02.02.2018 Views

D. H. Lawrence - İnsanlar ve Öteki Yaratıklar

D. H. Lawrence, Seçme Şiirler

D. H. Lawrence, Seçme Şiirler

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r


DAVID HERBERT LAWRENCE<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong>, 1885 yılında madenci bir ailenin dördüncü çocuğu olarak<br />

Eastwood, Nottinghamshire’da dünyaya geldi. Parlak zekâsı, azmi <strong>ve</strong> annesinin<br />

duygusal desteği sayesinde sıradışı bir entelektüel olarak yetişti. Nottingham<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden mezun oldu; kısa bir süre öğretmenlik yaptı; 1911’de ilk romanı<br />

Beyaz Tavus Kuşu (The White Peacock) yayımlandı. Londra çevrelerinde saygın bir<br />

edebiyatçı olarak yer edinmek üzereyken, tutkularının sesini dinledi, üni<strong>ve</strong>rsiteden<br />

bir hocasının eşi olan Frieda von Richthofen Weekley ile sansasyonel bir aşk ilişkisi<br />

yaşadı <strong>ve</strong> hayatına yeni bir yön <strong>ve</strong>rdi. Oğullar <strong>ve</strong> Sevgililer (Sons and Lo<strong>ve</strong>rs),<br />

Gökkuşağı (The Rainbow), Âşık Kadınlar (Women in Lo<strong>ve</strong>), Lady Chatterley’in Sevgilisi<br />

(Lady Chatterley’s Lo<strong>ve</strong>r) gibi romanları müstehcenlikle suçlanarak yıllar boyunca<br />

sansürlendi, yasaklandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’den bir kopuş<br />

yaşayan <strong>Lawrence</strong>, Frieda ile beraber Güney Avrupa, Amerika, Sri Lanka <strong>ve</strong><br />

Avustralya’da geniş çaplı geziler yaparak bir göçebe gibi yaşadı; bu “vahşi hac<br />

yolculuğu” sırasında yazmayı hiç bırakmadı <strong>ve</strong> muazzam bir üretkenlikle yaklaşık<br />

yirmi yıllık yazın hayatına bir düzine roman, çok sayıda öykü, no<strong>ve</strong>lla, deneme,<br />

gezi yazısı, inceleme, tiyatro oyunu <strong>ve</strong> toplamda iki cilt tutan geniş bir şiir toplamı<br />

sığdırdı. 1930 yılında henüz 44 yaşındayken <strong>ve</strong>remden öldü. Genç yaşlarından<br />

itibaren düzenli olarak şiir yazan <strong>Lawrence</strong> bunları çeşitli başlıklar altında<br />

yayımladı. Poetikası, özellikle serbest ölçüyle yazdığı şiirlerinde en yetkin ifadesini<br />

bulmuş, bunun en güçlü örneği ise 1923’te yayımlanan Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler<br />

(Birds, Beasts and Flowers) olmuştur. Yapıt bugün, T. S. Eliot’ın Çorak Ülke (The Waste<br />

Land) <strong>ve</strong> W. B. Yeats’in Kule (The Tower) gibi yapıtlarıyla beraber, 1920’lerin şiir<br />

başyapıtları arasında anılır.<br />

AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üni<strong>ve</strong>rsite <strong>ve</strong> yüksek lisans öğrenimini<br />

Boğaziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi <strong>ve</strong> ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />

alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />

sıra, yayımlanmış <strong>ve</strong>ya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />

İdaresi), Thoreau (Doğa <strong>ve</strong> Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />

Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), Tagore (Firari; Gitanjali; Mey<strong>ve</strong> Hasadı),<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong> (<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>) çevirileri vardır.


D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren: Aytek Se<strong>ve</strong>r


<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />

David Herbert <strong>Lawrence</strong><br />

Birds, Beasts and Flowers <strong>ve</strong> Collected Poems’ten<br />

Seçme Şiirler<br />

Çeviren <strong>ve</strong> Yayına Hazırlayan:<br />

Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />

Kapak Resmi:<br />

‘Le Rê<strong>ve</strong>’, ayrıntı<br />

Henri Rousseau, 1910<br />

1. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Ocak 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />

hakkı saklıdır. Eserin tamamı <strong>ve</strong>ya bölümleri hiçbir yolla<br />

basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir<br />

mecra <strong>ve</strong>ya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için<br />

lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


İÇİNDEKİLER<br />

Sunuş …………………………………………..................................... 9<br />

Kaynakça ……………………………………………………………... 23<br />

Ânın Şiiri (Poetry of the Present) …………………………………….. 25<br />

<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong><br />

Yabanıl Çayır (The Wild Common) …………………………………. 39<br />

Pencerede (At the Window) …………………………………………. 42<br />

Sefalet (Misery) ………………………………………………………. 43<br />

Yavru Kaplumbağa (Baby Tortoise) ………………………………... 44<br />

Kaplumbağa Kabuğu (Tortoise Shell) ……………………………… 49<br />

Kaplumbağa Ailesinde İlişkiler (Tortoise Family Connections) …... 52<br />

Lui et Elle (Lui et Elle) ……………………………………………….. 56<br />

Kaplumbağa Gözüpekliği (Tortoise Gallantry) ……………………. 63<br />

Kaplumbağa Çığlığı (Tortoise Shout) ………………………………. 66<br />

Nar (Pomegranate) ………………………………………………......... 72<br />

Şeftali (Peach) ………………………………………………………..... 75<br />

Muşmulalar <strong>ve</strong> Ü<strong>ve</strong>zler (Medlars and Sorb-Apples) ……………….. 77<br />

Üzümler (Grapes) …………………………………………………….. 81


Serviler (Cypresses) ………………………………………………….... 86<br />

Çıplak İncir Ağaçları (Bare Fig-Trees) ………………………………. 91<br />

Çıplak Badem Ağaçları (Bare Almond-Trees) ……………………..... 95<br />

Badem Çiçeği (Almond Blossom) ………………………………….…. 97<br />

Mor Anemonlar (Purple Anemones) ………………………………... 104<br />

Sicilya Siklamenleri (Sicilian Cyclamens) ………………………….. 109<br />

Sivrisinek (The Mosquito) …………………………………………… 113<br />

Balık (Fish) …………………………………………………………… 118<br />

Yılan (Snake) …………………………………………………………. 128<br />

Baba Hindi (Turkey-Cock) …………………………………………... 134<br />

Sinek Kuşu (Humming-Bird) ……………………………………….. 140<br />

New Mexico’da Bir Kartal (Eagle in New Mexico) ………………... 142<br />

Mavi Alakarga (The Blue Jay) ………………………………………. 147<br />

Eşek (The Ass) ………………………………………………………... 149<br />

Teke (He-Goat) ……………………………………………………….. 156<br />

Kanguru (Kangaroo) …………………………….…………………… 163<br />

Dağ Aslanı (Mountain Lion) ……………………………………….... 168<br />

Kızıl Kurt (The Red Wolf) ……………………………………………. 172<br />

New Mexico’da <strong>İnsanlar</strong> (Men in New Mexico) …………………… 179<br />

Taos’ta Sonbahar (Autumn at Taos) ……………………………….... 182<br />

Tuhaf Yaratık Şu Burjuva (How Beastly the Bourgeois Is) …............. 185<br />

Kertenkele (Lizard) …………………………………………………... 188<br />

Kelebek (Butterfly) ………………………………………………….... 189<br />

Ölüm Gemisi (The Ship of Death) …………………………………… 191


Bahçedeki Ağaçlar (Trees in the Garden) …………………………… 200<br />

Beyaz At (The White Horse) ………………………………………….. 202


www.isaretatesi.com<br />

SUNUŞ<br />

Bundan birkaç yıl kadar önce D. H. <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin<br />

Türkçe çevirileri konusunda bir çalışma yapmaya karar<br />

<strong>ve</strong>rdiğimde, öncelikle, okurlara genel bir portre sunmak adına<br />

yazarın tüm şiir kitaplarından bir seçki oluşturmayı<br />

düşünmüştüm. Ancak, yaklaşık iki yıllık bir çalışmanın<br />

sonunda ortaya çıkan dosyayı tamamlanışından bir süre sonra<br />

yeniden ele aldığımda, seçkideki şiirlerin bir kısmını atıp yeni<br />

bazı şiirler eklemeye, yazarın bilhassa hayranlık duyduğum<br />

doğa temalı, serbest ölçüyle yazılmış şiirlerini ön plana<br />

çıkaracak yeni bir seçki oluşturmaya karar <strong>ve</strong>rdim.<br />

Özetle, seçki birkaç yıla yayılan iki aşamalı bir çalışmanın<br />

sonunda şekillendi. Çeviri, düzelti, gözden geçirmeler, ekleme<br />

<strong>ve</strong> çıkarmalar, yeniden çeviri, yeniden düzelti derken, hayli<br />

<strong>Lawrence</strong>vari bir çalışma sürecinden geçmiş oldum – yazmayı,<br />

düzeltmeyi, bozmayı, tekrar yazmayı se<strong>ve</strong>n bir yazara uygun<br />

bir çeviri süreci. Neticede, <strong>Lawrence</strong>’ın başlıca şiir yapıtı<br />

olarak gördüğüm Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (Birds, Beasts<br />

and Flowers) odaklanan, söz konusu yapıt dışından bir grup<br />

şiirle de desteklenmiş bu seçki ortaya çıktı. <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong><br />

9


www.isaretatesi.com<br />

<strong>Yaratıklar</strong> olarak adlandırdığım bu dosyayı, <strong>Lawrence</strong>’ın<br />

poetikasını kısaca ama güçlü bir şekilde yansıtan “Ânın Şiiri”<br />

(Poetry of the Present) adlı önsözü de ekleyerek daha<br />

bütünlüklü kılmayı amaçladım.<br />

Ağırlıklı olarak roman, öykü, gezi yazısı, deneme <strong>ve</strong><br />

incelemeleriyle tanınan D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın şiirleri öteki<br />

yapıtlarına kıyasla geri planda kalmış, 20. yüzyılın bu büyük<br />

edebi figürünün şairliği zaman zaman göz ardı edilmiştir.<br />

Genel beğenilere bağlı olarak edebi türlerin göreceli öneminin<br />

zaman içinde değişmesiyle beraber, belki benzer bir durum<br />

romancı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya öykücü kimliği ağır basan pek çok edebiyatçı<br />

için geçerli olmuşsa da, <strong>Lawrence</strong> özelinde, bu genel kanının<br />

oluşmasında hem onun şiirlerinin diğer yapıtlarına göre hacim<br />

olarak daha sınırlı kalmış olmasının, hem de bu şiirler<br />

içerisinde spontane yazılmış, kabataslak, dolayısıyla da<br />

nispeten zayıf olan şiirlerin pek de azımsanmayacak miktarda<br />

olmasının etkili olduğu söylenebilir. <strong>Lawrence</strong>’ın kendi<br />

ayrımıyla gerek “kafiyeli” gerek “kafiyesiz” şiirlerinin içinde<br />

bolca yer alan, şairin duygularını serbestçe, gündelik bir<br />

keyfiyetle, hatta yer yer sloganvari ifadelerle dile getirdiği <strong>ve</strong><br />

ara ara içindeki zehri kustuğu parçalar, onun, muhafazakâr<br />

eleştirmenler <strong>ve</strong> sansürcüler bir yana, modernist şiir devi T. S.<br />

Eliot’tan Bertrand Russell’a kadar uzanan geniş bir yelpazede<br />

çok farklı cenahlardan sert eleştiriler almasına, “şiir yapmasını<br />

beceremeyen biri olmakla” suçlanmasına neden olmuştur.<br />

Özellikle Eliot’ın <strong>Lawrence</strong>’a dair olumsuz hükmünün onun<br />

şiiri üzerine bir dönem bir lanet gibi çöktüğü söylenebilir.<br />

10


www.isaretatesi.com<br />

Ancak yıllar içerisinde, <strong>Lawrence</strong>’ın şiirine dair algı bir<br />

hayli değişmiştir. Bunda, bu şiire dair olumlu eleştirilerin<br />

sonradan sonraya belirmeye başlamasının, <strong>Lawrence</strong> inceleme<br />

<strong>ve</strong> araştırmalarının giderek zenginleşmesinin, başta “Yılan”<br />

olmak üzere çeşitli <strong>Lawrence</strong> şiirlerinin önemli antolojilerde<br />

boy göstermesinin <strong>ve</strong> T. S. Eliot’ın hükmünü bir ölçüde<br />

dengeler biçimde, bir başka şiir devi W. H. Auden’ın<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirini takdir eden bazı yazılarının yayımlanması<br />

etkili olmuştur. Neticede on yıllar içerisinde, yazarın özellikle<br />

“Ânın Şiiri”nden sonraki dönemde, poetikası son derece güçlü,<br />

biçim <strong>ve</strong> içerik olarak tutarlı, yetkin şiirler yazmış olduğu<br />

yaygın olarak kabul edilir hale geldi. Bugün artık, D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın romanlarının, öykülerinin, gezi yazılarının,<br />

denemelerinin <strong>ve</strong> incelemelerinin yanı sıra şiirlerinin de bolca<br />

hayranı bulunmakta.<br />

Her ne kadar romancı <strong>ve</strong> öykücü kimliği ön planda olsa<br />

da, çeşitli türlerde ürün <strong>ve</strong>rmiş bu üretken yazarın yapıtlarını<br />

topluca değerlendirmek daha sağlıklı bir kanıya varmamızı<br />

sağlıyor; şiirlerinin özgül ağırlığı da diğer yapıtlarıyla birarada<br />

düşünüldüğünde daha iyi anlaşılıyor. Bu anlamda, özellikle de<br />

poetikası güçlü olan şiirlerinde, <strong>Lawrence</strong>’ın, diğer edebi<br />

türlerde yapamadığı bazı şeyleri yapabildiği; farklı bir ustalığı<br />

<strong>ve</strong> duyarlılığı ortaya koyduğu; hatta romanlarında <strong>ve</strong><br />

öykülerinde karakterlere, olaylara, mekânlara dramatik bir<br />

yapı içerisinde dağıtmak zorunda olduğu birçok motifi<br />

şiirlerinde başka bir düzen içerisinde daha yoğun, somut,<br />

sıkıştırılmış <strong>ve</strong> “gerçek zamanlı” bir biçimde ele aldığı; ironiyi,<br />

mizahı, eleştiriyi, yahut olumlamayı bazı bakımlardan daha<br />

11


www.isaretatesi.com<br />

etkili kullandığı söylenebilir. Şiirleri, yazarın tüm yapıtlarında<br />

bitip tükenmez bir enerjiyle işlediği insancıl konuların <strong>ve</strong><br />

sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden, Akıl/İçgüdü,<br />

Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi karşıtlıkların<br />

bilinç, duyum <strong>ve</strong> deneyim düzeyinde anlık bir ölçekte<br />

yansımalarını sergiler.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın ayırt edici özelliklerinden biri, tüm yazın<br />

hayatı boyunca sahip olduğu muazzam ifade dürtüsü<br />

olmuştur. Bu sayede o, ifade becerisinin yetkin olmadığı<br />

durumlarda bile, tutarlılığa, içtenliğe, tutkuya <strong>ve</strong> sahip olduğu<br />

entelektüel kaynaklara yaslanarak, bir edebiyatçı olarak<br />

kendini güçlü bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Üstelik<br />

bunu yaparken gelenek karşıtlığından da güç almış; edebi<br />

olmak için çaba göstermemesi, hatta zaman zaman edebi<br />

olmamak için çaba göstermesi sayesinde özgün bir ses olarak<br />

kendini kabul ettirmiştir. Şiiri çerçe<strong>ve</strong>sinde bunu mümkün<br />

kılan ise, onun Whitman’a benzer bir yol izleyerek serbest<br />

ölçüyü benimsemesi, anlık bir şiire yönelmesi olmuştur.<br />

Hazırladığım seçkinin başında yer alan “Ânın Şiiri”,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiir anlayışını kendi ağzından en çarpıcı şekilde<br />

aktarmaktadır. Seçkiye dâhil ettiğim şiirler adına da, bir<br />

manifestoyu andıran 1919 tarihli bu metni referans olarak<br />

kabul ettim <strong>ve</strong> bunu önceleyen dönemden, yahut şairin<br />

1920’lerin ikinci yarısına ait son döneminden sınırlı sayıda şiire<br />

yer <strong>ve</strong>rdim.<br />

Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e (<strong>ve</strong>ya “beast” sözcüğünün<br />

başka bir çevirisiyle Kuşlar, Hayvanlar <strong>ve</strong> Çiçekler’e) olan<br />

12


www.isaretatesi.com<br />

odağımı geniş tutmamın nedeni, “Kaplumbağalar”ı da<br />

kapsayacak şekilde, 1919-1923 arasında yazılmış olan bu<br />

yapıtın, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın en iyi şiir örneklerinin büyük<br />

kısmını içeriyor olması <strong>ve</strong> dolayısıyla şairin poetikasının en<br />

güçlü yansımasını sunması. W. H. Auden, Ted Hughes, Joyce<br />

Carol Oates, Seamus Heaney gibi edebiyatçıları içine alan<br />

geniş bir yelpazede yazarın en önemli şiir yapıtı olarak görülen<br />

bu kitap bana göre de 20. yüzyılın başlıca şiir toplamlarından<br />

biri. Blake, Wordsworth, Keats, Whitman, Hopkins,<br />

Swinburne, Hardy üzerinden uzanan (hatta Marinetti’yi de<br />

selamlayan) bir çizgide, hem bu şairlere yakın hem de<br />

onlardan bir o kadar uzak olan bir şiir anlayışıyla, D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> doğa temalı şiirleriyle benzersiz bir damar<br />

yakalamıştır. Bu bakımdan, Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler,<br />

<strong>Lawrence</strong>vari bir Cennet ile Cehennemin Evliliği, Roma Ağıtları,<br />

Dionysos Dithyrambosları, yahut Duino Ağıtları olarak<br />

nitelendirilebilir.<br />

Bu şiirin temelinde, bitkiler, hayvanlar <strong>ve</strong> organik doğa<br />

özelinde insanın <strong>Öteki</strong>’yle olan ilişkisi yer alır. Buradan da<br />

seçkiye neden <strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong> adını <strong>ve</strong>rdiğim<br />

anlaşılabiliyor. D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın doğa temalı şiirleri, birçok<br />

bakımdan kendi de bir yaratık olan insanın öteki yaratıklarla<br />

olan ilişkisi üzerine kuruludur; tutkularıyla, zaaflarıyla,<br />

içgüdüleriyle, arzularıyla, vahşiliğiyle, duyularıyla,<br />

çelişkileriyle, kısacası tüm ruhu <strong>ve</strong> bedeniyle karmaşık bir<br />

yaratık olan insanın hem kendine hem öteki yaratıklara<br />

yönelik algısını, dürtülerini, söylemini <strong>ve</strong> eylemini ele alır,<br />

incelemeye tâbi tutar, uygulamaya koyar. Yani öznenin hem<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

kendisine hem ötekine nasıl yöneldiği; hatta görmenin,<br />

duymanın, okumanın, algılamanın ötesinde, kendini <strong>ve</strong><br />

organik doğayı nasıl “hissettiği” üzerinde durur. Bu ne salt<br />

sevgi dolu, kucaklayıcı bir şiirdir, ne de önceki doğa şiiri<br />

geleneklerini devam ettirir; doğaya yaklaşımı antropomorfik,<br />

fablvari değildir; dinî bir mistisizmi, aşkıncı bir görüşü, Kutsal<br />

Kitap doğase<strong>ve</strong>rliğini yansıtmaz. <strong>Lawrence</strong> öncelikle,<br />

genelgeçer olan, Tanrı – Melek – İnsan – Hayvan – Bitki<br />

sıralamasını bozar; hayvanı, bitkiyi, insanı yan yana, bir araya<br />

getirir. Yaratıksa eğer, hepsi yaratıktır, önemli olan onların<br />

birbiriyle ilişki içinde, doğanın sonsuz ilişkiler bulutu içinde<br />

nasıl olduklarıdır; kutsal metne başvurarak “nimetler”<br />

üzerinden Tanrı’ya kestirme yoldan ulaşmak, yahut kısacık bir<br />

bakışla mahlukatta aşkın bir kutsallık keşfedi<strong>ve</strong>rmek<br />

<strong>Lawrence</strong>’ı tatmin etmez.<br />

En basit ifadesiyle, bu şiir hep “hissetme”nin deneyini<br />

yapar. Yaratığın kendini <strong>ve</strong> ötekini nasıl hissettiği önemlidir;<br />

ancak bu deneyim katman katmandır; hem “hissetme”nin<br />

katmanları vardır, hem “hissedememe”nin – bilhassa uygar,<br />

modern insan özelinde. Alıcıları kapalıdır insanın; duyuları<br />

körelmiştir; gözüne at gözlükleri, ayağına pranga takılmış, eli<br />

kolu bağlanmıştır; içgüdüleri arapsaçına dönmüş, üstüne o bir<br />

de iğdiş edilmiştir. Peki bu noktadan hareketle, yaratık kendini<br />

<strong>ve</strong> ötekini nasıl hissedebilir, ya da hissedemez? İşte D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın doğa şiirleri insanın bu hissetme <strong>ve</strong> hissedememe,<br />

açıklık <strong>ve</strong> kapalılık durumları arasında gezinir durur. Edebi<br />

betimleme yerine doğrudan doğruya özdeşleşme vardır bu<br />

şiirde; şair tüm duyularına başvurur, uzanıp dokunur, tutar,<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

tadar, hatta sataşır, kaçar, saldırır, öldürür – <strong>ve</strong> bazen de se<strong>ve</strong>r.<br />

Gözünü çevirir, kulak <strong>ve</strong>rir, duyargalarını uzatır, algılar;<br />

ötekini kendine aktardığı kadar kendini de ötekine aktarır,<br />

oraya geçer, bir süreliğine öteki olur. Birden çok göz, birden<br />

çok duyarga vardır: hem duyabilmenin, hissedebilmenin, hem<br />

de hissedememenin gözleri, duyargaları. Ve arada muazzam<br />

bir dürtüler, eylemler repertuarı kaynar durur; yaratık da<br />

orada onlarla kaynamaktadır. Bunları yansıttığı ölçüde,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde belirlilik kadar belirsizlik de önemlidir;<br />

sözcükler bazen malzemeyi işler, bazen olduğu gibi bırakır;<br />

ifade ikisinden de güç alır. Şair hem insancıl tanımlara kapılır,<br />

hem de sık sık kalıpların, şablonların dışına çıkar; ifadede<br />

ustalık kadar, kusurluluğa da yer açar.<br />

Bu “hissetme” deneyinin arka planında kesintisiz bir güç<br />

egzersizi yatmaktadır. Şair ötekini duyarken, içselleştirirken,<br />

ona dokunup etki ederken, kendinden sıyrılıp ötekinin ta<br />

kendisi olmayı test ederken, yahut bunların hiçbirini<br />

başaramayıp da karşıt, tanımsız, tersine mekanizmaları<br />

çalıştırırken güç barometresi bir iner bir çıkar. Deneyimin tüm<br />

bu damarları, kıvrımları, yumruları, kanalları arasında teni<br />

bedeni <strong>ve</strong> ruhuyla bir bütün halinde gezinen şair kâh özne<br />

olur, ötekini dönüştürür, başkalaşıma uğratır, kâh nesne olur,<br />

dönüşür, başkalaşıma uğrar. Ama yaratık, yani insan burada<br />

hep güç ilişkileri içerisindedir, bir an bile durmaz, yatışmaz.<br />

Bir başka deyişle, son derece “libidinal” bir şiirdir bu.<br />

Şair, içindeki hayvanla, yaratıkla libidinal yollarla temas<br />

kurmaya, ona ulaşmaya çalışmaktadır; ete kemiğe bürünmüş<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

bir anima olarak yapmaktadır bunu – <strong>ve</strong> o sırada bölgesine<br />

giren her şey anima olur onun için, yaşamla nabzı atmaya<br />

başlar her şeyin. Her şey bir dürtüdür, bir etkendir, karşıtlık,<br />

dayatma <strong>ve</strong> ayrımdır; hem çekişmedir hem uyum; hem hayat<br />

öpücüğüdür hem zehir. Özne, aşama aşama, hem öteki<br />

yaratığa hem de içindeki yaratığa ulaşmaya gayret eder; en<br />

içteki çekirdeği çatlatıp özü ortaya çıkarmak ister. Söz konusu<br />

şiir bu deneyimi anlık, gerçek zamanlı bir biçimde yansıtma,<br />

taklit etme girişimidir.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, şiirlerinde bitkiye, hayvana, doğaya olan<br />

yaklaşımı bazen felsefi, bazen mistik, bazen bilimsel<br />

görünebilir, ama çoğunlukla felsefi olamayacak kadar somut;<br />

mistik olamayacak kadar dünyevi; bilimsel olamayacak kadar<br />

libidinaldir. Bilimsel bakış <strong>ve</strong>ya felsefi bir kavrayış burada<br />

yalnızca deneysel olarak sınanır. Ayrıca Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong><br />

Çiçekler’deki hayvanlar, bitkiler, mey<strong>ve</strong>ler ne kültürel, ne<br />

tarihsel, ne de edebi birer öğedir; şair doğa varlıklarının<br />

kendileriyle doğrudan ilişki kurmayı dener, kalıpları<br />

olabildiğince göz ardı eder, aldığı terbiyeden, kültürden,<br />

sosyal kimliğinden kat kat arınmaya çalışır. Öte yandan çiçeği,<br />

mey<strong>ve</strong>yi, hayvanı <strong>ve</strong>ya ağacı tüm geçmişiyle, insancıl bir doğa<br />

tarihi öğesi olarak ele alacağı zaman da, entelektüel ya da<br />

rasyonel tavrı bir kenara bırakır; şayet kültür, tarih, din işin<br />

içine dâhil olacaksa, şair bunu ancak “mit”e bağlı kalarak<br />

yapar, miti felsefenin önüne alır, yer yer kendi mitlerini türetir.<br />

Ve bu sayede, “yaratığı” kutsal kitabın, aydınlanmanın,<br />

modernitenin, Avrupa’nın dışına çıkarır, milattan önceye,<br />

hatta tarih öncesine, cennetteki Adem ile Havva’ya, yahut tam<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

aksine, ileriye, belirsiz bir geleceğe doğru sürer, onunla<br />

doğanın geniş, bakir, taptaze bağlamında, buna uygun bir<br />

şimdiki anda buluşmayı kovalar. Fakat bu çaba, öyle pek de<br />

ideal, romantik, mistik bir çaba değildir; yücelmeye karşılık<br />

düşüşü de zorunlu olarak barındırır; zira beden işin içine<br />

karışmıştır; sevgi kadar, merhamet kadar, haz kadar, öfke de,<br />

şiddet de, ıstırap da su yüzüne çıkar: Yaratık yaratıkla karşı<br />

karşıya gelir, ikisi birbiriyle iç içe geçer. Bu bakımdan,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın sürekli üzerinde durduğu Ruh/Beden,<br />

Akıl/İçgüdü, Birey/Toplum, Kadın/Erkek, Doğal/Yapay gibi<br />

karşıtlıklar, yazarın doğa temalı şiirlerinde “libidinal” bir<br />

çözümün içinde eriyerek belirsizleşir. <strong>Öteki</strong>’yle <strong>ve</strong> Yaratık’la<br />

kurulan ilişki sırasındaki birtakım bilinç, duyum, dürtü<br />

mekanizmaları gözler önüne serilirken, eşine az rastlanır<br />

şekilde somut, gerçek zamanlı, uygulamalı bir şiir ortaya çıkar.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, toplu şiirlerinin 1928 tarihli baskısına<br />

yazdığı önsözde belirttiği üzere, şiir yaşamının en önemli<br />

ürünleri, ağırlıklı olarak Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’i<br />

oluşturan, yer yer diğer şiir kitaplarına da dağılmış,<br />

“demon”un, yani yaratıcı dehanın, yahut cinin (daimon),<br />

“yaratığın” etkisiyle yazılmış şiirlerdir. Aynı zamanda bunlar,<br />

yazdıkları üzerinde sonradan bolca değişiklik yapmayı se<strong>ve</strong>n,<br />

pek çok şiirini birden fazla defa yazan şairin, ilk yazıldığı<br />

haliyle bıraktığı, sonradan neredeyse hiç değiştirmediği<br />

şiirlerdir; “söylenmesi gerektiği gibi söylenmiş” şiirlerdir.<br />

Seçkiye dâhil ettiğim şiirlere, özellikle de Kuşlar,<br />

<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’in büyük kısmını oluşturan şiirlere<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

bakıldığında <strong>Lawrence</strong>’ın poetikasını en iyi örnekleyen bu<br />

ürünlerin ağırlıklı olarak çağın <strong>ve</strong> Avrupa’nın dışına uzanan<br />

bir arayışa karşılık geldiği <strong>ve</strong> şiirlerin yazıldığı yerlerin de<br />

bunu yansıttığı görülebilir. Kitabın, coğrafi olarak, biri<br />

Toskana <strong>ve</strong> Sicilya, diğeri New Mexico olmak üzere başlıca iki<br />

ekseni vardır; şiirin arka planındaki diğer mekânların büyük<br />

kısmı da Avrupa dışında, örneğin Sri Lanka <strong>ve</strong><br />

Avustralya’dadır. Şair bunlar üzerinden hem geçmişle, Eski<br />

Dünya’yla, yani Etrüsklü’yle, Yunan’la, Kızılderili’yle,<br />

Bushman’la, hem de modernitenin ötesindeki uzak bir<br />

gelecekle, Yeni Dünya’yla, geleceğin insanıyla bağ kurar;<br />

bozulmamış, bakir, özüne sadık, ruhen <strong>ve</strong> bedenen tam, doğa<br />

ile uyumlu olan erkeği <strong>ve</strong> kadını arar. Bu yüzden de, insanı<br />

insan yapan her şeyi kendine malzeme edinir şair; <strong>Öteki</strong>’yle<br />

bağ kuran yaratık tüm öğeleriyle uyanır, duyar, deneyimler,<br />

eylemde bulunur. Ve tüm bunları yaparken <strong>Lawrence</strong> yeni bir<br />

tinselliği, maneviyatı kurmaya çalışır – insanı teniyle, etiyle,<br />

bedeniyle, tüm duyum, dürtü, eylem dünyasıyla bir bütün<br />

halinde kabul eden, insancıl olan hiçbir şeyi dışarıda<br />

bırakmayan bir yüceliş <strong>ve</strong> düşüşün maneviyatı.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın “Ânın Şiiri”nde ilkelerini genel hatlarıyla<br />

açıkladığı şiiri, biçim <strong>ve</strong> dil olarak da aynı çizgiyi yansıtır. Şair,<br />

