You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ırıların kaynağı bir!<br />
ayır!<br />
ğerlendirmiyorum.” yanıtını verdi.<br />
Eren Keskin’e yönelik bu saldırıları<br />
şiddetle protesto ediyor, onunla<br />
dayanışmamızı dile getiriyoruz.<br />
Kemalist kadınların ilanında gerçekten<br />
de kadın ve insan hakları savunuculuğunun<br />
esamesi yoktur. Orada,<br />
tamamen –bunu savunanlar kadın<br />
Her Türk Asker Doğmaz<br />
— PERİHAN MAĞDEN —<br />
da olsa– erkek egemen sistemin yanında<br />
saf tutulduğu, ulusal-cinsel ve<br />
sınıfsal baskıların uygulayıcısı devlet<br />
ve onun kurumlarının savunuculuğu<br />
yapıldığı ortaya çıkmaktadır.<br />
Bir yanda egemenlerin/ezenlerin<br />
devletinin savunuculuğunu yapan<br />
“kadın hareketi” ve diğer yanda demokrasi<br />
ve özgürlük mücadelesi verenlere<br />
sahip çıkanların kadın hareketi...<br />
Aynılar aynı, ayrılar ayrı yerde<br />
toplanıyor!<br />
Haziran 2006 <br />
yeni kadın dünyası<br />
“Yani Mehmet Tarhan’ı Askeri Cezaevi’nde geçireceği “meşakkatli” (nasıl<br />
da efendice kelimeler seçiyorum) yıllar bekliyor. Böyle bir tercihi olduğu<br />
için. Anti-militarist olduğu için. Silahlı Kuvvetler’e hizmet vermeyi<br />
reddettiği için. Bu red hakkı kendisine tanınmadığı için.”<br />
Ben diyorum ki, hayır kardeşim Her Türk Asker Doğmaz! Her Türk asker<br />
doğmak, askerlik yapmak, asker ölmek, askerde ölebilmek mecburiyetinde<br />
değildir. Nasıl her Türk nükleer fizikçi, baraj mühendisi, balet,<br />
narenciye üreticisi, son ütücü olarak doğmuyorsa, doğmayacaksa, doğmaması<br />
tercih nedeniyse her Türk, askerde doğamaz. Doğmayacaktır.<br />
Doğmaması gerekir.<br />
Birleşmiş Milletler 70’lerden beri vicdani reddin bir insan hakkı olduğu<br />
fikrini savunuyor.” diyerek mi girelim?<br />
Nasıl girelim bu “hassas” konuya?<br />
Bu konu çok hassas çünkü<br />
Askeriye’yle ilgili her konu çok hassas.<br />
Çok çok hassas, bu ülkede. Orduyla ilgili<br />
herhangi bir şeyde: öneri/eleştiri/<br />
neden böyle/neden öyle-hayır haksızsınız,<br />
porselen dükkanındakı filsiniz.<br />
Tuhafiyecideki zürafasınız; aman çabuk<br />
pılınızı pırtınızı toplayıp o konunun<br />
topraklarından uzaklaşın-ızzz.<br />
Ben diyorum ki, hayır kardeşim Her<br />
Türk Asker Doğmaz! Her Türk asker doğmak, askerlik yapmak, asker ölmek,<br />
askerde ölebilmek mecburiyetinde değildir. Nasıl her Türk nükleer fizikçi,<br />
baraj mühendisi, balet, narenciye üreticisi, son ütücü olarak doğmuyorsa,<br />
doğmayacaksa, doğmaması tercih nedeniyse her Türk, askerde doğamaz.<br />
Doğmayacaktır. Doğmaması gerekir.<br />
Önce yıllardır, on yıllardır, yüz yıllardır maruz bırakıldığımız militarist<br />
koşullanmalardan kurtulmamız gerektiğini, bazılarımızın böyle bir<br />
tercihi olabileceğini kabul etme “alicenaplığını” göstermemiz gerektiğini,<br />
ARTIK gerektiğini söyleyerek lafa başlayalım.<br />
Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülke içinde vicdani reddin bir hak olarak tanımlanmadığı<br />
yalnızca iki ülkenin: Azerbeycan ve Türkiye’nin bulunduğunu<br />
belirtelim. Ermenistan’ın dahi vicdani reddi bir hak olarak tanıdığını,<br />
kurucuları arasında bulunduğumuz Avrupa Konseyi tarafından vicdani<br />
reddin tarafımızdan reddiyle ilgili, mutat sıklıklarla uyarıldığımızı-<br />
