24.12.2014 Views

tasavvuf feısefesi - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

tasavvuf feısefesi - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

tasavvuf feısefesi - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA ÜNIVERSITESI<br />

ILÂHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI<br />

127<br />

MUHY İ DD İ N İ BNIFI-ARAB İ'N İ N<br />

TASAVVUF FEISEFES İ<br />

Yazan:<br />

Çeviren:<br />

A. E. Affifi Dr. Mehmet Dağ


ANKARA ON İVERS İTES İ<br />

ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI<br />

127<br />

MUHY İ DD İ N İ BK11-ARAB İ'N İ N<br />

TASAVVUF FELSEFES İ<br />

Yazan:<br />

Çeviren:<br />

A. E. Affifi Dr. Mehmet Dağ


IÇINDEKILER<br />

Çevirenin Önsözü 7<br />

Önsöz 11<br />

Giri ş 15<br />

Bölüm I. Varl ık Nazariyesi 21<br />

Ibnu'l-Arabi'nin Metafizik Hakikat Görü şü 21<br />

I. a) Varl ık (yucad)'un Anlam ı 21<br />

b) Varlık Dü şüncede mi yoksa d ış alemde mi Şeylerin Mâhiyetlerinden aynlabilir 24<br />

c) Varlık ve Varolmak. Yokluk ve Var-de ğil 25<br />

d) Varlık'ın Türleri 26<br />

e) Zorunluluk, imkan ve imkansızlık 27<br />

II ( I). a) Bir ve Çok: "Hakk ve Halk" 28<br />

b) ibnu'l-Arabrnin Mutlak Monismi ve Hallac' ın Dualismi 30<br />

c) Ibnu'l-Arabi'nin Bir'le Çok aras ındaki münasebeti ifade tarz ı : Hakk ve<br />

Halk 32<br />

II (II). Tenzih ve Te şbih (A şkınlık ve İçkinlik) 34<br />

II (III). a) Sebeplilik ve ibnu'l-Arabi'nin Sistemindeki Yeri 39<br />

b) Bir bütün olarak Alemin Sebebi 41<br />

c) Ilahi İsimlerin Sebepliliği 45<br />

III (1). a) Zat-S ıfatlar ve Isimler 46<br />

b) Bilgimizle ili şkisi açısından Hakikat 47<br />

e) ibnu'l-Arabrnin Allah' ın Ahlaki ve Şahsi Isim ve Sıfatlannı açıklama tarz ı 51<br />

d) Ilahi İsimlerin iki Yönü (Manzaras ı) 55<br />

III (u). a) Sabit Örnekler ya da Gizli Hakikatlar (el-acyan es-sabita) 56<br />

b) Ibnu'l-Arabrnin Sisteminde Acyan es-Sabita'n ın Yeri 59<br />

IV. a) Ilınu'l-Arabrnin Varlığın Birliği Ö ğretisi 60<br />

b) Islamın Allah' ı ve Vandet-i Vucud'un Bir'i 62<br />

e) Ibnu'l-Arabrnin Ö ğretisinde Bir Uluhiyet Telakkisi 64<br />

d) Ibnu'l-Arabrnin Vandet-i Vire -ad Ö ğretisi ve Yeni-Eflatunculuk 65<br />

e) Ibnu'l-Arabrnin Görü şüne göre, Tecelliler Sistemi Plotinus'un ak ışlarının yerini<br />

alır 67<br />

Bölüm II Ibnu'l-Arabrnin Kelâm (Kelimetullaah=Logos) Ö ğretisi 70<br />

A.a) Ibnu'l-Arabrnin Logos (Kelâm) Nazariyesinin Ontolojik Yönü: Hakikatlar ın Haki-<br />

kati olarak Kelâm: Alemin Yarat ıcısı, Hayat Vericisi ve Akli Ilkesi olarak Kelâm 71<br />

3


) Kelâm' ın Tasavvufi Yönü 75<br />

c) Muhammed'in Hakikati, Kutup ile di ğer Peygamber ve Veliler aras ındaki Münasebet<br />

75<br />

d) ibnu'l-Arabi'nin Kutup (ya da Hz. Muhammed'in Hakikati) Nazariyesinin Genel<br />

Metafizik O ğretisiyle olan Münasebeti 78<br />

e) Kelâm' ın Üçüncü Ciheti: Yetkin İnsan olarak Kelam 79<br />

f) Küçük Mem olarak Yetkin İnsan 83<br />

g) Alemin Sebebi olarak Yetkin İnsan 83<br />

h) ibnu'l-Arabi'nin Kelüm Ö ğretisinin Kayna ğı ve Genel Mülahazalar 85<br />

B. a) ibnu'l-Arabi'nin Nübüvvet, Risület ve Velüyet (Velilik) Görü şü: Hatem el-Evliyü<br />

(Velilerin Mührü) Meselesi 91<br />

b) Velinin Anlam ı 91<br />

e) Velilik ve Umisımi Hilüfet (el-Hil5fet el-Amme) 93<br />

d) ihnu'l-Arabi'nin İslam Velilerine mal etti ği Haklar 94<br />

e) Velilerin Mührü (hatem el-evliyü) 95<br />

Bölüm III. ilınu'l-Arabrnin Bilgi Nazariyesi, Psikoloji ve Tasavvufu 98<br />

I. Bilgi Nazariyesi 98<br />

a) Çe şitli Onerme (Hüküm) Türleri 99<br />

b) Hadsi (Sezgiye dayanan) ya da Bât ıni Bilgi 100<br />

c) Hadsi (Sezgiye dayanan) ya da Bat ıni Bilginin Husiisiyetleri 101<br />

d) ibnu'l-Arabrnin Tasavvufi Bilgisi 103<br />

II. Psikoloji 108<br />

A. Tasavvufi ve Metafizik Psikoloji, ibnu'l-Arabrnin Nefs Nazariyesi 108<br />

a) Cüz'i Akıllarla Külli Akıl aras ındaki İli şki 108<br />

b) Sûfînin Kalbinin De ği şkenliği 111<br />

e) ibnu'l-Arabrnin Nefsin Mahiy-eti Nazariyesi 111<br />

d) -Uç Nefs aras ındaki İli şki 112<br />

B. Tecrübi Psikoloji 114<br />

a) idrak (Alg ı) 115<br />

b) Tasavvuri Bilgi (Kavramsal Bilgi=-el—ilm et—tasavvuri) 116<br />

e) Şehvet ve İrâcleden Ibnu'l-Arabi'nin Anlad ıkları 117<br />

d) 1bn-İli-Arab -P/ün Psikoloji ve Rüya Nazariyesinde Hayül'in Anlam ve Yeri 118<br />

e) ilınul-Arabi'nin Rüya Nazariyesi 119<br />

f) Sâfinin Yarat ıcı Gücü 121<br />

III. Stıfilik ve Si5fi Tecrübenin Son Hedefi 124<br />

a) Eski Sûrilere göre Sûfili ğin Hedefi 124<br />

b) Fena' ıun Anlamlar ı 127<br />

e) Tedrici bir süreç olarak Fena 128<br />

Bölüm IV. ibıau'l-Arabrnin Dini, Ahlak ve Estetik 132<br />

I. ibnu'l-Arabrnin Evrensel Dini 132<br />

a) Allah'a İman etme yollar ı 133<br />

b) İnançların Takdiri 135<br />

II. Ahlak ve Theodise 136<br />

4<br />

a) Kader ve irade Hürriyeti 136<br />

b) Hayır (iyilik) ve Şer (Kötülük) Meselesi 139


c) İyilik ve Kötülüğün İzâfâliği (Göreli ği) 139<br />

d) Ibnu'l-Arabrnin Nazariyesinde İyilik ve Kötülü ğün Şerratla olan Münasebeti<br />

ve Ilahi İradenin Yeri 141<br />

e) Ilahi İradenin Anlamı 141<br />

III.<br />

Müeâzât (Cezâ) ve Müldfüt (Ödül) Meselesi: Ibnu'l-Arabrnin Cennet ve Cehennem<br />

Anlayışı, ve Öteki Dünya Görü şü 144<br />

IV. Ibnu'l-Arabrnin Estetik'i 149<br />

EK<br />

a) Aşk Görü şü ve Sistemindeki Yeri 149<br />

b) "Üç çe şit Aşk 150<br />

e) Güzellik A şk' ın Temelidir 151<br />

Ibnu'l-Arabrnin Sisteminin Kaynaklar ı 153<br />

a) Ibnu'l-Arabi ve İbn Meserre 157<br />

b) Ibnu'l-Arabrnin Dü şüncesini Etkileyen Kaynaklar 162<br />

e) Ihvân es-Safâ'n ın Risâleleri, Fârâbi ve müslüman Yeni-Eflatuncularm Eser-<br />

leri 162<br />

d) Ibnu'l-Arabi ile Ihvân es-Safa'n ın birleştikleri Noktalar 163<br />

Varlık Nazariyes i Hakk ında 164<br />

Psikoloji ve Bilgi Nazariyesi Hakk ında 165<br />

Küçük Mem ve Büyük hem Hakkında 166<br />

e) Hallâc'm Ibnu'l-Arabrye Etkisi 167<br />

f) Kelâmeıların Ibnu'l-Arabrye Etkisi 169<br />

g) Ibnul-Arabrnin Sisteminde Kur'ân ve Hadis Unsuru 169<br />

Yararlanılan Esuder 173<br />

Kitap ve Şahıs isimleri Dizisi 177<br />

Teknik Terimler Dizisi 181<br />

5


ÇEVİRENİN ONSÖZÜ<br />

Alâ Affifi'nin 1938'de CAMBR İDGE UN İVERS İTY PRESS<br />

tarafından yayınlanan "Muhyiddin finu'l-Arabrnin Tasavvuf Felsefesi"<br />

(The Mystical Philosophy of Muhyid Din Ibnu'l-Arabi) adl ı eserini türk okuyucusunun<br />

incelemesine sunmu ş bulunuyoruz. Bu eser, anla şılaca ğı üzere,<br />

bugüne kadar ib nu'l- Ar abi hakk ında yaz ılmış eserler aras ında, onu bütün<br />

cephesiyle ele alan ilk ve ayn ı zamanda tek eser görünümündedir. Yazar,<br />

kendisinin de belirttiği üzere, konuyu böylesine kapsaml ı bir şekilde ele almasına<br />

ra ğmen, ib nu'l- Ar abi hakk ında söylenecek her şeyi ortaya koydu ğu<br />

iddias ında de ğildir; yazar ın tek amac ı, bu konuda çal ışacaklara İ b nu'l-<br />

Ar abrnin <strong>tasavvuf</strong> felsefesini anlama bak ımından, yararl ı bir anahtar verebilmektedir.<br />

Öyle görünüyor ki, yazar, kendisinden beklenen bir aç ıklık ve<br />

üstün bir beceri ile bu anahtar ı bize sağlamıştır. Ancak, do ğu <strong>tasavvuf</strong>unu bir<br />

bat ı dilinde ifâde ederken, her zaman ortaya ç ıkan terminoloji sorunu ile kar şı<br />

kar şıya kalmış ; Pantheism ve Monism gibi daha çok bat ı felsefesine özgü terimleri<br />

kullanmak zorunluğunu duymu ştur. Aradaki mahiyet fark ına ra ğmen,<br />

yazarın bu yola gitmesi, konunun bat ıl ı okuyucularca daha kolay anla şılmas<br />

ını sağlamak olsa gerektir. Pantheism veya monism'den söz ederken, İslam<br />

vandet-i vudıdeulu ğunu kastetti ği, aç ıklamalar ından ve ibnu'l- Ar abi'-<br />

den verdiği örneklerden aç ıkça anla şılmaktad ır. Bu sebeple Affifi'nin do ğu<br />

mistisizmini bat ı felsefesinin terminolojisine tercüme etti ği şeklinde baz ıların<br />

ın yapt ığı ele ştiriler, ancak konunun islâmi muhtevas ı gözden ırak tutuldukça,<br />

geçerli olabilir ve yanl ış anlamalara yol açabilir. Yaln ız yazar ın, eserini<br />

bir batı dilinde ve batılı okuyucuyu gözönüne alarak bu yola girdi ği dü şünülecek<br />

olursa, bu hareketin hakl ı bir takım nedenlere dayand ığı ortaya ç ıkar.<br />

Öte yandan bat ılı okuyucular için konuyu daha bir aç ıklığa kavu şturmak<br />

amac ıyla yazar ımı zın baz ı hususlarda İ b nu'l- Ar abryi Ile gel ve S p in o z a<br />

ile kar şıla şt ırması olağand ır. Ne kadar farkl ı temellere dayamrsa dayans ın,<br />

insan dü şüncesine baz ı hususlarda ortak sonuçlara ula ştığın ı hayretle de ğil,<br />

tabii kar şılamak gerekir. Asl ında bat ı felsefe ve mistisizmini do ğu felsefe ve mistisizminden<br />

tamam ıyla ayr ı düşünmek ve aralar ında hiçbir ortak cihet olmadığını<br />

ileri sürmek, her zaman hakl ı nedenlere dayanmamaktad ır: özellikle


Spino z a'mn Ortaça ğ Yahudi felsefesi arac ılığı ile İslam felsefesinden pay ını<br />

aldığı bilinmektedir. Bu konuda H. A. W olfs on'un "Philosophy of Spinoza,<br />

Unfolding the Latent Processes of His Reasoning" (Cambridge, Mass. 1948)<br />

adlı eseri bize yol gösterecek niteliktedir. Bu bak ımdan Affifrnin yapt ığı<br />

kar şılaştırmaları anlayışla kar şılamak gerekir.<br />

Bu tür kar şıla şt ırmalar daha geni ş bir ölçüde, hatta bazan a şırılıklara<br />

kaçarak, Türk bilgini Mehmet Ali Ayni taraf ından da yap ılmışt ır. Onun<br />

Türkçe yazd ığı " Şeyh-i Ekber'i Niçin Severim" ( İstanbul 1339-1341) adl ı<br />

eseriyle, Frans ızea'ya Ahmet Re ş it tarafından yap ılan çevirisi (La Quintessence<br />

de la Philosophie de Ibn-i-Arabi), bunun örnekleriyle doludur. Şüphesiz,<br />

Ayni'nin yapt ığı kar şdaştırmalar ve buldu ğu ortak noktalar yarardan<br />

yoksun olmamakla birlikte, bu tür kar şılaştırmalarda ihtiyat ı elden b ırakmamak<br />

gerekir.<br />

Bu arada, Sayın Prof. Dr. Nihat Keklik'in "Muhyiddin İbnu-l-Arabi,<br />

Hayatı ve Çevresi" ( İstanbul 1966) adl ı eserindeki bir iddias ına da de ğinmeden<br />

geçemiyece ğiz. Sayın Prof. Keklik'in belirtti ğine göre, (s. 9) "H. S. Nyberg'in,<br />

H. Corbin'in, A. Perrier'in, Dr. Affitrnin ve bilhassa <strong>tasavvuf</strong> sahasındaki<br />

ara şt ırmalar ıyla otorite haline gelmi ş olan R. A. Nieholson'un vs.<br />

çalışmalar ı ibnu'l-Arabryi avrupâi bir anlay ışta tasvir etmi şlerdir; fakat<br />

bunlardan ilki istisna edilecek olursa, di ğerleri ve hattâ burada isminden söz<br />

edilmeyenler İbnul-Arabrnin sadece baz ı cepheleriyle me şgul olmuş ve tam<br />

bir ibnu'l-Arabi monografisi meydana getirememi şlerdir". Affifrnin İ bnu'<br />

1- Arabryi avrupâi bir anlay ışla ele ald ığı iddiası, ancak yukar ıda sözünü<br />

ettiğimiz faz ı zorunluklar aç ısından ele al ındığında geçerli sayılabilir. Fakat<br />

ikinci iddianın haklı olmadığı, eserin muhtevas ı kısaca incelendi ğinde ortaya<br />

çıkacakt ır. Muhakkak ki, her eserde oldu ğu gibi, bu eserde de baz ı eksikliklere<br />

rastlanacakt ır. Fakat bu eksiklikler, Ibnu'l-Arabrnin <strong>tasavvuf</strong> felsefesinin<br />

bütünüyle ele al ınmamış olmas ından de ğil, konunun geni şliği dolayısıyla<br />

sadece anahatlar ını vermekle yetinilmi ş olmasından doğmaktad ır.<br />

Affifi bunu, kendi Önsöz'ündeki şu sözlerle belirtmektedir: "Burada konu<br />

her yönüyle incelenmi ş sayılmaz. Dolay ısıyla bu kitab ı yazmakla ibnu'l-<br />

Arabrnin <strong>tasavvuf</strong> felsefesinin oldu ğu kadar, taraftarlar ının felsefesinin de<br />

herhangi bir bölümü veya tamam ının anla şılmas ı için bir anahtar hizmeti<br />

görebilecek olan dü şünce yap ısın ın yahn ana çizgilerini vermeyi ba şarabil<br />

dimse kendimi tatmin olmu ş sayaca ğım".<br />

Bugüne kadar ibnu'l-Ar abi nin felsefesini bütünüyle ele alan. tiirkçe bir<br />

eser yaz ılmamışt ır. Mehmet Ali Aynrnin yukar ıda sözünü etti ğimiz eseri,<br />

sadece yazar ın ibnu'l- Ar abi ile bat ı düşüncesi aras ında mü şahade etti ği<br />

baz ı benzerlikleri ele almaktad ır. İ smail F ennrnin eseri (Vandet-i Vuctsıd ve<br />

8


Muhyiddin Arabi, Orhaniye Mat., 1928) ise daha ziyyâde Vandet-i Vuctid<br />

sistemine yöneltilen itirazlar üzerinde durmakta ve Pantheism'le Vandet-i<br />

Vueild aras ındaki farka de ğinmektedir. Say ın Prof. Dr. C avit Sunar, "İbnu'<br />

l-Arabi ve İnıetm Rabbeini, Vandet-i Vudid ve Vandet-i Şultild Meselesi" adlı<br />

doktora tezinde (<strong>Ankara</strong> 1960) İmâm Rabbânrnin ibnu'l- Ar abi'ye itirazlarını<br />

ele alan yararl ı bir monografi sunmaktad ır. Nihayet, daha önce de sözünü<br />

ettiğimiz Prof. Dr. Nihat K eklik'in eseri, Ibnu'l- Ar abrnin hayat ı ve<br />

çevresini her türlü "ifrat ve tefritten" kaç ınarak incelemekte ve bu konuda şu<br />

müşahadeyi serdetmektedir: (s. 5) "Ibnu'l-Arabi'nin bir veli oldu ğu, bir çok<br />

kerâmetler gösterdi ği, gelece ğe ait kehanetlerde bulundu ğu, sihir v.b. ile uğra<br />

ştığı yanlış bir tefsirden ibârettir. Baz ı kimseler ise, onun, mesela, `manevi<br />

mil-acım> ele alarak, bu mirac ın uydurma oldu ğunu belirtmi ş, bu süretle kendisini<br />

yanlış tefsir etmi ştir. Ibnu'l-Arabi hakk ındaki bir ara şt ırmanın<br />

ifrat ve tefritten kaç ınmas ı gerekmektedir." Ayr ıca Ibnul-Arabrnin menkıbelerini<br />

toplayan bir eser (İbnu'l-Arabi'nin Menkabeleri, Ilahiyat Fak. Yay.<br />

CIX, <strong>Ankara</strong> 1972) Dr. Abdülkadir Ş ener ile Dr. M. Rami Ayas' ın<br />

yetenekli kalemiyle Türkçeye kazand ırılmışt ır<br />

Görüldüğü gibi, bütün bu eserler, ibnu'l- Ar abi hakk ında bütünüyle<br />

bir fikir vermekten uzakt ır. İşte hem bu nedenle, hem de islam <strong>tasavvuf</strong>u<br />

hakkında ara şt ırma yapacaklara ışık tutar dü şüncesiyle, bu eseri Türkçeye<br />

kazand ırmayı yararl ı bulduk.<br />

Çeviriyi yaparken, metne mümkün oldu ğu sad ık kalmaya, fakat Türkçenin<br />

ifade özelliğine dikkat etmeye gayret ettik. Ibnu'l-Arabi'den do ğrudan<br />

doğruya yap ılan nakilleri as ıllarıyla kar şılaştırd ık. Böylece bu metinlerin<br />

asl ına daha yak ın bir çevirisini vermeye çal ıştık. Ayr ıca eserin dip notlar ım<br />

teker teker gözden geçirdik ve "Fusâs el-Hikem"in Türkçe tercümesini de dip<br />

notlarda imkan nispetinde gösterdik.<br />

As ıl güçlükle, Affifi'nin kulland ığı kaynak eserleri tespit ederken, karşıla<br />

şt ık; Affifi, öyle görünüyor ki, konuya gösterdi ği titizlik ve dikkati,<br />

bibliyografyas ını yazarken göstermemi ştir. Bibliyografyada sözünü etti ği bir<br />