<strong>Öteki</strong>’yle doğrudan ilişki kurmayı dener; ağacı, mey<strong>ve</strong>yi,<br />

hayvanı birer “imge” olarak almaz; dikkatini <strong>ve</strong>rir, duyar,<br />

dokunur; <strong>Öteki</strong>’ni kendisi olarak hisseder; bu arada da imgeyi<br />

bozar, söküme uğratır <strong>ve</strong> onun yerine, somut canlı varlığı<br />

yapım işlemine tâbi tutar; bunun için hem kendine hem<br />

ötekine başvurur. Duyum, algı, güdü, düşünce, sezgi<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

aşamaları mimetik bir şekilde yazıya yansıdığı ölçüde anlık bir<br />

şiir kurulur; ancak kesinlikle otomatik yazı değildir bu; şair,<br />

bilincine vararak <strong>ve</strong> “hissederek” yazmaktadır; belirsizlik,<br />

bilinçaltı, gelişigüzellik ancak şiirin sürecine gerçekten aitse<br />

işin içine karışır. Bu şekilde, aşamalarla <strong>ve</strong> süreç halinde<br />

yazmayı mümkün kılan, <strong>Lawrence</strong>’ın kafiyesiz serbest dizeyi<br />

benimsemesidir; bu tarz bir şiir için kaçınılmaz bir tercihtir bu<br />

belki de. Fakat bu şiir, akışı itibarıyla kendi iç ritmine sahip bir<br />

şiirdir. Kısa (yer yer tek kelimelik) <strong>ve</strong>ya uzun (yer yer paragraf<br />

uzunluğunda olan) dizeler <strong>ve</strong> artlama, yani bir cümlenin alt<br />

alta dizelere bölünmesi (enjambment), hem sürekliliği, akıcılığı,<br />

hem de atlamaları, kesintiyi, kopukluğu, tekrarlılığı yansıtır;<br />

âdeta somut duyu <strong>ve</strong> düşünce birimleri oluşturulur bu yolla.<br />

Benzer şekilde, ses uyumu <strong>ve</strong> aliterasyon da <strong>Lawrence</strong>’ın şiir<br />

dilinin önemli parçalarıdır; sözgelimi “Yılan” şiirinde,<br />

sürünmeyi <strong>ve</strong> tıslamayı taklit eden harflere (“s” harfi), “Balık”<br />

şiirinde suyu <strong>ve</strong> yüzmeyi taklit eden harflere (“l” <strong>ve</strong> “v”<br />

harfleri) bolca rastlanması tesadüf değildir. Ayrıca <strong>Lawrence</strong>,<br />

karmaşık birtakım duyu imlerini en kişisel şekilde<br />

aktarabilmek için, sık sık, tireyle birbirine bağladığı ikili <strong>ve</strong>ya<br />

üçlü sözcük bileşimlerine, izlenimlerin iç içe geçtiği life-rosy<br />

gibi, naked-set gibi, flower-sumptuous-blooded gibi tek<br />

kullanımlık bileşik ifadelere başvurur, özgün bir söz dağarcığı<br />

oluşturur. Özellikle şairin deneyimin yoğunluğunu <strong>ve</strong>rmek<br />

adına tüm bu araçlar setine abartılı bir biçimde başvurduğu,<br />

hemen her şiirinde yer yer ortaya çıkan kıta uzunluğunda söz<br />

yığınları, bahsettiğimiz şiir dilinin zir<strong>ve</strong>ye ulaştığı anların <strong>ve</strong><br />

bu anlara karşılık gelen benzersiz duyu deneylerinin somut<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

belgeleridir <strong>ve</strong> bunlar <strong>Lawrence</strong> şiirinin en önemli ifade<br />

başarısı olarak görülebilir.<br />

Çevirimde tüm bu şiir öğelerini olabildiğince <strong>ve</strong>rmeye<br />

çalıştım, ancak elbette dize dize birebir çeviri yapmak ritmi de<br />

aynen aktarmak anlamına gelmeyeceğinden, özellikle<br />

artlamayı yeniden yapılandırmam kaçınılmazdı <strong>ve</strong> dizelerin<br />

bölünmesini, dize uzunluklarını yeniden ayarladım. Tüm<br />

bunlar, ritmin üzerinde oynama yapmamı gerektiriyordu;<br />

fakat bu anlamda ekonomik davranmaya gayret ettim, şiirin<br />

akışını <strong>ve</strong> iç gerilimini canlı tutmayı esas aldım. Benzer şekilde,<br />

ses uyumlarını <strong>ve</strong> aliterasyonu da şiirin yapısından <strong>ve</strong> dilinden<br />

ödün <strong>ve</strong>rmeksizin birebir aktarmak olanaksız olduğundan<br />

yeni ahenkler kurmaya çalıştım; hatta ritmi desteklemek adına<br />

yer yer, orijinal şiirlerde bulunmayan bazı ahenklere,<br />

kafiyelere de başvurdum. Ayrıca, bazı istisnalar hariç,<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirinde bolca kullandığı, ikili <strong>ve</strong> üçlü<br />

sözcüklerden oluşan bileşik ifadeleri, aradaki tireyi koruyup<br />

sözcük çevirisi yaparak Türkçeye aktarmadım; onun yerine,<br />

tireyi atıp ifadeyi iki-üç sözcüğe açarak çevirmeyi tercih ettim.<br />

Son olarak, orijinal şiirlerde bolca yer alan paragraf-dizeleri de<br />

birebir aktarmadım; bunları alt alta dizelere yaymanın<br />

çevirinin dili adına da, mizanpaj adına da daha iyi sonuç<br />

<strong>ve</strong>rdiğini (denedim <strong>ve</strong>) gördüm. Tüm bunlar, çeviriyi orijinal<br />

şiirlere göre biraz daha şiirsel kıldı; zira <strong>Lawrence</strong>’ın edebi<br />

olmamaya gayret ettiği, dili <strong>ve</strong> sözcükleri bozulmaya uğrattığı<br />

noktalar birebir çeviriyle Türkçede aynı sonucu <strong>ve</strong>rmiyordu;<br />

dolayısıyla da çeviriyi daha az Türkçe kılacak bir yaklaşımı<br />

tercih etmedim. Neticede akış, ritim, iç gerilim, sözcük<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

yoğunluğu itibarıyla orijinal şiirlerin enerjisini yansıtan, çeşitli<br />

alternatif okumalara (örneğin psikanalitik, queer, feminist<br />

okumalara) da izin <strong>ve</strong>ren bir çeviri ortaya çıkardığımı<br />

düşünüyorum.<br />

<strong>İnsanlar</strong> <strong>ve</strong> <strong>Öteki</strong> <strong>Yaratıklar</strong>’a dâhil ettiğim şiirler elbette<br />

benim tercihlerimi yansıtıyor. Doğa temasına bağlı kalarak<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın şiirlerini gözden geçirirken ağırlığı Kuşlar,<br />

<strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’e <strong>ve</strong>rdim <strong>ve</strong> “Ânın Şiiri”ni önceleyen<br />

dönemden yalnızca üç şiir, şairin son yıllarından ise yalnızca<br />

altı şiir ekledim. Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong> <strong>ve</strong> Çiçekler’den özellikle<br />

hayranlık duyduğum, tutkuyla çevirebileceğim şiirleri<br />

seçmeye özen gösterdim; çok sevdiğim bazı şiirleri çeşitli<br />

nedenlerle dışarıda bırakmam gerekse de kitaptaki şiirlerin<br />

yaklaşık dörtte üçünü çevirmiş oldum. Seçkiyi kronolojik<br />

olarak düzenledim; ancak şiirlerin yazım tarihlerini değil,<br />

kitapların yayın yıllarını temel aldım, kitapların içindeki şiir<br />

sırasını bozmadım. Birden fazla <strong>ve</strong>rsiyonu olan şiirler için,<br />

hem genel kabule hem kendi beğenime başvurarak, daha iyi<br />

olduğunu düşündüğüm <strong>ve</strong>rsiyonu kullandım. Örneğin,<br />

seçkinin başındaki “Yabanıl Çayır”, şiirin 1928 tarihli ikinci<br />

<strong>ve</strong>rsiyonunun çevirisi; seçkinin sonlarında yer alan “Ölüm<br />

Gemisi” de söz konusu şiirin ikinci <strong>ve</strong>rsiyonu. Bazen kitapların<br />

farklı basımlarında şiirlerde ufak tefek sözcük oynamaları <strong>ve</strong><br />

dize kaymaları görülebiliyor; bunlar için de kendi inisiyatifimi<br />

kullandım.<br />

Zamanım <strong>ve</strong> enerjim el <strong>ve</strong>rdiği ölçüde yetkin bir D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> şiir seçkisi hazırlamaya gayret ettim. Fakat günün<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

birinde başka bir çevirmenin, bu seçkiye dâhil edemediğim<br />

“Bavyera Centiyanları” (Bavarian Gentians), “Balinalar<br />

Ağlamaz!” (Whales Weep Not!), “Kuğu” (Swan), “Filler Ağırdan<br />

Alır” (The Elephant is Slow to Mate) gibi şiirleri de kapsayan<br />

alternatif bir seçki hazırlayabileceğini, yahut Kuşlar, <strong>Yaratıklar</strong><br />

<strong>ve</strong> Çiçekler’in tamamını, hatta <strong>Lawrence</strong>’ın toplu şiirlerini<br />

Türkçeye layıkıyla çevirebileceğini ümit ediyorum. Zira,<br />

modası geçmek şöyle dursun, D. H. <strong>Lawrence</strong>’ın, ele aldığı<br />

insan, doğa <strong>ve</strong> varoluş meseleleri itibarıyla güncelliğini<br />

koruyan, hatta günümüzün ‘teknoloji – para – internet –<br />

tüketim’ dünyasında gitgide daha güncel hale gelen bir yazar<br />

olduğunu düşünüyorum. Onun şiiri de bu anlamda güçlü bir<br />

edebiyat damarı <strong>ve</strong> esin kaynağı olarak karşımızda duruyor.<br />

Aytek Se<strong>ve</strong>r<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

KAYNAKÇA<br />

Çalışmamın her aşamasında çok sayıda kaynaktan yararlandım.<br />

Bunların başlıcaları aşağıda belirtilmiştir. Yer kısıtlılığından dolayı bu kısa<br />

kaynakçada yer <strong>ve</strong>remediğim diğer yapıtların sahiplerine gönülden bir<br />

teşekkürü borç bilirim.<br />

Banerjee, Amitava. D. H. <strong>Lawrence</strong>’s Poetry: Demon Liberated. Londra:<br />

Macmillan, 1990.<br />

Becket, Fiona. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Thinker As Poet. Londra <strong>ve</strong> New York:<br />

Macmillan, 1997.<br />

Bloom, Harold. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: Modern Critical Views. New York:<br />

Chelsea House, 1986.<br />

Chaudhuri, Amit. D. H. <strong>Lawrence</strong> and ‘Difference’: Post-Coloniality and the<br />

Poetry of the Present. Oxford: Clarendon Press, 2003.<br />

Gilbert, Sandra M. Acts of Attention : The Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Ithaca:<br />

Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1972.<br />

Heywood, Christopher. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong>: New Studies. Basingstoke:<br />

Macmillan, 1987.<br />

Hoare, Peter, Preston, Peter. (ed.) D. H. <strong>Lawrence</strong> in the Modern World.<br />

Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1989.<br />

Lockwood, Michael J. A Study of the Poems of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Thinking in<br />

Poetry. Palgra<strong>ve</strong> Macmillan UK, 1987.<br />

Mackey, Douglas A. D. H. <strong>Lawrence</strong>: The Poet Who Was Not Wrong. San<br />

Bernardino, California: Burgo Press, 1986.<br />

Montgomery, Robert E. The Visionary D. H. <strong>Lawrence</strong>: Beyond Philosophy and<br />

Art. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1994.<br />

Sagar, Keith. D. H. <strong>Lawrence</strong>: Poet. Humanities-Ebooks LLP, 2007.<br />

Sagar, Keith. The Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>. Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press, 1966.<br />

Stewart, Jack. The Vital Art of D. H. <strong>Lawrence</strong>: Vision and Expression.<br />

Carbondale: Southern Illinois UP, 1999.<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

ÂNIN ŞİİRİ<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

Bir tarla kuşunun şakıdığını duyduğumuzda bize sanki<br />

ses geleceğe doğru akıyormuş gibi, sanki son sürat, tamamen<br />

düşüncesizce, dosdoğru ileriye akıyormuş gibi görünür. Bir<br />

bülbül duyduğumuzda ise duraksamayı <strong>ve</strong> anımsamanın<br />

zengin, içe işleyen ritmini, kusursuz geçmişi duyarız. Tarla<br />

kuşu kulağa hüzünlü gelebilir, ancak bu neredeyse bir umut<br />

esrimesi olan, tatlı, geçici bir hüzündür. Bülbülün coşkusu ise<br />

hem bir methiyedir hem de ağıt.<br />

Şiirde de böyledir. Şiir, kural olarak, ya zarif <strong>ve</strong> yüce olan<br />

uzak geleceğin sesidir, ya da zengin <strong>ve</strong> harika olan geçmişin<br />

sesidir. Yunanlar İlyada <strong>ve</strong> Odysseia’yı duyduklarında, iç<br />

bölgelerdeki insanların bazen denizi duyup güçlü, müthiş bir<br />

hasret <strong>ve</strong> nostaljiyle zayıf düştükleri gibi yüreklerinde kendi<br />

geçmişlerinin seslendiğini duymuşlardır; yahut İthakalı’nın<br />

sancılı <strong>ve</strong> pırıltılı ilerleyişini takip ettiklerinde yüreklerinde<br />

zamanın nabzıyla kendi gelecekleri dalgalanmıştır. Yunanlar<br />

için Homeros buydu: kazanılmış savaşlar <strong>ve</strong> hak edilmiş<br />

ölümle, görkem dolu Geçmiş; <strong>ve</strong> Odisseas’ın bilinmeyenin<br />

içinden büyülü yolculuğuyla, Gelecek.<br />

Bu, bizim için de böyledir. Bizim kuşlarımız ufukta şakır;<br />

meçhulden, ötemizden, dingin geceden seslenir;<br />

gündoğumunda <strong>ve</strong> günbatımında şarkı söyler. Yalnızca<br />

zavallı, tiz sesli, ehli kanaryalar öter biz konuşurken; yabani<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

kuşlar ise biz uyanmadan önce <strong>ve</strong>ya uyanıp tekrar sızdığımız<br />

sırada ötmeye başlar. Bizim şairlerimiz, bazısı doğuda, bazısı<br />

batıda olan geçitlerde otururlar. Oralardan gelip geçerken,<br />

yüreklerimiz onlara yanıt <strong>ve</strong>rerek kabarır. Ancak yaşamın<br />

ortasındayken duymayız onları.<br />

Başlangıcın şiiri <strong>ve</strong> sonun şiiri uzaktaki tüm şeylere ait<br />

olan şu zarif kesinliğe, kusursuzluğa sahip olmalıdır. Bu ikisi,<br />

tüm kusursuz şeylerin olduğu âlemdedir, tam <strong>ve</strong> eksiksiz<br />

şeylerin doğasına sahiptir. Bu tamlık, eksiksizlik, kesinlik <strong>ve</strong><br />

kusursuzluk zarif biçimle aktarılır: kusursuz simetriyle; sonun<br />

en yüce ânı için ellerin bir kavuşup bir ayrıldığı bir dans<br />

misali, kendisine dönüp duran bir ritimle. Geçmişin<br />

kusursuzlaştırılmış anları <strong>ve</strong> ışık saçan geleceğin<br />

kusursuzlaştırılmış anları – Shelley <strong>ve</strong> Keats’in paha biçilmez,<br />

cevhersi dizeleri böyledir.<br />

Fakat başka tür bir şiir de vardır: halihazırda olanın,<br />

şimdiki ânın şiiri. Şimdiki ânın içinde kusursuzluk, eksiksizlik<br />

yoktur, tamamlanmış bir şey yoktur. İpler uçuşup savrulur<br />

havada, bir ağ oluşturur; suyun yüzeyi titreştirir ayı. Akan<br />

suyun <strong>ve</strong>ya sonu gelmeyen gelgitin yüzeyinde yusyuvarlak,<br />

düzgün bir ay olamaz. Yaşayan plazmanın 1 cevherleri yoktur.<br />

Yaşayan plazma tarifsizce titreşir; geleceği içine çeker, geçmişi<br />

dışarı üfler; her ikisinin özüdür, ancak ikisi de değildir.<br />

1<br />

<strong>Lawrence</strong>, bu önsözde kendi terminolojisi haline getirdiği “plazma”<br />

ifadesiyle, canlı <strong>ve</strong> cansız tüm maddede görünür olan organik, değişken bir<br />

doğayı kastetmektedir. Şair bu sözcüğü bazen de, ilk anlamıyla ilintisiz<br />

olmayan bir şekilde, “kan” anlamında kullanır. (ç.n.)<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

Plazmik bir kesinlik olamaz; hiçbir şey billur <strong>ve</strong> kalıcı değildir.<br />

Canlı dokuyu biyologların müdahale yoluyla yaptığı gibi<br />

sabitlemeye çalışırsak, gözlem için yalnızca geçmişin, geride<br />

kalmış yaşamın kaskatı bir parçasını elde ederiz.<br />

Daima var olan yaşam, kesinlik bilmez, tamamlanmış bir<br />

billurlaşma bilmez. Kusursuz gül yanmakta olan bir alevdir<br />

yalnızca; belirir, akar gider; asla <strong>ve</strong> katiyen hareketsiz, durgun,<br />

sonlanmış olamaz. Onun aşkın güzelliği burada yatar. Tüm<br />

yaşamın <strong>ve</strong> zamanın gelgiti ansızın kabarır <strong>ve</strong> önümüzde bir<br />

tayf gibi, vahiy gibi belirir. Doğrudan, oluşmakta olan<br />

yaratılışın saf özüne bakarız. Selden bir nilüfer çiçeği yükselir,<br />

etrafına bakar, parıldar, kaybolur. Daima çalkalanan selin<br />

özünü, onun cisimleşmiş halini görmüşüzdür. Görünmez olanı<br />

görmüşüzdür. Yaratıcı değişimin, yaratıcı başkalaşımın ta<br />

kendisini görmüş, ona dokunmuş, onu paylaşmışızdır. Bana<br />

nilüfer çiçeğinden 2 söz edecekseniz, değişmez <strong>ve</strong>ya ebedî olan<br />

bir şeyden söz etmeyin. Akışın cisimleşmiş yansımasından,<br />

çiçeklenen, kahkaha atan, çürüyen başkalaşımdan söz edin –<br />

onlar ki, geçerken kusursuzca açık, hareket ederken<br />

çırılçıplaktır karşımızda.<br />

Bırakın, nilüfer çiçeğimde çamuru <strong>ve</strong> gökkubbeyi<br />

duyayım. Bırakın, ağır, balçıklaşmış, içine doğru çeken çamuru<br />

da, gök rüzgârlarının girdaplarını da duyayım. İkisini de en<br />

saf temaslarıyla, içine çeken ağırlığın çıplaklığıyla, geçip giden<br />

ışıltının çıplaklığıyla duyayım. Bana sabit, değişmez, durgun<br />

bir şey <strong>ve</strong>rmeyin. Sonsuz olanı <strong>ve</strong> ölümsüz olanı da <strong>ve</strong>rmeyin:<br />

2<br />

Lotus. (ç.n.)<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

istemem sonsuzluğu, ölümsüzlüğü. Bana sakin olanı, içten içe<br />

kaynayan esası, cisimleşmiş ânın akkor ışıltısını <strong>ve</strong> serinliğini<br />

<strong>ve</strong>rin: ânı; tüm değişim, sürat <strong>ve</strong> karşıtlığın özünü – şimdiyi,<br />

mevcut ânı, şu ânı. Aşağı doğru akan suyun tek bir damlası<br />

değildir şimdiki an. Kaynaktır o, yüzeye çıkıştır, akıntının<br />

fokurdamasıdır. Burada, tam şu an, zamanın akışı gelecek<br />

kuyularından fokurdar, geçmişin okyanuslarına akar.<br />

Kaynaktır bu, yüzeye çıkıştır, yaratıcı özdür.<br />

Şimdiki ânın şiiri vardır; tıpkı sonsuz geçmişin <strong>ve</strong> sonsuz<br />

geleceğin şiiri olduğu gibi, anlık şiir vardır. Cisimleşmiş ânın<br />

kaynayan şiiri en üstünüdür; öncenin <strong>ve</strong> sonranın daimi<br />

cevherlerinin bile ötesindedir. Titreşen gelip geçiciliği içinde, o,<br />

inci gibi sert, billurumsu cevherleri, her iki sonsuzluğun<br />

şiirlerini aşar. Solup gitmeyen zamandışı cevherlerin<br />

niteliklerini istemeyin. Çamurun içte içe kaynaması olan saflığı<br />

isteyin; göğün düşüşü olan, başlangıç halindeki bozuluşu<br />

isteyin; durmak bilmeyen, kesintisiz yaşamın kendisini isteyin.<br />

Yanardönerlikten bile daha hızlı bir başkalaşım olmalıdır;<br />

durulma değil, sürat; sabitlik değil, gelip geçicilik olmalıdır;<br />

sonuçlanmayış, dolaysızlık, yaşamın ta kendisinin akıbetsiz <strong>ve</strong><br />

kapanışsız niteliği olmalıdır. Yaratılışın hesaplanamaz, daimi<br />

yolculuğunda karşılaşıp geçen şeylerin anlık, çarçabuk ilişkisi<br />

olmalıdır: her bir şey, geri kalan tüm şeylerle olan hızlı, akıcı<br />

ilişkisi içinde bırakılmalıdır.<br />

Saf ânın yatışmaz, kavranılmaz şiiri; kalıcılığı rüzgârsı<br />

geçişinde yatan şiir böyledir. Bu tür şiirin en iyisi ise<br />

Whitman’ın şiiridir. Başlangıç <strong>ve</strong> son olmaksızın, kaidesiz <strong>ve</strong><br />

30


www.isaretatesi.com<br />

alınlıksızca, daima geçip gider o; daima esmekte olan, zincire<br />

vurulmaz bir rüzgâr gibidir. Önceye <strong>ve</strong> sonraya da bakmıştır<br />

Whitman, ancak olmayan şeyler adına iç geçirmemiştir. Onun<br />

tüm ifadesinin ipucu şimdiki ânın doğrudan idrakında, kendi<br />

pınarından ifadeye doğru fışkıran yaşamda yatar. Mevcut<br />

andan yalnızca bir soyutlamadır sonsuzluk. Yalnızca büyük<br />

bir anımsama ya da arzulama rezervidir sonsuzluk; insan<br />

eseridir. Zamanın özü ise tüm kıpırtısı <strong>ve</strong> oynaklığıyla şimdiki<br />

saattir. Mevcudiyettir bu. Kalbi güm güm atan, ete kemiğe<br />

bürünmüş, kendisi olan şeydir evrenin özü – gizemli <strong>ve</strong><br />

hissedilebilir. Her zaman böyledir.<br />

Whitman bunu şiirine katmış olduğu için bizler hem<br />

ondan korkar, hem de ona böyle derin bir saygı duyarız. O,<br />

yalnızca “eski, mutsuz, pek uzak şeyler”in 3 <strong>ve</strong>ya “seherin<br />

kanatları”nın 4 şarkısını söyleseydi, ondan korkmazdık. Acil <strong>ve</strong><br />

başkaldırmakta olup hepimize etkiyen Şimdi ile kalbi çarptığı<br />

için korkarız biz ondan. Öze öyle yakındır.<br />

Sözü edilenler ışığında, mevcut ânın şiirinin, öncenin şiiri<br />

<strong>ve</strong> sonranın şiiriyle aynı gövdeye <strong>ve</strong> akışa sahip olamayacağı<br />

ortadadır. Mevcut an, aynı koşullara tâbi olamaz. O, asla<br />

3<br />

William Wordsworth’ın “Hasatçı Kız” (The Solitary Reaper) şiirinde geçen<br />

ifadeler: “Bana kimse söylemeyecek mi / Onun neyi terennüm ettiğini? /<br />

Belki eski, mutsuz, pek uzak şeyler / Ve geçmişin savaşları içindir /<br />

Ağzından dökülür heceler.” (ç.n.)<br />

4<br />

Mezmurlar 139:9’da geçen bir ifade: “Seherin kanatlarını açıp uçsam, /<br />

Denizin ötesine konsam, / Orada bile elin yol gösterir bana, / Sağ elin tutar<br />

beni.” (ç.n.)<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

tamamlanmaz. Orada kendine geri dönen bir ritim yoktur;<br />

kuyruğu kendi ağzında olan bir sonsuzluk yılanı yoktur.<br />

Durgun bir mükemmeliyet yoktur. Bir şeylerden korktuğumuz<br />

için tatmin edici bulduğumuz kesinlik de yoktur.<br />

Serbest ölçü üzerine pek çok şey yazılmıştır. Ancak<br />

hepsinin ötesinde söylenebilecek tek şey, serbest ölçünün belli<br />

bir anda insanın her şeyiyle doğrudan ifadesi olduğu <strong>ve</strong>ya<br />

olması gerektiğidir. Ruhun, zihnin <strong>ve</strong> bedenin aynı anda,<br />

hiçbir şeyi dışarıda bırakmayarak kabarmasıdır o. Bunlar<br />

beraber konuşur. Biraz karmaşa, biraz uyumsuzluk elbette<br />

olacaktır. Gene de karmaşa <strong>ve</strong> uyumsuzluk gerçekliğe aittir –<br />

tıpkı gürültünün suyun düşüşüne ait olması gibi. Serbest ölçü<br />

için süslü kurallar icat etmek, tüm ayakların adımlayacağı bir<br />

ahenk çizmek boşunadır. Serbest ölçü böyle bir ahengi<br />

adımlamaz; bir eğitim çavuşu yaptıramaz ona bunu. Whitman,<br />

klişeleri kendinden budamıştır – üstelik hem ritim hem<br />

söyleyiş klişelerini. İşte, bizim serbest ölçüyle kasıtlı olarak<br />

yapabileceğimiz de budur. Basmakalıp hareketten, eski, beylik<br />

ses <strong>ve</strong> anlam ilişkilerinden kurtulabiliriz. İfademizi kendisine<br />

doğru zorlamaya pek bayıldığımız şu yapay yol <strong>ve</strong> mecraları<br />

yerle bir edebiliriz. Alışkanlığın inadını kırabiliriz. Bizzat alev<br />

gibi kendiliğinden <strong>ve</strong> kıvrak olabiliriz; ifadenin yapay bir<br />

köpüğe <strong>ve</strong>ya düzgünlüğe gerek duymaksızın dışarı taştığını<br />

görebiliriz. Fakat herhangi bir hareketi <strong>ve</strong>ya ritmi mutlak bir<br />

şekilde salık <strong>ve</strong>remeyiz. Keşif <strong>ve</strong>ya icat ettiğimiz tüm kaideler<br />

–ki hepsi üç aşağı beş yukarı aynı şeye karşılık gelir– serbest<br />

ölçüye uygulanmakta başarısız olacak, yalnızca belli bir<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

biçimdeki kısıtlanmış, sınırlı, serbest olmayan ölçüye<br />

uygulanabilecektir.<br />

Tek söyleyebileceğimiz, serbest ölçünün kısıtlanmış<br />

ölçüyle aynı doğaya sahip olmadığıdır. Anımsamanın doğasına<br />

sahip değildir serbest ölçü; ellerimizin arasında sahip olduğu<br />

kusursuzlukla üzerine titrediğimiz bir geçmiş değildir.<br />

Gözümüzü dikip içine doğru baktığımız kusursuz bir gelecek<br />

billuru da değildir. Onun gelgiti ne arzunun yoğun, özlem<br />

dolu kabaran sularıdır, ne de hatırlamanın <strong>ve</strong> hasretin tatlı,<br />

pek dokunaklı alçalan suları. Geçmiş <strong>ve</strong> gelecek, insan<br />

duygusunun iki büyük menzilidir – yaşamın iki büyük evi, iki<br />

sonsuzluk. Her ikisi de kesindir, nihaidir. Güzellikleri amacın<br />

güzelliğidir – tamamlanmış, eksiksiz. Tamamlanmış güzellik<br />

<strong>ve</strong> ölçülmüş simetri, böyle sabit <strong>ve</strong> değişmez sonsuzluklara<br />

aittir.<br />

Oysa serbest ölçüde ânın başkaldıran, çırılçıplak kalp<br />

atışını ararız. Çoğu serbest ölçücünün yaptığı, ölçülü dizenin<br />

hoş biçimini kırmak <strong>ve</strong> bu kırıkları derleyip, <strong>ve</strong>rs libre 5 denilen<br />

yeni bir malzeme olarak sunmaktır. Onlar serbest ölçünün<br />

kendi doğasına sahip olduğunu; onun bir yıldız <strong>ve</strong>ya inci tanesi<br />

olmayıp, plazma gibi anlık olduğunu bilmezler. Serbest<br />

ölçünün her iki sonsuzlukta da bir amacı yoktur. Tamamlanışı<br />

yoktur. Tatmin edici bir durağanlığı yoktur; değişmez olanı<br />

se<strong>ve</strong>nler için bir tatmin ediciliği yoktur. Bunların hiçbiri<br />

yoktur. Anlıktır o; özün ta kendisidir; bütün olacakların <strong>ve</strong><br />

olmuşların fışkıran kaynağıdır doğrudan doğruya. Kasılma<br />

5<br />

Serbest ölçü. (Fra.) (ç.n.)<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

gibidir ifade – tüm etkilerle, aynı anda, çıplak bir temas. Bir<br />

yere varmaya çalışmaz. Yalnızca meydana gelir.<br />

Böyle bir ifade için, dıştan uygulanan her türlü kaide<br />

düpedüz boyunduruk <strong>ve</strong> ölüm olacaktır. Kaide her defasında<br />

içten, yepyeni gelmelidir. Kuş rüzgârda kanat açmıştır, en ufak<br />

bir esintiye karşı duyarlıdır, capcanlı bir kıvılcımdır fırtınada,<br />

kanat çırpması üstün esnekliğine <strong>ve</strong> kıvraklığına bağlıdır.<br />

Mesele, böyle bir kuşun nereden geldiği, nereye gittiği, hangi<br />

somut zeminden havalanıp hangi somut zemine konacağı<br />

değildir. Bunlar öncenin <strong>ve</strong> sonranın sorularıdır. Oysa şimdi,<br />

tam şu an, kuş rüzgârda kanat açmıştır.<br />

Yepyeni özgün şiir böyledir. Asla fethetmediğimiz tek bir<br />

âlem vardır: katıksız şimdiki an. Zamanın bir büyük gizemi<br />

bizim için terra incognita’dır: 6 mevcut an. Pek nadir<br />

farkettiğimiz en harika gizem de budur – şimdi, şu an kendisi<br />

olan şey. Tüm zamanın özü mevcut andır. Tüm evrenin <strong>ve</strong> tüm<br />

yaratılışın özü, cisimleşip vücut bulmuş olan kendiliktir. Şiir<br />

bize ipucunu <strong>ve</strong>rdi: serbest ölçü – Whitman. Artık biliyoruz.<br />

Nedir ki ideal? Bir uydurma. Soyutlama. Yaşamdan<br />

soyutlanmış, durgun bir soyutlama. Öncenin <strong>ve</strong>ya sonranın<br />

kopuk bir parçası. Ya billurlaşmış arzu, ya da billurlaşmış anı:<br />

billurlaşmış, değişmez, tamamlanmış. Sonsuzluğun büyük<br />

deposunda, tamamlanmış şeylerin deposunda, ötekilerden<br />

ayrı duran bir şey.<br />

6<br />

Bilinmeyen topraklar. (Lat.). (ç.n.)<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

Bizlerse, billurlaşmış olan <strong>ve</strong> ötekilerden ayrı duran<br />

şeylerden söz etmiyoruz. Şimdiki andan, halihazırda bizzat<br />

kendisi olandan, doğrudan doğruya kendiliğin plazmasından<br />

söz ediyoruz. Serbest ölçüden söz ediyoruz.<br />

Belki de tüm bunlar, “Bak! Yenik Düşmedik!” için önsöz<br />

olmalıydı. 7 Ancak bir önsözü, ait olduğu kitabın basımından<br />

çok sonra yayımlamak neden daha iyi olmasın? Çünkü o<br />

zaman, okuyucunun kitapla adil bir şekilde yüzleşmesi<br />

mümkün olur belki de.<br />

D. H. <strong>Lawrence</strong><br />

7<br />

Şair, bu önsözü, 1917’de yayımlanan şiir kitabı “Bak! Yenik Düşmedik!”<br />

(Look! We Ha<strong>ve</strong> Come Through!) için değil, toplu şiirlerinin 1919 tarihli<br />

Amerika baskısı için kaleme almıştır. (ç.n.)<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

İNSANLAR<br />

VE ÖTEKİ YARATIKLAR<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

YABANIL ÇAYIR<br />

Titrek pırıltılar geziyor karaçalılar üzerinde,<br />

Alevi andıran dalga dalga günışığı desenleri var;<br />

Aşka gelen kız kuşları mekik dokuyor bir çalıdan diğerine,<br />

Çağlara yenik düşmediler, ötüşleriyle duyuruyorlar. 8<br />

Tavşanlar kemirip durdukları hüzünlü çimenlikte<br />

Yatıyorlar, yumru gibiler, bir avuç toprak kadar.<br />

Uyuyorlar mı? –– Yaşıyorlar mı? –– Kaldırıyorum kollarımı <strong>ve</strong><br />

Hop, atak patırtılarıyla tepeyi titretip sarsıyorlar!<br />

Çayır gururla göğsünü kabartıyor da, hasır otları içinden<br />

Parlak düğün çiçekleri sürü sürü başkaldırıyor gür çalılara;<br />

İleride nazlı dere kıvrılarak akıyor yatağında usulca,<br />

Coşuyor beride, sıçrıyor, kıkırdıyor, çağlıyor yeniden.<br />

8<br />

Şiirde sözü edilen “çayır”; madenler, fabrikalar <strong>ve</strong> evler arasında kalan,<br />

sahipsiz, kendi haline bırakılmış, doğanın gür bir şekilde boy attığı bir<br />

arazidir (common). (ç.n.)<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

Suları doluyor derin bir gölete: bir koyun havuzu 9 eski,<br />

Salkım söğütler altında karanlık, derenin sızan sularıyla serin;<br />

Kenarında durmuşum eğimli yumuşak çimenliğin,<br />

Çıplak seyrediyorum ak gölgemi, oynuyor ileri geri.<br />

Ya solu<strong>ve</strong>rse karaçalı çiçekleri <strong>ve</strong> ben kaybolsam?<br />

Ya kurusa sular,<br />

ne olurdu kadife çiçeklerinin, kaya balığının hali?<br />

Nedir böyle yukarıdan bakıp da seyrettiğim? Ak gölgem<br />

Hareleniyor suda, fırladı fırlayacak,<br />

tasma vurulmuş köpek misali.<br />

Nasıl da dönüp bakıyor, ak bir köpeğin efendisine baktığı gibi!<br />

Kıyıda tümden cisme bürünmüşüm, gölgem tümüyle gölge,<br />

Bakışıyoruz birbirimizle! Akıyor su, coşuyor, coşuyor gitgide,<br />

Önümde zıplayıp oynuyor ak köpek, gevşek tutuyorum ipini.<br />

Burada cismen var olmak ne harika!<br />

Gölgem ne orada ne burada, bense tüm heybetimle burada!<br />

Buradayım! Diyor kız kuşu,<br />

o an kadife çiçeği patlatıyor bir kahkaha!<br />

9<br />

Koyun havuzu: Koyunların parazitlere önlem olarak yıkandığı havuz<br />

(sheep-dip). (ç.n.)<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

Burada! Koşuşuyor tavşanlar. Burada! Karaçalı soluk soluğa.<br />

Buradayız! Diyor böcekler dört bir yanda.<br />

Yedi tarla kuşunun hep bir ağızdan şakıdığı ezgilere boğulmuş<br />

Sıcak, yapış yapış hava<br />

geziniyor güneşte tenimde, öpüşleri şen.<br />

Buradasın! Burada! Bulduk seni sonunda! Her yerde aramış,<br />

Cismen istemiştik seni,<br />

sen çıplak çocuk, mihenk taşı dokunuşların!<br />

Ah nasıl da sevip sarıyor beni su, oynuyor benimle,<br />

Sallıyor, kaldırıp batırıyor beni,<br />

mırıldıyor: “Ey muhteşem kütle!<br />

Gölge değilsin artık!” –– Bağrına basıyor beni, yuvarlıyor,<br />

Sarıyor, dokunuyor, sanki dokunuşlar ona yetmiyor.<br />

Güneş –– ama bir sarı nilüfer suretinde!<br />

Gizemli, yankı dolu çağlarda kanatlar <strong>ve</strong> telekler,<br />

Havada daire çizen kız kuşları!<br />

Her ne varsa doğru olan, iyi olan, Tanrısal olan,<br />

bürünmüş cisme!<br />

Onaylarcasına zıplıyor bir tavşan,<br />

Tarla kuşlarının ezgisi yedi kat çınlıyor.<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

PENCEREDE<br />

Çamlar eğilip kulak kabartıyor mırıldanan güz rüzgârına,<br />

O ki konuştukça sarsıyor karakavakları<br />

histerik bir kahkahayla,<br />

Günün evi kapatıyor doğuya bakan kepenklerini ağır ağır.<br />

Silikleşiyor vadinin aşağısında kümelenmiş mezar taşları,<br />

Sarıyorlar soluk bedenlerine sisin kül rengi kefenini,<br />

Alacakaranlıkta sokak lambaları aniden kanamaya başlayınca.<br />

Yapraklar uçuyor pencere önünden <strong>ve</strong> geçerken<br />

Bir söz söylüyorlar orada dışarı meyleden çehreye,<br />

Bakarken o, cama bir mesaj yazsın diye, geceye.<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

SEFALET<br />

Dağlar arasındaki bu zindandan<br />

Beş vadi uzanıyor, geçit gibi beş dar yol,<br />

Üçü gölgede kapkara, ikisi uzak güneşte parlak.<br />

Günışığı doluyor yüksek vadi yatağına,<br />

Çimenler ışıl ışıl,<br />

Küçük beyaz evler sanki kuvars kristalleri,<br />

Küçük ama belirginler uzakta.<br />

Neden gidemiyorum?<br />

Neden ahmakça debeleniyorum<br />

Bu çukurda, bu zindanda?<br />

Neden gidemiyorum?<br />

Ama nereye gideyim?<br />

Gidip varsam bir çam ormanına,<br />

Diyemem ki, işte sana geldim!<br />

Alelâde bir sürü ağaç nedir ki bana?<br />

Sterzing<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

YAVRU KAPLUMBAĞA<br />

Biliyorsun ne demek yalnız doğmuş olmak,<br />

Yavru kaplumbağa!<br />

İlk gün ayaklarını azar azar kabuktan ittirmek,<br />

Henüz uyanmamışken;<br />

Toprakta durup kalmak,<br />

Henüz canlanmamışken.<br />

Ufak, narin, yarı canlı bir tohum.<br />

Asla açılmayacakmış gibi duran küçük, gagamsı ağzını<br />

Demir bir kapı misali açmak;<br />

Şahinvari gagayı usulca aralayarak<br />

Ve ufacık cılız boynunu uzatarak<br />

Buğulu bir yeşillik parçasından ilk ısırığını almak.<br />

Sen, yapayalnız küçük böcek,<br />

Minik parlak göz,<br />

Sen, ağırkanlı.<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

Bir başına ilk ısırığını aldığında<br />

Ve avına doğru bir başına ağır ağır ilerlediğinde,<br />

Senin o küçük, parlak, kapkara gözün,<br />

Kapkaranlık huzursuz bir geceye benzeyen gözün<br />

Ağır göz kapaklarıyla<br />

Nasıl da korkusuzdur, minik yavru kaplumbağa.<br />

Şikâyet ettiğin görülmemiştir.<br />

Başını yavaşça uzatırsın küçük boyunluğundan<br />

Ve düşersin yola,<br />

Dört tırnaklı ayaklarınla ağır ağır sürünerek<br />

Âdeta kürek çekersin usulca.<br />

Minik kuş, nereye böyle?<br />

Kollarını bacaklarını oynatıp duran bir bebek gibisin,<br />

Ne var ki bebek yerinde sayarken<br />

Sen ebedî bir ilerleyişle usulca gidersin.<br />

Güneşin dokunuşu heyecan <strong>ve</strong>rir sana,<br />

Uzun demler boyu geçmek bilmeyen ayaz<br />

Duraksatır seni;<br />

Aşılmaz ağzını birdenbire aralayarak<br />

Esnersin gaga şeklinde, aniden açılan kıskaçlar gibi gepgeniş;<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

Yumuşak kırmızı dilin <strong>ve</strong> incecik sert diş etlerin belirir,<br />

Sonra önündeki küçücük dağ yamacının, yani yüzünün<br />

Yarığını kapatırsın, yavru kaplumbağa.<br />

Boyunluğunun içinde başını usulca çevirerek<br />

Dilsiz, kapkara gözlerle baktığında,<br />

Şaşıyor musun acaba dünyaya?<br />

Yoksa uyku mu teslim alıyor seni gene –– yaşamayış?<br />

Pek zordur senin uyanman.<br />

Şaşırabiliyor musun acaba?<br />

Yoksa senin sarsılmaz iraden <strong>ve</strong> canlılık gururun mudur<br />

Şimdi etrafına bakınan,<br />

Yenilmez gibi görünen durgunluğa ağır ağır başkaldıran?<br />

Alabildiğine cansızlık ––<br />

Ve senin ufacık gözünün hoş pırıltısı,<br />

Sen, meydan okuyan.<br />

Hakikaten uçsuz bucaksızdır senin aşman gereken cansızlık,<br />

Ey kabuklu minik kuş!<br />

Nasıl da ölçüsüz bir atalet…<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

Meydan okuyan öncü,<br />

Boyu tırnağım kadar olan<br />

Küçük Odisseas,<br />

Buon viaggio. 10<br />

Âlemin tüm canlılığını sırtlanarak<br />

Yola koyul minik Titan, savaş kalkanının altında.<br />

Öyle ağır, öyle baskındır ki<br />

Cansız âlem…<br />

Ama sen usulca ilerliyorsun, öncü, bir başına sen.<br />

Kas<strong>ve</strong>tli günışığında nasıl da capcanlı ilerliyorsun,<br />

Ey azimli Odisseas zerre ––<br />

Ansızın aceleci, pervasız, koşar adım.<br />

Başını boyunluğundan yarıya kadar çıkararak<br />

Ebedî duraksayışının vakur asaletiyle dinlenen<br />

Ötüşsüz minik kuş.<br />

Yalnızlık duymaksızın tek başınasın,<br />

O yüzden de altı kat daha yalnız…<br />

10<br />

İyi yolculuklar. (İta.) (ç.n.)<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

Küçük yusyuvarlak evin<br />

Kadim çağları aşmanın ağırkanlı tutkusuyla hoşnut,<br />

Duruyor kargaşanın ortasında.<br />

Yeryüzü bahçesinde<br />

Minik bir kuş ––<br />

Tüm şeylerin kıyısında.<br />

Ey gezgin,<br />

Kuyruğunu kıvırmışsın bir tarafa,<br />

Frak giymiş bir beyefendi gibisin.<br />

Yenilmez öncüsün sen,<br />

Tüm yaşamı yüklenmişsin.<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA KABUĞU<br />

Çarmıh, çarmıh ––<br />

Daha derine işler bizim bildiğimizden,<br />

Yaşama işler;<br />

Doğrudan iliğe,<br />

Dosdoğru kemiğin içinden.<br />

Yavru kaplumbağanın sırtında<br />

Parçalar köprü gibi birleşir bir kemerde,<br />

Uç uca eklenir<br />

Bir ıstakozun ya da arının bölümleri gibi.<br />

Yanlardan aşağı kavşaklar iner sonra,<br />

Kaplan çizgileri, yaban arısı halkaları.<br />

Bir beş, bir beş daha, sonra bir beş daha,<br />

Ve kenarlarda küçük yirmi beş tane daha:<br />

Kabuğundaki bölümler yavru kaplumbağanın.<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

Dört, sonra bir kilit taşı;<br />

Sonra yirmi dört, <strong>ve</strong> küçük bir kilit taşı.<br />

Yavru kaplumbağanın capcanlı kabuğunda<br />

Yaşamın sayılarla oynayışını<br />

görmesi gerekmişti Pythagoras’ın ––<br />

Yahudi Tanrısı gibi taşta ya da bronzda değil,<br />

Yaşamla bulutlanmış,<br />

yaşamla çiçeklenmiş kaplumbağa kabuğunda<br />

Yaşamın ilk ebedî matematiksel levhayı oluşturmasını.<br />

İlk küçük matematiksel beyefendi;<br />

Gevşek pantolonuyla adımlar atan minnacık kene,<br />

Matematiksel yasanın ebedî kubbesi altında.<br />

Beşler <strong>ve</strong> onlar,<br />

Üçler <strong>ve</strong> dörtler <strong>ve</strong> on ikiler,<br />

Ondalık sayıların tersine dönüşü,<br />

Düzinelerin döngüsü, yedinin zir<strong>ve</strong>si.<br />

Tersine çevir,<br />

Tepinsin küçük böcek:<br />

İşte, kabuğun yumuşak tarafında, yere değen karında,<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

Bölümlerin uzun ayrımı var ebedî çarmıh boyunca;<br />

Ve beşliler sayılır her iki tarafta,<br />

Üstte iki, altta iki, hem sağda hem solda,<br />

Yatay kara çizginin altında.<br />

Çarmıh!<br />

Dosdoğru içinden geçiyor debelenen böceğin,<br />

Haç şeklinde bölünmüş ruhundan,<br />

Beş kat karmaşık doğasından.<br />

Ayakları üstüne çevir onu gene:<br />

Dört sipsivri parmak <strong>ve</strong> kafa karıştırıcı bir başparmak çıkıntısı;<br />

Dört kürekvari bacak <strong>ve</strong> sımsıkı yerleşmiş bir kafa;<br />

Dört artı bir, eder beş –– işte sırrı tüm matematiğin.<br />

Yüce Tanrı kazımış bunu<br />

Yavru kaplumbağanın küçük arduvazına.<br />

İçerideki şemanın dışadönük, bariz göstergesi,<br />

Tek bir yaratığın girift, çok parçalı karmaşıklığı<br />

Çizgilere dökülmüş<br />

Bu minik kuşta, bu ilkel varlıkta,<br />

Bu küçücük kubbede,<br />

Tüm yaratılışın alınlığı<br />

Bu ağırkanlı kaplumbağada.<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA AİLESİNDE İLİŞKİLER<br />

İşte gidiyor en küçükleri,<br />

Evrenin tomurcuğu,<br />

Alınlığı yaşamın.<br />

Görünüşe göre, belirli bir hedefe.<br />

Menzil neresi, ey kıvrak yumurta?<br />

Annesi atık gibi salmıştı onu toprağa;<br />

Ufaklık şimdi ite kaka geçiyor annesini,<br />

sanki o paslı bir teneke.<br />

Sırf bir engelmişçesine<br />

Dolaşıyor annenin o ağırkanlı,<br />

iri yarı tümseğinin etrafından ––<br />

Kaplumbağalar engelleri hep öngörür ya!<br />

Duygusal bir sesle ona,<br />

“Annen bu, oydu seni yumurtlayan” diyorum, ama boşuna.<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

Umursamazca cevap <strong>ve</strong>riyor:<br />

“Kadın, benim seninle ne işim var?”<br />

Öbür tarafa bakıyor bezgin bezgin;<br />

Annesi daha da bezgin, başka bir tarafa bakıyor.<br />

İkisi de alabildiğine duyarsız,<br />

Anlayışsız,<br />

Aldırışsız,<br />

Kayıp.<br />

Babaya gelirsek,<br />

Isırık atıyor yavrusunu ona sunduğumda,<br />

Nasıl ki bir dal parçasıyla sataştığımda ısırırsa;<br />

Asabi çünkü bu sabah,<br />

Sevgiyle dokunulduğunda asabi bir kaplumbağa,<br />

Babalıktan nasibini almamış.<br />

Baba <strong>ve</strong> anne<br />

Ve üç küçük erkek kardeş;<br />

Boş boş geziyorlar bahçeye saçılmış çakıllar misali,<br />

Birbirlerini ayıramıyorlar<br />

toprak parçalarından, paslı tenekelerden.<br />

Anne <strong>ve</strong> baba eski tanışlar aslında,<br />

Onlarda aile sevgisinden eser yoksa da.<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

Babasız, annesiz, ağabeysiz, ablasız<br />

Küçük kaplumbağa.<br />

Yolunda git, küçük çakıl,<br />

Güz toprağı üzerinde, serin sabah aydınlığında,<br />

Gencecik neşe.<br />

Bir yoldaş mı arıyor kendine?<br />

Zannetmem.<br />

Yalnız olduğundan habersizdir o.<br />

Doğuştan kazanılan hakkıdır bu zerrenin<br />

Tecrit.<br />

Sürünerek ilerlemek, dikenli parmaklarla ileri erişmek,<br />

Yol almak, geceden korkup gevşek toprağa sığınmak,<br />

Bir parçacık ısırık almak,<br />

İlerlemek, ilerlediğinden emin olmak:<br />

Yeter! Kaplumbağa olmak!<br />

Âtıl toprak parçaları arasında bahçede kendiyle başbaşa,<br />

Benekli, kıvrak, küçücük bir kaplumbağa ––<br />

İşte Adem Baba!<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

Çakıllı, böcekli bir bahçede gezinmek<br />

Ve usulca, kaplumbağaca atan kalbi,<br />

Karanlık yaratılış sabahında sıcak kandan yankılanan<br />

İlk çan sesini duymak.<br />

Yoluna devam ediyor, kendinden emin,<br />

Ağırkanlı, hiç sorgulanmamış,<br />

Ve orada işte, sınırlardan bağımsız –– hey gidi çilekeş!<br />

Varlığının ağırkanlı utkusuyla ilerliyor,<br />

Kargaşada benliğinin sessiz çanını çalıyor,<br />

Ve kibirle, bariz bir kibirle<br />

Cılız otları didikliyor.<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

LUI ET ELLE 11<br />

Kadın iri yarı, tombul<br />

Ve pek pasaklı,<br />

Az biraz da alaycı bakışlı,<br />

Sanki öyle olmaya koşullamış onu aile hayatı.<br />

Yılda bir kere rastgele<br />

Bahçeye dört yumurta bırakmak<br />

Ve kocasına katlanmaktan başka<br />

Ne yapar, meçhul.<br />

Yemeyi se<strong>ve</strong>r.<br />

Uzun tuhaf bacaklar üzerinde yükselerek<br />

Koşturur giden yemeğin arkasından.<br />

Tabii ki hızlanabilir canı istediği zaman.<br />

Elimdeki yumuşak ekmeğe kocaman ısırıklar atar;<br />

O ilkel, demir gibi suratındaki sevimli yarığı<br />

Aniden bükülmüş bir makas misali<br />

11<br />

Erkek <strong>ve</strong> Kadın. (Fr.) (ç.n.)<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

Gepgeniş, muazzam bir gaga şeklinde açar;<br />

Yutabileceğinden fazlası için yutkunur,<br />

Kalın, yumuşak dili çalışır,<br />

Ağzındaki ekmek çenesinden aşağı sarkar.<br />

Ah, hanımefendi,<br />

Sürüngen hanımefendi,<br />

Gözün hem kapkara hem parlak,<br />

Ve asla se<strong>ve</strong>cenleşmez<br />

Ne kadar bakarsan bak.<br />

Bilir,<br />

Pek iyi bilir yemeğe gelmeyi,<br />

Gene de görmez beni;<br />

Parlak gözü görür, ama ne beni ne başka bir şeyi;<br />

Bakışlı ama bakışsız, görüşlü ama görüşsüz<br />

Sürüngen hanımefendi.<br />

Aniden açılan kıvrık, dişsiz ağzıyla ekmeği kaptığı sırada<br />

Birbirine geçen çelikten diş etleriyle parmağımı kıstırdığında,<br />

Hiç telaşlanmaz, asılıp çekiştirir,<br />

Bağırıp çırpınsam da oralı olmaz.<br />

Kıvrık gagasıyla beni ısırdığını bile bilmez.<br />

Yılan misali çekiştirir parmağımı, korkuyla kurtarırım elimi.<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

Hanımefendi, sürüngen hanımefendi,<br />

Sen fazla irisin <strong>ve</strong> ben ürktüm senden.<br />

Kocan ise küçücük<br />

Ve pek çevik senin yanında,<br />

Küçüklüğüyle gülünç.<br />

Hayli dünyevidir senin dilsiz gözündeki bakış;<br />

Onunsa ––senin zavallı âşığının–– hayli hiddetli.<br />

Kadına göre nasıl da daha narindir<br />

Erkeğin boyunluğu, küt burunlu suratı,<br />

Öne eğik alnı, incecik boynu,<br />

Uzun, pullu, çırpınan, sürekli çırpınıp duran bacakları.<br />

Ve feci bir yara izi taşır o kabuğunda.<br />

Zavallı âşık, kadının bacaklarını ısırarak<br />

Köpek gibi koşturuyor onun peşinden;<br />

Kaba, çarpık bacaklarını, bileklerini ısırıp duruyor onun;<br />

Kadın ise aldırışsızca kaçırıyor ayaklarını,<br />

Ama kabuğuna çekilmiyor.<br />

Ebedî bir suskunlukla,<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

Amansız bir sürüngen kararlılığıyla çabalıyor erkek;<br />

Ardında soğuk, sessiz bir çağlar silsilesi…<br />

Ve yılanın sonsuz inadı, yatay ısrarı var onda.<br />

Küçük ihtiyar adam<br />

Çırpınıyor kadının yanında, eğilip fırsat kolluyor;<br />

Çelik bir kapana benzeyen suratını aniden ayırarak<br />

Onun pullu bileğini kapıyor, sıkıca tutup çekeliyor,<br />

Ama kadın nihayet kendini kurtarınca bırakıyor,<br />

Çelik kapanı geri kapatıyor.<br />

Zamana yenilmeyen o pek metanetli güzel surat; çelik kapan.<br />

Heyhat! Nasıl da ahmak görünüyor çabalarken!<br />

Ve o nasıl da farkında bunun!<br />

Kargaşanın ortasında yapayalnız bir avare,<br />

Bir çilekeş, mağrur bir izsürücü;<br />

Nasıl da bağışık her şeyden, dipdiri,<br />

Yalnızlıkla kuşatılmış bir öncü…<br />

Bakın ona!<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

Ah, onun yalnızlığının böğrünü deler mızrak! 12<br />

Serpilmesi onu tensellik çarmıhına gerdi,<br />

Şeh<strong>ve</strong>tin bitimsiz çilesiyle lanetlendi,<br />

Tamamlanışını kendi dışında aramaya mahkûm edildi.<br />

Tutku dolu bir ikilikle parçalanmış o;<br />

Tamdı, her şeyden bağışıktı, şimdi ihtiraslı bir bölünmüşlük<br />

içinde;<br />

Yeniden tam olmaya çabalarken<br />

Çekilmez bir ahmak olmaya mahkûm.<br />

Küçük, zavallı, dünyevi ev sakini Osiris ––<br />

Gençken gizemli boğa onu paramparça etti, 13<br />

Şimdi sefilce kendini yeniden kurmaya çabalamalı.<br />

Bakın nasıl da gidiyor ağır aheste gezen karısının<br />

Kerpiç kulübesinin peşi sıra,<br />

İneğin kuyruğunun dibinde mutsuz bir boğa sanki,<br />

Ama sığırdan bile öte, yıvış yıvış bir inatla çırpınıyor.<br />

12<br />

Yeni Ahit, Yuhanna, 19:33-34: “İsa’ya gelip onun zaten ölmüş olduğunu<br />

görünce, bacaklarını kırmadılar. Fakat askerlerden biri onun böğrünü<br />

mızrakla deldi; hemen kan <strong>ve</strong> su çıktı.” (ç.n.)<br />

13<br />

Osiris: Mısır mitolojisinde ölüler tanrısı. Kardeşi Set, onu öldürüp<br />

parçalarına ayırır. <strong>Lawrence</strong> burada Set’i, Osiris ile insan arasında aracı<br />

görevi üstlenen boğa-tanrı Apis ile özdeşleştirmiştir. (ç.n.)<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

Kadın ayağını ileri uzatarak<br />

Çimenler üzerinde yürümeye çalışırken<br />

Onun çirkin bileğinden kapı<strong>ve</strong>riyor erkek,<br />

Yahut kalın sipsivri kuyruğundan,<br />

Eğer ki taşmışsa o,<br />

Kabuğunun arka tarafındaki aşağı sarkık saçağın altından.<br />

Bu ikisinin kabukları<br />

Sanki birbiriyle çarpışan kubbeli birer gemi;<br />

Kadınınki büyük, <strong>ve</strong> küçük erkeğinki;<br />

Gezinip çırpınan bu eğri bacaklar birer kürek sanki;<br />

Karışıp dolaşmışlar aşkın çekişmesi içinde:<br />

İki kaplumbağa,<br />

Kadın iri, erkek ufak.<br />

Kadın dünya derdinde, duygusuz;<br />

Erkekte sürüngenin amansız inadı.<br />

Kadının biri dişi kaplumbağa’ya acıyor, Mère Tortue’ye, 14<br />

Bense erkeğe acıyorum, Mösyö’ye.<br />

“Musallat olmuş dişiye, eziyet ediyor,” diyor kadın.<br />

14<br />

Tosbağa Ana. (Fr.) (ç.n.)<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

Asıl erkeğe musallat olunmuş, eziyet ediliyor, diyorum ben.<br />

Ne yapsın erkek?<br />

Ahmak o, kör gözlü,<br />

Anlayışsız.<br />

Kadınsı balçık yığını bir o yana bir bu yana oynarken<br />

Erkeğin hüzünle kırpışan kapkara gözü sanki bakıyor da<br />

görmüyor.<br />

Ama kabuğun ucundan sarkan, yerine çivilenmiş gibi duran<br />

Savunmasız, kayış gibi deriyi<br />

Kıvrımlarından yakalıyor,<br />

Çekiştiriyor gagasıyla,<br />

Çekeliyor <strong>ve</strong> ısırıyor;<br />

Gene de kadın kurtarıyor kendini,<br />

Donuk kütlesiyle salına salına gidiyor.<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA GÖZÜPEKLİĞİ<br />

Yolunda ilerlerken<br />

Bakmıyor dişiye doğru, koklamıyor onu,<br />

Hayır, koklamıyor bile onu, burnu hissiz.<br />

Dişi öne doğru uzanarak hantalca ilerlediği sırada<br />

Erkek onun altında savunmasızca çırpınan deriden kıvrımları<br />

Duyuyor yalnızca,<br />

Dişinin içinde taşındığı kerpiç kulübenin altında<br />

Çırpınıp çabalayan deriden kıvrımları duyuyor.<br />

Evin duvarlarının altına doğru erişerek<br />

Gagasıyla aniden yakalıyor dişinin pantolon paçalarından<br />

Yahut derili bacaklarından,<br />

Tuhaf, gaddarca çekiştiriyor bir köpek misali,<br />

Ama ebedî bir suskunlukla,<br />

Sürüngenin amansız inadıyla.<br />

Gaddar, dehşet <strong>ve</strong>rici bir gözüpekliğe koşullanmış.<br />

Sessiz bir tecritin sonsuzluğundan koparılmış,<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

