02.02.2018 Views

D. H. Lawrence - İnsanlar ve Öteki Yaratıklar

D. H. Lawrence, Seçme Şiirler

D. H. Lawrence, Seçme Şiirler

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r


DAVID HERBERT LAWRENCE<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong>, 1885 yılında madenci bir ailenin dördüncü çocuğu olarak<br />

Eastwood, Nottinghamshire’da dünyaya geldi. Parlak zekâsı, azmi <strong>ve</strong> annesinin<br />

duygusal desteği sayesinde sıradışı bir entelektüel olarak yetişti. Nottingham<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden mezun oldu; kısa bir süre öğretmenlik yaptı; 1911’de ilk romanı<br />

Beyaz Tavus Kuşu (The White Peacock) yayımlandı. Londra çevrelerinde saygın bir<br />

edebiyatçı olarak yer edinmek üzereyken, tutkularının sesini dinledi, üni<strong>ve</strong>rsiteden<br />

bir hocasının eşi olan Frieda von Richthofen Weekley ile sansasyonel bir aşk ilişkisi<br />

yaşadı <strong>ve</strong> hayatına yeni bir yön <strong>ve</strong>rdi. Oğullar <strong>ve</strong> Sevgililer (Sons and Lo<strong>ve</strong>rs),<br />

Gökkuşağı (The Rainbow), Âşık Kadınlar (Women in Lo<strong>ve</strong>), Lady Chatterley’in Sevgilisi<br />

(Lady Chatterley’s Lo<strong>ve</strong>r) gibi romanları müstehcenlikle suçlanarak yıllar boyunca<br />

sansürlendi, yasaklandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’den bir kopuş<br />

yaşayan <strong>Lawrence</strong>, Frieda ile beraber Güney Avrupa, Amerika, Sri Lanka <strong>ve</strong><br />

Avustralya’da geniş çaplı geziler yaparak bir göçebe gibi yaşadı; bu “vahşi hac<br />

yolculuğu” sırasında yazmayı hiç bırakmadı <strong>ve</strong> muazzam bir üretkenlikle yaklaşık<br />

yirmi yıllık yazın hayatına bir düzine roman, çok sayıda öykü, no<strong>ve</strong>lla, deneme,<br />

gezi yazısı, inceleme, tiyatro oyunu <strong>ve</strong> toplamda iki cilt tutan geniş bir şiir toplamı<br />

sığdırdı. 1930 yılında henüz 44 yaşındayken <strong>ve</strong>remden öldü. Genç yaşlarından<br />

itibaren düzenli olarak şiir yazan <strong>Lawrence</strong> bunları çeşitli başlıklar altında<br />

yayımladı. Poetikası, özellikle serbest ölçüyle yazdığı şiirlerinde en yetkin ifadesini<br />

bulmuş, bunun en güçlü örneği ise 1923’te yayımlanan Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler<br />

(Birds, Beasts and Flowers) olmuştur. Yapıt bugün, T. S. Eliot’ın Çorak Ülke (The Waste<br />

Land) <strong>ve</strong> W. B. Yeats’in Kule (The Tower) gibi yapıtlarıyla beraber, 1920’lerin şiir<br />

başyapıtları arasında anılır.<br />

AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üni<strong>ve</strong>rsite <strong>ve</strong> yüksek lisans öğrenimini<br />

Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>ve</strong> ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />

alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />

sıra, yayımlanmış <strong>ve</strong>ya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />

İdaresi), Thoreau (Doğa <strong>ve</strong> Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />

Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), Tagore (Firari; Gitanjali; Mey<strong>ve</strong> Hasadı),<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong> (<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>) çevirileri vardır.


D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r


<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />

David Herbert <strong>Lawrence</strong><br />

Birds, Beasts and Flowers <strong>ve</strong> Collected Poems’ten<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren <strong>ve</strong> Yayına Hazırlayan:<br />

Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />

Kapak Resmi:<br />

‘Le Rê<strong>ve</strong>’, ayrıntı<br />

Henri Rousseau, 1910<br />

1. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Ocak 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />

hakkı saklıdır. Eserin tamamı <strong>ve</strong>ya bölümleri hiçbir yolla<br />

basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir<br />

mecra <strong>ve</strong>ya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için<br />

lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


İÇİNDEKİLER<br />

Sunuş …………………………………………..................................... 9<br />

Kaynakça ……………………………………………………………... 23<br />

Ânın Şiiri (Poetry of the Present) …………………………………….. 25<br />

<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />

Yabanıl Çayır (The Wild Common) …………………………………. 39<br />

Pencerede (At the Window) …………………………………………. 42<br />

Sefalet (Misery) ………………………………………………………. 43<br />

Yavru Kaplumbağa (Baby Tortoise) ………………………………... 44<br />

Kaplumbağa Kabuğu (Tortoise Shell) ……………………………… 49<br />

Kaplumbağa Ailesinde İlişkiler (Tortoise Family Connections) …... 52<br />

Lui et Elle (Lui et Elle) ……………………………………………….. 56<br />

Kaplumbağa Gözüpekliği (Tortoise Gallantry) ……………………. 63<br />

Kaplumbağa Çığlığı (Tortoise Shout) ………………………………. 66<br />

Nar (Pomegranate) ………………………………………………......... 72<br />

Şeftali (Peach) ………………………………………………………..... 75<br />

Muşmulalar <strong>ve</strong> Ü<strong>ve</strong>zler (Medlars and Sorb-Apples) ……………….. 77<br />

Üzümler (Grapes) …………………………………………………….. 81


Serviler (Cypresses) ………………………………………………….... 86<br />

Çıplak İncir Ağaçları (Bare Fig-Trees) ………………………………. 91<br />

Çıplak Badem Ağaçları (Bare Almond-Trees) ……………………..... 95<br />

Badem Çiçeği (Almond Blossom) ………………………………….…. 97<br />

Mor Anemonlar (Purple Anemones) ………………………………... 104<br />

Sicilya Siklamenleri (Sicilian Cyclamens) ………………………….. 109<br />

Sivrisinek (The Mosquito) …………………………………………… 113<br />

Balık (Fish) …………………………………………………………… 118<br />

Yılan (Snake) …………………………………………………………. 128<br />

Baba Hindi (Turkey-Cock) …………………………………………... 134<br />

Sinek Kuşu (Humming-Bird) ……………………………………….. 140<br />

New Mexico’da Bir Kartal (Eagle in New Mexico) ………………... 142<br />

Mavi Alakarga (The Blue Jay) ………………………………………. 147<br />

Eşek (The Ass) ………………………………………………………... 149<br />

Teke (He-Goat) ……………………………………………………….. 156<br />

Kanguru (Kangaroo) …………………………….…………………… 163<br />

Dağ Aslanı (Mountain Lion) ……………………………………….... 168<br />

Kızıl Kurt (The Red Wolf) ……………………………………………. 172<br />

New Mexico’da <strong>İnsanlar</strong> (Men in New Mexico) …………………… 179<br />

Taos’ta Sonbahar (Autumn at Taos) ……………………………….... 182<br />

Tuhaf Yaratık Şu Burjuva (How Beastly the Bourgeois Is) …............. 185<br />

Kertenkele (Lizard) …………………………………………………... 188<br />

Kelebek (Butterfly) ………………………………………………….... 189<br />

Ölüm Gemisi (The Ship of Death) …………………………………… 191


Bahçedeki Ağaçlar (Trees in the Garden) …………………………… 200<br />

Beyaz At (The White Horse) ………………………………………….. 202


www.isaretatesi.com<br />

SUNUŞ<br />

Bundan birkaç yıl kadar önce D. H. <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin<br />

Türkçe çevirileri konusunda bir çalışma yapmaya karar<br />

<strong>ve</strong>rdiğimde, öncelikle, okurlara genel bir portre sunmak adına<br />

yazarın tüm şiir kitaplarından bir seçki oluşturmayı<br />

düşünmüştüm. Ancak, yaklaşık iki yıllık bir çalışmanın<br />

sonunda ortaya çıkan dosyayı tamamlanışından bir süre sonra<br />

yeniden ele aldığımda, seçkideki şiirlerin bir kısmını atıp yeni<br />

bazı şiirler eklemeye, yazarın bilhassa hayranlık duyduğum<br />

doğa temalı, serbest ölçüyle yazılmış şiirlerini ön plana<br />

çıkaracak yeni bir seçki oluşturmaya karar <strong>ve</strong>rdim.<br />

Özetle, seçki birkaç yıla yayılan iki aşamalı bir çalışmanın<br />

sonunda şekillendi. Çeviri, düzelti, gözden geçirmeler, ekleme<br />

<strong>ve</strong> çıkarmalar, yeniden çeviri, yeniden düzelti derken, hayli<br />

<strong>Lawrence</strong>vari bir çalışma sürecinden geçmiş oldum – yazmayı,<br />

düzeltmeyi, bozmayı, tekrar yazmayı se<strong>ve</strong>n bir yazara uygun<br />

bir çeviri süreci. Neticede, <strong>Lawrence</strong>’ın başlıca şiir yapıtı<br />

olarak gördüğüm Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (Birds, Beasts<br />

and Flowers) odaklanan, söz konusu yapıt dışından bir grup<br />

şiirle de desteklenmiş bu seçki ortaya çıktı. <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong><br />

9


www.isaretatesi.com<br />

<strong>Yaratıklar</strong> olarak adlandırdığım bu dosyayı, <strong>Lawrence</strong>’ın<br />

poetikasını kısaca ama güçlü bir şekilde yansıtan “Ânın Şiiri”<br />

(Poetry of the Present) adlı önsözü de ekleyerek daha<br />

bütünlüklü kılmayı amaçladım.<br />

Ağırlıklı olarak roman, öykü, gezi yazısı, deneme <strong>ve</strong><br />

incelemeleriyle tanınan D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın şiirleri öteki<br />

yapıtlarına kıyasla geri planda kalmış, 20. yüzyılın bu büyük<br />

edebi figürünün şairliği zaman zaman göz ardı edilmiştir.<br />

Genel beğenilere bağlı olarak edebi türlerin göreceli öneminin<br />

zaman içinde değişmesiyle beraber, belki benzer bir durum<br />

romancı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya öykücü kimliği ağır basan pek çok edebiyatçı<br />

için geçerli olmuşsa da, <strong>Lawrence</strong> özelinde, bu genel kanının<br />

oluşmasında hem onun şiirlerinin diğer yapıtlarına göre hacim<br />

olarak daha sınırlı kalmış olmasının, hem de bu şiirler<br />

içerisinde spontane yazılmış, kabataslak, dolayısıyla da<br />

nispeten zayıf olan şiirlerin pek de azımsanmayacak miktarda<br />

olmasının etkili olduğu söylenebilir. <strong>Lawrence</strong>’ın kendi<br />

ayrımıyla gerek “kafiyeli” gerek “kafiyesiz” şiirlerinin içinde<br />

bolca yer alan, şairin duygularını serbestçe, gündelik bir<br />

keyfiyetle, hatta yer yer sloganvari ifadelerle dile getirdiği <strong>ve</strong><br />

ara ara içindeki zehri kustuğu parçalar, onun, muhafazakâr<br />

eleştirmenler <strong>ve</strong> sansürcüler bir yana, modernist şiir devi T. S.<br />

Eliot’tan Bertrand Russell’a kadar uzanan geniş bir yelpazede<br />

çok farklı cenahlardan sert eleştiriler almasına, “şiir yapmasını<br />

beceremeyen biri olmakla” suçlanmasına neden olmuştur.<br />

Özellikle Eliot’ın <strong>Lawrence</strong>’a dair olumsuz hükmünün onun<br />

şiiri üzerine bir dönem bir lanet gibi çöktüğü söylenebilir.<br />

10


www.isaretatesi.com<br />

Ancak yıllar içerisinde, <strong>Lawrence</strong>’ın şiirine dair algı bir<br />

hayli değişmiştir. Bunda, bu şiire dair olumlu eleştirilerin<br />

sonradan sonraya belirmeye başlamasının, <strong>Lawrence</strong> inceleme<br />

<strong>ve</strong> araştırmalarının giderek zenginleşmesinin, başta “Yılan”<br />

olmak üzere çeşitli <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin önemli antolojilerde<br />

boy göstermesinin <strong>ve</strong> T. S. Eliot’ın hükmünü bir ölçüde<br />

dengeler biçimde, bir başka şiir devi W. H. Auden’ın<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirini takdir eden bazı yazılarının yayımlanması<br />

etkili olmuştur. Neticede on yıllar içerisinde, yazarın özellikle<br />

“Ânın Şiiri”nden sonraki dönemde, poetikası son derece güçlü,<br />

biçim <strong>ve</strong> içerik olarak tutarlı, yetkin şiirler yazmış olduğu<br />

yaygın olarak kabul edilir hale geldi. Bugün artık, D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın romanlarının, öykülerinin, gezi yazılarının,<br />

denemelerinin <strong>ve</strong> incelemelerinin yanı sıra şiirlerinin de bolca<br />

hayranı bulunmakta.<br />

Her ne kadar romancı <strong>ve</strong> öykücü kimliği ön planda olsa<br />

da, çeşitli türlerde ürün <strong>ve</strong>rmiş bu üretken yazarın yapıtlarını<br />

topluca değerlendirmek daha sağlıklı bir kanıya varmamızı<br />

sağlıyor; şiirlerinin özgül ağırlığı da diğer yapıtlarıyla birarada<br />

düşünüldüğünde daha iyi anlaşılıyor. Bu anlamda, özellikle de<br />

poetikası güçlü olan şiirlerinde, <strong>Lawrence</strong>’ın, diğer edebi<br />

türlerde yapamadığı bazı şeyleri yapabildiği; farklı bir ustalığı<br />

<strong>ve</strong> duyarlılığı ortaya koyduğu; hatta romanlarında <strong>ve</strong><br />

öykülerinde karakterlere, olaylara, mekânlara dramatik bir<br />

yapı içerisinde dağıtmak zorunda olduğu birçok motifi<br />

şiirlerinde başka bir düzen içerisinde daha yoğun, somut,<br />

sıkıştırılmış <strong>ve</strong> “gerçek zamanlı” bir biçimde ele aldığı; ironiyi,<br />

mizahı, eleştiriyi, yahut olumlamayı bazı bakımlardan daha<br />

11


www.isaretatesi.com<br />

etkili kullandığı söylenebilir. Şiirleri, yazarın tüm yapıtlarında<br />

bitip tükenmez bir enerjiyle işlediği insancıl konuların <strong>ve</strong><br />

sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden, Akıl/İçgüdü,<br />

Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi karşıtlıkların<br />

bilinç, duyum <strong>ve</strong> deneyim düzeyinde anlık bir ölçekte<br />

yansımalarını sergiler.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın ayırt edici özelliklerinden biri, tüm yazın<br />

hayatı boyunca sahip olduğu muazzam ifade dürtüsü<br />

olmuştur. Bu sayede o, ifade becerisinin yetkin olmadığı<br />

durumlarda bile, tutarlılığa, içtenliğe, tutkuya <strong>ve</strong> sahip olduğu<br />

entelektüel kaynaklara yaslanarak, bir edebiyatçı olarak<br />

kendini güçlü bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Üstelik<br />

bunu yaparken gelenek karşıtlığından da güç almış; edebi<br />

olmak için çaba göstermemesi, hatta zaman zaman edebi<br />

olmamak için çaba göstermesi sayesinde özgün bir ses olarak<br />

kendini kabul ettirmiştir. Şiiri çerçe<strong>ve</strong>sinde bunu mümkün<br />

kılan ise, onun Whitman’a benzer bir yol izleyerek serbest<br />

ölçüyü benimsemesi, anlık bir şiire yönelmesi olmuştur.<br />

Hazırladığım seçkinin başında yer alan “Ânın Şiiri”,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiir anlayışını kendi ağzından en çarpıcı şekilde<br />

aktarmaktadır. Seçkiye dâhil ettiğim şiirler adına da, bir<br />

manifestoyu andıran 1919 tarihli bu metni referans olarak<br />

kabul ettim <strong>ve</strong> bunu önceleyen dönemden, yahut şairin<br />

1920’lerin ikinci yarısına ait son döneminden sınırlı sayıda şiire<br />

yer <strong>ve</strong>rdim.<br />

Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (<strong>ve</strong>ya “beast” sözcüğünün<br />

başka bir çevirisiyle Kuşlar, Hayvanlar <strong>ve</strong> Çiçekler’e) olan<br />

12


www.isaretatesi.com<br />

odağımı geniş tutmamın nedeni, “Kaplumbağalar”ı da<br />

kapsayacak şekilde, 1919-1923 arasında yazılmış olan bu<br />

yapıtın, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın en iyi şiir örneklerinin büyük<br />

kısmını içeriyor olması <strong>ve</strong> dolayısıyla şairin poetikasının en<br />

güçlü yansımasını sunması. W. H. Auden, Ted Hughes, Joyce<br />

Carol Oates, Seamus Heaney gibi edebiyatçıları içine alan<br />

geniş bir yelpazede yazarın en önemli şiir yapıtı olarak görülen<br />

bu kitap bana göre de 20. yüzyılın başlıca şiir toplamlarından<br />

biri. Blake, Wordsworth, Keats, Whitman, Hopkins,<br />

Swinburne, Hardy üzerinden uzanan (hatta Marinetti’yi de<br />

selamlayan) bir çizgide, hem bu şairlere yakın hem de<br />

onlardan bir o kadar uzak olan bir şiir anlayışıyla, D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> doğa temalı şiirleriyle benzersiz bir damar<br />

yakalamıştır. Bu bakımdan, Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler,<br />

<strong>Lawrence</strong>vari bir Cennet ile Cehennemin Evliliği, Roma Ağıtları,<br />

Dionysos Dithyrambosları, yahut Duino Ağıtları olarak<br />

nitelendirilebilir.<br />

Bu şiirin temelinde, bitkiler, hayvanlar <strong>ve</strong> organik doğa<br />

özelinde insanın <strong>Öteki</strong>’yle olan ilişkisi yer alır. Buradan da<br />

seçkiye neden <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong> adını <strong>ve</strong>rdiğim<br />

anlaşılabiliyor. D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın doğa temalı şiirleri, birçok<br />

bakımdan kendi de bir yaratık olan insanın öteki yaratıklarla<br />

olan ilişkisi üzerine kuruludur; tutkularıyla, zaaflarıyla,<br />

içgüdüleriyle, arzularıyla, vahşiliğiyle, duyularıyla,<br />

çelişkileriyle, kısacası tüm ruhu <strong>ve</strong> bedeniyle karmaşık bir<br />

yaratık olan insanın hem kendine hem öteki yaratıklara<br />

yönelik algısını, dürtülerini, söylemini <strong>ve</strong> eylemini ele alır,<br />

incelemeye tâbi tutar, uygulamaya koyar. Yani öznenin hem<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

kendisine hem ötekine nasıl yöneldiği; hatta görmenin,<br />

duymanın, okumanın, algılamanın ötesinde, kendini <strong>ve</strong><br />

organik doğayı nasıl “hissettiği” üzerinde durur. Bu ne salt<br />

sevgi dolu, kucaklayıcı bir şiirdir, ne de önceki doğa şiiri<br />

geleneklerini devam ettirir; doğaya yaklaşımı antropomorfik,<br />

fablvari değildir; dinî bir mistisizmi, aşkıncı bir görüşü, Kutsal<br />

Kitap doğase<strong>ve</strong>rliğini yansıtmaz. <strong>Lawrence</strong> öncelikle,<br />

genelgeçer olan, Tanrı – Melek – İnsan – Hayvan – Bitki<br />

sıralamasını bozar; hayvanı, bitkiyi, insanı yan yana, bir araya<br />

getirir. Yaratıksa eğer, hepsi yaratıktır, önemli olan onların<br />

birbiriyle ilişki içinde, doğanın sonsuz ilişkiler bulutu içinde<br />

nasıl olduklarıdır; kutsal metne başvurarak “nimetler”<br />

üzerinden Tanrı’ya kestirme yoldan ulaşmak, yahut kısacık bir<br />

bakışla mahlukatta aşkın bir kutsallık keşfedi<strong>ve</strong>rmek<br />

<strong>Lawrence</strong>’ı tatmin etmez.<br />

En basit ifadesiyle, bu şiir hep “hissetme”nin deneyini<br />

yapar. Yaratığın kendini <strong>ve</strong> ötekini nasıl hissettiği önemlidir;<br />

ancak bu deneyim katman katmandır; hem “hissetme”nin<br />

katmanları vardır, hem “hissedememe”nin – bilhassa uygar,<br />

modern insan özelinde. Alıcıları kapalıdır insanın; duyuları<br />

körelmiştir; gözüne at gözlükleri, ayağına pranga takılmış, eli<br />

kolu bağlanmıştır; içgüdüleri arapsaçına dönmüş, üstüne o bir<br />

de iğdiş edilmiştir. Peki bu noktadan hareketle, yaratık kendini<br />

<strong>ve</strong> ötekini nasıl hissedebilir, ya da hissedemez? İşte D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın doğa şiirleri insanın bu hissetme <strong>ve</strong> hissedememe,<br />

açıklık <strong>ve</strong> kapalılık durumları arasında gezinir durur. Edebi<br />

betimleme yerine doğrudan doğruya özdeşleşme vardır bu<br />

şiirde; şair tüm duyularına başvurur, uzanıp dokunur, tutar,<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

tadar, hatta sataşır, kaçar, saldırır, öldürür – <strong>ve</strong> bazen de se<strong>ve</strong>r.<br />

Gözünü çevirir, kulak <strong>ve</strong>rir, duyargalarını uzatır, algılar;<br />

ötekini kendine aktardığı kadar kendini de ötekine aktarır,<br />

oraya geçer, bir süreliğine öteki olur. Birden çok göz, birden<br />

çok duyarga vardır: hem duyabilmenin, hissedebilmenin, hem<br />

de hissedememenin gözleri, duyargaları. Ve arada muazzam<br />

bir dürtüler, eylemler repertuarı kaynar durur; yaratık da<br />

orada onlarla kaynamaktadır. Bunları yansıttığı ölçüde,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde belirlilik kadar belirsizlik de önemlidir;<br />

sözcükler bazen malzemeyi işler, bazen olduğu gibi bırakır;<br />

ifade ikisinden de güç alır. Şair hem insancıl tanımlara kapılır,<br />

hem de sık sık kalıpların, şablonların dışına çıkar; ifadede<br />

ustalık kadar, kusurluluğa da yer açar.<br />

Bu “hissetme” deneyinin arka planında kesintisiz bir güç<br />

egzersizi yatmaktadır. Şair ötekini duyarken, içselleştirirken,<br />

ona dokunup etki ederken, kendinden sıyrılıp ötekinin ta<br />

kendisi olmayı test ederken, yahut bunların hiçbirini<br />

başaramayıp da karşıt, tanımsız, tersine mekanizmaları<br />

çalıştırırken güç barometresi bir iner bir çıkar. Deneyimin tüm<br />

bu damarları, kıvrımları, yumruları, kanalları arasında teni<br />

bedeni <strong>ve</strong> ruhuyla bir bütün halinde gezinen şair kâh özne<br />

olur, ötekini dönüştürür, başkalaşıma uğratır, kâh nesne olur,<br />

dönüşür, başkalaşıma uğrar. Ama yaratık, yani insan burada<br />

hep güç ilişkileri içerisindedir, bir an bile durmaz, yatışmaz.<br />

Bir başka deyişle, son derece “libidinal” bir şiirdir bu.<br />

Şair, içindeki hayvanla, yaratıkla libidinal yollarla temas<br />

kurmaya, ona ulaşmaya çalışmaktadır; ete kemiğe bürünmüş<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

bir anima olarak yapmaktadır bunu – <strong>ve</strong> o sırada bölgesine<br />

giren her şey anima olur onun için, yaşamla nabzı atmaya<br />

başlar her şeyin. Her şey bir dürtüdür, bir etkendir, karşıtlık,<br />

dayatma <strong>ve</strong> ayrımdır; hem çekişmedir hem uyum; hem hayat<br />

öpücüğüdür hem zehir. Özne, aşama aşama, hem öteki<br />

yaratığa hem de içindeki yaratığa ulaşmaya gayret eder; en<br />

içteki çekirdeği çatlatıp özü ortaya çıkarmak ister. Söz konusu<br />

şiir bu deneyimi anlık, gerçek zamanlı bir biçimde yansıtma,<br />

taklit etme girişimidir.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, şiirlerinde bitkiye, hayvana, doğaya olan<br />

yaklaşımı bazen felsefi, bazen mistik, bazen bilimsel<br />

görünebilir, ama çoğunlukla felsefi olamayacak kadar somut;<br />

mistik olamayacak kadar dünyevi; bilimsel olamayacak kadar<br />

libidinaldir. Bilimsel bakış <strong>ve</strong>ya felsefi bir kavrayış burada<br />

yalnızca deneysel olarak sınanır. Ayrıca Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong><br />

Çiçekler’deki hayvanlar, bitkiler, mey<strong>ve</strong>ler ne kültürel, ne<br />

tarihsel, ne de edebi birer öğedir; şair doğa varlıklarının<br />

kendileriyle doğrudan ilişki kurmayı dener, kalıpları<br />

olabildiğince göz ardı eder, aldığı terbiyeden, kültürden,<br />

sosyal kimliğinden kat kat arınmaya çalışır. Öte yandan çiçeği,<br />

mey<strong>ve</strong>yi, hayvanı <strong>ve</strong>ya ağacı tüm geçmişiyle, insancıl bir doğa<br />

tarihi öğesi olarak ele alacağı zaman da, entelektüel ya da<br />

rasyonel tavrı bir kenara bırakır; şayet kültür, tarih, din işin<br />

içine dâhil olacaksa, şair bunu ancak “mit”e bağlı kalarak<br />

yapar, miti felsefenin önüne alır, yer yer kendi mitlerini türetir.<br />

Ve bu sayede, “yaratığı” kutsal kitabın, aydınlanmanın,<br />

modernitenin, Avrupa’nın dışına çıkarır, milattan önceye,<br />

hatta tarih öncesine, cennetteki Adem ile Havva’ya, yahut tam<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

aksine, ileriye, belirsiz bir geleceğe doğru sürer, onunla<br />

doğanın geniş, bakir, taptaze bağlamında, buna uygun bir<br />

şimdiki anda buluşmayı kovalar. Fakat bu çaba, öyle pek de<br />

ideal, romantik, mistik bir çaba değildir; yücelmeye karşılık<br />

düşüşü de zorunlu olarak barındırır; zira beden işin içine<br />

karışmıştır; sevgi kadar, merhamet kadar, haz kadar, öfke de,<br />

şiddet de, ıstırap da su yüzüne çıkar: Yaratık yaratıkla karşı<br />

karşıya gelir, ikisi birbiriyle iç içe geçer. Bu bakımdan,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden,<br />

Akıl/İçgüdü, Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi<br />

karşıtlıklar, yazarın doğa temalı şiirlerinde “libidinal” bir<br />

çözümün içinde eriyerek belirsizleşir. <strong>Öteki</strong>’yle <strong>ve</strong> Yaratık’la<br />

kurulan ilişki sırasındaki birtakım bilinç, duyum, dürtü<br />

mekanizmaları gözler önüne serilirken, eşine az rastlanır<br />

şekilde somut, gerçek zamanlı, uygulamalı bir şiir ortaya çıkar.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, toplu şiirlerinin 1928 tarihli baskısına<br />

yazdığı önsözde belirttiği üzere, şiir yaşamının en önemli<br />

ürünleri, ağırlıklı olarak Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’i<br />

oluşturan, yer yer diğer şiir kitaplarına da dağılmış,<br />

“demon”un, yani yaratıcı dehanın, yahut cinin (daimon),<br />

“yaratığın” etkisiyle yazılmış şiirlerdir. Aynı zamanda bunlar,<br />

yazdıkları üzerinde sonradan bolca değişiklik yapmayı se<strong>ve</strong>n,<br />

pek çok şiirini birden fazla defa yazan şairin, ilk yazıldığı<br />

haliyle bıraktığı, sonradan neredeyse hiç değiştirmediği<br />

şiirlerdir; “söylenmesi gerektiği gibi söylenmiş” şiirlerdir.<br />

Seçkiye dâhil ettiğim şiirlere, özellikle de Kuşlar,<br />

<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’in büyük kısmını oluşturan şiirlere<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

bakıldığında <strong>Lawrence</strong>’ın poetikasını en iyi örnekleyen bu<br />

ürünlerin ağırlıklı olarak çağın <strong>ve</strong> Avrupa’nın dışına uzanan<br />

bir arayışa karşılık geldiği <strong>ve</strong> şiirlerin yazıldığı yerlerin de<br />

bunu yansıttığı görülebilir. Kitabın, coğrafi olarak, biri<br />

Toskana <strong>ve</strong> Sicilya, diğeri New Mexico olmak üzere başlıca iki<br />

ekseni vardır; şiirin arka planındaki diğer mekânların büyük<br />

kısmı da Avrupa dışında, örneğin Sri Lanka <strong>ve</strong><br />

Avustralya’dadır. Şair bunlar üzerinden hem geçmişle, Eski<br />

Dünya’yla, yani Etrüsklü’yle, Yunan’la, Kızılderili’yle,<br />

Bushman’la, hem de modernitenin ötesindeki uzak bir<br />

gelecekle, Yeni Dünya’yla, geleceğin insanıyla bağ kurar;<br />

bozulmamış, bakir, özüne sadık, ruhen <strong>ve</strong> bedenen tam, doğa<br />

ile uyumlu olan erkeği <strong>ve</strong> kadını arar. Bu yüzden de, insanı<br />

insan yapan her şeyi kendine malzeme edinir şair; <strong>Öteki</strong>’yle<br />

bağ kuran yaratık tüm öğeleriyle uyanır, duyar, deneyimler,<br />

eylemde bulunur. Ve tüm bunları yaparken <strong>Lawrence</strong> yeni bir<br />

tinselliği, maneviyatı kurmaya çalışır – insanı teniyle, etiyle,<br />

bedeniyle, tüm duyum, dürtü, eylem dünyasıyla bir bütün<br />

halinde kabul eden, insancıl olan hiçbir şeyi dışarıda<br />

bırakmayan bir yüceliş <strong>ve</strong> düşüşün maneviyatı.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın “Ânın Şiiri”nde ilkelerini genel hatlarıyla<br />

açıkladığı şiiri, biçim <strong>ve</strong> dil olarak da aynı çizgiyi yansıtır. Şair,<br />

