
Ve boynuzlar boynuzlarla çarpıştıkça<br />
O hiddeti hasmının kafasına çalmak,<br />
Vura vura birbirinin azmini sınamak,<br />
Amansız çekiç darbeleriyle dö<strong>ve</strong>rcesine<br />
Keçinin tanrılığını yontmak.<br />
Örste dövülür demir;<br />
Fakat keçideki tanrılığa şekil <strong>ve</strong>rme işinde<br />
Keçinin örsü <strong>ve</strong> çekici diğer keçidir.<br />
Ama hasmını ondan aldılar<br />
158
www.isaretatesi.com<br />
Ve bir başına kaldı şeh<strong>ve</strong>tiyle;<br />
Burun delikleri arkaya dönük, kendini kokluyor,<br />
Yarıktan bakan gözüyle<br />
Kendi zavallı iğne deliğini,<br />
O daima ipliksiz kalan deliği görmeye çabalıyor.<br />
Hasmımızı bizden aldıklarında <strong>ve</strong> dövüşemediğimizde<br />
Böyledir hep.<br />
Hayır, boğa gibi babacan değil o,<br />
Şu kanı kaynayan iri yarı tanrı gibi değil;<br />
Keçi, bir bencil; yalnızca kendini düşünüyor;<br />
Kötü niyetlerle dolu, aşırı kibirli;<br />
Şeytan misali en yüksek zir<strong>ve</strong>de boy göstererek<br />
Dünyaya tepeden bakmak istiyor.<br />
Aşka gelince…<br />
Kıpkızıl, çakmak taşı rengi,<br />
uzunca bir iğne batırıyor karanlıkta<br />
Üzerinde durduğu capcanlı kayaya;<br />
O uğraşadursun, bekliyor dişi o sırada,<br />
yüzünde keçi sırıtışıyla,<br />
Biliyor onun hedefi on ikiden vuramayacağını;<br />
Zira bu oynak, capcanlı hedef<br />
159
www.isaretatesi.com<br />
Onun zir<strong>ve</strong>ye doğru sıçrayarak attığı okun<br />
Erişemeyeceği mesafede hep ––<br />
Ve gene ıskalıyor erkek.<br />
Daha başlamadan bitiyor.<br />
Şapırtılı ağzındaki keçi sırıtışıyla<br />
Mona Lisa böyle buyuruyor.<br />
Bir orgazmın ardından bir başkası ––<br />
Ve teke iğrenç kokuyor, burnu arkaya dönük;<br />
Açık arazide çarpışabileceği<br />
Metal alınlı tek bir düşman bile yok;<br />
Sürünün lideri olabileceği tek bir dağ zir<strong>ve</strong>si yok.<br />
Yalnızca bengi dişiler var etrafta,<br />
Üstlerine sıçrayıp onları aşmaya çalışacak, başaramayacak.<br />
Bir tüy yumağına benzeyen<br />
Sakin adımlı dişi kedinin<br />
Arap saçına dönmüş şeh<strong>ve</strong>ti;<br />
Onun içten içe sarıp sarmaladığı kanın<br />
Sonu gelmez bir şekilde<br />
Kemiğin yahut kemikteki metalin bile ötesinde<br />
Ağır ağır kabarışı.<br />
Akışkan, gizli, kavranılmaz bir kandır<br />
160
www.isaretatesi.com<br />
Dişi kedinin sarıp sarmaladığı;<br />
Sinirlerindeki gerilimden bile<br />
Daha yakından tanır onu;<br />
Kat kat, uç uca binmiş kemiklerden bile daha güçlü,<br />
En amansız irade oklarının bile erişebileceğinden<br />
Daha karanlık bir şekilde duyar onu,<br />
Zira iradenin tükendiği yerin ötesinde,<br />
Suya batan bir taşın varabildiğinden daha diplerdedir o.<br />
Fakat teke,<br />
Bencil bir iradenin <strong>ve</strong> tutkulu şeh<strong>ve</strong>tin<br />
O doymak bilmez kapkara erkeği,<br />
Kapkara bir bulutun içindeki o eğri bronz boynuzlu tanrı,<br />
Bir düşman bulur kendisi gibi bencil<br />
Ve kafa kafaya çarpışarak çınlatırlar zilleri,<br />
Yoğun alacakaranlıkta şimşekler çakar.<br />
Dişileri biraz olsun unut<br />
Ve bencil iraden için dövüş,<br />
Ey ihtiyar Şeytan,<br />
Bencil iradenle, bencil iraden uğruna dövüş,<br />
Zir<strong>ve</strong>nin ucundaki iblis olup<br />
Dünyaya tepeden bakabilmek için dövüş…<br />
161
www.isaretatesi.com<br />
Peh! Elinden gelmez ki zavallı evcil yaratığın!<br />
Taormina<br />
162
www.isaretatesi.com<br />
KANGURU<br />
Kuzey yarımkürede yaşam<br />
Havaya doğru zıplayıp rüzgârın altından süzülür sanki,<br />
Tıpkı kayalıklardaki geyikler, eşelenen atlar,<br />
Kısa kuyruklu oynak tavşanlar gibi.<br />
Yahut ufka akın edercesine koşar yatay doğrultuda,<br />
Tıpkı boğalar, bizonlar, yaban domuzları gibi.<br />
Bazen de hedefine doğru kayar, su gibi akışkan;<br />
Tilkiler, kakımlar, kurtlar, çayır köpekleri 67 gibi.<br />
Sadece fareler, köstebekler, sıçanlar, porsuklar<br />
Ve belki biraz da ayılar<br />
Sabitlenmiş gibidir dünyanın göbek deliğine.<br />