Eksik olmaya, noksanlığa,<br />

Sancıya, ihtirasa, tamamlanamayışa,<br />

Kendini dayatmaya, amansız utanca,<br />

Dişiyle birleşme arzusuna mahkûm bırakılmış.<br />

Yalnız gezmek için yaratılmış öncü<br />

Şimdi aniden bu dolambaçlı tali yola,<br />

Bu çetin, zahmetli çabaya,<br />

Derinlerden doğan bu amansız mecburiyete sapmış.<br />

Peki ebedî bir yavaşlıkla ağır ağır uzaklaşan dişinin<br />

Haberi var mı bir şeyden?<br />

Yoksa erkek<br />

Karanlıkta pencereye doğru uçan bir kuş misali<br />

Küt diye itiliyor mu ona doğru,<br />

O farkında bile olmadan?<br />

Feci bir çarpışma ––<br />

Ardından daha da feci bir ısrar, takip, inat,<br />

Kovalama ihtiyacı.<br />

İlk tanrı misali bir başına <strong>ve</strong> yapayalnız geçen<br />

çağların ardından,<br />

Dışarı sürülerek,<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

Âdeta esrarengiz, kızgın bir demirin ucunda<br />

Dişinin raylarına doğru sürüklenmiş,<br />

Onunla çarpışmaya zorlanmış.<br />

Sert, gözüpek, çarpık bacaklı, asabi sürüngen,<br />

Küçük beyefendi,<br />

Umutsuz vaka,<br />

Yüzünüzü çevirin öbür tarafa.<br />

Ama madem geldik seninle buraya,<br />

Birlikte gideceğiz ta en sonuna.<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

KAPLUMBAĞA ÇIĞLIĞI<br />

Dilsiz sanmıştım onu,<br />

Dilsizdir demiştim,<br />

Ama duydum çığlığını.<br />

Yaşamın esrarlı şafağından<br />

İlk belirsiz haykırış;<br />

Uzakta, pek uzakta, ufkun ağaran çizgilerinde<br />

Bir çılgınlık misali,<br />

Uzak, pek uzak bir haykırış.<br />

Kaplumbağa, en uçlarda.<br />

Peki neden gerildik bizler tenselliğin çarmıhına?<br />

Neden son şeklimiz <strong>ve</strong>rilip<br />

Tam bir halde bırakılmadık daha en başta,<br />

Onun da başladığı gibi, öylesi kusursuzca bir başına?<br />

Upuzak, varla yok arası bir haykırış…<br />

Doğrudan doğruya kanımda mı yankılandı bu yoksa?<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

Yeni doğanın çığlığından bile beter<br />

Bir haykırış,<br />

Bağırış,<br />

Nara,<br />

Nida,<br />

Ölüm iniltisi,<br />

Doğum yaygarası,<br />

Teslimiyet ––<br />

Çok uzakta, küçücük, ufacık bir sürüngen,<br />

ilk şafağın kapısında.<br />

Bir sürüngen ki<br />

Hem savaş narası, zafer nidası, taşkın coşku,<br />

hem de ölüm çığlığı…<br />

Peki örtü neden yırtıldı?<br />

Ruhun yırtık çeperinden bu ipeksi feryat niye?<br />

Erkek ruhunun çeperi<br />

Bir feryatla yırtılmış ki, bir yarısı ezgi, diğer yarısı korku.<br />

Çarmıha geriliş.<br />

Erkek kaplumbağa<br />

tombul dişinin yuvasına tutunmuş arkadan,<br />

Yukarı tırmanıyor, gergin,<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

Kanatlarını açmış bir kartala benziyor,<br />

Kabuğundan dışarı, en uca doğru uzanıyor<br />

kaplumbağa çıplaklığıyla;<br />

Uzun boynunu, savunmasız bacaklarını dışarı çıkarmış,<br />

Dişinin yuvasının damında kartal misali kanatlarını açmış;<br />

Ve derindeki, gizli, delici kuyruğunu<br />

Dişinin duvarlarının altından içeri doğru kıvırıyor,<br />

Uzanıp sımsıkı yapıştırıyor onu<br />

Ve son raddeye dek geriliyor sancıyla,<br />

Sonra birdenbire, cinsel birleşmenin kasılmasıyla<br />

Silkinip sarsılıyor –– <strong>ve</strong> ah!<br />

En uca doğru uzattığı boynundan sıkıca kenetli ağzını aralıyor,<br />

Patlatıyor keskin çığlığı;<br />

İhtiyar bir adamınkine benzeyen pembe, yarık ağzından<br />

O sesler ötesi feryadı…<br />

Ruhunu teslim ediyor sanki,<br />

Yahut Pentikost’ta Kutsal Ruh’la dolup çığlık atıyor… 15<br />

15<br />

Pentikost: İncil’de anlatıldığı şekliyle Havarilerin üzerine Kutsal Ruh’un<br />

inmesi; bu hadisenin kutlandığı Hıristiyan bayramı. Yeni Ahit, Elçilerin<br />

İşleri, 2:1-4: “Pentikost günü geldiğinde bütün imanlılar birarada<br />

bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses<br />

geldi <strong>ve</strong> bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir<br />

şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İmanlıların hepsi<br />

Kutsal Ruh’la doldular, Ruh’un onları konuşturduğu başka dillerle<br />

konuşmaya başladılar.” (ç.n.)<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

Onun çığlığı <strong>ve</strong> bir anlığına yatışması,<br />

Ebedî sessizlikle duraksaması,<br />

Ama birleşmenin sarsılmasından hemen sonra<br />

Tarifsiz, belli belirsiz bir çığlıkla<br />

İçinde kalmış olanı bir çırpıda haykırması…<br />

Belki benim bedenim de bunun gibi<br />

Son kan damlasına kadar eriyerek<br />

Karışır bir gün yaşamın ilkel köklerine, meçhule.<br />

İşte böyle çiftleşiyor kaplumbağa<br />

Ve o keskin, yırtık sesle çığlık atıyor sayısız defa;<br />

Her sarsılmanın ardından uzunca bir ara,<br />

Bir kaplumbağa sonsuzluğu;<br />

Ve çağlara bedel bir sürüngen kararlılığı bu, kalp çarpıntısı,<br />

Bir sonraki kasılma için kararlı, derin bir kalp çarpıntısı.<br />

Çocukken duyduğumu hatırlıyorum<br />

Dikelmiş bir yılanın ağzındaki bir kurbağanın çığlığını;<br />

Hatırlıyorum<br />

öküz kurbağalarının baharda kopardığı yaygarayı;<br />

Göl sularının ötesinde, gecenin hançeresinden<br />

Yaban kazının avaz avaz bağırışını;<br />

Hatırlıyorum karanlıkta çalılar arasındaki bülbülün<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

Ruhumun derinliklerini keskin ötüşler<br />

<strong>ve</strong> şakımalarla çınlatışını;<br />

Geceyarısı ormandan geçtiğim sırada bir tavşanın bağırışını;<br />

Kızışmış dü<strong>ve</strong>nin saatler boyu ısrarla, inatla homurdanmasını;<br />

Tuhaf haller içindeki azgın kedilerin inleyip bağrışmalarını;<br />

Ürkmüş, yaralı bir atın feryadını, o çarşaf şimşek 16 şakırtısını…<br />

Ve emekçi bir kadının<br />

Baykuş ötüşüne benzeyen bağırışlarından<br />

kaçtığımı hatırlıyorum,<br />

Kulağımı dayadığımda<br />

kuzunun meleyişinin içimde yankılandığını,<br />

Bir bebeğin ilk defa ağlayışını,<br />

Annemin bir şarkı mırıldanışını,<br />

Ve genç bir madencinin tutkulu hançeresinden<br />

––O ki yıllar sonra ölmüştür içkiden–– tenor sesli ilk şarkıyı…<br />

Ve hatırlıyorum, vahşi siyahi dudaklarda<br />

İlk defa, yabancı bir dilin tınısını…<br />

Ve hepsinin ötesinde<br />

Ve hepsinin berisinde<br />

Bu nihai, tuhaf, belli belirsiz<br />

16<br />

Çarşaf şimşek: Uzak fırtına bulutlarında geceleri bir iki saniyeliğine<br />

görülen, çarşafı andıran geniş bir aydınlanmaya sahip, sesi olağan bir<br />

gökgürültüsünden daha hafif duyulan şimşek türü. (ç.n.)<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

Cinsel birleşme çığlığı;<br />

Yaşamın uzak, en uzak ufkunun kıyısında minicik duran<br />

En uçlardaki erkek kaplumbağanın çığlığı…<br />

Çarmıh,<br />

Kadim sessizliğimizi parçalayan çarkıfelek;<br />

Tamlığımızı, el değmemişliğimizi, derin suskumuzu<br />

Yerle bir ederek<br />

Bizden bir çığlık koparan şeh<strong>ve</strong>t.<br />

Bizi seslere salan şeh<strong>ve</strong>t ––<br />

Tamamlanma özlemiyle derinden derine seslenmeye bırakan,<br />

Şarkılar söyleten, haykırtan<br />

Ve karşılık bulur bulmaz yeniden seslenmeye,<br />

Haykırmaya bırakan şeh<strong>ve</strong>t…<br />

Parçalanmış olanın yeniden tamamlanışı,<br />

Kayıp olanın nihayet yeniden bulunuşu;<br />

Kaplumbağadan İsa’nın çığlının,<br />

Ayrılığın Osiris narasının duyuluşu;<br />

Bütünün parçalanışı,<br />

Ve parçalanmış olanın evrende yeniden tamamlanışı…<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

NAR<br />

Yanıldığımı söylüyorsun bana.<br />

Kim oluyorsun da bana yanıldığımı söylüyorsun?<br />

Yanılmıyorum.<br />

Belli ki unuttun<br />

Yunan kadınlarının vahşetiyle<br />

Çırılçıplak kalmış kayalık Siraküza’da 17<br />

Çiçeklenen nar ağaçlarını;<br />

Ah, nasıl da kırmızı, ne çoktu onlar!<br />

Oysa Doçların ihtiyar, kadim bakışlı olduğu<br />

Tiksinç, yeşil, kaygan şehir Venedik’te,<br />

17<br />

<strong>Lawrence</strong>, 1920 yılının nisan ayında Siraküza yakınlarındaki Latomia taş<br />

ocağını ziyaret eder; M.Ö. 413’te buraya hapsedilerek ölüme terkedilen yedi<br />

bin genç Atinalı savaş esirinin hikayesini duyunca dehşete düşer. Şairin<br />

imgeleminde, (belki de yerel bir anlatıcı ona hikayeyi öyle şekilde<br />

anlattığından) bu esirler bir bir öldüğü sırada Siraküza’nın aslında Yunan<br />

kökenli olan “uygar” kadınları alçakça kahkaha atmaktadır. Ayrıca bu<br />

hikayenin <strong>Lawrence</strong>’a, Evripides <strong>ve</strong> Ovidius tarafından anlatılan Pentheus<br />

<strong>ve</strong> Maneadlar efsanesini <strong>ve</strong> bu efsanede geçen vahşi diyonizyak ayinleri<br />

çağrıştırmış olması da mümkündür. (ç.n.)<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

İç bahçelerin gür yeşilliğinde<br />

Parlak yeşil taşlar gibidir narlar;<br />

Tepelerinde diken gibi taçlar...<br />

Ah, yeşil metalden sipsivri taçlar,<br />

Büyüyor, büyüyor taçlar!<br />

Şimdi Toskana’da,<br />

Ellerini ısıt diye var narlar.<br />

Üstlerinde krallara layık, heybetli, kıvrık,<br />

Yana doğru kaykık taçlar.<br />

Ve yürekliysen bak, orada bir de yarık var!<br />

Bir yarık görünmediğini mi söylüyorsun?<br />

Düzgün tarafından mı bakmak istiyorsun?<br />

Oysa batan tüm güneşler buna açar kendini.<br />

Sonunda çatlayıp yeni bir başlangıca açılır kabuk:<br />

Narin, pespembe, ışıl ışıldır yarığın içi.<br />

Hiç yarık olmasın mı diyorsun?<br />

Yoğun, ışıl ışıl şafak damlaları hiç mi olmasın?<br />

Altın zarla kaplı kabuğun yarık görünmesini<br />

tasvip etmiyor musun?<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

Bana kalsa, yaralı olsun isterim yürek:<br />

Yarığın içi öylesi sıcacıktır, öylesi şafak alacası…<br />

San Gervasio, Toskana<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

ŞEFTALİ<br />

Taş mı atmak istiyorsun bana?<br />

Al madem şeftalimden artakalanı.<br />

Kankırmızı, kopkoyu,<br />

Tanrı bilir nasıl oluştu.<br />

Kim bilir neyin diyeti ödendi.<br />

Sırlarla kırış kırış olmuş bir çekirdek,<br />

Bildiğini saklayacak diye kaskatı.<br />

Peki ama<br />

Gümüşsü şeftali çiçeğinden,<br />

Kısacık bir sap üzerindeki o gümüşsü, tombul kadehten<br />

Taşıp sarkan bu ağır baloncuklar neden?<br />

Elbette yemeden önceki şeftalidir bahsettiğim.<br />

Neden öyle kadifemsidir o, öyle iç gıcıklayıcı, dolgun?<br />

Neden öylesi taşkın bir ağırlıkla aşağı sarkmış?<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

Neden öylesi bombeli?<br />

Üzerindeki bu girinti neden?<br />

Midyevari, sevimli şişkinliği neden?<br />

Bombeler arasındaki çizgi neden?<br />

Neden bu yarılma iması?<br />

Şeftalim neden bir bilardo topu gibi<br />

yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil?<br />

İnsan elinden çıksa öyle olurdu. 18<br />

Üstelik yedim bile onu!<br />

Fakat bilardo topu gibi yusyuvarlak <strong>ve</strong> cilalı değil…<br />

Ve ben böyle söylüyorum diye<br />

Sen bana bir şey atmak istiyorsun!<br />

Al şeftalimin çekirdeğini!<br />

San Gervasio<br />

18<br />

Şair, burada “insan” için, “adam” anlamına da gelen eril bir sözcük<br />

kullanıyor (man). (ç.n.)<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

MUŞMULALAR VE ÜVEZLER<br />

Seviyorum seni,<br />

Çürük, leziz çürümüşlük.<br />

Seviyorum seni kabuğundan emmeyi,<br />

Nasıl da esmersin, yumuşak, zarif<br />

Ve nasıl da marazi, İtalyanların dediği gibi.<br />

Nasıl da nadide, keskin, çağrışımlarla dolu bir tat beliriyor<br />

Senin aşama aşama çürüyüşünden:<br />

Cereyan içinde bir cereyan.<br />

Siraküza misket şarabının<br />

Ya da adi Marsala’nın 19 tadı gibi bir tat.<br />

Hoş, pek yakında tavşan yürekli Batı’da<br />

Marsala sözcüğünün kendisi bile özentilik kokar ya!<br />

19<br />

Üretildiği kentin adıyla anılan bir tür Sicilya şarabı. On sekizinci yüzyılın<br />

sonlarına doğru İngiliz tüccarlar tarafından güçlendirilmiş şarap haline<br />

getirilerek yaygın bir ticari metaya dönüştürülmüştür. (ç.n.)<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

Peki nedir bu?<br />

Nedir kuru üzüme dönüşen üzümde,<br />

Muşmulada, ü<strong>ve</strong>zde,<br />

Bu esmer, marazi şarap tulumlarında,<br />

Bu güz atıklarında ––<br />

Nedir bize beyaz tanrıları hatırlatan?<br />

Soyulmuş ceviz içi gibi çırılçıplak tanrılar,<br />

Nasıl da tuhaf, uğursuzca ten kokan,<br />

Terliymişçesine,<br />

Gizeme bulanmışçasına.<br />

Ölü taçlarıyla ü<strong>ve</strong>zler, muşmulalar.<br />

Pekâlâ muhteşemdir cehennemî deneyimler,<br />

Yeraltı diyarının o<br />

Orfik, zarif Dionysos’u, muhteşem.<br />

Bir öpücük <strong>ve</strong> bir <strong>ve</strong>da sancısı, ayrılığın bir anlık orgazmı<br />

Ve sonra, kas<strong>ve</strong>tli yolda,<br />

bir sonraki dönemece kadar tek başına.<br />

Sonra yeni bir eş orada, yeni bir kopuş, tekrar ikiye ayrılma,<br />

Daha da yalnızlaşmanın soluksuzluğu,<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

Çürüyen, kırağı kaplı yapraklar arasında<br />

Birbaşınalığın yepyeni sarhoşluğu.<br />

Cehennemin dar yollarından aşağı inerek<br />

Gitgide daha şiddetli bir biçimde yalnız…<br />

Yüreğin lifleri birbiri ardına sökülür,<br />

Gene de ruh yoluna devam eder<br />

Yalın ayak, hep daha canlı vücut bulmuş;<br />

Ve giderek daha yoğun bir karanlıkta<br />

Ak, daha da ak parlayan bir alev gibi<br />

Hep daha seçkin, ayrılığın imbiğinden geçmiş.<br />

Muşmulalar <strong>ve</strong> ü<strong>ve</strong>zlerin o esrarengiz damıtılışlarından<br />

Cehennemin özü süzülür işte böyle.<br />

Veda edişin seçkin kokusu.<br />

Jamque vale! 20<br />

Orpheus <strong>ve</strong> cehennemin dolambaçlı, daracık,<br />

Yapraklarla tıklım tıkış olmuş 21 sessiz yolları.<br />

Her ruh kendi yalnızlığıyla düşer yeniden yola,<br />

Yoldaşların en tuhaf<br />

20<br />

“Haydi hoşça kal!”: Eurydice’nin Orpheus’a son sözleri. (ç.n.)<br />

21<br />

<strong>Lawrence</strong>, yaprak imgesini, “örtünme”yi kastederek, Adem ile Havva<br />

söylencesine atıf yapacak şekilde kullanır. (ç.n.)<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

Ve en makbul olanıyla.<br />

Muşmulalar, ü<strong>ve</strong>zler ––<br />

Güzün mayhoş sızıntısı<br />

Emiliyor boş keseciklerinizden<br />

Ve belki bir yudum Marsala’yla indiriliyor mideye;<br />

Böylece gökten düşmüş o başıboş üzüm<br />

Ezgisini katıyor ezginize;<br />

Orfik bir el<strong>ve</strong>da,<br />

El<strong>ve</strong>da, <strong>ve</strong> gene el<strong>ve</strong>da,<br />

Dionysos’un ego sum’u, 22<br />

Kusursuz sarhoşluğun sono io’su, 23<br />

Nihai yalnızlığın mest oluşu…<br />

San Gervasio<br />

22<br />

“Benim.” (Lat.)<br />

23<br />

“Benim.” (İta.)<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

ÜZÜMLER<br />

Gülden gelir nice mey<strong>ve</strong>,<br />

Güller gülünden,<br />

Açılmış gülden,<br />

Tüm dünyanın gülünden. 24<br />

Kabul edelim,<br />

Elmalar, çilekler, şeftaliler, armutlar <strong>ve</strong> böğürtlenler,<br />

Hepsi gülgillerdendir;<br />

Gül alenen çıkı<strong>ve</strong>rir ortaya,<br />

Çehresi apaçık, göğe doğru gülümser.<br />

Peki ya asma nedir?<br />

Nedir filizli 25 asma?<br />

24<br />

Dörtlüğün birinci <strong>ve</strong> üçüncü dizeleri, W. B. Yeats’in ünlü şiiri “Savaş<br />

Gülü”nün (The Rose of Battle) ilk dizesinden alınmıştır: “Güller gülü, tüm<br />

dünyanın gülü!” Yeats’in şiirinde “gül”, sevdikleri erkekleri İngiltere’yle<br />

savaşa yollayan İrlandalı kadınları, İrlanda’yı <strong>ve</strong> aynı zamanda şairin<br />

umutsuz aşkı Maud Gonne’u temsil eder. (ç.n.)<br />

25<br />

Asma dallarının çevresine tutunmasını sağlayan yeşil, sarmal uzantılar;<br />

asma bıyığı, sülük (tendril). (ç.n.)<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

Açılmış gülün dünyasıdır bizim dünyamız,<br />

Açık seçik<br />

Samimi bir dışavurum.<br />

Oysa uzun, ah, pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>l,<br />

Daha o eşsiz gülümsemesiyle gülmemişken gül,<br />

Daha güller gülü, tüm dünyanın gülü bir gonca bile değilken,<br />

Ve çalkantılı denizlerle yatışmaz rüzgârlar arasından çıkarak<br />

Daha öbek öbek yığılmamışken buzullar,<br />

Hatta Nuh tufanıyla eriyip gene sulara karışmamışken onlar,<br />

Başka bir dünya vardı,<br />

Alacakaranlık, çiçeksiz, filizli bir dünya;<br />

Ve perdeli ayaklı, bataklıkse<strong>ve</strong>r yaratıklar vardı;<br />

Ve onların yanıbaşında sessiz adımlı, saf <strong>ve</strong> ilkel insanlar,<br />

Suskun, duyarlı, capcanlı insanlar,<br />

İşitsel <strong>ve</strong> dokunsal, tıpkı uzanıp erişen bir filiz gibi hassas,<br />

Medcezre dokunan aydan bile daha duyarlı bir içgüdüyle<br />

Uzanan <strong>ve</strong> kavrayan insanlar.<br />

O dünyanın görünmez gülüydü asma.<br />

Daha taç yapraklar açılmamışken,<br />

Renkler bir kargaşa koparıp, gözler çok fazla görmemişken.<br />

Yeşil, çamurlu, perdeli ayaklı, tümden şarkısız bir dünyada<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

Güller gülüydü asma.<br />

Ne bir gelincik vardı ne karanfil,<br />

Ne de yeşilimtırak bir zambak, narin <strong>ve</strong> sırılsıklam.<br />

Yeşil, belli belirsiz, gizliden gizliye serpilişi vardı asmaların<br />

Soylu jestlerle.<br />

Bakın, bugün, şu an bile<br />

Nasıl da kullanıyor görünmezliğini o!<br />

Bakın, hem mavi hem kara,<br />

Nasıl da Etiyopya karalığına bürünmüş,<br />

Sarkıyor koyu renkli üzüm, yapraklar arasında!<br />

Bakın, orada, öylesi esmer,<br />

hissedilebilir bir biçimde görünmez!<br />

Acaba kime sormalıyız onu?<br />

Belki de Afrikalı biliyordur bir şeyler.<br />

Gül bir asmayken, koyu tenliydi Tanrılar.<br />

Rüya içinde bir rüyadır Bakkhos.<br />

Tanrı zenciydi bir zamanlar, nasıl ki açık tenliyse şimdi.<br />

Ama pek uzun zaman ev<strong>ve</strong>ldi bunlar,<br />

Kadim Bushman 26 unuttu bizden bile beter,<br />

biz ki hiç bilmedik zaten.<br />

26<br />

Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda kırsal bölgelerinde yaşayan yerli<br />

halklara <strong>ve</strong>rilen ortak ad. (ç.n.)<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

Gene de yeniden anımsamanın eşiğindeyiz.<br />

Amerika bu yüzden suyunu çekti bana kalırsa. 27<br />

Alacakaranlığa gömülüyor solgun günümüz<br />

Ve şarabı yudumladıkça, yaklaşan gecenin içinden<br />

Rüyalara kavuşuyoruz.<br />

Hatta tufandan önceki dünyanın<br />

Eğreltiotu kokan sınırlarını aşarken buluyoruz kendimizi,<br />

Ki insan yanık tenli <strong>ve</strong> esrarlıdır orada,<br />

Güller gülüdür ufacık asma çiçeği, ıtırlı,<br />

Ve çıplak bir ortaklık içinde söyleşir her şey<br />

Şimdiki giyinik halimizle bizim asla söyleşemeyeceğimiz gibi.<br />

Karanlık yollardan aşağı inerken<br />

Manzaralar, biz şarabı yudumladıkça.<br />

Üzüm esmer,<br />

Yollar sessiz sedasız kavrayı<strong>ve</strong>ren<br />

Asma filizleriyle kaplı, alacakaranlık.<br />

Ama bizler uyanır uyanmaz dört elle sarılıyoruz<br />

Demokratik manzaralara, 28<br />

27<br />

<strong>Lawrence</strong>, bu ifadeyle ABD’de 1920-1933 yılları arasını kapsayan Alkol<br />

Yasağı dönemine atıf yapmaktadır. “Suyunu çekmek” <strong>ve</strong>ya “kurumak”<br />

anlamındaki ifadenin (go dry) bir diğer anlamı, “içkiyi yasaklamak”tır. Şair,<br />

“Üzümler”i 1920 yılının eylül ayında, alkol yasağının gündemi bir hayli<br />

meşgul ettiği bir dönemde yazmıştır. (ç.n.)<br />

28<br />

Demokratik Manzaralar (Democratic Vistas): Walt Whitman’ın siyasi<br />

yazılarından oluşan kitapçık boyutundaki bir yapıtının adı. (ç.n.)<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

Kendimize gelmeliyiz,<br />

bulvarlara, tramvaylara, polis memurlarına.<br />

Haydi, doğruca musluğa koşalım, ayılmaya.<br />

Ayılma, ayıklık.<br />

Uykusu geldiği halde<br />

uyanık kalmak için direnen, mücadele <strong>ve</strong>ren<br />

Bir çocuğun tatsız inadı sanki;<br />

Ayılma, ayıklık, zorla açık tutulan baygın gözler.<br />

Alacakaranlıktır şarabın yolları<br />

Ve yitik, eğreltiotu kokan dünyanın<br />

Sınırlarını aşmalıyız bizler, bu bizim için pek uzak da olsa:<br />

Eğreltiotu tohumunu dudaklarımız arasına alarak<br />

Gözlerimizi yumalım,<br />

Şarabın <strong>ve</strong> öteki dünyanın<br />

Asma filizleriyle kaplı yollarından inmeye başlayalım.<br />

San Gervasio<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

SERVİLER<br />

Toskana servileri,<br />

Bir şey mi diyeceksiniz?<br />

Kayıp bir dilden,<br />

Derinlerde saklı, karanlık bir düşünce gibisiniz,<br />

Toskana servileri,<br />

Büyük bir sır mı söyleceksiniz?<br />

Yetmiyor mu sözcüklerimiz?<br />

Ölü bir halkın ölü kelamıyla kayıp,<br />

Aktarılmaz bir sır.<br />

Gene de, Etrüsk servileri, 29<br />

Sizde o esrarlı bir anıt…<br />

Nasıl da hayranım sizdeki ketumluğa,<br />

Ey kara serviler!<br />

Uzun burunlu Etrüsklerin sırrı mı o yoksa?<br />

29<br />

“Toskana”, Latince’de “Etrüsk ülkesi” anlamına gelir. (ç.n.)<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

Servi koruları dışında çıt çıkarmayan<br />

Uzun burunlu, yumuşak adımlı, hin gülüşlü<br />

Etrüsklerin sırrı mı?<br />

Kıvrımlı, karanlık, yalım gibi upuzun boylarını<br />

Dört bir yana eğip duran serviler arasında,<br />

Etrüsk esmerliğiyle avare gezen eski Etrürya insanları;<br />

Tuhaf uzun çarıklar hariç çırılçıplak halde,<br />

Yarı gülümser, sinsi bir sessizlikle,<br />

Unutulmuş bir meseleye dair<br />

Vakur bir Afrika serinkanlılığıyla giden Etrüryalılar…<br />

Peki neydi o mesele?<br />

Yok, dilleri kayıp onların,<br />

Kof tohumlar gibi bomboş kelimeler;<br />

Söylenen söylenmiş, yankılar tükenmiş,<br />

Etrüsk heceleri<br />

Anlamını yitirmiş.<br />

Gene de görüyorum,<br />

Ey Toskana servileri,<br />

Karanlık, eski bir düşünceye gömülmüşsünüz;<br />

Etrüsk servileri olarak var olduğunuz sürece<br />

Asla yitip gitmeyecek ince bir düşünceye;<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

Romalıların vahşi dediği o bir görünüp bir kaybolan<br />

Sırım gibi Etrüryalıların<br />

İliklerine kadar işlemiş, ince, en esaslı düşünceye…<br />

Vahşi kara serviler;<br />

Eğile büküle, usulca sallanan, esnek, vahşi,<br />

Kapkara alev sütunları…<br />

Özünüzde saklı<br />

Ölü bir halkın anıtısınız siz!<br />

Gerçekten vahşi miydi peki<br />

O körpe ayaklı, uzun burunlu, sırım gibi Etrürya insanları?<br />

Yoksa rüzgârdaki servi ağaçları misali<br />

Yanıltıcı, farklı, karanlık olmak<br />

Yalnızca üslubu muydu onların?<br />

Tüm vahşilikleriyle ölüp gitmişler<br />

Ve geriye yalnızca<br />

Karanlık bir sabit fikir kalmış servilerde, mezarlarda.<br />

Gülüş, hınzır Etrüsk tebessümü<br />

Gizleniyor hâlâ mezarlar arasında,<br />

Etrüsk servileri…<br />

Son gülen iyi güler derler ––<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

O saf Etrüsk tebessümü ki<br />

Leonardo ancak üstünkörü çizebildi.<br />

Neler <strong>ve</strong>rmezdim neler,<br />

Pek nadide orkidelere benzeyen<br />

Şu şeytan denilen Etrüsklü’yü geri getirmek için!<br />

Zira şeytan yakıştırması<br />

Romalı’dan gelir belki ama<br />

İtibar etmem ben buna,<br />

Bıkmışım Roma erdeminden.<br />

Bilirim, ah, bilirim,<br />

Toprağa gömdüğümüz zaman<br />

Suskun halkları <strong>ve</strong> onların acayipliklerini,<br />

Onlarla beraber yaşamın narin büyüsünü de gömdük.<br />

Orada, en derinlerde,<br />

Kıvam bulur günlük, sızar mür. 30<br />

Karanlık serviler ––<br />

30<br />

Mecusiler’in çocuk İsa’ya <strong>ve</strong> annesine getirdikleri hediyeler. Cenaze <strong>ve</strong><br />

kurban törenlerinde kullanılan bu ağaç sakızı türleri, pagan kültürlerde<br />

yeniden doğum <strong>ve</strong> ölümsüzlükle ilişkilendirilirdi. Yeni Ahit, Matta 2:11:<br />

“E<strong>ve</strong> girince çocuğu annesi Meryem’le birlikte görünce yere kapanarak<br />