<strong>Öteki</strong>’yle doğrudan ilişki kurmayı dener; ağacı, mey<strong>ve</strong>yi,<br />

hayvanı birer “imge” olarak almaz; dikkatini <strong>ve</strong>rir, duyar,<br />

dokunur; <strong>Öteki</strong>’ni kendisi olarak hisseder; bu arada da imgeyi<br />

bozar, söküme uğratır <strong>ve</strong> onun yerine, somut canlı varlığı<br />

yapım işlemine tâbi tutar; bunun için hem kendine hem<br />

ötekine başvurur. Duyum, algı, güdü, düşünce, sezgi<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

aşamaları mimetik bir şekilde yazıya yansıdığı ölçüde anlık bir<br />

şiir kurulur; ancak kesinlikle otomatik yazı değildir bu; şair,<br />

bilincine vararak <strong>ve</strong> “hissederek” yazmaktadır; belirsizlik,<br />

bilinçaltı, gelişigüzellik ancak şiirin sürecine gerçekten aitse<br />

işin içine karışır. Bu şekilde, aşamalarla <strong>ve</strong> süreç halinde<br />

yazmayı mümkün kılan, <strong>Lawrence</strong>’ın kafiyesiz serbest dizeyi<br />

benimsemesidir; bu tarz bir şiir için kaçınılmaz bir tercihtir bu<br />

belki de. Fakat bu şiir, akışı itibarıyla kendi iç ritmine sahip bir<br />

şiirdir. Kısa (yer yer tek kelimelik) <strong>ve</strong>ya uzun (yer yer paragraf<br />

uzunluğunda olan) dizeler <strong>ve</strong> artlama, yani bir cümlenin alt<br />

alta dizelere bölünmesi (enjambment), hem sürekliliği, akıcılığı,<br />

hem de atlamaları, kesintiyi, kopukluğu, tekrarlılığı yansıtır;<br />

âdeta somut duyu <strong>ve</strong> düşünce birimleri oluşturulur bu yolla.<br />

Benzer şekilde, ses uyumu <strong>ve</strong> aliterasyon da <strong>Lawrence</strong>’ın şiir<br />

dilinin önemli parçalarıdır; sözgelimi “Yılan” şiirinde,<br />

sürünmeyi <strong>ve</strong> tıslamayı taklit eden harflere (“s” harfi), “Balık”<br />

şiirinde suyu <strong>ve</strong> yüzmeyi taklit eden harflere (“l” <strong>ve</strong> “v”<br />

harfleri) bolca rastlanması tesadüf değildir. Ayrıca <strong>Lawrence</strong>,<br />

karmaşık birtakım duyu imlerini en kişisel şekilde<br />

aktarabilmek için, sık sık, tireyle birbirine bağladığı ikili <strong>ve</strong>ya<br />

üçlü sözcük bileşimlerine, izlenimlerin iç içe geçtiği life-rosy<br />

gibi, naked-set gibi, flower-sumptuous-blooded gibi tek<br />

kullanımlık bileşik ifadelere başvurur, özgün bir söz dağarcığı<br />

oluşturur. Özellikle şairin deneyimin yoğunluğunu <strong>ve</strong>rmek<br />

adına tüm bu araçlar setine abartılı bir biçimde başvurduğu,<br />

hemen her şiirinde yer yer ortaya çıkan kıta uzunluğunda söz<br />

yığınları, bahsettiğimiz şiir dilinin zir<strong>ve</strong>ye ulaştığı anların <strong>ve</strong><br />

bu anlara karşılık gelen benzersiz duyu deneylerinin somut<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

belgeleridir <strong>ve</strong> bunlar <strong>Lawrence</strong> şiirinin en önemli ifade<br />

başarısı olarak görülebilir.<br />

Çevirimde tüm bu şiir öğelerini olabildiğince <strong>ve</strong>rmeye<br />

çalıştım, ancak elbette dize dize birebir çeviri yapmak ritmi de<br />

aynen aktarmak anlamına gelmeyeceğinden, özellikle<br />

artlamayı yeniden yapılandırmam kaçınılmazdı <strong>ve</strong> dizelerin<br />

bölünmesini, dize uzunluklarını yeniden ayarladım. Tüm<br />

bunlar, ritmin üzerinde oynama yapmamı gerektiriyordu;<br />

fakat bu anlamda ekonomik davranmaya gayret ettim, şiirin<br />

akışını <strong>ve</strong> iç gerilimini canlı tutmayı esas aldım. Benzer şekilde,<br />

ses uyumlarını <strong>ve</strong> aliterasyonu da şiirin yapısından <strong>ve</strong> dilinden<br />

ödün <strong>ve</strong>rmeksizin birebir aktarmak olanaksız olduğundan<br />

yeni ahenkler kurmaya çalıştım; hatta ritmi desteklemek adına<br />

yer yer, orijinal şiirlerde bulunmayan bazı ahenklere,<br />

kafiyelere de başvurdum. Ayrıca, bazı istisnalar hariç,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde bolca kullandığı, ikili <strong>ve</strong> üçlü<br />

sözcüklerden oluşan bileşik ifadeleri, aradaki tireyi koruyup<br />

sözcük çevirisi yaparak Türkçeye aktarmadım; onun yerine,<br />

tireyi atıp ifadeyi iki-üç sözcüğe açarak çevirmeyi tercih ettim.<br />

Son olarak, orijinal şiirlerde bolca yer alan paragraf-dizeleri de<br />

birebir aktarmadım; bunları alt alta dizelere yaymanın<br />

çevirinin dili adına da, mizanpaj adına da daha iyi sonuç<br />

<strong>ve</strong>rdiğini (denedim <strong>ve</strong>) gördüm. Tüm bunlar, çeviriyi orijinal<br />

şiirlere göre biraz daha şiirsel kıldı; zira <strong>Lawrence</strong>’ın edebi<br />

olmamaya gayret ettiği, dili <strong>ve</strong> sözcükleri bozulmaya uğrattığı<br />

noktalar birebir çeviriyle Türkçede aynı sonucu <strong>ve</strong>rmiyordu;<br />

dolayısıyla da çeviriyi daha az Türkçe kılacak bir yaklaşımı<br />

tercih etmedim. Neticede akış, ritim, iç gerilim, sözcük<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

yoğunluğu itibarıyla orijinal şiirlerin enerjisini yansıtan, çeşitli<br />

alternatif okumalara (örneğin psikanalitik, queer, feminist<br />

okumalara) da izin <strong>ve</strong>ren bir çeviri ortaya çıkardığımı<br />

düşünüyorum.<br />

<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>’a dâhil ettiğim şiirler elbette<br />

benim tercihlerimi yansıtıyor. Doğa temasına bağlı kalarak<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirlerini gözden geçirirken ağırlığı Kuşlar,<br />

<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e <strong>ve</strong>rdim <strong>ve</strong> “Ânın Şiiri”ni önceleyen<br />

dönemden yalnızca üç şiir, şairin son yıllarından ise yalnızca<br />

altı şiir ekledim. Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’den özellikle<br />

hayranlık duyduğum, tutkuyla çevirebileceğim şiirleri<br />

seçmeye özen gösterdim; çok sevdiğim bazı şiirleri çeşitli<br />

nedenlerle dışarıda bırakmam gerekse de kitaptaki şiirlerin<br />

yaklaşık dörtte üçünü çevirmiş oldum. Seçkiyi kronolojik<br />

olarak düzenledim; ancak şiirlerin yazım tarihlerini değil,<br />

kitapların yayın yıllarını temel aldım, kitapların içindeki şiir<br />

sırasını bozmadım. Birden fazla <strong>ve</strong>rsiyonu olan şiirler için,<br />

hem genel kabule hem kendi beğenime başvurarak, daha iyi<br />

olduğunu düşündüğüm <strong>ve</strong>rsiyonu kullandım. Örneğin,<br />

seçkinin başındaki “Yabanıl Çayır”, şiirin 1928 tarihli ikinci<br />

<strong>ve</strong>rsiyonunun çevirisi; seçkinin sonlarında yer alan “Ölüm<br />

Gemisi” de söz konusu şiirin ikinci <strong>ve</strong>rsiyonu. Bazen kitapların<br />

farklı basımlarında şiirlerde ufak tefek sözcük oynamaları <strong>ve</strong><br />

dize kaymaları görülebiliyor; bunlar için de kendi inisiyatifimi<br />

kullandım.<br />

Zamanım <strong>ve</strong> enerjim el <strong>ve</strong>rdiği ölçüde yetkin bir D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> şiir seçkisi hazırlamaya gayret ettim. Fakat günün<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

birinde başka bir çevirmenin, bu seçkiye dâhil edemediğim<br />

“Bavyera Centiyanları” (Bavarian Gentians), “Balinalar<br />

Ağlamaz!” (Whales Weep Not!), “Kuğu” (Swan), “Filler Ağırdan<br />

Alır” (The Elephant is Slow to Mate) gibi şiirleri de kapsayan<br />

alternatif bir seçki hazırlayabileceğini, yahut Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong><br />

<strong>ve</strong> Çiçekler’in tamamını, hatta <strong>Lawrence</strong>’ın toplu şiirlerini<br />

Türkçeye layıkıyla çevirebileceğini ümit ediyorum. Zira,<br />

modası geçmek şöyle dursun, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın, ele aldığı<br />

insan, doğa <strong>ve</strong> varoluş meseleleri itibarıyla güncelliğini<br />

koruyan, hatta günümüzün ‘teknoloji – para – internet –<br />

tüketim’ dünyasında gitgide daha güncel hale gelen bir yazar<br />

olduğunu düşünüyorum. Onun şiiri de bu anlamda güçlü bir<br />

edebiyat damarı <strong>ve</strong> esin kaynağı olarak karşımızda duruyor.<br />

Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

KAYNAKÇA<br />

Çalışmamın her aşamasında çok sayıda kaynaktan yararlandım.<br />

Bunların başlıcaları aşağıda belirtilmiştir. Yer kısıtlılığından dolayı bu kısa<br />

kaynakçada yer <strong>ve</strong>remediğim diğer yapıtların sahiplerine gönülden bir<br />

teşekkürü borç bilirim.<br />

Banerjee, Amitava. D. H. <strong>Lawrence</strong>’s Poetry: Demon Liberated. Londra:<br />

Macmillan, 1990.<br />

Becket, Fiona. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Thinker As Poet. Londra <strong>ve</strong> New York:<br />

Macmillan, 1997.<br />

Bloom, Harold. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: Modern Critical Views. New York:<br />

Chelsea House, 1986.<br />

Chaudhuri, Amit. D. H. <strong>Lawrence</strong> and ‘Difference’: Post-Coloniality and the<br />

Poetry of the Present. Oxford: Clarendon Press, 2003.<br />

Gilbert, Sandra M. Acts of Attention : The Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Ithaca:<br />

Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1972.<br />

Heywood, Christopher. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: New Studies. Basingstoke:<br />

Macmillan, 1987.<br />

Hoare, Peter, Preston, Peter. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong> in the Modern World.<br />

Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1989.<br />

Lockwood, Michael J. A Study of the Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Thinking in<br />

Poetry. Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1987.<br />

Mackey, Douglas A. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Poet Who Was Not Wrong. San<br />

Bernardino, California: Burgo Press, 1986.<br />

Montgomery, Robert E. The Visionary D. H. <strong>Lawrence</strong>: Beyond Philosophy and<br />

Art. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1994.<br />

Sagar, Keith. D. H. <strong>Lawrence</strong>: Poet. Humanities-Ebooks LLP, 2007.<br />

Sagar, Keith. The Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1966.<br />

Stewart, Jack. The Vital Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Vision and Expression.<br />

Carbondale: Southern Illinois UP, 1999.<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

ÂNIN ŞİİRİ<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

Bir tarla kuşunun şakıdığını duyduğumuzda bize sanki<br />

ses geleceğe doğru akıyormuş gibi, sanki son sürat, tamamen<br />

düşüncesizce, dosdoğru ileriye akıyormuş gibi görünür. Bir<br />

bülbül duyduğumuzda ise duraksamayı <strong>ve</strong> anımsamanın<br />

zengin, içe işleyen ritmini, kusursuz geçmişi duyarız. Tarla<br />

kuşu kulağa hüzünlü gelebilir, ancak bu neredeyse bir umut<br />

esrimesi olan, tatlı, geçici bir hüzündür. Bülbülün coşkusu ise<br />

hem bir methiyedir hem de ağıt.<br />

Şiirde de böyledir. Şiir, kural olarak, ya zarif <strong>ve</strong> yüce olan<br />

uzak geleceğin sesidir, ya da zengin <strong>ve</strong> harika olan geçmişin<br />

sesidir. Yunanlar İlyada <strong>ve</strong> Odysseia’yı duyduklarında, iç<br />

bölgelerdeki insanların bazen denizi duyup güçlü, müthiş bir<br />

hasret <strong>ve</strong> nostaljiyle zayıf düştükleri gibi yüreklerinde kendi<br />

geçmişlerinin seslendiğini duymuşlardır; yahut İthakalı’nın<br />

sancılı <strong>ve</strong> pırıltılı ilerleyişini takip ettiklerinde yüreklerinde<br />

zamanın nabzıyla kendi gelecekleri dalgalanmıştır. Yunanlar<br />

için Homeros buydu: kazanılmış savaşlar <strong>ve</strong> hak edilmiş<br />

ölümle, görkem dolu Geçmiş; <strong>ve</strong> Odisseas’ın bilinmeyenin<br />

içinden büyülü yolculuğuyla, Gelecek.<br />

Bu, bizim için de böyledir. Bizim kuşlarımız ufukta şakır;<br />

meçhulden, ötemizden, dingin geceden seslenir;<br />

gündoğumunda <strong>ve</strong> günbatımında şarkı söyler. Yalnızca<br />

zavallı, tiz sesli, ehli kanaryalar öter biz konuşurken; yabani<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

kuşlar ise biz uyanmadan önce <strong>ve</strong>ya uyanıp tekrar sızdığımız<br />

sırada ötmeye başlar. Bizim şairlerimiz, bazısı doğuda, bazısı<br />

batıda olan geçitlerde otururlar. Oralardan gelip geçerken,<br />

yüreklerimiz onlara yanıt <strong>ve</strong>rerek kabarır. Ancak yaşamın<br />

ortasındayken duymayız onları.<br />

Başlangıcın şiiri <strong>ve</strong> sonun şiiri uzaktaki tüm şeylere ait<br />

olan şu zarif kesinliğe, kusursuzluğa sahip olmalıdır. Bu ikisi,<br />

tüm kusursuz şeylerin olduğu âlemdedir, tam <strong>ve</strong> eksiksiz<br />

şeylerin doğasına sahiptir. Bu tamlık, eksiksizlik, kesinlik <strong>ve</strong><br />

kusursuzluk zarif biçimle aktarılır: kusursuz simetriyle; sonun<br />

en yüce ânı için ellerin bir kavuşup bir ayrıldığı bir dans<br />

misali, kendisine dönüp duran bir ritimle. Geçmişin<br />

kusursuzlaştırılmış anları <strong>ve</strong> ışık saçan geleceğin<br />

kusursuzlaştırılmış anları – Shelley <strong>ve</strong> Keats’in paha biçilmez,<br />

cevhersi dizeleri böyledir.<br />

Fakat başka tür bir şiir de vardır: halihazırda olanın,<br />

şimdiki ânın şiiri. Şimdiki ânın içinde kusursuzluk, eksiksizlik<br />

yoktur, tamamlanmış bir şey yoktur. İpler uçuşup savrulur<br />

havada, bir ağ oluşturur; suyun yüzeyi titreştirir ayı. Akan<br />

suyun <strong>ve</strong>ya sonu gelmeyen gelgitin yüzeyinde yusyuvarlak,<br />

düzgün bir ay olamaz. Yaşayan plazmanın 1 cevherleri yoktur.<br />

Yaşayan plazma tarifsizce titreşir; geleceği içine çeker, geçmişi<br />

dışarı üfler; her ikisinin özüdür, ancak ikisi de değildir.<br />

1<br />

<strong>Lawrence</strong>, bu önsözde kendi terminolojisi haline getirdiği “plazma”<br />

ifadesiyle, canlı <strong>ve</strong> cansız tüm maddede görünür olan organik, değişken bir<br />

doğayı kastetmektedir. Şair bu sözcüğü bazen de, ilk anlamıyla ilintisiz<br />

olmayan bir şekilde, “kan” anlamında kullanır. (ç.n.)<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

Plazmik bir kesinlik olamaz; hiçbir şey billur <strong>ve</strong> kalıcı değildir.<br />

Canlı dokuyu biyologların müdahale yoluyla yaptığı gibi<br />

sabitlemeye çalışırsak, gözlem için yalnızca geçmişin, geride<br />

kalmış yaşamın kaskatı bir parçasını elde ederiz.<br />

Daima var olan yaşam, kesinlik bilmez, tamamlanmış bir<br />

billurlaşma bilmez. Kusursuz gül yanmakta olan bir alevdir<br />

yalnızca; belirir, akar gider; asla <strong>ve</strong> katiyen hareketsiz, durgun,<br />

sonlanmış olamaz. Onun aşkın güzelliği burada yatar. Tüm<br />

yaşamın <strong>ve</strong> zamanın gelgiti ansızın kabarır <strong>ve</strong> önümüzde bir<br />

tayf gibi, vahiy gibi belirir. Doğrudan, oluşmakta olan<br />

yaratılışın saf özüne bakarız. Selden bir nilüfer çiçeği yükselir,<br />

etrafına bakar, parıldar, kaybolur. Daima çalkalanan selin<br />

özünü, onun cisimleşmiş halini görmüşüzdür. Görünmez olanı<br />

görmüşüzdür. Yaratıcı değişimin, yaratıcı başkalaşımın ta<br />

kendisini görmüş, ona dokunmuş, onu paylaşmışızdır. Bana<br />

nilüfer çiçeğinden 2 söz edecekseniz, değişmez <strong>ve</strong>ya ebedî olan<br />

bir şeyden söz etmeyin. Akışın cisimleşmiş yansımasından,<br />

çiçeklenen, kahkaha atan, çürüyen başkalaşımdan söz edin –<br />

onlar ki, geçerken kusursuzca açık, hareket ederken<br />

çırılçıplaktır karşımızda.<br />

Bırakın, nilüfer çiçeğimde çamuru <strong>ve</strong> gökkubbeyi<br />

duyayım. Bırakın, ağır, balçıklaşmış, içine doğru çeken çamuru<br />

da, gök rüzgârlarının girdaplarını da duyayım. İkisini de en<br />

saf temaslarıyla, içine çeken ağırlığın çıplaklığıyla, geçip giden<br />

ışıltının çıplaklığıyla duyayım. Bana sabit, değişmez, durgun<br />

bir şey <strong>ve</strong>rmeyin. Sonsuz olanı <strong>ve</strong> ölümsüz olanı da <strong>ve</strong>rmeyin:<br />

2<br />

Lotus. (ç.n.)<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

istemem sonsuzluğu, ölümsüzlüğü. Bana sakin olanı, içten içe<br />

kaynayan esası, cisimleşmiş ânın akkor ışıltısını <strong>ve</strong> serinliğini<br />

<strong>ve</strong>rin: ânı; tüm değişim, sürat <strong>ve</strong> karşıtlığın özünü – şimdiyi,<br />

mevcut ânı, şu ânı. Aşağı doğru akan suyun tek bir damlası<br />

değildir şimdiki an. Kaynaktır o, yüzeye çıkıştır, akıntının<br />

fokurdamasıdır. Burada, tam şu an, zamanın akışı gelecek<br />

kuyularından fokurdar, geçmişin okyanuslarına akar.<br />

Kaynaktır bu, yüzeye çıkıştır, yaratıcı özdür.<br />

Şimdiki ânın şiiri vardır; tıpkı sonsuz geçmişin <strong>ve</strong> sonsuz<br />

geleceğin şiiri olduğu gibi, anlık şiir vardır. Cisimleşmiş ânın<br />

kaynayan şiiri en üstünüdür; öncenin <strong>ve</strong> sonranın daimi<br />

cevherlerinin bile ötesindedir. Titreşen gelip geçiciliği içinde, o,<br />

inci gibi sert, billurumsu cevherleri, her iki sonsuzluğun<br />

şiirlerini aşar. Solup gitmeyen zamandışı cevherlerin<br />

niteliklerini istemeyin. Çamurun içte içe kaynaması olan saflığı<br />

isteyin; göğün düşüşü olan, başlangıç halindeki bozuluşu<br />

isteyin; durmak bilmeyen, kesintisiz yaşamın kendisini isteyin.<br />

Yanardönerlikten bile daha hızlı bir başkalaşım olmalıdır;<br />

durulma değil, sürat; sabitlik değil, gelip geçicilik olmalıdır;<br />

sonuçlanmayış, dolaysızlık, yaşamın ta kendisinin akıbetsiz <strong>ve</strong><br />

kapanışsız niteliği olmalıdır. Yaratılışın hesaplanamaz, daimi<br />

yolculuğunda karşılaşıp geçen şeylerin anlık, çarçabuk ilişkisi<br />

olmalıdır: her bir şey, geri kalan tüm şeylerle olan hızlı, akıcı<br />

ilişkisi içinde bırakılmalıdır.<br />

Saf ânın yatışmaz, kavranılmaz şiiri; kalıcılığı rüzgârsı<br />

geçişinde yatan şiir böyledir. Bu tür şiirin en iyisi ise<br />

Whitman’ın şiiridir. Başlangıç <strong>ve</strong> son olmaksızın, kaidesiz <strong>ve</strong><br />

30


www.isaretatesi.com<br />

alınlıksızca, daima geçip gider o; daima esmekte olan, zincire<br />

vurulmaz bir rüzgâr gibidir. Önceye <strong>ve</strong> sonraya da bakmıştır<br />

Whitman, ancak olmayan şeyler adına iç geçirmemiştir. Onun<br />

tüm ifadesinin ipucu şimdiki ânın doğrudan idrakında, kendi<br />

pınarından ifadeye doğru fışkıran yaşamda yatar. Mevcut<br />

andan yalnızca bir soyutlamadır sonsuzluk. Yalnızca büyük<br />

bir anımsama ya da arzulama rezervidir sonsuzluk; insan<br />

eseridir. Zamanın özü ise tüm kıpırtısı <strong>ve</strong> oynaklığıyla şimdiki<br />

saattir. Mevcudiyettir bu. Kalbi güm güm atan, ete kemiğe<br />

bürünmüş, kendisi olan şeydir evrenin özü – gizemli <strong>ve</strong><br />

hissedilebilir. Her zaman böyledir.<br />

Whitman bunu şiirine katmış olduğu için bizler hem<br />

ondan korkar, hem de ona böyle derin bir saygı duyarız. O,<br />

yalnızca “eski, mutsuz, pek uzak şeyler”in 3 <strong>ve</strong>ya “seherin<br />

kanatları”nın 4 şarkısını söyleseydi, ondan korkmazdık. Acil <strong>ve</strong><br />

başkaldırmakta olup hepimize etkiyen Şimdi ile kalbi çarptığı<br />

için korkarız biz ondan. Öze öyle yakındır.<br />

Sözü edilenler ışığında, mevcut ânın şiirinin, öncenin şiiri<br />

<strong>ve</strong> sonranın şiiriyle aynı gövdeye <strong>ve</strong> akışa sahip olamayacağı<br />

ortadadır. Mevcut an, aynı koşullara tâbi olamaz. O, asla<br />

3<br />

William Wordsworth’ın “Hasatçı Kız” (The Solitary Reaper) şiirinde geçen<br />

ifadeler: “Bana kimse söylemeyecek mi / Onun neyi terennüm ettiğini? /<br />

Belki eski, mutsuz, pek uzak şeyler / Ve geçmişin savaşları içindir /<br />

Ağzından dökülür heceler.” (ç.n.)<br />

4<br />

Mezmurlar 139:9’da geçen bir ifade: “Seherin kanatlarını açıp uçsam, /<br />

Denizin ötesine konsam, / Orada bile elin yol gösterir bana, / Sağ elin tutar<br />

beni.” (ç.n.)<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

tamamlanmaz. Orada kendine geri dönen bir ritim yoktur;<br />

kuyruğu kendi ağzında olan bir sonsuzluk yılanı yoktur.<br />

Durgun bir mükemmeliyet yoktur. Bir şeylerden korktuğumuz<br />

için tatmin edici bulduğumuz kesinlik de yoktur.<br />

Serbest ölçü üzerine pek çok şey yazılmıştır. Ancak<br />

hepsinin ötesinde söylenebilecek tek şey, serbest ölçünün belli<br />

bir anda insanın her şeyiyle doğrudan ifadesi olduğu <strong>ve</strong>ya<br />

olması gerektiğidir. Ruhun, zihnin <strong>ve</strong> bedenin aynı anda,<br />

hiçbir şeyi dışarıda bırakmayarak kabarmasıdır o. Bunlar<br />

beraber konuşur. Biraz karmaşa, biraz uyumsuzluk elbette<br />

olacaktır. Gene de karmaşa <strong>ve</strong> uyumsuzluk gerçekliğe aittir –<br />

tıpkı gürültünün suyun düşüşüne ait olması gibi. Serbest ölçü<br />

için süslü kurallar icat etmek, tüm ayakların adımlayacağı bir<br />

ahenk çizmek boşunadır. Serbest ölçü böyle bir ahengi<br />

adımlamaz; bir eğitim çavuşu yaptıramaz ona bunu. Whitman,<br />

klişeleri kendinden budamıştır – üstelik hem ritim hem<br />

söyleyiş klişelerini. İşte, bizim serbest ölçüyle kasıtlı olarak<br />

yapabileceğimiz de budur. Basmakalıp hareketten, eski, beylik<br />

ses <strong>ve</strong> anlam ilişkilerinden kurtulabiliriz. İfademizi kendisine<br />

doğru zorlamaya pek bayıldığımız şu yapay yol <strong>ve</strong> mecraları<br />

yerle bir edebiliriz. Alışkanlığın inadını kırabiliriz. Bizzat alev<br />

gibi kendiliğinden <strong>ve</strong> kıvrak olabiliriz; ifadenin yapay bir<br />

köpüğe <strong>ve</strong>ya düzgünlüğe gerek duymaksızın dışarı taştığını<br />

görebiliriz. Fakat herhangi bir hareketi <strong>ve</strong>ya ritmi mutlak bir<br />

şekilde salık <strong>ve</strong>remeyiz. Keşif <strong>ve</strong>ya icat ettiğimiz tüm kaideler<br />

–ki hepsi üç aşağı beş yukarı aynı şeye karşılık gelir– serbest<br />

ölçüye uygulanmakta başarısız olacak, yalnızca belli bir<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

biçimdeki kısıtlanmış, sınırlı, serbest olmayan ölçüye<br />

uygulanabilecektir.<br />

Tek söyleyebileceğimiz, serbest ölçünün kısıtlanmış<br />

ölçüyle aynı doğaya sahip olmadığıdır. Anımsamanın doğasına<br />

sahip değildir serbest ölçü; ellerimizin arasında sahip olduğu<br />

kusursuzlukla üzerine titrediğimiz bir geçmiş değildir.<br />

Gözümüzü dikip içine doğru baktığımız kusursuz bir gelecek<br />

billuru da değildir. Onun gelgiti ne arzunun yoğun, özlem<br />

dolu kabaran sularıdır, ne de hatırlamanın <strong>ve</strong> hasretin tatlı,<br />

pek dokunaklı alçalan suları. Geçmiş <strong>ve</strong> gelecek, insan<br />

duygusunun iki büyük menzilidir – yaşamın iki büyük evi, iki<br />

sonsuzluk. Her ikisi de kesindir, nihaidir. Güzellikleri amacın<br />

güzelliğidir – tamamlanmış, eksiksiz. Tamamlanmış güzellik<br />

<strong>ve</strong> ölçülmüş simetri, böyle sabit <strong>ve</strong> değişmez sonsuzluklara<br />

aittir.<br />

Oysa serbest ölçüde ânın başkaldıran, çırılçıplak kalp<br />

atışını ararız. Çoğu serbest ölçücünün yaptığı, ölçülü dizenin<br />

hoş biçimini kırmak <strong>ve</strong> bu kırıkları derleyip, <strong>ve</strong>rs libre 5 denilen<br />

yeni bir malzeme olarak sunmaktır. Onlar serbest ölçünün<br />

kendi doğasına sahip olduğunu; onun bir yıldız <strong>ve</strong>ya inci tanesi<br />

olmayıp, plazma gibi anlık olduğunu bilmezler. Serbest<br />

ölçünün her iki sonsuzlukta da bir amacı yoktur. Tamamlanışı<br />

yoktur. Tatmin edici bir durağanlığı yoktur; değişmez olanı<br />

se<strong>ve</strong>nler için bir tatmin ediciliği yoktur. Bunların hiçbiri<br />

yoktur. Anlıktır o; özün ta kendisidir; bütün olacakların <strong>ve</strong><br />

olmuşların fışkıran kaynağıdır doğrudan doğruya. Kasılma<br />

5<br />

Serbest ölçü. (Fra.) (ç.n.)<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

gibidir ifade – tüm etkilerle, aynı anda, çıplak bir temas. Bir<br />

yere varmaya çalışmaz. Yalnızca meydana gelir.<br />

Böyle bir ifade için, dıştan uygulanan her türlü kaide<br />

düpedüz boyunduruk <strong>ve</strong> ölüm olacaktır. Kaide her defasında<br />

içten, yepyeni gelmelidir. Kuş rüzgârda kanat açmıştır, en ufak<br />

bir esintiye karşı duyarlıdır, capcanlı bir kıvılcımdır fırtınada,<br />

kanat çırpması üstün esnekliğine <strong>ve</strong> kıvraklığına bağlıdır.<br />