çok eserin bas ım tarih ve yerlerini göstermedi ği için, bu eserleri tespit ederken<br />

büyük güçlük çektik. Bütün bu güçlüklere ra ğmen, hemen hemen bütün<br />

eserlerin bas ım tarih ve yerlerini tespit ederek, çevirimizde gösterdik.<br />

Eserin çevirilmesi s ırasında özel ilgi gösteren ve metnin türkçesini dinlemek<br />

zahmetine katlanan Dr. M. Rami Ay as'a, eserin bas ılmas ına karar<br />

veren Fakültemiz Yay ın Komisyonuna te şekkür ve minnet duygular ımı<br />

sunarım. Ayr ıca, indeksin haz ırlanmas ında büyük titizlik ve emek harcayan<br />

Sayın İhsan inan'a; eserin bas ımına gösterdikleri titizlik dolay ısıyla <strong>Ankara</strong><br />

<strong>Üniversitesi</strong> Bas ımevi mensuplar ına te şekkür borçlu oldu ğumu belirtmek<br />

isterim.<br />

<strong>Ankara</strong>, 1974<br />

Dr. Mehmet DA Ğ<br />

9


ÖNSÖZ<br />

Aşa ğıdaki sayfalarda Ş eyh Muhyiddin ibnu'l-Arabî nin <strong>tasavvuf</strong><br />

felsefesinin özetini vermek üzere bir te şebbüste bulunulmu ştur. Şuras ı belirtilebilir<br />

ki, sftfilerin ne felsefi sistemleri ne de tespit edilmi ş görü şleri vard ır;<br />

sûfîlik aslında eklektik (derleyici) bir konudur. Bence bu, genellikle do ğru<br />

olmakla beraber, İ bnu'l- Ar abi bir istisna te şkil etmektedir. Onun, sisteminin<br />

her bölümünde a ğırlığını hissettiren belirli bir felsefi vandet-i vücüd (varlığın<br />

birliği) görü şü vard ır. Aynı zamanda bir de dü şüncesinin tamam ına<br />

hâkim olan ve şekilde kalan bir diyalektik mevcuttur. Böylece esasta ve<br />

şekilde ibnu'l- A r abi tipik bir sfıfi filozofun vas ıflarını hâizdir. Say ıca çok<br />

olan eserlerinin hiç bir yerinde onun <strong>tasavvuf</strong> felsefesini, bir bütün olarak,<br />

tutarl ı ve düzenli bir şekilde ifâde edilmi ş bulamay ız. Belki Fusiisu'l-Hikem'in,<br />

onun varl ığın birliği (vandet—i viiciid) görü şünün en olgun şeklini özetlediği söylenebilir;<br />

fakat ne anla şılmaz ve düzensiz bir özettir bu! Sisteme benzer bir<br />

şeye ula şmadan önce Fusüs'a ek olarak ib nu'l- Ar abi'nin di ğer kitaplar ını da<br />

iyiden iyiye kar ışt ırmak, çözümlemek, terkip etmek ve yersiz veya önemsiz<br />

t4erruat y ığın aras ına geli şigüzel serpi ştirilmiş ilgili noktalar ı derlemek gerekmektedir.<br />

ib nu'l- Ar abi, muhakkak ki, tam bir vandet-i vücf ıd felsefesinin<br />

bilincindeydi, fakat felsefe e ğitiminden geçmedi ği için onu nas ıl ifade edece<br />

ğini bilmiyordu. Onun sözde kalan paradoxlar ına ve s ık s ık görülen islâm ın<br />

naslarını felsefenin ilkeleri ile uzla şt ırma çabalar ına pek fazla önem verilmediği<br />

müddetçe, ona tutarl ı bir düşünür denebilir. Onun felsefesini, islümla<br />

uzla ştırmak için, mümkün hiç bir yol yoktur. Vandet-i vüefuleu dü şüncelerini<br />

ısrarla örttü ğü sünni elbise, kas ıtlı olarak oraya yerle ştirilmiş sahte bir<br />

görünü şten ibarettir.<br />

Konunun önem ve de ğerini, yaln ızca <strong>tasavvuf</strong>un geli şimiyle ilgili olarak<br />

değil, aynı zamanda Ortaça ğ genel dü şünce tarihi ile ilgili olarak da olduğundan<br />

fazla yüceltmeye gerek yoktur. Prof. E. G. B r o wne'a göre "hiçbir<br />

İsliim sfıfisi, belki Celaluddin Riimi müstesna, Şeyh Muhyiddin'i ba şkalarını<br />

etkilemede, verimlilik ve müphemlikte a şamam ışt ır. Bununla birlikte, bildiğim<br />

kadarıyla, şark (ıslCım) dü şüncesinin bu kendine özgü yönüyle ilgilenen gayret-<br />

11


li arap bilimleri uzmanlarına (arabist) daha çok ümit veren araştırma alanlarının<br />

pek ender bulunmas ına rağmen, İbnu'l Arabrnin eserlerinin yeterli bir<br />

incelemesi henüz ne Avrupa'da (ne de Do ğu'da) yapılm ışt ır".3 Büyük insan<br />

Celâluddin Rilmi'nin bile, Konyal ı Sadruddin'in İbnu'l-Arabrnin<br />

Fusüs'u üzerindeki derslerini takip etmek suretiyle bu etkiden pay ını aldığı<br />

kabul edilir. Ir aki (öl. 686/ 1287), C âmi (öl. 898/ 1492), Cili (öl. 811/ 1408),<br />

Ş ebisteri (öl. 720/ 1320), İbnu'l-Arabrnin büyük şârihi ve taraftar ı Kâşâni<br />

(öl. 730/ 1329) ve daha ba şka bir çoklar ı görü şleri, ıst ılahlar ı ve düşünce<br />

tarzlar ı bakımından İbnu'l-Arabi'nin veya ö ğrencilerinin kitaplar ından aldıklar<br />

ı etkilerin aç ık izlerini taşıyan siffiler aras ında sayılırlar. Islâm dünyas ı<br />

dışında İ bnu'l-Arabrnin etkisi Hristiyan filozoflara ve Ortaça ğ mistiklerine<br />

kadar ula şmıştır. Lully ve Dante'nin eserleri, M. P alacios'un belirtti ği<br />

üzere, böyle bir tesirin izlerini ortaya koymaktad ır. 2<br />

Bu eser, Ibnu'l-Arabi'nin <strong>tasavvuf</strong> felsefesinin tamam ını, yani varlık<br />

nazariyesi (Ontology), Kelâm (Logos) görüşü, bilgi nazariyesi, psikoloji,<br />

Sûfîlik, Din, Ahlâk, Ahiret nazariyesi ve Estetik'ini inceleyen ve İbnu'<br />

1-Arabrnin dü şüncesini etkilediğini sandığını ana kaynaklar ın kaba ana<br />

çizgilerinin verildiği bir Ek'den ibaret olan 4 bölüme ayr ılmışt ır. ibnu'l-<br />

Arabrnin felsefesinin kaynaklar ı sorunu tek ba şına İslam <strong>tasavvuf</strong>unun<br />

tarihi için hayati önemi olan ba ğımsız bir incelemenin konusunu te şkil edebilecek<br />

durumdad ır. Bu eserin dayand ığı malzeme, ba şta Futitheit ve Fusas<br />

olmak üzere, İ bnu'l-Arabi'nin 23 eserinden derlenmi ştir. Önemli bir çok<br />

nakiller, uzunluklar ı dolayısıyla çıkarılmak mecburiyetinde kal ınmış ve onlara<br />

sadece at ıflar yap ılmakta yetinilmiştir. Kitab ın konusuna gelince, şunu<br />

ekliyebilirim ki, bildiğime göre, şimdiye kadar Ibnu'l-Arabi'nin <strong>tasavvuf</strong><br />

felsefesinin tamam ını şumullü ve terkipçi bir gözle sunan Tasavvuf bilgini<br />

pek çıkmamıştır. Bu konuda şimdiye kadar yap ılanlar şu eserlerde bulunabilir:<br />

1. Palacios, İbnu'l-Arabi's Psychology3. Bu, Futilhat'dan ve ibnu'l-<br />

Arabi'llin Risâle fi Macnet en-Nefs ve'r-Rüh'undan çok sayıda tercüme edilmiş<br />

parçalardan ibarettir. Ayn ı şekilde Abenmasarra adlı eserinde ibnu'l-<br />

Arabi'ye yeri geldikçe at ıflarda bulunmaktad ır. Palacios, Ibnu'l-Arabi<br />

üzerinde çal ışmak isteyen herkes için son derece gerekli oldu ğuna inand ığım<br />

Fusas'unu kasıtl ı olarak gözden ırak tutmu ş görünüyor.<br />

1. E. G. Browne, Literary History of Persia, Cambridge 1928, II, s. 500.<br />

2. Bak., Palacios, Islam and the Divine Comedy, Londra 1926; Abenmasarra y su Escuela,<br />

Madrid 1914.<br />

3. Acts of the 14th Oriental Congress, Cezayir 1905.<br />

12


2. Prof. R. A. Nicholson'un Studies in Islaniic Mysticism adlı<br />

eserinde yer alan Notes on the Filsus4.<br />

3. Nyberg'in Kleinere Schriften der Ibnu'l-Arabi adl ı eserine yazd ığı<br />

"Giri ş". Burada o, ne şretti ği İ bnu'l-Ar abi'nin üç küçük eseriyle ilgili olarak<br />

metafiziğini ilgilendiren baz ı noktalar ı incelemektedir.<br />

4. Prof. Browne'n ın Literary History of Persia; Andrae'nin Die<br />

Person Mohammeds ve Massignon'nun Halliic hakkındaki eserlerinde geçen<br />

diğer baz ı sözler ve notlar.<br />

Ibnu'l-Ar al:1Ni'). görü şünün kayna ğı meselesi ile ilgili olarak, özellikle<br />

Pala cios'nun Abenmasarra adl ı eseri bir dereceye kadar bana yard ımc ı<br />

oldu. Bu eser, İ bn Meserre, ö ğrencileri ve Ibnu'l-Arabi ile ili şkileri hakkında<br />

kendi çözümledi ğim ve Pala cios'nun bu konuda ileri sürdü ğü nazariyeye<br />

kar şıt bir sonuca ula şt ıran baz ı kaynaklar ın anahtar ını bana verdi.<br />

Öte yandan, Do ğu'da da çe şitli yazarlar Ibnu'l-Arabryi incelemi ş ve<br />

hakkında risâleler yazm ışlard ır. Fakat onlar ı daha çok me şgul eden, onun<br />

sünniliği sorunu olmu ş ; diğer bir deyi şle onun stıfi yönü ve felsefesinden<br />

çok, böyle bir felsefe ne derecede islâm ın naslar ı ile uyum halindedir veya<br />

değildir meselesi ele al ınmışt ır Bu konudaki münaka şalar müslümankr ın<br />

zihinlerini as ırlarca me şgul etmi ş ve İ bn Teymiyye, Celâluddin es-<br />

Suyisıti, Firfızâbâdi, Mahzûnıi, Taftazâni v.b. gibi ki şiler tarafından<br />

İ bnu'l-Arabi'nin sünnili ğini müdafaa veya inançs ızlığını (küfrünü) ispat<br />

etmek için kitaplar yaz ılmıştır. Bugüne kadar hiç kimsenin sünnili ği hakkında<br />

böylesine bir fikir ayr ılığı aslâ görülmemi ştir. Baz ılar ı ona İsiânım en büyük<br />

velilerinden biri nazar ıyla bakmış, baz ılar ınca ise, o, sunnili ğe muhaliflerin<br />

en kötü bir örne ği sayılmışt ır.<br />

Burada konu her yönüyle incelenmi ş sayılmaz. Dolay ıs ıyla bu kitab ı yazmakla<br />

onun <strong>tasavvuf</strong> felsefesinin oldu ğu kadar, taraftarlar ının felsefesinin<br />

de her hangi bir bölümü veya tamam ının anla şılmas ı için, bir anahtar hizmeti<br />

görebilecek olan dü şünce yap ısının yalın ana çizgilerini vermeyi ba şarabildimse<br />

kendimi tatmin olmu ş sayaca ğım.<br />

Sonuç olarak, bir zamanlar meslek arkada şım ve öğretmenim olan Prof.<br />

R. A. Nichols on'a en içten te şekkürlerimi sunmak isterim. Onun devaml ı<br />

yol gtistericilik ve şa şmaz ilgisine bu eser, burada ifade edebilece ğimden çok<br />

daha fazlas ını borçludur.<br />

4. R.A. Nieholsom Studies in Islamie Mysticism, Cambridge 1921, ss. 149-161.<br />

13


Ayn ı zamanda Cambridge <strong>Üniversitesi</strong> Bas ımevine, gösterdikleri nezâket<br />

ve bu kitab ın basım ındaki titizlikleri dolayıs ıyla; ve E. J. W. Gibb Memorial'in<br />

mütevvellilerine, yard ım tahsis etmek nezâketinde bulunduklar ı için, minnettarl<br />

ıg ımı belirtmeliyim.<br />

Cambridge,<br />

A. E. Affifi<br />

17 Eylül 1938<br />

14


GIRIŞ<br />

Genellikle ibnu'l-Arabi (veya özellikle Do ğu'da ibu Arabi) ve eşşeyhu'l-Ekber<br />

5 olarak bilinen Ş eyh Muhyiddin Muhammed ibn Ali,<br />

Mursiya 'da ( İspanya'n ın güney-do ğusu), Do ğu Endülüs valisi6 Sultan<br />

Muhammed b. S ac ıl b. Mardani ş'in hüküm sürdüğü s ırada, ve kuzey<br />

Afrika'n ın Muvahhid reisi Abdulmü'min'in ölümünden 2 yıl sonra do ğdu.<br />

Kendisine nispet edilen el-Wıtimi et-Dri lakab ını gözönüne alarak onun,<br />

büyük insansever (philanthrope) Hâti m'in bağlı olduğu eski Tayy kabilesine<br />

mensup oldu ğu neticesine varabiliriz. ibnu'l- Ar abi ünlü ve dindar bir<br />

aileden gelmi ştir. Babas ı ve amcalar ından ikisi belirli bir şöhrete sahip sa-<br />

İ bnu'l- Arabi 568/ 1172'de 8 ya şında iken do ğum yerini terkederek<br />

İşbiliye'ye gitti. Kur'an okumak ve İslam Hukukunun ilk esaslar ını ö ğrenmekten<br />

ibaret olan ilk İslam e ğitimini Ş eyh Eb ii B ekr b. Halef'den ald ı.<br />

Çok geçmeden, o s ırada, Endülüs safilerinin önemli bir merkezi olan Sevil'e<br />

geçti ve orada 30 y ıl kald ı. Bu 30 y ıl zarfında islam Hukuku, Hadis ve Kelâm<br />

okudu. Yine Sevil'de safilik yolunda ona ilk mür şidlik yapan ki şilerden pek<br />

çoğuyla kar şılaşt ı 7 . Bir taraftan Sevil'i sürekli ikamet yeri yaparken, bir taraftan<br />

da Endülüs ve Ma ğrip'de geni ş çapta gezilerde bulundu. Kurtuba'y ı ziyaret<br />

etti ve daha çok genç bir ya şta iken bu şehrin kad ısı olan İ b n Rü ş d'le<br />

ilk kez tan ıştı:7a Aynı zamanda 590 / 1194'de Tunus'u ve Fas' ı dolaştı. 598/<br />

1201'de 28 ya şında iken, kısmen Bat ı'da dindar ki şilerin çoğunun adet edindikleri<br />

hac görevini yerine getirmek, fakat bence esas ında Endülüs ve bütün<br />

Batı bölgesi büyük siyasi kar ışıklıklar ın merkezi oldu ğu için, Do ğu'ya do ğru<br />

yola ç ıkt ı. Bunun yan ında ibnu'l- Ar abi gibi siifiler, Bat ılı Kelamc ılar,<br />

Endülüs ve Kuzey Afrika hükümdarlar ı tarafından kötü kar şdamyorlard ı .<br />

5. Aynı zamanda ika Surâka olarak bilinirdi.<br />

6. Bak., Ilınu'l-Arabl, Futtihât, Kahire H. 1293, IV. s. 264, 1. 15. Burada /bnu'l-Arabi,<br />

ondan Sa`d olarak bahsediyor. Kar., İbnu'l-Esir, el—Kâmil fi't—Tarih, Leyden 1851,<br />

XI, s. 235.<br />

7. Bak., Ek.<br />

7a. Fut., I, s. 199.<br />

15


Endülüs'te kalm ış olsayd ı , İ bn u'l-Arabi, 546/1151'de öldürülen Muridin<br />

mezhebinin reisi İ bn K asi veya uzun y ıllar hapiste kald ıktan sonra Kuzey<br />

Afrika valisi Ali b. Yusiı f tarafından zehirlendi ği söylenen İ bn B arr a-<br />

can ve ibnu'l-Arifin akibetine u ğramış olabilirdi.<br />

598/ 1201'de ibnu'l-Arabi, ö ğrencisi ve hizmetçisi Abdullah el-<br />

Habe ş î ile birlikte, M ıs ır'da idi. Bir ara orada ya şad ı. Bu s ırada onu öldürmek<br />

amac ıyla bir çok te şebbüslerde bulunuldu. Ölümden ancak, o s ırada, Mıs ır'da<br />

ikamet eden kudretli bir Şeyh'in himaye ve yard ımıyla kurtuldu. M ıs ır'dan<br />

ayr ıldıktan sonra, Do ğu'da geni ş çapta seyahatlerde bulundu; Kudüs'ü, bir<br />

müddet ö ğretmenlik yapt ığı Mekke'yi, Hieâz'm di ğer bölümlerini, birincisi<br />

601/ 1204'de ve ikincisi 608/ 1211'de olmak üzere Ba ğdat'', Halep ve Anadolu'<br />

yu ziyaret etti. Nereye gittiyse büyük bir hüsn-i kabul gördü ve daima fakirlere<br />

da ğıtt ığı hat ırı sayılır hediyelere garkolundu 8. Nihayet, ölüm tarihi<br />

olan 638/ 1240'da ölünceye kadar Şam'a yerle şti. Ölünce Kâsiyun tepesi<br />

ete ğinde bulunan Kad ı Muhyiddin b. ez-Zeki 9'nin özel mezarl ığına<br />

gömüldü.<br />

ibnu'l-Arabrnin oldukça yüksek dereceden bir şair olan Sacduddin<br />

ve imaduddin. ad ında iki o ğlu vard ı. Birincisi 656/1258'de, ikincisi 667/<br />

1268'de öldü. Her ikisi de babalar ının yanına gömüldüler.' I I<br />

ıhnu'l-Arabrnin Eserleri ve UsHibu<br />

Brockelman.nll, ibnu'l-Arabryi pek verimli bir yazar olarak nitelendirmekte<br />

ve onun elimizde bulunan yakla şık olarak 150 eserini saymaktad<br />

ır. Yaln ızca Kahire'deki M ısır Kraliyet Kütüphanesinde bulunan katalogdan<br />

anla şıldığına göre, çoğunlukla elyazmas ı halinde elde takriben 90 kitab ı<br />

mevcuttur. Bizzat ibnu'l-Arabrnin 632/ 1234'de yazd ığı bir mektupta<br />

8. Kütübt, Fevat el-Vefeyât, Kahire H. 1299, II, s. 301.<br />

9. Ayni eser, II, s. 301.<br />

10. Bak., Ibnu'l-Cevzi, Mir'at ez—Zamcin, s. 487. Daha fazla biyografik teferruat için bak.:<br />

a) Ebül-Felüh Abdu'l-Hayy, Extracts from Shadharatu'dh—Dhahab, ne şr.: R.A. Nicholson,<br />

J•R.A.S. (Ekim 1906).<br />

b) Makkari, Nefhu't—Tih, 2 cilt, Kahire 1279, e. I, ss. 414-416.<br />

e) Sa'râni, Y.vakit, I, Kahire 1277, ss. 7-18.<br />

d) Sa'râni, Tabak& es-Safiyye, Kahire (tarihsiz).<br />

e) Attür, Tezkiret el-Evliya, ne şr.: R.A. Nicholson.<br />

f) Kütübi, Fevat el- Vefayât, II, ss. 301 vd..<br />

g) efunt, Nefahât el-Uns, neşr,: W.N. Lees, Luscnow 1915, ss. 633-645.<br />

h) Extracts fromRisâlet el—Kuds, ne şr.: A. Palacios.<br />

11. Brockehnann, Geschichte der Arabischen Literatur, I, (Weimar 1898), s. 441.<br />

16


289 eserinden bahsetmi ş olduğu kabul edilir.12 C âmi, onun me şhur Fusfis'u<br />

ve Futiihât'113 dahil, 500'den fazla kitap yazd ığını ; Ş ac ı. âni ise, C âmi'nin<br />

tahmininden 100 eksi ğini söylüyorl4.<br />

Eserlerinin kesin sayısı, hattâ onlardan bir ço ğunun hacmi hakkında<br />

kesinlik olmad ığı görülüyor. Baz ılarınca onun Kur'an Tefsiri 95 cilt 15 ,<br />

baz ılarınca ise, 1 ve 2 cilt olarak vas ıfland ırılmıştır Daha önce kar şılaşt ı-<br />