Bir de kurbağalar<br />
Zıplayınca şap diye düşerler yerin merkezine.<br />
67<br />
Geniş Kuzey Amerika çayırlarında yaşayan bir tür yer sincabı (Cynomys).<br />
(ç.n.)<br />
163
www.isaretatesi.com<br />
Oysa dimdik oturduğunda öbür yarımküredeki<br />
Sarı renkli dişi Kanguru,<br />
Kimse yerinden kaldıramaz onu;<br />
Yere ucu ucuna değen<br />
Ağır bir sıvı damlasına benzer.<br />
Aşağı yönlü damlayış,<br />
Düşey yönelim.<br />
Soğukkanlı kurbağalardan çok daha yoğun.<br />
Zarif anne Kanguru<br />
Bir tavşan gibi oturmuş işte,<br />
Ama kocaman, ağırlığı şekül gibi;<br />
Ve kaldırıyor güzel narin yüzünü;<br />
Ah, nasıl da ince hatlı,<br />
Tavşandan çok daha hoş bir yüz bu!<br />
Yüzünü kaldırıyor<br />
Ve nane şekerini kemiriyor kıtır kıtır, 68<br />
Pek sevdiği nane şekerini,<br />
Hassas anne Kanguru.<br />
Onun o hassas, soylu, upuzun yüzü<br />
68<br />
Şairin buradaki kanguru için esin kaynağı, 1922 yılının temmuz ayında<br />
Sydney’deki Taronga Hayvanat Bahçesi’nde gördüğü bir kangurudur. (ç.n.)<br />
164
www.isaretatesi.com<br />
Ve bütünüyle Güney yarımküreli, kapkara gözleri…<br />
Sessiz Avustralya’da<br />
nice berrak gündoğumları seyrettikten sonra<br />
Öylesi sessiz, öylesi uzak, kocaman gözleri…<br />
Gevşek, küçücük elleri onun, düşük Viktoryen omuzları.<br />
Hele de belinden aşağıdaki muazzam ağırlığı,<br />
Soluk renkli kocaman göbeği.<br />
Ve o göbekten dışarı sarkan<br />
Körpe, incecik, sapsarı, küçük bir pençe,<br />
Göbeğin ortasından<br />
Gülünç bir süs, bir kurdele gibi fırlamış<br />
Uzun, ipince bir kulak.<br />
Boşta sallanan<br />
O körpe el <strong>ve</strong> incecik kulak.<br />
Göbeği, iri kalçaları<br />
Ve bir piton gibi uzanan<br />
Kocaman, adaleli kuyruğu Kangurunun.<br />
İşte bu kadar, başka nane şekeri istemiyor.<br />
Pek hassas, özlemle kokluyor havayı,<br />
Arkasını dönüp, kayak gibi uzun, dümdüz bacaklar üzerinde<br />
Ağır, hüzünlü zıplayışlarla uzaklaşıyor,<br />
165
www.isaretatesi.com<br />
Çelik gibi sağlam bir yılanı andıran<br />
kuyruğuyla dümen tutuyor.<br />
Gene duruyor, hafiften dönerek, meraklı gözlerle<br />
Arkasına bakıyor.<br />
Kıpırdayan bir şey var karnında,<br />
Pencereden bakarmışçasına,<br />
küçük zayıf bir yüz uzanıyor dışarı,<br />
Uykulu <strong>ve</strong> bir parça ürkek,<br />
Hemen tekrar kayboluyor gözden,<br />
içerinin sıcaklığına sığınıyor,<br />
Sarkık bir pençe kalıyor dışarıda bir tek.<br />
Pek mağrur,<br />
Ebedî bir özlemle uzaklara bakıyor Kanguru hâlâ…<br />
Dolu, dopdolu gözler bunlar,<br />
Varoluşun kıyısında asırlardır kayıp olan<br />
Avustralyalı siyahî bir oğlanın<br />
derin, pırıltılı, dopdolu gözleri gibi!<br />
Doyumsuz bir özlemle bakıyor uzaklara.<br />
Sayısız asırlar boyu gelişini bekledi bir şeylerin,<br />
Güney’in bu sessiz, kayıp diyarında<br />
Yaşamdan yeni bir işaret bekledi.<br />
166
www.isaretatesi.com<br />
Oysa yalnızca böcekler, yılanlar, güneş ––<br />
Ve yalnızca küçük yaşam ısırık atar burada.<br />
Ne bir boğa böğürür ne inek,<br />
Ne bir geyik bağırır,<br />
Ne bir leopar, yahut aslan kükrer, ne de köpek havlar.<br />
Tekinsiz, mavi çalılıkta<br />
Yalnızca papağanlar öter bazen.<br />
Berrak, muhteşem gözlerle bakar Kanguru, özlemle.<br />
Tüm ağırlığı <strong>ve</strong> kanıyla yerin merkezine doğru<br />
Bir çuval gibi sarkar;<br />
Ve göbeğinin penceresinden küçük canlı varlık<br />
Pençesini uzatır.<br />
Zıpla madem<br />
Ve aşağı in hemen ––<br />
Yerin ağır, derin merkezine doğru çeken hattın üzerinden.<br />
Sydney<br />
167
www.isaretatesi.com<br />
DAĞ ASLANI<br />
Ocak ayının karı içinden Lobo 69 kanyonuna tırmanırken<br />
Gitgide kararıyor ladinler, reçine mavi renk,<br />
Donmamış sular şırıldıyor <strong>ve</strong> patika hâlâ belirgin.<br />
<strong>İnsanlar</strong>!<br />
İki adam!<br />
İnsan! Dünyada korkulacak yegâne hayvan!<br />
Duraksıyorlar.<br />
Duraksıyoruz.<br />
Silahları var.<br />
Silahımız yok.<br />
Yola devam ederek karşılaşıyoruz.<br />