O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan olarak altın, günlük <strong>ve</strong><br />

mür sundular.” (ç.n.)<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

Yitik yaşamlardan nasıl bir aroma!<br />

Yalnızca güçlüler sağ kalır derler.<br />

Oysa yitiklerin ruhunu çağırıyorum ben ––<br />

Anlamları hayat bulsun diye,<br />

Sağ kalamayanları, karanlığa karışanları;<br />

Ve onların kendileriyle beraber götürüp<br />

Narin servilere, Etrüsk servilerine<br />

Erişilmez şekilde sakladığı sırrı.<br />

Şeytan da neymiş?<br />

Tek bir şeytan vardır, o da yaşamı yadsımak ––<br />

Etrüsk’ü nasıl yadsımışsa Roma,<br />

Montezuma’yı 31 nasıl yadsıyorsa mekanik Amerika.<br />

Fiesole, Toskana<br />

31<br />

Meksika’nın İspanyollarca fethi sırasında Hernán Cortés tarafından esir<br />

alınarak öldürülen Aztek kralı. (ç.n.)<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

ÇIPLAK İNCİR AĞAÇLARI<br />

İncir ağacı, tuhaf incir ağacı…<br />

Yoğun dümdüz gümüşten yapılmış;<br />

Güneyin deniz havasında lekesiz, pek hoş bir gümüş ––<br />

Lekesiz diyerek, mat demek istiyorum aslında ––<br />

Kalın, etine dolgun bir gümüş…<br />

İnsanın kolu bacağı misali yaşam pırıltısıyla mat,<br />

Daima alacakaranlık olan sağlıklı, dopdolu bir yaşamın<br />

Loş ışığında çırılçıplak,<br />

Ve çarkıfelek yaprakları misali zarif,<br />

Kayadan sarkan bir çarkıfeleğin çarpıcı pırıltısıyla<br />

Sanki bir çarkıfelek… 32<br />

Büyük, girift, çırılçıplak incir ağacı, bir sapsız çiçekler ağı,<br />

Çırılçıplak çiçeklenmiş, sergiliyor hayatın renklerini.<br />

Bir ahtapot sanki,<br />

Ama binbir ayaklı, hoş, tuhaf bir ahtapot ––<br />

32<br />

Büyüleyici bir güzelliğe sahip çarkıfelek çiçeği, Avrupa dillerindeki adını<br />

(passiflora, passion flower) görünümünden dolayı çarmıha gerilmiş İsa’ya<br />

benzetilmesine borçludur. (ç.n.)<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

Kayada yaşayan, çıplak, leziz bir deniz şakayığı sanki,<br />

Esrarengiz bir kibirle kayada boy atmış.<br />

Bırakın oturayım<br />

Kayalıkta yaşayan şu binbir kollu şamdanın altına,<br />

Güleyim Zamana, güleyim içi geçmiş Ebediyete,<br />

Ve alay edeyim yavan Sonsuzlukla,<br />

Sarılmışken bu muzır ağacın ten kokusuyla ––<br />

O ki nice sırlar saklıdır koynunda,<br />

Gülüyor, hem de çağlardır, insana <strong>ve</strong> onun huzursuzluğuna,<br />

Olanın olduğundan farklı olduğuna inanmaya çalışmasına,<br />

Gülüyor kıs kıs ona.<br />

Bırakın oturayım şu binbir kollu şamdanın altına,<br />

Mum yağı kokan, 33 yedi kollu,<br />

Ama uçurumun kenarından tepilerek<br />

Yağlı ahlâkçılığından arınmış<br />

Yahudi şamdanının altına,<br />

Ve tanık olayım onun kendisi oluşuna.<br />

33<br />

Şair, mum yapımında kullanılan hayvansal yağları kastederek, kimi<br />

İngilizce İncil çevirilerinde Eski Ahit, Levililer, 3:14-17 kısmında geçen bir<br />

sözcüğü (tallow) kullanıyor. Söz konusu pasajlar, ayin sırasında yapılacak<br />

sunu hakkında ayrıntılı talimatlar içerir. (ç.n.)<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

Ve seyredeyim<br />

Onun çıplak, müthiş bir gü<strong>ve</strong>nle her bir dalını<br />

Gökyüzüne, hep gökyüzüne uzatışını;<br />

Her dal bir öndermiş, ana sapmış, öncüymüşçesine<br />

Ve her biri güneşin mumunu ucundaki yuvada taşımaya<br />

Kararlıymışçasına,<br />

Dallarını dosdoğru gökyüzüne çevirişini.<br />

Her körpe dal<br />

Öncüsünün bacağından uç <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong>rmez 34<br />

Güneşin yanan mumunu taşımak için<br />

Tereddütsüzce boy atar.<br />

Ve körpecik başka bir dal tomurcuklanır onun da bacağından,<br />

O da tek olmayı,<br />

Güneşin yanan mumunu taşımayı kovalar.<br />

Ey binbir kollu şamdan, ey dikelmiş tuhaf incir ağacı!<br />

Medusa’nun başındaki yılanlar misali<br />

Her dalın bir ana dal olup ötekileri zorbaca geçmeye çalıştığı<br />

Ve eşitliğin kendini aşmaya azmettiği<br />

Acayip Demos, 35 ey çıplak incir ağacı!<br />

34<br />

Yunan mitolojisinde Dionysos, Zeus’un bacağından ikinci defa dünyaya<br />

gelir. (ç.n.)<br />

35<br />

Demos: Eski Yunan’da halk. (ç.n.)<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

Şüphesiz her biriniz<br />

Diğerlerinden daha öte bir mumluk olabilir güneşe,<br />

Ey Demos, Demos, Demos!<br />

Muzır incir ağacı, eşitlik bulmacası,<br />

Kafayı kendine takmış gizli mey<strong>ve</strong>lerinle<br />

Demon’sun 36 sen hem de!<br />

Taormina, Sicilya<br />

36<br />

Demon: Şeytan. (ç.n.)<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

ÇIPLAK BADEM AĞAÇLARI<br />

Islak badem ağaçları yağmurda,<br />

Topraktan kaskatı fırlamış demir gibi;<br />

Kapkara badem ağacı gövdeleri yağmurda,<br />

Topraktan fırlamış kıvrık, korkunç demir gereçler gibi;<br />

Sicilya kış yeşilinin yumuşak kürkünün,<br />

Toprağın yenmez otlarının derinlerinden boy atmış,<br />

Yamaçları tırmanan, kapkaranlık kıvrılan,<br />

Demir gibi kapkara badem ağacı gövdeleri.<br />

Teras korkuluklarının altında,<br />

Ey badem ağacı,<br />

Kapkara, paslı, demir ağaç gövdesi,<br />

Ustaca kaynatmışsın üzerine incecik dalları,<br />

Çelik gibi, havada duyarlı çelik gibi,<br />

Kurşuni <strong>ve</strong> eflatun, duyarlı bir çelik gibi,<br />

İncecik <strong>ve</strong> pek narin, yay gibi kıvırmışsın onları.<br />

Ne yapıyorsun aralık yağmurunda?<br />

Sipsivri çelik dallarının ucunda<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

Tuhaf bir elektrik duyarlılığı mı taşıyorsun yoksa?<br />

Tuhaf bir manyetik cihaz gibi<br />

Elektrikli etkiler için havayı mı tarıyorsun?<br />

Gökyüzünün Etna civarında kurtlar misali<br />

Sürekli kol gezen elektriğinden<br />

Garip bir şifreyle mesajlar mı alıyorsun?<br />

Yahut havadan kükürtün fısıltısını mı topluyorsun?<br />

Güneşin kimyasal şi<strong>ve</strong>sini mi dinliyorsun?<br />

Suların uğultusunu mu naklediyorsun dünyaya?<br />

Ve tüm bunlarla, sen, hesaplamalar mı yapıyorsun?<br />

Sicilya, sağanak yağmur altında aralık ayı Sicilya’sı ––<br />

Demirin eskimiş eğri büğrü gereçler gibi paslı,<br />

Kapkara dallara ayrılması<br />

Ve toprağın kas<strong>ve</strong>tli kürkü üzerinde savrula kıvrıla,<br />

Yenmez yeşil yamaçları tırmanması!<br />

Taormina<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

BADEM ÇİÇEĞİ<br />

Demir bile çiçek açabilir,<br />

Demir bile.<br />

Demir çağıdır bu;<br />

Gene de demirin çatlayıp tomurcuklandığını,<br />

Paslı demir üzerinde çiçek bulutlarının kabardığını görerek<br />

Cesaret alalım. 37<br />

Badem ağacı;<br />

Aralık ayının topraktan çırılçıplak fırlamış demir çengelleri.<br />

Keskin acılığıyla<br />

Yılan misali en ölümcül zehri tanıyan<br />

Badem ağacı. 38<br />

37<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, insan uygarlığının düzgünlüğe, işlenmişliğe, tamlığa dayalı<br />

“kusursuzluk” algısına olan eleştirisi, özellikle “Şeftali”, “Çıplak Badem<br />

Ağaçları” <strong>ve</strong> “Badem Çiçeği” şiirlerinde, John Ruskin ile; yazarın Doğada,<br />

Sanatta <strong>ve</strong> Politikada Demirin İşlevi (The Work of Iron, in Nature, Art, and<br />

Policy) <strong>ve</strong> Gotik’in Doğası (The Nature of Gothic) adlı yapıtlarındaki bazı<br />

yaklaşımlarıyla benzerlik gösterir. (ç.n.)<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

Demirin üzerinde, çeliğin üzerinde<br />

Tuhaf kar taneleri sanki, tuhaf kar öbekleri,<br />

Eriyen tuhaf kar artıkları.<br />

Yanılmayın sakın, gökten gelmedi onlar,<br />

Demirin içinden, çelikten çıktılar;<br />

Uçuşup gökyüzünden düşerek değil, fışkırarak,<br />

Demir boyunca, capcanlı çeliğe doğru<br />

Yoğun yeraltından pek tuhaf fışkırarak,<br />

Sıcak pembe uçlarda, parlak pembe kar tanelerinde<br />

Dünyaya benzersiz bir haykırış oldular.<br />

Hem de demiri parçalayan<br />

Pek hassas, üstün bir inancın yüreği bu,<br />

Badem ağaçlarının paslı kılıçları.<br />

Ağaçlar çile çekerler insan soyları gibi, çağlar boyu.<br />

Oradan oraya sürüklenir, sürülürler,<br />

Sürgün yaşarlar çağlar boyu;<br />

Asla kınına sokulmayan<br />

38<br />

Badem ağacının özellikle acı badem türü ham haliyle yendiğinde son<br />

derece zehirlidir; bir iki avuç acı badem, bir insanı öldürmek için yeterlidir.<br />

(ç.n.)<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

Çekilmiş kılıçlara benzerler, saplanıp kanla kararmış;<br />

Yaban diyarlarda yabandır ağaçlar…<br />

Ama çiçeğin yüreği,<br />

Çiçeğin o boyun eğmez yüreği!<br />

Şu yaralı bereli, 39 narin asmaya bakın,<br />

Ondan daha yaralısı, narini yok:<br />

Ama küçük, yaralı bir kökten nasıl da<br />

Taptaze bir coşkuyla atılıyor ileri!<br />

Kararlı, inatçı, yapışkan incir ağacı da<br />

Zaptedilemiyor, ahtapot gibi yayıyor dallarını budaklarını.<br />

Ve badem ağacı –– demir çağında, sürgünde!<br />

Şarap kâselerinin, çömleklerin, çanakların, testilerin,<br />

Ve açık yürekli kulplu kadehlerin pişmeye bırakıldığı 40<br />

Kadim güney toprakları burası, 41<br />

39<br />

Yapraklarının bir bir düşmesi sonucu asmanın üzerinin çentik çentik<br />

olması kastediliyor (many-cicatrised). (ç.n.)<br />

40<br />

Şair, antik dönemde şarabın saklanması, hazırlanması <strong>ve</strong> içimi için<br />

kullanılan amfora, krater, kantharos, oinokhoe, kylix gibi çeşitli toprak<br />

kapları sayıyor. Söz konusu toprak kaplar, güneşte bırakılarak pişirilirdi.<br />

(ç.n.)<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

Şimdi her yanını demirden badem ağaçları<br />

Diken diken kaplamış.<br />

Ama asla unutmayan bir demir,<br />

Tan yürekli bir demir;<br />

Çağın kıskacında, sürgüne karşı demire bürünmüş<br />

Daima çarpan tan yürek.<br />

Karı hatırlayan bir yürekten<br />

Nasıl da çiçek açıyor, bakın,<br />

Uzun gecelerle dolu ocak ayında,<br />

Akşam yıldızının <strong>ve</strong> köpek yıldızının 42 uzun kara gecelerinde,<br />

Upuzun gecelerde Etna’nın karlı rüzgârları arasında.<br />

Damla damla kan terliyor<br />

Uzun, upuzun Getsemani gecesinde,<br />

Damlalar çiçeğe dönüşüyor, övünce dönüşüyor damlalar,<br />

Bal dolu bir zafere dönüşüyor,<br />

en muhteşem görkeme dönüşüyor…<br />

41<br />

Şiir Sicilya, Taormina’da, yazarın birkaç yıl kaldığı, bugün D. H.<br />

<strong>Lawrence</strong> Evi olarak da bilinen Fontana Vecchia’da yazılmıştır. (ç.n.)<br />

42<br />

Köpek takımyıldızının, “ak yıldız” olarak da bilinen en parlak yıldızı;<br />

Sirius. Antik mitolojide doğurganlıkla, doğa unsurlarıyla <strong>ve</strong> yaşam<br />

döngüsüyle ilişkilendirilirdi. (ç.n.)<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

Ah, yaşam ağacını <strong>ve</strong>rin bana badem çiçeğinde,<br />

Korkusuz, harikulade çiçekler açan Çarmıh’ı <strong>ve</strong>rin!<br />

Akşam yıldızında, karlı rüzgârlarda<br />

<strong>ve</strong> uzun, upuzun gecelerde<br />

Bademe gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>ren bir şeyler olmalı,<br />

Güneşin ılımanlaştırdığı uzak diyarlardan bir anı;<br />

Zira yüreğindeki inanç yeniden gülümsüyor onun,<br />

İnancının bir kere daha haklı çıkmasının anlatılmaz coşkusuyla<br />

Bademin kanı kabarıyor,<br />

Demir gözeneklerden Getsemani kanı sızıyor, sızıyor,<br />

Körpecik tomurcuğa doğru top top oluyor<br />

Ve nihayet büyük, kutlu bir hamleyle,<br />

Bir çırpıda beliri<strong>ve</strong>riyor çiçekli, çıplak ağaç;<br />

Sanki çiye bulanmış bir damat, giysilerinden soyunmuş,<br />

Köpek yıldızının gece vakti gür ulumasına,<br />

Etna’nın keskin, karlı rüzgârına<br />

Ve ocak ayının çiğ güneşine karşı, tümden örtüsüz,<br />

Narin <strong>ve</strong> çıplak.<br />

Düşünün, demirin katılığından nasıl bir cesaretle<br />

Birdenbire çırılçıplak beliriyor o, çiçekli bir kusursuzlukla,<br />

Paslı kılıcın ucunda.<br />

Düşünün, açılıp saçılmış bir çıplaklıkla<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

Nasıl da dikiliyor orada, gülümsüyor<br />

Karlı rüzgârlarla, güneş parıltısıyla<br />

Ve düğün şarkıları uluyan köpek yıldızıyla koyun koyuna.<br />

Bal gövdeli, ey güzeller güzeli,<br />

Demirden boy göster,<br />

Al al olmuş yüreğin!<br />

Pek incelikli, hassas <strong>ve</strong> narin, ete kemiğe bürünmüşsün,<br />

Demirden daima daha korkusuz<br />

Ve çok daha mağrur, tereddütler karşısında tahammülsüz.<br />

Manzarada sanki kırağıyla donmuş,<br />

Gümüşsü hayaletler bunlar yeşil tepede fısıldaşan,<br />

Sanki kırağı yemiş gibi, esrarengiz.<br />

Bahçede ışınlar yayarak,<br />

Püskürmüşe benzeyen bir bedenle,<br />

Tan vakti hassaslığı içinde etrafına bakınır sanki her biri,<br />

Nasıl da dikbaşlı, nasıl da hınzır, gü<strong>ve</strong>n dolu gülümser,<br />

Keskin kılıçtan doğmuş.<br />

Başına buyruk,<br />

Sınır tanımaz,<br />

Bağlarını koparıp serbest kalmış,<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

Yaşamla yücelmiş bir ağaç.<br />

Her şeye karşı korkusuz,<br />

Hem demir hem toprak, özünde yaşam coşkusu.<br />

Gökte,<br />

Mavi, masmavi gökyüzünde<br />

Pespembe düğümler, balık gibi gümüşsü:<br />

Geniş ışınlar yayan, sessiz <strong>ve</strong> mesut, bal gövdeli,<br />

Yüreği al al olmuş, al al,<br />

Dupduru ışıkta göğe düğümlenmiş.<br />

Açık,<br />

Apaçık,<br />

Beş kat apaçık,<br />

Altı kat apaçık,<br />

Tam yerinde <strong>ve</strong> kusursuz;<br />

Nihai bir hüzünle yüreği al al,<br />

Her haliyle mahzun.<br />

Fontana Vecchia<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

MOR ANEMONLAR<br />

Çiçekleri bize kim bahşetti?<br />

Arş-ı âlâ? Beyaz Tanrı?<br />

Zırva!<br />

Cehennemin derinliklerinden,<br />

Hades’ten,<br />

Yeraltı diyarının efendisi!<br />

Ya çiçekler tanrısı İsa?<br />

Zannetmem.<br />

Peki ya güneş gibi parlayan Apollo, müziğin tanrısı?<br />

O da değil.<br />

Kim öyleyse?<br />

Söyle hadi!<br />

Söyleyeyim –– Pluto,<br />

Yeraltının karanlık efendisi,<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

Proserpina’nın 43 kocası.<br />

Var mı itirazı olan?<br />

Proserpina yukarı ilk çıktığında<br />

Çiçekler geldi, cehennem köpekleri geldi onun peşi sıra.<br />

Pluto –– karanlık, kıskanç tanrı,<br />

Damarında kanı müthiş çiçekler gibi kabarmış bir koca.<br />

Git bakalım, demişti o.<br />

Ve Sicilya’da, Enna çayırlarında<br />

Kadın ondan kurtulduğunu zannetmişti. 44<br />

Ama etrafta mor anemonlar açı<strong>ve</strong>rdi bir anda,<br />

Mağaralar,<br />

Küçük renk cehennemleri, karanlık inler,<br />

Kadının peşinden gelen cehennem; şaşaalı, müthiş<br />

Çukur tuzaklar.<br />

43<br />

Zeus <strong>ve</strong> Demeter’in kızı Persephone’nin Roma mitolojisindeki karşılığı.<br />

Annesi Ceres (Demeter) ile beraber doğurganlıkla, bereketle, yaşam-ölüm<br />

döngüsüyle ilişkilendirilirdi. Proserpina söylencesinin merkezinde, onun<br />

Pluto (Hades) tarafından Yeraltı diyarına kaçırılması <strong>ve</strong> her bahar<br />

mevsiminde yeryüzüne geri dönüşü yer alır. (ç.n.)<br />

44<br />

Söylencede anlatıldığı şekliyle Proserpina’nın yeryüzüne geri dönüşünün<br />

<strong>ve</strong> sonra tekrar kaçırılmasının Sicilya, Enna’da vuku bulduğuna inanılır.<br />

(ç.n.)<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

Kadının ayaklarının dibinde<br />

Açılan cehennem;<br />

Onun bembeyaz bileklerine doğru<br />

Kocanın heybetiyle, yılan başlarını<br />

Birbiri ardına kaldıran cehennem;<br />

Tutup yakalamaya çalışan mosmor cehennem.<br />

Gitmesine neden izin <strong>ve</strong>rmişti?<br />

Peşine düşüp tekrar yakalamak için,<br />

Onu, bembeyaz kurbanını.<br />

Ah, sahip olmak!<br />

Cehennemin eril çiçekleri<br />

Yeryüzünde yeniden.<br />

Gözünü aç, Persephone!<br />

Dikkat et, Ceres Hanım, düşman peşinizde.<br />

Yabani kurtboğan sarıyor ayaklarınızı<br />

Ve cehennem cazibesiyle, kocanın mosmor zorbalığıyla<br />

Kaplıyor yeni kavuştuğunuz düzlükleri.<br />

Kızının kurtulduğunu mu sanmıştın?<br />

Aşağıda, cehennemin dibinde,<br />

Cehennemin efendisi olan herifin<br />

Artık onu alıkoyamayacağını mı?<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

Vah vah!<br />

Eyvah! Geliyor işte çizgili, damalı enikler,<br />

Tazı gibi incecik çiğdemler!<br />

Tutun şunları, göreyim sizi!<br />

Haydi sevimli açıkgöz nergisler, altın spanyellerim benim,<br />

Koklayın, bulun onları!<br />

Şu azat edilmiş kadınları.<br />

Biri geliyor sanki!<br />

İşte oradalar!<br />

Mosmor anemonlar!<br />

Cehennem kabarıyor!<br />

Cehennem yeryüzünde; derinlerin efendisi!<br />

Kaç Persephone, kaç; kocan geliyor peşinden.<br />

Gitmene neden izin <strong>ve</strong>rmişti ki?<br />

Peşine düşüp yakalamak için.<br />

Budur bütün baharın <strong>ve</strong> yazın eğlencesi;<br />

Çiçekler kavrıyor bileklerini, çekiyor saçından,<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

Zavallı Persephone <strong>ve</strong> onun kadın hakları.<br />

Kocasının tuzağına düşmüş cehennem kraliçesi,<br />

Bahar geldi.<br />

Mevsim bahardır<br />

Ve yeryüzünde kocanın gösterişli dala<strong>ve</strong>releri.<br />

Ceres, öp kızını; kavuştun sanıyorsun ona.<br />

Oysa kocasının tarlasıdır<br />

Kızın Persephone!<br />

Zavallı kayınvalide!<br />

Yüzüstü bırakılacaksın sen de.<br />

Bahar geldi.<br />

Taormina<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

SİCİLYA SİKLAMENLERİ<br />

Adam gür simsiyah saçlarını alnından çektiğinde,<br />

Kadın perçemlerini yüzünden sıyırıp<br />

Bir el hareketiyle saçlarını arkada topuz yaptığında<br />

–– O ürpertici ataklık yok mu!<br />

Böylece ikisi de alınlarını apaçık,<br />

göğe karşı çırılçıplak duyduğunda,<br />

Gözleri ortaya çıktığında;<br />

Ve savrulan bir bıçak misali,<br />

Göğün ışığı o savunmasız gözleri kamaştırıp<br />

Yüzlerine karşı deniz de kılıcını çektiğinde ––<br />

Vahşiydiler onlar, Akdenizli vahşiler…<br />

Göğün altında sere serpe çehreleriyle,<br />

O gür çalıların içinden ilk kez çıktıklarında,<br />

Ayaklarının dibinde boy atmış minik<br />

Pembe siklamenler gördüler,<br />

Ve onların yanıbaşında, geçmişi kara kara düşünen<br />

Hantal kurbağalar.<br />

Hantal kurbağalar;<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

Ve ıpıslak parlayarak<br />

Ebedî bir gölgeyle toprağa tutunan siklamen yaprakları:<br />

Kurbağa gibi buğulu, toprak gibi yanardöner,<br />

Pek güzel,<br />

Kırağıyla süslü,<br />

Üzerine çamur sıçramış,<br />

Salyangoz gibi sedefli,<br />

Yere yakın.<br />

Denizin titrek yüzeyi,<br />

İnsanın savunmasız, çıplak çehresi<br />

Ve kulaklarını geriye yatırmış siklamenler.<br />

İncecik burunlu, upuzun,<br />

Dalgın görünüşlü tazılara benzeyen tomurcuklar:<br />

Hayal meyal topraktan uç <strong>ve</strong>rmiş,<br />

Varla yok arası,<br />

Adamın ayaklarının ucunda.<br />

Taşların hayat <strong>ve</strong>rdiği,<br />

Alçaklarda olmaktan hoşnut,<br />

Şafak pembesi siklamenler, körpe siklamenler;<br />

Kabarmışlar,<br />

Zarif, körpecik tazı kancıkları gibi<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

Uyanıp kulak kesilmişler sanki,<br />

Günün geniş, toy manzarasına karşı<br />

Ağızlarını aralamış esniyorlar sanki.<br />

Tazı kancıkları ––<br />

Pembe burunlarını<br />

Öne doğru eğmişler dalgın dalgın,<br />

Yeni günü uyandırmaktan çekinerek<br />

Usulca nefes alıyorlar,<br />

Alçaklardan hoşnutlar.<br />

Ah, dünyamızın başladığı Akdeniz sabahı!<br />

Uzak, pek uzak Akdeniz sabahları,<br />

Örtüsüz Pelasg 45 çehreleri<br />

Ve açılan siklamenler.<br />

Bir anda bayır yukarı koşuyor yaban tavşanı,<br />

Upuzun kulaklarını geriye yatırmış,<br />

coşku içinde gözünü dört açmış.<br />

Sararmış <strong>ve</strong> solgun, kayalık Akdeniz yamaçları üzerinde<br />

Gülpembe siklamen, esrik bir öncü!<br />

45<br />

Pelasglar: Helen kavimlerinin gelişinden ev<strong>ve</strong>l Yunan topraklarında <strong>ve</strong><br />

Ege adalarında yaşayan halk. (ç.n.)<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

Siklamenler, burunları allı pembeli siklamenler,<br />

Yaban tavşanı sürüleri misali, demetler halindeler,<br />

Yan yana bir sürü burun, kalkık kulaklar;<br />

Sanki bir kuyunun, şafak pınarının başına toplanmış,<br />

Büyü sözleri mırıldanan kadınlar.<br />

Yunan toprakları <strong>ve</strong> dünyanın sabahı ––<br />

Parthenon’un henüz tüm mermeriyle<br />

Siklamen köklerine hayat <strong>ve</strong>rdiği çağ…<br />

Menekşeler;<br />

Güze özgü,<br />

Şafak pembesi,<br />

Şafakla parlamış,<br />

Pembe burunlu, pagan menekşeler ––<br />

Bodur, kurbağamsı yapraklar arasında<br />

Henüz doğmamışların tohumunu saçan<br />

Erekhtheion heykelleri. 46<br />

Taormina<br />

46<br />

Atina, Parthenon Tapınağı’nın girişindeki kadın heykeli biçiminde<br />

sütunlar (karyatidler) kastediliyor. (ç.n.)<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

SİVRİSİNEK<br />

Bu numaralar nereden çıktı bayım?<br />

Neden böyle uzun bacaklar üzerinde duruyorsun?<br />

Bu upuzun baldırlar niye, ey çılgın esrime?<br />

Ağırlık merkezini yükseklere uçurabilesin<br />

Ve üzerime konduğunda hava kadar hafif olabilesin diye mi?<br />

Ey hayalet, tenimde ağırlıksızca durabilesin diye mi?<br />

Duydum ki bir kadın Kanatlı Zafer 47 demiş sana<br />

Miskin Venedik’te.<br />

Başını çeviriyorsun kuyruğuna doğru, gülüyorsun buna.<br />

Bunca şeytanlığı nasıl sığdırıyorsun<br />

Cılız, yarı saydam bedenindeki<br />

Hayalet kıymığına?<br />

47<br />

Kanatlı Zafer: Yunan zafer tanrıçası Nike ile özdeşlemiş bir ifade.<br />

Günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenmekte olan M.Ö. 3. yüzyıldan<br />

kalma Semadirek Kanatlı Zafer Heykeli, Helenistik sanatın şaheserlerinden<br />

biri olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

İncecik kanatlarınla <strong>ve</strong> uzayan bacaklarınla,<br />

Bir balıkçıl misali, havadaki bir zerre misali süzülüşün<br />

Ne kadar tuhaf ––<br />

Bir hiç âdeta.<br />

Nasıl bir gizem sarıyor seni şu an;<br />

Küçük şeytanî gizemin<br />

Sinsice kol geziyor, zihnimi uyuşturuyor.<br />

Büyülü iğrenç kıymık, işte senin numaran:<br />

Görünmezlik,<br />

Bulunduğun taraftan beni sersemleten uyuşturucu güç.<br />

Ama numaranı biliyorum artık, yanardöner büyücü.<br />

Ne kadar tuhaf ––<br />

Havada eğriler çizerek kol geziyorsun, sakınarak,<br />

Kuşatıyorsun beni, kanatlı hortlak,<br />

Ey Kanatlı Zafer!<br />

Yere konup ince uzun baldırlar üzerinde duruyorsun,<br />

Yan yan bakıyorsun bana, kurnazsın,<br />

Farkettiğimi biliyorsun.<br />

Seni gidi kıymık…<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

Sana karşı niyetimi okuyarak<br />

Yana doğru aniden havalanman tiksindiriyor beni.<br />

Pekâlâ, gel, habersizmiş numarası yapalım;<br />

Görelim bakalım bu sinsi kandırmacadan kim galip çıkacak.<br />

Ya insan ya sivrisinek…<br />

Sen benim varlığımdan habersizsin, ben de senin.<br />

Haydi bakalım!<br />

Fakat, ah iğneli iblis,<br />

Aniden nefretle kanımı titretiyor kozun,<br />

Senin o küçük iğrenç kozun:<br />

Kulağımın dibinde çaldığın tiz sesli, küçük, iğrenç borazan!<br />

Bunu neden yapıyorsun?<br />

Kötücül bir taktik olduğu kesin.<br />

Duydum ki yapmadan edemezmişsin.<br />

Eğer öyleyse gerçekten,<br />

Masumları koruyan Tanrı inayetine gü<strong>ve</strong>nmeliyim.<br />

Ama hayret <strong>ve</strong>rici şekilde<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

Kulağa bir savaş narası, zafer nidası gibi geliyor sesin<br />

Sen kafa derimi emmeye başladığın an!<br />

Kan, kıpkırmızı kan,<br />

Büyüler ötesi<br />

Yasak iksir.<br />

Seyrediyorum bir anlığına<br />

Unutulmuşluk içinde mest olmanı,<br />

Taze kan emerek<br />

Edepsizce kendinden geçmeni,<br />

Kanımı emmeni.<br />

Nasıl bir sessizlik bu, nasıl da sonu gelmez bir esrime,<br />

İhlâlin edepsizliği içinde<br />

Doymak tıka basa.<br />

Havada ne denli yalpalarsan yalpala<br />

Koruyor seni tiksinç, tüylü narinliğin,<br />

Ölçüsüz hafifliğin;<br />

Elimi öfkeyle savurduğum an<br />

Onun rüzgârıyla sürükleniyorsun.<br />

Alaycı bir zafer şarkısıyla kaçıyorsun,<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