ğımız Fatah& 4 cilt ve Muhadareau'l-Ebrişir ise 1 cilt halindedir. İ b n Ş akir<br />

el-K üt übi, Futahat'ın 20 cilt ve Multâclaratu'l-EbrCır'ın 5 cilt olduğunu<br />

söylüyor° 6. C â mi ve Ş acr âni'nin (özellikle Tefsir hakkındaki) tahminleri<br />

büyük çapta mülıalağa edilmi ş görünüyor; Futiiheit ve Muhadarea'ın hacmine<br />

gelince, bu eserler s ıras ıyla 4 ve 1 cilt yerine 20 ve 5 cilde bölünmü ş olsa gerektir.<br />

Meveikicun-Nuc ılm ve et-Tedbireitu'l- İlahiyye gibi bir kaç eser bir yana<br />

bırakıhrsa, Ib nu'l- Ar abrnin kitaplar ından çoğu, Doğu'da, özellikle Mekke<br />

ve Şam'da, yaz ılmıştır. Onun en büyük ve en olgun eserleri hayat ımı]. son<br />

15-20 yılları zarfında meydana getirilmi ştir. Daha önceki eserleri, daha çok<br />

özel konuları ele alan müstakil eserler mahiyeti ta şımaktadır. Mesela, Tedbir&<br />

(Sfıfilik yolunun Disiplin Kurallan)'mn konusu olan Küçük Mem (Microcosm),<br />

sema kaideleri; Meviikicin konusu olan tilâvet v.b.. ib nu'l - Ar abi, bu ilk<br />

eserlerinde henüz belirli bir sistem anlay ışı taşımayordu. 598 / 1201'de Mekke'de<br />

başlayıp, ölümünden takriben. 3 y ıl önce, yani 635 / 1237'de bitirdi ği Futithat'ın<br />

ilk bölümlerinde bile, zihni üzerinde daha önceden bask ısını hissettirmi ş<br />

olan bir sistemin ilk esaslar ım buluyoruz. Ancak Futilltal o kadar hacimli ve<br />

diizensizdir ki, bu esaslar neredeyse yersiz ve önemsiz teferruat y ığıııı içinde<br />

boğulmuştur. Onun büyük eseri (Opus magnum) ölümünden on sene önce<br />

628 / 1230'da bitirdi ği ünlü Fusiisu'l-Hikem (Felsefenin İncileri veya Hikmet<br />

ıneileri)'dir. Bu, eserleri aras ında en güç anla şılan olup, Fusiis'un geniş bir<br />

şerhi say ılabilen Futilhât olmaksızın, Ka şannıinki kadar mükemmel bir<br />

şerhle dahi, tamamıyla anla şılmaz ve karanl ık kalmas ı muhakkaktı. Futfildıt'ın<br />

bir çok yerinde, mesela, Futiiheit, II, ss. 357-377, Fustıs'un ana fikri verilmiştir.<br />

Ib n.u'l-Ar abi, genel olarak, metotdan yoksun ve eklektik tipte bir filozof<br />

olarak nitelendirilebilir. Onun usltıbu belki de, Prof. B r o wne' ın<br />

12. E.G. Browne, Literary History of Persia, II, (Cambridge 1928), s. 497.<br />

13. Câmi, Nefalnit, s. 634.<br />

14: Şa'rkini, Yevetkit, s. 10.<br />

15. Ayni eser, s. 10.<br />

16. Kütübt, Feviit el— Vefayat, e. II. ss. 301-302.<br />

ve Makkarrde e. I, s. 407'de bulunmaktad ır.<br />

17


dediği gibi, "kas ıtlı olarak" çift anlambd ır. Onu herhangi bir noktada anlamak<br />

için en az ından mümkün iki yol vard ır: a) Sünni yol, b) Vandet-i vueüd yolu.<br />

Gerçekte ise, hedef edindi ği tek yol vard ır ki, bu da ikincisidir. İ b nu '1- Ar abi,<br />

sünniliği hakkında okuyucusunda şüphe uyand ırdığını hissetti ği an, uslabuna<br />

sünni görünecek bir şekil vermek suretiyle, kendisini, meydan okuyan hayali<br />

bir şahsa kar şı savunmaya çal ışır. Bir defas ında,<br />

Ey ben Sen'i görmedi ğim halde beni gören Sen,<br />

Beni görmezken ne s ık görürüm O'nu ben.<br />

beytiyle ne demek istedi ği sorulduğunda, as ıl demek istedi ğini tamam ıyla<br />

de ği ştiren şu ilaveyi yaparak hemen cevap verdi:<br />

Azarlamak için Sen'i arzulu görmediğim halde,<br />

Ey her an günaha yönelen (mücrim olarak) beni gören Sen.<br />

Benim nimet kazanma pe şinde ko ştuğunu görmediği halde,<br />

O'nun yüce nimetini bağışladığınt ne s ık görürüm ben. 17<br />

Anlaşılması güç olan.<br />

Ar abi'nin yazd ığı konu de ğil, onu ifade<br />

tarz ı, kendine özgü bir zihniyete sahip olu şudur. Basiti karma şık hale getirmek,<br />

ve söylemek istedi ği her hangi bir şeyin anlamını gizlemek, ya da onu, özellikle<br />

Hallâc' ın Tevâsin'inde oldu ğu gibi, başıbo ş, çığır ından ç ıkmış Süfiyane<br />

ifadelere dald ığında, tamamıyla anla şılmaz bir hale sokmaya çal ışmak için<br />

bilinçli bir çaba harcad ığı hissedilmektedir.'<br />

Bütünüyle ele al ınacak olursa, onun ushıbu düzensiz, tart ışmacı ve geni ş<br />

ölçüde şekil ve tutarhktan yoksun olarak nitelenebilir. Eserlerinin anla şılmaz<br />

ve çift anlaml ı oluşunun diğer nedenleri şunlard ır:<br />

1. Çe şitli kaynaklardan al ınmış pek çok sayıda deyimleri, hazan as ıl<br />

anlamlar ım tamamıyla de ğiştirerek, bazan da mecazi anlamda kullanmas ı .<br />

Mesela, Eflatun.'un. " İyi" (Hay ır), Plotinus'un "Bir", Eşcarilerin "Külli<br />

Cevher" ve islamın "Allah" kelimelerini ayn ı şeye kar şılık olarak kullanmağa<br />

çalışır. Yine Plotinus'un İlk Akal v.b.'si için Kur'ân' ın. Kalem, (sonradan<br />

Origenes tarafından benimsenen) Eflatun'un İdelerin İdesi terimlerini<br />

kullanır Feyz (alus) gibi deyimler mecazi anlamda, hakikat gibi terimler ise<br />

2 veya 3'den fazla anlamlarda kullamlmışt ır. Mesela, Hakikat gerçek bir<br />

tabiat, bir öz (hüviyet), bir fikir veya bir cins (kategori) anlamlarmda kullanılmıştır.<br />

17. Prof. Browne' ın çevirisi, Literary History of Persia, II, s. 499. Şiir, Putlahat'da<br />

e. II s. 646,<br />

18. Bak., mesela, Meailci


2. Sünni islamın naslar ım daima vandet-i yucildcu fikirleriyle uzla ştırmaya<br />

uğra şmas ı. Kur'an'da geçen ıstılahları bir yerde ola ğan manada kullan ır,<br />

bir ba şka yerde ise, onlar ı tasavyufi aç ıdan veya daha çok varl ığın birliği<br />

görü şüne ba ğlı olarak aç ıklar.<br />

3. Ushibunun büyük bir bölümü, tamamıyla mant ıki bir dü şünce ortaya<br />

koyamıyacak kadar şairâne ve hayal-gücü mahsülüdür. ib nu'l- Ar abi' ınn<br />

üstün dü şünme kudreti, muazzam hayal-gücünün bir ürünü olup, eselerinde<br />

görülebilecek mant ıld tutarl ık ve insicam ın büyük bir kısmı, bunun hesab ına<br />

feda edilmi ştir. ib nu'l- F al-iz gibi Vandet-i Vucildeu bir ba şka Silfi şâirle<br />

kar şılaşt ırıld ığında ise görülür ki, bir şairin hayal-gücüne sahip olmakla birlikte,<br />

şiirin gerektirdi ği duygudan yoksundur.<br />

19


I. BÖLÜM<br />

VARLIK NAZARİYES İ<br />

Metafizik Hakikat Görü şü<br />

a) Varl ık (vuctsıd)'un Anlam ı<br />

Hemen herkesçe Varl ığın Birliği veya Vandet el-Vuc ıld adı verilen görü şü<br />

incelemeden ve Ib nu'l-Arabi'nin hakikat nazariyesi oldu ğunu kabul ettiğim<br />

nazariyeyi ortaya koymadan önce, "Varl ık" düşüncesi ve "Allah Mutlak<br />

(Hakk) Varl ıktır" (Allah huva el-vudid el-Hakk)<br />

deyi şinin anlamının açıklanmas<br />

ı büyük önem ta şımaktad ır.<br />

Varlık teriminin anla şılabilece ği temelde ayr ı iki anlamı vard ır:<br />

I. Kavram olarak "Varlık"; varl ık fikri, var—olmak (vueild bi'l-ma`na<br />

el—masdari), veya<br />

II.<br />

Varlığı olan, yani var—olan veya süresi olan (vudid bi—macna mevcticl).<br />

Var olan şeylerin son dayana ğı olan Hakikati ifade etmek için Ib nu'l-<br />

Ar abi ve ekolü tarafından kullanılan "Külli Varlık" (el-vudid el-külli) veya<br />

"Mutlak Varl ık" (el-vudid el-mutlak) deyimi, böylece, bu anlamlardan birine<br />

karşılık olarak kabul edilebilir. Bu durumda, bunlardan hangisi ııin kastedildiği<br />

hakkında şüpheye dü şmemek imkans ızdır. Bu nihai "Varl ık", bir<br />

soyutlama —yaln ızca zihinde var olan ve bütün külli kavramlarda oldu ğu gibi,<br />

bütün tür 19 ve ona dahil fertleri kendinde toplayan—bir fikir midir " İkinci<br />

Kavram" (mackül siinin) dedikleri şey midir Yoksa Kül ile (Bütünle) aym<br />

olan Mutlak Varolan bir Hakikat m ıdır Bu konuda ibnu'l-Arabrnin<br />

ifadesi son derece müphemdir; Varhk' ı bazan bir anlamda, bazan da di ğer<br />

anlamda kullan ır. Çoğu zaman ise ikisini birbirine kar ışt ırır. Aynı<br />

şekilde<br />

19. Soyut varl ık (zihindeki varl ık), somut varl ık-zorunlu ve mümkün varl ık, ezdi ve zamanda<br />

olan varlık gibi varlığın türleri.<br />

21


"Mutlak" kelimesini de ayn ı derecede müphem bir şekilde kullamr.Bu terimin<br />

İ b nu'l- Ar abi tarafından 4 ayr ı anlamda, kullanıld ığı göze çarpmaktad ır.:<br />

I. Belirli herhangi bir suretle s ınırlanmamış, fakat bütün suretlerde<br />

müşterek olan "Mutlak".<br />

II.<br />

Bütün suretlerde bulunmay ıp, hepsini a şan Mutlak.<br />

III.<br />

Hiçbir şeyin sebebi (daha do ğrusu vas ıtas ız sebebi) olmayan Mutlak.<br />

ibnul-Arabi buna, kendili ğinden varolan (self-subsisting) ve mutlak ba ğıms ı z<br />

varlık diyor".<br />

IV.<br />

Bazan Mutlak' ı Hakikatlar ın Hakikati (Hakikat el-Hakâ'ik) dediği<br />

şeyle bir sayar ki, Kelâm hakk ındaki II. bölümde görece ğimiz gibi, ne yaz ık<br />

ki, bu ikinci terim de eserlerinde çift anlam ta şımaktad ır.<br />

Ayr ıca "Mutlak Varl ık" için s ık sık "Körlük" (el-`Ama), Nokta (en-<br />

Nukta), "Dairenin merkezi" gibi veya ayn ı derecede aldat ıc ı mecâzlar kullanır.<br />

Öyleyse, Ibnu'l-Arabi gibi Vandet-i Vudıcleu safiler, tüm Varl ık Bir ve<br />

Mutlak Birlik'tir, derken ne demek isterler Ona ister Külli Cevher, İlk Madde;<br />

ister Allah deyin, geçmi şte, şimdiki ve gelecekteki bütün ferdi varl ıklar ın<br />

aslında Tek Varhk olduklar ını mı kastederler Yoksa mümkün olan bütün düşünce<br />

âlemlerindeki (universes of discourse) bütün varl ık şekillerini ihtiva<br />

eden soyut ve tamamıyla külli anlamda bir Varl ık 'ı mı kastederler Ya da<br />

söylemek istedikleri, varl ığı (süresi) olan her şeyin sebep ve kayna ğının<br />

Allah' ın Varlığı olduğu mudur Onlar, kolayl ık olsun diye mi, Allah' ın varlığını<br />

renk, söz gibi bir külli (tümel)'ye ve ba şka bir varolan ın (veya süresi<br />

olanın) varlığını bu küllinin belirli bir tarz ına ya da tezahürüne benzetirler<br />

11)1111'1- Ar abi, "nas ıl ki akıledilir külli hakikatlar (el-haket'ik el-macküla<br />

el-külliyye) olmad ığı takdirde d ış e şyaya herhangi bir yüklem (ahkâm) vermek<br />

mümkün olmazsa, Allah da sureti vas ıtas ıyla bütün varolanlara nüfaz etmeseydi,<br />

âlem varlıktan yoksun olurdu"21 derken, söylemek istedi ği, varlığın<br />

bu son anlam ı midir<br />

Bütün meseleyi modern terminoloji ile şöyle ifade edebiliriz: Varl ık,<br />

bütün tezahürleri belirli şeyler olan bir çe şit belirli s ıfat mıdır, yoksa<br />

miktar, şekil, renk, zaman, mekan v.b. türünden çe şitli belirleyiciler alt ında<br />

daima farkl ı bir şekilde belirli niteliklerde kendini gösteren sürekli cevl ıer<br />

midir <br />

20. Bak. Fut., I, s. 52, 1. 5 a şağıdan.<br />

21. ib ılu'l-Arabi, Fusüs el—Hik,em, Kâ şânr ııin şehri ile birlikte, Kahire 1309, s. 34; Fusüs'un<br />

türkçeye çevirisi, Nuri Geneosman, M. E. B. Yay. İstanbul 1952, s. 17.<br />

22


nu'l- Ar abrnin kesinlikle suçland ırılmas ına sebep olan "Mutlak<br />

Varlık" ın bu iki anlam ı aras ındaki kar ışıkl ık, görü şünün gerçek mahiyetinin<br />

ciddi bir şekilde yanlış anla şıl ınas ın.a sebep olmu ştur. Bu anlamlar ı nas ıl<br />

birbirine kar ışt ırdığı şu şekilde ifade edilebilir:<br />

Görünüşe göre, i ş r akilerin yolundan giderek 22, varlığın (soyut bir düşünce<br />

olarak varl ığın) var olan şeylerden ayr ı tasavvur edilebilece ğini, ba şka<br />

deyişle kavram olarak varl ığı , e şyaya ait kavramlar ım ızdan zihinde ay ırabileceğimizi,<br />

(mesela, biz külli bir kavram olan varl ığı ; at, insan v.b. kavramlar ı-<br />

mızdan ay ırabiliriz) ileri sürer. Ancak varl ık her ne kadar İbnu'l-Arabi ve<br />

İş r akiler e göre, şeylerin mahiyetlerinden zihinde ayr ılabilirse de, onlarca<br />

d ış âlemdeki şeylerden ayr ılamaz ve onlarla ayn ıdır'.<br />

Ayr ıca, ona göre, bir cevher olarak Hakikat en sonunda Bir'dir ve böyle<br />

olunca da d ış alemde var olan şeylerle ayn ı olan bir kavram olarak varl ık,<br />

varlığı olan her şeyin kayna ğı olan Tek Varolan Hakikatta en olgun ayniyetini<br />

bulur. Yaln ızca külli bir kavram olabilen Mutlak Varl ık'la varolan bir nesne<br />

olan Mutlak Hakikat (el-Hakk el-Mutlak fili mutabakat ı buradan ç ıkar.<br />

Mutlak Varl ık, yaln ızca Külli bir varl ık olan Mutlak Hakikata uygulanabilir.<br />

Bilgimize giren her şey sadece s ınırlı bir varlığa sahiptir, ve İ b nu'l- Ar abrnin<br />

de ifade edece ği gibi, bu, kendi kendisinin men şei olamaz. Bundan dolay ı bütün<br />

sınırlı varl ıklar ın kayna ğı olan bir Mutlak Varl ık olmalıdır. Bu durumda o,<br />

ister "Mutlak Varl ık" terimini "Mutlak Varolmak" anlam ında, ister "Mutlak<br />

Varolan" anlam ında kullans ın, bunun onca önemi yoktur, çünkü her ikisi de<br />

"Tek Hakikat"a bağlıd ır ve görünü şte onunla ayn ıdır. Ba şka deyi şle, her ne<br />

kadar dü şüncede ayr ılab ıilirlerse de, Mutlak Varolan Hakikat gerçekte Mutlak<br />

Varolmakla birdir. Buna göre, Hakikat ( Varolmak) birdir ve bir birliktir, veya<br />

Varl ık birdir ve bir birliktir sözü, bir ve ay ın gerçe ği ifade eder. İ bn ıı 'l Ar a-<br />

bi, Mutlak Varl ık bütün varlığın kayna ğı ve sebebidir, derken söylemek istediği<br />

yalnızca Mutlak Hakikat ( Varl ık )' ın bütün varl ıklar ın kayna ğı ve sebebi<br />

oldu ğudur. T aft a z âni ve Cur cânrnin ileri sürdü ğü gibi, 24 İ buil' 1-Arabrnin<br />

Allah ile hiç bir d ış varlığı olmayan, fakat d ış varh ğın tamam ının kayna ğı olan<br />

soyut kavram varl ık' ı kastetti ğini ileri sürmek anlams ızd ır. Özellikle Taftazani,<br />

yanlış anlad ığını sandığım bu noktada, ibrı u'l - Ar abrye şiddetle hücum<br />

22. İşrülıllerin ileri sürdüğü delilin ayr ıntıl ı bir ifâdesi için bak., Sührevercli, Hikmet el—Ip-ilk,<br />

Şirözrnin şerhi ile birlikte, Kahire 1315, ss. 182-189, yani şeylerin zât ve mühiyetlerinin<br />

varlığı, zihinde onlardan farkl ı ve ayr ılabibilir midir yoksa ayn ı mıdır sorusu... Varlığın dış<br />

âlemdeki şeylerin mahiyeti ile ayn ı, fakat zihnimizde onlardan farkl ı olduğu görüşü I şrakiler<br />

aras ında yaygınd ır. Onlarca Varl ık, zihinde mahiyetlere yükledi ğimiz bir yüklemdir.<br />

23. Nyberg, Kleinere Sehriften des Ibn el—Arabi, Leyden 1919, ss. 5, 6.<br />

24. Bak., Taftazöni, Risâle fi Vandet el-Vuciid, İstanbul 1294, ss. 5, 13, 14, 15 v.b..<br />

23


eder. O, "Mutlak Varhk" (vudid mutlak) deyimini gerçek anlamda ikinci<br />

dereceden bir kavram (mackal sanin veya mefham külli) olarak mutlak varolmak<br />

anlam ında kabul eder ve di ğer anlam ını tamam ıyla kald ır ır. Böyle bir<br />

görü şü yanlışlıkla ibnu'l- Ar abrye isnat edenler şunları ileri sürerler:<br />

I. Soyut Varlık (bir kavram olarak varl ık)'ın kendisi dış âleme ait bir hakikat<br />

olmad ığı gibi, dış âleme ait hakikatlarm kayna ğı olmas ı da mümkün de ğildir.<br />

Tersine Varl ık, bir külli olarak kabul edilirse, tezahür etti ği varolan e şyadan<br />

çıkmış demektir ve onlara dayan ır. Varlık düşüncesini ve ak ıllı bir varlık<br />

olarak insan ın mahiyetini zihnimizde birle ştirmek suretiyle d ış alemde insan ı<br />

yaratmay ı ne biz ne de Allah dü şünebilir. Bu, bizi şu ikinci noktaya iletir.<br />

II.<br />

Bir kavram olarak Varl ık, zihinde d ış âlemdeki cüz'i (tikel) varhklardan<br />

sonrad ır. Fakat Ibnu'l- Ar abrnin kastetti ği bu değildir. Bütün varl ıklarm<br />

gerçek kayna ğı varlığı zat ıyla aynı olan bir varl ık, bir hakikat (mevcudun<br />

bi-vuclidun huve aynuhu), varlığı zorunlu bir varl ık (vCicib<br />

anlamında "Mutlak Varl ık" dediği şeydir. Bu zöt ayn ı zamanda bütün husösiyet<br />

ve arazlar ıyla birlikte d ış âlemdeki bütün gerçekle şmiş ve gerçekle şebilir<br />

mahiyetlerdir; ve insan zihni "soyut varl ık" dü şüncesini, bu zöta, onun<br />

varhk ve tezahürlerine dayand ırır. Daha sonra görülece ği üzere, o, Eş`arilerin<br />