Lobo vadisinin karanlığı, karı <strong>ve</strong> içe kapalılığından<br />
69<br />
New Mexico, Taos’a otuz kilometre mesafedeki San Cristobal<br />
yakınlarında bulunan Lobo Dağı. <strong>Lawrence</strong>’ın 1924-1925 arası toplamda<br />
yaklaşık bir yıl yaşadığı, bugün D. H. <strong>Lawrence</strong> Çiftliği olarak bilinen<br />
Kiowa Çiftliği buradadır. (ç.n.)<br />
168
www.isaretatesi.com<br />
Beliri<strong>ve</strong>ren iki yabancı, Meksikalılar.<br />
Bu belli belirsiz patikada acaba ne arıyorlar?<br />
Ne taşıyor bir tanesi elinde?<br />
Sarımtırak bir şey.<br />
Bir geyik?<br />
Qué tiene, amigo? ––<br />
León –– 70<br />
Aptalca sırıtıyor, suçüstü yakalanmışçasına.<br />
Bir şey anlamamışız gibi, biz de sırıtıyoruz aptalca.<br />
Esmer tenli, kibar bir adam.<br />
Bir dağ aslanı bu;<br />
Dişi Afrika aslanı gibi sarımtırak, ince yapılı, uzun bir kedi.<br />
Ölmüş.<br />
Bu sabah tuzakla yakaladık, diyor adam, aptalca sırıtarak.<br />
Başını kaldır kedinin,<br />
70<br />
–– “Ne taşıyorsunuz, beyler?”<br />
–– “Aslan.” (İsp.). (ç.n.)<br />
169
www.isaretatesi.com<br />
Yuvarlak, kırağı gibi parlak yüzüne bak onun:<br />
Yuvarlak, güzel biçimli bir baş <strong>ve</strong> iki ölü kulak;<br />
Yüzündeki müthiş parlaklığın üzerinde çizgiler,<br />
Keskin, pek karanlık, hoş ışınlar;<br />
Yüzünün müthiş kırağı parlaklığı üzerinde<br />
Karanlık, delici, pek hoş ışınlar.<br />
Güzelim ölü gözler.<br />
Hermoso es! 71<br />
Onlar açıklığa doğru çıkıyorlar,<br />
Biz Lobo’nun karanlığına ilerliyoruz.<br />
Ve ağaçların yukarısında inini buluyorum dağ aslanının;<br />
Kan portakalı rengi, dimdik yükselen göz alıcı kayalarda<br />
Bir kovuk, bir mağara ağzı.<br />
Ve kemikler, dal parçaları, tekinsiz bir yamaç.<br />
Demek bir daha asla zıplayamayacak o buraya,<br />
Sarı bir dağ aslanının uzun, şimşek misali sıçrayışıyla…<br />
Ve karanlık Lobo vadi ağzındaki ağaçların üzerinden,<br />
Kan portakalı rengi kayaların içindeki mağaranın gölgesinden,<br />
71<br />
“Ne kadar güzel!” (İsp.). (ç.n.)<br />
170
www.isaretatesi.com<br />
O kırağı gibi parlak, çizgili yüz bir daha asla bakmayacak!<br />
Onun yerine ben bakıyorum.<br />
Çölün hülyalı donukluğuna,<br />
Sangre de Cristo dağlarının karına,<br />
Picoris dağlarının buzuna,<br />
Tam karşıdaki karlı yamaca,<br />
Karda hareketsiz, yılbaşı süsü gibi duran ağaçlara…<br />
Ve düşünüyorum,<br />
Şu bomboş dünyada<br />
Bana da yer vardı bir dağ aslanına da.<br />
Düşünüyorum,<br />
Dağların ötesindeki dünyada<br />
Nasıl da kolayca feda edebilirdik<br />
Bir ya da iki milyon insanı<br />
Ve zerre kadar eksiklik hissetmezdik.<br />
Fakat o kırağı gibi parlak yüzlü, zayıf, sapsarı,<br />
Yitik dağ aslanı<br />
Ne büyük bir kayıptır bu dünyaya!<br />
Lobo<br />
171
www.isaretatesi.com<br />
KIZIL KURT<br />
Batının bağrında,<br />
Taos çölünün üzerinde<br />
Bir kartal dönüp duruyor.<br />
İkimizin arasında<br />
Hava gitgide kararıyor.<br />
Uzak platonun ucunda, berrak <strong>ve</strong> koskocaman,<br />
Bir an durup bekliyor ayaksız güneş,<br />
Bir şeyler söylüyor:<br />
Son bir kez bak bakalım! Bak, iyice bak!<br />
Gidiyorum işte.<br />
Duraksıyor, son kez görülüyor,<br />
Sonra çabucak kayboluyor.<br />
Ve gözlerine kadar her tarafını örten,<br />
Alnında sıkıca bağlı, bembeyaz<br />
bir örtüye sarınmış bir Kızılderili,<br />
Durmuş, benimle konuşuyor:<br />
Bak, görünmezim ben!<br />
172
www.isaretatesi.com<br />
Gördün mü işte, beni göremezsin!<br />
Kefen giymiş görünmezim ben!<br />
Güneş gitti artık,<br />
Kavak yaprakları neredeyse dökülmüş,<br />
Midilliler tavlalarında,<br />
Gece olmuş.<br />
Ah! Dahası da var,<br />
Bir şey çıkagelmiş.<br />
Bir kızıl kurt –– duruyor karanlığın kıpkızıl ucunda.<br />
Kül rengi çölde tozlara gömülmüş gün,<br />
Tıpkı çarmıhtan yere düşmüş beyaz bir İsa gibi<br />
Çölün alacakaranlık zemininde yatıyor, tozlar, küller içinde.<br />
Ve kanatlarını açmış ölü bir ağaca benzeyen<br />
