GÖRSEL: ARDILLAS MAHUR BESTE — TUĞBERK BAHADIRTÜRK Ah ulan Müjgan.. Harbi kaç para ediyordu aşkımız? Yağmur damlaları vuruyordu camlara, perdeyi açtım; sonra da camı. Sonra kokusunu doldurdum yağan her bir su damlacığının, ciğerlerime. Mis gibi toprak, biraz da karbon monoksit kokusu vardı havada. Ocakta kaynamakta olan suyun altını kapattım, kahvemi yine her zaman ki gibi hazırladım. Mis gibi kahve kokusu ve Türk Sanat Müziği havası hakimiyeti ele geçirdi yeniden. Kitaplığın raflarındaki kitaplarda dolaştı parmaklarım ilk önce, sonra emektar daktiloya dokundum biraz. Tuşlarındaki tozları parmaklarımla aldım, adını oluşturan harflere dokunmadan. Gözlüklerimi masaya bırakıp camdan şehri izlemeye koyuldum. İşe yetişmeye çalışan babalar, çocuklarını servislerine bindirmeye çalışan anneler, gökyüzünden yeryüzüne amansız bir yarış içindeki yağmur damlacıkları. Çocukluktan kalma bir alışkanlık; yağmur yağarken camda yağmur damlası yarıştırmaca. “İki hidrojen bir oksijen nihayetinde.” diyemiyor, izliyorsun. Yarışı yine kaybedip, daktilonun başına geri döndüm. Adını oluşturan harflere olan kızgınlığımdan olsa gerek bu yazıyı pek çok kez yarıda bırakmak zorunda kaldım. Çayı bardakta, uykuyu gittiği gecede bıraktım. “Ulan!” dedim kendi kendime; “bir Müjgan kaç ömür eder?” Müjgan’a endeksli bir hayal kırıklığı yaşadım. Yedi gece üst üste uyumadım. Gittiği yolları ters ters adımladım, bir integral hesabı; Müjgan’ı sıfıra eşledim, hayaller sonsuza gitti. Yaptığım hesabın neresinden dönersem döneyim mutlak bir zarardayım anlayacağınız. Müjgan ise aldığı tiyolarla, aşkımızı bir altılı kuponu gibi yatırdı ve gitti. Cv’sine referans ekler gibi, beni geçmişine ekledi. Gitti. Beş cümle, kırk yedi kelime bıraktı gerisinde soğukkanlı bir katilin tetiği çekerken elleri nasıl titremezse öyle titremeden yazdığı. “Beni anla lütfen,” ile başlayıp; “beni affet!” ile sonlanan. Anlamasına anlayamadım, affetmek ise anlayamamaktan çok daha zor geldi. “Tarhana çorbası içmekten, soba yakmaktan yorulmuş elleri ile yazmış olsa gerek dedim,” anlamak için kendimi kandırmakla uğraşırken. Oysa iki oda, bir göz kurmuştuk yuvamızı. Sıvaları dökülen duvarlarımızda geceleri sobadan yansıyan ışıkları fon yapıp da Mahur Besteler söylerdik, Müjgan’la ben; şenlikli yuvamızda ağlardık birbirimize belli etmeden. “Şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız.” cümlesi ögelerine ayrılsa; en edat tümleci olarak nasıl kalınırsa “yalnız” öyle kalakaldım; yalnız, kederli, sıralı yalnızlığımda; sıralı ama çok da sırasız. Sobayı yakmadım tüm o koca kış boyunca. Bir kestane gibi çizdim de gönlümü, bırakmadım ateşe. Her sabah altıyı otuz iki geçe uyandım. Her gece uyumamak için sokaklarda gezdim. Her gece damlayan musluğun melodisinde teselliler aradım. Akmasa da damlayan bir şekilde nefes aldım; ne eski heyecan, ne de hız.. Müjgan; gençliğimin en mahur bestesi, hoyrat gülüşleri sefil ruhumu aydınlatan bir yanılgı. Fakir ama umut dolu evimizin dökülmüş sıvalarını, altın varak işlemeli duvar kağıtları olan 6+1 soğukluğa tercih edip gitti. Soba yakmak yerine, hizmetçilerine kaloriferi yakmalarını tembih etmeyi tercih edermiş meğerse. Pazar alışverişine gitmek pazar arabasıyla değil, özel şoför ile fiyakalıymış. En afili hayallerimizin üstünü devlet grisi ile boyamış; altında yazanların bir anlamı yokmuş gibi. Neşati’den alıntılar kalmış sadece boyadığı duvarda, hasret siyahı ile kazınmış olduğundan olsa gerek; “Gittin emma ki kodun hasret ile canı bile. İstemem sensiz geçen sohbet-i yâranı bile.” Müjgan; soğuk bir kış günü gerisinde beş cümle, kırk yedi kelimelik bir mektup bırakıp gitti abiler, ablalar. O “Mahur Beste” hep çaldı; Müjgan’la biz hep ağlaştık.. 44 6.Sayı <strong>Öteki</strong>
FOTOĞRAF: LAURA MAKABRESKU Sevgi, acının içinden geçme yolarından yalnızca biri, bazen yanılıp ıskalayabilir. Acı hiçbir zaman ıskalamaz. - Ursula Krober Le Guin Bedap, (Metis Yayınları, 2008. Sayfa 57) 45