KWH Cevher'iyle ayn ıdır.<br />

b) Varl ık Dü ş üncede mi yoksa d ış âlemde mi Ş eylerin<br />

Mahiyetlerinden. Ayr ılabilir<br />

Daha önce Mutlak Varl ık'ı düşüncede Mutlak Varolan, yani Allah'dan<br />

ayırırken Ibnu'l- Ar abrnin varl ık teriminin iki anlamın ı birbirine karışt<br />

ırmas ının esas ını ve hangi anlamda, el-vucad el-mutlak asl kulli vucild (Mutlak<br />

Varlık tüm varl ığın kayna ğıd ır), deyimini kullandığına de ğinmiştik. Fakat<br />

varl ık, dü şüncede bile olsa, varh ğı olanın mahiyetinden ayr ılabilir mi<br />

ib nu'l- Arabi ve yolundan yürüdü ğü I ş rökiler olumlu cevap verirler.<br />

Fakat Allah' ın hattö ba şka bir şeyin mahiyetini ve varl ığını birbirinden<br />

ayrı olarak tasavvur edebilir miyiz Zihnimizde var olan (ya da süresi olan)<br />

bir şeyin kavram ı bir yana, mahiyeti nedir Öyleyse zihnimizde önceden var<br />

olan bir şeyin kavram ı ya da dü şüncesini onun varl ığından ay ırmak nas ıl<br />

mümkün olabilir<br />

Herhangi bir şey hakkında konuşmak, onun varlığım şu veya bu "düşünce<br />

âleminde" gereksemek demektir, ve her hangi bir dü şünce âleminde bir şeyin,<br />

varlığından ayr ı olarak tasavvur edilebilece ğini söylemek, hiç bir anlam olmayan<br />

saçmalıktır. Bir şeyin düşüncesini o şeyin kendisinden, ve bir fikrin<br />

akdedilir varl ığını (sürekliliğini) somut bir nesnenin d ış varlığından ay ırabileceğimiz<br />

muhakkakt ır, fakat söylemek istedikleri şey bu de ğildir. i şrökile-<br />

24


in ve ib nu'l - Ar abrnin. dü ştüğünü sand ığı= temel hata "S vardır" şeklindeki<br />

varl ık önermesini "S, e s ıfatına sahiptir (e=varlık)" önermesine e şit<br />

olarak yorumlamaktan, ba şka deyi şle, varl ık önermesini yüklemli gibi ele<br />

almaktan do ğmaktad ır: Yani onlar varl ığı mahiyete yüklerler. Böylece İ ş-<br />

r akiler ve İ bnu'l- Ar ab rnin yapt ıklar ı gibi, "varl ığı" bir nitelik sayarak<br />

"S, e'dir (e=varlık)" olumlu önermesini ileri sürmek (hiç olmazsa zihnimizde)<br />

daha önceden var olan S varl ık sıfat ına sahiptir demektir ki, bu bir totolojidir.<br />

Diğer taraftan "S, e'dir (burada e=var-değil)" olumsuz önermesi (hiç değilse<br />

zihnimizde var olan) S, e s ıfatına sahip de ğil demektir ki, bu da kendisiyle<br />

çeli şiktir. "S, p'dir" (P gerçek bir s ıfat olarak) türünden her önermede daima<br />

"S vardır" varlık önermesi i şe karışmıştır, ve "S vardır" önermesinin anlam ı<br />

şudur: S teriminin anlam ında içkin olanlardan ba şka baz ı s ıfatlar önemsenecek<br />

derecede S'ye yüklenebilir, ve "S var-değil'dir" önermesi ise şu anlamı verir:<br />

Anlamında içkin olanlardan ba şka önemsenecek derecede S'ye yüklenebilen hiç<br />

bir s ıfat yoktur; S'nin kendisi daima belirli bir anlama sahip olup, hiç de ğilse<br />

zihnimizde vard ır. Bu, tüm varl ığın kayna ğı olarak Mutlak Varl ık (veya Varolmak)<br />

hakkındaki ibnu'l- Ar abrnin sözünün, Mutlak Varolanla ayn ı ve ondan<br />

ayr ılmaz olan Mutlak Varl ık tüm varl ığın ve bütün varolanlarm son kaynak<br />

ve sebebidir, şeklindeki ifadesine indirildi ğini ispatın diğer bir yoludur.<br />

c) Varl ık ve Varolmak. Yokluk ve Var-de ğil<br />

İ b n u '1- Ar abi, "Varolma"y ı varhk' ın bir türü (nevi) sayarak, bu ikisi<br />

aras ında önemli bir ayır ım yapar. Varl ık'a sahip olan her şey, varl ık' ın<br />

mertebeleri veya düzeyleri ad ını verdiği şeyin birinde veya di ğerinde tezihür<br />

ederse, "varolma" ya sahiptir, denebilir. İ bnu'l- Ar abi bunlar ı 4'e tandit<br />

eder: a) d ış alemde bir şeyin varlığı (vuctid e ş-sey' fî aynihi), b) akıledilir<br />

varlık (vuctid e ş-şey' fi'l-ilm), c) bir şeyin konuşulan sözlerde varlığı (vuctid<br />

eş— şey' fi'l-elfetz), ve d) bir şeyin yaz ıda varlığı (vudid e ş- şey' Fr-ruktim). İster<br />

zamanda ister ezeli olsun varl ık'a sahii, olan her şey bu mertebelerden<br />

birinde veya diğerinde yahut da hepsinde birden var olmal ıdır. Hepsinde veya<br />

bir kısmında var olmayan her hangi bir şey s ırf yokluktur ve hakk ında bunun<br />

ötesinde hiç bir şey söylenemez. Bununla beraber, ib nu'l- Ar abi, daha sonra<br />

görece ğimiz gibi, yokluğu "sırf" veya "mutlak" s ıfat ı olmaksızın tamam ıyla<br />

farklı bir anlamda kullanır. Eğer bir şey, bu varlık mertebelerinden birinde<br />

değil de, diğerinde varsa, bu şeye yokluk denebilir; öyleyse o, var olmad ığı o<br />

belirli mertebede bir yokluktur. Bu 4 düzeyde varl ık şekillerini aynı cinse ait<br />

saymakla o, en büyük hatay ı işlemiş görünüyor. S ımrlamış olmas ı gerekirken,<br />

"varolan" terimini, modern felsefede yaln ızca zihinde varl ığı olan soyutlar<br />

(abstracta) şeklinde bilinen ak ıledilir türlerin aksine, zaman ve mekanda tezâhür<br />

eden d ış dünyadaki şeylere inhisar ettirmiyor. Masa (somut şey), masa kav-<br />

25


amı, masa kelimesi ve masa harflerinin hep ayn ı hakikata ait oldukları<br />

doğrudur, fakat di ş dünyada masanın kendi varlığı, hem o kelimenin kavramımn<br />

varlığından, hem de o yaz ının varlığından esash bir şekilde farklıdır.<br />

ihnu'l-Arabi ile birlikte, masa ayn ı zamanda hem vard ır hem de yoktur<br />

(bununla o, somut nesne ile bir kavram ın varlığı aras ındaki temelli ayırımı<br />

yapmaks ız ın, masanın, nesne olarak var olmad ığım demek istiyor) dememiz<br />

mümkün de ğildir. Biz ancak şunu söylemek durumunday ız: Gerçek masa var<br />

değildir, yâni masa kavram ı zihinde vard ır.<br />

ibnu'l- Arab Allah'la ilgili olarak, şunlar ı ilave ediyor: Şeyler yaln ızca<br />

iki varlık düzeyine sahiptirler: a) ak ıledilir (soyut), ve b) somut. Şeyler,<br />

dış alemde var olmadan önce, Allah' ın ilminde varhğa sahipdir. Öte yandan<br />

biz şeylerin kavramlar ına ula şmadan önce, onlar ın somut bir varlığa sahip<br />

olmalar ı gerekir.<br />

ibnu'l-Arabi âlemin ezelili ği ve zamandal ığı, varlığı veya yoklu ğu gibi<br />

sisteminin en hayati noktalar ından hanlar ın' bu hatalı delile dayand ırır.<br />

Alem ( İnsan hakkında da ayn ı şeyi söylüyor)25 hem ezdi hem zamanda; hem<br />

var hem de yoktur. Ezelidir, çünkü o Allah' ın ezdi bilgisinde vard ır; somut<br />

ve dış âlemdeki bir şekil (suret) olarak da zamandad ır. Aynı şey onun varl ığı<br />

ve yokluğu hakkında da söylenebilir. İyi ki ibnu'l-Arabi, daha sonra<br />

görece ğimiz Cevher ve suret antitezini kullanarak, âlemin 2 ciheti, yani onun<br />

hem ezdi hem zamanda hem var hem yok olmas ı şeklindeki yukarıdaki görüşünü<br />

desteklemekte farkl ı bir muhakeme yolu güdüyor.<br />

d) Varl ık' ın Türleri<br />

ihnul-Arabi'nin benimsedi ği Varlık'ın türleri şunlard ır:<br />

Varlık<br />

Mutlak<br />

Göreli (Izafi)<br />

( İlâhi Hüviyet) (Zâhiri Mem)<br />

Kayıt ve şarta bağl ı değil<br />

Bağımsız<br />

(Cevherler)<br />

Maddi<br />

Manevi<br />

(Cisimler) (S ırf Ruhlar)<br />

Bağımlı<br />

(Sıfatlar, arazlar,<br />

mekan ve<br />

zaman ili şkileri<br />

25. Bak., Fusâs, s. 19; türkçeye çeviri, s. 8; kar., inşa' Kleinere Schriften.. içinde,<br />

ss. 5-6.<br />

26


Göreli (izitfi) varlık, zahiri âlemdeki bütün tabii şeyler gibi fiil halinde<br />

ya da güç halinde (ibrıu'l-Arabi bazan buna mümkün diyor) olabilir.<br />

Daha önce de aç ıklad ığımız gibi, Ibnu'l-Arabi"yokluk" deyince ya,<br />

I. Varlık mertebelerinden hiçbirinde varl ığa sahip olmayan e şya, yani<br />

sırf yokluk (el-adem el-mahz); ya da,<br />

II. Bu mertebelerden birinde var olup, di ğerinde olmayan e şyayı anlıyor<br />

ki, buna dahil şu sınıflar ı görüyoruz:<br />

1 Zihinde yalnızca fikirler ve kavramlar olarak varolan ve d ış alemde<br />

varlığı mümkün olmayan e şya,<br />

2. Mümkün, hatta muhtemel varl ıklar olan, fakat d ış alemde fiilen var<br />

olmayan e şya.<br />

"Sırf yokluk" hiç bir zaman dü şüncemizin objesi olamaz: di ğer yokluklar<br />

ise, bu obje olabilir ve fiilen bu objedirler. S ırf yokluğu bildiğimizi tasavvur<br />

ederken gerçekten bildi ğimiz şey, onun z ıdd ı (mant ıki çeli şiği), veya yolduğunun.<br />

sebebidir. (e ş-şart el-musahhihu li-nefyihi) 2 6.<br />

e) Zorunluluk, imkan ve imkans ı zl ı k<br />

Zorunlu (vetcib) varlıktan, varlığı kendiliğinden zorunlu varl ık anla şılır;<br />

diğer bir deyi şle, o kendiliğinden vard ır ve bu da ancak Allah't ır. Mümkün<br />

(zorunsuz) varl ık, varlığı için hiç bir zati veya zorunlu sebep olmayand ır,<br />

yani onun varl ığı ve yoklu ğu aynı derecede mümkündür. Imkans ız varlık,<br />

yokluğu bir sari sebep tarafından gerektirilen varl ıktır. A`yein es-Sabita'ya<br />

"mümkün varlıklar" ad ını vermesine ra ğmen, Ibnu'l- Ar abi'nin ö ğretisinde<br />

"mümkün" (veya zorunsuz)'un yeri yoktur. Gerçekte, ona göre, onlar zorunludurlar;<br />

şu anlamda ki onlar zorunlu olarak fiile ç ıkması gereken güçlerdir.<br />

Onlar, filozoflar ın vticib el-vudid bi'l-gayr (varlığı ba şkas ıyla zorunlu) dedikleri<br />

şeydir. Ib nu'l-Ar abi filozoflar ın bütün varolanlar ın ya kendili ğinden<br />

zorunlu ya da varl ığı, varlığı kendiliğinden zorunlu bir ba şkasıyla zorunlu<br />

olduklar ı esas ından hareket ederek mümkün kategorisini inkâr ettiklerini<br />

söylerken, onlarla çat ışma halinde görünüyor. Ibnu'l- Ar abi devam ederek<br />

şöyle diyor: "Bununla birlikte, ârif imkan ı kabul eder (bu sadece sözde<br />

bir kabüldür) ve onun (gerçek) yerini (yani zorunlulu ğun yaln ızca mant ıki<br />

kar şıt ı olarak) mümkünün ne demek oldu ğunu, neden dolay ı mümkün olduğunu<br />

ve gerçekte vtıcib el-vuctid bi'l-gayr ile ayn ı oldu ğunu bilir'''. Fakat ibnu'l-<br />

26. Kleinere Schriften..., s. 11.<br />

27. Fuilıs, ss. 66-67; türkçeye çeviri, s. 35.<br />

27


Ar abi'nin. kendi ifadesi, esasta, sözlerini nakletti ği filozoflar ın görüşüyle<br />

aynıdır. Nitekim o, yukar ıda nakledilen anlam ında mümkünü ısrarla<br />

inkâr eder, ve yaln ızca 2 kategori kabul eder; Zorunlu (yukar ıda aç ıklanan<br />

zorunlunun iki türü) ve imkans ız28 .<br />

a) Bir ve Çok: "Hakk ve Halk"<br />

Ib nu'l- Ar abi'ye göre, varolan yaln ızca Bir Hakikat vard ır. Biz bu hakikati<br />

iki aç ıdan görürüz: ya onu bütün görünen şeylerin zat ı sayarız ve Hak<br />

adını veririz; veya bu zat ı ortaya koyan e şya sayar ız ve Halk deriz. Hak ve<br />

Halk; Hakikat ve Zuhar; Bir ve Çok yaln ızca "Bir Hakikat" in iki subjective<br />

marızaras ım ifâde eden isimlerdir; o, hakiki birlik, fakat d ış alemde müşahade<br />

edilen çe şitliliktir. Bu hakikat Allah't ır. Ibnu'l-Arabi, "O'na O'nun<br />

vas ıtas ıyla bakarsan (yani Zat'a zat aç ısından bakarsan), o zaman O da<br />

Kendisine Kendisi vas ıtasıyla bakar ki, bu, birlik halidir; fakat O'na kendi<br />

zat ın vas ıtas ıyla bakarsan (yani kendi zat ın aç ıs ından bir suret olarak bakarsan),<br />

o zaman bu birlik ortadan kalkar" 29. Bu, öyle görünüyor ki, Plotinus'un,<br />

İlk Bir her yerde ve hiç bir yerdedir, görü şünü yans ıtmaktad ır.<br />

Fakat, daha sonra gösterilece ği üzere, bu iki görü ş aras ında esasl ı fark vard ır.<br />

Plotinus'un Bir'i bir sebep olarak her yerdedir, Ibnu'l-Arabrnin Bir'i<br />

ise bir zat (bir hüviyet) olarak her yerde, fakat her şeyin üstünde "eyne" (yer)<br />

ve "keyfe" (nitelik) ile aynı olup, "eyne" ve "keyfe" ye sahip bütün e şyadan<br />

farkl ı olan KWh Zat olarak hiç bir yerdedir.»<br />

Ibnu'l-Aralırnin sistemindeki bu önemli noktay ı açıklıyaeak pek çok<br />

parça nakledilebilir. Şu parçlar örnek olabilecek niteliktedir: "Birlik, iki<br />

(veya daha fazla) e şyanın fiilen ayn ılığı, fakat tasavvurda bir di ğerinden<br />

ayırdedilebilirliği anlamından ba şka bir anlam ta şımaz; öyleyse Bir, bir anlamda,<br />

bir ba şkas ıdır; diğerinde ise de ğildir"3 1. "Çokluk, Bir olan Zat'daki<br />

fiili bir taksimden de ğil, görüş farklar ından do ğar"32.<br />

Ibnu'l- Ar abrnin Metafizi ğinin tamamı bu ayırıma dayanır ve sisteminde<br />

hiç bir nokta yoktur ki, orada bu ay ırım şu veya bu şekilde takdim<br />

28. Kleinere Schriften.., s. 10: Varlıkta mümkün yoktur: şeyler ya imkans ız veya zorunludur.<br />

29. Fustis, s. 147; türk. çev., s. 83.<br />

30. Bak., Plotinus, Enneads, III, 9. 3.<br />

31. Futilluit, I, s. 623, 1. 14.<br />

32. Fusits, s. 417; türk, çep., s. 299. ibnu'l-Arable burada el-Hakk ile el-Halk'dan Bir'in<br />

iç ve dış manzaralar ı olarak bahsediyor.<br />

28


edilmemiş olsun.33 Yaz ılarında her ne kadar meselenin epistemolojik yönü<br />

ontolojik yönüyle s ık s ık karışt ırıhrsa da, şuras ı fazlas ıyla açıkt ır ki, İ b nu'l -<br />

Ar abi varlığın gerçek ikiliğe sahip oldu ğunu söylemek istemez. Ontolojik<br />

bakımdan yalnızca Bir Hakikat vard ır; epistemolojik bak ımdan ise iki manzara<br />

göze çarpar: Zahiii Alemi a şan, onun üstünde yer alan bir Hakikat, ve son<br />

izah ve temelini Hak'k ın Zati birliğinde bulan subjectiveliklerin çoklu ğu.<br />

bnu'l - Ar abi bazan mant ıki sebeplerle bu iki manzaray ı birbirinden ayırır.<br />

Dış âlemdeki çok çe şitli varlıklar, mümkün'dür, zamandad ır ve varl ıklar'<br />

için zorunlu olarak kendili ğinden var olan, ezdi, ba ğıms ız ve zorunlu bir<br />

şeye dayan ırlar34. Bir'in Çok'a olan nispeti ne ise, süreklinin eserlerine veya<br />

veya cevherin arazlarma3 5 olan nispeti de olur Onlar akli bir kavram olarak<br />

farklı, fakat fiilen birdir3 6 . O, zahirin (d ışın) bât ına (içe) nispeti, bilgimize<br />

giren şeyin Allah' ın bilinemez, anlatilamaz Zat' ına (hüviyye) nispetidir 37 .<br />

Aklım= s ınırlı ve Bütünü Bütün (küllü kül) olarak kavrama yetene ğinden<br />

yoksun olu şundan dolayı, biz onu, varliklarna çoklu ğu sayar ız ve her birine,<br />

onlar ı diğerlerinden ay ırdeden özellikler isnat ederiz. Ancak Silfinin<br />

keskin görü şüne sahip bir kimse, ibrıu'l- Ar abrye göre, sezginin zihin-üstü<br />

bir durumunda siiretlerin bütün çoklu ğunu aşabilir ve onlar ın alt ında yatan<br />

hakikat" "görebilir" 38. Görünü şe göre, biri çok yapan, d ış nesnelere yüklenen<br />

hükümler (ahldım)'dir, yani onlar ı renk, hacim, şekil kategorileri ve zaman<br />

ve mekan ili şkileri v.b. alt ına yerle ştirmemizdir. Tek ba şına Bir, basit ve<br />

bölünemezdir.<br />

Bunu, ıbnu'l-Arabi'nin bazan yapt ığı gibi, kelâm diliyle ifade edersek,<br />

Bir el-Hakk (=Allah), Çok el-Halk (yarat ılmış varhklar=Zahiri Âlem)'dir 39 :<br />

Bir Rabb, Çok kullard ır40; Bir bir birlik (cem`), Çok bir çe şitlilik (fark)'<br />

tır41 v.b.<br />

Şimdi 'Yaratan yarat ılmış oland ır', 'ben O ve O benim' `ben O ve O de ğilim',<br />

`Hak Halk ve Halk Hak't ır', cllak Halk de ğil ve Halk da Hak de ğildir', v.b., v.<br />

b...4 2 gibi I b nu'l- Ar abrnin zevk duydu ğu zahiri paradoxlar ı anlayacak<br />

33. Bak., meselâ, Tenzil ı ve Te şhih hakkındaki bölümler: dyân es-sâbita. İbnu'l-Arabrnin<br />

islâm Vandet-i Vueüdeulu ğu ile ilgili görüşü: Sebeplilik, v.b., v.b..<br />

34. Bak., FusCıs, ss. 27-28, 180; türk. çev., ss. 13, 108.<br />

35. Bak., Fusüs, s. 225; türk. çev., s. 142.<br />

36. Bak., Fusiis, s. 101; türk. çev., s. 53.<br />

37. Bak., Fusils, s. 174; türk. çev., s. 106.<br />

38. Bunun üzerinde İ bnu'l-Ar abrnin SUilik ve Fenâ görü şü ile ilgili bölümde durulacaktır.<br />

39. Fusüs, ss. 137-138, 197, v.b., v.b.; türk. çev., ss. 76-77, 118.<br />

40. Fustis, ss. 196, 272. v.b., v.b.; türk çev., ss. 118, 174.<br />

41. Bak., Fus'û s, ss. 283 v.b., v.b.; türk. çev. s. 179.<br />

42. Bak., Fusiks, ss. 102, 110, 137, 138, 197, 219, 220, 283; türk. çev., ss. 53, 56, 58, 76, 77, 118,<br />

138, 179; Futiihât, I, s. 899.<br />

29


ir durumday ız. Onun Hakikat ın iki manzaras ının göreli (izati) olduğu fikrine<br />

uygun olarak aç ıkland ığı takdirde, bu paradoxlar hiç de paradox de ğildir.<br />