Mesele, böyle bir kuşun nereden geldiği, nereye gittiği, hangi<br />

somut zeminden havalanıp hangi somut zemine konacağı<br />

değildir. Bunlar öncenin <strong>ve</strong> sonranın sorularıdır. Oysa şimdi,<br />

tam şu an, kuş rüzgârda kanat açmıştır.<br />

Yepyeni özgün şiir böyledir. Asla fethetmediğimiz tek bir<br />

âlem vardır: katıksız şimdiki an. Zamanın bir büyük gizemi<br />

bizim için terra incognita’dır: 6 mevcut an. Pek nadir<br />

farkettiğimiz en harika gizem de budur – şimdi, şu an kendisi<br />

olan şey. Tüm zamanın özü mevcut andır. Tüm evrenin <strong>ve</strong> tüm<br />

yaratılışın özü, cisimleşip vücut bulmuş olan kendiliktir. Şiir<br />

bize ipucunu <strong>ve</strong>rdi: serbest ölçü – Whitman. Artık biliyoruz.<br />

Nedir ki ideal? Bir uydurma. Soyutlama. Yaşamdan<br />

soyutlanmış, durgun bir soyutlama. Öncenin <strong>ve</strong>ya sonranın<br />

kopuk bir parçası. Ya billurlaşmış arzu, ya da billurlaşmış anı:<br />

billurlaşmış, değişmez, tamamlanmış. Sonsuzluğun büyük<br />

deposunda, tamamlanmış şeylerin deposunda, ötekilerden<br />

ayrı duran bir şey.<br />

6<br />

Bilinmeyen topraklar. (Lat.). (ç.n.)<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

Bizlerse, billurlaşmış olan <strong>ve</strong> ötekilerden ayrı duran<br />

şeylerden söz etmiyoruz. Şimdiki andan, halihazırda bizzat<br />

kendisi olandan, doğrudan doğruya kendiliğin plazmasından<br />

söz ediyoruz. Serbest ölçüden söz ediyoruz.<br />

Belki de tüm bunlar, “Bak! Yenik Düşmedik!” için önsöz<br />

olmalıydı. 7 Ancak bir önsözü, ait olduğu kitabın basımından<br />

çok sonra yayımlamak neden daha iyi olmasın? Çünkü o<br />

zaman, okuyucunun kitapla adil bir şekilde yüzleşmesi<br />

mümkün olur belki de.<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

7<br />

Şair, bu önsözü, 1917’de yayımlanan şiir kitabı “Bak! Yenik Düşmedik!”<br />

(Look! We Ha<strong>ve</strong> Come Through!) için değil, toplu şiirlerinin 1919 tarihli<br />

Amerika baskısı için kaleme almıştır. (ç.n.)<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

YABANIL ÇAYIR<br />

Titrek pırıltılar geziyor karaçalılar üzerinde,<br />

Alevi andıran dalga dalga günışığı desenleri var;<br />

Aşka gelen kız kuşları mekik dokuyor bir çalıdan diğerine,<br />

Çağlara yenik düşmediler, ötüşleriyle duyuruyorlar. 8<br />

Tavşanlar kemirip durdukları hüzünlü çimenlikte<br />

Yatıyorlar, yumru gibiler, bir avuç toprak kadar.<br />

Uyuyorlar mı? –– Yaşıyorlar mı? –– Kaldırıyorum kollarımı <strong>ve</strong><br />

Hop, atak patırtılarıyla tepeyi titretip sarsıyorlar!<br />

Çayır gururla göğsünü kabartıyor da, hasır otları içinden<br />

Parlak düğün çiçekleri sürü sürü başkaldırıyor gür çalılara;<br />

İleride nazlı dere kıvrılarak akıyor yatağında usulca,<br />

Coşuyor beride, sıçrıyor, kıkırdıyor, çağlıyor yeniden.<br />

8<br />

Şiirde sözü edilen “çayır”; madenler, fabrikalar <strong>ve</strong> evler arasında kalan,<br />

sahipsiz, kendi haline bırakılmış, doğanın gür bir şekilde boy attığı bir<br />

arazidir (common). (ç.n.)<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

Suları doluyor derin bir gölete: bir koyun havuzu 9 eski,<br />

Salkım söğütler altında karanlık, derenin sızan sularıyla serin;<br />

Kenarında durmuşum eğimli yumuşak çimenliğin,<br />

Çıplak seyrediyorum ak gölgemi, oynuyor ileri geri.<br />

Ya solu<strong>ve</strong>rse karaçalı çiçekleri <strong>ve</strong> ben kaybolsam?<br />

Ya kurusa sular,<br />

ne olurdu kadife çiçeklerinin, kaya balığının hali?<br />

Nedir böyle yukarıdan bakıp da seyrettiğim? Ak gölgem<br />

Hareleniyor suda, fırladı fırlayacak,<br />

tasma vurulmuş köpek misali.<br />

Nasıl da dönüp bakıyor, ak bir köpeğin efendisine baktığı gibi!<br />

Kıyıda tümden cisme bürünmüşüm, gölgem tümüyle gölge,<br />

Bakışıyoruz birbirimizle! Akıyor su, coşuyor, coşuyor gitgide,<br />

Önümde zıplayıp oynuyor ak köpek, gevşek tutuyorum ipini.<br />

Burada cismen var olmak ne harika!<br />

Gölgem ne orada ne burada, bense tüm heybetimle burada!<br />

Buradayım! Diyor kız kuşu,<br />

o an kadife çiçeği patlatıyor bir kahkaha!<br />

9<br />

Koyun havuzu: Koyunların parazitlere önlem olarak yıkandığı havuz<br />

(sheep-dip). (ç.n.)<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

Burada! Koşuşuyor tavşanlar. Burada! Karaçalı soluk soluğa.<br />

Buradayız! Diyor böcekler dört bir yanda.<br />

Yedi tarla kuşunun hep bir ağızdan şakıdığı ezgilere boğulmuş<br />

Sıcak, yapış yapış hava<br />

geziniyor güneşte tenimde, öpüşleri şen.<br />

Buradasın! Burada! Bulduk seni sonunda! Her yerde aramış,<br />

Cismen istemiştik seni,<br />

sen çıplak çocuk, mihenk taşı dokunuşların!<br />

Ah nasıl da sevip sarıyor beni su, oynuyor benimle,<br />

Sallıyor, kaldırıp batırıyor beni,<br />

mırıldıyor: “Ey muhteşem kütle!<br />

Gölge değilsin artık!” –– Bağrına basıyor beni, yuvarlıyor,<br />

Sarıyor, dokunuyor, sanki dokunuşlar ona yetmiyor.<br />

Güneş –– ama bir sarı nilüfer suretinde!<br />

Gizemli, yankı dolu çağlarda kanatlar <strong>ve</strong> telekler,<br />

Havada daire çizen kız kuşları!<br />

Her ne varsa doğru olan, iyi olan, Tanrısal olan,<br />

bürünmüş cisme!<br />

Onaylarcasına zıplıyor bir tavşan,<br />

Tarla kuşlarının ezgisi yedi kat çınlıyor.<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

PENCEREDE<br />

Çamlar eğilip kulak kabartıyor mırıldanan güz rüzgârına,<br />

O ki konuştukça sarsıyor karakavakları<br />

histerik bir kahkahayla,<br />

Günün evi kapatıyor doğuya bakan kepenklerini ağır ağır.<br />

Silikleşiyor vadinin aşağısında kümelenmiş mezar taşları,<br />

Sarıyorlar soluk bedenlerine sisin kül rengi kefenini,<br />

Alacakaranlıkta sokak lambaları aniden kanamaya başlayınca.<br />

Yapraklar uçuyor pencere önünden <strong>ve</strong> geçerken<br />

Bir söz söylüyorlar orada dışarı meyleden çehreye,<br />

Bakarken o, cama bir mesaj yazsın diye, geceye.<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

SEFALET<br />

Dağlar arasındaki bu zindandan<br />

Beş vadi uzanıyor, geçit gibi beş dar yol,<br />

Üçü gölgede kapkara, ikisi uzak güneşte parlak.<br />

Günışığı doluyor yüksek vadi yatağına,<br />

Çimenler ışıl ışıl,<br />

Küçük beyaz evler sanki kuvars kristalleri,<br />

Küçük ama belirginler uzakta.<br />

Neden gidemiyorum?<br />

Neden ahmakça debeleniyorum<br />

Bu çukurda, bu zindanda?<br />

Neden gidemiyorum?<br />

Ama nereye gideyim?<br />

Gidip varsam bir çam ormanına,<br />

Diyemem ki, işte sana geldim!<br />

Alelâde bir sürü ağaç nedir ki bana?<br />

Sterzing<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

YAVRU KAPLUMBAĞA<br />

Biliyorsun ne demek yalnız doğmuş olmak,<br />

Yavru kaplumbağa!<br />

İlk gün ayaklarını azar azar kabuktan ittirmek,<br />

Henüz uyanmamışken;<br />

Toprakta durup kalmak,<br />

Henüz canlanmamışken.<br />

Ufak, narin, yarı canlı bir tohum.<br />

Asla açılmayacakmış gibi duran küçük, gagamsı ağzını<br />

Demir bir kapı misali açmak;<br />

Şahinvari gagayı usulca aralayarak<br />

Ve ufacık cılız boynunu uzatarak<br />

Buğulu bir yeşillik parçasından ilk ısırığını almak.<br />

Sen, yapayalnız küçük böcek,<br />

Minik parlak göz,<br />

Sen, ağırkanlı.<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

Bir başına ilk ısırığını aldığında<br />

Ve avına doğru bir başına ağır ağır ilerlediğinde,<br />

Senin o küçük, parlak, kapkara gözün,<br />

Kapkaranlık huzursuz bir geceye benzeyen gözün<br />

Ağır göz kapaklarıyla<br />

Nasıl da korkusuzdur, minik yavru kaplumbağa.<br />

Şikâyet ettiğin görülmemiştir.<br />

Başını yavaşça uzatırsın küçük boyunluğundan<br />

Ve düşersin yola,<br />

Dört tırnaklı ayaklarınla ağır ağır sürünerek<br />

Âdeta kürek çekersin usulca.<br />

Minik kuş, nereye böyle?<br />

Kollarını bacaklarını oynatıp duran bir bebek gibisin,<br />

Ne var ki bebek yerinde sayarken<br />

Sen ebedî bir ilerleyişle usulca gidersin.<br />

Güneşin dokunuşu heyecan <strong>ve</strong>rir sana,<br />

Uzun demler boyu geçmek bilmeyen ayaz<br />

Duraksatır seni;<br />

Aşılmaz ağzını birdenbire aralayarak<br />

Esnersin gaga şeklinde, aniden açılan kıskaçlar gibi gepgeniş;<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

Yumuşak kırmızı dilin <strong>ve</strong> incecik sert diş etlerin belirir,<br />

Sonra önündeki küçücük dağ yamacının, yani yüzünün<br />

Yarığını kapatırsın, yavru kaplumbağa.<br />

Boyunluğunun içinde başını usulca çevirerek<br />

Dilsiz, kapkara gözlerle baktığında,<br />

Şaşıyor musun acaba dünyaya?<br />

Yoksa uyku mu teslim alıyor seni gene –– yaşamayış?<br />

Pek zordur senin uyanman.<br />

Şaşırabiliyor musun acaba?<br />

Yoksa senin sarsılmaz iraden <strong>ve</strong> canlılık gururun mudur<br />

Şimdi etrafına bakınan,<br />

Yenilmez gibi görünen durgunluğa ağır ağır başkaldıran?<br />

Alabildiğine cansızlık ––<br />

Ve senin ufacık gözünün hoş pırıltısı,<br />

Sen, meydan okuyan.<br />

Hakikaten uçsuz bucaksızdır senin aşman gereken cansızlık,<br />

Ey kabuklu minik kuş!<br />

Nasıl da ölçüsüz bir atalet…<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

Meydan okuyan öncü,<br />

Boyu tırnağım kadar olan<br />

Küçük Odisseas,<br />

Buon viaggio. 10<br />

Âlemin tüm canlılığını sırtlanarak<br />

Yola koyul minik Titan, savaş kalkanının altında.<br />

Öyle ağır, öyle baskındır ki<br />

Cansız âlem…<br />

Ama sen usulca ilerliyorsun, öncü, bir başına sen.<br />

Kas<strong>ve</strong>tli günışığında nasıl da capcanlı ilerliyorsun,<br />

Ey azimli Odisseas zerre ––<br />

Ansızın aceleci, pervasız, koşar adım.<br />

Başını boyunluğundan yarıya kadar çıkararak<br />

Ebedî duraksayışının vakur asaletiyle dinlenen<br />

Ötüşsüz minik kuş.<br />

Yalnızlık duymaksızın tek başınasın,<br />

O yüzden de altı kat daha yalnız…<br />

10<br />

İyi yolculuklar. (İta.) (ç.n.)<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

Küçük yusyuvarlak evin<br />

Kadim çağları aşmanın ağırkanlı tutkusuyla hoşnut,<br />

Duruyor kargaşanın ortasında.<br />

Yeryüzü bahçesinde<br />

Minik bir kuş ––<br />

Tüm şeylerin kıyısında.<br />

Ey gezgin,<br />

Kuyruğunu kıvırmışsın bir tarafa,<br />

Frak giymiş bir beyefendi gibisin.<br />

Yenilmez öncüsün sen,<br />

Tüm yaşamı yüklenmişsin.<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA KABUĞU<br />

Çarmıh, çarmıh ––<br />

Daha derine işler bizim bildiğimizden,<br />

Yaşama işler;<br />

Doğrudan iliğe,<br />

Dosdoğru kemiğin içinden.<br />

Yavru kaplumbağanın sırtında<br />

Parçalar köprü gibi birleşir bir kemerde,<br />

Uç uca eklenir<br />

Bir ıstakozun ya da arının bölümleri gibi.<br />

Yanlardan aşağı kavşaklar iner sonra,<br />

Kaplan çizgileri, yaban arısı halkaları.<br />

Bir beş, bir beş daha, sonra bir beş daha,<br />

Ve kenarlarda küçük yirmi beş tane daha:<br />

Kabuğundaki bölümler yavru kaplumbağanın.<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

Sonra yirmi dört, <strong>ve</strong> küçük bir kilit taşı.<br />

Yavru kaplumbağanın capcanlı kabuğunda<br />

Yaşamın sayılarla oynayışını<br />

görmesi gerekmişti Pythagoras’ın ––<br />

Yahudi Tanrısı gibi taşta ya da bronzda değil,<br />

Yaşamla bulutlanmış,<br />

yaşamla çiçeklenmiş kaplumbağa kabuğunda<br />

Yaşamın ilk ebedî matematiksel levhayı oluşturmasını.<br />

İlk küçük matematiksel beyefendi;<br />

Gevşek pantolonuyla adımlar atan minnacık kene,<br />

Matematiksel yasanın ebedî kubbesi altında.<br />

Beşler <strong>ve</strong> onlar,<br />

Üçler <strong>ve</strong> dörtler <strong>ve</strong> on ikiler,<br />

Ondalık sayıların tersine dönüşü,<br />

Düzinelerin döngüsü, yedinin zir<strong>ve</strong>si.<br />

Tersine çevir,<br />

Tepinsin küçük böcek:<br />

İşte, kabuğun yumuşak tarafında, yere değen karında,<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

Bölümlerin uzun ayrımı var ebedî çarmıh boyunca;<br />

Ve beşliler sayılır her iki tarafta,<br />

Üstte iki, altta iki, hem sağda hem solda,<br />

Yatay kara çizginin altında.<br />

Çarmıh!<br />

Dosdoğru içinden geçiyor debelenen böceğin,<br />

Haç şeklinde bölünmüş ruhundan,<br />

Beş kat karmaşık doğasından.<br />

Ayakları üstüne çevir onu gene:<br />

Dört sipsivri parmak <strong>ve</strong> kafa karıştırıcı bir başparmak çıkıntısı;<br />

Dört kürekvari bacak <strong>ve</strong> sımsıkı yerleşmiş bir kafa;<br />

Dört artı bir, eder beş –– işte sırrı tüm matematiğin.<br />

Yüce Tanrı kazımış bunu<br />

Yavru kaplumbağanın küçük arduvazına.<br />

İçerideki şemanın dışadönük, bariz göstergesi,<br />

Tek bir yaratığın girift, çok parçalı karmaşıklığı<br />

Çizgilere dökülmüş<br />

Bu minik kuşta, bu ilkel varlıkta,<br />

Bu küçücük kubbede,<br />

Tüm yaratılışın alınlığı<br />

Bu ağırkanlı kaplumbağada.<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA AİLESİNDE İLİŞKİLER<br />

İşte gidiyor en küçükleri,<br />

Evrenin tomurcuğu,<br />

Alınlığı yaşamın.<br />

Görünüşe göre, belirli bir hedefe.<br />

Menzil neresi, ey kıvrak yumurta?<br />

Annesi atık gibi salmıştı onu toprağa;<br />

Ufaklık şimdi ite kaka geçiyor annesini,<br />

sanki o paslı bir teneke.<br />

Sırf bir engelmişçesine<br />

Dolaşıyor annenin o ağırkanlı,<br />

iri yarı tümseğinin etrafından ––<br />

Kaplumbağalar engelleri hep öngörür ya!<br />

Duygusal bir sesle ona,<br />

“Annen bu, oydu seni yumurtlayan” diyorum, ama boşuna.<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

Umursamazca cevap <strong>ve</strong>riyor:<br />

“Kadın, benim seninle ne işim var?”<br />

Öbür tarafa bakıyor bezgin bezgin;<br />

Annesi daha da bezgin, başka bir tarafa bakıyor.<br />

İkisi de alabildiğine duyarsız,<br />

Anlayışsız,<br />

Aldırışsız,<br />

Kayıp.<br />

Babaya gelirsek,<br />

Isırık atıyor yavrusunu ona sunduğumda,<br />

Nasıl ki bir dal parçasıyla sataştığımda ısırırsa;<br />

Asabi çünkü bu sabah,<br />

Sevgiyle dokunulduğunda asabi bir kaplumbağa,<br />

Babalıktan nasibini almamış.<br />

Baba <strong>ve</strong> anne<br />

Ve üç küçük erkek kardeş;<br />

Boş boş geziyorlar bahçeye saçılmış çakıllar misali,<br />

Birbirlerini ayıramıyorlar<br />

toprak parçalarından, paslı tenekelerden.<br />

Anne <strong>ve</strong> baba eski tanışlar aslında,<br />

Onlarda aile sevgisinden eser yoksa da.<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

Babasız, annesiz, ağabeysiz, ablasız<br />

Küçük kaplumbağa.<br />

Yolunda git, küçük çakıl,<br />

Güz toprağı üzerinde, serin sabah aydınlığında,<br />

Gencecik neşe.<br />

Bir yoldaş mı arıyor kendine?<br />

Zannetmem.<br />

Yalnız olduğundan habersizdir o.<br />

Doğuştan kazanılan hakkıdır bu zerrenin<br />

Tecrit.<br />

Sürünerek ilerlemek, dikenli parmaklarla ileri erişmek,<br />

Yol almak, geceden korkup gevşek toprağa sığınmak,<br />

Bir parçacık ısırık almak,<br />

İlerlemek, ilerlediğinden emin olmak:<br />

Yeter! Kaplumbağa olmak!<br />

Âtıl toprak parçaları arasında bahçede kendiyle başbaşa,<br />

Benekli, kıvrak, küçücük bir kaplumbağa ––<br />

İşte Adem Baba!<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

Çakıllı, böcekli bir bahçede gezinmek<br />

Ve usulca, kaplumbağaca atan kalbi,<br />

Karanlık yaratılış sabahında sıcak kandan yankılanan<br />

İlk çan sesini duymak.<br />

Yoluna devam ediyor, kendinden emin,<br />

Ağırkanlı, hiç sorgulanmamış,<br />

Ve orada işte, sınırlardan bağımsız –– hey gidi çilekeş!<br />

Varlığının ağırkanlı utkusuyla ilerliyor,<br />

Kargaşada benliğinin sessiz çanını çalıyor,<br />

Ve kibirle, bariz bir kibirle<br />

Cılız otları didikliyor.<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

LUI ET ELLE 11<br />

Kadın iri yarı, tombul<br />

Ve pek pasaklı,<br />

Az biraz da alaycı bakışlı,<br />

Sanki öyle olmaya koşullamış onu aile hayatı.<br />

Yılda bir kere rastgele<br />

Bahçeye dört yumurta bırakmak<br />

Ve kocasına katlanmaktan başka<br />

Ne yapar, meçhul.<br />

Yemeyi se<strong>ve</strong>r.<br />

Uzun tuhaf bacaklar üzerinde yükselerek<br />

Koşturur giden yemeğin arkasından.<br />

Tabii ki hızlanabilir canı istediği zaman.<br />

Elimdeki yumuşak ekmeğe kocaman ısırıklar atar;<br />

O ilkel, demir gibi suratındaki sevimli yarığı<br />

Aniden bükülmüş bir makas misali<br />

11<br />

Erkek <strong>ve</strong> Kadın. (Fr.) (ç.n.)<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

Gepgeniş, muazzam bir gaga şeklinde açar;<br />

Yutabileceğinden fazlası için yutkunur,<br />

Kalın, yumuşak dili çalışır,<br />

Ağzındaki ekmek çenesinden aşağı sarkar.<br />

Ah, hanımefendi,<br />

Sürüngen hanımefendi,<br />

Gözün hem kapkara hem parlak,<br />

Ve asla se<strong>ve</strong>cenleşmez<br />

Ne kadar bakarsan bak.<br />

Bilir,<br />

Pek iyi bilir yemeğe gelmeyi,<br />

Gene de görmez beni;<br />

Parlak gözü görür, ama ne beni ne başka bir şeyi;<br />

Bakışlı ama bakışsız, görüşlü ama görüşsüz<br />

Sürüngen hanımefendi.<br />

Aniden açılan kıvrık, dişsiz ağzıyla ekmeği kaptığı sırada<br />

Birbirine geçen çelikten diş etleriyle parmağımı kıstırdığında,<br />

Hiç telaşlanmaz, asılıp çekiştirir,<br />

Bağırıp çırpınsam da oralı olmaz.<br />

Kıvrık gagasıyla beni ısırdığını bile bilmez.<br />

Yılan misali çekiştirir parmağımı, korkuyla kurtarırım elimi.<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

Hanımefendi, sürüngen hanımefendi,<br />

Sen fazla irisin <strong>ve</strong> ben ürktüm senden.<br />

Kocan ise küçücük<br />

Ve pek çevik senin yanında,<br />

Küçüklüğüyle gülünç.<br />

Hayli dünyevidir senin dilsiz gözündeki bakış;<br />

Onunsa ––senin zavallı âşığının–– hayli hiddetli.<br />

Kadına göre nasıl da daha narindir<br />

Erkeğin boyunluğu, küt burunlu suratı,<br />

Öne eğik alnı, incecik boynu,<br />

Uzun, pullu, çırpınan, sürekli çırpınıp duran bacakları.<br />

Ve feci bir yara izi taşır o kabuğunda.<br />

Zavallı âşık, kadının bacaklarını ısırarak<br />

Köpek gibi koşturuyor onun peşinden;<br />

Kaba, çarpık bacaklarını, bileklerini ısırıp duruyor onun;<br />

Kadın ise aldırışsızca kaçırıyor ayaklarını,<br />

Ama kabuğuna çekilmiyor.<br />

Ebedî bir suskunlukla,<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

Amansız bir sürüngen kararlılığıyla çabalıyor erkek;<br />

Ardında soğuk, sessiz bir çağlar silsilesi…<br />

Ve yılanın sonsuz inadı, yatay ısrarı var onda.<br />

Küçük ihtiyar adam<br />

Çırpınıyor kadının yanında, eğilip fırsat kolluyor;<br />

Çelik bir kapana benzeyen suratını aniden ayırarak<br />

Onun pullu bileğini kapıyor, sıkıca tutup çekeliyor,<br />

Ama kadın nihayet kendini kurtarınca bırakıyor,<br />

Çelik kapanı geri kapatıyor.<br />

Zamana yenilmeyen o pek metanetli güzel surat; çelik kapan.<br />

Heyhat! Nasıl da ahmak görünüyor çabalarken!<br />

Ve o nasıl da farkında bunun!<br />

Kargaşanın ortasında yapayalnız bir avare,<br />

Bir çilekeş, mağrur bir izsürücü;<br />

Nasıl da bağışık her şeyden, dipdiri,<br />

Yalnızlıkla kuşatılmış bir öncü…<br />

Bakın ona!<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

Ah, onun yalnızlığının böğrünü deler mızrak! 12<br />

Serpilmesi onu tensellik çarmıhına gerdi,<br />

Şeh<strong>ve</strong>tin bitimsiz çilesiyle lanetlendi,<br />

Tamamlanışını kendi dışında aramaya mahkûm edildi.<br />

Tutku dolu bir ikilikle parçalanmış o;<br />

Tamdı, her şeyden bağışıktı, şimdi ihtiraslı bir bölünmüşlük<br />

içinde;<br />

Yeniden tam olmaya çabalarken<br />

Çekilmez bir ahmak olmaya mahkûm.<br />

Küçük, zavallı, dünyevi ev sakini Osiris ––<br />

Gençken gizemli boğa onu paramparça etti, 13<br />

Şimdi sefilce kendini yeniden kurmaya çabalamalı.<br />

Bakın nasıl da gidiyor ağır aheste gezen karısının<br />

Kerpiç kulübesinin peşi sıra,<br />

İneğin kuyruğunun dibinde mutsuz bir boğa sanki,<br />

Ama sığırdan bile öte, yıvış yıvış bir inatla çırpınıyor.<br />

12<br />

Yeni Ahit, Yuhanna, 19:33-34: “İsa’ya gelip onun zaten ölmüş olduğunu<br />

görünce, bacaklarını kırmadılar. Fakat askerlerden biri onun böğrünü<br />

mızrakla deldi; hemen kan <strong>ve</strong> su çıktı.” (ç.n.)<br />

13<br />

Osiris: Mısır mitolojisinde ölüler tanrısı. Kardeşi Set, onu öldürüp<br />

parçalarına ayırır. <strong>Lawrence</strong> burada Set’i, Osiris ile insan arasında aracı<br />

görevi üstlenen boğa-tanrı Apis ile özdeşleştirmiştir. (ç.n.)<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

Kadın ayağını ileri uzatarak<br />

Çimenler üzerinde yürümeye çalışırken<br />

Onun çirkin bileğinden kapı<strong>ve</strong>riyor erkek,<br />

Yahut kalın sipsivri kuyruğundan,<br />

Eğer ki taşmışsa o,<br />

Kabuğunun arka tarafındaki aşağı sarkık saçağın altından.<br />

Bu ikisinin kabukları<br />

Sanki birbiriyle çarpışan kubbeli birer gemi;<br />

Kadınınki büyük, <strong>ve</strong> küçük erkeğinki;<br />

Gezinip çırpınan bu eğri bacaklar birer kürek sanki;<br />

Karışıp dolaşmışlar aşkın çekişmesi içinde:<br />

İki kaplumbağa,<br />

Kadın iri, erkek ufak.<br />

Kadın dünya derdinde, duygusuz;<br />

Erkekte sürüngenin amansız inadı.<br />

Kadının biri dişi kaplumbağa’ya acıyor, Mère Tortue’ye, 14<br />

Bense erkeğe acıyorum, Mösyö’ye.<br />

“Musallat olmuş dişiye, eziyet ediyor,” diyor kadın.<br />

14<br />

Tosbağa Ana. (Fr.) (ç.n.)<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

Asıl erkeğe musallat olunmuş, eziyet ediliyor, diyorum ben.<br />

Ne yapsın erkek?<br />

Ahmak o, kör gözlü,<br />

Anlayışsız.<br />

Kadınsı balçık yığını bir o yana bir bu yana oynarken<br />

Erkeğin hüzünle kırpışan kapkara gözü sanki bakıyor da<br />

görmüyor.<br />

Ama kabuğun ucundan sarkan, yerine çivilenmiş gibi duran<br />

Savunmasız, kayış gibi deriyi<br />

Kıvrımlarından yakalıyor,<br />

Çekiştiriyor gagasıyla,<br />

Çekeliyor <strong>ve</strong> ısırıyor;<br />

Gene de kadın kurtarıyor kendini,<br />

Donuk kütlesiyle salına salına gidiyor.<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA GÖZÜPEKLİĞİ<br />

Yolunda ilerlerken<br />

Bakmıyor dişiye doğru, koklamıyor onu,<br />

Hayır, koklamıyor bile onu, burnu hissiz.<br />

Dişi öne doğru uzanarak hantalca ilerlediği sırada<br />

Erkek onun altında savunmasızca çırpınan deriden kıvrımları<br />

Duyuyor yalnızca,<br />

Dişinin içinde taşındığı kerpiç kulübenin altında<br />

Çırpınıp çabalayan deriden kıvrımları duyuyor.<br />

Evin duvarlarının altına doğru erişerek<br />

Gagasıyla aniden yakalıyor dişinin pantolon paçalarından<br />

Yahut derili bacaklarından,<br />

Tuhaf, gaddarca çekiştiriyor bir köpek misali,<br />

Ama ebedî bir suskunlukla,<br />

Sürüngenin amansız inadıyla.<br />

Gaddar, dehşet <strong>ve</strong>rici bir gözüpekliğe koşullanmış.<br />

Sessiz bir tecritin sonsuzluğundan koparılmış,<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

Eksik olmaya, noksanlığa,<br />

Sancıya, ihtirasa, tamamlanamayışa,<br />

Kendini dayatmaya, amansız utanca,<br />

Dişiyle birleşme arzusuna mahkûm bırakılmış.<br />

Yalnız gezmek için yaratılmış öncü<br />

Şimdi aniden bu dolambaçlı tali yola,<br />

Bu çetin, zahmetli çabaya,<br />

Derinlerden doğan bu amansız mecburiyete sapmış.<br />

Peki ebedî bir yavaşlıkla ağır ağır uzaklaşan dişinin<br />

Haberi var mı bir şeyden?<br />

Yoksa erkek<br />

Karanlıkta pencereye doğru uçan bir kuş misali<br />

Küt diye itiliyor mu ona doğru,<br />

O farkında bile olmadan?<br />

Feci bir çarpışma ––<br />

Ardından daha da feci bir ısrar, takip, inat,<br />

Kovalama ihtiyacı.<br />

İlk tanrı misali bir başına <strong>ve</strong> yapayalnız geçen<br />

çağların ardından,<br />

Dışarı sürülerek,<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

Âdeta esrarengiz, kızgın bir demirin ucunda<br />

Dişinin raylarına doğru sürüklenmiş,<br />

Onunla çarpışmaya zorlanmış.<br />

Sert, gözüpek, çarpık bacaklı, asabi sürüngen,<br />

Küçük beyefendi,<br />

Umutsuz vaka,<br />

Yüzünüzü çevirin öbür tarafa.<br />

Ama madem geldik seninle buraya,<br />

Birlikte gideceğiz ta en sonuna.<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA ÇIĞLIĞI<br />

