Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Gölge etme başka ihsan istemem<br />
İlk mizah dergisi, Abdi ve Sait Beyler’in girişiminden<br />
yaklaşık kırk yıl sonra 1869’da Sultan Abdülaziz devrinde<br />
çıktı. Girişimin sahipleri, Rum asıllı Osmanlı Teodor Kasap<br />
ile mizahi yönü pek bilinmeyen vatan şairi Namık Kemal…<br />
Anadolu kökenli olmasına karşın Batı’ya öykünen bu girişim<br />
adını, Batı felsefesinin Anadolu kökenli filozofundan alır:<br />
Diyojen… Derginin kapağında, dünya imparatoru İskender<br />
ile fıçının içinde yaşayan filozofun efsane karşılaşması<br />
resmedilir. Ve ikisinin diyaloğu, resmin altında Osmanlıca<br />
harflerle yazar: Gölge etme başka ihsan istemem…<br />
Diyojen endişe içinde çıktı. Batı’dan gelenin mesafeli<br />
karşılandığı bu dönemde olayları sivri diliyle irdeleyen<br />
üstelik Batı kültürü kökenli bir isme sahip bu dergi nasıl<br />
karşılanacaktı? Bu, Avrupa’ya seyahat etmiş ve böyle şeylerin<br />
artık kendi ülkesi için de elzem olduğunun idrakinde olan<br />
padişah Abdülaziz’i bile kaygılandırır. Ancak korkulan olmaz.<br />
Bilakis, okumayla o devirde de arası olmayan halk, Diyojen’i<br />
beklenmedik biçimde benimser.<br />
Diyojen okur tarafından benimsendikçe, Türk mizahının ilk<br />
dergisi de kendi kültürel dinamikleri üzerinde yolunu çizdi ve<br />
Batı’ya öykünme giderek azaldı. Bu dönüşüme paralel olarak<br />
dergi, hayal perdesine istinaden “Hayal” adını aldı. Hacivat ve<br />
Karagöz, Namık Kemal ve Teodor Kasap’ın kaleminde perde<br />
arkasından çıkıp sayfalarda karşı karşıya geldi. Geleneksel<br />
atışmalarını, güncel olayların eleştirisi için yaptılar.<br />
Bu dergileri Çıngıraklı Tatar, Letaif-i Asar, Kahkaha,<br />
Çaylak ve Beberuhi takip etti. Ancak 93 Harbi döneminde<br />
meclisini kapatılmasıyla mizah basını da uzun süren sessizliğe<br />
büründü.<br />
II. Meşrutiyet’in ilanı, mizah dergiciliği açısından da<br />
önemli bir adımdı. Çok sayıda derginin yayına başlama<br />
yılı olarak “1908” kayıtlara geçti. Bu dönem ayrıca, mizah<br />
dergiciliğinin acemiliği üzerinden atması açısından da<br />
önemliydi. Bu tarihten sonra çıkan dergilerde gerek yazılar,<br />
gerekse karikatür itibaren yazılar ve çizgiler daha ustacaydı.<br />
Yıllara meydan okuyan mevzular<br />
Aradan yüzyılın üzerinde zaman geçmesine rağmen<br />
Osmanlı mizahına bakıldığında, espri anlayışındaki ufak<br />
değişiklikler olmakla beraber gülünen ve eleştirilen konuların<br />
değişmediği görülür.<br />
Gelenekçi-yenilikçi çekişmesi, “devlet”in kendisi kadar eski<br />
bir mesele… Bu mevzu Türk mizahına alaturka-alafranga,<br />
kaftan-istanbulin, fes-şapka ikiliği olarak yansır. Diyojen<br />
yazarı Teodor Kasap, dönemin eğitim politikası gereği<br />
Avrupa’ya gidip, burada kaldığı süre içinde kendini Avrupalı<br />
zannetmeye başlayan ve ülkeye döndüğünde gizliden gizliye<br />
feslerini çıkarıp şapka giyenleri tiye alır:<br />
“Kışın odunundan, yazın buzundan, her mevsim sofranın<br />
tadından tuzundan kesip Frenkistan’a gönderdiğimiz<br />
gençlerimiz; siz medeniyeti kılık kıyafette, ya da öğreneceğiniz<br />
yarım yamalak ecnebi lisanında mı zannedersiniz?”<br />
Belediyecilik sorunları da mizah dergilerinin yazarlarını<br />
meşgul eder. Victor Hugo’nun “Paris insanlığın beynidir”<br />
sözüne nazire yapan bir İstanbul belediye meclis üyesi<br />
“İstanbul da insanlığın kalbidir” der. Bunun üzerine<br />
Diyojen’den tepki gecikmez: “Yolsuz köprüsüz, toz toprak<br />
içindeki İstanbul insanlığın kalbi olursa, vah insanlığın<br />
haline…”<br />
Geçim sıkıntısı da halkın ve dolayısıyla mizah dergilerinin<br />
eskimez konusudur. Mehmet Tevfik, Kastamonulu köylünün<br />
ağzından fakirliği Çaylak’ta şöyle anlatır:<br />
Toptan pılıyı pırtıyı sattudu züğürtlük<br />
Köycek bize gardaş duman attudu züğürtlük<br />
Zalt ben mi ya, Gastambolu da hep cıbur oldu<br />
Dünyayı birbirine gattudu züğürtlük<br />
Namlunun ucunda mizah<br />
“93 Harbi” olarak kayıtlara geçen 1877-78 Osmanlı-Rus<br />
Savaşı’nda mizahın duruşu, destekleyici ve cesaret vericidir.<br />
Türk askerini “zafer bizimdir” diyerek cesaretlendirirken,<br />
Rus yönetimine verip veriştirir. Mizah yazarlarının tek sözü<br />
Rus yönetimine değildir. Kendi yöneticilerine söylemek<br />
isteyip söyleyemediklerini de “sözüm sana Rus Çarı, sen anla<br />
devletlûm” diyerek ortaya koymaktan geri durmazlar. Hacivat<br />
ile Karagöz’ün savaş konusunda endişesi, dönemin durumuna<br />
iyi bir aynadır:<br />
Hacivat: Karagözüm, hiçbir telgraf ajansının yazdığı<br />
birbirini tutmuyor. Neden Osmanlının zaferlerini saklamak<br />
için bunca gayret sarf ediyorlar?<br />
Karagöz: Neden olacak? Bizim kendi telgraf ajansımız<br />
olmadığı için…<br />
Millî Mücadele yıllarında da mizahın savaş üzerine<br />
söyleyecek iki çift sözü vardı. Mizah dergileri de ülkedeki<br />
herkes gibi safını seçmişti: İstanbulcular ve Ankaracılar…<br />
Ankaracılar başta biraz daha çekingendi. Ancak Batı<br />
cephesinden iyi haberler gelmeye başladıkça roller değişti<br />
ve Babı Âli’cilerin sedası azalırken, Millî Mücadelecilerinki<br />
yükseldi.<br />
Namlunun ucunda mizah, yalnız karşı tarafı eleştirmekten<br />
ibaret değildi. Yeri geldiğinde, milletini de eleştirmekten geri<br />
durmadı:<br />
Ey koç yiğit, tosun kardaş, tasa etme gam yeme<br />
Eğerçi sen bahtiyarlık illerine ermedin.<br />
Lakin sana EY TÜRK UYAN dedim de ben şiirime<br />
Uzun uzun esnemekten gayrı cevap vermedin.<br />
Vizyon 21