Arabrye göre, Bir ve çok aras ında tam bir kar şıtlık ve iki<br />

tarafl ı bir ba ğımlılık vard ır. İki mant ıki kar şıt gibi, hiç biri diğeri olmaks ızın<br />

anlam ta şımaz. Felsefesindeki biraz şiir unsurunu hesaba katarsak, bu karşıtlık<br />

onun şu harikulade mısralar ında bir Sidinin yapabilece ği ölçüde aç ıklanmışt<br />

ır:<br />

"0 beni över, ben de O'nu,<br />

O bana tapınır, ben de O'na.<br />

Bir durumda, O'nu itiraf eder,<br />

Acyânda (d ış Hemde) ise, inkâr ederim.<br />

Ben O'nu değil, 0 beni bilir,<br />

Ben bilir ve temasa ederim O'nu.<br />

Ona yardım edip el uzatt ığım halde,<br />

Nas ıl olur da 0, bağıms ız olabilir<br />

Ben O'nu bilirken yaratırım.<br />

Hadis bize bunu böyle haber veriyor43<br />

Ve bende O'nun gayesi gerçekle şiyor44."<br />

b) ibrıu'l-Arabrnin Mutlak Monismi ve Hallâc' ın Dualismi<br />

İ brıu'l-Arabi'nin monisminde 3 ayr ı unsur bir araya getirilmi ştir:<br />

E ş 'arilerin külli cevher nazariyesi, Hallâc' ın Lâhât ve Nâsât nazariyesi<br />

ve Yeni- Eflatuncu Bir nazariyesi. Onun kendi görü şü bunlardan hiç birine<br />

benzememekle beraber, hepsinin bir terkibidir. Özellikle Hallâc'dan gelen<br />

unsur, ibnu'l- Ar abrnin Bir ve Çok hakk ındaki görü şünde hakimdir.<br />

Bazan sûret ve zât terimlerini Hallâc' ın Nasât ve LCıhüt'una e ş anlamda,<br />

hazan da fiilen Lâhât ve Nâs'ût terimlerinin kendisini kullanmakla beraber45<br />

İ bnu'l-Ar abi ile Hallac aras ındaki fark, en sonunda yine de esash olmakta<br />

devam eder. Fakat buna ra ğmen, Hallaç, vandet-i<br />

vucûd görü şünü haz ırlamış görünüyor. Şüphesiz Hallâc arac ılığı iledir ki,<br />

onun maddi ve manevi anlamda kulland ığı "Uzunluk ve Genişlik"46 (ta/<br />

ve arz) nazariyesinde aç ıklanan alemin ikiliği hakkındaki Hellenistik görü ş ,<br />

bir yolunu bulup İbnu'l-Arabrnin ö ğretisine girmiştir. Aç ıkça görülüyor<br />

ki, ibnu'l-Arabi'nin emr alemi, gayb alemi, ruhlar alemi ve manâlar alemi<br />

44, Fusüs, ss. 124-5; türk. çev; ss. 67-68.<br />

43. Bir hadiste Allah' ın şöyle buyurdu ğu kabul edilir: kad messelani beyne dyunihim "Ve<br />

onlar Beni gözleri önünde "duran bir şekil olarak" tasavvur ettiler.<br />

45. Fustis, ss. 194, 260, 400 v.b., v.b.; türk. çev., ss. 118, 167, 280-281.<br />

46. Bak., Hallâc, Tevasin, neşr.; L. Massignon, Paris 1913, s. 141; Futilhât, I, s. 219.<br />

30


Rallac' ın Uzunluk (tfil, Lithüt), ve yine Ibnu'l- Arabrnin halk alemi, tabiat<br />

alemi, cesetler alemi v.b. Hallae' ın Geni şlik (arz, Nüsüt)' u ile ayn ıdır. Fakat<br />

H all â c'dan bu yana, onca, en sonunda 2 farkl ı tabiat (farkl ı varl ık) anlamına<br />

gelen Lahat ve Nüsât terimleri köklü de ğişikliğe uğramışt ır. Ibnu'l- Arabi<br />

ve Ibnu'l- F ariz'in yaz ılarında bu iki terimin, Hakikat ın yahu manzaralar ı<br />

haline indirildiğini görüyoruz. Lühât ve Nas ılt (uliıhiyet ve insanl ık, zât ve<br />

saret) yaln ızca Bir'in d ış ve iç manzaralar ına ad olurlar. Onlar bir tabiat ın<br />

tamamlay ıcı yanlar ıdır ve her ikisine Ibnu'l-Arabi ve Ibnu'l-Fariz'in<br />

monisminde ayn ı derecede yer verilir. Mesela, Ibnu'l-Fariz'in a şağıdaki<br />

me şhur manzumesini dü şünün:<br />

"Ve ne benim İlâhili ğim (görünüşümii) bana ihmal ettirdi, ne de insanl ı-<br />

ğın]. (netsât) bana hikmetimin kendisiyle tezahür etti ği siireti unutturdu".<br />

Ibnu'l- Ar abrye gelince, onun kitaplar ı ayn ı fikri ifâde eden parçalarla doludur.<br />

Massignon'un belirtti ği üzere, bu iki Safrde, Hallâc da dahil olmak<br />

üzere, enerji kayna ğı olan o ilk seviye farkı, yani Hak ile Halk (Hakikatla<br />

Görünen) aras ındaki akımı belirleyen güç halindeki o mevki fark ı, art ık yoktur.<br />

Şuras ı gerçektir ki, Hallâc fikirlerini hazan Ibnu'l-Arabrninkine<br />

dikkate de ğer derecede benzer bir uslapla ifâde eder, fakat bu sözde benzerli ğe<br />

pek bel ba ğlamamallyız. Her iki halde kelimelerin alt ında yatan dü şünceler<br />

farkl ıd ır. Hallâc, bir filozof olmad ığı gibi, felsefi bir sistem meydana getirmeğe<br />

de hiç bir zaman niyet etmemi ştir.<br />

Mesela, Hallâc diyor ki: "Ve Halk'da yer alan Hak unsuru dolay ısıyla<br />

Hak Halk'la ayn ıdır47. Ba şka bir yerde de şöyle diyor: "Ve ben Hak'k ım,<br />

zira ben hiç bir zaman Hak'la hak olmaktan vazgeçmedim (ve ene'l-Hakk<br />

fe-innehu mâ ziltu ebeden bi'l-Hakki hakkan)". Ve Allah'a yönelerek diyor ki:<br />

Seninle benim aramda ilahilik ve Rablik (el-ilâhiyye ve'r-rubübiyye)' den<br />

başka hiç bir fark yoktur". "Ey ben olan O, ve ben O'yum: Zamandal ık<br />

ve ezelilik bir yana, benim enniyem ve Sen'in Hüviyyen aras ında hiç bir fark<br />

yoktur", v.b. —böylece o, sürekli olarak insanda var olan 2 unsur veya<br />

tabiat<br />

ve insani f ın hakikat ım kabul ederek onlar ın baz ı Safilere özgü<br />

şartlar alt ında birle şmelerine müsaade ediyor. Ancak ve ancak o zaman Halk<br />

(insani olan) kendisine Hak ad ını verebilir. Ibnu'l-Ar abi öte yandan ne<br />

(bu anlamda) bir olmay ı, ne mezcolmay ı, ne de hulalü kabul eder. O, ikisi<br />

aras ındaki fark ı daima kat ı ve berrak bir şekilde zihninde muhafaza ederek,<br />

ya Bir Hakikat'den ya da Hakikat'in iki manzaras ından bahseder. Ayn ı<br />

zamanda Hallâc' ın hulal nazariyesini reddetmeye yöneldi ği bir nıanzilme-<br />

47. Tevâsin, s. 23.<br />

48. L. Massignon, Quatre Textes Relatifs tl Hall ıy, Paris 1914, s. 62.<br />

49. Aynı eser, ss. 59-60.<br />

31


sinde, H all â e' ın Ene'l-Hakk ına da kapal ı bir şekilde dokunur. Diyor ki: "Ben<br />

Hak'k ın kendisi de ğil, O'nun s ırr ıyım (ene strru'l-Hakk mCi'l-Hakku ene)"<br />

s ır burada içerisinde Hakk ın gizlendiği Halkın (Görülen Alemin) manzaras ıd ır;<br />

ikisi daima oradad ır ve biri diğeri olur demenin hiç bir anlam ı yoktur.<br />

e) ibnu'l-Arabi'nin Bir'le Çok aras ındaki Münasebeti ifade<br />

Tarz ı : Hak ve Halk<br />

Biraz önce mant ıki ve kelâmi yönleriyle aç ıklamış olduğumuz Bir'le Çok<br />

arasındaki miluasebet, Ibnu'l-Arabrnin kitaplar ında sık sık çok yüksek<br />

dereceden çift anlaml ı mecâzlar vas ıtasıyla izah edilmiş olup, onlar ı anlamakta<br />

pek dikkatli olmak gerekmektedir. Bu meeüzlar ı yanlış anlamadan<br />

doğabilecek en basit hata, Ibn.u'l-Arabi'yi bir islâm vandet-i vueudeusu<br />

saymaktan çok, onu gerçekte bir theist olarak; veya bir monist olmaktan çok<br />

bir dualist olarak kabul etmektir. Onun Fusas ve Futaldtt'ında bu mecüzlardan<br />

çok sayıda mevcut olmakla beraber, sadece bir kaçma dokunmak yetecektir:<br />

I. Şey ve Gölgesi mecaz ıyla yakından ilişkisi olan "ayna" ve "hayaller"<br />

meeâz ı". Bir, hayali de ğişik aynalarda yans ıt ılan bir nesne say ılır ki, her<br />

aynanın tabiat ına göre (locus) farkl ı şekil ve suretlerde hayaller halini al ır.<br />

Çok (Halk Alemi) ayna-hayalleri, bu âlemin ötesindeki Gerçek (Hakiki)<br />

Nesne'nin Gölgesidir. Bütün âlem bir gölge oyununa benzer. Ibnu'l- Arabi<br />

diyor ki: "Ekranda gördü ğümüz şeyin bütün hakiki olaylar ı yansıttığına<br />

inamlamıyacak kadar, görülen e şyanın yans ıtıldığı ekrandan uzaktay ız"5 1 .<br />

Ibnu'l-Arabi bu mecâz ın çift anlam ta şıdığından tamam ıyla haberdard ır.<br />

Dolayısıyla herhangi bir ikilik zann ını ortadan kald ırmak arzusuyla gölgenin<br />

kayna ğı ile gölgenin kendisinin bir oldu ğunu kesinlikle belirtir 52.<br />

IL "Nüfüz" ve "Manevi Yiyecek" meeâz ı 5 3. Nas ıl ki s ıfatlar (renk, söz)<br />

cevherlere nüfilz ederlerse, Çok da Bir'e öylece nüfüz eder. Öte yandan Bir de<br />

50. Birinciler için bak., Fusüs, ss. 13-14, 49-40, 363-364; ve 306; türk. çev., ss. 6, 26, 253,<br />

204. Burada Ibnu'l-Ar abi diyor ki, Görülen 'Mem sadece bir rüyad ır. İkinciler için bak.<br />

ss. 170, 174, 177; türk. çev., ss. 103, 106,<br />

51. Futiihett, III, s. 89.<br />

52. Fusas, s. 174; türk. çev., s. 106.<br />

53. Birincisi için bak., Fusiis, ss. 114, 117, 126; türk çev. ss. 62, 63, 68. İkincisi için bak.,<br />

Fusüs, ss. 123-124, 273, 373; türk. çev., 67-68, 174, 260. ibnu'l-Arabinin de ğindiği<br />

üzere, ikinci mecaz asl ında Tusterrnind ır. Ibnu'l- Arabi, Mevâkicen Nucûm, s. 66, eserinde<br />

Tusterrnin sözünü farkl ı bir şekilde okur. i b nu '1- Ar abi diyor ki: bir gün<br />

Tusterrye şu soru soruldu: "Yiyecek nedir" Tusteri buna şu cevab ı verdi:<br />

"Yaşayan Bir'in zikridir". Aym sözü Futüldıt ve Fusfis'unda, zikir kelimesini kald ırarak<br />

nakleder. Bak., Futülıat, IV, ss. 319-320. Çevirenin notu: Menikic en—Nucâm'da "yiyecek"<br />

kelimesinin kar şılığı olan "gıda" kelimesi yer almay ıp "küt" kelimesi bulunmaktad ır.<br />

Bununla birlikte Futühat'da her iki kelime de kullan ılmıştır.<br />

32


Çok'a, yiyece ğin bedene nüfûz etti ği gibi, nüfûz eder. Allah bizi besleyen<br />

manevi yiyece ğimizdir, çünkü O, bizim Zat' ımız ı te şkil eder. Görülen Mem de<br />

aynı şekilde O'nun yiyece ğidir. Çünkü onun vas ıtas ı iledir ki, Allah, S ıfatlara<br />

(ahkâm) sahiptir. İ bn u'l- Ar abi ve Hallâc, manevinin maddiye her yerde<br />

hükmettiği ve onu denetledi ği fikrindedirler: Tek külli cevher, her şeyde sürekli<br />

yer al ır ve her şeye hükmeder. Fakat Hallâc'a göre bu, mecâz de ğildir;<br />

ibnu'l- Ar abi'ye göre ise böyle say ılmalıdır, yoksa onun tüm sistemi fiyasko<br />

ile neticelenecektir.<br />

III.<br />

"Kaplar" ve "Dönü ş" mecâz ı 54. Her iki mecâz da, kuvvetle, varl ığın<br />

ikiliğine i şaret eder. Bir, kendisinden Çok'un ç ıktığı ve yine kendisine dönece ği<br />

son kaynakt ır. Ve "Çok Bir'e göre bir kaba (inâ) benzer ki, bu kapta Bir'in<br />

Zat' ı bulunmaktad ır".<br />

IV.<br />

Bir say ısı ve Nokta ile dairenin merkezi şeklinde matematiği<br />

mecâzlar 5 5 . Ibnu'l- Ar abi'ye göre, Bir'in. Çok'a nispeti ne ise matematik<br />

birin, ona dayanan sonsuz say ılara nispeti de odur. Fakat say ılar bire dayansa<br />

da, görülen e şyanın Bir'in tezahürleri oldu ğu anlamında, onlara Bir'in tezahürleri<br />

demek saçma olacakt ır. Say ılar birlerin toplam ıdır. Ve e ğer benzetme do ğru<br />

ise, görülen e şyayı, her biri bir olan birimlerin toplam ı sayar ız ki, durum,<br />

ı bnu'l- Ar abi'n.in görü şünde bile böyle de ğildir.<br />

V. Beden ve azâlar ı aras ındaki benzetme5 6. Kelime anlam ıyla alındığı<br />

takdirde, Bir, Bütüne olan nispeti gözönüne al ınmaks ızın, hiçbir parças ı<br />

anlam ta şımadığı halde, her parças ının diğerinde farkl ı olduğu söylenebilen<br />

organik bir Bütündür. Bu durumda Bir, sonsuz parçalar ı olan bir Bütün,<br />

yani onda bulunan bir Zat'la birlikte Tek Organik Sistem say ılır. Bir Monist,<br />

hattâ bir İslam vandet-i vucûdcusu için böyle bir görü şe sahip çıkmak makill<br />

ise de, bildiğimiz kadar ıyla, Görülen Memirı, varlığın böyle bir birli ğine sahip<br />

olup olmadığı şiiphelidir. Bilgisini edindi ğimiz birliğin en yüksek sûreti insan<br />

zihnine aittir, fakat bir bütün olarak âlem bu türden birli ğe sahip görünmüyor.<br />

ibnu'l- Ar abi'ain sisteminde Madde o derece manevile ştirilmiştir<br />

ki, maddi olmas ı mümkün de ğildir: Öyleyse nazar! olarak bütün âle ın, insan<br />

zihninin sahip olduğu birlikten bile daha yüksek derecede birli ğe sahip Tek<br />

KWH Ruh olabilir.<br />

54. Birincisi için bak., Fusils, s. 127; türk. çev., s. 69. İkincisi için bak., Fusüs, s. 329; türk.<br />

çev., s. 226.<br />

55. Birincisi için bak., Fusüs, ss. 103, 106 v.b.; türk. çev., ss. 55, 57. 12 çüncüsü için bak.,<br />

Futrıheit, I, s. 339. Birincisi bu münasebeti tasvir etmek için Safilerce kullan ılan en yaygın<br />

medızdır.<br />

56. Bak., Fusa.s, s. 363; türk. çev., s. 252.<br />

33


nu'l-Ar abi, felsefesinin hayati noktas ını bu tarzda aç ıkl ıyor. Fakat<br />

hiç bir mecâz felsefi bir nazariyeyi izahta yeterli bir vas ıta te şkil edemez.<br />

ibnu'l-Arabi, böyle bir görü şü kavramak için akla ve sisır (format) ak ılyürütmeye<br />

ba şvurmad ığı gibi, bizden de bu yollara ba şvurmam ız ı istemez.<br />

Tersine problemin en son çözümü, birli ği birlik olarak idrak eden Stifi'nin<br />

yalnızca zihin-üstü sezgisine dayan ır.<br />

Ib nu'l-Ara bi, böylece, Zât ve Söret, veya Hakikat ve Görünü ş (Hak ve<br />

Halk) v.b., v.b. olarak izah edilen Hak ve Halk aras ındaki ayır ımı muhafaza<br />

etsek dahi, kendi görü şüne bakarak, kesin anlam ında onları en nihayet asl ında<br />

Bir saymaks ız ın, diğerine yüklenebilen bir şeyi birine yükleyemiyece ğimiz<br />

hakk ında bizi uyar ıyor'''. Her şey bir hakikat (hak) olmakla beraber, Hak<br />

de ğildir: Kul bir kul, Rab ise Rab'dir 58. Tek Zât bütün suretlerin ve onlara<br />

ait her niteli ğin üstündedir. Çok'un iki manzaras ı vard ır: a) Birbirinden ve<br />

ve Bir'den farkl ı manzaras ı (mant ıki manzaras ı) -bu, fark cihetidir (cihet<br />

el-fark); b) Zât bak ımından birbiriyle ve Bir'le ayn ı manzaras ı (fiili manzaras ı)<br />

-bu da, birlik cihetidir (cihet el-cent'). Birinci manzara 1 b nu'l-Ar abi'nin<br />

imkân, kulluk ve zamandal ık (huchis) ibâreleriyle özetlenir; ikincisi ise, zorunluluk<br />

(vueCıd), rablik (rubtıbiyyst), kıdem v.b. ibâreleriyle... Böylece biz,<br />

kulun hangi anlamda rab, görülenin hangi anlamda hak oldu ğunu ve ibnu'l-<br />

Arabrnin Paradoxlar ıın ne şekilde yorumlanmas ı gerekti ğini öğrenmi ş bulunuyoruz59<br />

.<br />

Tenzih ve Te şbih (Aşkınlık ve İçkinlik)<br />

Daha önce gördük ki, Hak ve Halk ikiliği, ibnu'l-Arabi'nin nazar ında,<br />

varlıklar ın ikiliği de ğil, ayırdedici s ıfatlar diyebilece ğimiz şeylerin<br />

Bu ayırdedici s ıfatlar onun felsefesinde tenzih ve te şbih ibareleriyle anlatılır.<br />

Uzun bir zaman İslam kelâmc ıları tarafından M ü ş ebbihe ve Müces sime'nin<br />

görü şleri ile ilgili olarak, Allah' ın yarat ıklara te şbih edilebilirliği ve<br />

edilemezliği anlamında kullanılan bu iki arapça terim (te şbih ve tenzih), onlar ı<br />

daha felsefi bir anlamda kullanan İ bnu'l- Arabi'llin elinde ciddi bir de ğişikliğe<br />

uğramış görünüyor. Mü ş ebbihe'nin veya Mücessime'nin eski mensuplar ı<br />

Allah'a insan ve ba şka yarat ıklarınkine benzer s ıfatlar yükleyen kimselerdir.<br />

Allah' ı tenzih edenler ise, Allah bütün bu s ıfatlar ın üzerindedir, diyen kimse-<br />

