tarih Didem ŞAHSUVAROĞLU didem.sahsuvaroglu@trt.net.tr “Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne dünya nimetlerinde gözü. Bizler şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o, yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir”. SAVAŞIN ORTASINDA BİR ŞAİR: PUŞKİN’İN ERZURUM YOLCULUĞU 34 Vizyon
19. yüzyıl, Osmanlı D e v l e t i ’ n e bağımsızlık isyanları ile geldi. Sırpların ardından isyan eden Yunanların ayrılık girişimi İngiltere, Fransa ve Rusya gibi dünya devletleri tarafından da desteklendi. Ayrılık fikrini Osmanlı’ya dayatmak isteyen Rusya, dört koldan Osmanlı topraklarına yürümeye başladığında takvimler miladî 1828 yılını gösteriyordu. Tarih bu savaşı “1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı” olarak kaydetti. Tarihin yazmadığı şeyler ise, zamanın tanıklarının aktardıklarıyla gelecek kuşaklara taşındı. Bu tanıklardan biri de Rus şair ve yazar Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’di. Rus ordusu ile Erzurum’a giren Puşkin, büyük oranda koruduğu tarafsız bakış açısıyla aslında ne o taraftan ne öbüründendi… Henüz 29 yaşındaydı. Rusya’nın dışındaki dünyayı görmek istiyordu ancak Çarlık Rusya’sının katı yönetimi, onun yurtdışına seyahat etmesi için engeldi. Siyasi baskının üzerine gelen, cevapsız kalmış bir evlenme teklifinin sebep olduğu kalp kırıklığı ile Moskova’dan uzaklaşmak istedi ve Kafkasya’ya geçti. Rus ordusunun Erzurum seferini hem yurtdışına çıkmak hem de kalp kırıklığından uzaklaşmak için fırsat bildi ve sivil gözlemci olarak orduya dâhil oldu. Uzun ve çileli Kafkasya yürüyüşünün ardından Arpaçay ırmağı üzerinden Türkiye’ye girişi ile ilgili şu sözleri sarf eder: “Ömrümde ilk kez yabancı bir ülkeye giriyordum. Uzun süre oradan oraya gezmiş; kâh güneyde kâh kuzeyde sürtmüş, fakat engin Rusya’nın sınırlarını hiç aşmamıştım. Bu kutsal ırmağa sevinçle girdim ve atım Türk kıyısına çıkardı beni. Fakat bizimkiler ele geçirmişti bu kıyıyı. Böylece, demek ki Rusya’daydım hâlâ…” Düşman topraklarda Puşkin, Türk topraklarına “düşman” olarak ayak basar; bunu da Erzurum notlarında birkaç yerde kullandığı “düşman” ifadesiyle dile getirir. Fakat karşı tarafta olmak, Puşkin’in bir edebiyatçı olarak savaşa ve insana karşı evrensel bakışını değiştirmez. Genç Türk şehidini betimlediği satırları, Puşkin’in insani bakış açısının en belirgin hissedildiği yerlerdendir. Rus yazar, Türk ordusu ile karşı karşıya geldiği ilk anı ise “yüksek sarıkları, kırmızı kaftanları ve atlarının parlak koşumları” ile, kendi askerlerine tezat bir gösterişle betimler. Tarih 27 Haziran 1829’u gösterirken Erzurum Ruslara teslim edilir. Şehre giren Rus askerlerinin arasında, sivil giyimiyle olaylara tanıklık eden Puşkin de vardır. “Kalesi, minareleri ve birbiri üzerine abanan yeşil damlarıyla Erzurum, gözlerimizin önüne seriliverdi.” diye şehirle ilk teşerrüfünü anlatırken, “minare” gibi bazı sözcükleri, Türkçe olarak yazar. Erzurum Kalesi’nde Rus bayrağı dalgalanırken, Puşkin halen gözlemcidir. Erzurum Türklerinin evlerinin damlarına çıkmış, işgali asık suratlarla izlediğini aktarır. Öte yandan, Ermenilerin coşku içinde sokaklara döküldüğünü, çocuklarının istavroz çıkarıp “Hıristiyan, Hıristiyan” diye bağırarak atların arasında koşuştuklarını “Asya görkemi sözünden daha anlamsız bir şey bilmiyorum. Bu deyim haçlı seferleri sırasında çıkmış olmalı. Kalelerin çıplak duvarlarını, meşe odunundan sandalyelerini bırakarak sefere katılan ve Doğunun kırmızı divanlarını, renk renk halılarını, kabzaları renkli taşla süslü hançerlerini görünce gözleri kamaşan yoksul şövalyelerin işidir bu. Bugün Asya yoksulluğundan, Asya ilkelliğinden söz edilebilir ancak. Görkem hiç kuşkusuz, Avrupa’nın sahip olduğu bir şeydir artık.” kaydeder. İnsanlığı düşmanlığın önüne geçiren bir tek Puşkin değildir. Tutsak Türk paşalarından biri, askerlerin içinde frakla dolaşan Puşkin’in kim olduğunu merak eder. Şair olduğunu öğrenince elini göğsüne koyup “eyvallah” çeker ve “Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır.” der; “Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne dünya nimetlerinde gözü. Bizler şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o, yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.” “Asya Rüyası”nın sonu Diğer Batılı yazarlardaki oryantalist doğu algısının aksine Rus yazarları, belki Batı’nın en doğusunda olmalarından dolayı, Doğu’ya farklı bakarlar. Söz konusu ünlü Rus gerçekçi yazarı Puşkin olunca, Doğu’nun gerçeği de bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor. “Asya görkemi sözünden daha anlamsız bir şey bilmiyorum. Bu deyim Haçlı Seferleri sırasında çıkmış olmalı. Kalelerin çıplak duvarlarını, meşe odunundan sandalyelerini bırakarak sefere katılan ve Doğunun kırmızı divanlarını, renk renk halılarını, kabzaları renkli taşla süslü hançerlerini görünce gözleri kamaşan yoksul şövalyelerin işidir bu. Bugün Asya yoksulluğundan, Asya ilkelliğinden söz edilebilir ancak. Görkem hiç kuşkusuz, Avrupa’nın sahip olduğu bir şeydir artık.” Puşkin’in gördüğü Erzurum, Türkiye’nin Asya topraklarındaki en önemli kentidir. Bir gezginin, “Asya kentleri içinde sadece Erzurum’da bir saat kulesi olduğunu, onun da saatinin çalışmadığını” ifade ettiğini aktarır. Doğu’dan gelip Avrupa’ya uzanan ticaret yolu Erzurum’dan geçer. Ancak Erzurum’dan geçen mal ve paranın kente bir faydası yoktur. Puşkin’in ifade ettiğine göre; Erzurum’da bir hasta, ravent otu bulamadığı için ölebilir, ancak kentten çuval çuval ravent gelip geçmektedir. Puşkin, Erzurum’daki bu geri kalmışlığı, İstanbul ile arasındaki kopukluğa bağlar. Dönemin sultanı II. Mahmud’un askeri ıslahatlarına ve İstanbul’daki ordunun yeni giyimine rağmen, Erzurum’daki askerlerin halen Vizyon 35