kara bir çarmıh var,<br />
Belki de kanatlarını açmış kara bir kartal,<br />
Gecede tek başına,<br />
Bir ayinde sanki.<br />
Ve kartalın kanatlarının kapkaranlık içbükeyinden,<br />
Kızılderili’nin gözlerinin göründüğü<br />
Aralanmış bir tabutu andıran yarıktan,<br />
173
www.isaretatesi.com<br />
Ve kavak yapraklarının yokluğundan,<br />
Hatta kara haçlı eşeklerin bile yokluğundan<br />
Bir şey çıkıp geliyor bize doğru;<br />
Uzun boylu, yaşlı ruhlar 72 geliyor,<br />
Kızılderili tebessümüyle<br />
Şöyle diyor bir tanesi: Nasılsın, soluk benizli?<br />
Gayet iyiyim, yaşlı ruh.<br />
Sen nasılsın?<br />
Dilersen bana Harry diyebilirsin,<br />
Ya da İhtiyar Harry, diyor.<br />
Yahut Nicolas’ın kısa söylenişi,<br />
Nick de, İhtiyar Nick mesela.<br />
Bana kalırsa, esmer, yaşlı bir ruhsun sen,<br />
Ve ben de soluk benizli, yuvasız bir köpek.<br />
Doğudaki şafaktan beri güneşi takip ederek<br />
Doğuya, hep doğuya ilerledim, 73<br />
72<br />
Şair; “cin”, “ifrit”, “iblis” gibi anlamlarının yanı sıra “insanı teslim alıp<br />
ona hükmeden ruh” anlamını da içeren Antik Yunan kökenli “demon”<br />
(daimon) sözcüğünü kullanıyor (old demons). Bağlamına göre bu sözcük,<br />
“yaratıcı ruh”, “iç ses”, “esin kaynağı”, “deha” anlamlarını da<br />
karşılayabilir. (ç.n.)<br />
174
www.isaretatesi.com<br />
Ta ki güneş evine döndü sonunda<br />
Ve ben yersiz yurtsuz,<br />
Burada, senin kapında kaldım karanlıkta.<br />
Sen <strong>ve</strong> ben,<br />
İkimiz anlaşabilir miyiz yaşlı ruh, ne dersin?<br />
Sen <strong>ve</strong> ben, soluk benizli, sen <strong>ve</strong> ben,<br />
Anlaşamayız biz.<br />
Deneyemez miyiz?<br />
Tanrın nerede senin, ey beyaz adam?<br />
Beyaz Tanrın nerede senin?<br />
Hava kararırken toprağa düştü o,<br />
Doğudan dışarı doğru son adımımı attığımda<br />
Tütüyordu duman gibi.<br />
O halde kayıp, soluk benizli, ak bir köpeksin sen,<br />
73<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın bu şiirdeki yön algısıyla ilgili olarak, “şairin batıya doğru<br />
ilerleyen güneşi nasıl olup da doğuya doğru takip ettiği” üzerine, sürüp<br />
giden bir akademik tartışma vardır. Bu tartışmayı bir kenara bırakarak<br />
şairin imgelemine bağlı kaldığımız takdirde, şairin batana dek takip ettiği<br />
güneşi her defasında doğuda yeniden bulduğunu, böylece bir doğudan<br />
diğerine ilerlediğini görebiliriz. (ç.n.)<br />
175
www.isaretatesi.com<br />
Gün ise ölü artık…<br />
Usulca dokun bana, ihtiyar baba,<br />
Sakalım kıpkızıl.<br />
Zayıf, soluk benizli kızıl kurt,<br />
Git evine, zayıf kızıl kurt.<br />
İhtiyar baba, evim yok ki benim.<br />
Bu yüzden size geldim.<br />
Sahipsiz, aç soluk benizlileri kabul etmeyiz biz…<br />
Müsaade istemiyorum, baba.<br />
Geldim. Buradayım.<br />
Kızıl şafak kurdu<br />
Köyünüzün 74 etrafında geziniyor,<br />
Evlerinizin duvarlarına karşı uluyup duruyor,<br />
Burada olduğunu duyuruyor.<br />
Ama köyün köpeklerinin<br />
74<br />
New Mexico bölgesine özgü bir Kızılderili yerleşim tipi olan, kerpiçten<br />
yapılmış bitişik <strong>ve</strong> üst üste evlerin dışarıya hayli kapalı bir şekilde birarada<br />
bulunduğu pueblo kastediliyor. (ç.n.)<br />
176
www.isaretatesi.com<br />
Kocaman dişleri var…<br />
Kızıl kurt<br />
Köpek dişlerinden korkacak olsaydı,<br />
Günün uzak, en uzak ucundan<br />
Hep doğuya, doğuya doğru onca yolu kateder miydi?<br />
Köyün yanıbaşındaki nehrin kıyısında durmuş,<br />
Esmer, yaşlı ruh <strong>ve</strong> ben<br />
Hoşbeş ediyoruz böylece.<br />
Kurt, diyor bana, kızıl diyor.<br />
Bense isim takmıyorum ona.<br />
Fakat o, Yıldız Yolu’yum ben, 75 diyor.<br />
Geldiği yoldan geri dönebileceğini söylüyorum ona.<br />
Bana gelince…<br />
Mademki güneşin kuyruğuna takılıp,<br />
Doğuya doğru gittiği sürece onun peşinden ilerledim<br />
75<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın yıldızlı gökyüzü betimlemelerinde zaman zaman kullandığı<br />
bir ifade (star-road). Yazar bu ifadeyle, gökyüzündeki yoğun, yıldızlı<br />