57. Fusâ, s,s. 272; türk. çev., s. 174.<br />

58. Fusâs, ss. 142, 150; türk. çev., ss. 78-79, 85.<br />

59. Fusrıs, ss. 142, 150 v.b., v.b., v.b.; türk. çev., ss. 78-79, 85.<br />

34


lerdir. Bu anlamda bir kimse bir İslam vandet—i vucadcusu olmaks ız ın pekala<br />

bir müşebbihe veya bir Mücessime olabilir. Ba şka deyi şle, Allah' ın insan ve<br />

fizik nesnelerinkine benzer say ılabikn s ıfat ve niteliklere sahip oldu ğu ve<br />

fakat buna ra ğmen insandan, di ğer fizik e şya veya bütün âlemden farkl ı kaldığı,<br />

onlarla hiç bir şekilde aynı olmadığı pekala düşünülebilir. ibrıu'l- Ar abr<br />

nin öğretisinde böyle bir görü şü muhafaza etmek imkans ızdır. A şlunlık ve<br />

içkinlik (tenzih ve te şbih) iki ayrı anlamda kullanılmandır. Allah i şitir (semic),<br />

görür (basit.) veya O'nun elleri vard ır v.b. şeklinde mü şebbihe'nin sözünü<br />

İb nu'l- Ar abi, Allah' ın işitme veya görme duyusu veya elleri vard ır v.b.<br />

şeklinde arılanaaz. Onca Allah, i şiten, gören veya elleri olan her şeyde içkindirw.<br />

O işiten ve gören her varlikta i şitir ve görür. Bu O'nun içkirdi ğini (te şbih)<br />

meydana getirir. Öte yandan, O'nun Zat ı işiten ve gören bir varli ğa veya varlıklar<br />

gurubuna münhas ır olmayıp, bu türden bütün varhklarda ve her ne şekilde<br />

olursa olsun bütün varl ıklarda tezahür eder. Bu anlamda Allah a şlundır,<br />

çünkü O, her türlü s ıııırlama ve ta şahhusun ötesindedir. Külli bir cevher<br />

olarak O, varolan her şeyin Zat' ıdır. Böylece İ b nu'l- Ar abi tenzih ve te şbihi<br />

mutlakhğa (ttleik) ve s ınırlilığa (takyid) indirir 61 ve onları maddecilerinkine<br />

yakla şan, fakat kelamc ılarınkinden esaslı bir şekilde farklı bir anlamda kullanır.<br />

b nu'l- Ar abi yukar ıda açıklandığı anlamıyla te şbih ve tecsimi kesinlikle<br />

reddeder. Allah' ın Kur'an'da kendisini tasvir etti ği her şeyde, tenzih (a ş-<br />

lanhk) ve te şbih (içkinlik) şeklindeki iki yön, gözönüne al ınmalıdır. Kur'ân'a<br />

göre, Allah' ın elleri, ayaklar ı v.b. vard ır. Bu, İ b nu '1- Ar ab i'ye göre, O'nun<br />

insanlarınkine benzer elleri ve ayaklar ı olduğu şeklinde te şbihi anlamda do ğru<br />

olmamakla birlikte, O'nun bütün elleri ve ayaklar ı olan varlıklarm zat bakımından<br />

elleri ve ayaklar ı olduğu anlamında doğrudur. 62 .<br />

O'nun eller, ayaklar<br />

v.b. gibi s ınırlı suretlerde tezâhürü O'nun te şbihini, fakat aslında böylesine<br />

smırlamalarm üstünde olu şu ise, O'nun tenzihini meydana getirir. I b nu'l-<br />

Ar abi aynı sebeplere dayanarak Hristiyanlarm Kula' ö ğretisini de reddeder.<br />

İ sa'nın Allah olduğunu söylemek, diyor İ bnu'l-Ar abi, ba şka her şeyin<br />

Allah olduğu anlamında doğru, fakat Allah' ın Mer ye m'in o ğlu İ sa olduğunu<br />

söylemek yanh şt ır; çünkü bu, O'nun yaln ız ve yalnız İsa olduğuna<br />

işaret edecektir63. Allah sen, ben ve ıklemdeki ba şka her şeydir. O, ister maddi<br />

ister manevi olsun, gizli ve aç ık her şeydir. O, yalnızca sensin veya yaln ızca<br />

benim ya da sadece İsa'dır demek, veyahut da O'nu tasavvurda dahi olsa,<br />

herhangi bir şekilde s ınırlamak küfürdür. Bir adam, dü şünde, Allah' ı şu veya<br />

60. Futfılıiit, II, ss. 467-468.<br />

61. Bak., Kaştirıi'nin Fusiis şehri, s. 457.<br />

62. Futiihdt, I, ss. 122-123. Ibnu'l-Arabi, Kur'ân'daki te şbilıle ilgili bütün parçalar ı bu<br />

şekilde yorumlar Bak., meselâ, Fusûs, es. 77-78; türk. çev., ss. 40-41.<br />

63. Bak., Fusiis, s. 267; türk. çev., ss. 171-172.<br />

35


u renkte, büyüklükte, veya şekilde gördü ğünü söyledi ğinde, bütün demek<br />

istediği, Allah' ın Kendisini ona sonsuz say ıda sureilerinden biriyle gösterdiğidir,<br />

çünkü 0, Kendisini somut suretlerde oldu ğu gibi, ak ıledilir (soyut)<br />

suretlerde de ortaya koyar. Dolay ısıyla adam ın gerçekten gördüğü, Allah' ın<br />

Kendisi de ğil, O'nun bir suretidir64.<br />

ibnu'l- Ar abi', a şkınlık ve içkinli ğin (tenzih ve te şbihin) Hakikatın bildiğimiz<br />

iki esasl ı yönü oldu ğunu kabul eder. Hakikat ın tam bir izah ını vermek<br />

istersek, bunlardan hiç biri di ğeri olmaks ız ın kâfi gelmez. Yine İ b nu'l-<br />

Ar abrye göre, İslam, her yönü de ayn ı derecede ileri süren tek dindir.<br />

N uh'un dini, diyor İbnu'1-Arabî,tek yanl ı idi, çünkü o, a şkınlık (tenzih)<br />

üzerinde pek fazla durdu, fakat hakim bir durumda olan çoktanr ıcılığ a 6 5<br />

kar şı koymak için de böyle yapmas ı gerekiyordu. ibnu'l- Ar abi'nin bu hususta<br />

tak ındığı tavır şu mısralarda özetlenir:<br />

(S ırf) tenzihten bahsedersen, Allah' ı s ın ırlanuş olursun,<br />

(S ırf) te şbihten bahsedersen, O'nu belirlemiş olursun.<br />

Fakat her ikisini birden ileri sürersen, doğru yolu izlemi ş olursun,<br />

Ve sen irfanda bir mürşid ve bir şeyh olursun.<br />

İki ilkenin varl ığını ileri süren çoktanrıcı (mü şrik),<br />

Ve Birli ği (vandet) savunan tevhidci olur.<br />

(Allah ile alemi) yan yana getirirsen, teşbihten sak ın,<br />

Vandeti ileri sürersen tenzihten sak ın.<br />

Sen 0 değilsin, hay ır, daha doğrusu sen O'sun, ve sen O'nu<br />

Şeylerin acyein ında (hakikatında) mutlak ve s ınırlı görürsün66.<br />

"Her ne kadar (mant ıki bakımdan) Yaratan yarat ılmıştan ay ırdedilmi ş<br />

ise de, a şkı nlığın yüklendi ği Hak, içkinliğin yüklendiği Halk ile aymdir"67<br />

ibnu'l- Ar abi her şeyin ve bütün e şyanın Allah olduğunu (te şbih yönü,<br />

içkin yön) ileri sürmesine ra ğmen, tersini ileri sürmemeye, yani Allah' ın varlıkların<br />

bir toplamı olduğu anlamında, bütün e şya oldu ğunu söylememeye<br />

dikkat eder. Allah çoklu ğun arkas ındaki birlik ve Görünü şün arkas ındaki<br />

Hakikat (a şkın yön, tenzih yönü)'dür.<br />

64. Bu, ibnu'l-Arabi'nin "Allah sadece bir deyi ştir" sözünün anlamıd ır Bak., Fusüs,<br />

s. 360; türk. çev., ss. 250-251.<br />

65. Bak., Fusgs, ss. 78-82; türk. çev., ss. 41-42. S ırf tenzlhi (a şk ınlığı) mübala ğa eden ve bunun<br />

için de hakikat ın yarı bilgisinden yoksun olan İdris peygamberin ilmi hakkında kar.,<br />

Fusas, s. 356; türk. çev., s. 248. İ bnu'l-Ar a bi, meleklerin hakiki bilgisi hakk ında da ayn ı<br />

şeyi söylüyor. Bu noktada her iki yönü de bilen Yetkin İnsan (el— İnsan el—Kamil) Allahi<br />

bitmekte meleklerden bile daha yetkin oldu ğunu ortaya koyar. 0, Allah' ı her şeyde görür<br />

ve bilir ki, O'nun varh ğı bütün suretleri istil8 eder. Fusıls, s. 357; türk. çev., s. 249.<br />

66. Fusıis, ss. 76-77; türk. çev., s. 40. Kar şıla., Fusrıs, s. 151; türk. çev., s. 85.<br />

67. FusiLs, s. 106; türk. çev., s. 57.<br />

36


Hangi vandet-i vuead ö ğretisinde olursa olsun, ya Allah ya da âlem mutlaka<br />

zarar görecektir: Ya bildi ğimiz görünü şler alemi sadece bir kuruntu,<br />

Gerçek varl ık sadece Allah't ır; ya da Allah sadece insan zihninin bir uydurmas<br />

ı ve görünü şler alemi ise tek Hakikattir. Vandet-i vucad ö ğretisi hakk ındaki<br />

bölümde görece ğimiz üzere, İ bnu'l- Ar abi birinci şıkkı seçer. A şkınlığı<br />

ileri sürmesi, onu kör maddecili ğe düşmekten kurtar ır.<br />

Buraya kadar üzerinde durdu ğumuz a şkınlık çe şidi, sırf akıl tarafından<br />

ileri sürülen türdendir. Bu, Allah' ın gerçek tabiat ını Mutlak şeklinde aç ıklayanlar<br />

tarafından ileri sürülen a şkınlık de ğildir, derken ibnul-Arabi ileri<br />

doğru bir ad ım daha atar. ( İnsanlar tarafından tasavvur olunan) en soyut<br />

aşkınlık bile bir çe şit s ımrlamad ır68, çünkü bu, en az ından Allah' ın varlığının<br />

ötesinde bir de onu ileri sürenin varl ığına işaret eder. Ayr ıca, bir şeyi bir ba şka<br />

şeye isnat etmek, onu snurlam.akt ır; dolayısıyla, Allah'ın mutlak a şkınlığını<br />

ileri sürmek bile bir s ımrlamad ır69. Aklın, Allah' ın a şkınlığını ileri sürmesi,<br />

anladığımız şekliyle, Hakikat ın iki yönünü kar şılaştırmanın elveri şli bir yoludur<br />

sadece, fakat bu, onun mahiyetini aç ıklamaz. İçkinlikle bir araya getirilmediği<br />

takdirde, filozoflar taraf ından Allah' ın kendine özgü tek niteli ği sayılan<br />

bu a şkınlık, İ b nu'l- Ar abi'nin gözünde arzu edilmeyen bir şeydir. Her şeyi<br />

kendi mahiyeti dolay ısıyla, Görünüşler Aleminin kavranmas ına bağlı, sonuçlayıcı<br />

(tdriri) bilginin ötesine yilkselemeyen, akla dayand ırd ıkları için, filozoflar<br />

ı suçlar. Burada ibnu'l- Ar abrnin izledi ği Hank, kendi durumunu<br />

şu sözlerle belirtir: "Tevhid (Bir Allah'a inanç) (bu, ibnul- Ar abrnin<br />

tenzihi ile ayn ı<br />

şeydir) Allah'a de ğil, Muvahhide (Allah' ın birliğini kabul<br />

edene) aittir, çünkü Allah bütün sözlerin üzerindedir". Allah' ın Kendisinden<br />

ba şka hiç kimse, O'nun gerçek a şkın yönünü bilmez. Ba şka deyi şle, Allah'dan<br />

ba şka hiç kimse O'nun zati birli ğini tamam ıyla kavrayamaz. Yetkin Safi,<br />

vecd halinde, ak ıl vas ıtasıyla de ğil, sadece böyle bir duruma has zihin-üstü<br />

bir sezgi arac ılığı ile bu birliğin ani bir manzaras ını yakalıyabilir71. Bu daha<br />

yüksek a şkınlık şekli her sözden ba ğımsızd ır. O, kendisiyle ve kendiliğinden<br />

ilahi Zat'a aittir. İşte ibnu'l- Ar abrnin birli ğin a şkınlığı (tenzih et-tevkid) 72<br />

dediği şey de budur. İlahi Zat' ın mutlak birlik ve yal ınlığı yalnızca İlahi Zat<br />

tarafından bilinir—süje ve obje, bilen ve bilinen ikili ği yoktur. Aşkınlığın<br />

68. FustIs, s. 70; türk. çev., s. 38. Kar şıla., Fustis, s. 138; türk. çev., s. 77.<br />

69. Fusûs, s. 193; türk. çev., s. 118.<br />

70. Tevâsin, s. 58.<br />

71. Kar., Palacios, Abenmasarra y su Escuela, Madrid 1914, ss. 67-68. O zaman bile bu durumdaki<br />

Sfıfiler sürekli bir şa şkınlık içindedirler. Onlar, bir daire içinde (yani Allah'ta) dönerler.<br />

Allah ile ba şlar Allah ile bitirirler. İ bnu'l-Arabi onların hareketi "Kutup etrafında<br />

dairevi hareket" diyor. Bak., Fusils, ss. 89-90; türk. çev., s. 46.<br />

72. Futûhât, II, ss. 763-768.<br />

37


u şekli, bizim genellikle içkinlikle kar şı kar şıya getirdi ğimiz şeyle aynı değildir,<br />

çünkü bu ikincisi, içkinliğin mant ıki kar şıtı olarak akla aittir. Görülen<br />

Mem (el-Halk)' la kar şılaştırıldığında o, Hak olarak Allah'a yüklenebilir,<br />

ve dolay ısıyla subjective'tir. Birinci (daha yüksek dereceden) a şkınlık objective'tir<br />

ve Mutlak' ın kendi mahiyetinden gelir. Böylesine bir a şkınlığın<br />

bilgisine sahip olmad ığımız gibi, onu, Allah' ı tarifimizin bir parças ı olarak da<br />

alamay ız. Allah' ın mümkün olan tek tan ımı , eğer Allah herhangi bir şekilde<br />

tammlanabilirse, içkinli ğe kar şıt olan a şkınlık iledir. Allah her şeyde olmakla<br />

birlikte, yine de her şeyin üstündedir. Bu, bir tamm olmaktan çok bir resm<br />

(tasvir)'dir. Fakat böyle bir tan ım (ya da resm) bile, ib nu'l- Ar ab i'ye<br />

göre, fiil veya güç halinde, bedeni ya da ruhi. 73 olsun, bütün varl ıklar'n tan ı m-<br />

ların' ihtiva edebilir. Dolayısıyla her şeyin bilgisine sahip olmak, insan için<br />

imkansız olduğundan, tam bir Allah tan ımı da imkans ızd ır.<br />

Bir yandan Allah ile lem (el-Hakk ile el-Halk), öte yandan ilahhk (ulühiyyet)<br />

ile ilahi Zât aras ında bir ay ırım yapt ıktan ve ilahlığa atfedilen a şkınlık<br />

çe şidi ile kendiliğinden Zat'a ait a şkınlik arasındaki farka i şaret ettikten sonra,<br />

tbnu'l- Ar abi, "sözü edilen a şkınlık sıfatlar ı<br />

(sifeıt et-tenzilt) Zât'a de ğil,<br />

ilahlığa (el-Hakk) yüklenmelidir, çünkü Zât, s ırf soyutluk durumunda,<br />

sıfattan yoksundur", diyerek, sözlerini bitirir. Bu a şkınlık sıfatlar ı, Görülen<br />

Alemin sulırlılığına (takyid) kar şıt olan mutlakl ık ( ıtlak) deyimiyle<br />

özetlenir.<br />

Yukarıda açıklanan ilahi Zat'a, Ibnu'l- Ar abi bazan "O" zamirini<br />

uygular, çünkü Zât tek ba şına mutlak Gayb't ır74.<br />

Ibnu'l- Arabrnin a şkınlık hakkında söylediklerini özetlersek, esasta<br />

farkl ı iki çe şit a şkınlık ayırmamız gerekir:<br />

1. Ilahi Zat'a kendisiyle ve kendili ğinden ait olan -mutlak sadelik ve<br />

Bir'in Ehadiye (Birlik) durumu.<br />

2. Akıl tarafından ifade edilen, daima içkinlikle birlikte ele al ınması<br />

gereken a şkınl ık. Bu, şu şekilleri alır:<br />

a) Allah'a, mutlak olmas ı anlamında, a şkın denebilir; veya<br />

b) Görülen Alemin zorunsuz (mümkün), yarat ılmış, ya da sebepli varlıklarma<br />

kar şılık zorunlu, kendi kendini meydana getiren, kendi kendinin sebebi<br />

olan anlamında a şkın denebilir; yahut<br />

73. Fusris, s. 73; türk. çev., s. 39.<br />

74. Böylece İ lı nu'l-Arabrnin zatla ayn ı anlamda kullanıldığı huviyye terimi do ğar Bak.,<br />

Futahât, II, s. 764, 1.3. Bazan huviyye terimi belirli bir varl ığın zâtı için de kullanılır<br />

Bu, Mutlak Huviyye'nin s ın ırlı bir halidir.<br />

38


c) Bilinemez, ba şkas ına bildirilemez ve bütün kan ıtlar ın ötesinde a şkın<br />

denebilir.<br />

Tek başına (içkinlik olmaks ız ın) Hakikat hakkında her şeyin bir izah ı<br />

olarak alındığı takdirde, bu ikinci çe şit a şkınlığı ibrıu'l-Arabi kötüler.<br />

Ibnu'l- Ar abrnin anlad ığı kadar ıyla, Hakikatin iki manzaras ı vard ır:<br />

o da a şkınlık (tenzih ) ve içkinlik (te şbih)'tir.<br />

II (nı)<br />

a) Sebeplilik ve Ibnu'l-Arabrnin Sistemindeki Yeri<br />

Genellikle anla şıldığı üzere, sebeplili ğin, Ibnu'l-Arabrninki gibi vahdet-i<br />

vudıdeu bir sistemde yeri yoktur. Bir bütün olarak âlem, onca, Allah' ın<br />

kendiliğinden, fakat zorunlu olan Kendi tezâhür ve tecelli faaliyetinin bir<br />

ürünüdür. Sebep ve eser, hazan. içten (Hak olarak), bazan da d ıştan (Halk<br />

olarak) telâkki edilen Hakikat ın ezdi tecelli faaliyetinin sadece iki yönüdür.<br />

Ibnu'l-Arabi'nin kendi deyi şiyle, "âlemin yarat ılış hareketi", ba şka<br />

tabirle, âlemin yokluktan varlığa çıkışı, akıledilir bir harekettir (hareket<br />

macktile) 75 .<br />

ilı n.u'l-Arabi sebep ve eserin sadece kelimeler (ibeırettin),<br />

yani iki subjective kategori oldu ğunu, fakat bunun, kendisini "sebep (bu<br />

özel anlamda) her bak ımdan, her halde ve her durumda (hazret) Allah't ır<br />

ve eser ise her bak ımdan, her halde ve her durumda Görülen Yılemdir"76<br />

ıyacağım, çünkü mant ık yönünden Allah ile Görülen demekten ahkoyam<br />

Mem aras ında -her ikisinden de bahsetmemiz gerekiyorsa- bir sebep-eser<br />

munasebeti oldu ğunu belirtir. Sadece âdete uymak içindir ki, Ibnu'l-Arabi,<br />

sebeplilik sorusunu konuya soku şturur. Gerçekte ise, daha sonra görece ğimiz<br />

üzere, onu inkâr etmektedir.<br />

Sebeplilik sorusuna iki esasl ı bakış şekli ayırdetmemiz gerekmektedir:<br />

I. Bir bütün olarak âleme uygulanan sebeplilik, ba şka deyi şle bir bütün<br />

olarak âlemin sebebi var m ıd ır, eğer varsa bu sebep nedir sorusu.<br />

II.<br />

Alerndeki baz ı şeylere uygulanan sebeplilik, ba şka deyişle her zaman<br />

bildiğimiz âlemin çe şitli parçalar ı aras ındaki sebep ba ğlantısı, yani baz ı parçalar<br />

ın diğerlerine kar şı belirli bir münasebette bulunduklar ı organik bir bütün .<br />

Çokluk gibi, sadece izâfi (göreli) ve zâhiri sayd ığı halde, ikinci sebeplilik<br />

çe şidine Ibnu'l- Ar abrnin hiç bir itiraz ı yoktur. Anlad ığımız kadar ıyla,<br />

olarak âleme uygulanan sebeplilik meselesi.<br />

75. Fusûs, s. 450; türk. çev., s. 327.<br />

76. Fusiis, s. 362; türk, çev., s. 251.<br />

39


görülen e şya birbirlerine kar şı bir sebep-eser münasebetinde gibi görünürler<br />