Dilsiz sanmıştım onu,<br />

Dilsizdir demiştim,<br />

Ama duydum çığlığını.<br />

Yaşamın esrarlı şafağından<br />

İlk belirsiz haykırış;<br />

Uzakta, pek uzakta, ufkun ağaran çizgilerinde<br />

Bir çılgınlık misali,<br />

Uzak, pek uzak bir haykırış.<br />

Kaplumbağa, en uçlarda.<br />

Peki neden gerildik bizler tenselliğin çarmıhına?<br />

Neden son şeklimiz <strong>ve</strong>rilip<br />

Tam bir halde bırakılmadık daha en başta,<br />

Onun da başladığı gibi, öylesi kusursuzca bir başına?<br />

Upuzak, varla yok arası bir haykırış…<br />

Doğrudan doğruya kanımda mı yankılandı bu yoksa?<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

Yeni doğanın çığlığından bile beter<br />

Bir haykırış,<br />

Bağırış,<br />

Nara,<br />

Nida,<br />

Ölüm iniltisi,<br />

Doğum yaygarası,<br />

Teslimiyet ––<br />

Çok uzakta, küçücük, ufacık bir sürüngen,<br />

ilk şafağın kapısında.<br />

Bir sürüngen ki<br />

Hem savaş narası, zafer nidası, taşkın coşku,<br />

hem de ölüm çığlığı…<br />

Peki örtü neden yırtıldı?<br />

Ruhun yırtık çeperinden bu ipeksi feryat niye?<br />

Erkek ruhunun çeperi<br />

Bir feryatla yırtılmış ki, bir yarısı ezgi, diğer yarısı korku.<br />

Çarmıha geriliş.<br />

Erkek kaplumbağa<br />

tombul dişinin yuvasına tutunmuş arkadan,<br />

Yukarı tırmanıyor, gergin,<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

Kanatlarını açmış bir kartala benziyor,<br />

Kabuğundan dışarı, en uca doğru uzanıyor<br />

kaplumbağa çıplaklığıyla;<br />

Uzun boynunu, savunmasız bacaklarını dışarı çıkarmış,<br />

Dişinin yuvasının damında kartal misali kanatlarını açmış;<br />

Ve derindeki, gizli, delici kuyruğunu<br />

Dişinin duvarlarının altından içeri doğru kıvırıyor,<br />

Uzanıp sımsıkı yapıştırıyor onu<br />

Ve son raddeye dek geriliyor sancıyla,<br />

Sonra birdenbire, cinsel birleşmenin kasılmasıyla<br />

Silkinip sarsılıyor –– <strong>ve</strong> ah!<br />

En uca doğru uzattığı boynundan sıkıca kenetli ağzını aralıyor,<br />

Patlatıyor keskin çığlığı;<br />

İhtiyar bir adamınkine benzeyen pembe, yarık ağzından<br />

O sesler ötesi feryadı…<br />

Ruhunu teslim ediyor sanki,<br />

Yahut Pentikost’ta Kutsal Ruh’la dolup çığlık atıyor… 15<br />

15<br />

Pentikost: İncil’de anlatıldığı şekliyle Havarilerin üzerine Kutsal Ruh’un<br />

inmesi; bu hadisenin kutlandığı Hıristiyan bayramı. Yeni Ahit, Elçilerin<br />

İşleri, 2:1-4: “Pentikost günü geldiğinde bütün imanlılar birarada<br />

bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses<br />

geldi <strong>ve</strong> bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir<br />

şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İmanlıların hepsi<br />

Kutsal Ruh’la doldular, Ruh’un onları konuşturduğu başka dillerle<br />

konuşmaya başladılar.” (ç.n.)<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

Onun çığlığı <strong>ve</strong> bir anlığına yatışması,<br />

Ebedî sessizlikle duraksaması,<br />

Ama birleşmenin sarsılmasından hemen sonra<br />

Tarifsiz, belli belirsiz bir çığlıkla<br />

İçinde kalmış olanı bir çırpıda haykırması…<br />

Belki benim bedenim de bunun gibi<br />

Son kan damlasına kadar eriyerek<br />

Karışır bir gün yaşamın ilkel köklerine, meçhule.<br />

İşte böyle çiftleşiyor kaplumbağa<br />

Ve o keskin, yırtık sesle çığlık atıyor sayısız defa;<br />

Her sarsılmanın ardından uzunca bir ara,<br />

Bir kaplumbağa sonsuzluğu;<br />

Ve çağlara bedel bir sürüngen kararlılığı bu, kalp çarpıntısı,<br />

Bir sonraki kasılma için kararlı, derin bir kalp çarpıntısı.<br />

Çocukken duyduğumu hatırlıyorum<br />

Dikelmiş bir yılanın ağzındaki bir kurbağanın çığlığını;<br />

Hatırlıyorum<br />

öküz kurbağalarının baharda kopardığı yaygarayı;<br />

Göl sularının ötesinde, gecenin hançeresinden<br />

Yaban kazının avaz avaz bağırışını;<br />

Hatırlıyorum karanlıkta çalılar arasındaki bülbülün<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

Ruhumun derinliklerini keskin ötüşler<br />

<strong>ve</strong> şakımalarla çınlatışını;<br />

Geceyarısı ormandan geçtiğim sırada bir tavşanın bağırışını;<br />

Kızışmış dü<strong>ve</strong>nin saatler boyu ısrarla, inatla homurdanmasını;<br />

Tuhaf haller içindeki azgın kedilerin inleyip bağrışmalarını;<br />

Ürkmüş, yaralı bir atın feryadını, o çarşaf şimşek 16 şakırtısını…<br />

Ve emekçi bir kadının<br />

Baykuş ötüşüne benzeyen bağırışlarından<br />

kaçtığımı hatırlıyorum,<br />

Kulağımı dayadığımda<br />

kuzunun meleyişinin içimde yankılandığını,<br />

Bir bebeğin ilk defa ağlayışını,<br />

Annemin bir şarkı mırıldanışını,<br />

Ve genç bir madencinin tutkulu hançeresinden<br />

––O ki yıllar sonra ölmüştür içkiden–– tenor sesli ilk şarkıyı…<br />

Ve hatırlıyorum, vahşi siyahi dudaklarda<br />

İlk defa, yabancı bir dilin tınısını…<br />

Ve hepsinin ötesinde<br />

Ve hepsinin berisinde<br />

Bu nihai, tuhaf, belli belirsiz<br />

16<br />

Çarşaf şimşek: Uzak fırtına bulutlarında geceleri bir iki saniyeliğine<br />

görülen, çarşafı andıran geniş bir aydınlanmaya sahip, sesi olağan bir<br />

gökgürültüsünden daha hafif duyulan şimşek türü. (ç.n.)<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

Cinsel birleşme çığlığı;<br />

Yaşamın uzak, en uzak ufkunun kıyısında minicik duran<br />

En uçlardaki erkek kaplumbağanın çığlığı…<br />

Çarmıh,<br />

Kadim sessizliğimizi parçalayan çarkıfelek;<br />

Tamlığımızı, el değmemişliğimizi, derin suskumuzu<br />

Yerle bir ederek<br />

Bizden bir çığlık koparan şeh<strong>ve</strong>t.<br />

Bizi seslere salan şeh<strong>ve</strong>t ––<br />

Tamamlanma özlemiyle derinden derine seslenmeye bırakan,<br />

Şarkılar söyleten, haykırtan<br />

Ve karşılık bulur bulmaz yeniden seslenmeye,<br />

Haykırmaya bırakan şeh<strong>ve</strong>t…<br />

Parçalanmış olanın yeniden tamamlanışı,<br />

Kayıp olanın nihayet yeniden bulunuşu;<br />

Kaplumbağadan İsa’nın çığlının,<br />

Ayrılığın Osiris narasının duyuluşu;<br />

Bütünün parçalanışı,<br />

Ve parçalanmış olanın evrende yeniden tamamlanışı…<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

NAR<br />

Yanıldığımı söylüyorsun bana.<br />

Kim oluyorsun da bana yanıldığımı söylüyorsun?<br />

Yanılmıyorum.<br />

Belli ki unuttun<br />

Yunan kadınlarının vahşetiyle<br />

Çırılçıplak kalmış kayalık Siraküza’da 17<br />

Çiçeklenen nar ağaçlarını;<br />

Ah, nasıl da kırmızı, ne çoktu onlar!<br />

Oysa Doçların ihtiyar, kadim bakışlı olduğu<br />

Tiksinç, yeşil, kaygan şehir Venedik’te,<br />

17<br />

<strong>Lawrence</strong>, 1920 yılının nisan ayında Siraküza yakınlarındaki Latomia taş<br />

ocağını ziyaret eder; M.Ö. 413’te buraya hapsedilerek ölüme terkedilen yedi<br />

bin genç Atinalı savaş esirinin hikayesini duyunca dehşete düşer. Şairin<br />

imgeleminde, (belki de yerel bir anlatıcı ona hikayeyi öyle şekilde<br />

anlattığından) bu esirler bir bir öldüğü sırada Siraküza’nın aslında Yunan<br />

kökenli olan “uygar” kadınları alçakça kahkaha atmaktadır. Ayrıca bu<br />

hikayenin <strong>Lawrence</strong>’a, Evripides <strong>ve</strong> Ovidius tarafından anlatılan Pentheus<br />

<strong>ve</strong> Maneadlar efsanesini <strong>ve</strong> bu efsanede geçen vahşi diyonizyak ayinleri<br />

çağrıştırmış olması da mümkündür. (ç.n.)<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

İç bahçelerin gür yeşilliğinde<br />

Parlak yeşil taşlar gibidir narlar;<br />

Tepelerinde diken gibi taçlar...<br />

Ah, yeşil metalden sipsivri taçlar,<br />

Büyüyor, büyüyor taçlar!<br />

Şimdi Toskana’da,<br />

Ellerini ısıt diye var narlar.<br />

Üstlerinde krallara layık, heybetli, kıvrık,<br />

Yana doğru kaykık taçlar.<br />

Ve yürekliysen bak, orada bir de yarık var!<br />

Bir yarık görünmediğini mi söylüyorsun?<br />

Düzgün tarafından mı bakmak istiyorsun?<br />

Oysa batan tüm güneşler buna açar kendini.<br />

Sonunda çatlayıp yeni bir başlangıca açılır kabuk:<br />

Narin, pespembe, ışıl ışıldır yarığın içi.<br />

Hiç yarık olmasın mı diyorsun?<br />

Yoğun, ışıl ışıl şafak damlaları hiç mi olmasın?<br />

Altın zarla kaplı kabuğun yarık görünmesini<br />

tasvip etmiyor musun?<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

Bana kalsa, yaralı olsun isterim yürek:<br />

Yarığın içi öylesi sıcacıktır, öylesi şafak alacası…<br />

San Gervasio, Toskana<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

ŞEFTALİ<br />

Taş mı atmak istiyorsun bana?<br />

Al madem şeftalimden artakalanı.<br />

Kankırmızı, kopkoyu,<br />

Tanrı bilir nasıl oluştu.<br />

Kim bilir neyin diyeti ödendi.<br />

Sırlarla kırış kırış olmuş bir çekirdek,<br />

Bildiğini saklayacak diye kaskatı.<br />

Peki ama<br />

Gümüşsü şeftali çiçeğinden,<br />

Kısacık bir sap üzerindeki o gümüşsü, tombul kadehten<br />

Taşıp sarkan bu ağır baloncuklar neden?<br />

Elbette yemeden önceki şeftalidir bahsettiğim.<br />

Neden öyle kadifemsidir o, öyle iç gıcıklayıcı, dolgun?<br />

Neden öylesi taşkın bir ağırlıkla aşağı sarkmış?<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

Neden öylesi bombeli?<br />

Üzerindeki bu girinti neden?<br />

Midyevari, sevimli şişkinliği neden?<br />

Bombeler arasındaki çizgi neden?<br />

Neden bu yarılma iması?<br />

Şeftalim neden bir bilardo topu gibi<br />

yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil?<br />

İnsan elinden çıksa öyle olurdu. 18<br />

Üstelik yedim bile onu!<br />

Fakat bilardo topu gibi yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil…<br />

Ve ben böyle söylüyorum diye<br />

Sen bana bir şey atmak istiyorsun!<br />

Al şeftalimin çekirdeğini!<br />

San Gervasio<br />

18<br />

Şair, burada “insan” için, “adam” anlamına da gelen eril bir sözcük<br />

kullanıyor (man). (ç.n.)<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

MUŞMULALAR VE ÜVEZLER<br />

Seviyorum seni,<br />

Çürük, leziz çürümüşlük.<br />

Seviyorum seni kabuğundan emmeyi,<br />

Nasıl da esmersin, yumuşak, zarif<br />

Ve nasıl da marazi, İtalyanların dediği gibi.<br />

Nasıl da nadide, keskin, çağrışımlarla dolu bir tat beliriyor<br />

Senin aşama aşama çürüyüşünden:<br />

Cereyan içinde bir cereyan.<br />

Siraküza misket şarabının<br />

Ya da adi Marsala’nın 19 tadı gibi bir tat.<br />

Hoş, pek yakında tavşan yürekli Batı’da<br />

Marsala sözcüğünün kendisi bile özentilik kokar ya!<br />

19<br />

Üretildiği kentin adıyla anılan bir tür Sicilya şarabı. On sekizinci yüzyılın<br />

sonlarına doğru İngiliz tüccarlar tarafından güçlendirilmiş şarap haline<br />

getirilerek yaygın bir ticari metaya dönüştürülmüştür. (ç.n.)<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

Peki nedir bu?<br />

Nedir kuru üzüme dönüşen üzümde,<br />

Muşmulada, ü<strong>ve</strong>zde,<br />

Bu esmer, marazi şarap tulumlarında,<br />

Bu güz atıklarında ––<br />

Nedir bize beyaz tanrıları hatırlatan?<br />

Soyulmuş ceviz içi gibi çırılçıplak tanrılar,<br />

Nasıl da tuhaf, uğursuzca ten kokan,<br />

Terliymişçesine,<br />

Gizeme bulanmışçasına.<br />

Ölü taçlarıyla ü<strong>ve</strong>zler, muşmulalar.<br />

Pekâlâ muhteşemdir cehennemî deneyimler,<br />

Yeraltı diyarının o<br />

Orfik, zarif Dionysos’u, muhteşem.<br />

Bir öpücük <strong>ve</strong> bir <strong>ve</strong>da sancısı, ayrılığın bir anlık orgazmı<br />

Ve sonra, kas<strong>ve</strong>tli yolda,<br />

bir sonraki dönemece kadar tek başına.<br />

Sonra yeni bir eş orada, yeni bir kopuş, tekrar ikiye ayrılma,<br />

Daha da yalnızlaşmanın soluksuzluğu,<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

Çürüyen, kırağı kaplı yapraklar arasında<br />

Birbaşınalığın yepyeni sarhoşluğu.<br />

Cehennemin dar yollarından aşağı inerek<br />

Gitgide daha şiddetli bir biçimde yalnız…<br />

Yüreğin lifleri birbiri ardına sökülür,<br />

Gene de ruh yoluna devam eder<br />

Yalın ayak, hep daha canlı vücut bulmuş;<br />

Ve giderek daha yoğun bir karanlıkta<br />

Ak, daha da ak parlayan bir alev gibi<br />

Hep daha seçkin, ayrılığın imbiğinden geçmiş.<br />

Muşmulalar <strong>ve</strong> ü<strong>ve</strong>zlerin o esrarengiz damıtılışlarından<br />

Cehennemin özü süzülür işte böyle.<br />

Veda edişin seçkin kokusu.<br />

Jamque vale! 20<br />

Orpheus <strong>ve</strong> cehennemin dolambaçlı, daracık,<br />

Yapraklarla tıklım tıkış olmuş 21 sessiz yolları.<br />

Her ruh kendi yalnızlığıyla düşer yeniden yola,<br />

Yoldaşların en tuhaf<br />

20<br />

“Haydi hoşça kal!”: Eurydice’nin Orpheus’a son sözleri. (ç.n.)<br />

21<br />

<strong>Lawrence</strong>, yaprak imgesini, “örtünme”yi kastederek, Adem ile Havva<br />

söylencesine atıf yapacak şekilde kullanır. (ç.n.)<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

Ve en makbul olanıyla.<br />

Muşmulalar, ü<strong>ve</strong>zler ––<br />

Güzün mayhoş sızıntısı<br />

Emiliyor boş keseciklerinizden<br />

Ve belki bir yudum Marsala’yla indiriliyor mideye;<br />

Böylece gökten düşmüş o başıboş üzüm<br />

Ezgisini katıyor ezginize;<br />

Orfik bir el<strong>ve</strong>da,<br />

El<strong>ve</strong>da, <strong>ve</strong> gene el<strong>ve</strong>da,<br />

Dionysos’un ego sum’u, 22<br />

Kusursuz sarhoşluğun sono io’su, 23<br />

Nihai yalnızlığın mest oluşu…<br />

San Gervasio<br />

22<br />

“Benim.” (Lat.)<br />

23<br />

“Benim.” (İta.)<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

ÜZÜMLER<br />

Gülden gelir nice mey<strong>ve</strong>,<br />

Güller gülünden,<br />

Açılmış gülden,<br />

Tüm dünyanın gülünden. 24<br />

Kabul edelim,<br />

Elmalar, çilekler, şeftaliler, armutlar <strong>ve</strong> böğürtlenler,<br />

Hepsi gülgillerdendir;<br />

Gül alenen çıkı<strong>ve</strong>rir ortaya,<br />

Çehresi apaçık, göğe doğru gülümser.<br />

Peki ya asma nedir?<br />

Nedir filizli 25 asma?<br />

24<br />

Dörtlüğün birinci <strong>ve</strong> üçüncü dizeleri, W. B. Yeats’in ünlü şiiri “Savaş<br />

Gülü”nün (The Rose of Battle) ilk dizesinden alınmıştır: “Güller gülü, tüm<br />

dünyanın gülü!” Yeats’in şiirinde “gül”, sevdikleri erkekleri İngiltere’yle<br />

savaşa yollayan İrlandalı kadınları, İrlanda’yı <strong>ve</strong> aynı zamanda şairin<br />

umutsuz aşkı Maud Gonne’u temsil eder. (ç.n.)<br />

25<br />

Asma dallarının çevresine tutunmasını sağlayan yeşil, sarmal uzantılar;<br />

asma bıyığı, sülük (tendril). (ç.n.)<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

Açılmış gülün dünyasıdır bizim dünyamız,<br />

Açık seçik<br />

Samimi bir dışavurum.<br />

Oysa uzun, ah, pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>l,<br />

Daha o eşsiz gülümsemesiyle gülmemişken gül,<br />

Daha güller gülü, tüm dünyanın gülü bir gonca bile değilken,<br />

Ve çalkantılı denizlerle yatışmaz rüzgârlar arasından çıkarak<br />

Daha öbek öbek yığılmamışken buzullar,<br />

Hatta Nuh tufanıyla eriyip gene sulara karışmamışken onlar,<br />

Başka bir dünya vardı,<br />

Alacakaranlık, çiçeksiz, filizli bir dünya;<br />

Ve perdeli ayaklı, bataklıkse<strong>ve</strong>r yaratıklar vardı;<br />

Ve onların yanıbaşında sessiz adımlı, saf <strong>ve</strong> ilkel insanlar,<br />

Suskun, duyarlı, capcanlı insanlar,<br />

İşitsel <strong>ve</strong> dokunsal, tıpkı uzanıp erişen bir filiz gibi hassas,<br />

Medcezre dokunan aydan bile daha duyarlı bir içgüdüyle<br />

Uzanan <strong>ve</strong> kavrayan insanlar.<br />

O dünyanın görünmez gülüydü asma.<br />

Daha taç yapraklar açılmamışken,<br />

Renkler bir kargaşa koparıp, gözler çok fazla görmemişken.<br />

Yeşil, çamurlu, perdeli ayaklı, tümden şarkısız bir dünyada<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

Güller gülüydü asma.<br />

Ne bir gelincik vardı ne karanfil,<br />

Ne de yeşilimtırak bir zambak, narin <strong>ve</strong> sırılsıklam.<br />

Yeşil, belli belirsiz, gizliden gizliye serpilişi vardı asmaların<br />

Soylu jestlerle.<br />

Bakın, bugün, şu an bile<br />

Nasıl da kullanıyor görünmezliğini o!<br />

Bakın, hem mavi hem kara,<br />

Nasıl da Etiyopya karalığına bürünmüş,<br />

Sarkıyor koyu renkli üzüm, yapraklar arasında!<br />

Bakın, orada, öylesi esmer,<br />

hissedilebilir bir biçimde görünmez!<br />

Acaba kime sormalıyız onu?<br />

Belki de Afrikalı biliyordur bir şeyler.<br />

Gül bir asmayken, koyu tenliydi Tanrılar.<br />

Rüya içinde bir rüyadır Bakkhos.<br />

Tanrı zenciydi bir zamanlar, nasıl ki açık tenliyse şimdi.<br />

Ama pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>ldi bunlar,<br />

Kadim Bushman 26 unuttu bizden bile beter,<br />

biz ki hiç bilmedik zaten.<br />

26<br />

Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda kırsal bölgelerinde yaşayan yerli<br />

halklara <strong>ve</strong>rilen ortak ad. (ç.n.)<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

Gene de yeniden anımsamanın eşiğindeyiz.<br />

Amerika bu yüzden suyunu çekti bana kalırsa. 27<br />

Alacakaranlığa gömülüyor solgun günümüz<br />

Ve şarabı yudumladıkça, yaklaşan gecenin içinden<br />

Rüyalara kavuşuyoruz.<br />

Hatta tufandan önceki dünyanın<br />

Eğreltiotu kokan sınırlarını aşarken buluyoruz kendimizi,<br />

Ki insan yanık tenli <strong>ve</strong> esrarlıdır orada,<br />

Güller gülüdür ufacık asma çiçeği, ıtırlı,<br />

Ve çıplak bir ortaklık içinde söyleşir her şey<br />

Şimdiki giyinik halimizle bizim asla söyleşemeyeceğimiz gibi.<br />

Karanlık yollardan aşağı inerken<br />

Manzaralar, biz şarabı yudumladıkça.<br />

Üzüm esmer,<br />

Yollar sessiz sedasız kavrayı<strong>ve</strong>ren<br />

Asma filizleriyle kaplı, alacakaranlık.<br />

Ama bizler uyanır uyanmaz dört elle sarılıyoruz<br />

Demokratik manzaralara, 28<br />

27<br />

<strong>Lawrence</strong>, bu ifadeyle ABD’de 1920-1933 yılları arasını kapsayan Alkol<br />

Yasağı dönemine atıf yapmaktadır. “Suyunu çekmek” <strong>ve</strong>ya “kurumak”<br />

anlamındaki ifadenin (go dry) bir diğer anlamı, “içkiyi yasaklamak”tır. Şair,<br />

“Üzümler”i 1920 yılının eylül ayında, alkol yasağının gündemi bir hayli<br />

meşgul ettiği bir dönemde yazmıştır. (ç.n.)<br />

28<br />

Demokratik Manzaralar (Democratic Vistas): Walt Whitman’ın siyasi<br />

yazılarından oluşan kitapçık boyutundaki bir yapıtının adı. (ç.n.)<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

Kendimize gelmeliyiz,<br />

bulvarlara, tramvaylara, polis memurlarına.<br />

Haydi, doğruca musluğa koşalım, ayılmaya.<br />

Ayılma, ayıklık.<br />

Uykusu geldiği halde<br />

uyanık kalmak için direnen, mücadele <strong>ve</strong>ren<br />

Bir çocuğun tatsız inadı sanki;<br />

Ayılma, ayıklık, zorla açık tutulan baygın gözler.<br />

Alacakaranlıktır şarabın yolları<br />

Ve yitik, eğreltiotu kokan dünyanın<br />

Sınırlarını aşmalıyız bizler, bu bizim için pek uzak da olsa:<br />

Eğreltiotu tohumunu dudaklarımız arasına alarak<br />

Gözlerimizi yumalım,<br />

Şarabın <strong>ve</strong> öteki dünyanın<br />

Asma filizleriyle kaplı yollarından inmeye başlayalım.<br />

San Gervasio<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

SERVİLER<br />

Toskana servileri,<br />

Bir şey mi diyeceksiniz?<br />

Kayıp bir dilden,<br />

Derinlerde saklı, karanlık bir düşünce gibisiniz,<br />

Toskana servileri,<br />

Büyük bir sır mı söyleceksiniz?<br />

Yetmiyor mu sözcüklerimiz?<br />

Ölü bir halkın ölü kelamıyla kayıp,<br />

Aktarılmaz bir sır.<br />

Gene de, Etrüsk servileri, 29<br />

Sizde o esrarlı bir anıt…<br />

Nasıl da hayranım sizdeki ketumluğa,<br />

Ey kara serviler!<br />

Uzun burunlu Etrüsklerin sırrı mı o yoksa?<br />

29<br />

“Toskana”, Latince’de “Etrüsk ülkesi” anlamına gelir. (ç.n.)<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

Servi koruları dışında çıt çıkarmayan<br />

Uzun burunlu, yumuşak adımlı, hin gülüşlü<br />

Etrüsklerin sırrı mı?<br />

Kıvrımlı, karanlık, yalım gibi upuzun boylarını<br />

Dört bir yana eğip duran serviler arasında,<br />

Etrüsk esmerliğiyle avare gezen eski Etrürya insanları;<br />

Tuhaf uzun çarıklar hariç çırılçıplak halde,<br />

Yarı gülümser, sinsi bir sessizlikle,<br />

Unutulmuş bir meseleye dair<br />

Vakur bir Afrika serinkanlılığıyla giden Etrüryalılar…<br />

Peki neydi o mesele?<br />

Yok, dilleri kayıp onların,<br />

Kof tohumlar gibi bomboş kelimeler;<br />

Söylenen söylenmiş, yankılar tükenmiş,<br />

Etrüsk heceleri<br />

Anlamını yitirmiş.<br />

Gene de görüyorum,<br />

Ey Toskana servileri,<br />

Karanlık, eski bir düşünceye gömülmüşsünüz;<br />

Etrüsk servileri olarak var olduğunuz sürece<br />

Asla yitip gitmeyecek ince bir düşünceye;<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

Romalıların vahşi dediği o bir görünüp bir kaybolan<br />

Sırım gibi Etrüryalıların<br />

İliklerine kadar işlemiş, ince, en esaslı düşünceye…<br />

Vahşi kara serviler;<br />

Eğile büküle, usulca sallanan, esnek, vahşi,<br />

Kapkara alev sütunları…<br />

Özünüzde saklı<br />

Ölü bir halkın anıtısınız siz!<br />

Gerçekten vahşi miydi peki<br />

O körpe ayaklı, uzun burunlu, sırım gibi Etrürya insanları?<br />

Yoksa rüzgârdaki servi ağaçları misali<br />

Yanıltıcı, farklı, karanlık olmak<br />

Yalnızca üslubu muydu onların?<br />

Tüm vahşilikleriyle ölüp gitmişler<br />

Ve geriye yalnızca<br />

Karanlık bir sabit fikir kalmış servilerde, mezarlarda.<br />

Gülüş, hınzır Etrüsk tebessümü<br />

Gizleniyor hâlâ mezarlar arasında,<br />

Etrüsk servileri…<br />

Son gülen iyi güler derler ––<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

O saf Etrüsk tebessümü ki<br />

Leonardo ancak üstünkörü çizebildi.<br />

Neler <strong>ve</strong>rmezdim neler,<br />

Pek nadide orkidelere benzeyen<br />

Şu şeytan denilen Etrüsklü’yü geri getirmek için!<br />

Zira şeytan yakıştırması<br />

Romalı’dan gelir belki ama<br />

İtibar etmem ben buna,<br />

Bıkmışım Roma erdeminden.<br />

Bilirim, ah, bilirim,<br />

Toprağa gömdüğümüz zaman<br />

Suskun halkları <strong>ve</strong> onların acayipliklerini,<br />

Onlarla beraber yaşamın narin büyüsünü de gömdük.<br />

Orada, en derinlerde,<br />

Kıvam bulur günlük, sızar mür. 30<br />

Karanlık serviler ––<br />

30<br />

Mecusiler’in çocuk İsa’ya <strong>ve</strong> annesine getirdikleri hediyeler. Cenaze <strong>ve</strong><br />

kurban törenlerinde kullanılan bu ağaç sakızı türleri, pagan kültürlerde<br />

yeniden doğum <strong>ve</strong> ölümsüzlükle ilişkilendirilirdi. Yeni Ahit, Matta 2:11:<br />

“E<strong>ve</strong> girince çocuğu annesi Meryem’le birlikte görünce yere kapanarak<br />

O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan olarak altın, günlük <strong>ve</strong><br />

mür sundular.” (ç.n.)<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

Yitik yaşamlardan nasıl bir aroma!<br />

Yalnızca güçlüler sağ kalır derler.<br />

Oysa yitiklerin ruhunu çağırıyorum ben ––<br />

Anlamları hayat bulsun diye,<br />

Sağ kalamayanları, karanlığa karışanları;<br />

Ve onların kendileriyle beraber götürüp<br />

Narin servilere, Etrüsk servilerine<br />

Erişilmez şekilde sakladığı sırrı.<br />

Şeytan da neymiş?<br />

Tek bir şeytan vardır, o da yaşamı yadsımak ––<br />

Etrüsk’ü nasıl yadsımışsa Roma,<br />

Montezuma’yı 31 nasıl yadsıyorsa mekanik Amerika.<br />

Fiesole, Toskana<br />

31<br />

Meksika’nın İspanyollarca fethi sırasında Hernán Cortés tarafından esir<br />

alınarak öldürülen Aztek kralı. (ç.n.)<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

