Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Geceleri, gözlerinin altı çökmüş yorgun yüzünü soluk ışığın aydınlattığı<br />
bitip tükenmez dikişlere indirmiş, siyah jorjet kumaşlara ya da hareli<br />
ipek taftalara simli karanfiller, tavus tüylerinden çiçekler, dantellerden<br />
şakayıklar işlerken, mal müdürünün karısının, oğlunun düğününde giyeceği<br />
tuvaleti, kaymakamın hanımının Cumhuriyet balosunda komşu çatlatacağı pul<br />
ve payet işli elbiseyi yetiştirmeye çalışırken, alnının ortasında derinleşen<br />
iki çizgi, dudaklarındaki kasılma, zamanından çok önce aklaşmaya başlayan<br />
saçları, sessiz yalnızlığını, gösterişsiz kederini, erken bastıran yorgunluğunu<br />
haber verirdi.<br />
Annemin kabul günlerinde, evde yapılmış kestane şekerlemesi, ayva jölesi ve<br />
kıtlama çaylar ikram edilirken, teyzem, kendi yaptığı inanılmaz lezzetteki<br />
kurabiyeleri ve çörekleri fırından çıkarmaya gidince, arkasından alçak sesle<br />
konuşurlardı:<br />
"On parmağında on marifet, zevkli, hanım kadın, bir erkeği mutlu edecek her<br />
şeyi var. Ama ne çare insan kendi talihini kendisi yapamıyor!", "Topu topu<br />
kırk gün evli kalmış. Yirmisinde yokmuş o zaman. Malum, medeni nikah yok daha.<br />
Adam mektep müdürü müymüş neymiş! Ne bilelim. Tahsili var, mesleği var,<br />
efendi görünüşlü, yakışıklı, hem de memur. O zaman ben, olsun olsun beş<br />
yaşındayım. Ablamla aramızda 15 yaş vardır. Yine de hayal meyal anımsıyorum.<br />
Sandıklar dolusu çeyiz çimenle gelin edildi. Biz o sırada Kırklareli'nde<br />
eniştemin yanındayız annemle. Annem, küçükler sıraları gelmeden evlendiler,<br />
en büyük evde kaldı, diye dert ederdi hep. Gitti diye memnun... Evliliğinin<br />
kırkıncı gününde kapı çalınıyor. Kapıda genç bir kadın, yanında iki küçük<br />
çocuk. Ablam buyur ediyor içeri. Meğer kadın adamın karısıymış. Đki çocuğuyla<br />
bırakmış, tayini çıkınca izini kaybettirmiş. Ablam, daha o gün, adam işten<br />
eve dönmeden bir tek bavulunu alıp çıkıyor evden. Çıkış o çıkış. Çeyizini,<br />
eşyasını bile toplamıyor."<br />
Teyzem, elinde bir tepsi taze çörekle içeri girince, bıçakla kesilmişçesine<br />
biten cümlecikler: "Bir emekli albay komşumuz var. Şöyle eli yüzü düzgün,<br />
hanım kadın birini arıyordu..." Ya da, "Elbette bütün kardeşler kanat<br />
germişsiniz, ama insanın kendi yuvası başka olmaz mı?" Sonra annemin<br />
de misafir odasından çıktığı bir anı kollayıp, kendi aralarında yavaş sesle:<br />
"Elbette evlensin istemezler şekerim. Đşlerine yarıyor..."<br />
Köşeye büzülmüş onları dinlerken katıla katıla ağlamak gelirdi içimden. Bu<br />
kadınlar ne hakla teyzemi konuşuyorlar, ne hakla didikliyorlar onun<br />
hayatını! Tam anlamazdım, ama bütün söylenenlerde onu yaralayacak birşeyler<br />
olduğunu sezerdim. Odaya döndüğünde, gider dizlerinin dibine çömelir, yüzümü<br />
ipek elbisesinin serin kıvrımları arasına gömer, büyüyüp de ona saray gibi<br />
evler alacağım günleri düşlerdim.<br />
Yıllar sonra bir gün, "Sadece kırk gün evli kaldığın doğru mu teyze?" diye<br />
sorduğumda, alaycı bir sesle, "Kırk gün biraz tevatür," demişti. "Belki<br />
altı ay, belki de biraz fazla. Yıl dolmamıştı, ama bunu anımsıyorum."<br />
"Ya her şeyini, bütün çeyizini evde bırakıp çıktığın?"<br />
"Orası doğru. Onca ıvır zıvırı bir bavula doldurup götürecek halim yoktu ki!<br />
Ne yerim vardı, ne yurdum. Kardeş evlerine kendim zor sığarken, bir de onca<br />
eşya!.. Sonra barışmak için çok çalıştı, aracılar koydu. Aracılarla, çeyizden<br />
kalma çarçaputun bir kısmını da gönderdi. Dağıttım hepsini. Saklasam nerede<br />
kullanacaktım? Simli yatak örtülerini hangi yatağıma örtecektim? Dantel<br />
perdeleri hangi odama asacaktım?"<br />
"Niye barışmadın peki?"<br />
Hüzünlü, düşünceli, uzaklardan gelen bir sesle: