Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
[Quo fata ferunt / Kader nereye götürürse]<br />
Bu onun hikâyesi. Bir hiçken hiç doğanın, yoktan yok<br />
olanın hikâyesi. Fotoğraflarda parmak ardında kalmış<br />
adamların, aynı akvaryumda diğerince parçalanmış<br />
balıkların, kitap aralarında unutulmuş uzak ülke<br />
kartlarının, naif kokusu çoktan gitmiş yazık-atılası<br />
denizel kabukların, balkon köşelerinde el değmemiş<br />
karıncaların ve hatırlaması zor öğretisi imkânsız düş<br />
kırıklarının hikâyesi. Bu, Çayko’nun hikâyesi. Bu bizim<br />
hikayemiz.<br />
O yıl Ocak ayı, altı ay falan sürmüştü sanırım. Sıcak ve<br />
kuru bir yazdan sonra gelen, anlamsız endamsız hatta<br />
belki de lüzumsuz tuhaf bir kış. Sizce de hiç gerek yok<br />
muydu o denli çok soğuğa?<br />
Okulun aşağısında kalan futbol sahası tek kelimeyle<br />
buz tutmuştu. Şehrin ileri gelen okullarından biriyle<br />
yapılacak bir çeşit unvan maçı haftalardır erteleniyordu.<br />
Okul müdürü göbeğinden arta kalan boşluğa<br />
yanlış iliklediği ceketini saçarak, soğuk diye içeride,<br />
spor salonunda düzenlenen o son bayrak töreninde<br />
okulu bin beş yüzüncü kez boyatmak için velilerimizden<br />
beş milyon Türk lirası istediğini haykırıyordu.<br />
Eski parayla tabii. O gün dışarıda donuyorduk. Çarşamba<br />
Çarşamba bu neyin töreniydi? Buz tutmuş arkadaşlıkların,<br />
kaybolmuş kutup ayılarının mı?<br />
Sonra bir helikopter sesi duyuldu. Sahanın hemen<br />
diğer yanındaydık. Ortalık beyaza bulandı. Pervane<br />
gürültülerinin kulakları sağır eder noktaya gelişi<br />
ile sahayı kaplayan karın havaya saçılması aynı anda<br />
olmuştu. Delirmiş gibi bağıran makine tüm bu hengâmeyle<br />
zemine oturdu. Önce kapıdan bir el uzandı.<br />
İki subay indi. Sonra, buradan buraya rütbeleri olan<br />
başka bir adam… Kallavi bir duruşu vardı. Anladım.<br />
9-E’deki şu Adanalı artistin babası. Onur’muydu neydi?<br />
Ha işte onun babası. Kolordu komutanı. Helikopterle<br />
oğlunun durumunu sormaya gelmiş. Havalıdır<br />
böyle şeyler bilirsiniz. İnanın benim de helikopterim<br />
olsa, bizzat oğlumun durumunu sormaya onunla giderim.<br />
“Hoca hanım” derim “bizim oğlan nasıl?” derim<br />
“emeklerimizin” derim “karşılığını” derim “alabilecek<br />
miyiz?” derim “bu helikopterin” derim “yakıtı<br />
şusu busu kolay mı bulunuyor sanıyorsunuz?” derim<br />
“bakın” derim “atlayıp geldim” derim “onca işin gücün<br />
arasında” derim “siz bu çocuğun matematiğini<br />
beş düşürün” derim “böylece” derim “vatanımız size<br />
minnettar kalacaktır” derim.<br />
Müdür ceketini ilikledi. Hatta o kadar çok ilikledi ki,<br />
ceket bir anda bebek kundağına, deli gömleğine dönüştü.<br />
Kafası ufacık kaldı adamın.<br />
“Opel Astra’ya binen adamın haline bak.” dedim Çayko’ya<br />
dönüp “Çekmecesinde üçü bir arada tutan, odasına<br />
klozet yaptırmış adamın düşüşüne bak…”<br />
Gülüştük. Helikopter pilotunun motoru stop ettirmeye<br />
niyeti yoktu. Kulak zarlarımız hem o keskin ayaza<br />
hem de bu gürültüye dayanamayacaktı. Biraz geriye<br />
çekildik. Müdür mikrofona üfledi. “Ses” dedi “Deneme”<br />