Şimdi biliyorsunuz (ya da bilmiyorsunuz)<br />
Mehmet Tarhan diye biri var. Mehmet Tarhan total redci. Mehmet<br />
Tarhan, kardeşim ben barışı seviyorum. Ben anti-militaristim. Ben elime<br />
silah almam, Silahlı Kuvvetler’e de (hiçbir kisve altında) hizmet vermem,<br />
veremem. Diyor. (Onun sözleriyle değil, ben kendi dilime çeviriyorum.)<br />
Mayıs 2001’de askerlik yapmayı reddettiği için tutuklanıyor. Ve o gün bugündür<br />
Mehmet Tarhan’ın başı belada. Zira Türkiye Cumhuriyeti, Mehmet<br />
Tarhan’a bu insan hakkını, eline silah almama, Silahlı Kuvvetler’e hizmet<br />
etmeme hakkını tanımıyor. Mehmet Tarhan eşcinsel olanlar bir nevi “sakat”<br />
“kusurlu” vs. vs. kabul edilerek askerlikten muaf tutulabiliyorlar. Bir<br />
sağlık kuruluşunun muayenesine maruz bırakılarak.<br />
Mehmet Tarhan bu muayeneye maruz bırakılmayı reddediyor. Zira o eşcinsel<br />
olduğu için değil (yani “kusurlu” ve bir nevi “sakat” kabul edilmeyi<br />
kabul ettiği için değil) TOTAL REDCİ olduğu için askerlik yapmayı reddediyor.<br />
Askeri Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi ise vicdani reddin kabul edilemezliğine<br />
hükmediyor. “Silahlı çatışmaların devam ettiği bir coğrafyanın ortasında<br />
bulunan Türkiye’nin ülke savunması için gerekli tedbirleri alması<br />
zorunludur. Bunun için her erkeğin zorunlu askerlik yapacağı benimsenmiştir”<br />
ifadesiyle.<br />
Ve de Sivas Askeri Mahkemesi’nin Mehmet Tarhan hakkında verdiği iki<br />
davada toplam dört yıl hapis kararını bozuyor. Tarhan’ın (zorla) muayeneye<br />
tabi tutularak “eşcinsellik” gerekçesiyle terhisinin verilmesini talep<br />
ediyor. Yani Tarhan’ın davası yine Askeri Yargıtay’da. Saçları zorla kesilmiş<br />
bulunan Mehmet Tarhan Sivas’ta, Askeri Cezaevi’nde. Bu davanın seyrine<br />
bakarak daha yıllarca orada kalacağına da hükmedebiliriz. Cezaevi<br />
koşullarının alabildiğine “zor” olacağını da.<br />
Zira Mehmet Tarhan’dan önce 87’inci maddeden (EMRE İTAATSİZLİK<br />
maddesi) yargılanıp askeri hapishanelerde yatmış bulunan vicdani redciler<br />
Osman Murat Ülke, Mehmet Bal ve Halil Savda’nın ne mene maddi ve manevi<br />
işkencelere uğradıkları; diyelim Mehmet Bal’ın üstünden askeri üniformasını<br />
çıkartmaması için ellerinden ve ayaklarından kelepçelendiği, el<br />
fizyonomisi “düşünülerek” yapılmış bulunan kelepçeler ayaklarını kestiği<br />
için Adana Askeri Cezaevi Komutanı Albay Durdu Solak tarafından özel<br />
olarak imal ettirilen prangalandığı “filan” biliniyor.<br />
Yani Mehmet Tarhan’ı Askeri Cezaevi’nde geçireceği “meşakkatli” (nasıl<br />
da efendice kelimeler seçiyorum) yıllar bekliyor. Böyle bir tercihi olduğu<br />
için. Anti-militarist olduğu için. Silahlı Kuvvetler’e hizmet vermeyi reddettiği<br />
için. Bu red hakkı kendisine tanınmadığı için.<br />
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım: Yurdumuz topraklarında 300 bin<br />
ila 400 bin arasında değişen (kayda değer) sayılarda asker kaçağı dolaşıyor.<br />
Ne yapılıp edilse bu sayı aşağı çekilemiyor, her üç ila beş yılda bir “bedelli<br />
askerlik” çıkarılarak zevahir kurtarılıyor: Yani “bedelini” ödeyebilecek<br />
maddi imkanlara sahip çocuklarımız Askeriye’nin emrinde geçirilecek<br />
15 aylık bir süre ve süreçten “yırtıyorlar.”<br />