ÇIPLAK İNCİR AĞAÇLARI<br />

İncir ağacı, tuhaf incir ağacı…<br />

Yoğun dümdüz gümüşten yapılmış;<br />

Güneyin deniz havasında lekesiz, pek hoş bir gümüş ––<br />

Lekesiz diyerek, mat demek istiyorum aslında ––<br />

Kalın, etine dolgun bir gümüş…<br />

İnsanın kolu bacağı misali yaşam pırıltısıyla mat,<br />

Daima alacakaranlık olan sağlıklı, dopdolu bir yaşamın<br />

Loş ışığında çırılçıplak,<br />

Ve çarkıfelek yaprakları misali zarif,<br />

Kayadan sarkan bir çarkıfeleğin çarpıcı pırıltısıyla<br />

Sanki bir çarkıfelek… 32<br />

Büyük, girift, çırılçıplak incir ağacı, bir sapsız çiçekler ağı,<br />

Çırılçıplak çiçeklenmiş, sergiliyor hayatın renklerini.<br />

Bir ahtapot sanki,<br />

Ama binbir ayaklı, hoş, tuhaf bir ahtapot ––<br />

32<br />

Büyüleyici bir güzelliğe sahip çarkıfelek çiçeği, Avrupa dillerindeki adını<br />

(passiflora, passion flower) görünümünden dolayı çarmıha gerilmiş İsa’ya<br />

benzetilmesine borçludur. (ç.n.)<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

Kayada yaşayan, çıplak, leziz bir deniz şakayığı sanki,<br />

Esrarengiz bir kibirle kayada boy atmış.<br />

Bırakın oturayım<br />

Kayalıkta yaşayan şu binbir kollu şamdanın altına,<br />

Güleyim Zamana, güleyim içi geçmiş Ebediyete,<br />

Ve alay edeyim yavan Sonsuzlukla,<br />

Sarılmışken bu muzır ağacın ten kokusuyla ––<br />

O ki nice sırlar saklıdır koynunda,<br />

Gülüyor, hem de çağlardır, insana <strong>ve</strong> onun huzursuzluğuna,<br />

Olanın olduğundan farklı olduğuna inanmaya çalışmasına,<br />

Gülüyor kıs kıs ona.<br />

Bırakın oturayım şu binbir kollu şamdanın altına,<br />

Mum yağı kokan, 33 yedi kollu,<br />

Ama uçurumun kenarından tepilerek<br />

Yağlı ahlâkçılığından arınmış<br />

Yahudi şamdanının altına,<br />

Ve tanık olayım onun kendisi oluşuna.<br />

33<br />

Şair, mum yapımında kullanılan hayvansal yağları kastederek, kimi<br />

İngilizce İncil çevirilerinde Eski Ahit, Levililer, 3:14-17 kısmında geçen bir<br />

sözcüğü (tallow) kullanıyor. Söz konusu pasajlar, ayin sırasında yapılacak<br />

sunu hakkında ayrıntılı talimatlar içerir. (ç.n.)<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

Ve seyredeyim<br />

Onun çıplak, müthiş bir gü<strong>ve</strong>nle her bir dalını<br />

Gökyüzüne, hep gökyüzüne uzatışını;<br />

Her dal bir öndermiş, ana sapmış, öncüymüşçesine<br />

Ve her biri güneşin mumunu ucundaki yuvada taşımaya<br />

Kararlıymışçasına,<br />

Dallarını dosdoğru gökyüzüne çevirişini.<br />

Her körpe dal<br />

Öncüsünün bacağından uç <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong>rmez 34<br />

Güneşin yanan mumunu taşımak için<br />

Tereddütsüzce boy atar.<br />

Ve körpecik başka bir dal tomurcuklanır onun da bacağından,<br />

O da tek olmayı,<br />

Güneşin yanan mumunu taşımayı kovalar.<br />

Ey binbir kollu şamdan, ey dikelmiş tuhaf incir ağacı!<br />

Medusa’nun başındaki yılanlar misali<br />

Her dalın bir ana dal olup ötekileri zorbaca geçmeye çalıştığı<br />

Ve eşitliğin kendini aşmaya azmettiği<br />

Acayip Demos, 35 ey çıplak incir ağacı!<br />

34<br />

Yunan mitolojisinde Dionysos, Zeus’un bacağından ikinci defa dünyaya<br />

gelir. (ç.n.)<br />

35<br />

Demos: Eski Yunan’da halk. (ç.n.)<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

Şüphesiz her biriniz<br />

Diğerlerinden daha öte bir mumluk olabilir güneşe,<br />

Ey Demos, Demos, Demos!<br />

Muzır incir ağacı, eşitlik bulmacası,<br />

Kafayı kendine takmış gizli mey<strong>ve</strong>lerinle<br />

Demon’sun 36 sen hem de!<br />

Taormina, Sicilya<br />

36<br />

Demon: Şeytan. (ç.n.)<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

ÇIPLAK BADEM AĞAÇLARI<br />

Islak badem ağaçları yağmurda,<br />

Topraktan kaskatı fırlamış demir gibi;<br />

Kapkara badem ağacı gövdeleri yağmurda,<br />

Topraktan fırlamış kıvrık, korkunç demir gereçler gibi;<br />

Sicilya kış yeşilinin yumuşak kürkünün,<br />

Toprağın yenmez otlarının derinlerinden boy atmış,<br />

Yamaçları tırmanan, kapkaranlık kıvrılan,<br />

Demir gibi kapkara badem ağacı gövdeleri.<br />

Teras korkuluklarının altında,<br />

Ey badem ağacı,<br />

Kapkara, paslı, demir ağaç gövdesi,<br />

Ustaca kaynatmışsın üzerine incecik dalları,<br />

Çelik gibi, havada duyarlı çelik gibi,<br />

Kurşuni <strong>ve</strong> eflatun, duyarlı bir çelik gibi,<br />

İncecik <strong>ve</strong> pek narin, yay gibi kıvırmışsın onları.<br />

Ne yapıyorsun aralık yağmurunda?<br />

Sipsivri çelik dallarının ucunda<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

Tuhaf bir elektrik duyarlılığı mı taşıyorsun yoksa?<br />

Tuhaf bir manyetik cihaz gibi<br />

Elektrikli etkiler için havayı mı tarıyorsun?<br />

Gökyüzünün Etna civarında kurtlar misali<br />

Sürekli kol gezen elektriğinden<br />

Garip bir şifreyle mesajlar mı alıyorsun?<br />

Yahut havadan kükürtün fısıltısını mı topluyorsun?<br />

Güneşin kimyasal şi<strong>ve</strong>sini mi dinliyorsun?<br />

Suların uğultusunu mu naklediyorsun dünyaya?<br />

Ve tüm bunlarla, sen, hesaplamalar mı yapıyorsun?<br />

Sicilya, sağanak yağmur altında aralık ayı Sicilya’sı ––<br />

Demirin eskimiş eğri büğrü gereçler gibi paslı,<br />

Kapkara dallara ayrılması<br />

Ve toprağın kas<strong>ve</strong>tli kürkü üzerinde savrula kıvrıla,<br />

Yenmez yeşil yamaçları tırmanması!<br />

Taormina<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

BADEM ÇİÇEĞİ<br />

Demir bile çiçek açabilir,<br />

Demir bile.<br />

Demir çağıdır bu;<br />

Gene de demirin çatlayıp tomurcuklandığını,<br />

Paslı demir üzerinde çiçek bulutlarının kabardığını görerek<br />

Cesaret alalım. 37<br />

Badem ağacı;<br />

Aralık ayının topraktan çırılçıplak fırlamış demir çengelleri.<br />

Keskin acılığıyla<br />

Yılan misali en ölümcül zehri tanıyan<br />

Badem ağacı. 38<br />

37<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, insan uygarlığının düzgünlüğe, işlenmişliğe, tamlığa dayalı<br />

“kusursuzluk” algısına olan eleştirisi, özellikle “Şeftali”, “Çıplak Badem<br />

Ağaçları” <strong>ve</strong> “Badem Çiçeği” şiirlerinde, John Ruskin ile; yazarın Doğada,<br />

Sanatta <strong>ve</strong> Politikada Demirin İşlevi (The Work of Iron, in Nature, Art, and<br />

Policy) <strong>ve</strong> Gotik’in Doğası (The Nature of Gothic) adlı yapıtlarındaki bazı<br />

yaklaşımlarıyla benzerlik gösterir. (ç.n.)<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

Demirin üzerinde, çeliğin üzerinde<br />

Tuhaf kar taneleri sanki, tuhaf kar öbekleri,<br />

Eriyen tuhaf kar artıkları.<br />

Yanılmayın sakın, gökten gelmedi onlar,<br />

Demirin içinden, çelikten çıktılar;<br />

Uçuşup gökyüzünden düşerek değil, fışkırarak,<br />

Demir boyunca, capcanlı çeliğe doğru<br />

Yoğun yeraltından pek tuhaf fışkırarak,<br />

Sıcak pembe uçlarda, parlak pembe kar tanelerinde<br />

Dünyaya benzersiz bir haykırış oldular.<br />

Hem de demiri parçalayan<br />

Pek hassas, üstün bir inancın yüreği bu,<br />

Badem ağaçlarının paslı kılıçları.<br />

Ağaçlar çile çekerler insan soyları gibi, çağlar boyu.<br />

Oradan oraya sürüklenir, sürülürler,<br />

Sürgün yaşarlar çağlar boyu;<br />

Asla kınına sokulmayan<br />

38<br />

Badem ağacının özellikle acı badem türü ham haliyle yendiğinde son<br />

derece zehirlidir; bir iki avuç acı badem, bir insanı öldürmek için yeterlidir.<br />

(ç.n.)<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

Çekilmiş kılıçlara benzerler, saplanıp kanla kararmış;<br />

Yaban diyarlarda yabandır ağaçlar…<br />

Ama çiçeğin yüreği,<br />

Çiçeğin o boyun eğmez yüreği!<br />

Şu yaralı bereli, 39 narin asmaya bakın,<br />

Ondan daha yaralısı, narini yok:<br />

Ama küçük, yaralı bir kökten nasıl da<br />

Taptaze bir coşkuyla atılıyor ileri!<br />

Kararlı, inatçı, yapışkan incir ağacı da<br />

Zaptedilemiyor, ahtapot gibi yayıyor dallarını budaklarını.<br />

Ve badem ağacı –– demir çağında, sürgünde!<br />

Şarap kâselerinin, çömleklerin, çanakların, testilerin,<br />

Ve açık yürekli kulplu kadehlerin pişmeye bırakıldığı 40<br />

Kadim güney toprakları burası, 41<br />

39<br />

Yapraklarının bir bir düşmesi sonucu asmanın üzerinin çentik çentik<br />

olması kastediliyor (many-cicatrised). (ç.n.)<br />

40<br />

Şair, antik dönemde şarabın saklanması, hazırlanması <strong>ve</strong> içimi için<br />

kullanılan amfora, krater, kantharos, oinokhoe, kylix gibi çeşitli toprak<br />

kapları sayıyor. Söz konusu toprak kaplar, güneşte bırakılarak pişirilirdi.<br />

(ç.n.)<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

Şimdi her yanını demirden badem ağaçları<br />

Diken diken kaplamış.<br />

Ama asla unutmayan bir demir,<br />

Tan yürekli bir demir;<br />

Çağın kıskacında, sürgüne karşı demire bürünmüş<br />

Daima çarpan tan yürek.<br />

Karı hatırlayan bir yürekten<br />

Nasıl da çiçek açıyor, bakın,<br />

Uzun gecelerle dolu ocak ayında,<br />

Akşam yıldızının <strong>ve</strong> köpek yıldızının 42 uzun kara gecelerinde,<br />

Upuzun gecelerde Etna’nın karlı rüzgârları arasında.<br />

Damla damla kan terliyor<br />

Uzun, upuzun Getsemani gecesinde,<br />

Damlalar çiçeğe dönüşüyor, övünce dönüşüyor damlalar,<br />

Bal dolu bir zafere dönüşüyor,<br />

en muhteşem görkeme dönüşüyor…<br />

41<br />

Şiir Sicilya, Taormina’da, yazarın birkaç yıl kaldığı, bugün D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> Evi olarak da bilinen Fontana Vecchia’da yazılmıştır. (ç.n.)<br />

42<br />

Köpek takımyıldızının, “ak yıldız” olarak da bilinen en parlak yıldızı;<br />

Sirius. Antik mitolojide doğurganlıkla, doğa unsurlarıyla <strong>ve</strong> yaşam<br />

döngüsüyle ilişkilendirilirdi. (ç.n.)<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

Ah, yaşam ağacını <strong>ve</strong>rin bana badem çiçeğinde,<br />

Korkusuz, harikulade çiçekler açan Çarmıh’ı <strong>ve</strong>rin!<br />

Akşam yıldızında, karlı rüzgârlarda<br />

<strong>ve</strong> uzun, upuzun gecelerde<br />

Bademe gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>ren bir şeyler olmalı,<br />

Güneşin ılımanlaştırdığı uzak diyarlardan bir anı;<br />

Zira yüreğindeki inanç yeniden gülümsüyor onun,<br />

İnancının bir kere daha haklı çıkmasının anlatılmaz coşkusuyla<br />

Bademin kanı kabarıyor,<br />

Demir gözeneklerden Getsemani kanı sızıyor, sızıyor,<br />

Körpecik tomurcuğa doğru top top oluyor<br />

Ve nihayet büyük, kutlu bir hamleyle,<br />

Bir çırpıda beliri<strong>ve</strong>riyor çiçekli, çıplak ağaç;<br />

Sanki çiye bulanmış bir damat, giysilerinden soyunmuş,<br />

Köpek yıldızının gece vakti gür ulumasına,<br />

Etna’nın keskin, karlı rüzgârına<br />

Ve ocak ayının çiğ güneşine karşı, tümden örtüsüz,<br />

Narin <strong>ve</strong> çıplak.<br />

Düşünün, demirin katılığından nasıl bir cesaretle<br />

Birdenbire çırılçıplak beliriyor o, çiçekli bir kusursuzlukla,<br />

Paslı kılıcın ucunda.<br />

Düşünün, açılıp saçılmış bir çıplaklıkla<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

Nasıl da dikiliyor orada, gülümsüyor<br />

Karlı rüzgârlarla, güneş parıltısıyla<br />

Ve düğün şarkıları uluyan köpek yıldızıyla koyun koyuna.<br />

Bal gövdeli, ey güzeller güzeli,<br />

Demirden boy göster,<br />

Al al olmuş yüreğin!<br />

Pek incelikli, hassas <strong>ve</strong> narin, ete kemiğe bürünmüşsün,<br />

Demirden daima daha korkusuz<br />

Ve çok daha mağrur, tereddütler karşısında tahammülsüz.<br />

Manzarada sanki kırağıyla donmuş,<br />

Gümüşsü hayaletler bunlar yeşil tepede fısıldaşan,<br />

Sanki kırağı yemiş gibi, esrarengiz.<br />

Bahçede ışınlar yayarak,<br />

Püskürmüşe benzeyen bir bedenle,<br />

Tan vakti hassaslığı içinde etrafına bakınır sanki her biri,<br />

Nasıl da dikbaşlı, nasıl da hınzır, gü<strong>ve</strong>n dolu gülümser,<br />

Keskin kılıçtan doğmuş.<br />

Başına buyruk,<br />

Sınır tanımaz,<br />

Bağlarını koparıp serbest kalmış,<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

Yaşamla yücelmiş bir ağaç.<br />

Her şeye karşı korkusuz,<br />

Hem demir hem toprak, özünde yaşam coşkusu.<br />

Gökte,<br />

Mavi, masmavi gökyüzünde<br />

Pespembe düğümler, balık gibi gümüşsü:<br />

Geniş ışınlar yayan, sessiz <strong>ve</strong> mesut, bal gövdeli,<br />

Yüreği al al olmuş, al al,<br />

Dupduru ışıkta göğe düğümlenmiş.<br />

Açık,<br />

Apaçık,<br />

Beş kat apaçık,<br />

Altı kat apaçık,<br />

Tam yerinde <strong>ve</strong> kusursuz;<br />

Nihai bir hüzünle yüreği al al,<br />

Her haliyle mahzun.<br />

Fontana Vecchia<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

MOR ANEMONLAR<br />

Çiçekleri bize kim bahşetti?<br />

Arş-ı âlâ? Beyaz Tanrı?<br />

Zırva!<br />

Cehennemin derinliklerinden,<br />

Hades’ten,<br />

Yeraltı diyarının efendisi!<br />

Ya çiçekler tanrısı İsa?<br />

Zannetmem.<br />

Peki ya güneş gibi parlayan Apollo, müziğin tanrısı?<br />

O da değil.<br />

Kim öyleyse?<br />

Söyle hadi!<br />

Söyleyeyim –– Pluto,<br />

Yeraltının karanlık efendisi,<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

Proserpina’nın 43 kocası.<br />

Var mı itirazı olan?<br />

Proserpina yukarı ilk çıktığında<br />

Çiçekler geldi, cehennem köpekleri geldi onun peşi sıra.<br />

Pluto –– karanlık, kıskanç tanrı,<br />

Damarında kanı müthiş çiçekler gibi kabarmış bir koca.<br />

Git bakalım, demişti o.<br />

Ve Sicilya’da, Enna çayırlarında<br />

Kadın ondan kurtulduğunu zannetmişti. 44<br />

Ama etrafta mor anemonlar açı<strong>ve</strong>rdi bir anda,<br />

Mağaralar,<br />

Küçük renk cehennemleri, karanlık inler,<br />

Kadının peşinden gelen cehennem; şaşaalı, müthiş<br />

Çukur tuzaklar.<br />

43<br />

Zeus <strong>ve</strong> Demeter’in kızı Persephone’nin Roma mitolojisindeki karşılığı.<br />

Annesi Ceres (Demeter) ile beraber doğurganlıkla, bereketle, yaşam-ölüm<br />

döngüsüyle ilişkilendirilirdi. Proserpina söylencesinin merkezinde, onun<br />

Pluto (Hades) tarafından Yeraltı diyarına kaçırılması <strong>ve</strong> her bahar<br />

mevsiminde yeryüzüne geri dönüşü yer alır. (ç.n.)<br />

44<br />

Söylencede anlatıldığı şekliyle Proserpina’nın yeryüzüne geri dönüşünün<br />

<strong>ve</strong> sonra tekrar kaçırılmasının Sicilya, Enna’da vuku bulduğuna inanılır.<br />

(ç.n.)<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

Kadının ayaklarının dibinde<br />

Açılan cehennem;<br />

Onun bembeyaz bileklerine doğru<br />

Kocanın heybetiyle, yılan başlarını<br />

Birbiri ardına kaldıran cehennem;<br />

Tutup yakalamaya çalışan mosmor cehennem.<br />

Gitmesine neden izin <strong>ve</strong>rmişti?<br />

Peşine düşüp tekrar yakalamak için,<br />

Onu, bembeyaz kurbanını.<br />

Ah, sahip olmak!<br />

Cehennemin eril çiçekleri<br />

Yeryüzünde yeniden.<br />

Gözünü aç, Persephone!<br />

Dikkat et, Ceres Hanım, düşman peşinizde.<br />

Yabani kurtboğan sarıyor ayaklarınızı<br />

Ve cehennem cazibesiyle, kocanın mosmor zorbalığıyla<br />

Kaplıyor yeni kavuştuğunuz düzlükleri.<br />

Kızının kurtulduğunu mu sanmıştın?<br />

Aşağıda, cehennemin dibinde,<br />

Cehennemin efendisi olan herifin<br />

Artık onu alıkoyamayacağını mı?<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

Vah vah!<br />

Eyvah! Geliyor işte çizgili, damalı enikler,<br />

Tazı gibi incecik çiğdemler!<br />

Tutun şunları, göreyim sizi!<br />

Haydi sevimli açıkgöz nergisler, altın spanyellerim benim,<br />

Koklayın, bulun onları!<br />

Şu azat edilmiş kadınları.<br />

Biri geliyor sanki!<br />

İşte oradalar!<br />

Mosmor anemonlar!<br />

Cehennem kabarıyor!<br />

Cehennem yeryüzünde; derinlerin efendisi!<br />

Kaç Persephone, kaç; kocan geliyor peşinden.<br />

Gitmene neden izin <strong>ve</strong>rmişti ki?<br />

Peşine düşüp yakalamak için.<br />

Budur bütün baharın <strong>ve</strong> yazın eğlencesi;<br />

Çiçekler kavrıyor bileklerini, çekiyor saçından,<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

Zavallı Persephone <strong>ve</strong> onun kadın hakları.<br />

Kocasının tuzağına düşmüş cehennem kraliçesi,<br />

Bahar geldi.<br />

Mevsim bahardır<br />

Ve yeryüzünde kocanın gösterişli dala<strong>ve</strong>releri.<br />

Ceres, öp kızını; kavuştun sanıyorsun ona.<br />

Oysa kocasının tarlasıdır<br />

Kızın Persephone!<br />

Zavallı kayınvalide!<br />

Yüzüstü bırakılacaksın sen de.<br />

Bahar geldi.<br />

Taormina<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

SİCİLYA SİKLAMENLERİ<br />

Adam gür simsiyah saçlarını alnından çektiğinde,<br />

Kadın perçemlerini yüzünden sıyırıp<br />

Bir el hareketiyle saçlarını arkada topuz yaptığında<br />

–– O ürpertici ataklık yok mu!<br />

Böylece ikisi de alınlarını apaçık,<br />

göğe karşı çırılçıplak duyduğunda,<br />

Gözleri ortaya çıktığında;<br />

Ve savrulan bir bıçak misali,<br />

Göğün ışığı o savunmasız gözleri kamaştırıp<br />

Yüzlerine karşı deniz de kılıcını çektiğinde ––<br />

Vahşiydiler onlar, Akdenizli vahşiler…<br />

Göğün altında sere serpe çehreleriyle,<br />

O gür çalıların içinden ilk kez çıktıklarında,<br />

Ayaklarının dibinde boy atmış minik<br />

Pembe siklamenler gördüler,<br />

Ve onların yanıbaşında, geçmişi kara kara düşünen<br />

Hantal kurbağalar.<br />

Hantal kurbağalar;<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

Ve ıpıslak parlayarak<br />

Ebedî bir gölgeyle toprağa tutunan siklamen yaprakları:<br />

Kurbağa gibi buğulu, toprak gibi yanardöner,<br />

Pek güzel,<br />

Kırağıyla süslü,<br />

Üzerine çamur sıçramış,<br />

Salyangoz gibi sedefli,<br />

Yere yakın.<br />

Denizin titrek yüzeyi,<br />

İnsanın savunmasız, çıplak çehresi<br />

Ve kulaklarını geriye yatırmış siklamenler.<br />

İncecik burunlu, upuzun,<br />

Dalgın görünüşlü tazılara benzeyen tomurcuklar:<br />

Hayal meyal topraktan uç <strong>ve</strong>rmiş,<br />

Varla yok arası,<br />

Adamın ayaklarının ucunda.<br />

Taşların hayat <strong>ve</strong>rdiği,<br />

Alçaklarda olmaktan hoşnut,<br />

Şafak pembesi siklamenler, körpe siklamenler;<br />

Kabarmışlar,<br />

Zarif, körpecik tazı kancıkları gibi<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

Uyanıp kulak kesilmişler sanki,<br />

Günün geniş, toy manzarasına karşı<br />

Ağızlarını aralamış esniyorlar sanki.<br />

Tazı kancıkları ––<br />

Pembe burunlarını<br />

Öne doğru eğmişler dalgın dalgın,<br />

Yeni günü uyandırmaktan çekinerek<br />

Usulca nefes alıyorlar,<br />

Alçaklardan hoşnutlar.<br />

Ah, dünyamızın başladığı Akdeniz sabahı!<br />

Uzak, pek uzak Akdeniz sabahları,<br />

Örtüsüz Pelasg 45 çehreleri<br />

Ve açılan siklamenler.<br />

Bir anda bayır yukarı koşuyor yaban tavşanı,<br />

Upuzun kulaklarını geriye yatırmış,<br />

coşku içinde gözünü dört açmış.<br />

Sararmış <strong>ve</strong> solgun, kayalık Akdeniz yamaçları üzerinde<br />

Gülpembe siklamen, esrik bir öncü!<br />

45<br />

Pelasglar: Helen kavimlerinin gelişinden ev<strong>ve</strong>l Yunan topraklarında <strong>ve</strong><br />

Ege adalarında yaşayan halk. (ç.n.)<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

Siklamenler, burunları allı pembeli siklamenler,<br />

Yaban tavşanı sürüleri misali, demetler halindeler,<br />

Yan yana bir sürü burun, kalkık kulaklar;<br />

Sanki bir kuyunun, şafak pınarının başına toplanmış,<br />

Büyü sözleri mırıldanan kadınlar.<br />

Yunan toprakları <strong>ve</strong> dünyanın sabahı ––<br />

Parthenon’un henüz tüm mermeriyle<br />

Siklamen köklerine hayat <strong>ve</strong>rdiği çağ…<br />

Menekşeler;<br />

Güze özgü,<br />

Şafak pembesi,<br />

Şafakla parlamış,<br />

Pembe burunlu, pagan menekşeler ––<br />

Bodur, kurbağamsı yapraklar arasında<br />

Henüz doğmamışların tohumunu saçan<br />

Erekhtheion heykelleri. 46<br />

Taormina<br />

46<br />

Atina, Parthenon Tapınağı’nın girişindeki kadın heykeli biçiminde<br />

sütunlar (karyatidler) kastediliyor. (ç.n.)<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

SİVRİSİNEK<br />

Bu numaralar nereden çıktı bayım?<br />

Neden böyle uzun bacaklar üzerinde duruyorsun?<br />

Bu upuzun baldırlar niye, ey çılgın esrime?<br />

Ağırlık merkezini yükseklere uçurabilesin<br />

Ve üzerime konduğunda hava kadar hafif olabilesin diye mi?<br />

Ey hayalet, tenimde ağırlıksızca durabilesin diye mi?<br />

Duydum ki bir kadın Kanatlı Zafer 47 demiş sana<br />

Miskin Venedik’te.<br />

Başını çeviriyorsun kuyruğuna doğru, gülüyorsun buna.<br />

Bunca şeytanlığı nasıl sığdırıyorsun<br />

Cılız, yarı saydam bedenindeki<br />

Hayalet kıymığına?<br />

47<br />

Kanatlı Zafer: Yunan zafer tanrıçası Nike ile özdeşlemiş bir ifade.<br />

Günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenmekte olan M.Ö. 3. yüzyıldan<br />

kalma Semadirek Kanatlı Zafer Heykeli, Helenistik sanatın şaheserlerinden<br />

biri olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

İncecik kanatlarınla <strong>ve</strong> uzayan bacaklarınla,<br />

Bir balıkçıl misali, havadaki bir zerre misali süzülüşün<br />

Ne kadar tuhaf ––<br />

Bir hiç âdeta.<br />

Nasıl bir gizem sarıyor seni şu an;<br />

Küçük şeytanî gizemin<br />

Sinsice kol geziyor, zihnimi uyuşturuyor.<br />

Büyülü iğrenç kıymık, işte senin numaran:<br />

Görünmezlik,<br />

Bulunduğun taraftan beni sersemleten uyuşturucu güç.<br />

Ama numaranı biliyorum artık, yanardöner büyücü.<br />

Ne kadar tuhaf ––<br />

Havada eğriler çizerek kol geziyorsun, sakınarak,<br />

Kuşatıyorsun beni, kanatlı hortlak,<br />

Ey Kanatlı Zafer!<br />

Yere konup ince uzun baldırlar üzerinde duruyorsun,<br />

Yan yan bakıyorsun bana, kurnazsın,<br />

Farkettiğimi biliyorsun.<br />

Seni gidi kıymık…<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

Sana karşı niyetimi okuyarak<br />

Yana doğru aniden havalanman tiksindiriyor beni.<br />

Pekâlâ, gel, habersizmiş numarası yapalım;<br />

Görelim bakalım bu sinsi kandırmacadan kim galip çıkacak.<br />

Ya insan ya sivrisinek…<br />

Sen benim varlığımdan habersizsin, ben de senin.<br />

Haydi bakalım!<br />

Fakat, ah iğneli iblis,<br />

Aniden nefretle kanımı titretiyor kozun,<br />

Senin o küçük iğrenç kozun:<br />

Kulağımın dibinde çaldığın tiz sesli, küçük, iğrenç borazan!<br />

Bunu neden yapıyorsun?<br />

Kötücül bir taktik olduğu kesin.<br />

Duydum ki yapmadan edemezmişsin.<br />

Eğer öyleyse gerçekten,<br />

Masumları koruyan Tanrı inayetine gü<strong>ve</strong>nmeliyim.<br />

Ama hayret <strong>ve</strong>rici şekilde<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

Kulağa bir savaş narası, zafer nidası gibi geliyor sesin<br />

Sen kafa derimi emmeye başladığın an!<br />

Kan, kıpkırmızı kan,<br />

Büyüler ötesi<br />

Yasak iksir.<br />

Seyrediyorum bir anlığına<br />

Unutulmuşluk içinde mest olmanı,<br />

Taze kan emerek<br />

Edepsizce kendinden geçmeni,<br />

Kanımı emmeni.<br />

Nasıl bir sessizlik bu, nasıl da sonu gelmez bir esrime,<br />

İhlâlin edepsizliği içinde<br />

Doymak tıka basa.<br />

Havada ne denli yalpalarsan yalpala<br />

Koruyor seni tiksinç, tüylü narinliğin,<br />

Ölçüsüz hafifliğin;<br />

Elimi öfkeyle savurduğum an<br />

Onun rüzgârıyla sürükleniyorsun.<br />

Alaycı bir zafer şarkısıyla kaçıyorsun,<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