bölgeleri; bazen de sudaki, yıldızlara doğru uzanan bir yolmuş gibi<br />
görünen parlak yansımaları kasteder. (ç.n.)<br />
177
www.isaretatesi.com<br />
Ve onu burada kaybettim,<br />
Şimdi tam burada kuyruğumun üstüne oturacağım<br />
Ve onun yeni bir hikâyeyle geri dönmesini bekleyeceğim.<br />
Ben kızıl kurdum, diyor esmer ihtiyar baba.<br />
Pekâlâ, kızıl şafak kurduyum ben.<br />
Taos<br />
178
www.isaretatesi.com<br />
NEW MEXICO’DA İNSANLAR<br />
Çölde bembeyaz bir ocağın etrafında<br />
Örtüye sarınmış dağlar…<br />
Oradan oraya geziyor, geziyor çölde güneş,<br />
Ama asla yerinden kalkıp gezinmiyor dağlar.<br />
Uyanmıyor onlar, uyanamıyorlar.<br />
Kızılderili tanrılarının son alacakaranlığında<br />
Konakladılar, uykuya daldılar.<br />
Uyanamıyorlar.<br />
Kızılderililer koşar, dans eder, tepinir…<br />
Boşuna.<br />
Altın madenleri açar beyaz adam,<br />
Dağlar bozar onları uykuda.<br />
Kızılderili korkudan güler uykusunda,<br />
Tıpkı uyuyan<br />
Ama uykusu sona erse de uyanamayan,<br />
179
www.isaretatesi.com<br />
Kütük gibi yatıp da haykıran<br />
Ama bedeni uyanamadığından sessizce haykıran<br />
bir adam gibi;<br />
Ve uykunun kıskacında<br />
Korkudan, sırf korkudan gülen bir adam gibi.<br />
İradenin üzerinde,<br />
Zihnin alevi titreşse bile insanı ayağa kaldırmayan<br />
Kara bir çeper.<br />
Uykunun kara çeperi, kapkara bir örtü gibi.<br />
Çığlık atıyoruz biri bizi uyandırsın diye;<br />
Uykunun felciyle<br />
Çığlığımız pek sessiz;<br />
Ve bunu biliyoruz.<br />
Kanlar içinde kalana dek kırbaçlar kendini Penitenteler, 76<br />
Bir an olsun uyanabilmek uğruna,<br />
Uykunun çeperini yırtabilmek uğruna…<br />
Boşuna.<br />
Beyaz adam kendilerini uyandıracak sanmıştı Kızılderililer…<br />
76<br />
New Mexico bölgesinde, müritlerinin Kutsal Hafta sırasında kendilerini<br />
kırbaçlamasıyla meşhur bir Katolik tarikatı. (ç.n.)<br />
180
www.isaretatesi.com<br />
Oysa uyur bir halde debeleniyor beyaz adam dağlarda,<br />
Daima uyur bir halde geziyor çölde at sırtında,<br />
Uyurgezerlikle allak bullak, deli divane<br />
Biri diğerini vuruyor,<br />
ölümün bir şeyi uyandıracağını sanarak…<br />
Boşuna.<br />
Kafasını saran bir zarla dünyaya gelmiş o, 77<br />
Yüzü kapkara bir çeperle örtülü;<br />
Yırtmak gelmiyor elinden onu,<br />
Zihni uyanık olsa bile.<br />
Çölde kül beyazı bir ocağın etrafında<br />
Örtüye sarınmış dağlar;<br />
Ve gökte zincirlerini koparmışçasına sarsılıp dursa da güneş,<br />
Uyanamıyor onlar, örtünün altındalar.<br />
Taos<br />
77<br />
Bebeklerin başlarını saran <strong>ve</strong> genellikle doğum sırasında yırtılan zar<br />
kastediliyor. (ç.n.)<br />
181
www.isaretatesi.com<br />
TAOS’TA SONBAHAR<br />
Rocky Dağları’nın şişkin yamaçlarında<br />
Titrek kavaklar, güz kavakları;<br />
Bir dişi kaplanın kürkü sanki,<br />
Benekleri de çam ağaçları.<br />
Plato boyunca adaçayı<br />
Çölde bir şömine halısıdır bana;<br />
Yerde dümdüz, tüylerle kaplı<br />
Kül rengi bir kurt postu bu,<br />
Vahşi bir kurdun postu.<br />
Sedirler <strong>ve</strong> fıstık çamlarıyla bezeli<br />
Alaca yamaçlara doğru sür midillini…<br />
Bir su samuru mu görüyorsun karşında?<br />
Gövdesinin yan tarafı gümüşsü,<br />
Vahşi suratlı, bıyıklı, balıkçıl dişli, alaca...<br />
Kanyondaki titrek kavaklar arasından<br />
Tırısa kalkınca,<br />
182
www.isaretatesi.com<br />
Bakın nasıl da tasasızca gidiyorum<br />
Horus şahininin altın renkli,<br />
Parlak tüylü, muazzam bacakları arasında.<br />
Altın Horus şahini<br />
Ata biner gibi bacaklarını açmış yukarıda.<br />
Fakat çamların altında<br />
Ağır ağır gidiyorum,<br />
Kocaman bir siyah ayının tüylü karnının altındaymışçasına.<br />
Yükseğe çıkarak sevinçle bakıyorum ardıma,<br />
Kuş tüyleri gibi üst üste binmiş sapsarı titrek kavaklara,<br />
Az ev<strong>ve</strong>lki Horus şahininin<br />
Altın renkli muazzam göğsündeki sıra sıra tüylere.<br />
Yeniden açıklığa,<br />