dedi. Okul mutemetine dönüp uzaktan “Çekiyor<br />
değil mi buradan Hüseyin?” dedi.<br />
“Evet, çekiyor şerefsizin çocuğu.” dedim kısık sesle.<br />
Zaten mutemet Hüseyin de müdüre dönüp ufak bir<br />
kafa hareketiyle bizzat bu cümlemi onayladı.<br />
Müdür önce kolordu komutanını yağlayıp balladı.<br />
Sonra uzun uzun okulumuza yapılan yardımlardan<br />
ama o kentin o zamanki tek Anadolu Lisesi olarak çok<br />
daha iyi yerlere gelebilmemiz için yapılması gereken<br />
yatırımların ne çok olduğundan filan bahsetti.<br />
“Vectra alacak pezevenk” dedim “Bak gör!”<br />
“Oğlum bir dur lan sen de!” dedi Çayko “Güldürme.<br />
Ömer bakıyor…”<br />
Ömer kim mi? O da müdür baş yardımcısı. Müdürümüzün<br />
gerçekten yardımcısıydı. Bence “baş”takısı<br />
tam da buradan geliyordu. Çünkü ikisi bir arada bir<br />
adam etmezdi, kafayı birlikte kullanıyorlardı. Resmen<br />
müdürün mikro hali gibi, çırağı gibi bir şeydi adam.<br />
Eğer yerküre üzerinde bizim müdür kadar yavşak bir<br />
adam varsa, o da bu paragrafta bahsi geçen baş yardımcısı<br />
olmalıydı. Milli Eğitim Bakanlığı set halinde<br />
atamıştı sanırım bunları. Ya da ne bileyim, yabancı<br />
polisiye dizilerdeki gibi ortak falandı bunlar. Birlikte<br />
aynı ekipte görevlendiriliyorlar, operasyondan<br />
operasyona birlikte koşuyorlar, velilerden beş milyon<br />
toplayarak kendilerine emanet edilmiş bu körpe<br />
ama seçkin zihinlere sonuna kadar sahip çıkıyorlardı.<br />
Ömer, sonradan milletvekili eşi olmuş İngilizcecinin<br />
bacaklarına alt kat merdivenlerinden uzun uzun bakmasa,<br />
her şey çok daha iyi olabilirdi belki ama, aman<br />
yahu, o kadar kusur okul müdüründe de var.<br />
O saçma sapan konuşmayı “Ve çocuklar” diye sürdürdü<br />
müdür. “Biliyorsunuz kış artık yerini bahara<br />
bırakacak, diğer okullarla da görüştük, futbol turnuvalarına<br />
sömestr tatilinden sonra kaldığımız yerden<br />
devam ediyoruz.” dedi “İlk maçımız iki hafta sonra.<br />
Umarım efsane takımımız yine harikalar yaratacak.<br />
Ben evlatlarıma sonuna kadar güveniyorum. Hadi bakalım,<br />
2003 yılı yine başarılarımızın yılı olsun…”<br />
“Yemin ediyorum mal bu herif” dedim “Beş milyon<br />
için düştüğü hale bak…”<br />
***<br />
Hayat Alman kale maçlara benzemiyor. Öyle kolay<br />
olmuyor yani hiçbir şey. Öyle yakından gol atamıyorsun<br />
mesela. Öyle kolay paslaşamıyorsun. Öyle kolay<br />
sevinemiyorsun yani. Öyle kolay yenemiyorsun. Bir<br />
acı uzaktan bir degaj yapıyor. Kimin önüne düşerse<br />
düşüyor işte.<br />
Çayko’yla ilkokulda tanıştık biz esasen. Evimizin hemen<br />
karşısında başka bir okul olduğu halde, bizim<br />
iki alt sokaktaki okula torpille morpille yazdırıldığım<br />
gün görmüştüm onu. Müdür odasının kapısında. Annesinin<br />
elini tutmuştu. Öylece susuyordu. İtiraz etmiyordu.<br />
Ve bekliyordu. Mizacı bu. Onu tanıdım tanıyalı<br />
öylece susuyor, itiraz etmiyor ve bekliyor.<br />
O yıllarda Anadolu Lisesi sınavları ilkokul beşinci sınıfta<br />
yapılırdı. Çok az seçenek vardı zaten. Bugünkü<br />
gibi köşe başları Anadolu Liseleri’yle tutulmamıştı<br />
47