Kanatlı kan damlası!<br />

Yakalayamam mı seni?<br />

Fazla mı iyisin benim için, ey Kanatlı Zafer?<br />

Sivrisineklikte sana yetişemem mi sanıyorsun?<br />

Tuhaf! Nasıl da koca bir leke bıraktı emdiğin kanım<br />

Senin silik, zerre kadarlık izinin yanında!<br />

Tuhaf! Nasıl da yitip gittin<br />

Donuk, karanlık bir is karasına!<br />

Siraküza<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

BALIK<br />

Balık, ah, balık,<br />

Dünya umurunda değil!<br />

Sular ister kabarıp kaplasın yeryüzünü,<br />

İster kuytu köşelerde durulsun,<br />

Senin için hepsi bir.<br />

Sucul, su altında yaşayan,<br />

Suya batmış,<br />

Dalgalarla ürperen.<br />

Sular çalkalanır,<br />

Sen de çalkalanırsın.<br />

Yıkayan sularla bir olup yıkanırsın,<br />

Derinde kalırsın.<br />

Asla bilmez,<br />

Asla kavramazsın.<br />

Yaşamın bir hassasiyet çalkantısıdır iki yanında boydan boya,<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

Bir akıntıdır yüzgeçlerinin ucunda, kuyruğunun sarmalında,<br />

Ipıslak yanıp tutuşan sudur solungaçlarının ızgaralarında;<br />

Ve sucul gözlerindir, sabit.<br />

Yılanlar bile yatar koyun koyuna.<br />

Ama, ah, suda kıpırdayan balık,<br />

Sen ancak sularla koyun koyuna yatarsın,<br />

Budur biricik temasın.<br />

Ne parmaklar, eller, ayaklar, ne dudaklar,<br />

Ne narin bir burun, ne hasret çeken bir bağır,<br />

Ne de şeh<strong>ve</strong>t dolu kasıklar ––<br />

Hiçbiri.<br />

Yalnızca sen <strong>ve</strong> yalın bir unsur,<br />

Kıpırtılı dalga.<br />

Akşam aydınlığında oynaşıp kıpırdayan gümüş pullar.<br />

Kimdir çırılçıplak selleri dölleyen?<br />

Kimdir dalgalardaki ana?<br />

Kimdir bir rahmin içinde yüzen?<br />

Kimdir tutkunu olduğu sularla,<br />

Tümden rahim olan bir unsurla, sessiz sedasız, iç içe yatan?<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

–– Yer seviyesinin altında, sudaki balık.<br />

Ekmeğini suya o atsa ne olur? 48<br />

Gümüşsü varlığıyla<br />

Yalın unsurun içinde<br />

Kendisidir o, yalnızca kendisi, o kadar.<br />

Ötesi yok.<br />

Yalnızca kendisi<br />

Ve bir unsur.<br />

Beslenme mi? Elbette!<br />

Suda iştah dolu gözler,<br />

Geçit gibi açılmış bir ağız,<br />

İtip harekete geçiren kuv<strong>ve</strong>tli bir omurga<br />

Ve yutkunan obur bir göbek.<br />

Korku mu?<br />

Korkuya da bilir!<br />

Yuvalarından fırlamış sucul gözler;<br />

48<br />

Eski Ahit, Vaiz, 11:1: “Ekmeğini suya at, çünkü günler sonra onu<br />

bulursun.” Bu, yapılan iyiliklerin boşa gitmeyeceği, Tanrı inayetinden<br />

herkesin nasibini alacağı anlamındaki bir ifadedir. (ç.n.)<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

Sanki balık sesiyle<br />

Çığlık atarak ani bir kaçış ––<br />

Çünkü geliyor turna balığı…<br />

Karaltıya karşı<br />

Kuyruğunu kıvrakça çevirip<br />

Şen bir korkuyla kaçı<strong>ve</strong>rir.<br />

Beslenme, korku <strong>ve</strong> yaşama sevinci ––<br />

Eser yok sevgiden.<br />

Ya da tam tersi:<br />

Yaşama sevinci, korku <strong>ve</strong> beslenme,<br />

Eser yok sevgiden.<br />

Suda nasıl bir yaşama sevinci bu böyle!<br />

Suyun içinde, yalın unsurla baş başa,<br />

Usulca ağzını açıp kapamak;<br />

Batmak, çıkmak, sularla uyumak;<br />

Dalgaların içine<br />

Kulağın duyamayacağı nice dalgacıklarla konuşmak;<br />

Solungaçları boğan sellerle nefes almak,<br />

Selle yan yana usulca akan balık kanıyla<br />

Balığa özgü ateşi canlı tutmak;<br />

Yalın unsuru bir sevgiliymişçesine<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

Altında duymak;<br />

Kışkırtıcı biçimde<br />

Şıp diye havaya sıçrayıp kaçmak,<br />

Ardından bir şaplakla suya tekrar kavuşmak.<br />

Gene bir olmak!<br />

Balık olmak!<br />

Hiçbir pişmanlık duymaksızın,<br />

Suda balık olmak.<br />

Sevgisiz, ama nasıl da şen şakrak!<br />

Henüz Tanrı ile sevgi bir değilken doğmuş,<br />

Yaşam sevgi nedir bilmezken.<br />

Pek güzel, herkesten erken davranmış.<br />

Kabul, sürü halinde gezer balıklar.<br />

Büyük sürüler halinde akın ederler.<br />

Ama sessiz, temassızdırlar,<br />

Ne bir sözü, coşkuyu, ne de bir öfkeyi paylaşırlar.<br />

Dokunmazlar.<br />

Birarada asılı dururlar, daima birbirinden ayrı;<br />

<strong>Öteki</strong>lerle aynı dalgada her biri sularla bir başına.<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

Suda yalnızca bir manyetizma onlar arasında.<br />

Bir defasında bir su yılanı görmüştüm Anapo’da, 49<br />

Kendi kendime, Şuna bak, demiştim,<br />

Başını kaldırmış, bir kuş gibi gidiyor suda!<br />

Kendine özgü; ama o bile ait bu dünyaya…<br />

Ama Zeller Gölü’nde 50 bir teknede oturmuş,<br />

Kabarıp inen sularda<br />

Gelip geçen balıkları seyrederken ––<br />

Soruyorum kendi kendime, bunlar da kim böyle?<br />

Ve tanıyamıyorum 51 onları…<br />

Gri çizgili bir kostüm giymiş, şık yüzgeçleri olan,<br />

Küçük, zayıf bir yavru turna balığı<br />

Aşağıda geziniyor ağır aheste, gözden kaybolmak üzere;<br />

Sanki bir serseri, gidiyor kaldırımın kuytu bir köşesinde…<br />

Ama durun, insan karıştı işin içine!<br />

49<br />

Sicilya’da bir nehir. (ç.n.)<br />

50<br />

Avusturya Alplerinde bir tatlı su gölü; Zell Gölü; Zellersee. (ç.n.)<br />

51<br />

Şair, can alıcı bir seçimle, hem “sahip olmak”, hem de “tanımak”, “kabul<br />

etmek”, “onaylamak” anlamını içeren bir sözcük kullanıyor (own). (ç.n.)<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

Daha yakından bakınca,<br />

O durgun, ölgün hareket,<br />

O doğa dışı, tüp gibi gövde, o upuzun, hortlak gibi burun…<br />

Vazgeçiyorum onu yüceltmekten.<br />

Zira bir hata yaptım, tanımıyorum ben onu ––<br />

Sudaki bu kül rengi, tekdüze ruhu;<br />

Balık canlılığı taşıyan,<br />

Gölgeler arasındaki bu yoğun varlığı.<br />

Tanımıyorum onun Tanrısını,<br />

Hayır, onun Tanrısını tanımıyorum.<br />

Yaşamın bizden koparabileceği nihai itiraf da bu olmalı.<br />

Bir defasında, suda belli belirsiz,<br />

Büyük bir turna balığı saldırınca<br />

Küçük balıkların kıymık misali dağıldığını görmüştüm.<br />

Kendi kendime,<br />

Senin bir sınırın var, ey yüreğim, demiştim,<br />

Senin Tanrının bir sınırı var.<br />

Pek ötede duruyor balıklar.<br />

<strong>Öteki</strong> Tanrılar<br />

124


www.isaretatesi.com<br />

Erişebileceğimin ötesindeler…<br />

benim Tanrımın ötesinde tanrılar…<br />

Benim ötemdeler onlar, balıklar.<br />

Varlığımın sınırında durup<br />

Öteye bakıyorum<br />

Ve pek uzakta görüyorum balıkları,<br />

Kıyıdan suyun içine bakıyorum.<br />

Elimde uzun bir oltayla bekledim<br />

Ve sudan aniden altın renkli, yeşilimsi, parlak bir balık çektim;<br />

Oltanın ucunda havaya fırlayıp savruldu,<br />

Başımın üzerinde bir hâle çizdi âdeta.<br />

Açılıp kapanan, suya aç ağzından çıkardım iğneyi,<br />

Ve dehşetle pörtlemiş gözünü gördüm onun,<br />

O altın renkli <strong>ve</strong> kızıl,<br />

Suda paha biçilmez, ayna gibi dümdüz gözü.<br />

Kabarıp duran bir yaşam nabzıyla,<br />

Yapış yapış, elimde çırpındığını duydum.<br />

Ve içim ezildi,<br />

Yerindim: Varlıkların ölçütü ben değilim.<br />

Benim ötemde bu balık.<br />

125


www.isaretatesi.com<br />

Tanrısı benim Tanrımın dışında.<br />

Altın renkli, yeşilimsi, kaygan, saf bir salgı bulaşıyor elime;<br />

Kızıl, altın renkli, ayna göz bakakalıyor <strong>ve</strong> ölüyor;<br />

Ve sucul, parlak hatlar giderek sönükleşiyor.<br />

Bilebileceğimden çok ev<strong>ve</strong>l,<br />

Henüz insan için gün doğmamışken,<br />

Şafağa karşı dünyaya gelmişti o.<br />

Benden pek önce gelmişti.<br />

Ve ben, on parmaklı günışığı canavarı,<br />

Öldürdüm onu.<br />

Altın renkli, kızıl gözleriyle, yeşilimsi saf pırıltılarıyla,<br />

Altın karınlarıyla,<br />

Ve Âdem öncesinden kalma yalnızlıklarıyla,<br />

Sevgisizlikten bile öte sevgisizlikleriyle,<br />

Bembeyaz etleriyle<br />

Balıklar<br />

Bambaşka çemberlerde yol alıyorlar.<br />

Aykırılar.<br />

Su seyyahları.<br />

126


www.isaretatesi.com<br />

Hepsi tek bir unsur onların.<br />

Her biri kendi başına,<br />

Sucul birer varlık.<br />

Kediler <strong>ve</strong> Napolitanlar,<br />

Sülfür sarısı günışığı canavarları ––<br />

Susuzluktan bile öte bir iştah duyar balığa onlar;<br />

Sülfüre doymuş şeh<strong>ve</strong>tlerini bastırmak için<br />

Sucul canlılığı ararlar.<br />

Bense<br />

Yalnızca merak ediyor,<br />

Ama anlayamıyorum.<br />

Balıkları anlayamıyorum.<br />

Başlangıçta <strong>ve</strong> sonda<br />

Balık idi İsa’nın adı… 52<br />

Zell-am-See<br />

52<br />

Balık sembolü, Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren İsa’yı temsil<br />

edecek şekilde kullanılmıştır. Bunun bir nedeni, Yeni Ahit’teki çeşitli<br />

pasajlarda (örn. Matta, 14: 19-21) geçen ifadelerdir; diğer nedeni ise İsa için<br />

kullanılan “İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı” (Iesous Christos, Theou Yios,<br />

Soter) ifadesinin baş harflerinin, Yunanca “balık” sözcüğüne (ichthys)<br />

karşılık gelen bir monogram oluşturmasıdır. Ayrıca “balık”, çeşitli pagan<br />

inanışlarında da önemli bir sembol olarak karşımıza çıkar. (ç.n.)<br />

127


www.isaretatesi.com<br />

YILAN<br />

Sıcak, sımsıcak bir gündü,<br />

Altımda pijama, su içecektim,<br />

Bahçemdeki yalağa bir yılan geldi.<br />

Keçiboynuzu ağacının tuhaf kokulu derin gölgesinde<br />

Suya indim merdi<strong>ve</strong>nlerden, elimde bir testi,<br />

Beklemeliydim, durup beklemeli, beklemeli,<br />

Zira benden önce yalağa o, yılan geldi.<br />

Gölgede kerpiç sıvadaki bir yarıktan sarkarak,<br />

Yumuşak karnını, sarılı kah<strong>ve</strong>rengili gevşek gövdesini<br />

Taş yalağın köşesine doğru saldı,<br />

Ve boğazını taşın kenarına dayayarak,<br />

Düpdüzgün ağzıyla,<br />

Çeşmenin damladığı yerdeki berrak suyu yudumladı,<br />

Ve düpdüzgün diş etlerinin arasından<br />

Gevşek upuzun bedenine doğru<br />

Suyu usulca, sessizce emdi.<br />

128


www.isaretatesi.com<br />

Yalağa benden önce başka biri gelmişti<br />

Ve ben, sonradan gelen, bekliyordum.<br />

Başını sudan kaldırdı<br />

Tıpkı sığırların yaptığı gibi;<br />

Ve tıpkı su içen bir sığırın yaptığı gibi<br />

Dalgın dalgın baktı;<br />

Çatallı dilini ağzında gezdirip bir an duraksadı;<br />

Ve eğildi gene, biraz daha yudumladı;<br />

Sicilya’nın temmuz gününde Etna’nın dumanı tüterken,<br />

Renkleri yerin yanan karnından<br />

Toprak rengi, altın gibi toprak sarısıydı.<br />

Aldığım terbiye bana<br />

Öldür onu dedi,<br />

Zira Sicilya’da<br />

Siyah yılanlar zararsız, altın sarısı olanlar zehirliydi.<br />

Erkeksen bir sopa alırsın eline, vurursun yılana, işini bitirirsin<br />

Diyordu içimdeki sesler…<br />

Fakat itiraf etmeliyim, pek sevmiştim onu.<br />

Sessiz bir konuk gibi<br />

Suyunu içmek <strong>ve</strong> yerin yanan karnına doğru<br />

129


www.isaretatesi.com<br />

Sakin <strong>ve</strong> huzurlu, bir teşekkür bile etmeden inmek üzere<br />

Yalağıma gelmiş olmasından<br />

Kıvanç duymuştum.<br />

Onu öldürmeye kalkışmadım diye korkak mıyım?<br />

Onunla konuşmak istedim diye sapkın mıyım?<br />

Onurlanmış hissettim diye aşağılık mıyım?<br />

Onurlandırıldım.<br />

Gene de susmadı sesler:<br />

Öldürürdün onu eğer korkmasaydın!<br />

Korkuyordum sahiden, hem de dehşet içindeydim,<br />

Ama tam da o yüzden<br />

Esrarengiz toprağın karanlık kapısından gelerek<br />

Misafirim oldu diye, daha da gururluydum.<br />

Kana kana içti,<br />

Ve sarhoşlamışçasına, hülyalı hülyalı kaldırdı başını;<br />

Dudaklarını yalarmışçasına,<br />

Çatallı kapkara bir gece gibi şapırdattı dilini havada;<br />

Ve bir tanrıymışçasına,<br />

Görmüyormuş gibi baktı boşluğa;<br />

Başını usulca çevirdi,<br />

130


www.isaretatesi.com<br />

Usulca, pek usulca, âdeta kat kat düşler içinde<br />

Ağır ağır kıvırarak upuzun bedenini,<br />

Dönüp yeniden duvardaki yarığa doğru tırmanmaya yeltendi.<br />

Ve başını o korkunç deliğe sokup<br />

Yılansı bir rahatlık içinde omuzlarını oynatarak<br />

Kendini yukarı doğru çektiği<br />

Ve içeri doğru girdiği sırada,<br />

Bir tür dehşet,<br />

Onun kendini o tiksinç deliğin içine doğru çekmesine,<br />

Bile bile o karanlığın içine girerek<br />

Kendini içeriye doğru çekmesine karşı<br />

Bir tür isyan<br />

Teslim aldı beni,<br />

O bana sırtını döndüğü an.<br />

Etrafıma baktım, testimi elimden bıraktım,<br />

Kocaman bir odun kapıp<br />

Yalağa doğru<br />

Bir tangırtı kopararak fırlattım.<br />

Sanırım onu vuramadım;<br />

Ama dışarıda kalan kısmı<br />

Yakışıksız bir telaşla aniden kasılıp şimşek misali bükülerek<br />

131


www.isaretatesi.com<br />

Kapkara delikten içeri doğru kaçtı,<br />

Duvar yüzeyindeki toprak dudaklı yarıkta yiti<strong>ve</strong>rdi.<br />

Durgun, sımsıcak öğle vakti<br />

Hayretler içinde bakakaldım arkasından.<br />

Ve hemen pişman oldum yaptığıma.<br />

Nasıl da bayağı, adi, aşağılık bir davranıştı!<br />

Tiksindim kendimden,<br />

İçimdeki mide bulandırıcı insani terbiye seslerinden.<br />

Ve albatrosu hatırladım, 53<br />

Yılanım geri gelsin diye yalvardım.<br />

Zira o gene bir kral gibi göründü bana,<br />

Sürgündeki bir kral, yeraltında tacını kaybetmiş, 54<br />

Şimdi yeniden taçlanacak olan.<br />

Yaşamın efendilerinden biriydi o,<br />

Fakat ben fırsatı kaçırdım.<br />

53<br />

Şair, Coleridge’in başyapıtı İhtiyar Denizcinin Şarkısı’nda denizcinin<br />

öldürdüğüne bin pişman olduğu albatrosu anıyor. (ç.n.)<br />

54<br />

Mitolojide yılan hem Zeus’la, hem Pan’la, hem de Typhon’la<br />

özdeşleştirilir. Zeus, Persephone’yi (bu şiirin yazıldığı) Sicilya’da<br />

döllemiştir; “tüm canavarların babası” Typhon ise tıpkı ateş <strong>ve</strong> yanardağ<br />

tanrısı nalbant Vulcanus gibi, Etna Dağı’nın altında yaşar. (ç.n.)<br />

132


www.isaretatesi.com<br />

Ve kefaretini ödeyeceğim şimdi<br />

Bayağılığımın.<br />

Taormina<br />

133


www.isaretatesi.com<br />

BABA HİNDİ<br />

Sen, fırfırlı kara çiçek.<br />

Sen, ışıltılı karanlık rüzgâr.<br />

Sendeki o sana özgü ihtişam…<br />

Karanlık <strong>ve</strong> pırıltılı,<br />

Derili <strong>ve</strong> tiksinç,<br />

Gelincik gibi parlak:<br />

Budur benim hayretler içinde<br />

En büyük hayranlığımı uyandıran ihtişam.<br />

Gizemli, anlaşılmaz ilkelliğinle,<br />

Bir Kızılderili gibi<br />

Esrarengiz biçimde kaba, aykırı hallerinle<br />

Sayısız asırların parlak, kapkara tohumusun sanki.<br />

Gerdanın, 55<br />

Ateş gibi kızılken soğumaya başlamış çelik cürufu renginde,<br />

55<br />

Hindinin boyun kısmındaki, “sakal” olarak da bilinen deri uzantıları<br />

kastediliyor. (ç.n.)<br />

134


www.isaretatesi.com<br />

Sanki pasparlak, pul pul oksitlenmiş bir gök mavi.<br />

Neden böyle bir gerdanın, ibikli kel bir başın var?<br />

Anlaşılması olanaksız bir kibirle<br />

Ne diye pörtletiyorsun o sabit, çırılçıplak gözünü?<br />

Keldir akbaba, hem de tiksinç bir biçimde; kondor da öyle;<br />

Ama bu oksitlenmiş gök mavisi, ateş gibi kızıl renkli<br />

Harika başlığı yalnızca sen sarınmışsın üzerine.<br />

Mavi <strong>ve</strong> parlak kırmızı renkli, tuhaf, paçavra gibi bir şal bu;<br />

Oysa tavus kuşunun başında bir taç.<br />

Soruyorum, acaba neden diye.<br />

Esrarengiz bir çeşit süs seninki belki de,<br />

sarkık deriden bir örtü.<br />

Belki de tüm bu gösteriş içinde<br />

Senin kaba bir zıtlıkla kendini dayatışın.<br />

Bir şal gibi göğsüne sarkıyor gerdanın,<br />

Ve başlığının ucu nahoşça kaplıyor burnunu.<br />

Belki de ham bir malzemedir bu ––<br />

Sen yaratılış fırınından çıktığında<br />

Üzerine yapışıp kalmış bir miktar cüruf.<br />

135


www.isaretatesi.com<br />

Ya da, belki de, bir boğanın<br />

Güm güm atan haşmetli bir gövdeyi dengelemek için<br />

Sarkaç gibi sarkan gerdanına<br />

Benziyor senin gerdanın ––<br />

Dengede duran koskoca bir yaşamın dışarı doğru taşmışlığı.<br />

Gelgelelim, eriyerek bütünleşmeyen,<br />

Ham, katışıklı bir yaşamdır seninki.<br />

Büzüyorsun kendini,<br />

Yay gibi kabartıyorsun sırtını,<br />

Omurganı kasıp titriyorsun içten içe,<br />

Ve arkaya değecek gibi oluyor örtülü başın,<br />

Kalkık kuyruğunun köklerine değecek gibi oluyor.<br />

Sen kendini kastığında,<br />

Geriye doğru kıvrılan tek bir yoğun ürperiş<br />

Teslim alıyor seni,<br />

Kutuplarını birbirine yaklaştıran güçlü bir mıknatıs gibi.<br />

Senin ibikli kafanın o yakıcı, parlak, artı kutbu!<br />

Ve eksi kutbun karanlığından,<br />

Dairevi bir çizgi oluşturan güneş gibi yuvarlak kuyruğunun<br />

Birdenbire fırlayışı!<br />

136


www.isaretatesi.com<br />

O sırada ikisi arasında, sırtının gergin yayı boyunca<br />

Şiddetli patlamalarla manyetik akımların sıçrayışı;<br />

Parlak, kapkara tüylerinin şişkin bir zırh gibi kabarışı,<br />

Sanki fırtına rüzgârlarıyla, yahut bir su akıntısıyla sarsılışı.<br />

Senin o pek keskin, duyular ötesi kibrin<br />

Derili başlığını titretiyor başında <strong>ve</strong> boynunda,<br />

Sen kendini hırsla kastığında.<br />

İradede öyle bir gerilimin dışavurumudur ki bu,<br />

Ne Zaman onaylamaya razı olmuştur onu,<br />

Ne de ne yaparsa yapsın<br />

Sonsuzluk boyun eğdirebilmiştir ona.<br />

Yaşamın terbiye edemediği ham bir Amerikan iradesi bu,<br />

Sen ki iradeyle kasılmış, aksi bir kuşsun divane bakışlı.<br />

Tavus kuşu bronz tüylerini havaya dikip<br />

Masmavi bir ihtişamla kasıla kasıla gelir Uzak Doğu’dan.<br />

Ama bir de hindinin yerde şişinip kurumlanışına,<br />

Kabarık kanatlarını<br />

Vahşilerin gepgeniş, kas<strong>ve</strong>tli, uğursuz davullarla ritim tutması<br />

misali<br />

Pat pat vuruşuna bakın.<br />

Tıpkı piramitli Meksika’da kurban töreni sırasında<br />

137


www.isaretatesi.com<br />

Huichilobos’un 56 kocaman davulunun o ağır, iç karartıcı sesi…<br />

Davulun gümbürtüsü –– <strong>ve</strong> hindinin hücum edişi,<br />

Ani, şeytanî bir ataklık, kabarmış tüyler,<br />

Ve bronz parıltılarıyla binbir taç yaprak,<br />

Her biri ötekilerden ayrı <strong>ve</strong> yerli yerinde.<br />

Her bir teleğin ucundaki zarif çizgilerden oluşan<br />

O incecik, pek narin kavis…<br />

Ne var ki, birdenbire çınlayan bronz rüzgâr çanı,<br />

Ve aşırı kibirden deliliğe kayan bir göz.<br />

Ey, baba hindi!<br />

Gelecek şafağın kuşu yoksa sen misin?<br />

Tavus kuşu, devri geçti de<br />

Boşuna mı bağırıyor cırtlak bir sesle, güneşin doğması için?<br />

Kartal, gü<strong>ve</strong>rcin, çiftlik horozu boşuna mı yırtınıyor<br />

Ertesi günü doğurmak için?<br />

Yoksa bizi mi bekliyorsun Batı’da, ey gerdanlı baba?<br />

Haykırışın yetecek mi buna?<br />

Yoksa çarmıhın dibinde<br />

Yitik Amerikalı’nın kayıp izlerinin peşine mi düşmek gerek?<br />

Yahut ilkel Kızılderili inadını,<br />

56<br />

Aztekler’in başlıca güneş, savaş <strong>ve</strong> kurban tanrısı; Huitzilopochtli. Aztek<br />

başkenti Tenochtitlan’ın da koruyucu tanrısıydı. (ç.n.)<br />

138


www.isaretatesi.com<br />

Onun yoğun, insan ötesi kararlılığını<br />

Ve horgörüsünü, donukluğunu, ataklığını takınıp<br />

Yeni günü zorla mı doğurmak?<br />

Doğu yürürlükten kalkmış, Avrupa can çekişiyor…<br />

Öyle mi gerçekten?<br />

Kuş tüyleriyle parlayan kas<strong>ve</strong>tli, ölü<br />

Amerikan yerlileri, Aztekler,<br />

Kanlı kurban törenlerinin uğursuz ihtişamıyla,<br />

Yarı tanrı, yarı şeytan,<br />

Şafağın karşısında baba hindinin çığlığını mı bekliyorlar?<br />

Yahut senin<br />

Eriyip katışıksızlaşana dek<br />

Bir kere daha mı ateşten geçmen gerek,<br />

Ey cüruf gerdanlı baba hindi,<br />

Fırfırlı yaka?<br />

Fiesole<br />

139


www.isaretatesi.com<br />

SİNEK KUŞU<br />

Hayal edebiliyorum,<br />

İlkel bir çağın dilsizliği içinde<br />

pek uzak, bambaşka bir dünyada,<br />

Yalnızca ıhlayıp hımlayan müthiş bir sükûnetin ortasında,<br />

Sinek kuşları 57 uçuşurdu yollarda.<br />

Henüz ruhu yokken hiçbir şeyin,<br />

Yarı canlı yarı cansız<br />

Maddenin kabarmasından ibaretken yaşam,<br />

Koparak düştü bu minik kıymık ihtişam içinde,<br />

Ve pır pır uçtu<br />

Durgun, devasa, etli yapraklar arasında.<br />

Sanıyorum o zaman çiçekler yoktu daha,<br />

Yaratılıştan bir adım ileride<br />

57<br />

Sinek kuşu, kuş familyasının en küçük boyutlu üyelerindendir;<br />

büyüklüğü ancak iri bir sinek kadardır. Çok hızlı kanat çırpan <strong>ve</strong> bu sayede<br />

havada asılı durabilen, oynak bir kuştur. Kanatlarının çıkardığı sesten<br />

dolayı, İngilizce’de hummingbird (“hımlayan kuş” <strong>ve</strong>ya “vınlayan kuş”)<br />

olarak bilinir. (ç.n.)<br />

140


www.isaretatesi.com<br />

Şimşek gibi parladı sinek kuşu o dünyada.<br />

Ve durgun bitki damarlarını didikledi uzun gagasıyla.<br />

Büyüktü herhalde,<br />

Yosunlar <strong>ve</strong> küçük kertenkeleler için<br />

Bir zamanlar büyüktüler derler ya…<br />

Amansızca gagalayan korkunç bir yaratıktı belki de.<br />

Ne talihliyiz ki<br />

Zamanın upuzun teleskopunun<br />

Ters tarafından bakıyoruz biz ona!<br />

Española, New Mexico<br />

141


www.isaretatesi.com<br />

NEW MEXICO’DA BİR KARTAL<br />

Güneşe dönük, güneybatıya dönük<br />

Bir göğüs, kavruk.<br />

Kavruk bir göğüs, güneşe karşı durmuş,<br />

Sanki bir yanıt, sert bir yanıt.<br />

Kül rengi adaçayı çölünde<br />

Bodur bir sedir çalısının tepesinde<br />

Bir kartal,<br />

Güneşin kavrukluğunu yansıtıyor göğsünden.<br />

Bir kartal,<br />

Orağı kapkara sarkıyor yukarıdan.<br />

Kavruk <strong>ve</strong> rengi soluk,<br />

Dikelmiş sedir çalısından;<br />

Dikelmiş, içine tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />

Tüylerle donanmış bir kartal,<br />

Kavruk beyaz tüylerle, yanık kopkoyu tüylerle,<br />

Hem de ateş kızılı tüylerle;<br />

Ve haddinden fazla savrulmuş bir orak, sarkıyor yukarıdan.<br />

142


www.isaretatesi.com<br />

Ey güneşe göğüs geren, aynı anda hem sağa hem sola bakan,<br />

Ey maskeli, esmer çehreli,<br />

Gözlerinin arası demirden, orak maskeli,<br />

Ey tüylerle donanmış, vahşi pençeli!<br />

Dikelmişsin, içine kaskatı tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />

Güneşe iki gözünle birden bakmazsın.<br />

Bir tek kavruk geniş göğsünün iç gözü<br />

Bakar güneşe doğrudan.<br />

Soluk renkli kavruk göğsün hariç<br />

Karasın sen;<br />

Ve kavruk göğsüne doğru<br />

Yukarıdan silah sertliğiyle kıvrılarak<br />

Âdeta yararcasına inen karalığın<br />

Demokles’in kılıcı gibidir,<br />

Ey gagalı kartal!<br />

Öyle çok defa kana bandın<br />

O kapkara, silah gibi suratını,<br />

Kana susamış kuş, demire iyice su <strong>ve</strong>rdin.<br />

Ah, Amerikan kartalı,<br />

143


www.isaretatesi.com<br />

Neden böyle inatla güneşe karşı durdun?<br />

Sanki eski, çok eski bir hıncın var ulu güneşe,<br />

Ya da eski, çok eski bir bağlılığın var ona.<br />

Dumanlı kıpkırmızı kalbi söküp aldığında<br />

Tavşandan <strong>ve</strong>ya şen bir kuştan,<br />

Güneşe doğru mu tutarsın onu<br />

Kıpkırmızı insan kalbini havaya kaldıran<br />

Aztek rahipleri misali?<br />

Ey ihtiyar kartal,<br />

Amerika’da güneş<br />

Kandan tüten buharı mı ister hâlâ?<br />

New Mexico’da güneş<br />

Gökte vahşi bir avcı kuş gibi<br />

Kanatlarını mı açıp süzülür?<br />

Kan için çığlık mı atar yoksa?<br />

Havada süzülen kana susamış bir kuş misali<br />

Çayırlar üzerinde<br />

Gepgeniş kanatlar mı açar?<br />

Ey ulu kartal,<br />

144


www.isaretatesi.com<br />

Kızılderililerin olmak istediği güneş rahibi sen misin yoksa?<br />

Bir kan dökücülük bağı mı var güneşle aranızda?<br />

Yoksa senin anakaran<br />

Buzul çağından bu yana soğuk kaldı da,<br />

Ondan mı öfkelidir güneş bunca?<br />

Yoksa anakaranda<br />

Kan henüz sürüngen kanıdır da,<br />

Güneş tamah mı ediyor ona?<br />

Boyun eğmiyorum sana,<br />

Kıskaç suratlı kocaman kartal!<br />

Ne sana ne de senin o kana susamış güneşine ––<br />

O ki kan emer<br />

Ve asabi bir halk bırakır geriye.<br />

Uç git, kocaman kapkara sırtlı koskoca kuş!<br />

Kuyruğunda ateş kızılıyla,<br />

Kapkara olan karanlığınla, usulca uç git,<br />

Ey gökler kartalı!<br />

<strong>İnsanlar</strong> kalplerindeki canla<br />

Sonunda gökteki güneşi bile<br />

Boyunduruğa vurup yola getirirler.<br />

145


www.isaretatesi.com<br />

Ey güneşe doğrudan bakan<br />

Ağır kapkara gagalı ulu kuş,<br />

Gün gelir seni de kurban getirme görevinden azlederler!<br />

Taos<br />

146


www.isaretatesi.com<br />

MAVİ ALAKARGA<br />

Karda kulübenin etrafından<br />

Mavi alakarga geliyor başında sorgucuyla.<br />

Her şeye sırtını dönerek,<br />

Mavi bir metal parçası gibi koşuyor karda.<br />

Kulübenin üzerinde kaba bir duman sütunu gibi<br />

Yükselen kocaman çam ağacından<br />

Tiz bir kahkaha duyuluyor,<br />

Küçük kara köpeğimle ikimiz yaklaştığımız sırada;<br />

Küçük kara kancık<br />

Karda bacaklarını ayırarak duruyor,<br />

Bir parça endişeyle başını kaldırıp, sorgulayarak,<br />

Duman sütununa bakıyor.<br />

Ağaçtan ciiiik! diye bir sataşma duyuluyor.<br />

Ah, Bibbles,<br />

Gülünç, kalkık burnunun çentiğinde bir tutam karla gezen<br />

Küçük kara kancık,<br />

Bana niye bakıyorsun?<br />

147


www.isaretatesi.com<br />

Böyle endişeli, niye bana bakıyorsun?<br />

Bize gülüyor mavi alakarga.<br />

Bibs, mavi alakarga bizimle alay ediyor.<br />

Kar yağdığından beri her gün<br />

Mavi alakarga kulübenin etrafını turluyor;<br />

Pek meşgul, çeri çöpü didikliyor;<br />

Herkese sırtını dönerek<br />

Karda siyah uçlu gür sorgucuyla bir görünüp bir kayboluyor;<br />

Sanki belli belirsiz bize sesleniyor:<br />

Ey meraklı ahali, umurumda değilsiniz hiçbiriniz.<br />

Seni asit mavisi metalik kuş,<br />

Seni asi sorguçlu tombul kuş,<br />

Kimsin sen?<br />

Bu kabadayı hallerinle, kime patronluk taslıyorsun sen?<br />

Seni göztaşı rengi, masmavi kuş seni!<br />

Lobo, New Mexico<br />

148


www.isaretatesi.com<br />

EŞEK<br />

Sicilya alacakaranlığında,<br />

Uzun uzun anırıyor eşek ––<br />

Tüm kısraklar ölü!<br />

Ölü tüm kısraklar!<br />

Aa-ii!<br />

Aaa-iiii!<br />

Aa-ii-ii-iii!!<br />

Yürek dayanmaz, ah!<br />

Yürek dayanmaz!<br />

Ah, yürek dayanmaz!<br />

Ahhh ––<br />

Bir tane kalmış geriye!<br />

Tek bir tane!<br />

Bir tane!<br />

Bir tane... kalmış… geriye...<br />

Sancılı bir yatışmayla hırıl hırıl sonlanıyor.<br />

149


www.isaretatesi.com<br />

Böyledir eşeğin anırmasına özgün Arap yorumu. 58<br />

Araplar bilir doğrusunu.<br />

Fakat onun âdeta pirinç çalgı tınısıyla attığı uğultulu nara<br />

Sicilya alacakaranlığında yankılandığında,<br />

Emin olamıyorum tam da…<br />

Kocaman, tüylü bir kafası var,<br />

Büyük mahzun gözleri,<br />

Düşük, takatsiz bir kıçı,<br />

Küçük toynakları.<br />

Canım benim!<br />

Nasıl da eşek!<br />

İçinde nasıl bir düğüm!<br />

Unutamadığı bir şey var, hayıflandığı.<br />

Orası kesin.<br />

Tatar bozkırları, 59<br />

58<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın Deniz <strong>ve</strong> Sardinya Adası (Sea and Sardinia) yapıtında şöyle bir<br />

pasaj geçer: “Eşeğin uzun uzun, pek mahzun, inleye hıçkıra anırması:<br />

‘Ölüdür tüm dişiler, ah, tüm dişiler – aah! – iiih! – ahh! – iiih! Yalnızca biri<br />

sağ…’ Ve sonra teskin olup sancılı bir hırıltıyla susar. Araplar eşeğin<br />

aslında böyle feryat ederek anırdığını söylerler.” (ç.n.)<br />

59<br />

Orta Asya bozkırları kastediliyor. (ç.n.)<br />

150


www.isaretatesi.com<br />

Ve dişlerindeki rüzgâr biraz,<br />

Ve noli me tangere. 60<br />

Sonra, rüzgârı yardığında dişleriyle,<br />

Kurtları çiğneyip tepelediğinde,<br />

Ve bir engelin üzerinden vahşice atlarmışçasına<br />

Kısraklarının tepesine çıktığında, güneşe güldüğünde...<br />

Eyvah, nasıl olduysa oldu,<br />

Âşık oldu, satıldı pazarda!<br />

Düştü aşkın cenderesine,<br />

Zavallı eşek, tıpkı erkek gibi hep cenderede,<br />

İkisi birbirine benzer bu meselede.<br />

Ruhu tümden erkeklik uzvunda,<br />

Ve kafası davul gibi, arzunun bilinciyle, utançla.<br />

Aşka tutulan ilk hayvandı eşek;<br />

Engelleri, kısrak engellerini<br />

Bir bir aşan gururdan,<br />

Aşka,<br />

60<br />

“Bana dokunma.” (Lat.) İsa’nın kutsal dirilişten sonra Mecdelli Meryem’e<br />

sözleri (Yuhanna 20:17). (ç.n.)<br />

151


www.isaretatesi.com<br />

Kısrak amacına vardı, şeh<strong>ve</strong>tin bilgisine battı.<br />

Bundandır İsa’nın Kudüs’e onun sırtında Görkemli Girişi. 61<br />

Bundandır onun güzelim gözleri.<br />

Bundandır onun arzuyla kara kara düşünen hantal kafası,<br />

İsa misali düşüşü <strong>ve</strong> sırtında semeri.<br />

Bundan gösterir kocaman eşek dişlerini<br />

Ve bir feryatla ulur ki<br />

Doyumsuz arzudur bir yarısı,<br />

Tesellisiz utançtır diğer yarısı.<br />

Bundandır kapkara çarmıh, onun omuzlarında. 62<br />

Araplar doğru ama eksik söylemişler,<br />

Ebedî arzuyla ebedî bir ağıttır anırma.<br />

Bakın nasıl da başını öne eğmiş<br />

61<br />

İsa’nın çilesinin başlangıcı sayılan, “Kudüs’e Görkemli Giriş”<br />

kastediliyor. İsa, Zeytin Dağı’ndan iner <strong>ve</strong> yanında kalabalık bir kitleyle,<br />

büyük bir coşkuyla, eşek (sıpa) sırtında Kudüs’e girer. Bunu “Veda<br />

Yemeği”, “Getsemani Bahçesi’nde Dua” <strong>ve</strong> “Çarmıha Gerilme” izler. Bkz.<br />

İncil, Matta 21:7, Luka 19:30-39, Yuhanna 12:14 <strong>ve</strong> Zekeriya 9:9. (ç.n.)<br />

62<br />

Hıristiyan anlatılarına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında eşek<br />

onun yanından ayrılmaz <strong>ve</strong> sırtına çarmıhın gölgesi düşer. Gerçekten de<br />

eşeklerin sırtında yukarıdan bakıldığında görülebilen, hayvanın omuzları<br />

<strong>ve</strong> sırtı boyunca uzanan, haç şeklinde, siyah bir iz bulunur. (ç.n.)<br />

152


www.isaretatesi.com<br />

Duruyor Porta Cappuccini’nin 63 yanında<br />

Asinello, Ciuco, Somaro; 64<br />

Buğulu, güzelim gözleriyle,<br />

Dalgın ama ayık bir yüzle,<br />

Bir kaya parçası gibi hareketsiz.<br />

Gorgon’un başını gördü de taşa mı döndü?<br />

Yazık! Aşk 65 yapmıştır.<br />

Eşşektir şimdi, merkeptir, karakaçandır, eşşek oğlu eşşektir,<br />

Sahibi sırtına yükleri <strong>ve</strong>rir de <strong>ve</strong>rir.<br />

Burnundan bağlı Porta Cappuccini’nin yanında.<br />

Ve içeriden bir başka düğümle bağlı,<br />

İki arzu arasında kördüğüm ––<br />

Güneşe doğru sıçrayarak<br />

Kısrak engellerini erkekçe bir bir aşmak;<br />

Ve sonunda kabına sığmayan koskoca bir sıçrayışla, erkekçe,<br />

Bir kısrağın amacına sıçramak.<br />

Olan olmuş.<br />

Her kuşun eti yenmez.<br />

63<br />

Sicilya, Taormina’da tarihi kent kapılarından biri. (ç.n.)<br />

64<br />

Asinello, Ciuco, Somaro: Üçü de İtalyanca’da “eşek” anlamına gelir. (ç.n.)<br />

65<br />

Şair, aşk anlamına gelen sözcüğü büyük harfle yazdığına göre, belli ki aşk<br />

tanrıları Eros’u <strong>ve</strong> Cupid’i ima ediyor (Lo<strong>ve</strong>). (ç.n.)<br />

153


www.isaretatesi.com<br />

Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />

İçindeki ıstırap dalgasıyla sarsılırken benliğinin kayası,<br />

Gösteriyor upuzun eşek dişlerini,<br />

geri yatırıyor eşek kulaklarını,<br />

Uzatıyor eşek boynunu<br />

Ve kıyametler koparıyor hınç dolu havada.<br />

E<strong>ve</strong>t, bu bir açmaz.<br />

Sırtına İsa bindi onun: ilk yük hayvanının sırtındaki ilk yük.<br />

Sevgi, uysal bir eşeğin sırtında.<br />

Hikâye böyle başladı.<br />

Ama eşek unutmaz asla.<br />

At dediğin beygirdir, unutur gider.<br />

<strong>İnsanlar</strong> da enenmiş, tiridi çıkmış beygirlerdir,<br />

Hiç hatırlamazlar.<br />

Ama ilkel bir mahluktur eşek,<br />

Asla unutmaz.<br />

Tatar bozkırları;<br />

Ve uysal bir sıpanın sırtında İsa: kısraklar:<br />

154


www.isaretatesi.com<br />

Mısır’a kaçan Meryem: Yusuf’un değneği. 66<br />

Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />

Tüm kısraklar ölü!<br />

Ben ölüyüm ya da!<br />

Birimiz, ya da her ikimiz,<br />

Bilmiyooo-ruum ama! Ouuuu!<br />

Hangisi?<br />

Bilemiyooo-ruum<br />

Ha-ha-ha-haangisiii!<br />

Haangisiii!<br />

Taormina<br />

66<br />

Aziz Yusuf, Bakire Meryem’in kocası <strong>ve</strong> İsa’nın dünyevi babasıdır. Kral<br />

Hirodes’in oğlan çocuklarını öldüreceğini haber alan Meryem <strong>ve</strong> Yusuf,<br />

çocuk İsa’yı yanlarına alarak Mısır’a kaçarlar. Dinî tasvirlerde Meryem eşek<br />

sırtında resmedilir. Yusuf ile Meryem’in evlendirilmeleri, Yusuf’un<br />

tapınağa Meryem için sunduğu değneğin çiçek açması sayesinde olmuştur.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, Meryem <strong>ve</strong> Yusuf’un Mısır’a göç hîkayesini farklı bir biçimde<br />

yorumladığı “İnatçı Bir Kadının Baladı” (Ballad of a Wilful Woman) adlı bir<br />

şiiri vardır. (ç.n.)<br />

155


www.isaretatesi.com<br />

TEKE<br />

Bakın şunun basık, kapkara burnuna,<br />

Balinanın hava delikleri gibi yamyassı.<br />

Sanki geriye, kuyruğunun köküne dönük burun delikleri.<br />

Sürünün içinde usulca harekete geçiyor,<br />

Dişiler arasından kendine bir gemi gibi azimle yol açıyor,<br />

Ağır, kokuşmuş bir yük taşıyarak<br />

Küçük gemiler arasından ilerliyor,<br />

––İhtiyar baba!––<br />

Küçük bir kapı aralanır diye<br />

Daima ileriyi, keçilerin arkasını kokluyor,<br />

Sıkça içeriye girse de hedefine bir türlü varamadan<br />

Yoluna devam ediyor:<br />

Büyük bir gemi misali<br />

Pruvasını küçük gemilerin üzerine bindiriyor,<br />

Sonra dönüp yeniden dümeni kırıyor<br />

Ve dişi gemilerin peşinde<br />

Asla, ama asla yolun sonuna varamıyor.<br />

156


www.isaretatesi.com<br />

İncecik yarıklardan bakan sapsarı gözler ––<br />

Biz pörtlek gözlüler için nasıl da anlaşılmaz.<br />

Fakat sizin de alnınızda kapkara bir duvar olsaydı,<br />

Ve o duvarın üzerinde<br />

Bir dağ sırtının ucundaki<br />

sipsivri bir kayalık dağ misali boy atmış<br />

Bronzdan, sarmal boynuzlarınız olsaydı,<br />

Ve sinirleriniz sizi o duvara doğru zorlasaydı ikide bir,<br />

Hele bir de<br />

İğne deliği kadarlık bir uzantı çıkıyor olsaydı bir tarafınızdan,<br />

Ama onu görmek isteyip de bir türlü göremiyor olsaydınız,<br />

Böyle gözleriniz olurdu herhalde.<br />

Bazen irkiliyor birdenbire<br />

Ve dövüşmek, meydan okumak,<br />

tos vurmak için yüzünü dönüyor.<br />

O an kapkara bir tüy bulutunun içinde<br />

Fırtına şimşeğini andıran bir yarıktan bakan gözüyle<br />

Anlıyorsunuz onun bir tanrı olduğunu.<br />

Ayağını pek heybetli basıyor yere,<br />

Öbür ayağını aniden balyoz gibi<br />

Yere pek yaman vurarak<br />

Ortalığı sarsıyor:<br />

157


www.isaretatesi.com<br />

Buradayım!<br />

Ve birden başını eğiyor,<br />

Boynuz <strong>ve</strong> kemik sarmalını<br />

Patlamaya hazır bir patlamaya doğru evriltiyor ağır ağır,<br />

Yıldırımsavara benzeyen<br />

Kabarık kuyruğunun kökünden güç alırmışçasına,<br />

Omurgası bir çığlıkla boydan boya sarsılırmışçasına fırlıyor,<br />

Göklerden topladığı ilâhi bir hiddetle<br />

Darbeye, çarpışmaya, vuruşmaya doğru atılıyor.<br />

Onun eski, büyük bir tutkusudur bu ––<br />

Keçilerin soluduğu yavan, kas<strong>ve</strong>tli havadan<br />

Büyük bir hiddet toplamak<br />

Ve boynuzlar boynuzlarla çarpıştıkça<br />

O hiddeti hasmının kafasına çalmak,<br />

Vura vura birbirinin azmini sınamak,<br />

Amansız çekiç darbeleriyle dö<strong>ve</strong>rcesine<br />

Keçinin tanrılığını yontmak.<br />

Örste dövülür demir;<br />

Fakat keçideki tanrılığa şekil <strong>ve</strong>rme işinde<br />

Keçinin örsü <strong>ve</strong> çekici diğer keçidir.<br />

Ama hasmını ondan aldılar<br />

158


www.isaretatesi.com<br />

Ve bir başına kaldı şeh<strong>ve</strong>tiyle;<br />

Burun delikleri arkaya dönük, kendini kokluyor,<br />

Yarıktan bakan gözüyle<br />

Kendi zavallı iğne deliğini,<br />

O daima ipliksiz kalan deliği görmeye çabalıyor.<br />

Hasmımızı bizden aldıklarında <strong>ve</strong> dövüşemediğimizde<br />

Böyledir hep.<br />

Hayır, boğa gibi babacan değil o,<br />

Şu kanı kaynayan iri yarı tanrı gibi değil;<br />

Keçi, bir bencil; yalnızca kendini düşünüyor;<br />

Kötü niyetlerle dolu, aşırı kibirli;<br />

Şeytan misali en yüksek zir<strong>ve</strong>de boy göstererek<br />

Dünyaya tepeden bakmak istiyor.<br />

Aşka gelince…<br />

Kıpkızıl, çakmak taşı rengi,<br />

uzunca bir iğne batırıyor karanlıkta<br />

Üzerinde durduğu capcanlı kayaya;<br />

O uğraşadursun, bekliyor dişi o sırada,<br />

yüzünde keçi sırıtışıyla,<br />

Biliyor onun hedefi on ikiden vuramayacağını;<br />

Zira bu oynak, capcanlı hedef<br />

159


www.isaretatesi.com<br />

Onun zir<strong>ve</strong>ye doğru sıçrayarak attığı okun<br />

Erişemeyeceği mesafede hep ––<br />

Ve gene ıskalıyor erkek.<br />

Daha başlamadan bitiyor.<br />

Şapırtılı ağzındaki keçi sırıtışıyla<br />

Mona Lisa böyle buyuruyor.<br />

Bir orgazmın ardından bir başkası ––<br />

Ve teke iğrenç kokuyor, burnu arkaya dönük;<br />

Açık arazide çarpışabileceği<br />

Metal alınlı tek bir düşman bile yok;<br />

Sürünün lideri olabileceği tek bir dağ zir<strong>ve</strong>si yok.<br />

Yalnızca bengi dişiler var etrafta,<br />

Üstlerine sıçrayıp onları aşmaya çalışacak, başaramayacak.<br />

Bir tüy yumağına benzeyen<br />

Sakin adımlı dişi kedinin<br />

Arap saçına dönmüş şeh<strong>ve</strong>ti;<br />

Onun içten içe sarıp sarmaladığı kanın<br />

Sonu gelmez bir şekilde<br />

Kemiğin yahut kemikteki metalin bile ötesinde<br />

Ağır ağır kabarışı.<br />

Akışkan, gizli, kavranılmaz bir kandır<br />

160


www.isaretatesi.com<br />

Dişi kedinin sarıp sarmaladığı;<br />

Sinirlerindeki gerilimden bile<br />

Daha yakından tanır onu;<br />

Kat kat, uç uca binmiş kemiklerden bile daha güçlü,<br />

En amansız irade oklarının bile erişebileceğinden<br />

Daha karanlık bir şekilde duyar onu,<br />

Zira iradenin tükendiği yerin ötesinde,<br />

Suya batan bir taşın varabildiğinden daha diplerdedir o.<br />

Fakat teke,<br />

Bencil bir iradenin <strong>ve</strong> tutkulu şeh<strong>ve</strong>tin<br />

O doymak bilmez kapkara erkeği,<br />

Kapkara bir bulutun içindeki o eğri bronz boynuzlu tanrı,<br />

Bir düşman bulur kendisi gibi bencil<br />

Ve kafa kafaya çarpışarak çınlatırlar zilleri,<br />

Yoğun alacakaranlıkta şimşekler çakar.<br />

Dişileri biraz olsun unut<br />

Ve bencil iraden için dövüş,<br />

Ey ihtiyar Şeytan,<br />

Bencil iradenle, bencil iraden uğruna dövüş,<br />

Zir<strong>ve</strong>nin ucundaki iblis olup<br />

Dünyaya tepeden bakabilmek için dövüş…<br />

161


www.isaretatesi.com<br />

Peh! Elinden gelmez ki zavallı evcil yaratığın!<br />

Taormina<br />

162


www.isaretatesi.com<br />

KANGURU<br />

Kuzey yarımkürede yaşam<br />

Havaya doğru zıplayıp rüzgârın altından süzülür sanki,<br />

Tıpkı kayalıklardaki geyikler, eşelenen atlar,<br />

Kısa kuyruklu oynak tavşanlar gibi.<br />

Yahut ufka akın edercesine koşar yatay doğrultuda,<br />

Tıpkı boğalar, bizonlar, yaban domuzları gibi.<br />

Bazen de hedefine doğru kayar, su gibi akışkan;<br />

Tilkiler, kakımlar, kurtlar, çayır köpekleri 67 gibi.<br />

Sadece fareler, köstebekler, sıçanlar, porsuklar<br />

Ve belki biraz da ayılar<br />

Sabitlenmiş gibidir dünyanın göbek deliğine.<br />

Bir de kurbağalar<br />

Zıplayınca şap diye düşerler yerin merkezine.<br />

67<br />

Geniş Kuzey Amerika çayırlarında yaşayan bir tür yer sincabı (Cynomys).<br />

(ç.n.)<br />

163


www.isaretatesi.com<br />

Oysa dimdik oturduğunda öbür yarımküredeki<br />

Sarı renkli dişi Kanguru,<br />

Kimse yerinden kaldıramaz onu;<br />

Yere ucu ucuna değen<br />

Ağır bir sıvı damlasına benzer.<br />

Aşağı yönlü damlayış,<br />

Düşey yönelim.<br />

Soğukkanlı kurbağalardan çok daha yoğun.<br />

Zarif anne Kanguru<br />

Bir tavşan gibi oturmuş işte,<br />

Ama kocaman, ağırlığı şekül gibi;<br />

Ve kaldırıyor güzel narin yüzünü;<br />

Ah, nasıl da ince hatlı,<br />

Tavşandan çok daha hoş bir yüz bu!<br />

Yüzünü kaldırıyor<br />

Ve nane şekerini kemiriyor kıtır kıtır, 68<br />

Pek sevdiği nane şekerini,<br />

Hassas anne Kanguru.<br />

Onun o hassas, soylu, upuzun yüzü<br />

68<br />

Şairin buradaki kanguru için esin kaynağı, 1922 yılının temmuz ayında<br />

Sydney’deki Taronga Hayvanat Bahçesi’nde gördüğü bir kangurudur. (ç.n.)<br />

164


www.isaretatesi.com<br />

Ve bütünüyle Güney yarımküreli, kapkara gözleri…<br />

Sessiz Avustralya’da<br />

nice berrak gündoğumları seyrettikten sonra<br />

Öylesi sessiz, öylesi uzak, kocaman gözleri…<br />

Gevşek, küçücük elleri onun, düşük Viktoryen omuzları.<br />

Hele de belinden aşağıdaki muazzam ağırlığı,<br />

Soluk renkli kocaman göbeği.<br />

Ve o göbekten dışarı sarkan<br />

Körpe, incecik, sapsarı, küçük bir pençe,<br />

Göbeğin ortasından<br />

Gülünç bir süs, bir kurdele gibi fırlamış<br />

Uzun, ipince bir kulak.<br />

Boşta sallanan<br />

O körpe el <strong>ve</strong> incecik kulak.<br />

Göbeği, iri kalçaları<br />

Ve bir piton gibi uzanan<br />

Kocaman, adaleli kuyruğu Kangurunun.<br />

İşte bu kadar, başka nane şekeri istemiyor.<br />

Pek hassas, özlemle kokluyor havayı,<br />

Arkasını dönüp, kayak gibi uzun, dümdüz bacaklar üzerinde<br />

Ağır, hüzünlü zıplayışlarla uzaklaşıyor,<br />

165


www.isaretatesi.com<br />

Çelik gibi sağlam bir yılanı andıran<br />

kuyruğuyla dümen tutuyor.<br />

Gene duruyor, hafiften dönerek, meraklı gözlerle<br />

Arkasına bakıyor.<br />

Kıpırdayan bir şey var karnında,<br />

Pencereden bakarmışçasına,<br />

küçük zayıf bir yüz uzanıyor dışarı,<br />

Uykulu <strong>ve</strong> bir parça ürkek,<br />

Hemen tekrar kayboluyor gözden,<br />

içerinin sıcaklığına sığınıyor,<br />

Sarkık bir pençe kalıyor dışarıda bir tek.<br />

Pek mağrur,<br />

Ebedî bir özlemle uzaklara bakıyor Kanguru hâlâ…<br />

Dolu, dopdolu gözler bunlar,<br />

Varoluşun kıyısında asırlardır kayıp olan<br />

Avustralyalı siyahî bir oğlanın<br />

derin, pırıltılı, dopdolu gözleri gibi!<br />

Doyumsuz bir özlemle bakıyor uzaklara.<br />

Sayısız asırlar boyu gelişini bekledi bir şeylerin,<br />

Güney’in bu sessiz, kayıp diyarında<br />

Yaşamdan yeni bir işaret bekledi.<br />

166


www.isaretatesi.com<br />

Oysa yalnızca böcekler, yılanlar, güneş ––<br />

Ve yalnızca küçük yaşam ısırık atar burada.<br />

Ne bir boğa böğürür ne inek,<br />

Ne bir geyik bağırır,<br />

Ne bir leopar, yahut aslan kükrer, ne de köpek havlar.<br />

Tekinsiz, mavi çalılıkta<br />

Yalnızca papağanlar öter bazen.<br />

Berrak, muhteşem gözlerle bakar Kanguru, özlemle.<br />

Tüm ağırlığı <strong>ve</strong> kanıyla yerin merkezine doğru<br />

Bir çuval gibi sarkar;<br />

Ve göbeğinin penceresinden küçük canlı varlık<br />

Pençesini uzatır.<br />

Zıpla madem<br />

Ve aşağı in hemen ––<br />

Yerin ağır, derin merkezine doğru çeken hattın üzerinden.<br />

Sydney<br />

167


www.isaretatesi.com<br />

DAĞ ASLANI<br />

Ocak ayının karı içinden Lobo 69 kanyonuna tırmanırken<br />

Gitgide kararıyor ladinler, reçine mavi renk,<br />

Donmamış sular şırıldıyor <strong>ve</strong> patika hâlâ belirgin.<br />

<strong>İnsanlar</strong>!<br />

İki adam!<br />

İnsan! Dünyada korkulacak yegâne hayvan!<br />

Duraksıyorlar.<br />

Duraksıyoruz.<br />

Silahları var.<br />

Silahımız yok.<br />

Yola devam ederek karşılaşıyoruz.<br />

Lobo vadisinin karanlığı, karı <strong>ve</strong> içe kapalılığından<br />

69<br />

New Mexico, Taos’a otuz kilometre mesafedeki San Cristobal<br />

yakınlarında bulunan Lobo Dağı. <strong>Lawrence</strong>’ın 1924-1925 arası toplamda<br />

yaklaşık bir yıl yaşadığı, bugün D. H. <strong>Lawrence</strong> Çiftliği olarak bilinen<br />