Adaçayıyla <strong>ve</strong> çam ağaçlarıyla<br />
Üzeri balık misali benek benek olmuş yamaçlara<br />
Çıkmaktan memnun,<br />
Su samuru bıyıklarının ötesinde,<br />
Düzlüğü kaplayan<br />
kurt postunun tüyleri üzerinde koşturuyorum.<br />
Ve ardıma bakıyorum gene,<br />
183
www.isaretatesi.com<br />
Kabarık, şişkin Rocky yamaçlarına;<br />
Kaplan benekli, jaguar desenli, puma sarısı, pars gibi boz<br />
Amerika yamaçlarına…<br />
Bak şu vahşi yaratıkların kürklerine midillim,<br />
Seyret onları,<br />
Merak etme, zarar <strong>ve</strong>remezler sana.<br />
Dişler, tırnaklar, pençeler, gagalar <strong>ve</strong> şahin gözleri<br />
Zararsızdır şimdi,<br />
Hiç tasalanma.<br />
Taos<br />
184
www.isaretatesi.com<br />
TUHAF YARATIK ŞU BURJUVA<br />
Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />
Hele de türün erkek olanı!<br />
Müthiş derecede takdim edilesi ––<br />
Size onu takdim edeyim mi?<br />
Bakın, yakışıklı değil mi? Peki ya sağlıklı?<br />
Türünün hoş bir örneği, değil mi?<br />
Parlak tertemiz bir İngiliz beyefendisi gibi görünmüyor mu?<br />
Kekliklerin yahut küçük plastik bir topun ardından her gün<br />
Otuz mil koştururken<br />
Ne dersiniz, Tanrı’nın sureti 78 değil mi?<br />
Onun gibi olmak istemez miydiniz,<br />
Pek makbul, hali vakti yerinde?<br />
Ah, durun bekleyin ama!<br />
Bırakın yeni bir duyguya maruz kalsın,<br />
78<br />
Eski Ahit, Tekvin 1:27: “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu<br />
Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek <strong>ve</strong> dişi olarak yarattı.” (ç.n.)<br />
185
www.isaretatesi.com<br />
Yüzleşsin bir başka adamın ihtiyacıyla,<br />
Biraz ahlâki güçlükle karşılaşsın,<br />
Hayat yeni bir kavrayış talebiyle dikilsin karşısına<br />
–– Ve seyredin nasıl yılıştığını,<br />
Cıvık bir kremaya benzediğini.<br />
Seyredin nasıl da şekilden şekile girip<br />
Bir ahmağa, yahut hergeleye döndüğünü.<br />
Yeni bir taleple, yeni bir yaşam talebiyle karşı karşıya kalınca,<br />
Bakın ona ne hallerde...<br />
Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />
Hele de türün erkek olanı.<br />
Pek hoş tımar edilmiş,<br />
Nasıl da dimdik duruyor orada, düzgün, şık görünümlü ––<br />
Bir mantar âdeta.<br />
Geçmiş yaşamın kalıntıları üzerinde kök salarak<br />
Kendinden daha büyük bir yaşamın ölü yapraklarını sömüren<br />
Bir asalak.<br />
Fakat pek uzun süredir orada o, çoktan içi geçmiş.<br />
Dokunsanız göreceksiniz ki koftur,<br />
Düzgün kabuğunun <strong>ve</strong> dimdik duruşunun altında<br />
İçi kurtlarla kaynayan kof bir mantar gibi.<br />
186
www.isaretatesi.com<br />
Kıvıl kıvıl kurtlarla, kof duygularla dolu, pek kirli ––<br />
Tuhaf yaratık şu burjuva!<br />
Nemli İngiltere’de<br />
Binler, on binler halinde dikilip duran bu suretler<br />
Ah, keşke bir tekme vurup devrilebilse;<br />
Ve keşke hepsi, iğrenç şapkalı mantarlar gibi,<br />
Çabucak çürüyerek İngiliz toprağına karışabilse!<br />
187
www.isaretatesi.com<br />
KERTENKELE<br />
Kertenkele bir taşın üzerine fırladı, başını kaldırdı<br />
Ve hiç şüphe yok, uğultulu göklere kulak kabarttı.<br />
Ne şık bir adam! Sizin için çenesini yana oynattı,<br />
Kuyruğunu şöyle bir kıvırdı.<br />
Kertenkelenin kertenkele olduğu kadar insan olsaydı insanlar,<br />
Onlar da bakılmaya değer olacaktı!<br />
188
www.isaretatesi.com<br />
KELEBEK<br />
Ey kelebek, rüzgâr denize doğru sertçe esiyor<br />
Bahçe duvarının ardında…<br />
Kelebek! Ne diye kondun ayakkabıma,<br />
Emiyorsun ayakkabımın kirini,<br />
Damarlı kanatlarını kaldıra kaldıra?<br />
Seni kocaman beyaz kelebek!<br />
Ekim ayı gelmiş bile, denize doğru sertçe esiyor rüzgâr;<br />
Tepelere kar düşmüş belli ki, karla süzülmüş rüzgâr.<br />
Kırmızı sardunyalı bu bahçede hava sıcak, sıcacık;<br />
Ama ayakkabımın üzerinde halinden hoşnut<br />
Beyaz kelebek,<br />
Denize doğru sertçe esiyor rüzgâr!<br />
Alıp başını gidecek misin sıcacık yuvamdan?<br />
Büyük, kara benekli, yumuşacık kanatlarının üzerinde<br />
