Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
çizgilerini değil, gözlerinin, bakışlarının yaşlılığını da görüyorum.<br />
Çevremizin isyan ettirici zenginliğine, budalaca düzenliliğine, itici<br />
bakımlılığına ve yapay mutluluk görüntüsüne inat, yaşlanmış yüzün, şişman<br />
gövden, özensiz giysilerinle sanki bir direniş anıtı gibisin.<br />
"Madrid'de ölmek, boşuna değildi," diyorum yavaşça. "Yapılabileceklerin en<br />
doğrusu, en güzeli, en anlamlısıydı belki de."<br />
"Pasionaria'nın Uluslararası Gönüllü Tugaylarını uğurlama konuşması<br />
sahnesini anımsıyor musun?"<br />
Nasıl unuturum! Mırıldanıyorum:<br />
Analar, kadınlar. Yıllar geçip de savaşın yaraları sarıldığında, nefretin<br />
yerini özgürlük, sevgi, huzur aldığında; bir gün Đspanya özgürlüğüne<br />
kavuştuğunda,<br />
bu zorlu ve kanlı günleri anımsayıp çocuklarınıza anlatın. Anlatın onlara<br />
uluslararası tugayları. Bu insanların dağları, denizleri aşarak, süngülerle<br />
kapatılmış sınırları geçerek ülkemizin özgürlüğü için savaşmaya nasıl<br />
geldiklerini anlatın. Đspanya halkı, onları unutma!.."<br />
"Anımsayanlar kaldı mı hala?"<br />
Nasıl unuturuz! Đspanya çocukluğumuzdu. Gençliğimizin tüm değerlerinin<br />
süzülmüş, billurlaşmış özüydü. Đspanya umudumuz ve yenilgimizdi. Tüm ömrümüzü<br />
hesapsız, sakınmasız verdiğimiz inançlarımızın, değerlerimizin efsaneleşmesiydi.<br />
Đnsanda ve kendimizde güzel olan, üstün olan, değerli olan ne varsa, oydu...<br />
Birer birer çöken kalelerin altında kalan devrim hayalimizin, sosyalizm<br />
umudumuzun, daha güzel bir dünyaya ve dünyayı ellerimizle kuracağımıza olan<br />
keşişçe inancımızın simgesiydi.<br />
"Hiçbir şey, hiçbiri boşuna değildi," diye yineliyorum usulca.<br />
Ellerimizde bayraklar, ellerimizde isyanımızı haykıran pankartlar,<br />
dudaklarımızda türküler, yüreğimizde umut, umut, umut... Taksim'e akıyoruz<br />
Dolmabahçe'den geçip... Bir grev çadırında işçilerle sohbet ediyoruz... Bir<br />
dağ başındayız, ateşler yakıyoruz... Bir gece okulundayız, en heyecanlı bir<br />
macera romanından, en akıl almaz bilimsel bir buluştan daha heyecanlı, daha<br />
inanılmaz, baş döndürücü bir formülü: "artıdeğer"i anlatmaya, kavratmaya<br />
çalışıyoruz... Gözlerimiz bağlı, ellerimiz arkamızda kelepçeli, yüreğimizde<br />
buz gibi bir korku -ama teslimiyet değil- yüzlerini görmediğimiz işkencecilerin<br />
arasında sınava yürüyoruz... Bir ranzaya tünemiş, elimizde bir <strong>kitap</strong>, tahliye<br />
gününü sayıyoruz. Yüreğimiz bir küçücük kuş gibi çırpıntılı, çantamızda sahte<br />
bir kimlik, sınırları geçip sürgünle tanışıyoruz...<br />
"Hiçbiri boşuna değildi, hayır!"<br />
Garson kız, masanın yanından geçerken göz ucuyla bize bakıyor.<br />
Yanaklarından süzülen yaşları görüyor; uzadıkça beyazlığı daha bir göze batan<br />
sakalını, şakaklarındaki ter damlalarını, bakımsız giysilerini görüyor.<br />
"Bir yabancı olmalı. Kimbilir ne derdi var! Kanıksamış ve ilgisiz uzaklaşıyor.<br />
Sessizce ağlıyorsun karşımda. Çaresizim. Sen hiç ağlamayan, hiç kendini<br />
ele vermeyen, sen!..<br />
Kalabalık bir belediye otobüsünün arka sahanlığında -söylenecek o kadar<br />
çok söz varken- konuşmadan, sessizce duruşumuz... Đçimdeki suçluluk duygusu,<br />
eziklik... Tüketilmeden noktalanan, yarım kalmış bir sevginin buruk anısı...<br />
Hayır, orada ağlamamıştın. Kaç arkadaş vuruldu, kaç darağacı kuruldu, kaç<br />
ölümüz var geride bıraktığımız. Hayır, sen sfenksler gibi susmuştun, ama<br />
ağlamamıştın. Sevdiğin kadınlar ya da yoldaşların, seni terk ettikleri zaman...