-fakat o, geçici bir sebeplilik olmay ıp, içkin bir sebepliliktir. 77 Her ne kadar<br />

biz, sebebi süreklinin cihet, Uthilt) bir yönüne atfetsek de, bu, bir ve<br />

aynı sürekliye, ilâhi Zât'a ait olan sebep ve eserin, içinde bulunduklar ı sebepliliktir.<br />

Görülen'i kontrol eden ve onun üzerinde etkisi olan daima ilâhi yöndür.<br />

Fakat Tek Hakikat bir yana b ırakılacak olursa, ilâhi ve görülen cihet nedir<br />

İ nu '1- Ar abrnin burada şiddetle yapmayı arzu etti ği şey, Görülen Memdeki<br />

cüz'i (tikel) sebeplerin hakikat ını kabul etmemektir. Çünkü böyle bir<br />

kabul, onu çoktanr ıcılfğa bağl ıyabilir".<br />

Hal bu olunca, ve bir yönden bak ılınca sebep olarak, di ğer yönden bakılınca<br />

eser olarak görülen bir tek Hakikat varsa, sebep ve eser ayn ıdır ve sebep<br />

kendi eserinin eseridir. Il) nu'l- Ar abi, bu hükmün s ırf akıl tarafından imkans<br />

ızlığnun ortaya konabilece ğini, fakat, Sûfilere özgü sezgiye göre fiilen<br />

olanın bir izahı olduğunu söylüyor. Mesele Sûfiler taraf ından şu şekilde anlaşılır:<br />

Her sebep denilen şey, hem bir zât hem de bir süret oldu ğundan dolay ı<br />

(çünkü ikisi de birbirinden ayr ılamazlar), hem bir sebep hem bir eser, hem bir<br />

etkin hem de bir edilgindir. Her eser denilen şey ise, hem zât hem de bir sûret<br />

olduğundan, aynı şekilde hem bir sebep hem bir eser, hem bir etkin hem de bir<br />

edilgindir. Şu anda bir Zât olarak, bir ba şka zaman ise bir Sûret olarak görünen<br />

Hakikat Bir olduğu için, şu sonuca var ılır: O ayn ı zamanda hem<br />

bir sebep hem de bir eserdir, ve sebep ad ı verilen şey ise, eser ad ı verilen bir<br />

ba şka şeyle bir sebeblilik münasebetine girdi ği an, bu eser (asl ında) bir sebep<br />

olduğundan, aynı zamanda kendi eserinin de eseri olur".<br />

İ bnu'l- Ar abi bunlara, bu türden bir sebeplili ğin karşılıklı olduğunu,<br />

başka deyi şle sebep-etkenlerinin, bir bak ıma, bir ve aynı süreklide eseretkenleri<br />

tarafından tayin edildiklerini eklemi ş olabilirdi. Bu ise, sebep, bir<br />

bakıma, (meydana getirilmi ş olan sebep anlam ında de ğil, daha ziyade eseriyle<br />

tayin edilmi ş olan sebep anlam ında) kendi eserinin eseridir, deyi şinin bir<br />

başka şeklidir.<br />

Sebebin, kendi eserinin eseri olmas ının imkâns ızlığı hakkındaki aklın<br />

hükmü, sebeplerin çokluğunu kabul etseydik, do ğru. olacakt ı. O halde ba şkası<br />

olmadığı için, sebep bir ba şka sebebin eseridir, diyemeyiz. Fakat sebep ve<br />

eser bir ise ve bir Sebeple bir Eser'in cüz'i hallerinin çoklu ğunu kabul edersek,<br />

çelişkiye düşmeden, cüz'i bir sebep kendi eserinin eseridir, diyebiliriz.<br />

77. Terimler Dr. W. E. Johnson'un Logic adlı eserinden al ınmıştır, III, Cambridge 1924, ss.<br />

128 vd..<br />

78. i bnu'l-Ar abi diyor ki: Meliimiler sebepleri (tikel sebepleri) kabul etmekle birlikte, onlara<br />

pek bel ba ğlamazlarşçünkü tikel sebeplere bel ba ğlamak küfür ve şirk (çoktanned ık)<br />

tir. Futitheit, II, s. 21, 1. 5.<br />

79. Bak., Fusiis, s. 366; türk. çev., 255.<br />

40


Bu sebep görü şünün bütün "var olu ş" fiilleriyle önemli bir ili şkisi vardır.<br />

Çünkü ibnu'l- Ar abi'ye göre, Görülen Alemdeki bütün de ğişmeler, hattâ<br />

yarat ış dediği şey, "var olu ş" tan ba şka bir şey de ğildir. Burada zât ve suretin<br />

etkinlik ve etlilginliği yan yana gider. Bu türden bir sebeplilik şunları ortaya<br />

koyar:<br />

I. Zaman ilişkileri fikri<br />

II.<br />

Değişme fikri<br />

III.<br />

Hepsi, anlad ığımız kadar ıyla Görülen "Alemin hâdiselerinde ortaya<br />

ç ıkan sebep-etkenlerle eser-etkenler aras ındaki kar şıl ıkl ı bağlıl ık.<br />

b) Bir bütün olarak Alemin Sebebi<br />

Allah ile Âlem aras ındaki kesin münasebet nedir diye soruyor Ibnu'l-<br />

Ar abi. Bu, bir sebeblilik münasebeti midir, yoksa şartlı bir münasebet<br />

midir Ba şka deyi şle Allah âlemin mi sebebidir (illet), yoksa sadece onun varlığının<br />

şart ı mıdır 8° Ku şkusuz, ibnu'l- Ar abi, bildi ğimiz alemin mümkün<br />

bir varlık (zorunlu ya da kendi kendisiyle var olan ın karşıt ı olan mümkün)<br />

olduğu ve bu durumuyla bir ba şkas ına ihtiyac ı olduğu, varlığı için ona, zorunlu<br />

ve kendi kendisiyle var olan bir şeye, bağlandığı; bu varl ığın sadece Allah<br />

olduğu varsayımıyla işe ba şlar. Ibnu'l- Ar abi, Allah ile âlem aras ındaki<br />

ilişkinin şartl ı bir ili şki olduğunu, şart, şartı olduğu bir şeyin varlığını zorunlu<br />

olarak gerektirmez esas ına bağlı olarak, inkar eder. Onca, âlemin varh ğı zorunlu<br />

bir varl ığın varlığı ile zorunlu olarak gerektirilmi ştir. Bunu şu şekilde<br />

kanıtlar: Canl ı olmak bilgi elde edebilmenin bir şart ı, bacaklara sahip olmak<br />

ise yürüyebilmen.in bir şart ıdır. Fakat hayat ın varl ığı zorunlu olarak bilginin<br />

varlığım gerektirmedi ği gibi, bacaklar ın varlığı da zorunlu olarak yürümeyi<br />

gerektirmez. Biz her ne kadar şarthnın var olmas ıyla onun şart ı= var olmas ı<br />

gerekir desek de, şartl ının var olmas ı gerekir diyemeyiz".<br />

Fakat ibnu'l- Arabi diyor ki, şarttan farkl ı olarak sebep, kendili ğinden<br />

kendi eserinin varli ğım gerektirir. Öyleyse Allah ile âlem aras ındaki münasebet,<br />

bir sebeplilik münasebeti midir ibnu'l- Ar abi bu görü şe ba ğlı görünüyor.<br />

Fakat onun ne şekilde bu görü şe bağlandığını daha sonra görece ğiz.<br />

Ibnu'l-Arabi şöyle bir kan ıt ileri sürüyor: Diyor ki, âlem Egariler ve<br />

önceki filozoflarca belirli bir sebebin zorunlu sonucu olarak görülmü ştür.<br />

80. İ bnu'l-Aralı rnin sebep (illet) ile şart dedi ğ i şey aras ındaki ay ırım oldukça keyfi bir<br />

ayırım gibi görünüyor. İ bnu'l-Arabî sebebi, varl ığı bir başkasının, yani eserinin varlığını<br />

zorunlu olarak gerektiren şey; şart ı ise, varlığı şarthıun meydana gelmesi için gerekli<br />

olan, fakat bir ba şkas ının varliğini zorunlu olarak gerektirmeyen şey şeklinde tanımlıyor.<br />

81. FutiIhât, I, s. 341.<br />

41


E şcariler derler ki: eklemin varl ığı, Allah ezelden beri onun bilgisine, var olduğu<br />

şekliyle; vak ıf olduğu için zorunludur. Allah' ın bilgisinde hata olamıyacağı<br />

için âlemin, Allah' ın onu bildiği şekliyle, var olmas ı gerekir, aksi takdirde<br />

Allah'ın bilgisi yanlış olurdu ki bu, imkans ızd ır. Öte yandan filozoflar<br />

'derler ki: Kendisini d ışarıya aksAtirmek Zat' ın kendi tabiat ında vard ır ve<br />

bu, tek ba şına, âlemin varl ığını zorunlu kılar. İ bnu'l- Ar abi her iki görü şe<br />

de katılarak şöyle diyor: "E şcarileri izleyerek, Allah' ın ya da Zat' ın ilâhî<br />

bilgisi, filozoflara göre, âlemin sebebidir; yeter ki bu, Allah' ın âleme her<br />

hangi bir önceliğine işaret etmesin, diyebiliriz" 82. Ibnu'l- Arabi devam ederek,<br />

"sadece Bir'in iki yönü say ıldıklar ı takdirde, Çok, Allah ile âlem, veya<br />

Zorunlu ile mümkün aras ındaki zaman arah ğı ya da aç ıklıktan bahsetmek<br />

anlamsız olurdu" diyor". Bununla Ibnu'l-Ar abi şunu demek istemektedir:<br />

E ğer herhangi bir şekilde Mem sebeplidir, ya da yarat ılmışt ır dememiz<br />

gerekirse, bu, âlemin bir as ıldan geldiği veya zamanda yahut yoktan yaratıldığı<br />

anlamına almmanıalıdm Çünkü İbnu'l- Ar abi yoktan. yarat ılışı<br />

(ex nihilo) kabul etmemektedir 84.<br />

Her ne kadar ibnu'l- Ar abi filozoflardan, âlemin ezdi oldu ğunu aç ıklama<br />

tarz ında, ayr ıhrsa da, bu noktada onlara çok şey borçludur ve muhakkak<br />

ki onlarla ayn ı fikirdedir85. Onca alem hiç bir zaman önce yok olup da sonradan<br />

var olmuş bir şey de ğildir. Tersine Mem ezeli, sonsuz ve ebedidir; çünkü<br />

o, ezdi, sonsuz ve ebedi olan Bir'in d ış ifadesidir. ibnu'l- Arabrnin öteki<br />

dünya (el-âhiret) tabiri, daimi te şekkül halinde olan demektir. Ib nu'l- Ar abi.<br />

diyor ki: "Alemin sonunun idraki imkans ızd ır; ne de âlemin bir gayesi vard ır.<br />

Sözü edilen Öteki Dünya devaml ı te şekkül halinde bir şeydir" 86. Halkın bu<br />

ve öteki dünya dedikleri, Ibnu'l- Ar abrnin sürekli yok olma ve yeniden<br />

82 Bununla birlikte ilı nu'l-Ar abi böyle bir önceliği telkin eden dili kendisi kullanmaktad ır.<br />

Bak., meselâ, Futkhât, I, s. 343.<br />

83. Bak., Futillıdt, I, s. 341.<br />

84. Ibnu'l-Arab de Ihvân es—Safâ gibi, yarat ıhş (halk)'la ihdâs'ı (sonradan olmayı)<br />

değil, takdir'i kastediyor. Bak., Resâ'il Ihvân es—Safâ, III, Bombay 1305, s. 109 ve IV, s.<br />

51. Kar., Futilhat, I, s. 316. Kar., Gazâli, el—IVIeznân es—Sagir, Kahire 1309. Gaz MI, Hz.<br />

Muhammed'in ezeliliği meselesini ele alarak takdir anlam ında halk kelimesini kullan ıyor<br />

85. Evrenin varlığının zorunluluğu hakkındaki E ş'ariyenin ö ğretisi belirli bir tarzda anla şıhrsa,<br />

filozoflarm âlemin kıdemi (öncesizliği) hakkındaki aynı sonucu verir. E şcariler, Allah' ın<br />

ilâhl bilgisi, bilinen bir şeyin varh ğım zorunlu olarak gerektirir diyorlar ki, bu, Allah' ın<br />

bilgisinin bir konusu olarak Mem, Allah' ın Kendisi kadar ezelidir şeklinde bir anlam ı da<br />

içeriyor. İşte bu, I bnu'l-Ar abrnin zaman zaman âlemin ezelili ği hakkında kabul<br />

ettiği görüştür. Fakat onun filozoflara atfetti ği Zât'm ezeliliği hakkındaki görüşü çok daha<br />

tam ve ayrıntılıdır.<br />

86. Futilhât, I, s. 338, 1. 15-16.<br />

42


yarat ılmadan ibaret olan, her zaman yenilenen yarat ılış" (el-halk el-cedid)<br />

dediği şeye kar şılık olan s ırf isimlerdir. Şeyler (stıretleri) yok olunca, öteki<br />

dünyaya nakledilirler 88. Başka bir surette göründüklerinde, bu dünyaya<br />

(Görülen Aleme) gelirler. Bir saretin yok olmas ı sıras ındaki geçen an, ba şka<br />

bir suretin onun yerini almas ı sırasında geçen anla zamanda ştır ve bu böylece<br />

sonsuzca sürüp gider. Zamanda asla bir aral ık (fas ıla) bulunmaz, ve hiç bi:<br />

zaman da bundan ba şka bir yarat ılış süreci olmamıştır Bir şeyin olmadığını,<br />

daha sonra ise (sümme) olduğunu hiç bir şekilde söyliyemeyiz. "Sonra" (sümme)<br />

bir zaman aral ığı demek olmayıp, sebebin esere mant ıkî önceliğine i şaret<br />

eder". ib nu'l-Arabrnin ça ğda şı ve hem şehrisi Ibn Rü ş d'ün de bu yaratılış<br />

sorununu aynı dikkate de ğer tarzda anlamas ı ilgi çekicidir. İ b n R ü ş d de<br />

yarad ılışı, "her an sürekli olarak de ğişen bir dünyada, daima yeni bir suretini<br />

bir öncekinden alan, yende şen varlık" şeklinde açıklar 9°. Fakat ib nu'l- Ar abi<br />

daha derin bir dü şünürdür. İ b n Rü ş d iki varlığın, Allah ve alemin ezelili ğini<br />

ileri sürer. Allah, bir fail ya da sebep olmaks ız ın, ezelidir; âlem ise bir fail ve<br />

sebeple ezelidir. Halbuki İ b nu'l- Ar a bi'ye göre, bazan Allah bazan âlem<br />

dediği bir tek ezdi varlık vard ır. Zorunlu ile mümkün dedi ği şeyler aras ında<br />

yaptığı ayırım sadece şekildedir. Gerçekte ise, mümkün ve zorunlu ayn ı şeylerdir.<br />

Mümkün, zorunlu olarak var olmayan bir münasebet (yani subjective<br />

bir münasebet)'den ba şka bir şey de ğildir. Bundan dolay ı biz ona özel bir ad<br />

veririz. Bir bütün olarak âlem, bu anlamda, sadece büyük bir mümkün varl ıkt<br />

ır91. Ne âlem ne de onda bulunan her hangi bir şey, sonradan kazamlnu ş bir<br />

varh ğa (istefâd el-vudid) sahiptir, yani yoktan yarat ılmıştır. Sonradan kazaıulan<br />

varl ık, zihindeki bir hayalden. ibarettir. Şeyler yalnızca dış varlığın<br />

hükümlerini al ırlar92. Ibnu'l-Ar abi ayn ı fikri, her şey subâtunda (gizlilik<br />

halinde) ezeli bir varl ık, zultarunda (dış dünyada ortaya çık ışında) ise zamanda<br />

bir varlıkt ır,93 diyerek ifâde ediyor. ibnu'l-Arabi sözlerine, bir şey ya var<br />

olmak için yarat ılmıştır, ya da var olmas ı bir sebebe ba ğlıdır, derken "bugün<br />

birisi bizim evde belirdi" (hadase indenâ el-yevme inslinun) dediğimizde<br />

87. bnu'l-Ar abi s ık sık şu âyeti nakleder: "Fakat onlar yeni bir yarat ıkş hakkında şüphededirler".<br />

Kur'41n, L, 14.<br />

88. Sözü edilen "Görülmeyen Alem" (Gayb Alemi) bundan ba şka bir şey deği1lir.<br />

89. Fusûs, s. 300.<br />

90. Hasting, Encyclopedia of Religion and Ethics, II, s. 263.<br />

91. Kar., Fusils, ss. 100, 101, 109, 118 vd.; türk. çev., ss. 53, 58, 63 vd.. Bütün bunlar ayn ı<br />

konu ile ilgili olup onu çe şitli şekillerde ifade ederler.<br />

92. Bak., Futillıtit, II, ss. 637-638.<br />

93.. Bir şeyin subût halinde, ba şka deyişle güç halinde, ezeli olduğunu söylemekle ya bir şeyin<br />

zatının ya da (Allah'ın zihnindeki) dü şüncenin ezdi olduğunu söylemek istiyor. Fakat<br />

iki halde de ezdi olan, bu sözü edilen şey de ğildir. Ancak hitâbet yönünden bir şey güç<br />

halinde fiil halindeki kendisiyle ayn ıd ır diyebiliriz.<br />

43


anlad ığımız manay ı kastediyoruz ki, bu, o kimsenin evimize gelmeden<br />

önce hiçbir varl ığı olmadığı anlamma gelmez," diyerek devam ediyor.<br />

ibnu'l- Ar abi bütün bunlar ı Fusüs'un ilginç bir bölümünde pek cesur<br />

bir şekilde ortaya koyuyor ve diyor ki: Allah hiç bir şeyi yaratmaz:<br />

Yaratma (tehdit) (bu, ona göre, zaten var olan bir cevherin somut tecellisi<br />

anlamına geliyor) şeyin kendisine aittir. "Var olmak" kendili ğinden tecelli<br />

etmek demektir. Allah' ın maddeye yapt ığı tek şey, bir şeyin olmas ını (somut<br />

bir şekilde tezâhürünü) irade etmektir. Allah, varl ığı şeylerin kendi tabiat<br />

ve kanunlar ı tarafından zorunlu k ılmmayan hiç bir şeyi dilemez ve emretmez 95.<br />

Onca Allah, bu kanunlar ın bir ba şka ad ıdır. "Allah' ın emri an ında olmak bir<br />

şeyin tabiat ında olmasayd ı, hiç bir zaman olamazd ı. Dolayısıyla bir şeyi<br />

var eden, yani onu tecelli ettiren sadece kendisidir 96 .<br />

Böylece ibnu'l- Ar abi'nin âlemin yarat ılışı ve bir sebebe ba ğlı olarak<br />

meydana geli şinden ne demek istedi ği açıkça belli oluyor. Fakat ontolojik<br />

olmaktan ziyade mant ıki olan sebeplilik planını tamamlamak için bunu, biri<br />

Hakikat' ın (Allah' ın) bir yönünü, diğeri diğer yönünü (Görülen Alem) ifade<br />

ederek birbirine tekâbul eden iki triadla (üçlük) aç ıklar. İlk üçlük Zat -Irade<br />

ve Kelâm üçlü ğü şeklinde Allah' ın yerini tutar; ikincisi, karakterleri<br />

itaat ve i şitme olan zatlar ın üçlüğü şeklinde Görülen klemin yerini al ır: Bu<br />

mant ıki sebeplilik münasebeti şu şekilde gösterilebilir:<br />

Allah (Hak) Zat —Irade Kelam<br />

gerçek<br />

(fâcil)<br />

Hakikat faal (etkin) t t t t t t<br />

Görülen Alem Halk zâtlar İtaat i şitme<br />

edilgin (kabil)<br />

ibnu'l- Ar abi bu anlamda âleme nas ıl ezdi diyorsa, yine sadece bu anlamda<br />

onu yarat ılmış ya da sebepli say ıyor. Fakat burada esasl ı bir nokta daha var:<br />

Bu da ibn.u'l- Ar abi'nin belirli bir anlamda, yani bildi ğimiz şekliyle onun<br />

Allah ile birlikte ayn ı ezeliliğe sahip oldu ğu anlamında, âlemin ezeli ğini inkâr<br />

etmesidir 97. Allah ile birlikte ezeli olan, ya da Allah' ın Kendisi olan şey,<br />

âlemin sureti de ğil, zatıdır. ibnu'l- Ar abi diyor ki: "Allah şeyleri ezelde<br />

takdir eder, fakat var etmez, ya da e ğer yarat ılmış şeyler O'nunla birlikte<br />

ezdi. ise, O'na yarat ıc ı demenin ne anlamı vard ır " İ b n u '1 - Ar abi bu anlamda<br />