Kanatlı kan damlası!<br />

Yakalayamam mı seni?<br />

Fazla mı iyisin benim için, ey Kanatlı Zafer?<br />

Sivrisineklikte sana yetişemem mi sanıyorsun?<br />

Tuhaf! Nasıl da koca bir leke bıraktı emdiğin kanım<br />

Senin silik, zerre kadarlık izinin yanında!<br />

Tuhaf! Nasıl da yitip gittin<br />

Donuk, karanlık bir is karasına!<br />

Siraküza<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

BALIK<br />

Balık, ah, balık,<br />

Dünya umurunda değil!<br />

Sular ister kabarıp kaplasın yeryüzünü,<br />

İster kuytu köşelerde durulsun,<br />

Senin için hepsi bir.<br />

Sucul, su altında yaşayan,<br />

Suya batmış,<br />

Dalgalarla ürperen.<br />

Sular çalkalanır,<br />

Sen de çalkalanırsın.<br />

Yıkayan sularla bir olup yıkanırsın,<br />

Derinde kalırsın.<br />

Asla bilmez,<br />

Asla kavramazsın.<br />

Yaşamın bir hassasiyet çalkantısıdır iki yanında boydan boya,<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

Bir akıntıdır yüzgeçlerinin ucunda, kuyruğunun sarmalında,<br />

Ipıslak yanıp tutuşan sudur solungaçlarının ızgaralarında;<br />

Ve sucul gözlerindir, sabit.<br />

Yılanlar bile yatar koyun koyuna.<br />

Ama, ah, suda kıpırdayan balık,<br />

Sen ancak sularla koyun koyuna yatarsın,<br />

Budur biricik temasın.<br />

Ne parmaklar, eller, ayaklar, ne dudaklar,<br />

Ne narin bir burun, ne hasret çeken bir bağır,<br />

Ne de şeh<strong>ve</strong>t dolu kasıklar ––<br />

Hiçbiri.<br />

Yalnızca sen <strong>ve</strong> yalın bir unsur,<br />

Kıpırtılı dalga.<br />

Akşam aydınlığında oynaşıp kıpırdayan gümüş pullar.<br />

Kimdir çırılçıplak selleri dölleyen?<br />

Kimdir dalgalardaki ana?<br />

Kimdir bir rahmin içinde yüzen?<br />

Kimdir tutkunu olduğu sularla,<br />

Tümden rahim olan bir unsurla, sessiz sedasız, iç içe yatan?<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

–– Yer seviyesinin altında, sudaki balık.<br />

Ekmeğini suya o atsa ne olur? 48<br />

Gümüşsü varlığıyla<br />

Yalın unsurun içinde<br />

Kendisidir o, yalnızca kendisi, o kadar.<br />

Ötesi yok.<br />

Yalnızca kendisi<br />

Ve bir unsur.<br />

Beslenme mi? Elbette!<br />

Suda iştah dolu gözler,<br />

Geçit gibi açılmış bir ağız,<br />

İtip harekete geçiren kuv<strong>ve</strong>tli bir omurga<br />

Ve yutkunan obur bir göbek.<br />

Korku mu?<br />

Korkuya da bilir!<br />

Yuvalarından fırlamış sucul gözler;<br />

48<br />

Eski Ahit, Vaiz, 11:1: “Ekmeğini suya at, çünkü günler sonra onu<br />

bulursun.” Bu, yapılan iyiliklerin boşa gitmeyeceği, Tanrı inayetinden<br />

herkesin nasibini alacağı anlamındaki bir ifadedir. (ç.n.)<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

Sanki balık sesiyle<br />

Çığlık atarak ani bir kaçış ––<br />

Çünkü geliyor turna balığı…<br />

Karaltıya karşı<br />

Kuyruğunu kıvrakça çevirip<br />

Şen bir korkuyla kaçı<strong>ve</strong>rir.<br />

Beslenme, korku <strong>ve</strong> yaşama sevinci ––<br />

Eser yok sevgiden.<br />

Ya da tam tersi:<br />

Yaşama sevinci, korku <strong>ve</strong> beslenme,<br />

Eser yok sevgiden.<br />

Suda nasıl bir yaşama sevinci bu böyle!<br />

Suyun içinde, yalın unsurla baş başa,<br />

Usulca ağzını açıp kapamak;<br />

Batmak, çıkmak, sularla uyumak;<br />

Dalgaların içine<br />

Kulağın duyamayacağı nice dalgacıklarla konuşmak;<br />

Solungaçları boğan sellerle nefes almak,<br />

Selle yan yana usulca akan balık kanıyla<br />

Balığa özgü ateşi canlı tutmak;<br />

Yalın unsuru bir sevgiliymişçesine<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

Altında duymak;<br />

Kışkırtıcı biçimde<br />

Şıp diye havaya sıçrayıp kaçmak,<br />

Ardından bir şaplakla suya tekrar kavuşmak.<br />

Gene bir olmak!<br />

Balık olmak!<br />

Hiçbir pişmanlık duymaksızın,<br />

Suda balık olmak.<br />

Sevgisiz, ama nasıl da şen şakrak!<br />

Henüz Tanrı ile sevgi bir değilken doğmuş,<br />

Yaşam sevgi nedir bilmezken.<br />

Pek güzel, herkesten erken davranmış.<br />

Kabul, sürü halinde gezer balıklar.<br />

Büyük sürüler halinde akın ederler.<br />

Ama sessiz, temassızdırlar,<br />

Ne bir sözü, coşkuyu, ne de bir öfkeyi paylaşırlar.<br />

Dokunmazlar.<br />

Birarada asılı dururlar, daima birbirinden ayrı;<br />

<strong>Öteki</strong>lerle aynı dalgada her biri sularla bir başına.<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

Suda yalnızca bir manyetizma onlar arasında.<br />

Bir defasında bir su yılanı görmüştüm Anapo’da, 49<br />

Kendi kendime, Şuna bak, demiştim,<br />

Başını kaldırmış, bir kuş gibi gidiyor suda!<br />

Kendine özgü; ama o bile ait bu dünyaya…<br />

Ama Zeller Gölü’nde 50 bir teknede oturmuş,<br />

Kabarıp inen sularda<br />

Gelip geçen balıkları seyrederken ––<br />

Soruyorum kendi kendime, bunlar da kim böyle?<br />

Ve tanıyamıyorum 51 onları…<br />

Gri çizgili bir kostüm giymiş, şık yüzgeçleri olan,<br />

Küçük, zayıf bir yavru turna balığı<br />

Aşağıda geziniyor ağır aheste, gözden kaybolmak üzere;<br />

Sanki bir serseri, gidiyor kaldırımın kuytu bir köşesinde…<br />

Ama durun, insan karıştı işin içine!<br />

49<br />

Sicilya’da bir nehir. (ç.n.)<br />

50<br />

Avusturya Alplerinde bir tatlı su gölü; Zell Gölü; Zellersee. (ç.n.)<br />

51<br />

Şair, can alıcı bir seçimle, hem “sahip olmak”, hem de “tanımak”, “kabul<br />

etmek”, “onaylamak” anlamını içeren bir sözcük kullanıyor (own). (ç.n.)<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

Daha yakından bakınca,<br />

O durgun, ölgün hareket,<br />

O doğa dışı, tüp gibi gövde, o upuzun, hortlak gibi burun…<br />

Vazgeçiyorum onu yüceltmekten.<br />

Zira bir hata yaptım, tanımıyorum ben onu ––<br />

Sudaki bu kül rengi, tekdüze ruhu;<br />

Balık canlılığı taşıyan,<br />

Gölgeler arasındaki bu yoğun varlığı.<br />

Tanımıyorum onun Tanrısını,<br />

Hayır, onun Tanrısını tanımıyorum.<br />

Yaşamın bizden koparabileceği nihai itiraf da bu olmalı.<br />

Bir defasında, suda belli belirsiz,<br />

Büyük bir turna balığı saldırınca<br />

Küçük balıkların kıymık misali dağıldığını görmüştüm.<br />

Kendi kendime,<br />

Senin bir sınırın var, ey yüreğim, demiştim,<br />

Senin Tanrının bir sınırı var.<br />

Pek ötede duruyor balıklar.<br />

<strong>Öteki</strong> Tanrılar<br />

124


www.isaretatesi.com<br />

Erişebileceğimin ötesindeler…<br />

benim Tanrımın ötesinde tanrılar…<br />

Benim ötemdeler onlar, balıklar.<br />

Varlığımın sınırında durup<br />

Öteye bakıyorum<br />

Ve pek uzakta görüyorum balıkları,<br />

Kıyıdan suyun içine bakıyorum.<br />

Elimde uzun bir oltayla bekledim<br />

Ve sudan aniden altın renkli, yeşilimsi, parlak bir balık çektim;<br />

Oltanın ucunda havaya fırlayıp savruldu,<br />

Başımın üzerinde bir hâle çizdi âdeta.<br />

Açılıp kapanan, suya aç ağzından çıkardım iğneyi,<br />

Ve dehşetle pörtlemiş gözünü gördüm onun,<br />

O altın renkli <strong>ve</strong> kızıl,<br />

Suda paha biçilmez, ayna gibi dümdüz gözü.<br />

Kabarıp duran bir yaşam nabzıyla,<br />

Yapış yapış, elimde çırpındığını duydum.<br />

Ve içim ezildi,<br />

Yerindim: Varlıkların ölçütü ben değilim.<br />

Benim ötemde bu balık.<br />

125


www.isaretatesi.com<br />

Tanrısı benim Tanrımın dışında.<br />

Altın renkli, yeşilimsi, kaygan, saf bir salgı bulaşıyor elime;<br />

Kızıl, altın renkli, ayna göz bakakalıyor <strong>ve</strong> ölüyor;<br />

Ve sucul, parlak hatlar giderek sönükleşiyor.<br />

Bilebileceğimden çok ev<strong>ve</strong>l,<br />

Henüz insan için gün doğmamışken,<br />

Şafağa karşı dünyaya gelmişti o.<br />

Benden pek önce gelmişti.<br />

Ve ben, on parmaklı günışığı canavarı,<br />

Öldürdüm onu.<br />

Altın renkli, kızıl gözleriyle, yeşilimsi saf pırıltılarıyla,<br />

Altın karınlarıyla,<br />

Ve Âdem öncesinden kalma yalnızlıklarıyla,<br />

Sevgisizlikten bile öte sevgisizlikleriyle,<br />

Bembeyaz etleriyle<br />

Balıklar<br />

Bambaşka çemberlerde yol alıyorlar.<br />

Aykırılar.<br />

Su seyyahları.<br />

126


www.isaretatesi.com<br />

Hepsi tek bir unsur onların.<br />

Her biri kendi başına,<br />

Sucul birer varlık.<br />

Kediler <strong>ve</strong> Napolitanlar,<br />

Sülfür sarısı günışığı canavarları ––<br />

Susuzluktan bile öte bir iştah duyar balığa onlar;<br />

Sülfüre doymuş şeh<strong>ve</strong>tlerini bastırmak için<br />

Sucul canlılığı ararlar.<br />

Bense<br />

Yalnızca merak ediyor,<br />

Ama anlayamıyorum.<br />

Balıkları anlayamıyorum.<br />

Başlangıçta <strong>ve</strong> sonda<br />

Balık idi İsa’nın adı… 52<br />

Zell-am-See<br />

52<br />

Balık sembolü, Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren İsa’yı temsil<br />

edecek şekilde kullanılmıştır. Bunun bir nedeni, Yeni Ahit’teki çeşitli<br />

pasajlarda (örn. Matta, 14: 19-21) geçen ifadelerdir; diğer nedeni ise İsa için<br />

kullanılan “İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı” (Iesous Christos, Theou Yios,<br />

Soter) ifadesinin baş harflerinin, Yunanca “balık” sözcüğüne (ichthys)<br />

karşılık gelen bir monogram oluşturmasıdır. Ayrıca “balık”, çeşitli pagan<br />

inanışlarında da önemli bir sembol olarak karşımıza çıkar. (ç.n.)<br />

127


www.isaretatesi.com<br />

YILAN<br />

Sıcak, sımsıcak bir gündü,<br />

Altımda pijama, su içecektim,<br />

Bahçemdeki yalağa bir yılan geldi.<br />

Keçiboynuzu ağacının tuhaf kokulu derin gölgesinde<br />

Suya indim merdi<strong>ve</strong>nlerden, elimde bir testi,<br />

Beklemeliydim, durup beklemeli, beklemeli,<br />

Zira benden önce yalağa o, yılan geldi.<br />

Gölgede kerpiç sıvadaki bir yarıktan sarkarak,<br />

Yumuşak karnını, sarılı kah<strong>ve</strong>rengili gevşek gövdesini<br />

Taş yalağın köşesine doğru saldı,<br />

Ve boğazını taşın kenarına dayayarak,<br />

Düpdüzgün ağzıyla,<br />

Çeşmenin damladığı yerdeki berrak suyu yudumladı,<br />

Ve düpdüzgün diş etlerinin arasından<br />

Gevşek upuzun bedenine doğru<br />

Suyu usulca, sessizce emdi.<br />

128


www.isaretatesi.com<br />

Yalağa benden önce başka biri gelmişti<br />

Ve ben, sonradan gelen, bekliyordum.<br />

Başını sudan kaldırdı<br />

Tıpkı sığırların yaptığı gibi;<br />

Ve tıpkı su içen bir sığırın yaptığı gibi<br />

Dalgın dalgın baktı;<br />

Çatallı dilini ağzında gezdirip bir an duraksadı;<br />

Ve eğildi gene, biraz daha yudumladı;<br />

Sicilya’nın temmuz gününde Etna’nın dumanı tüterken,<br />

Renkleri yerin yanan karnından<br />

Toprak rengi, altın gibi toprak sarısıydı.<br />

Aldığım terbiye bana<br />

Öldür onu dedi,<br />

Zira Sicilya’da<br />

Siyah yılanlar zararsız, altın sarısı olanlar zehirliydi.<br />

Erkeksen bir sopa alırsın eline, vurursun yılana, işini bitirirsin<br />

Diyordu içimdeki sesler…<br />

Fakat itiraf etmeliyim, pek sevmiştim onu.<br />

Sessiz bir konuk gibi<br />

Suyunu içmek <strong>ve</strong> yerin yanan karnına doğru<br />

129


www.isaretatesi.com<br />

Sakin <strong>ve</strong> huzurlu, bir teşekkür bile etmeden inmek üzere<br />

Yalağıma gelmiş olmasından<br />

Kıvanç duymuştum.<br />

Onu öldürmeye kalkışmadım diye korkak mıyım?<br />

Onunla konuşmak istedim diye sapkın mıyım?<br />

Onurlanmış hissettim diye aşağılık mıyım?<br />

Onurlandırıldım.<br />

Gene de susmadı sesler:<br />

Öldürürdün onu eğer korkmasaydın!<br />

Korkuyordum sahiden, hem de dehşet içindeydim,<br />

Ama tam da o yüzden<br />

Esrarengiz toprağın karanlık kapısından gelerek<br />

Misafirim oldu diye, daha da gururluydum.<br />

Kana kana içti,<br />

Ve sarhoşlamışçasına, hülyalı hülyalı kaldırdı başını;<br />

Dudaklarını yalarmışçasına,<br />

Çatallı kapkara bir gece gibi şapırdattı dilini havada;<br />

Ve bir tanrıymışçasına,<br />

Görmüyormuş gibi baktı boşluğa;<br />

Başını usulca çevirdi,<br />

130


www.isaretatesi.com<br />

Usulca, pek usulca, âdeta kat kat düşler içinde<br />

Ağır ağır kıvırarak upuzun bedenini,<br />

Dönüp yeniden duvardaki yarığa doğru tırmanmaya yeltendi.<br />

Ve başını o korkunç deliğe sokup<br />

Yılansı bir rahatlık içinde omuzlarını oynatarak<br />

Kendini yukarı doğru çektiği<br />

Ve içeri doğru girdiği sırada,<br />

Bir tür dehşet,<br />

Onun kendini o tiksinç deliğin içine doğru çekmesine,<br />

Bile bile o karanlığın içine girerek<br />

Kendini içeriye doğru çekmesine karşı<br />

Bir tür isyan<br />

Teslim aldı beni,<br />

O bana sırtını döndüğü an.<br />

Etrafıma baktım, testimi elimden bıraktım,<br />

Kocaman bir odun kapıp<br />

Yalağa doğru<br />

Bir tangırtı kopararak fırlattım.<br />

Sanırım onu vuramadım;<br />

Ama dışarıda kalan kısmı<br />

Yakışıksız bir telaşla aniden kasılıp şimşek misali bükülerek<br />

131


www.isaretatesi.com<br />

Kapkara delikten içeri doğru kaçtı,<br />

Duvar yüzeyindeki toprak dudaklı yarıkta yiti<strong>ve</strong>rdi.<br />

Durgun, sımsıcak öğle vakti<br />

Hayretler içinde bakakaldım arkasından.<br />

Ve hemen pişman oldum yaptığıma.<br />

Nasıl da bayağı, adi, aşağılık bir davranıştı!<br />

Tiksindim kendimden,<br />

İçimdeki mide bulandırıcı insani terbiye seslerinden.<br />

Ve albatrosu hatırladım, 53<br />

Yılanım geri gelsin diye yalvardım.<br />

Zira o gene bir kral gibi göründü bana,<br />

Sürgündeki bir kral, yeraltında tacını kaybetmiş, 54<br />

Şimdi yeniden taçlanacak olan.<br />

Yaşamın efendilerinden biriydi o,<br />

Fakat ben fırsatı kaçırdım.<br />

53<br />

Şair, Coleridge’in başyapıtı İhtiyar Denizcinin Şarkısı’nda denizcinin<br />

öldürdüğüne bin pişman olduğu albatrosu anıyor. (ç.n.)<br />

54<br />

Mitolojide yılan hem Zeus’la, hem Pan’la, hem de Typhon’la<br />

özdeşleştirilir. Zeus, Persephone’yi (bu şiirin yazıldığı) Sicilya’da<br />

döllemiştir; “tüm canavarların babası” Typhon ise tıpkı ateş <strong>ve</strong> yanardağ<br />

tanrısı nalbant Vulcanus gibi, Etna Dağı’nın altında yaşar. (ç.n.)<br />

132


www.isaretatesi.com<br />

Ve kefaretini ödeyeceğim şimdi<br />

Bayağılığımın.<br />

Taormina<br />

133


www.isaretatesi.com<br />

BABA HİNDİ<br />

Sen, fırfırlı kara çiçek.<br />

Sen, ışıltılı karanlık rüzgâr.<br />

Sendeki o sana özgü ihtişam…<br />

Karanlık <strong>ve</strong> pırıltılı,<br />

Derili <strong>ve</strong> tiksinç,<br />

Gelincik gibi parlak:<br />

Budur benim hayretler içinde<br />

En büyük hayranlığımı uyandıran ihtişam.<br />

Gizemli, anlaşılmaz ilkelliğinle,<br />

Bir Kızılderili gibi<br />

Esrarengiz biçimde kaba, aykırı hallerinle<br />

Sayısız asırların parlak, kapkara tohumusun sanki.<br />

Gerdanın, 55<br />

Ateş gibi kızılken soğumaya başlamış çelik cürufu renginde,<br />

55<br />

Hindinin boyun kısmındaki, “sakal” olarak da bilinen deri uzantıları<br />

kastediliyor. (ç.n.)<br />

134


www.isaretatesi.com<br />

Sanki pasparlak, pul pul oksitlenmiş bir gök mavi.<br />

Neden böyle bir gerdanın, ibikli kel bir başın var?<br />

Anlaşılması olanaksız bir kibirle<br />

Ne diye pörtletiyorsun o sabit, çırılçıplak gözünü?<br />

Keldir akbaba, hem de tiksinç bir biçimde; kondor da öyle;<br />

Ama bu oksitlenmiş gök mavisi, ateş gibi kızıl renkli<br />

Harika başlığı yalnızca sen sarınmışsın üzerine.<br />

Mavi <strong>ve</strong> parlak kırmızı renkli, tuhaf, paçavra gibi bir şal bu;<br />

Oysa tavus kuşunun başında bir taç.<br />

Soruyorum, acaba neden diye.<br />

Esrarengiz bir çeşit süs seninki belki de,<br />

sarkık deriden bir örtü.<br />

Belki de tüm bu gösteriş içinde<br />

Senin kaba bir zıtlıkla kendini dayatışın.<br />

Bir şal gibi göğsüne sarkıyor gerdanın,<br />

Ve başlığının ucu nahoşça kaplıyor burnunu.<br />

Belki de ham bir malzemedir bu ––<br />

Sen yaratılış fırınından çıktığında<br />

Üzerine yapışıp kalmış bir miktar cüruf.<br />

135


www.isaretatesi.com<br />

Ya da, belki de, bir boğanın<br />

Güm güm atan haşmetli bir gövdeyi dengelemek için<br />

Sarkaç gibi sarkan gerdanına<br />

Benziyor senin gerdanın ––<br />

Dengede duran koskoca bir yaşamın dışarı doğru taşmışlığı.<br />

Gelgelelim, eriyerek bütünleşmeyen,<br />

Ham, katışıklı bir yaşamdır seninki.<br />

Büzüyorsun kendini,<br />

Yay gibi kabartıyorsun sırtını,<br />

Omurganı kasıp titriyorsun içten içe,<br />

Ve arkaya değecek gibi oluyor örtülü başın,<br />

Kalkık kuyruğunun köklerine değecek gibi oluyor.<br />

Sen kendini kastığında,<br />

Geriye doğru kıvrılan tek bir yoğun ürperiş<br />

Teslim alıyor seni,<br />

Kutuplarını birbirine yaklaştıran güçlü bir mıknatıs gibi.<br />

Senin ibikli kafanın o yakıcı, parlak, artı kutbu!<br />

Ve eksi kutbun karanlığından,<br />

Dairevi bir çizgi oluşturan güneş gibi yuvarlak kuyruğunun<br />

Birdenbire fırlayışı!<br />

136


www.isaretatesi.com<br />

O sırada ikisi arasında, sırtının gergin yayı boyunca<br />

Şiddetli patlamalarla manyetik akımların sıçrayışı;<br />

Parlak, kapkara tüylerinin şişkin bir zırh gibi kabarışı,<br />

Sanki fırtına rüzgârlarıyla, yahut bir su akıntısıyla sarsılışı.<br />

Senin o pek keskin, duyular ötesi kibrin<br />

Derili başlığını titretiyor başında <strong>ve</strong> boynunda,<br />

Sen kendini hırsla kastığında.<br />

İradede öyle bir gerilimin dışavurumudur ki bu,<br />

Ne Zaman onaylamaya razı olmuştur onu,<br />

Ne de ne yaparsa yapsın<br />

Sonsuzluk boyun eğdirebilmiştir ona.<br />

Yaşamın terbiye edemediği ham bir Amerikan iradesi bu,<br />

Sen ki iradeyle kasılmış, aksi bir kuşsun divane bakışlı.<br />

Tavus kuşu bronz tüylerini havaya dikip<br />

Masmavi bir ihtişamla kasıla kasıla gelir Uzak Doğu’dan.<br />

Ama bir de hindinin yerde şişinip kurumlanışına,<br />

Kabarık kanatlarını<br />

Vahşilerin gepgeniş, kas<strong>ve</strong>tli, uğursuz davullarla ritim tutması<br />

misali<br />

Pat pat vuruşuna bakın.<br />

Tıpkı piramitli Meksika’da kurban töreni sırasında<br />

137


www.isaretatesi.com<br />

Huichilobos’un 56 kocaman davulunun o ağır, iç karartıcı sesi…<br />

Davulun gümbürtüsü –– <strong>ve</strong> hindinin hücum edişi,<br />

Ani, şeytanî bir ataklık, kabarmış tüyler,<br />

Ve bronz parıltılarıyla binbir taç yaprak,<br />

Her biri ötekilerden ayrı <strong>ve</strong> yerli yerinde.<br />

Her bir teleğin ucundaki zarif çizgilerden oluşan<br />

O incecik, pek narin kavis…<br />

Ne var ki, birdenbire çınlayan bronz rüzgâr çanı,<br />

Ve aşırı kibirden deliliğe kayan bir göz.<br />

Ey, baba hindi!<br />

Gelecek şafağın kuşu yoksa sen misin?<br />

Tavus kuşu, devri geçti de<br />

Boşuna mı bağırıyor cırtlak bir sesle, güneşin doğması için?<br />

Kartal, gü<strong>ve</strong>rcin, çiftlik horozu boşuna mı yırtınıyor<br />

Ertesi günü doğurmak için?<br />

Yoksa bizi mi bekliyorsun Batı’da, ey gerdanlı baba?<br />

Haykırışın yetecek mi buna?<br />

Yoksa çarmıhın dibinde<br />

Yitik Amerikalı’nın kayıp izlerinin peşine mi düşmek gerek?<br />

Yahut ilkel Kızılderili inadını,<br />

56<br />

Aztekler’in başlıca güneş, savaş <strong>ve</strong> kurban tanrısı; Huitzilopochtli. Aztek<br />

başkenti Tenochtitlan’ın da koruyucu tanrısıydı. (ç.n.)<br />

138


www.isaretatesi.com<br />

Onun yoğun, insan ötesi kararlılığını<br />

Ve horgörüsünü, donukluğunu, ataklığını takınıp<br />

Yeni günü zorla mı doğurmak?<br />

Doğu yürürlükten kalkmış, Avrupa can çekişiyor…<br />

Öyle mi gerçekten?<br />

Kuş tüyleriyle parlayan kas<strong>ve</strong>tli, ölü<br />

Amerikan yerlileri, Aztekler,<br />

Kanlı kurban törenlerinin uğursuz ihtişamıyla,<br />

Yarı tanrı, yarı şeytan,<br />

Şafağın karşısında baba hindinin çığlığını mı bekliyorlar?<br />

Yahut senin<br />

Eriyip katışıksızlaşana dek<br />

Bir kere daha mı ateşten geçmen gerek,<br />

Ey cüruf gerdanlı baba hindi,<br />

Fırfırlı yaka?<br />

Fiesole<br />

139


www.isaretatesi.com<br />

SİNEK KUŞU<br />

Hayal edebiliyorum,<br />

İlkel bir çağın dilsizliği içinde<br />

pek uzak, bambaşka bir dünyada,<br />

Yalnızca ıhlayıp hımlayan müthiş bir sükûnetin ortasında,<br />

Sinek kuşları 57 uçuşurdu yollarda.<br />

Henüz ruhu yokken hiçbir şeyin,<br />

Yarı canlı yarı cansız<br />

Maddenin kabarmasından ibaretken yaşam,<br />

Koparak düştü bu minik kıymık ihtişam içinde,<br />

Ve pır pır uçtu<br />

Durgun, devasa, etli yapraklar arasında.<br />

Sanıyorum o zaman çiçekler yoktu daha,<br />

Yaratılıştan bir adım ileride<br />

57<br />

Sinek kuşu, kuş familyasının en küçük boyutlu üyelerindendir;<br />

büyüklüğü ancak iri bir sinek kadardır. Çok hızlı kanat çırpan <strong>ve</strong> bu sayede<br />

havada asılı durabilen, oynak bir kuştur. Kanatlarının çıkardığı sesten<br />

dolayı, İngilizce’de hummingbird (“hımlayan kuş” <strong>ve</strong>ya “vınlayan kuş”)<br />