Modernize edilmiş bir ordudan, profesyonelleştirilmiş bir ordudan (bizzat<br />
ordusu tarafından) bu denli sık söz edilen bir ülkede, ordumuzun bütçemizden<br />
aldığı pay bu denli “hatırı sayılır” iken, teknoloji bu denli ilerlemiş<br />
(özellikle savaş teknolojisi) bir sürü aletin başına “uzmanlar” yani<br />
“teknik donanımlı subaylar” dışında kişilerin yerleştirilmesi giderek imkansız<br />
hale gelmiş iken-<br />
1. Askerlik süresi şu kısaltılmış haliyle bile, ziyadesiyle uzun değil midir?<br />
2. Ordumuzun bu kadar çok sayıdaki kişiyi askere almaya çalışması hakiki<br />
bir zaruret midir?<br />
3. Bu denli çok para harcayabilen ve hatta elemanlarının kaynaklarıyla<br />
OYAK gibi bir ekonomi devini yaratıklandırabilen Yüce Ordumuz,<br />
“Türkiye’nin içinde bulunduğu ÖZEL koşullar” teranesinin artık az biraz<br />
eski etkisinde ve inandırıcılığında olmadığını, bilmem kabule yanaşabilecek<br />
midir?<br />
Diyelim Aczmendiler, Yehova Şahitleri, kimi fundamentalist<br />
Protestanlar ellerine dinleri gereği silah değdirmeyi reddediyorlar.<br />
E artık biz Avrupa Birliği’ne uyumlu müreffeh bir ülke olduğumuza/olacağımıza<br />
göre Budistlerimiz’in, Hindularımız’ın sayısında da naturel bir<br />
artış olacak. E, madem fikri hür, vicdani hür bir ülkenin çocuklarıyız; vicdani<br />
redcilerimiz de anlaşılan olacak. Olacaktır. Olsun.<br />
Askeriyemiz için “Bedelli Askerlik” söz konusu olduğunda içleri kan<br />
ağlayarak da olsa gözardı edilebilen “eşitlik” ilkesi bu denli mühim ise;<br />
hem hakikaten Türk Ordusu’nun profesyonelleşmesi, modernleşmesi konusunda<br />
ciddi adımlar atılsın, askerlik süresi yeniden kısaltılsın, hem de<br />
VİCDANİ RED bir insan hakkı olarak tanınsın. Zira ben bir kız çocuğu<br />
annesi olarak böyle bir dertten “sıyırmış” olabilirim; ama bir oğlum olsaydı<br />
ve vicdani nedenlerle eline silah almayı reddetseydi hem sonuna kadar<br />
onun (ve gerekirse mücadelesinin) yanında olurdum, hem de diyelim<br />
öğretmenlik yaparak/koro çalıştırarak/ambulans sürerek/ağaç dikerek/kreşte<br />
çocuk bakarak/aşı yaparak/icabında yerleri silerek DE devletine<br />
“hizmet” edebilmesinin mümkün olduğu, ama bu görevlerin “eşit” ve hakiki<br />
ihtiyaçlar için dağıtılması ilkesiyle, pek de ala mümkün olduğu düşüncesi<br />
içinde olurdum.<br />
E, şimdi oğlum yok diye tam da “kurtulmuş” sayılmam. Zira ülkemde<br />
vicdani reddin bir hak olmaması beni (vicdanımı) rahatsız ediyor. Daha<br />
önce 87. maddeden yargılanan üç vicdani redciye karşın Mehmet Tarhan’ın<br />
88. maddeden yani TOPLU ERAT ÖNÜNDE EMRE İTAATSİZLİKden<br />
yargılanmasının rahatsız ettiği gibi. Sivas Askeri Cezaevi’nde “hangi koşullar”<br />
altında yatıyor olamadığım gibi. O niye peki hapiste? Peki niye biz<br />
rahat rahat yatağımızdayız? gibi. Peki biz rahat mıyız? Biri, insan haklarından<br />
bir hak için mücadele verirken, biz rahat olabilir miyiz? Rahat uyuyabilir<br />
miyiz? gibi. Askeri konulara gelince medyalamamızın içinde bulunduğu<br />
ağır militarist koşullanma, uyguladıkları “oto-sansür” normal midir,<br />
“norm” bu ise bu memleketin “normlarını” daha insanileştirmenin, vicdanileştirmenin<br />
zamanı gelmemiş midir, gelmeyecek midir, hiç gelmeyecek<br />
midir?? GİBİ. Liste uzuyor. E kesmek, bir yerde bitirmek lazım. Bitti.<br />
13