Kiowa Çiftliği buradadır. (ç.n.)<br />

168


www.isaretatesi.com<br />

Beliri<strong>ve</strong>ren iki yabancı, Meksikalılar.<br />

Bu belli belirsiz patikada acaba ne arıyorlar?<br />

Ne taşıyor bir tanesi elinde?<br />

Sarımtırak bir şey.<br />

Bir geyik?<br />

Qué tiene, amigo? ––<br />

León –– 70<br />

Aptalca sırıtıyor, suçüstü yakalanmışçasına.<br />

Bir şey anlamamışız gibi, biz de sırıtıyoruz aptalca.<br />

Esmer tenli, kibar bir adam.<br />

Bir dağ aslanı bu;<br />

Dişi Afrika aslanı gibi sarımtırak, ince yapılı, uzun bir kedi.<br />

Ölmüş.<br />

Bu sabah tuzakla yakaladık, diyor adam, aptalca sırıtarak.<br />

Başını kaldır kedinin,<br />

70<br />

–– “Ne taşıyorsunuz, beyler?”<br />

–– “Aslan.” (İsp.). (ç.n.)<br />

169


www.isaretatesi.com<br />

Yuvarlak, kırağı gibi parlak yüzüne bak onun:<br />

Yuvarlak, güzel biçimli bir baş <strong>ve</strong> iki ölü kulak;<br />

Yüzündeki müthiş parlaklığın üzerinde çizgiler,<br />

Keskin, pek karanlık, hoş ışınlar;<br />

Yüzünün müthiş kırağı parlaklığı üzerinde<br />

Karanlık, delici, pek hoş ışınlar.<br />

Güzelim ölü gözler.<br />

Hermoso es! 71<br />

Onlar açıklığa doğru çıkıyorlar,<br />

Biz Lobo’nun karanlığına ilerliyoruz.<br />

Ve ağaçların yukarısında inini buluyorum dağ aslanının;<br />

Kan portakalı rengi, dimdik yükselen göz alıcı kayalarda<br />

Bir kovuk, bir mağara ağzı.<br />

Ve kemikler, dal parçaları, tekinsiz bir yamaç.<br />

Demek bir daha asla zıplayamayacak o buraya,<br />

Sarı bir dağ aslanının uzun, şimşek misali sıçrayışıyla…<br />

Ve karanlık Lobo vadi ağzındaki ağaçların üzerinden,<br />

Kan portakalı rengi kayaların içindeki mağaranın gölgesinden,<br />

71<br />

“Ne kadar güzel!” (İsp.). (ç.n.)<br />

170


www.isaretatesi.com<br />

O kırağı gibi parlak, çizgili yüz bir daha asla bakmayacak!<br />

Onun yerine ben bakıyorum.<br />

Çölün hülyalı donukluğuna,<br />

Sangre de Cristo dağlarının karına,<br />

Picoris dağlarının buzuna,<br />

Tam karşıdaki karlı yamaca,<br />

Karda hareketsiz, yılbaşı süsü gibi duran ağaçlara…<br />

Ve düşünüyorum,<br />

Şu bomboş dünyada<br />

Bana da yer vardı bir dağ aslanına da.<br />

Düşünüyorum,<br />

Dağların ötesindeki dünyada<br />

Nasıl da kolayca feda edebilirdik<br />

Bir ya da iki milyon insanı<br />

Ve zerre kadar eksiklik hissetmezdik.<br />

Fakat o kırağı gibi parlak yüzlü, zayıf, sapsarı,<br />

Yitik dağ aslanı<br />

Ne büyük bir kayıptır bu dünyaya!<br />

Lobo<br />

171


www.isaretatesi.com<br />

KIZIL KURT<br />

Batının bağrında,<br />

Taos çölünün üzerinde<br />

Bir kartal dönüp duruyor.<br />

İkimizin arasında<br />

Hava gitgide kararıyor.<br />

Uzak platonun ucunda, berrak <strong>ve</strong> koskocaman,<br />

Bir an durup bekliyor ayaksız güneş,<br />

Bir şeyler söylüyor:<br />

Son bir kez bak bakalım! Bak, iyice bak!<br />

Gidiyorum işte.<br />

Duraksıyor, son kez görülüyor,<br />

Sonra çabucak kayboluyor.<br />

Ve gözlerine kadar her tarafını örten,<br />

Alnında sıkıca bağlı, bembeyaz<br />

bir örtüye sarınmış bir Kızılderili,<br />

Durmuş, benimle konuşuyor:<br />

Bak, görünmezim ben!<br />

172


www.isaretatesi.com<br />

Gördün mü işte, beni göremezsin!<br />

Kefen giymiş görünmezim ben!<br />

Güneş gitti artık,<br />

Kavak yaprakları neredeyse dökülmüş,<br />

Midilliler tavlalarında,<br />

Gece olmuş.<br />

Ah! Dahası da var,<br />

Bir şey çıkagelmiş.<br />

Bir kızıl kurt –– duruyor karanlığın kıpkızıl ucunda.<br />

Kül rengi çölde tozlara gömülmüş gün,<br />

Tıpkı çarmıhtan yere düşmüş beyaz bir İsa gibi<br />

Çölün alacakaranlık zemininde yatıyor, tozlar, küller içinde.<br />

Ve kanatlarını açmış ölü bir ağaca benzeyen<br />

kara bir çarmıh var,<br />

Belki de kanatlarını açmış kara bir kartal,<br />

Gecede tek başına,<br />

Bir ayinde sanki.<br />

Ve kartalın kanatlarının kapkaranlık içbükeyinden,<br />

Kızılderili’nin gözlerinin göründüğü<br />

Aralanmış bir tabutu andıran yarıktan,<br />

173


www.isaretatesi.com<br />

Ve kavak yapraklarının yokluğundan,<br />

Hatta kara haçlı eşeklerin bile yokluğundan<br />

Bir şey çıkıp geliyor bize doğru;<br />

Uzun boylu, yaşlı ruhlar 72 geliyor,<br />

Kızılderili tebessümüyle<br />

Şöyle diyor bir tanesi: Nasılsın, soluk benizli?<br />

Gayet iyiyim, yaşlı ruh.<br />

Sen nasılsın?<br />

Dilersen bana Harry diyebilirsin,<br />

Ya da İhtiyar Harry, diyor.<br />

Yahut Nicolas’ın kısa söylenişi,<br />

Nick de, İhtiyar Nick mesela.<br />

Bana kalırsa, esmer, yaşlı bir ruhsun sen,<br />

Ve ben de soluk benizli, yuvasız bir köpek.<br />

Doğudaki şafaktan beri güneşi takip ederek<br />

Doğuya, hep doğuya ilerledim, 73<br />

72<br />

Şair; “cin”, “ifrit”, “iblis” gibi anlamlarının yanı sıra “insanı teslim alıp<br />

ona hükmeden ruh” anlamını da içeren Antik Yunan kökenli “demon”<br />

(daimon) sözcüğünü kullanıyor (old demons). Bağlamına göre bu sözcük,<br />

“yaratıcı ruh”, “iç ses”, “esin kaynağı”, “deha” anlamlarını da<br />

karşılayabilir. (ç.n.)<br />

174


www.isaretatesi.com<br />

Ta ki güneş evine döndü sonunda<br />

Ve ben yersiz yurtsuz,<br />

Burada, senin kapında kaldım karanlıkta.<br />

Sen <strong>ve</strong> ben,<br />

İkimiz anlaşabilir miyiz yaşlı ruh, ne dersin?<br />

Sen <strong>ve</strong> ben, soluk benizli, sen <strong>ve</strong> ben,<br />

Anlaşamayız biz.<br />

Deneyemez miyiz?<br />

Tanrın nerede senin, ey beyaz adam?<br />

Beyaz Tanrın nerede senin?<br />

Hava kararırken toprağa düştü o,<br />

Doğudan dışarı doğru son adımımı attığımda<br />

Tütüyordu duman gibi.<br />

O halde kayıp, soluk benizli, ak bir köpeksin sen,<br />

73<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın bu şiirdeki yön algısıyla ilgili olarak, “şairin batıya doğru<br />

ilerleyen güneşi nasıl olup da doğuya doğru takip ettiği” üzerine, sürüp<br />

giden bir akademik tartışma vardır. Bu tartışmayı bir kenara bırakarak<br />

şairin imgelemine bağlı kaldığımız takdirde, şairin batana dek takip ettiği<br />

güneşi her defasında doğuda yeniden bulduğunu, böylece bir doğudan<br />

diğerine ilerlediğini görebiliriz. (ç.n.)<br />

175


www.isaretatesi.com<br />

Gün ise ölü artık…<br />

Usulca dokun bana, ihtiyar baba,<br />

Sakalım kıpkızıl.<br />

Zayıf, soluk benizli kızıl kurt,<br />

Git evine, zayıf kızıl kurt.<br />

İhtiyar baba, evim yok ki benim.<br />

Bu yüzden size geldim.<br />

Sahipsiz, aç soluk benizlileri kabul etmeyiz biz…<br />

Müsaade istemiyorum, baba.<br />

Geldim. Buradayım.<br />

Kızıl şafak kurdu<br />

Köyünüzün 74 etrafında geziniyor,<br />

Evlerinizin duvarlarına karşı uluyup duruyor,<br />

Burada olduğunu duyuruyor.<br />

Ama köyün köpeklerinin<br />

74<br />

New Mexico bölgesine özgü bir Kızılderili yerleşim tipi olan, kerpiçten<br />

yapılmış bitişik <strong>ve</strong> üst üste evlerin dışarıya hayli kapalı bir şekilde birarada<br />

bulunduğu pueblo kastediliyor. (ç.n.)<br />

176


www.isaretatesi.com<br />

Kocaman dişleri var…<br />

Kızıl kurt<br />

Köpek dişlerinden korkacak olsaydı,<br />

Günün uzak, en uzak ucundan<br />

Hep doğuya, doğuya doğru onca yolu kateder miydi?<br />

Köyün yanıbaşındaki nehrin kıyısında durmuş,<br />

Esmer, yaşlı ruh <strong>ve</strong> ben<br />

Hoşbeş ediyoruz böylece.<br />

Kurt, diyor bana, kızıl diyor.<br />

Bense isim takmıyorum ona.<br />

Fakat o, Yıldız Yolu’yum ben, 75 diyor.<br />

Geldiği yoldan geri dönebileceğini söylüyorum ona.<br />

Bana gelince…<br />

Mademki güneşin kuyruğuna takılıp,<br />

Doğuya doğru gittiği sürece onun peşinden ilerledim<br />

75<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın yıldızlı gökyüzü betimlemelerinde zaman zaman kullandığı<br />

bir ifade (star-road). Yazar bu ifadeyle, gökyüzündeki yoğun, yıldızlı<br />

bölgeleri; bazen de sudaki, yıldızlara doğru uzanan bir yolmuş gibi<br />

görünen parlak yansımaları kasteder. (ç.n.)<br />

177


www.isaretatesi.com<br />

Ve onu burada kaybettim,<br />

Şimdi tam burada kuyruğumun üstüne oturacağım<br />

Ve onun yeni bir hikâyeyle geri dönmesini bekleyeceğim.<br />

Ben kızıl kurdum, diyor esmer ihtiyar baba.<br />

Pekâlâ, kızıl şafak kurduyum ben.<br />

Taos<br />

178


www.isaretatesi.com<br />

NEW MEXICO’DA İNSANLAR<br />

Çölde bembeyaz bir ocağın etrafında<br />

Örtüye sarınmış dağlar…<br />

Oradan oraya geziyor, geziyor çölde güneş,<br />

Ama asla yerinden kalkıp gezinmiyor dağlar.<br />

Uyanmıyor onlar, uyanamıyorlar.<br />

Kızılderili tanrılarının son alacakaranlığında<br />

Konakladılar, uykuya daldılar.<br />

Uyanamıyorlar.<br />

Kızılderililer koşar, dans eder, tepinir…<br />

Boşuna.<br />

Altın madenleri açar beyaz adam,<br />

Dağlar bozar onları uykuda.<br />

Kızılderili korkudan güler uykusunda,<br />

Tıpkı uyuyan<br />

Ama uykusu sona erse de uyanamayan,<br />

179


www.isaretatesi.com<br />

Kütük gibi yatıp da haykıran<br />

Ama bedeni uyanamadığından sessizce haykıran<br />

bir adam gibi;<br />

Ve uykunun kıskacında<br />

Korkudan, sırf korkudan gülen bir adam gibi.<br />

İradenin üzerinde,<br />

Zihnin alevi titreşse bile insanı ayağa kaldırmayan<br />

Kara bir çeper.<br />

Uykunun kara çeperi, kapkara bir örtü gibi.<br />

Çığlık atıyoruz biri bizi uyandırsın diye;<br />

Uykunun felciyle<br />

Çığlığımız pek sessiz;<br />

Ve bunu biliyoruz.<br />

Kanlar içinde kalana dek kırbaçlar kendini Penitenteler, 76<br />

Bir an olsun uyanabilmek uğruna,<br />

Uykunun çeperini yırtabilmek uğruna…<br />

Boşuna.<br />

Beyaz adam kendilerini uyandıracak sanmıştı Kızılderililer…<br />

76<br />

New Mexico bölgesinde, müritlerinin Kutsal Hafta sırasında kendilerini<br />

kırbaçlamasıyla meşhur bir Katolik tarikatı. (ç.n.)<br />

180


www.isaretatesi.com<br />

Oysa uyur bir halde debeleniyor beyaz adam dağlarda,<br />

Daima uyur bir halde geziyor çölde at sırtında,<br />

Uyurgezerlikle allak bullak, deli divane<br />

Biri diğerini vuruyor,<br />

ölümün bir şeyi uyandıracağını sanarak…<br />

Boşuna.<br />

Kafasını saran bir zarla dünyaya gelmiş o, 77<br />

Yüzü kapkara bir çeperle örtülü;<br />

Yırtmak gelmiyor elinden onu,<br />

Zihni uyanık olsa bile.<br />

Çölde kül beyazı bir ocağın etrafında<br />

Örtüye sarınmış dağlar;<br />

Ve gökte zincirlerini koparmışçasına sarsılıp dursa da güneş,<br />

Uyanamıyor onlar, örtünün altındalar.<br />

Taos<br />

77<br />

Bebeklerin başlarını saran <strong>ve</strong> genellikle doğum sırasında yırtılan zar<br />

kastediliyor. (ç.n.)<br />

181


www.isaretatesi.com<br />

TAOS’TA SONBAHAR<br />

Rocky Dağları’nın şişkin yamaçlarında<br />

Titrek kavaklar, güz kavakları;<br />

Bir dişi kaplanın kürkü sanki,<br />

Benekleri de çam ağaçları.<br />

Plato boyunca adaçayı<br />

Çölde bir şömine halısıdır bana;<br />

Yerde dümdüz, tüylerle kaplı<br />

Kül rengi bir kurt postu bu,<br />

Vahşi bir kurdun postu.<br />

Sedirler <strong>ve</strong> fıstık çamlarıyla bezeli<br />

Alaca yamaçlara doğru sür midillini…<br />

Bir su samuru mu görüyorsun karşında?<br />

Gövdesinin yan tarafı gümüşsü,<br />

Vahşi suratlı, bıyıklı, balıkçıl dişli, alaca...<br />

Kanyondaki titrek kavaklar arasından<br />

Tırısa kalkınca,<br />

182


www.isaretatesi.com<br />

Bakın nasıl da tasasızca gidiyorum<br />

Horus şahininin altın renkli,<br />

Parlak tüylü, muazzam bacakları arasında.<br />

Altın Horus şahini<br />

Ata biner gibi bacaklarını açmış yukarıda.<br />

Fakat çamların altında<br />

Ağır ağır gidiyorum,<br />

Kocaman bir siyah ayının tüylü karnının altındaymışçasına.<br />

Yükseğe çıkarak sevinçle bakıyorum ardıma,<br />

Kuş tüyleri gibi üst üste binmiş sapsarı titrek kavaklara,<br />

Az ev<strong>ve</strong>lki Horus şahininin<br />

Altın renkli muazzam göğsündeki sıra sıra tüylere.<br />

Yeniden açıklığa,<br />

Adaçayıyla <strong>ve</strong> çam ağaçlarıyla<br />

Üzeri balık misali benek benek olmuş yamaçlara<br />

Çıkmaktan memnun,<br />

Su samuru bıyıklarının ötesinde,<br />

Düzlüğü kaplayan<br />

kurt postunun tüyleri üzerinde koşturuyorum.<br />

Ve ardıma bakıyorum gene,<br />

183


www.isaretatesi.com<br />

Kabarık, şişkin Rocky yamaçlarına;<br />

Kaplan benekli, jaguar desenli, puma sarısı, pars gibi boz<br />

Amerika yamaçlarına…<br />

Bak şu vahşi yaratıkların kürklerine midillim,<br />

Seyret onları,<br />

Merak etme, zarar <strong>ve</strong>remezler sana.<br />

Dişler, tırnaklar, pençeler, gagalar <strong>ve</strong> şahin gözleri<br />

Zararsızdır şimdi,<br />

Hiç tasalanma.<br />

Taos<br />

184


www.isaretatesi.com<br />

TUHAF YARATIK ŞU BURJUVA<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />

Hele de türün erkek olanı!<br />

Müthiş derecede takdim edilesi ––<br />

Size onu takdim edeyim mi?<br />

Bakın, yakışıklı değil mi? Peki ya sağlıklı?<br />

Türünün hoş bir örneği, değil mi?<br />

Parlak tertemiz bir İngiliz beyefendisi gibi görünmüyor mu?<br />

Kekliklerin yahut küçük plastik bir topun ardından her gün<br />

Otuz mil koştururken<br />

Ne dersiniz, Tanrı’nın sureti 78 değil mi?<br />

Onun gibi olmak istemez miydiniz,<br />

Pek makbul, hali vakti yerinde?<br />

Ah, durun bekleyin ama!<br />

Bırakın yeni bir duyguya maruz kalsın,<br />

78<br />

Eski Ahit, Tekvin 1:27: “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu<br />

Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek <strong>ve</strong> dişi olarak yarattı.” (ç.n.)<br />

185


www.isaretatesi.com<br />

Yüzleşsin bir başka adamın ihtiyacıyla,<br />

Biraz ahlâki güçlükle karşılaşsın,<br />

Hayat yeni bir kavrayış talebiyle dikilsin karşısına<br />

–– Ve seyredin nasıl yılıştığını,<br />

Cıvık bir kremaya benzediğini.<br />

Seyredin nasıl da şekilden şekile girip<br />

Bir ahmağa, yahut hergeleye döndüğünü.<br />

Yeni bir taleple, yeni bir yaşam talebiyle karşı karşıya kalınca,<br />

Bakın ona ne hallerde...<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />

Hele de türün erkek olanı.<br />

Pek hoş tımar edilmiş,<br />

Nasıl da dimdik duruyor orada, düzgün, şık görünümlü ––<br />

Bir mantar âdeta.<br />

Geçmiş yaşamın kalıntıları üzerinde kök salarak<br />

Kendinden daha büyük bir yaşamın ölü yapraklarını sömüren<br />

Bir asalak.<br />

Fakat pek uzun süredir orada o, çoktan içi geçmiş.<br />

Dokunsanız göreceksiniz ki koftur,<br />

Düzgün kabuğunun <strong>ve</strong> dimdik duruşunun altında<br />

İçi kurtlarla kaynayan kof bir mantar gibi.<br />

186


www.isaretatesi.com<br />

Kıvıl kıvıl kurtlarla, kof duygularla dolu, pek kirli ––<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva!<br />

Nemli İngiltere’de<br />

Binler, on binler halinde dikilip duran bu suretler<br />

Ah, keşke bir tekme vurup devrilebilse;<br />

Ve keşke hepsi, iğrenç şapkalı mantarlar gibi,<br />

Çabucak çürüyerek İngiliz toprağına karışabilse!<br />

187


www.isaretatesi.com<br />

KERTENKELE<br />

Kertenkele bir taşın üzerine fırladı, başını kaldırdı<br />

Ve hiç şüphe yok, uğultulu göklere kulak kabarttı.<br />

Ne şık bir adam! Sizin için çenesini yana oynattı,<br />

Kuyruğunu şöyle bir kıvırdı.<br />

Kertenkelenin kertenkele olduğu kadar insan olsaydı insanlar,<br />

Onlar da bakılmaya değer olacaktı!<br />

188


www.isaretatesi.com<br />

KELEBEK<br />

Ey kelebek, rüzgâr denize doğru sertçe esiyor<br />

Bahçe duvarının ardında…<br />

Kelebek! Ne diye kondun ayakkabıma,<br />

Emiyorsun ayakkabımın kirini,<br />

Damarlı kanatlarını kaldıra kaldıra?<br />

Seni kocaman beyaz kelebek!<br />

Ekim ayı gelmiş bile, denize doğru sertçe esiyor rüzgâr;<br />

Tepelere kar düşmüş belli ki, karla süzülmüş rüzgâr.<br />

Kırmızı sardunyalı bu bahçede hava sıcak, sıcacık;<br />

Ama ayakkabımın üzerinde halinden hoşnut<br />

Beyaz kelebek,<br />

Denize doğru sertçe esiyor rüzgâr!<br />

Alıp başını gidecek misin sıcacık yuvamdan?<br />

Büyük, kara benekli, yumuşacık kanatlarının üzerinde<br />

Görünmez bir gökkuşağına, bir kemere tırmanırmışcasına<br />

189


www.isaretatesi.com<br />

Yükselecek, yükselecek misin ––<br />

Ta ki kemerin sırtından rüzgâr seni dosdoğru yukarı çekip de,<br />

Sen, bembeyaz leke, tuhaf bir yükseklikte çırpınarak,<br />

Denize doğru uçup gidene dek?<br />

El<strong>ve</strong>da, yitik ruh, el<strong>ve</strong>da!<br />

Kaybolup gittin bile uzaklarda.<br />

Hepsi bu kadarmış! Karışıp gittin havaya…<br />

190


www.isaretatesi.com<br />

ÖLÜM GEMİSİ<br />

I.<br />

Güzdür şimdi <strong>ve</strong> mey<strong>ve</strong>nin düşüşü ––<br />

unutuşa doğru uzun bir yolculuk…<br />

Büyük çiy damlaları gibi düşüyor elmalar,<br />

kendilerinden bir çıkış yolu açmak uğruna yaralanıyorlar.<br />

Gitmenin zamanıdır şimdi,<br />

kendine el<strong>ve</strong>da demenin <strong>ve</strong> yitik benlikten<br />

bir çıkış bulmanın zamanı…<br />

II.<br />

Bir ölüm gemisi yaptın mı kendine?<br />

Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, zira sana bu gerek.<br />

191


www.isaretatesi.com<br />

Elmalar âdeta gümbürdeyerek<br />

bir bir düşerken kaskatı toprağa, amansız kış soğuğu kapıda.<br />

Ve ölüm kül kokusu gibi havada!<br />

Ah, duymuyor musun yoksa?<br />

Yaralı bedende, dehşete kapılan ruh<br />

gediklerden içeri esen soğukta büzülerek<br />

tir tir titremekten kendini alamıyor…<br />

III.<br />

Peki insan yalın bir hançerle<br />

selâmete çıkabilir mi? 79<br />

İnsan belki kamayla, hançerle, kurşunla,<br />

yaralayarak, parçalayarak,<br />

bir çıkış yolu açabilir yaşamına,<br />

79<br />

Hamlet’teki, meşhur, “olmak ya da olmamak” monoloğunda geçen bir<br />

ifade: “Kim katlanırdı zamanın ezasına cefasına”……“yalın bir hançer<br />

saplayıp sinesine, selâmete çıkmak varken?” Ait olduğu bağlamda<br />

“selâmet(e çıkmak)” olarak çevrilmesi gereken “quietus” sözcüğü<br />

doğrudan doğruya “ölüm” anlamına da gelir. (ç.n.)<br />

192


www.isaretatesi.com<br />

ama kurtuluş mudur bu sahiden, ah, söyle bana!<br />

Değildir elbet! Kurtuluşa varmak<br />

nasıl olabilir cinayetle, kendini öldürmekle?<br />

IV.<br />

Ah, huzuru konuşalım bizler, tanıdığımız huzuru,<br />

tadabileceğimiz huzuru,<br />

güçlü, dingin bir yüreğin derin <strong>ve</strong> se<strong>ve</strong>cen huzurunu…<br />

Kendi kurtuluşumuza acaba biz<br />

böyle bir huzurla nasıl varabiliriz?<br />

V.<br />

Ölüm gemisi yap kendine, ah, 80<br />

80<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın 1930 başlarında ölümle pençeleşirken yazdığı bu şiirdeki<br />

“ölüm gemisi” imgesi, onun Etrüsk Mekânları (Etruscan Places) adlı<br />

yapıtında sözünü ettiği bir Etrüsk mezarında gördüğü küçük bronz bir<br />

gemiden kaynağını alır, eklektik bir şekilde Eski Mısır <strong>ve</strong> Viking<br />

geleneklerini, Ahit Sandığı’nı, Nuh’un Gemisi’ni <strong>ve</strong> Hıristiyanlıktaki<br />

Efkaristiya ayinini bir araya getirir. (ç.n.)<br />

193


www.isaretatesi.com<br />

zira unutuşa doğru en uzun yolculuğa çıkacaksın.<br />

Eski senle yenisi arasında uzanan<br />

uzun, sancılı ölümü öleceksin.<br />

Bedenlerimiz çoktan yitik, yaralı, feci halde yaralı,<br />

ruhlarımız zalim yaranın çatlağından<br />

dışarı sızıyor çoktan.<br />

Sonun kapkaranlık sonsuz okyanusu<br />

yaralarımızın gediklerinden içeri doluyor şimdiden,<br />

tufan çökmüş üstümüze şimdiden.<br />

Ah, ölüm gemisi yap kendine, küçük bir gemi;<br />

<strong>ve</strong> unutuşa doğru kapkaranlık bir sefer için<br />

yiyecekle, çörekle, şarapla donat onu.<br />

VI.<br />

Parça parça ölüyor beden;<br />

<strong>ve</strong> karanlık seller yükseldikçe<br />

ruhun dayanağını alıp götürüyor sular.<br />

194


www.isaretatesi.com<br />

Ölüyoruz, ölüyoruz, hepimiz ölüyoruz;<br />

içimizde kabaran ölüm selinden hiçbir şey sağ çıkmayacak;<br />

yakında dışarı da taşacak sular, tüm dünyayı kaplayacak.<br />

Ölüyoruz, parça parça ölüyor bedenlerimiz<br />

<strong>ve</strong> terkediyor bizi takatimiz;<br />

seller üzerindeki karanlık yağmurda<br />

çırılçıplak bir halde, korkuyla<br />

hayat ağacımızın son dallarına sığınıp sinmiş ruhumuz…<br />

VII.<br />

Ölüyoruz, ölüyoruz;<br />

ölmeyi istemektir bize düşen<br />

<strong>ve</strong> ruhu en uzun yolculuğa çıkaracak ölüm gemisini yapmak.<br />

Göçüp giden ruh için,<br />

kürekleriyle, yiyeceğiyle, kap kacağıyla<br />

<strong>ve</strong> tüm teçhizatıyla sefere hazır<br />

küçücük bir gemi…<br />

Gemini suya indir artık;<br />

beden ölüp can göçerken,<br />

195


www.isaretatesi.com<br />

ey kırılgan ruh,<br />

cesaretin narin gemisinde,<br />

erzakla, pişirme kaplarıyla,<br />

yedek giysilerle dolu inanç gemisinde<br />

yola çık;<br />

sellerin karanlık çalkantısı üzerinde,<br />

son yolcuğun sularında,<br />

ölümün engin denizinde yelken aç,<br />

yol al kapkaranlık ––<br />

zira ne rotamız belli artık,<br />

ne de bir liman var sığınacak…<br />

Sığınacak bir liman yok, gidecek yer yok;<br />

şırıltısız derin sellerin üzerinde<br />

bir tek, kararan, gitgide kararan yoğun karanlık,<br />

dört bir yanı boğmuş yekpare zifirî karanlık ––<br />

öyle ki, bir istikamet yok artık.<br />

Yalnızca küçük gemi var orada, o bile yitik.<br />

Görünmüyor, her şey karanlık…<br />

Yitip gitmiş gemi! Yitik!<br />

Gene de orada bir yerde.<br />

Ama nerede?<br />

196


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Ve her şey yitik, beden yitik;<br />

yitik, yok, tümden yitik.<br />

Yukarının karanlığı aşağıyı boğmuş,<br />

ikisi arasında yok küçük gemi, büsbütün yitik.<br />

Son bu. Unutuş…<br />

IX.<br />

Fakat sonsuzluğun içinden,<br />

karanlığın üzerinde<br />

incecik bir şerit beliriyor,<br />

yatay bir şerit,<br />

karanlığın üzerinde pek soluk,<br />

belli belirsiz duman çıkarıyor.<br />

Bir yanılsama mı bu?<br />

Yoksa hafiften kabarıyor mu duman?<br />

Ah, durun, şafaktır bu, şafak,<br />

197


www.isaretatesi.com<br />

unutuştan çıkarak yaşama geri dönüşün<br />

müthiş şafağı…<br />

Dur, bekle,<br />

ey tufan şafağının<br />

ölümcül kurşuni göğü altında sürüklenen küçük gemi!<br />

Bak! Sapsarı bir ışık fışkırıyor!<br />

Hatta, ey iliklerine kadar üşümüş solgun ruh,<br />

bir de gül pembesi fışkırıyor!<br />

Gül pembesi fışkırıyor ––<br />

<strong>ve</strong> her şey başlıyor yeni baştan…<br />

X.<br />

Tufan diniyor<br />

<strong>ve</strong> suların içinden<br />

aşınmış bir deniz kabuğu misali<br />

çıkıyor beden, tuhaf <strong>ve</strong> pek güzel.<br />

Pespembe sular üzerinde ine çıka<br />

evine doğru süzülüyor küçük gemi;<br />

<strong>ve</strong> kırılgan ruh adım atıyor dışarı, yuvaya dönüyor<br />

198


www.isaretatesi.com<br />

yürek huzurla dolarken.<br />

Huzurla salınıp duruyor yürek,<br />

Unutuşla yepyeni.<br />

Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, yap onu!<br />

Zira sana o gerek,<br />

Unutuş yolculuğu bekliyor seni…<br />

199


www.isaretatesi.com<br />

BAHÇEDEKİ AĞAÇLAR<br />

Gökgürültülü havada,<br />

ah, nasıl da durgun ağaçlar…<br />

Upuzun, güzelim ıhlamur ağacı,<br />

yaprakları nasıl da sessiz,<br />

büsbütün ıtırsız.<br />

Ve krem rengi, hayaletvari mür<strong>ve</strong>r,<br />

gür yeşiller içinde bembeyaz, fildişi yapraklarıyla<br />

buğulu, alaca, küçücük ağaç<br />

nasıl da kararsız, yeşil çimenler üzerinde;<br />

sanki her an yitip gidecek<br />

bütün köpüksü güzelliğiyle!<br />

Koskoca bir sütunu andırarak<br />

baş döndürücü bir yüksekliğe uzanan karaçam;<br />

<strong>ve</strong> denizden gelen şeylerin<br />

mavimtrak griliğine sahip balsam göknarı;<br />

200


www.isaretatesi.com<br />

<strong>ve</strong> ucu allı pembeli olan yapraklarıyla<br />

körpe kayın ağacı ––<br />

nasıl da durgun, biraradalar,<br />

gökgürültülü havada hepsi birbirine yabancı;<br />

nasıl da hareketsiz bekliyorlar,<br />

yeşil çimenler pırıldarken<br />

her biri sessiz bahçede birer yabancı…<br />

Lichtental<br />

201


www.isaretatesi.com<br />

BEYAZ AT<br />

Beyaz ata doğru yürüyor çocuk, yuları hazırlıyor<br />

Ve at sessizce bakıyor ona.<br />

Öyle suskun bakışıyorlar, sanki başka bir dünyadalar.<br />

202

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!