olarak bilinir. (ç.n.)<br />

140


www.isaretatesi.com<br />

Şimşek gibi parladı sinek kuşu o dünyada.<br />

Ve durgun bitki damarlarını didikledi uzun gagasıyla.<br />

Büyüktü herhalde,<br />

Yosunlar <strong>ve</strong> küçük kertenkeleler için<br />

Bir zamanlar büyüktüler derler ya…<br />

Amansızca gagalayan korkunç bir yaratıktı belki de.<br />

Ne talihliyiz ki<br />

Zamanın upuzun teleskopunun<br />

Ters tarafından bakıyoruz biz ona!<br />

Española, New Mexico<br />

141


www.isaretatesi.com<br />

NEW MEXICO’DA BİR KARTAL<br />

Güneşe dönük, güneybatıya dönük<br />

Bir göğüs, kavruk.<br />

Kavruk bir göğüs, güneşe karşı durmuş,<br />

Sanki bir yanıt, sert bir yanıt.<br />

Kül rengi adaçayı çölünde<br />

Bodur bir sedir çalısının tepesinde<br />

Bir kartal,<br />

Güneşin kavrukluğunu yansıtıyor göğsünden.<br />

Bir kartal,<br />

Orağı kapkara sarkıyor yukarıdan.<br />

Kavruk <strong>ve</strong> rengi soluk,<br />

Dikelmiş sedir çalısından;<br />

Dikelmiş, içine tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />

Tüylerle donanmış bir kartal,<br />

Kavruk beyaz tüylerle, yanık kopkoyu tüylerle,<br />

Hem de ateş kızılı tüylerle;<br />

Ve haddinden fazla savrulmuş bir orak, sarkıyor yukarıdan.<br />

142


www.isaretatesi.com<br />

Ey güneşe göğüs geren, aynı anda hem sağa hem sola bakan,<br />

Ey maskeli, esmer çehreli,<br />

Gözlerinin arası demirden, orak maskeli,<br />

Ey tüylerle donanmış, vahşi pençeli!<br />

Dikelmişsin, içine kaskatı tanrısal bir itki saplı aşağıdan.<br />

Güneşe iki gözünle birden bakmazsın.<br />

Bir tek kavruk geniş göğsünün iç gözü<br />

Bakar güneşe doğrudan.<br />

Soluk renkli kavruk göğsün hariç<br />

Karasın sen;<br />

Ve kavruk göğsüne doğru<br />

Yukarıdan silah sertliğiyle kıvrılarak<br />

Âdeta yararcasına inen karalığın<br />

Demokles’in kılıcı gibidir,<br />

Ey gagalı kartal!<br />

Öyle çok defa kana bandın<br />

O kapkara, silah gibi suratını,<br />

Kana susamış kuş, demire iyice su <strong>ve</strong>rdin.<br />

Ah, Amerikan kartalı,<br />

143


www.isaretatesi.com<br />

Neden böyle inatla güneşe karşı durdun?<br />

Sanki eski, çok eski bir hıncın var ulu güneşe,<br />

Ya da eski, çok eski bir bağlılığın var ona.<br />

Dumanlı kıpkırmızı kalbi söküp aldığında<br />

Tavşandan <strong>ve</strong>ya şen bir kuştan,<br />

Güneşe doğru mu tutarsın onu<br />

Kıpkırmızı insan kalbini havaya kaldıran<br />

Aztek rahipleri misali?<br />

Ey ihtiyar kartal,<br />

Amerika’da güneş<br />

Kandan tüten buharı mı ister hâlâ?<br />

New Mexico’da güneş<br />

Gökte vahşi bir avcı kuş gibi<br />

Kanatlarını mı açıp süzülür?<br />

Kan için çığlık mı atar yoksa?<br />

Havada süzülen kana susamış bir kuş misali<br />

Çayırlar üzerinde<br />

Gepgeniş kanatlar mı açar?<br />

Ey ulu kartal,<br />

144


www.isaretatesi.com<br />

Kızılderililerin olmak istediği güneş rahibi sen misin yoksa?<br />

Bir kan dökücülük bağı mı var güneşle aranızda?<br />

Yoksa senin anakaran<br />

Buzul çağından bu yana soğuk kaldı da,<br />

Ondan mı öfkelidir güneş bunca?<br />

Yoksa anakaranda<br />

Kan henüz sürüngen kanıdır da,<br />

Güneş tamah mı ediyor ona?<br />

Boyun eğmiyorum sana,<br />

Kıskaç suratlı kocaman kartal!<br />

Ne sana ne de senin o kana susamış güneşine ––<br />

O ki kan emer<br />

Ve asabi bir halk bırakır geriye.<br />

Uç git, kocaman kapkara sırtlı koskoca kuş!<br />

Kuyruğunda ateş kızılıyla,<br />

Kapkara olan karanlığınla, usulca uç git,<br />

Ey gökler kartalı!<br />

<strong>İnsanlar</strong> kalplerindeki canla<br />

Sonunda gökteki güneşi bile<br />

Boyunduruğa vurup yola getirirler.<br />

145


www.isaretatesi.com<br />

Ey güneşe doğrudan bakan<br />

Ağır kapkara gagalı ulu kuş,<br />

Gün gelir seni de kurban getirme görevinden azlederler!<br />

Taos<br />

146


www.isaretatesi.com<br />

MAVİ ALAKARGA<br />

Karda kulübenin etrafından<br />

Mavi alakarga geliyor başında sorgucuyla.<br />

Her şeye sırtını dönerek,<br />

Mavi bir metal parçası gibi koşuyor karda.<br />

Kulübenin üzerinde kaba bir duman sütunu gibi<br />

Yükselen kocaman çam ağacından<br />

Tiz bir kahkaha duyuluyor,<br />

Küçük kara köpeğimle ikimiz yaklaştığımız sırada;<br />

Küçük kara kancık<br />

Karda bacaklarını ayırarak duruyor,<br />

Bir parça endişeyle başını kaldırıp, sorgulayarak,<br />

Duman sütununa bakıyor.<br />

Ağaçtan ciiiik! diye bir sataşma duyuluyor.<br />

Ah, Bibbles,<br />

Gülünç, kalkık burnunun çentiğinde bir tutam karla gezen<br />

Küçük kara kancık,<br />

Bana niye bakıyorsun?<br />

147


www.isaretatesi.com<br />

Böyle endişeli, niye bana bakıyorsun?<br />

Bize gülüyor mavi alakarga.<br />

Bibs, mavi alakarga bizimle alay ediyor.<br />

Kar yağdığından beri her gün<br />

Mavi alakarga kulübenin etrafını turluyor;<br />

Pek meşgul, çeri çöpü didikliyor;<br />

Herkese sırtını dönerek<br />

Karda siyah uçlu gür sorgucuyla bir görünüp bir kayboluyor;<br />

Sanki belli belirsiz bize sesleniyor:<br />

Ey meraklı ahali, umurumda değilsiniz hiçbiriniz.<br />

Seni asit mavisi metalik kuş,<br />

Seni asi sorguçlu tombul kuş,<br />

Kimsin sen?<br />

Bu kabadayı hallerinle, kime patronluk taslıyorsun sen?<br />

Seni göztaşı rengi, masmavi kuş seni!<br />

Lobo, New Mexico<br />

148


www.isaretatesi.com<br />

EŞEK<br />

Sicilya alacakaranlığında,<br />

Uzun uzun anırıyor eşek ––<br />

Tüm kısraklar ölü!<br />

Ölü tüm kısraklar!<br />

Aa-ii!<br />

Aaa-iiii!<br />

Aa-ii-ii-iii!!<br />

Yürek dayanmaz, ah!<br />

Yürek dayanmaz!<br />

Ah, yürek dayanmaz!<br />

Ahhh ––<br />

Bir tane kalmış geriye!<br />

Tek bir tane!<br />

Bir tane!<br />

Bir tane... kalmış… geriye...<br />

Sancılı bir yatışmayla hırıl hırıl sonlanıyor.<br />

149


www.isaretatesi.com<br />

Böyledir eşeğin anırmasına özgün Arap yorumu. 58<br />

Araplar bilir doğrusunu.<br />

Fakat onun âdeta pirinç çalgı tınısıyla attığı uğultulu nara<br />

Sicilya alacakaranlığında yankılandığında,<br />

Emin olamıyorum tam da…<br />

Kocaman, tüylü bir kafası var,<br />

Büyük mahzun gözleri,<br />

Düşük, takatsiz bir kıçı,<br />

Küçük toynakları.<br />

Canım benim!<br />

Nasıl da eşek!<br />

İçinde nasıl bir düğüm!<br />

Unutamadığı bir şey var, hayıflandığı.<br />

Orası kesin.<br />

Tatar bozkırları, 59<br />

58<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın Deniz <strong>ve</strong> Sardinya Adası (Sea and Sardinia) yapıtında şöyle bir<br />

pasaj geçer: “Eşeğin uzun uzun, pek mahzun, inleye hıçkıra anırması:<br />

‘Ölüdür tüm dişiler, ah, tüm dişiler – aah! – iiih! – ahh! – iiih! Yalnızca biri<br />

sağ…’ Ve sonra teskin olup sancılı bir hırıltıyla susar. Araplar eşeğin<br />

aslında böyle feryat ederek anırdığını söylerler.” (ç.n.)<br />

59<br />

Orta Asya bozkırları kastediliyor. (ç.n.)<br />

150


www.isaretatesi.com<br />

Ve dişlerindeki rüzgâr biraz,<br />

Ve noli me tangere. 60<br />

Sonra, rüzgârı yardığında dişleriyle,<br />

Kurtları çiğneyip tepelediğinde,<br />

Ve bir engelin üzerinden vahşice atlarmışçasına<br />

Kısraklarının tepesine çıktığında, güneşe güldüğünde...<br />

Eyvah, nasıl olduysa oldu,<br />

Âşık oldu, satıldı pazarda!<br />

Düştü aşkın cenderesine,<br />

Zavallı eşek, tıpkı erkek gibi hep cenderede,<br />

İkisi birbirine benzer bu meselede.<br />

Ruhu tümden erkeklik uzvunda,<br />

Ve kafası davul gibi, arzunun bilinciyle, utançla.<br />

Aşka tutulan ilk hayvandı eşek;<br />

Engelleri, kısrak engellerini<br />

Bir bir aşan gururdan,<br />

Aşka,<br />

60<br />

“Bana dokunma.” (Lat.) İsa’nın kutsal dirilişten sonra Mecdelli Meryem’e<br />

sözleri (Yuhanna 20:17). (ç.n.)<br />

151


www.isaretatesi.com<br />

Kısrak amacına vardı, şeh<strong>ve</strong>tin bilgisine battı.<br />

Bundandır İsa’nın Kudüs’e onun sırtında Görkemli Girişi. 61<br />

Bundandır onun güzelim gözleri.<br />

Bundandır onun arzuyla kara kara düşünen hantal kafası,<br />

İsa misali düşüşü <strong>ve</strong> sırtında semeri.<br />

Bundan gösterir kocaman eşek dişlerini<br />

Ve bir feryatla ulur ki<br />

Doyumsuz arzudur bir yarısı,<br />

Tesellisiz utançtır diğer yarısı.<br />

Bundandır kapkara çarmıh, onun omuzlarında. 62<br />

Araplar doğru ama eksik söylemişler,<br />

Ebedî arzuyla ebedî bir ağıttır anırma.<br />

Bakın nasıl da başını öne eğmiş<br />

61<br />

İsa’nın çilesinin başlangıcı sayılan, “Kudüs’e Görkemli Giriş”<br />

kastediliyor. İsa, Zeytin Dağı’ndan iner <strong>ve</strong> yanında kalabalık bir kitleyle,<br />

büyük bir coşkuyla, eşek (sıpa) sırtında Kudüs’e girer. Bunu “Veda<br />

Yemeği”, “Getsemani Bahçesi’nde Dua” <strong>ve</strong> “Çarmıha Gerilme” izler. Bkz.<br />

İncil, Matta 21:7, Luka 19:30-39, Yuhanna 12:14 <strong>ve</strong> Zekeriya 9:9. (ç.n.)<br />

62<br />

Hıristiyan anlatılarına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında eşek<br />

onun yanından ayrılmaz <strong>ve</strong> sırtına çarmıhın gölgesi düşer. Gerçekten de<br />

eşeklerin sırtında yukarıdan bakıldığında görülebilen, hayvanın omuzları<br />

<strong>ve</strong> sırtı boyunca uzanan, haç şeklinde, siyah bir iz bulunur. (ç.n.)<br />

152


www.isaretatesi.com<br />

Duruyor Porta Cappuccini’nin 63 yanında<br />

Asinello, Ciuco, Somaro; 64<br />

Buğulu, güzelim gözleriyle,<br />

Dalgın ama ayık bir yüzle,<br />

Bir kaya parçası gibi hareketsiz.<br />

Gorgon’un başını gördü de taşa mı döndü?<br />

Yazık! Aşk 65 yapmıştır.<br />

Eşşektir şimdi, merkeptir, karakaçandır, eşşek oğlu eşşektir,<br />

Sahibi sırtına yükleri <strong>ve</strong>rir de <strong>ve</strong>rir.<br />

Burnundan bağlı Porta Cappuccini’nin yanında.<br />

Ve içeriden bir başka düğümle bağlı,<br />

İki arzu arasında kördüğüm ––<br />

Güneşe doğru sıçrayarak<br />

Kısrak engellerini erkekçe bir bir aşmak;<br />

Ve sonunda kabına sığmayan koskoca bir sıçrayışla, erkekçe,<br />

Bir kısrağın amacına sıçramak.<br />

Olan olmuş.<br />

Her kuşun eti yenmez.<br />

63<br />

Sicilya, Taormina’da tarihi kent kapılarından biri. (ç.n.)<br />

64<br />

Asinello, Ciuco, Somaro: Üçü de İtalyanca’da “eşek” anlamına gelir. (ç.n.)<br />

65<br />

Şair, aşk anlamına gelen sözcüğü büyük harfle yazdığına göre, belli ki aşk<br />

tanrıları Eros’u <strong>ve</strong> Cupid’i ima ediyor (Lo<strong>ve</strong>). (ç.n.)<br />

153


www.isaretatesi.com<br />

Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />

İçindeki ıstırap dalgasıyla sarsılırken benliğinin kayası,<br />

Gösteriyor upuzun eşek dişlerini,<br />

geri yatırıyor eşek kulaklarını,<br />

Uzatıyor eşek boynunu<br />

Ve kıyametler koparıyor hınç dolu havada.<br />

E<strong>ve</strong>t, bu bir açmaz.<br />

Sırtına İsa bindi onun: ilk yük hayvanının sırtındaki ilk yük.<br />

Sevgi, uysal bir eşeğin sırtında.<br />

Hikâye böyle başladı.<br />

Ama eşek unutmaz asla.<br />

At dediğin beygirdir, unutur gider.<br />

<strong>İnsanlar</strong> da enenmiş, tiridi çıkmış beygirlerdir,<br />

Hiç hatırlamazlar.<br />

Ama ilkel bir mahluktur eşek,<br />

Asla unutmaz.<br />

Tatar bozkırları;<br />

Ve uysal bir sıpanın sırtında İsa: kısraklar:<br />

154


www.isaretatesi.com<br />

Mısır’a kaçan Meryem: Yusuf’un değneği. 66<br />

Ahaaa! İhiii! Haa! Hii! Aaaa! İiii! A-i! A-i!<br />

Tüm kısraklar ölü!<br />

Ben ölüyüm ya da!<br />

Birimiz, ya da her ikimiz,<br />

Bilmiyooo-ruum ama! Ouuuu!<br />

Hangisi?<br />

Bilemiyooo-ruum<br />

Ha-ha-ha-haangisiii!<br />

Haangisiii!<br />

Taormina<br />

66<br />

Aziz Yusuf, Bakire Meryem’in kocası <strong>ve</strong> İsa’nın dünyevi babasıdır. Kral<br />

Hirodes’in oğlan çocuklarını öldüreceğini haber alan Meryem <strong>ve</strong> Yusuf,<br />

çocuk İsa’yı yanlarına alarak Mısır’a kaçarlar. Dinî tasvirlerde Meryem eşek<br />

sırtında resmedilir. Yusuf ile Meryem’in evlendirilmeleri, Yusuf’un<br />

tapınağa Meryem için sunduğu değneğin çiçek açması sayesinde olmuştur.<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın, Meryem <strong>ve</strong> Yusuf’un Mısır’a göç hîkayesini farklı bir biçimde<br />

yorumladığı “İnatçı Bir Kadının Baladı” (Ballad of a Wilful Woman) adlı bir<br />

şiiri vardır. (ç.n.)<br />

155


www.isaretatesi.com<br />

TEKE<br />

Bakın şunun basık, kapkara burnuna,<br />

Balinanın hava delikleri gibi yamyassı.<br />

Sanki geriye, kuyruğunun köküne dönük burun delikleri.<br />

Sürünün içinde usulca harekete geçiyor,<br />

Dişiler arasından kendine bir gemi gibi azimle yol açıyor,<br />

Ağır, kokuşmuş bir yük taşıyarak<br />

Küçük gemiler arasından ilerliyor,<br />

––İhtiyar baba!––<br />

Küçük bir kapı aralanır diye<br />

Daima ileriyi, keçilerin arkasını kokluyor,<br />

Sıkça içeriye girse de hedefine bir türlü varamadan<br />

Yoluna devam ediyor:<br />

Büyük bir gemi misali<br />

Pruvasını küçük gemilerin üzerine bindiriyor,<br />

Sonra dönüp yeniden dümeni kırıyor<br />

Ve dişi gemilerin peşinde<br />

Asla, ama asla yolun sonuna varamıyor.<br />

156


www.isaretatesi.com<br />

İncecik yarıklardan bakan sapsarı gözler ––<br />

Biz pörtlek gözlüler için nasıl da anlaşılmaz.<br />

Fakat sizin de alnınızda kapkara bir duvar olsaydı,<br />

Ve o duvarın üzerinde<br />

Bir dağ sırtının ucundaki<br />

sipsivri bir kayalık dağ misali boy atmış<br />

Bronzdan, sarmal boynuzlarınız olsaydı,<br />

Ve sinirleriniz sizi o duvara doğru zorlasaydı ikide bir,<br />

Hele bir de<br />

İğne deliği kadarlık bir uzantı çıkıyor olsaydı bir tarafınızdan,<br />

Ama onu görmek isteyip de bir türlü göremiyor olsaydınız,<br />

Böyle gözleriniz olurdu herhalde.<br />

Bazen irkiliyor birdenbire<br />

Ve dövüşmek, meydan okumak,<br />

tos vurmak için yüzünü dönüyor.<br />

O an kapkara bir tüy bulutunun içinde<br />

Fırtına şimşeğini andıran bir yarıktan bakan gözüyle<br />

Anlıyorsunuz onun bir tanrı olduğunu.<br />

Ayağını pek heybetli basıyor yere,<br />

Öbür ayağını aniden balyoz gibi<br />

Yere pek yaman vurarak<br />

Ortalığı sarsıyor:<br />

157


www.isaretatesi.com<br />

Buradayım!<br />

Ve birden başını eğiyor,<br />

Boynuz <strong>ve</strong> kemik sarmalını<br />

Patlamaya hazır bir patlamaya doğru evriltiyor ağır ağır,<br />

Yıldırımsavara benzeyen<br />

Kabarık kuyruğunun kökünden güç alırmışçasına,<br />

Omurgası bir çığlıkla boydan boya sarsılırmışçasına fırlıyor,<br />

Göklerden topladığı ilâhi bir hiddetle<br />

Darbeye, çarpışmaya, vuruşmaya doğru atılıyor.<br />

Onun eski, büyük bir tutkusudur bu ––<br />

Keçilerin soluduğu yavan, kas<strong>ve</strong>tli havadan<br />

Büyük bir hiddet toplamak<br />

Ve boynuzlar boynuzlarla çarpıştıkça<br />

O hiddeti hasmının kafasına çalmak,<br />

Vura vura birbirinin azmini sınamak,<br />

Amansız çekiç darbeleriyle dö<strong>ve</strong>rcesine<br />

Keçinin tanrılığını yontmak.<br />

Örste dövülür demir;<br />

Fakat keçideki tanrılığa şekil <strong>ve</strong>rme işinde<br />

Keçinin örsü <strong>ve</strong> çekici diğer keçidir.<br />

Ama hasmını ondan aldılar<br />

158


www.isaretatesi.com<br />

Ve bir başına kaldı şeh<strong>ve</strong>tiyle;<br />

Burun delikleri arkaya dönük, kendini kokluyor,<br />

Yarıktan bakan gözüyle<br />

Kendi zavallı iğne deliğini,<br />

O daima ipliksiz kalan deliği görmeye çabalıyor.<br />

Hasmımızı bizden aldıklarında <strong>ve</strong> dövüşemediğimizde<br />

Böyledir hep.<br />

Hayır, boğa gibi babacan değil o,<br />

Şu kanı kaynayan iri yarı tanrı gibi değil;<br />

Keçi, bir bencil; yalnızca kendini düşünüyor;<br />

Kötü niyetlerle dolu, aşırı kibirli;<br />

Şeytan misali en yüksek zir<strong>ve</strong>de boy göstererek<br />

Dünyaya tepeden bakmak istiyor.<br />

Aşka gelince…<br />

Kıpkızıl, çakmak taşı rengi,<br />

uzunca bir iğne batırıyor karanlıkta<br />

Üzerinde durduğu capcanlı kayaya;<br />

O uğraşadursun, bekliyor dişi o sırada,<br />

yüzünde keçi sırıtışıyla,<br />

Biliyor onun hedefi on ikiden vuramayacağını;<br />

Zira bu oynak, capcanlı hedef<br />

159


www.isaretatesi.com<br />

Onun zir<strong>ve</strong>ye doğru sıçrayarak attığı okun<br />

Erişemeyeceği mesafede hep ––<br />

Ve gene ıskalıyor erkek.<br />

Daha başlamadan bitiyor.<br />

Şapırtılı ağzındaki keçi sırıtışıyla<br />

Mona Lisa böyle buyuruyor.<br />

Bir orgazmın ardından bir başkası ––<br />

Ve teke iğrenç kokuyor, burnu arkaya dönük;<br />

Açık arazide çarpışabileceği<br />

Metal alınlı tek bir düşman bile yok;<br />

Sürünün lideri olabileceği tek bir dağ zir<strong>ve</strong>si yok.<br />

Yalnızca bengi dişiler var etrafta,<br />

Üstlerine sıçrayıp onları aşmaya çalışacak, başaramayacak.<br />

Bir tüy yumağına benzeyen<br />

Sakin adımlı dişi kedinin<br />

Arap saçına dönmüş şeh<strong>ve</strong>ti;<br />

Onun içten içe sarıp sarmaladığı kanın<br />

Sonu gelmez bir şekilde<br />

Kemiğin yahut kemikteki metalin bile ötesinde<br />

Ağır ağır kabarışı.<br />

Akışkan, gizli, kavranılmaz bir kandır<br />

160


www.isaretatesi.com<br />

Dişi kedinin sarıp sarmaladığı;<br />

Sinirlerindeki gerilimden bile<br />

Daha yakından tanır onu;<br />

Kat kat, uç uca binmiş kemiklerden bile daha güçlü,<br />

En amansız irade oklarının bile erişebileceğinden<br />

Daha karanlık bir şekilde duyar onu,<br />

Zira iradenin tükendiği yerin ötesinde,<br />

Suya batan bir taşın varabildiğinden daha diplerdedir o.<br />

Fakat teke,<br />

Bencil bir iradenin <strong>ve</strong> tutkulu şeh<strong>ve</strong>tin<br />

O doymak bilmez kapkara erkeği,<br />

Kapkara bir bulutun içindeki o eğri bronz boynuzlu tanrı,<br />

Bir düşman bulur kendisi gibi bencil<br />

Ve kafa kafaya çarpışarak çınlatırlar zilleri,<br />

Yoğun alacakaranlıkta şimşekler çakar.<br />

Dişileri biraz olsun unut<br />

Ve bencil iraden için dövüş,<br />

Ey ihtiyar Şeytan,<br />

Bencil iradenle, bencil iraden uğruna dövüş,<br />

Zir<strong>ve</strong>nin ucundaki iblis olup<br />

Dünyaya tepeden bakabilmek için dövüş…<br />

161


www.isaretatesi.com<br />

Peh! Elinden gelmez ki zavallı evcil yaratığın!<br />

Taormina<br />

162


www.isaretatesi.com<br />

KANGURU<br />

Kuzey yarımkürede yaşam<br />

Havaya doğru zıplayıp rüzgârın altından süzülür sanki,<br />

Tıpkı kayalıklardaki geyikler, eşelenen atlar,<br />

Kısa kuyruklu oynak tavşanlar gibi.<br />

Yahut ufka akın edercesine koşar yatay doğrultuda,<br />

Tıpkı boğalar, bizonlar, yaban domuzları gibi.<br />

Bazen de hedefine doğru kayar, su gibi akışkan;<br />

Tilkiler, kakımlar, kurtlar, çayır köpekleri 67 gibi.<br />

Sadece fareler, köstebekler, sıçanlar, porsuklar<br />

Ve belki biraz da ayılar<br />

Sabitlenmiş gibidir dünyanın göbek deliğine.<br />

Bir de kurbağalar<br />

Zıplayınca şap diye düşerler yerin merkezine.<br />

67<br />

Geniş Kuzey Amerika çayırlarında yaşayan bir tür yer sincabı (Cynomys).<br />

(ç.n.)<br />

163


www.isaretatesi.com<br />

Oysa dimdik oturduğunda öbür yarımküredeki<br />

Sarı renkli dişi Kanguru,<br />

Kimse yerinden kaldıramaz onu;<br />

Yere ucu ucuna değen<br />

Ağır bir sıvı damlasına benzer.<br />

Aşağı yönlü damlayış,<br />

Düşey yönelim.<br />

Soğukkanlı kurbağalardan çok daha yoğun.<br />

Zarif anne Kanguru<br />

Bir tavşan gibi oturmuş işte,<br />

Ama kocaman, ağırlığı şekül gibi;<br />

Ve kaldırıyor güzel narin yüzünü;<br />

Ah, nasıl da ince hatlı,<br />

Tavşandan çok daha hoş bir yüz bu!<br />

Yüzünü kaldırıyor<br />

Ve nane şekerini kemiriyor kıtır kıtır, 68<br />

Pek sevdiği nane şekerini,<br />

Hassas anne Kanguru.<br />

Onun o hassas, soylu, upuzun yüzü<br />

68<br />

Şairin buradaki kanguru için esin kaynağı, 1922 yılının temmuz ayında<br />

Sydney’deki Taronga Hayvanat Bahçesi’nde gördüğü bir kangurudur. (ç.n.)<br />

164


www.isaretatesi.com<br />

Ve bütünüyle Güney yarımküreli, kapkara gözleri…<br />

Sessiz Avustralya’da<br />

nice berrak gündoğumları seyrettikten sonra<br />

Öylesi sessiz, öylesi uzak, kocaman gözleri…<br />

Gevşek, küçücük elleri onun, düşük Viktoryen omuzları.<br />

Hele de belinden aşağıdaki muazzam ağırlığı,<br />

Soluk renkli kocaman göbeği.<br />

Ve o göbekten dışarı sarkan<br />

Körpe, incecik, sapsarı, küçük bir pençe,<br />

Göbeğin ortasından<br />

Gülünç bir süs, bir kurdele gibi fırlamış<br />

Uzun, ipince bir kulak.<br />

Boşta sallanan<br />

O körpe el <strong>ve</strong> incecik kulak.<br />

Göbeği, iri kalçaları<br />

Ve bir piton gibi uzanan<br />

Kocaman, adaleli kuyruğu Kangurunun.<br />

İşte bu kadar, başka nane şekeri istemiyor.<br />

Pek hassas, özlemle kokluyor havayı,<br />

Arkasını dönüp, kayak gibi uzun, dümdüz bacaklar üzerinde<br />

Ağır, hüzünlü zıplayışlarla uzaklaşıyor,<br />

165


www.isaretatesi.com<br />

Çelik gibi sağlam bir yılanı andıran<br />

kuyruğuyla dümen tutuyor.<br />

Gene duruyor, hafiften dönerek, meraklı gözlerle<br />

Arkasına bakıyor.<br />

Kıpırdayan bir şey var karnında,<br />

Pencereden bakarmışçasına,<br />

küçük zayıf bir yüz uzanıyor dışarı,<br />

Uykulu <strong>ve</strong> bir parça ürkek,<br />

Hemen tekrar kayboluyor gözden,<br />

içerinin sıcaklığına sığınıyor,<br />

Sarkık bir pençe kalıyor dışarıda bir tek.<br />

Pek mağrur,<br />

Ebedî bir özlemle uzaklara bakıyor Kanguru hâlâ…<br />

Dolu, dopdolu gözler bunlar,<br />

Varoluşun kıyısında asırlardır kayıp olan<br />

Avustralyalı siyahî bir oğlanın<br />

derin, pırıltılı, dopdolu gözleri gibi!<br />

Doyumsuz bir özlemle bakıyor uzaklara.<br />

Sayısız asırlar boyu gelişini bekledi bir şeylerin,<br />

Güney’in bu sessiz, kayıp diyarında<br />

Yaşamdan yeni bir işaret bekledi.<br />

166


www.isaretatesi.com<br />

Oysa yalnızca böcekler, yılanlar, güneş ––<br />

Ve yalnızca küçük yaşam ısırık atar burada.<br />

Ne bir boğa böğürür ne inek,<br />

Ne bir geyik bağırır,<br />

Ne bir leopar, yahut aslan kükrer, ne de köpek havlar.<br />

Tekinsiz, mavi çalılıkta<br />

Yalnızca papağanlar öter bazen.<br />

Berrak, muhteşem gözlerle bakar Kanguru, özlemle.<br />

Tüm ağırlığı <strong>ve</strong> kanıyla yerin merkezine doğru<br />

Bir çuval gibi sarkar;<br />

Ve göbeğinin penceresinden küçük canlı varlık<br />

Pençesini uzatır.<br />

Zıpla madem<br />

Ve aşağı in hemen ––<br />

Yerin ağır, derin merkezine doğru çeken hattın üzerinden.<br />

Sydney<br />

167


www.isaretatesi.com<br />

DAĞ ASLANI<br />

Ocak ayının karı içinden Lobo 69 kanyonuna tırmanırken<br />

Gitgide kararıyor ladinler, reçine mavi renk,<br />

Donmamış sular şırıldıyor <strong>ve</strong> patika hâlâ belirgin.<br />

<strong>İnsanlar</strong>!<br />

İki adam!<br />

İnsan! Dünyada korkulacak yegâne hayvan!<br />

Duraksıyorlar.<br />

Duraksıyoruz.<br />

Silahları var.<br />

Silahımız yok.<br />

Yola devam ederek karşılaşıyoruz.<br />

Lobo vadisinin karanlığı, karı <strong>ve</strong> içe kapalılığından<br />

69<br />

New Mexico, Taos’a otuz kilometre mesafedeki San Cristobal<br />

yakınlarında bulunan Lobo Dağı. <strong>Lawrence</strong>’ın 1924-1925 arası toplamda<br />

yaklaşık bir yıl yaşadığı, bugün D. H. <strong>Lawrence</strong> Çiftliği olarak bilinen<br />