Görünmez bir gökkuşağına, bir kemere tırmanırmışcasına<br />
189
www.isaretatesi.com<br />
Yükselecek, yükselecek misin ––<br />
Ta ki kemerin sırtından rüzgâr seni dosdoğru yukarı çekip de,<br />
Sen, bembeyaz leke, tuhaf bir yükseklikte çırpınarak,<br />
Denize doğru uçup gidene dek?<br />
El<strong>ve</strong>da, yitik ruh, el<strong>ve</strong>da!<br />
Kaybolup gittin bile uzaklarda.<br />
Hepsi bu kadarmış! Karışıp gittin havaya…<br />
190
www.isaretatesi.com<br />
ÖLÜM GEMİSİ<br />
I.<br />
Güzdür şimdi <strong>ve</strong> mey<strong>ve</strong>nin düşüşü ––<br />
unutuşa doğru uzun bir yolculuk…<br />
Büyük çiy damlaları gibi düşüyor elmalar,<br />
kendilerinden bir çıkış yolu açmak uğruna yaralanıyorlar.<br />
Gitmenin zamanıdır şimdi,<br />
kendine el<strong>ve</strong>da demenin <strong>ve</strong> yitik benlikten<br />
bir çıkış bulmanın zamanı…<br />
II.<br />
Bir ölüm gemisi yaptın mı kendine?<br />
Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, zira sana bu gerek.<br />
191
www.isaretatesi.com<br />
Elmalar âdeta gümbürdeyerek<br />
bir bir düşerken kaskatı toprağa, amansız kış soğuğu kapıda.<br />
Ve ölüm kül kokusu gibi havada!<br />
Ah, duymuyor musun yoksa?<br />
Yaralı bedende, dehşete kapılan ruh<br />
gediklerden içeri esen soğukta büzülerek<br />
tir tir titremekten kendini alamıyor…<br />
III.<br />
Peki insan yalın bir hançerle<br />
selâmete çıkabilir mi? 79<br />
İnsan belki kamayla, hançerle, kurşunla,<br />
yaralayarak, parçalayarak,<br />
bir çıkış yolu açabilir yaşamına,<br />
79<br />
Hamlet’teki, meşhur, “olmak ya da olmamak” monoloğunda geçen bir<br />
ifade: “Kim katlanırdı zamanın ezasına cefasına”……“yalın bir hançer<br />
saplayıp sinesine, selâmete çıkmak varken?” Ait olduğu bağlamda<br />
“selâmet(e çıkmak)” olarak çevrilmesi gereken “quietus” sözcüğü<br />
doğrudan doğruya “ölüm” anlamına da gelir. (ç.n.)<br />
192
www.isaretatesi.com<br />
ama kurtuluş mudur bu sahiden, ah, söyle bana!<br />
Değildir elbet! Kurtuluşa varmak<br />
nasıl olabilir cinayetle, kendini öldürmekle?<br />
IV.<br />
Ah, huzuru konuşalım bizler, tanıdığımız huzuru,<br />
tadabileceğimiz huzuru,<br />
güçlü, dingin bir yüreğin derin <strong>ve</strong> se<strong>ve</strong>cen huzurunu…<br />
Kendi kurtuluşumuza acaba biz<br />
böyle bir huzurla nasıl varabiliriz?<br />
V.<br />
Ölüm gemisi yap kendine, ah, 80<br />
80<br />
<strong>Lawrence</strong>’ın 1930 başlarında ölümle pençeleşirken yazdığı bu şiirdeki<br />
“ölüm gemisi” imgesi, onun Etrüsk Mekânları (Etruscan Places) adlı<br />
yapıtında sözünü ettiği bir Etrüsk mezarında gördüğü küçük bronz bir<br />
gemiden kaynağını alır, eklektik bir şekilde Eski Mısır <strong>ve</strong> Viking<br />
geleneklerini, Ahit Sandığı’nı, Nuh’un Gemisi’ni <strong>ve</strong> Hıristiyanlıktaki<br />
Efkaristiya ayinini bir araya getirir. (ç.n.)<br />
193
www.isaretatesi.com<br />
zira unutuşa doğru en uzun yolculuğa çıkacaksın.<br />
Eski senle yenisi arasında uzanan<br />
uzun, sancılı ölümü öleceksin.<br />
Bedenlerimiz çoktan yitik, yaralı, feci halde yaralı,<br />
ruhlarımız zalim yaranın çatlağından<br />
dışarı sızıyor çoktan.<br />
Sonun kapkaranlık sonsuz okyanusu<br />
yaralarımızın gediklerinden içeri doluyor şimdiden,<br />
tufan çökmüş üstümüze şimdiden.<br />
Ah, ölüm gemisi yap kendine, küçük bir gemi;<br />
<strong>ve</strong> unutuşa doğru kapkaranlık bir sefer için<br />
yiyecekle, çörekle, şarapla donat onu.<br />
VI.<br />
Parça parça ölüyor beden;<br />
<strong>ve</strong> karanlık seller yükseldikçe<br />
ruhun dayanağını alıp götürüyor sular.<br />
194
www.isaretatesi.com<br />
Ölüyoruz, ölüyoruz, hepimiz ölüyoruz;<br />
içimizde kabaran ölüm selinden hiçbir şey sağ çıkmayacak;<br />
yakında dışarı da taşacak sular, tüm dünyayı kaplayacak.<br />
Ölüyoruz, parça parça ölüyor bedenlerimiz<br />
<strong>ve</strong> terkediyor bizi takatimiz;<br />
seller üzerindeki karanlık yağmurda<br />
çırılçıplak bir halde, korkuyla<br />
hayat ağacımızın son dallarına sığınıp sinmiş ruhumuz…<br />
VII.<br />
Ölüyoruz, ölüyoruz;<br />
ölmeyi istemektir bize düşen<br />
<strong>ve</strong> ruhu en uzun yolculuğa çıkaracak ölüm gemisini yapmak.<br />
Göçüp giden ruh için,<br />
kürekleriyle, yiyeceğiyle, kap kacağıyla<br />
<strong>ve</strong> tüm teçhizatıyla sefere hazır<br />
küçücük bir gemi…<br />
Gemini suya indir artık;<br />
beden ölüp can göçerken,<br />
195
www.isaretatesi.com<br />
ey kırılgan ruh,<br />
cesaretin narin gemisinde,<br />
erzakla, pişirme kaplarıyla,<br />
yedek giysilerle dolu inanç gemisinde<br />
yola çık;<br />
sellerin karanlık çalkantısı üzerinde,<br />
son yolcuğun sularında,<br />
ölümün engin denizinde yelken aç,<br />
yol al kapkaranlık ––<br />
zira ne rotamız belli artık,<br />
ne de bir liman var sığınacak…<br />
Sığınacak bir liman yok, gidecek yer yok;<br />
şırıltısız derin sellerin üzerinde<br />
bir tek, kararan, gitgide kararan yoğun karanlık,<br />
dört bir yanı boğmuş yekpare zifirî karanlık ––<br />
öyle ki, bir istikamet yok artık.<br />
Yalnızca küçük gemi var orada, o bile yitik.<br />
Görünmüyor, her şey karanlık…<br />
Yitip gitmiş gemi! Yitik!<br />
Gene de orada bir yerde.<br />
Ama nerede?<br />
196
www.isaretatesi.com<br />
VIII.<br />
Ve her şey yitik, beden yitik;<br />
yitik, yok, tümden yitik.<br />
Yukarının karanlığı aşağıyı boğmuş,<br />
ikisi arasında yok küçük gemi, büsbütün yitik.<br />
Son bu. Unutuş…<br />
IX.<br />
Fakat sonsuzluğun içinden,<br />
karanlığın üzerinde<br />
incecik bir şerit beliriyor,<br />
yatay bir şerit,<br />
karanlığın üzerinde pek soluk,<br />
belli belirsiz duman çıkarıyor.<br />
Bir yanılsama mı bu?<br />
Yoksa hafiften kabarıyor mu duman?<br />
Ah, durun, şafaktır bu, şafak,<br />
197
www.isaretatesi.com<br />
unutuştan çıkarak yaşama geri dönüşün<br />
müthiş şafağı…<br />
Dur, bekle,<br />
ey tufan şafağının<br />
ölümcül kurşuni göğü altında sürüklenen küçük gemi!<br />
Bak! Sapsarı bir ışık fışkırıyor!<br />
Hatta, ey iliklerine kadar üşümüş solgun ruh,<br />
bir de gül pembesi fışkırıyor!<br />
Gül pembesi fışkırıyor ––<br />
<strong>ve</strong> her şey başlıyor yeni baştan…<br />
X.<br />
Tufan diniyor<br />
<strong>ve</strong> suların içinden<br />
aşınmış bir deniz kabuğu misali<br />
çıkıyor beden, tuhaf <strong>ve</strong> pek güzel.<br />
Pespembe sular üzerinde ine çıka<br />
evine doğru süzülüyor küçük gemi;<br />
<strong>ve</strong> kırılgan ruh adım atıyor dışarı, yuvaya dönüyor<br />
198
www.isaretatesi.com<br />
yürek huzurla dolarken.<br />
Huzurla salınıp duruyor yürek,<br />
Unutuşla yepyeni.<br />
Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, yap onu!<br />
Zira sana o gerek,<br />
Unutuş yolculuğu bekliyor seni…<br />
199
www.isaretatesi.com<br />
BAHÇEDEKİ AĞAÇLAR<br />
Gökgürültülü havada,<br />
ah, nasıl da durgun ağaçlar…<br />
Upuzun, güzelim ıhlamur ağacı,<br />
yaprakları nasıl da sessiz,<br />
büsbütün ıtırsız.<br />
Ve krem rengi, hayaletvari mür<strong>ve</strong>r,<br />
gür yeşiller içinde bembeyaz, fildişi yapraklarıyla<br />
buğulu, alaca, küçücük ağaç<br />
nasıl da kararsız, yeşil çimenler üzerinde;<br />
sanki her an yitip gidecek<br />
bütün köpüksü güzelliğiyle!<br />
Koskoca bir sütunu andırarak<br />
baş döndürücü bir yüksekliğe uzanan karaçam;<br />
<strong>ve</strong> denizden gelen şeylerin<br />
mavimtrak griliğine sahip balsam göknarı;<br />
200
www.isaretatesi.com<br />
<strong>ve</strong> ucu allı pembeli olan yapraklarıyla<br />
körpe kayın ağacı ––<br />
nasıl da durgun, biraradalar,<br />
gökgürültülü havada hepsi birbirine yabancı;<br />
nasıl da hareketsiz bekliyorlar,<br />
yeşil çimenler pırıldarken<br />
her biri sessiz bahçede birer yabancı…<br />
Lichtental<br />
201
www.isaretatesi.com<br />
BEYAZ AT<br />
Beyaz ata doğru yürüyor çocuk, yuları hazırlıyor<br />
Ve at sessizce bakıyor ona.<br />
Öyle suskun bakışıyorlar, sanki başka bir dünyadalar.<br />
202