Kiowa Çiftliği buradadır. (ç.n.)<br />

168


www.isaretatesi.com<br />

Beliri<strong>ve</strong>ren iki yabancı, Meksikalılar.<br />

Bu belli belirsiz patikada acaba ne arıyorlar?<br />

Ne taşıyor bir tanesi elinde?<br />

Sarımtırak bir şey.<br />

Bir geyik?<br />

Qué tiene, amigo? ––<br />

León –– 70<br />

Aptalca sırıtıyor, suçüstü yakalanmışçasına.<br />

Bir şey anlamamışız gibi, biz de sırıtıyoruz aptalca.<br />

Esmer tenli, kibar bir adam.<br />

Bir dağ aslanı bu;<br />

Dişi Afrika aslanı gibi sarımtırak, ince yapılı, uzun bir kedi.<br />

Ölmüş.<br />

Bu sabah tuzakla yakaladık, diyor adam, aptalca sırıtarak.<br />

Başını kaldır kedinin,<br />

70<br />

–– “Ne taşıyorsunuz, beyler?”<br />

–– “Aslan.” (İsp.). (ç.n.)<br />

169


www.isaretatesi.com<br />

Yuvarlak, kırağı gibi parlak yüzüne bak onun:<br />

Yuvarlak, güzel biçimli bir baş <strong>ve</strong> iki ölü kulak;<br />

Yüzündeki müthiş parlaklığın üzerinde çizgiler,<br />

Keskin, pek karanlık, hoş ışınlar;<br />

Yüzünün müthiş kırağı parlaklığı üzerinde<br />

Karanlık, delici, pek hoş ışınlar.<br />

Güzelim ölü gözler.<br />

Hermoso es! 71<br />

Onlar açıklığa doğru çıkıyorlar,<br />

Biz Lobo’nun karanlığına ilerliyoruz.<br />

Ve ağaçların yukarısında inini buluyorum dağ aslanının;<br />

Kan portakalı rengi, dimdik yükselen göz alıcı kayalarda<br />

Bir kovuk, bir mağara ağzı.<br />

Ve kemikler, dal parçaları, tekinsiz bir yamaç.<br />

Demek bir daha asla zıplayamayacak o buraya,<br />

Sarı bir dağ aslanının uzun, şimşek misali sıçrayışıyla…<br />

Ve karanlık Lobo vadi ağzındaki ağaçların üzerinden,<br />

Kan portakalı rengi kayaların içindeki mağaranın gölgesinden,<br />

71<br />

“Ne kadar güzel!” (İsp.). (ç.n.)<br />

170


www.isaretatesi.com<br />

O kırağı gibi parlak, çizgili yüz bir daha asla bakmayacak!<br />

Onun yerine ben bakıyorum.<br />

Çölün hülyalı donukluğuna,<br />

Sangre de Cristo dağlarının karına,<br />

Picoris dağlarının buzuna,<br />

Tam karşıdaki karlı yamaca,<br />

Karda hareketsiz, yılbaşı süsü gibi duran ağaçlara…<br />

Ve düşünüyorum,<br />

Şu bomboş dünyada<br />

Bana da yer vardı bir dağ aslanına da.<br />

Düşünüyorum,<br />

Dağların ötesindeki dünyada<br />

Nasıl da kolayca feda edebilirdik<br />

Bir ya da iki milyon insanı<br />

Ve zerre kadar eksiklik hissetmezdik.<br />

Fakat o kırağı gibi parlak yüzlü, zayıf, sapsarı,<br />

Yitik dağ aslanı<br />

Ne büyük bir kayıptır bu dünyaya!<br />

Lobo<br />

171


www.isaretatesi.com<br />

KIZIL KURT<br />

Batının bağrında,<br />

Taos çölünün üzerinde<br />

Bir kartal dönüp duruyor.<br />

İkimizin arasında<br />

Hava gitgide kararıyor.<br />

Uzak platonun ucunda, berrak <strong>ve</strong> koskocaman,<br />

Bir an durup bekliyor ayaksız güneş,<br />

Bir şeyler söylüyor:<br />

Son bir kez bak bakalım! Bak, iyice bak!<br />

Gidiyorum işte.<br />

Duraksıyor, son kez görülüyor,<br />

Sonra çabucak kayboluyor.<br />

Ve gözlerine kadar her tarafını örten,<br />

Alnında sıkıca bağlı, bembeyaz<br />

bir örtüye sarınmış bir Kızılderili,<br />

Durmuş, benimle konuşuyor:<br />

Bak, görünmezim ben!<br />

172


www.isaretatesi.com<br />

Gördün mü işte, beni göremezsin!<br />

Kefen giymiş görünmezim ben!<br />

Güneş gitti artık,<br />

Kavak yaprakları neredeyse dökülmüş,<br />

Midilliler tavlalarında,<br />

Gece olmuş.<br />

Ah! Dahası da var,<br />

Bir şey çıkagelmiş.<br />

Bir kızıl kurt –– duruyor karanlığın kıpkızıl ucunda.<br />

Kül rengi çölde tozlara gömülmüş gün,<br />

Tıpkı çarmıhtan yere düşmüş beyaz bir İsa gibi<br />

Çölün alacakaranlık zemininde yatıyor, tozlar, küller içinde.<br />

Ve kanatlarını açmış ölü bir ağaca benzeyen<br />

kara bir çarmıh var,<br />

Belki de kanatlarını açmış kara bir kartal,<br />

Gecede tek başına,<br />

Bir ayinde sanki.<br />

Ve kartalın kanatlarının kapkaranlık içbükeyinden,<br />

Kızılderili’nin gözlerinin göründüğü<br />

Aralanmış bir tabutu andıran yarıktan,<br />

173


www.isaretatesi.com<br />

Ve kavak yapraklarının yokluğundan,<br />

Hatta kara haçlı eşeklerin bile yokluğundan<br />

Bir şey çıkıp geliyor bize doğru;<br />

Uzun boylu, yaşlı ruhlar 72 geliyor,<br />

Kızılderili tebessümüyle<br />

Şöyle diyor bir tanesi: Nasılsın, soluk benizli?<br />

Gayet iyiyim, yaşlı ruh.<br />

Sen nasılsın?<br />

Dilersen bana Harry diyebilirsin,<br />

Ya da İhtiyar Harry, diyor.<br />

Yahut Nicolas’ın kısa söylenişi,<br />

Nick de, İhtiyar Nick mesela.<br />

Bana kalırsa, esmer, yaşlı bir ruhsun sen,<br />

Ve ben de soluk benizli, yuvasız bir köpek.<br />

Doğudaki şafaktan beri güneşi takip ederek<br />

Doğuya, hep doğuya ilerledim, 73<br />

72<br />

Şair; “cin”, “ifrit”, “iblis” gibi anlamlarının yanı sıra “insanı teslim alıp<br />

ona hükmeden ruh” anlamını da içeren Antik Yunan kökenli “demon”<br />

(daimon) sözcüğünü kullanıyor (old demons). Bağlamına göre bu sözcük,<br />

“yaratıcı ruh”, “iç ses”, “esin kaynağı”, “deha” anlamlarını da<br />

karşılayabilir. (ç.n.)<br />

174


www.isaretatesi.com<br />

Ta ki güneş evine döndü sonunda<br />

Ve ben yersiz yurtsuz,<br />

Burada, senin kapında kaldım karanlıkta.<br />

Sen <strong>ve</strong> ben,<br />

İkimiz anlaşabilir miyiz yaşlı ruh, ne dersin?<br />

Sen <strong>ve</strong> ben, soluk benizli, sen <strong>ve</strong> ben,<br />

Anlaşamayız biz.<br />

Deneyemez miyiz?<br />

Tanrın nerede senin, ey beyaz adam?<br />

Beyaz Tanrın nerede senin?<br />

Hava kararırken toprağa düştü o,<br />

Doğudan dışarı doğru son adımımı attığımda<br />

Tütüyordu duman gibi.<br />

O halde kayıp, soluk benizli, ak bir köpeksin sen,<br />

73<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın bu şiirdeki yön algısıyla ilgili olarak, “şairin batıya doğru<br />

ilerleyen güneşi nasıl olup da doğuya doğru takip ettiği” üzerine, sürüp<br />

giden bir akademik tartışma vardır. Bu tartışmayı bir kenara bırakarak<br />

şairin imgelemine bağlı kaldığımız takdirde, şairin batana dek takip ettiği<br />

güneşi her defasında doğuda yeniden bulduğunu, böylece bir doğudan<br />

diğerine ilerlediğini görebiliriz. (ç.n.)<br />

175


www.isaretatesi.com<br />

Gün ise ölü artık…<br />

Usulca dokun bana, ihtiyar baba,<br />

Sakalım kıpkızıl.<br />

Zayıf, soluk benizli kızıl kurt,<br />

Git evine, zayıf kızıl kurt.<br />

İhtiyar baba, evim yok ki benim.<br />

Bu yüzden size geldim.<br />

Sahipsiz, aç soluk benizlileri kabul etmeyiz biz…<br />

Müsaade istemiyorum, baba.<br />

Geldim. Buradayım.<br />

Kızıl şafak kurdu<br />

Köyünüzün 74 etrafında geziniyor,<br />

Evlerinizin duvarlarına karşı uluyup duruyor,<br />

Burada olduğunu duyuruyor.<br />

Ama köyün köpeklerinin<br />

74<br />

New Mexico bölgesine özgü bir Kızılderili yerleşim tipi olan, kerpiçten<br />

yapılmış bitişik <strong>ve</strong> üst üste evlerin dışarıya hayli kapalı bir şekilde birarada<br />

bulunduğu pueblo kastediliyor. (ç.n.)<br />

176


www.isaretatesi.com<br />

Kocaman dişleri var…<br />

Kızıl kurt<br />

Köpek dişlerinden korkacak olsaydı,<br />

Günün uzak, en uzak ucundan<br />

Hep doğuya, doğuya doğru onca yolu kateder miydi?<br />

Köyün yanıbaşındaki nehrin kıyısında durmuş,<br />

Esmer, yaşlı ruh <strong>ve</strong> ben<br />

Hoşbeş ediyoruz böylece.<br />

Kurt, diyor bana, kızıl diyor.<br />

Bense isim takmıyorum ona.<br />

Fakat o, Yıldız Yolu’yum ben, 75 diyor.<br />

Geldiği yoldan geri dönebileceğini söylüyorum ona.<br />

Bana gelince…<br />

Mademki güneşin kuyruğuna takılıp,<br />

Doğuya doğru gittiği sürece onun peşinden ilerledim<br />

75<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın yıldızlı gökyüzü betimlemelerinde zaman zaman kullandığı<br />

bir ifade (star-road). Yazar bu ifadeyle, gökyüzündeki yoğun, yıldızlı<br />

bölgeleri; bazen de sudaki, yıldızlara doğru uzanan bir yolmuş gibi<br />

görünen parlak yansımaları kasteder. (ç.n.)<br />

177


www.isaretatesi.com<br />

Ve onu burada kaybettim,<br />

Şimdi tam burada kuyruğumun üstüne oturacağım<br />

Ve onun yeni bir hikâyeyle geri dönmesini bekleyeceğim.<br />

Ben kızıl kurdum, diyor esmer ihtiyar baba.<br />

Pekâlâ, kızıl şafak kurduyum ben.<br />

Taos<br />

178


www.isaretatesi.com<br />

NEW MEXICO’DA İNSANLAR<br />

Çölde bembeyaz bir ocağın etrafında<br />

Örtüye sarınmış dağlar…<br />

Oradan oraya geziyor, geziyor çölde güneş,<br />

Ama asla yerinden kalkıp gezinmiyor dağlar.<br />

Uyanmıyor onlar, uyanamıyorlar.<br />

Kızılderili tanrılarının son alacakaranlığında<br />

Konakladılar, uykuya daldılar.<br />

Uyanamıyorlar.<br />

Kızılderililer koşar, dans eder, tepinir…<br />

Boşuna.<br />

Altın madenleri açar beyaz adam,<br />

Dağlar bozar onları uykuda.<br />

Kızılderili korkudan güler uykusunda,<br />

Tıpkı uyuyan<br />

Ama uykusu sona erse de uyanamayan,<br />

179


www.isaretatesi.com<br />

Kütük gibi yatıp da haykıran<br />

Ama bedeni uyanamadığından sessizce haykıran<br />

bir adam gibi;<br />

Ve uykunun kıskacında<br />

Korkudan, sırf korkudan gülen bir adam gibi.<br />

İradenin üzerinde,<br />

Zihnin alevi titreşse bile insanı ayağa kaldırmayan<br />

Kara bir çeper.<br />

Uykunun kara çeperi, kapkara bir örtü gibi.<br />

Çığlık atıyoruz biri bizi uyandırsın diye;<br />

Uykunun felciyle<br />

Çığlığımız pek sessiz;<br />

Ve bunu biliyoruz.<br />

Kanlar içinde kalana dek kırbaçlar kendini Penitenteler, 76<br />

Bir an olsun uyanabilmek uğruna,<br />

Uykunun çeperini yırtabilmek uğruna…<br />

Boşuna.<br />

Beyaz adam kendilerini uyandıracak sanmıştı Kızılderililer…<br />

76<br />

New Mexico bölgesinde, müritlerinin Kutsal Hafta sırasında kendilerini<br />

kırbaçlamasıyla meşhur bir Katolik tarikatı. (ç.n.)<br />

180


www.isaretatesi.com<br />

Oysa uyur bir halde debeleniyor beyaz adam dağlarda,<br />

Daima uyur bir halde geziyor çölde at sırtında,<br />

Uyurgezerlikle allak bullak, deli divane<br />

Biri diğerini vuruyor,<br />

ölümün bir şeyi uyandıracağını sanarak…<br />

Boşuna.<br />

Kafasını saran bir zarla dünyaya gelmiş o, 77<br />

Yüzü kapkara bir çeperle örtülü;<br />

Yırtmak gelmiyor elinden onu,<br />

Zihni uyanık olsa bile.<br />

Çölde kül beyazı bir ocağın etrafında<br />

Örtüye sarınmış dağlar;<br />

Ve gökte zincirlerini koparmışçasına sarsılıp dursa da güneş,<br />

Uyanamıyor onlar, örtünün altındalar.<br />

Taos<br />

77<br />

Bebeklerin başlarını saran <strong>ve</strong> genellikle doğum sırasında yırtılan zar<br />

kastediliyor. (ç.n.)<br />

181


www.isaretatesi.com<br />

TAOS’TA SONBAHAR<br />

Rocky Dağları’nın şişkin yamaçlarında<br />

Titrek kavaklar, güz kavakları;<br />

Bir dişi kaplanın kürkü sanki,<br />

Benekleri de çam ağaçları.<br />

Plato boyunca adaçayı<br />

Çölde bir şömine halısıdır bana;<br />

Yerde dümdüz, tüylerle kaplı<br />

Kül rengi bir kurt postu bu,<br />

Vahşi bir kurdun postu.<br />

Sedirler <strong>ve</strong> fıstık çamlarıyla bezeli<br />

Alaca yamaçlara doğru sür midillini…<br />

Bir su samuru mu görüyorsun karşında?<br />

Gövdesinin yan tarafı gümüşsü,<br />

Vahşi suratlı, bıyıklı, balıkçıl dişli, alaca...<br />

Kanyondaki titrek kavaklar arasından<br />

Tırısa kalkınca,<br />

182


www.isaretatesi.com<br />

Bakın nasıl da tasasızca gidiyorum<br />

Horus şahininin altın renkli,<br />

Parlak tüylü, muazzam bacakları arasında.<br />

Altın Horus şahini<br />

Ata biner gibi bacaklarını açmış yukarıda.<br />

Fakat çamların altında<br />

Ağır ağır gidiyorum,<br />

Kocaman bir siyah ayının tüylü karnının altındaymışçasına.<br />

Yükseğe çıkarak sevinçle bakıyorum ardıma,<br />

Kuş tüyleri gibi üst üste binmiş sapsarı titrek kavaklara,<br />

Az ev<strong>ve</strong>lki Horus şahininin<br />

Altın renkli muazzam göğsündeki sıra sıra tüylere.<br />

Yeniden açıklığa,<br />

Adaçayıyla <strong>ve</strong> çam ağaçlarıyla<br />

Üzeri balık misali benek benek olmuş yamaçlara<br />

Çıkmaktan memnun,<br />

Su samuru bıyıklarının ötesinde,<br />

Düzlüğü kaplayan<br />

kurt postunun tüyleri üzerinde koşturuyorum.<br />

Ve ardıma bakıyorum gene,<br />

183


www.isaretatesi.com<br />

Kabarık, şişkin Rocky yamaçlarına;<br />

Kaplan benekli, jaguar desenli, puma sarısı, pars gibi boz<br />

Amerika yamaçlarına…<br />

Bak şu vahşi yaratıkların kürklerine midillim,<br />

Seyret onları,<br />

Merak etme, zarar <strong>ve</strong>remezler sana.<br />

Dişler, tırnaklar, pençeler, gagalar <strong>ve</strong> şahin gözleri<br />

Zararsızdır şimdi,<br />

Hiç tasalanma.<br />

Taos<br />

184


www.isaretatesi.com<br />

TUHAF YARATIK ŞU BURJUVA<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />

Hele de türün erkek olanı!<br />

Müthiş derecede takdim edilesi ––<br />

Size onu takdim edeyim mi?<br />

Bakın, yakışıklı değil mi? Peki ya sağlıklı?<br />

Türünün hoş bir örneği, değil mi?<br />

Parlak tertemiz bir İngiliz beyefendisi gibi görünmüyor mu?<br />

Kekliklerin yahut küçük plastik bir topun ardından her gün<br />

Otuz mil koştururken<br />

Ne dersiniz, Tanrı’nın sureti 78 değil mi?<br />

Onun gibi olmak istemez miydiniz,<br />

Pek makbul, hali vakti yerinde?<br />

Ah, durun bekleyin ama!<br />

Bırakın yeni bir duyguya maruz kalsın,<br />

78<br />

Eski Ahit, Tekvin 1:27: “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu<br />

Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek <strong>ve</strong> dişi olarak yarattı.” (ç.n.)<br />

185


www.isaretatesi.com<br />

Yüzleşsin bir başka adamın ihtiyacıyla,<br />

Biraz ahlâki güçlükle karşılaşsın,<br />

Hayat yeni bir kavrayış talebiyle dikilsin karşısına<br />

–– Ve seyredin nasıl yılıştığını,<br />

Cıvık bir kremaya benzediğini.<br />

Seyredin nasıl da şekilden şekile girip<br />

Bir ahmağa, yahut hergeleye döndüğünü.<br />

Yeni bir taleple, yeni bir yaşam talebiyle karşı karşıya kalınca,<br />

Bakın ona ne hallerde...<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva,<br />

Hele de türün erkek olanı.<br />

Pek hoş tımar edilmiş,<br />

Nasıl da dimdik duruyor orada, düzgün, şık görünümlü ––<br />

Bir mantar âdeta.<br />

Geçmiş yaşamın kalıntıları üzerinde kök salarak<br />

Kendinden daha büyük bir yaşamın ölü yapraklarını sömüren<br />

Bir asalak.<br />

Fakat pek uzun süredir orada o, çoktan içi geçmiş.<br />

Dokunsanız göreceksiniz ki koftur,<br />

Düzgün kabuğunun <strong>ve</strong> dimdik duruşunun altında<br />

İçi kurtlarla kaynayan kof bir mantar gibi.<br />

186


www.isaretatesi.com<br />

Kıvıl kıvıl kurtlarla, kof duygularla dolu, pek kirli ––<br />

Tuhaf yaratık şu burjuva!<br />

Nemli İngiltere’de<br />

Binler, on binler halinde dikilip duran bu suretler<br />

Ah, keşke bir tekme vurup devrilebilse;<br />

Ve keşke hepsi, iğrenç şapkalı mantarlar gibi,<br />

Çabucak çürüyerek İngiliz toprağına karışabilse!<br />

187


www.isaretatesi.com<br />

KERTENKELE<br />

Kertenkele bir taşın üzerine fırladı, başını kaldırdı<br />

Ve hiç şüphe yok, uğultulu göklere kulak kabarttı.<br />

Ne şık bir adam! Sizin için çenesini yana oynattı,<br />

Kuyruğunu şöyle bir kıvırdı.<br />

Kertenkelenin kertenkele olduğu kadar insan olsaydı insanlar,<br />

Onlar da bakılmaya değer olacaktı!<br />

188


www.isaretatesi.com<br />

KELEBEK<br />

Ey kelebek, rüzgâr denize doğru sertçe esiyor<br />

Bahçe duvarının ardında…<br />

Kelebek! Ne diye kondun ayakkabıma,<br />

Emiyorsun ayakkabımın kirini,<br />

Damarlı kanatlarını kaldıra kaldıra?<br />

Seni kocaman beyaz kelebek!<br />

Ekim ayı gelmiş bile, denize doğru sertçe esiyor rüzgâr;<br />

Tepelere kar düşmüş belli ki, karla süzülmüş rüzgâr.<br />

Kırmızı sardunyalı bu bahçede hava sıcak, sıcacık;<br />

Ama ayakkabımın üzerinde halinden hoşnut<br />

Beyaz kelebek,<br />

Denize doğru sertçe esiyor rüzgâr!<br />

Alıp başını gidecek misin sıcacık yuvamdan?<br />

Büyük, kara benekli, yumuşacık kanatlarının üzerinde<br />

Görünmez bir gökkuşağına, bir kemere tırmanırmışcasına<br />

189


www.isaretatesi.com<br />

Yükselecek, yükselecek misin ––<br />

Ta ki kemerin sırtından rüzgâr seni dosdoğru yukarı çekip de,<br />

Sen, bembeyaz leke, tuhaf bir yükseklikte çırpınarak,<br />

Denize doğru uçup gidene dek?<br />

El<strong>ve</strong>da, yitik ruh, el<strong>ve</strong>da!<br />

Kaybolup gittin bile uzaklarda.<br />

Hepsi bu kadarmış! Karışıp gittin havaya…<br />

190


www.isaretatesi.com<br />

ÖLÜM GEMİSİ<br />

I.<br />

Güzdür şimdi <strong>ve</strong> mey<strong>ve</strong>nin düşüşü ––<br />

unutuşa doğru uzun bir yolculuk…<br />

Büyük çiy damlaları gibi düşüyor elmalar,<br />

kendilerinden bir çıkış yolu açmak uğruna yaralanıyorlar.<br />

Gitmenin zamanıdır şimdi,<br />

kendine el<strong>ve</strong>da demenin <strong>ve</strong> yitik benlikten<br />

bir çıkış bulmanın zamanı…<br />

II.<br />

Bir ölüm gemisi yaptın mı kendine?<br />

Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, zira sana bu gerek.<br />

191


www.isaretatesi.com<br />

Elmalar âdeta gümbürdeyerek<br />

bir bir düşerken kaskatı toprağa, amansız kış soğuğu kapıda.<br />

Ve ölüm kül kokusu gibi havada!<br />

Ah, duymuyor musun yoksa?<br />

Yaralı bedende, dehşete kapılan ruh<br />

gediklerden içeri esen soğukta büzülerek<br />

tir tir titremekten kendini alamıyor…<br />

III.<br />

Peki insan yalın bir hançerle<br />

selâmete çıkabilir mi? 79<br />

İnsan belki kamayla, hançerle, kurşunla,<br />

yaralayarak, parçalayarak,<br />

bir çıkış yolu açabilir yaşamına,<br />

79<br />

Hamlet’teki, meşhur, “olmak ya da olmamak” monoloğunda geçen bir<br />

ifade: “Kim katlanırdı zamanın ezasına cefasına”……“yalın bir hançer<br />

saplayıp sinesine, selâmete çıkmak varken?” Ait olduğu bağlamda<br />

“selâmet(e çıkmak)” olarak çevrilmesi gereken “quietus” sözcüğü<br />

doğrudan doğruya “ölüm” anlamına da gelir. (ç.n.)<br />

192


www.isaretatesi.com<br />

ama kurtuluş mudur bu sahiden, ah, söyle bana!<br />

Değildir elbet! Kurtuluşa varmak<br />

nasıl olabilir cinayetle, kendini öldürmekle?<br />

IV.<br />

Ah, huzuru konuşalım bizler, tanıdığımız huzuru,<br />

tadabileceğimiz huzuru,<br />

güçlü, dingin bir yüreğin derin <strong>ve</strong> se<strong>ve</strong>cen huzurunu…<br />

Kendi kurtuluşumuza acaba biz<br />

böyle bir huzurla nasıl varabiliriz?<br />

V.<br />

Ölüm gemisi yap kendine, ah, 80<br />

80<br />

<strong>Lawrence</strong>’ın 1930 başlarında ölümle pençeleşirken yazdığı bu şiirdeki<br />

“ölüm gemisi” imgesi, onun Etrüsk Mekânları (Etruscan Places) adlı<br />

yapıtında sözünü ettiği bir Etrüsk mezarında gördüğü küçük bronz bir<br />

gemiden kaynağını alır, eklektik bir şekilde Eski Mısır <strong>ve</strong> Viking<br />

geleneklerini, Ahit Sandığı’nı, Nuh’un Gemisi’ni <strong>ve</strong> Hıristiyanlıktaki<br />

Efkaristiya ayinini bir araya getirir. (ç.n.)<br />

193


www.isaretatesi.com<br />

zira unutuşa doğru en uzun yolculuğa çıkacaksın.<br />

Eski senle yenisi arasında uzanan<br />

uzun, sancılı ölümü öleceksin.<br />

Bedenlerimiz çoktan yitik, yaralı, feci halde yaralı,<br />

ruhlarımız zalim yaranın çatlağından<br />

dışarı sızıyor çoktan.<br />

Sonun kapkaranlık sonsuz okyanusu<br />

yaralarımızın gediklerinden içeri doluyor şimdiden,<br />

tufan çökmüş üstümüze şimdiden.<br />

Ah, ölüm gemisi yap kendine, küçük bir gemi;<br />

<strong>ve</strong> unutuşa doğru kapkaranlık bir sefer için<br />

yiyecekle, çörekle, şarapla donat onu.<br />

VI.<br />

Parça parça ölüyor beden;<br />

<strong>ve</strong> karanlık seller yükseldikçe<br />

ruhun dayanağını alıp götürüyor sular.<br />

194


www.isaretatesi.com<br />

Ölüyoruz, ölüyoruz, hepimiz ölüyoruz;<br />

içimizde kabaran ölüm selinden hiçbir şey sağ çıkmayacak;<br />

yakında dışarı da taşacak sular, tüm dünyayı kaplayacak.<br />

Ölüyoruz, parça parça ölüyor bedenlerimiz<br />

<strong>ve</strong> terkediyor bizi takatimiz;<br />

seller üzerindeki karanlık yağmurda<br />

çırılçıplak bir halde, korkuyla<br />

hayat ağacımızın son dallarına sığınıp sinmiş ruhumuz…<br />

VII.<br />

Ölüyoruz, ölüyoruz;<br />

ölmeyi istemektir bize düşen<br />

<strong>ve</strong> ruhu en uzun yolculuğa çıkaracak ölüm gemisini yapmak.<br />

Göçüp giden ruh için,<br />

kürekleriyle, yiyeceğiyle, kap kacağıyla<br />

<strong>ve</strong> tüm teçhizatıyla sefere hazır<br />

küçücük bir gemi…<br />

Gemini suya indir artık;<br />

beden ölüp can göçerken,<br />

195


www.isaretatesi.com<br />

ey kırılgan ruh,<br />

cesaretin narin gemisinde,<br />

erzakla, pişirme kaplarıyla,<br />

yedek giysilerle dolu inanç gemisinde<br />

yola çık;<br />

sellerin karanlık çalkantısı üzerinde,<br />

son yolcuğun sularında,<br />

ölümün engin denizinde yelken aç,<br />

yol al kapkaranlık ––<br />

zira ne rotamız belli artık,<br />

ne de bir liman var sığınacak…<br />

Sığınacak bir liman yok, gidecek yer yok;<br />

şırıltısız derin sellerin üzerinde<br />

bir tek, kararan, gitgide kararan yoğun karanlık,<br />

dört bir yanı boğmuş yekpare zifirî karanlık ––<br />

öyle ki, bir istikamet yok artık.<br />

Yalnızca küçük gemi var orada, o bile yitik.<br />

Görünmüyor, her şey karanlık…<br />

Yitip gitmiş gemi! Yitik!<br />

Gene de orada bir yerde.<br />

Ama nerede?<br />

196


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Ve her şey yitik, beden yitik;<br />

yitik, yok, tümden yitik.<br />

Yukarının karanlığı aşağıyı boğmuş,<br />

ikisi arasında yok küçük gemi, büsbütün yitik.<br />

Son bu. Unutuş…<br />

IX.<br />

Fakat sonsuzluğun içinden,<br />

karanlığın üzerinde<br />

incecik bir şerit beliriyor,<br />

yatay bir şerit,<br />

karanlığın üzerinde pek soluk,<br />

belli belirsiz duman çıkarıyor.<br />

Bir yanılsama mı bu?<br />

Yoksa hafiften kabarıyor mu duman?<br />

Ah, durun, şafaktır bu, şafak,<br />

197


www.isaretatesi.com<br />

unutuştan çıkarak yaşama geri dönüşün<br />

müthiş şafağı…<br />

Dur, bekle,<br />

ey tufan şafağının<br />

ölümcül kurşuni göğü altında sürüklenen küçük gemi!<br />

Bak! Sapsarı bir ışık fışkırıyor!<br />

Hatta, ey iliklerine kadar üşümüş solgun ruh,<br />

bir de gül pembesi fışkırıyor!<br />

Gül pembesi fışkırıyor ––<br />

<strong>ve</strong> her şey başlıyor yeni baştan…<br />

X.<br />

Tufan diniyor<br />

<strong>ve</strong> suların içinden<br />

aşınmış bir deniz kabuğu misali<br />

çıkıyor beden, tuhaf <strong>ve</strong> pek güzel.<br />

Pespembe sular üzerinde ine çıka<br />

evine doğru süzülüyor küçük gemi;<br />

<strong>ve</strong> kırılgan ruh adım atıyor dışarı, yuvaya dönüyor<br />

198


www.isaretatesi.com<br />

yürek huzurla dolarken.<br />

Huzurla salınıp duruyor yürek,<br />

Unutuşla yepyeni.<br />

Ah, bir ölüm gemisi yap kendine, yap onu!<br />

Zira sana o gerek,<br />

Unutuş yolculuğu bekliyor seni…<br />

199


www.isaretatesi.com<br />

BAHÇEDEKİ AĞAÇLAR<br />

Gökgürültülü havada,<br />

ah, nasıl da durgun ağaçlar…<br />

Upuzun, güzelim ıhlamur ağacı,<br />

yaprakları nasıl da sessiz,<br />

büsbütün ıtırsız.<br />

Ve krem rengi, hayaletvari mür<strong>ve</strong>r,<br />

gür yeşiller içinde bembeyaz, fildişi yapraklarıyla<br />

buğulu, alaca, küçücük ağaç<br />

nasıl da kararsız, yeşil çimenler üzerinde;<br />

sanki her an yitip gidecek<br />

bütün köpüksü güzelliğiyle!<br />

Koskoca bir sütunu andırarak<br />

baş döndürücü bir yüksekliğe uzanan karaçam;<br />

<strong>ve</strong> denizden gelen şeylerin<br />

mavimtrak griliğine sahip balsam göknarı;<br />

200


www.isaretatesi.com<br />

<strong>ve</strong> ucu allı pembeli olan yapraklarıyla<br />

körpe kayın ağacı ––<br />

nasıl da durgun, biraradalar,<br />

gökgürültülü havada hepsi birbirine yabancı;<br />

nasıl da hareketsiz bekliyorlar,<br />

yeşil çimenler pırıldarken<br />

her biri sessiz bahçede birer yabancı…<br />

Lichtental<br />

201


www.isaretatesi.com<br />

BEYAZ AT<br />

Beyaz ata doğru yürüyor çocuk, yuları hazırlıyor<br />

Ve at sessizce bakıyor ona.<br />

Öyle suskun bakışıyorlar, sanki başka bir dünyadalar.<br />

202

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!