94. Fusüs, ss. 421-422; türk. çev., s. 302.<br />

95— Fusûs, ss. 205-206; türk. çev., s. 126.<br />

96. Ayn ı eser, s. 206; türk. çev., s. 126.<br />

97. Zaman ve Ezelilik hakk ında bak., Futithea, I, ss. 500,379. Alemin sebeblili ği ve yarat ılışının<br />

anlamı hakk ında bak., ayn ı eser, s. 340.<br />

44


âleme hadis (sonradan olma), mümkün ve yokluk adlar ını veriyor ve ilave<br />

ederek, o daima vard ır ve daima var olacakt ır, diyor. Fakat, daha önce de<br />

gördüğümüz üzere, böylece yarat ıc ının rolünü s ıfıra indiriyor.<br />

Buna göre İ b n u'l- Ar a bi şu sonuca var ıyor Memin ne zaman yarat ıld<br />

ığını sormak anlams ızd ır. "Ne zaman" zaman bildirir, ve Zaman daima,<br />

islam dü şünürlerince, Görülen Memin bir, ürünü say ılmışt ır. Yarat ıcı ile yarat<br />

ılan aras ında hiçbir zaman silsilesi yoktur, fakat Zaman'da olmayan mant ık'<br />

bir "önce" ve "sonra" s ıras ı vard ır. İ bnu '1- Ar a bi ilave ederek diyor ki: Allah<br />

ile âlem aras ındaki münasebet, dünle bugün aras ındaki münasebet benzer.<br />

"Zaman'da dün bugünden önce gelir diyemeyiz; çünkü o, Zaman' ın kendisidir.<br />

Memin yokluğu hiçbir şekilde herhangi bir zamanda de ğildir"98 .<br />

c) ilahi İ simlerin Sebeplili ğ i<br />

Nas ıl E ş cariler, yarat ılışın sebebi ilahi bilgidir, diyorlarsa, hemen ayn ı<br />

şekilde İ b nu'l - Ar abi de bazan ilahi isimlere alemin sebepleri ad ını veriyor99.<br />

Fakat o, bu noktada S p ino za'ya daha yak ınd ır. I nu'l - Ar abi ilahi isimleri,<br />

S p in o za' ıun "Sonsuz S ıfatlar ı" gibi, kudretin tezâhürleri say ıyor. Allah' ın<br />

isimleri olarak bunlar kendi mahiyetleri arac ılığı ile, sadece d ış alemde bir<br />

dış ifade ya da tezahürde bulunabilen kendi mant ıki kar şıtlarını gerektirirler ıo o<br />

Mesela, bilen bilinen bir şeyi, yarat ıcı yarat ılan bir şeyi v.b. gerektirir. Bunun<br />

yanında, Ibnu'l-Arabi bir de onlardan Allah' ın âlemdeki bütün yarat ıcı faaliyetlerde<br />

kulland ığı alet-sebepler olarak bahseder°°°. Bizim ilahi İsimler hakkındaki<br />

bilgimiz, 102 onlar ın mertebeleri ve as ıl ile taliye ayr ılmaları, manevi ve<br />

maddi âlemlerde tezahür eden kategoriler hakk ındaki bilgimizin ipucunu te şkil<br />

eder 703. Ne kadar karma şık olursa olsun, her şeyde her yön ve her "hakikat'""<br />

98. Bak., Kleinere Schriften-, ss. 15-16. Kar., Plotinus diyor ki "bu bütünün olmad ığı hiçbir<br />

zaman yoktu". Whittaker, The Neo-Platonists, Cambridge 1928, s. 73.<br />

99. Ibnu'l-Arabrnin hazan dedi ği gibi, ona ister Ilühi İsimler deyin ister ulöhiyet. Ibnu'l-<br />

Arabi diyor ki: "Ve Allah'tan ba şka her şıeyi, yani alemi yaratmaya yöneltilen şey, bütün<br />

hükümleri ve nispetleriyle ulöhiyettir".<br />

100. En büyük kudret tezâhürü Allah ya da Esirgeyen (Rahman) (Allah= Rahmân) Ismidir.<br />

Diğer İsimler tüli kudret tezâhürleridir. En büyük sebep ya da yarat ıcı Isim Rahmân'dır<br />

(Rahmân= Varlık Veren) ve İsimlerin sayısmca Bölü Rahmetin faaliyetini gösterdi ği yön<br />

vardır. Fusûs, s. 354; türk. çev., s. 244.<br />

101. Futrıhat, I, ss. 128, 421.<br />

102. Bak., Futûhât, II, ss. 523-25. Burada her ilahi Isim âlemdeki bir şeyi yaratmaya yöneltilmiştir<br />

103. Sadece Sfıfilereaç ılan bilgi, I bnu'l-Arabi'nin ilühl hazretler dedi ği şeydir ki, burada<br />

Allah Kendisini sfıfinin kalbine iletir (kalbinde hazır eder). Bak., Futilhât, IV. ss. 250-421.<br />

104. Hakikat'la kategori gibi bir şey, meselâ, insanlık kategorisinden bahsetti ği anla şılıyor.<br />

Bak., Futlık ılt, I, s. 129, 1, 17. Kar., Futilhût, II; s. 395 sayfanm alt k ısmı .<br />

45


u yön ya da "hakikata" nispetle bir ilk örne ğe benzeyen ilahi bir isme<br />

tekâbül eder ve varl ığını o ilahi isme borçludur. Bu, Görülen Alemin Allah' ı<br />

açıldıyan (resm eden) sıfatlar ı olduğu hakkında söylediklerinin bir ba şka şekilde<br />

tekrar ından ba şka bir şey de ğildir. Fakat ib - Ar abi ilahi isimlere<br />

her zaman âlemin sebepleri ad ını vermez. Futillnieda bazan onlara kendi<br />

verdiği anlamıyla şartlar ad ım vererek, "Mem yokken Allah vard ı, ve bütün<br />

ilahi isimlerle adland ırılmışt ı"ws diyecek kadar ileri gidiyor ki, bu, kelime<br />

anlamıyla al ınacak olursa, onun tüm vandet-i vuctislcu sistemiyle çeli şik bir<br />

ifâcledir. Dolay ısıyla biz onun, alem yokken (yani bir suret içinde de ğilken)<br />

Allah vard ı (her hangi bir zaman an ında değil) ve Allah sadece güç halinde<br />

bütün ilahi isimlerle tasvir edilmi şti, demek istedi ğini kabul etmeliyiz.<br />

ib nu'l- Ar tutars ız bir dü şünce tarz ı gösterdiği, ba şka yerlerde<br />

olduğu gibi, burada da aç ıkt ır. Bunun sebebi vandet-i vudid ö ğretisini sünni<br />

islamın Allah anlayışı ile uzla şt ırmak için ısrarlı çaba göstermesi ve bunu<br />

güç bulunca da metafizik paradoxlara ve çeli şkilere dalmas ıdır. Diyor ki:<br />

Bizler Allah' ı tasvir eden (resm eden) s ıfatlar ve İsimleriz; Allah'ı Allah yapan,<br />

O'nun hakkındaki bilgimizdir -ba şka deyişle O'nun isimleri Görülen _Mem<br />

olmaks ızın hiç bir anlam ta şımaz, v.b., v.b.. Bir ba şka yerde ise, Allah var<br />

oldu ve Görülen Alem'den önce ve ba ğımsız olarak bütün ilahi İsimleriyle<br />

tasvir edildi, diyor.<br />

• III (1)<br />

a) Zât -S ıfatlar ve Isimler<br />

İlahi zât, önceki iki bölümde bahsedilen ve Mutlak Hakikat' ın aynı olan<br />

Bir Külli Cevherdir. İlahi bir Isim, ilahi Zatın sonsuz manzaralar ından birinde<br />

ya da diğerinde ilahi Zat't ır; Zat' ın sınırlı ve belirli bir suretidir. S ıfat d ış<br />

alemde tezâhür eden ilahi bir İsim'dir; ibnu'l-Arabi buna, ilahi Cavher'in<br />

kendisini çe şitli mertebelerde göstermesi için bir tecelli yeri (meela), ya da bir<br />

bir faaliyet alan ı (mazhar) 1°6 ad ım veriyor.<br />

İlahi Zât, mutlak meçhullük halinde, bütün nitelik ve ili şkilerden bo ş<br />

olan yahu bir monad't ır; o, meçhullerin en meçhulü (enker en-nekirat) 1°7,<br />

İ bnu'l- Ar abrnin hazan söyledi ği gibi, "tek ba şına şey" ( eş _ şey,),dir ıos..<br />

ğımsız ve de ğişmezdir"9. Her hangi bir cevher olmay ıp,<br />

O, yok edilemez, ba<br />

105. Futfıluit, I, s. 343<br />

106. "Yer" ve "alan" v.b. gibi terimler herhangi bir maddi anlamda kabul edilmemelidir.<br />

107. Fusas, s. 375; türk. çev., s. 261.<br />

108. "O'na Şey demek adet olsayd ı, O'na Şey derdik ve bu, böylece, Isimlerin birincisi olurdu".<br />

Futiihât, II, s. 74.<br />

109. Bak., Fusils, s. 366; türk. çev., s.. 255. Kar., Futiihdt, II, s. 275.<br />

46


maddi ya da gayri maddi denen bütün cevl ıerleri tek ba şına ku şatan Bir Cevher'dir.<br />

Geçici, yok olucu ve de ği şken şeyler "arazlar", "suretler" ve tezahürlerdir.<br />

Bu noktada İ b nu'l- Ar a k ıran]. nazariyesinin E şc a r il erin atomcu<br />

metafizi ğine dayalı olduğunda, fakat onlar ın külli cevherini Allah ile ayn ı<br />

sayarken, onlar ı oldukça a ştığında hiç şüphe olmad ığı görülüyor. ibnu'l-<br />

Arabi, s ıfatlar ı Allah'ta sürekli ve O'nunla birlikte ezdi, ne O'nunla ayn ı<br />

ne de, Mutezililerin söyledi ği gibi, O'ndan farkl ı sayan E ş 'arilerin s ıfatlar<br />

öğretisinde onlardan ayr ı l ır. Burada onun Mutezililerle daha çok ortak<br />

yan ı vardır. Ona göre, s ıfatlar var olan bir acyana sahip de ğillerdir; ne<br />

ilahi Zat'da ( şeyler olarak) sürekli bir varl ığı vard ır, ne de ilahi Zat'dan<br />

ayr ı olarak bir anlam ı bulunur; onlar sadece izâfetlerdir. ilonu'l-Arabi<br />

bazal" İsimlerin ya da S ıfatlarla acyan ından bahsetse bile, bu, onlar ı n<br />

Zat'a eklenmi ş bir şey oldukları anlam ında de ğil, sadece mecazi anlamdad ır.<br />

Bir bak ıma bunlar, Eflatun'un Ak ıledilir İdelerine pek benzerler; onlar tek<br />

ba şlarına dış hakikat de ğillerdir, fakat d ış âlemdeki cüz'i varl ıklar' belirlerler<br />

(bir anlamda ise, İ b nu'l- Ar abi'ye göre, onlar taraf ından belirlenirler)" °.<br />

Mesela, bilgi ve hayat, bilen ve ya şayan denen cüz'i (tikel) varlıklar' belirleyen<br />

ve onlar taraf ından belirlenen külli kavramlard ır. Onlar ayn ı zamanda<br />

Allah ile ayn ı olan ve hiç bir anlamda O'ndan farkl ı olmayan ilahi S ıfatlard ır.<br />

ibnu'l-Arabi, böylece, Eflatun'un "Ideal S ınırlarau" Kelâmc ılar ı n<br />

ilahi S ıfatlarlyla kar ışt ırır. Bu ikisi en sonunda uzla şamaz olarak kalır<br />

İlahi Zat'ın suretleri ve tikel (cüz'i) halleri olarak ilahi Isimler, her<br />

biri kendisine özgü niteliklere sahip olan ve bu nite]iklerden dolay ı bir<br />

diğerinden ayr ılan, fakat zât bak ımından yine de Bir Zatla ve birbirleriyle<br />

ayn ı olan ı t ı bir çoklukturn2.<br />

b) Bilgimizle Ili ş kisi Aç ı s ından Hakikat<br />

İbnu'l-Arabrain ö ğretisinde, en sonunda bir ve bölünmez olan Hakikat,<br />

bilgimize nispetle üç ayr ı aç ıdan ele alınmış görünüyor:<br />

1. Bildiğimiz Hakikat, ba şka deyi şle dış alemde tezahür eden Hakikat.<br />

Hakikat bir durumuyla duyu ve ak ıllarımız ın sınırlamalarına tabidir. Onu<br />

varolanlar ın çokluğu olarak bilir ve ona, ister sebeplilik münasebeti isterse<br />

110. Bak., Fusits, ss. 24, 352; türk. çev., ss. 11, 243.<br />

111. Bak.,Fuilis, ss. 59-60., 355; türk çev., s. 33, 246. (Türkçe tercümede K a si, K ıssi okunmu ş-<br />

tur. Çevirenin notu). İkinci bir kaynak olarak İ bnu'l-Arabi, ilahi İsimlerin her birinin<br />

bütün Isimlerle aynılığı görü şünü kendisine atfetti ği İ bn K asi'den nakillerde bulunur.<br />

112. Bak., Fusiis. s. 151; türk. çev., s. 85. Ibnu'l( Arabi buna "Hayallenmi ş Allah" (elhakk<br />

el-mutahayyel) ad ını veriyor. Fusas, s. 178; türk. çev., s. 106.<br />

47


a şka tür bir münasebet olsun, her çe şit münasebeti yükleriz. b n.u.'1- Ar abi<br />

buna, Görülen Âlem, "Görünü ş " ve "yokluk"11 3 v.b. adlar ı n ı<br />

veriyor. Fakat görünü şte bir çokluk olmas ına ra ğmen, Görülen Âlem, her<br />

parçası Bütün (Kül) ve Bütün'ün tüm hakikatlar ını ortaya koyma yeteneğinde<br />

olan zâti bir birliktir114.<br />

II. Tasavvufi sezgi yolu bir yana, do ğrudan doğruya bilmediğimiz ya da<br />

alg ılamadığımız, fakat varl ığın ı mant ıkla (ak ıl yürüterek) ç ıkardığı= Hakikat.<br />

ibnu'l- Ar abi buna, sadece Zorunlu Varl ık'a has olan s ıfatlar yüklediğimizi<br />

ileri sürüyor ve ona theistik anlamda Allah, inançlar ımızda yarat ılan<br />

Allah (el-Hakk el-mahlak fi'l-i`tik ıld)115, adını uygun görüyor. Bu, sadece<br />

hayâli ve subjective bir Allah't ır ve O'nun hakkındaki kavrayışımız çe şitli<br />

fertlere ve toplumlara göre de ğişir. Fakat ibnu'l-Arabi'ye göre, Allah' ı<br />

mutlakhk ve küllilik (tümellik)'ten yoksun kılan ya da ba şka bir ilâh ın, hattâ<br />

Görülen Âlemin hakikat ını kabul ederek O'nun birli ğini herhangi bir şekilde<br />

eksik b ırakan bir kavray ış çoktanr ıc ıd ır. Tam bir Allah kavray ışı, öyleyse,<br />

Hakikat' ın, ba şka deyi şle hem âlemin içinde hem de üstünde olan Allah' ın,<br />

iki yönünü (içkinlik ask ınlık=tesbih ve tenzih) içine alan bir kavray ışt ır.<br />

Daha sonra görece ğimiz gibi, bu, Ibnu'l-Arabrnin Din Felsefesindeki ba şlangıç<br />

noktas ıdır.<br />

Ibnu'l-Ar abi devam ederek, bunu yapmaya mecbur edildik, çünkü<br />

Görülen Meme yüklediğinnz s ıfatlar kendi mant ıki kar şıtlar ını gerektirirler;<br />

mümkün (zorunsuzluk) zorunluluğu gerektirir, görelilik mutlakl ığı, sonluluk<br />

sonsuzluğu v.b. gerektirir ıı 6 . Bu mant ıki kar şıtlar, ancak bu şekilde kavranan<br />

bir Hakikat'a uygulanabilirler. "Rububiyetin s ırrı'n ın anahtar ı sen'sin (Görülen)"<br />

1". I ile II'de kavranan Hakikat aras ındaki esasl ı fark I'de içkin s ı-<br />

fatlar ın (stfcit et-te şbih) mantıki kar şıt ı olan Allah' ın a şkın sıfatlar ının (sıftıt<br />

et-tenzih) uygulama alanının olamamas ıdır. Allah ile âlem aras ında (sünni<br />

anlamda) herhangi bir münasebeti ifâde eden s ıfatlar, İ bnu'l-Ar abi tarafından<br />

aç ıklanır; böylece biz gerçekte sadece iki s ıfat türüyle kar şı kar şıya<br />

b ırakılırız: Allah'a has olan a şkın, Görülen Meme özgü olan içkin• bunlardan<br />

her biri ise, Hakikat' ın bir yönünü aç ıklar. Dolayısıyla her ne kadar Allah' ın<br />

Zât'ı bütün ye şillerin, bütün yuvarlaklar ın ve bütün i şiten ve görenlerin zat ı<br />

113. Plotinus'un "madde"sine iyice yakla şıyor. Bak. Enneads, III, 6. 7.<br />

114. Fusils, s. 295.<br />

115. Fusils, s. 352 ;türk. çev., s. 242.<br />

116. Fusits, s. 212; türkçe tercümede yeri tespit edilememi ştir.<br />

117. Fusils, s. 146; türk. çev., s. 82. Ibnu'l-Arabi bu sözü Tusterrye atfeder. Peygambere<br />

ait olduğu iddia edilen "Kendini bilen Rabbini de bilir" hadisini anlaman ın bir şekli de<br />

budur.<br />

48


ise de, "ye şil", "yuvarlak", "i şitme" ya da "görme'', v.b. gibi s ıfatlar ı Allah'a<br />

yükleyemeyiz. Bu, sadece Uhihiyeti Görülen Alemden iki subjective manzara<br />

olarak ay ırmaktır.<br />

Ibnu'l-Arabi, Görülen Alem de dahil olmak üzere, "biz kendimiz<br />

Allah' ı tasvir etti ğimiz s ıfatlar ız'"" ve "anlam ve ruhu Görülen Alem'de<br />

bulunmayan, O'nu nitelendiren bir tek İsim ya da S ıfat vard ır"" 9 derken,<br />

demek istedi ği bir yandan Görülen Alemin Allah' ın içkin yan ın ı açıklıyan<br />

kendisine özgü niteliklere sahip oldu ğu, ve diğer yandan ise bu nitelikler<br />

vas ıtas ıyla şeklen O'nun a şkın yamnı aç ıklıyan S ıfatlar ı O'na atfetmeye<br />

yönelmiş olmamızd ır. Fakat her şeyin zat ı olan Hakikat'a bakarak, a şkın<br />

olsun içkili olsun, bütün s ıfatlar ona yüklenebilir. nu'l-Ar abi. diyor ki:<br />

"O, fiilde Görülen Memdeki şeylerin bütün isimleriyle isimlenmi ştir" 120 ;<br />

"D"Fühiyetin ve yarat ılmış şeylerin bütün s ıfatlar ının i şaret ettikleri Yücelik<br />

O'na aittir"121, "Bizim isimlerimiz O'nun isimleridir,''122, O'na Ebil Sacid<br />

el-Harr az, v.b., v.b. isimleri verilir123.<br />

III. Do ğrudan do ğruya bilmedi ğimiz ya da alg ılamad ığımız, fakat arazlarını<br />

algıladığımızda bir cevherin varl ığını ç ıkardığımız gibi, akıl yürüterek<br />

mantık yoluyla elde etti ğimiz Hakikat.<br />

Bu, yahn varl ıktan ba şka kendisine hiç bir şey yükleyemeyece ğimiz<br />

ilahi Zat't ır. Ona soyut halinde ve her türlü münasebet ya da s ınırlamadan<br />

ayrı olarak bakıldığında, bilinemez ve ba şkas ına nakledilemez. O, en sonunda<br />

tammlanamaz ve bir cevher gibi sadece halleriyle tasvir edilebilir ki, bu<br />

durumda onlar Görülen Alem.'dir 124. O'nun tabiat ı kar şıtlık, z ıtlık ya da<br />

e ş kabul etmediği halde, kendisinde bütün kar şıtları ve benzerleri birle ştirir.<br />

Nitelik ve niceli ğe sahip olmad ığı halde, bütün nitelik ve niceliklerin kaynağıdır.<br />

O'na genellikle i şrakilerle birlikte "Saf I şık" ya da "Saf iyilik" veya<br />

"Körlük" (el-dini-O gibi müphem terimlerle i şaret edilir.<br />

Bu, hiç bir şekilde çokluk kabul etmeyen birlik (ehadiyye) durumudur.<br />

Birlik tüm güçlerin (kuvvetlerin) toplam ıd ır (fe-ehadiyyetuhu ınecnadu küllihi<br />

118. FusCıs, s. 27; türk. çev., s. 14.<br />

119. Fusiis, s. 400; türk. çev., s. 281.<br />

120. Futilhat, IV, s. 251,1.3. Kar., Fusiis, ss. 111-112; türk. çev., ss. 58-59.<br />

121. Futilheıt, III, s. 186 şiir.<br />

122. Fusiis, s. 182; türk. çev., s. 108.<br />

123. Fusiis, s. 102; türk. çev., s. 54.<br />

124. Fusa s, ss. 414-415; türk. çev., ss.297-298. Musa'n ın, Firavun'un "Alemlerin Rabbi nedir"<br />

sorusuna cevab ı, Ibnu'l-Ar abi tarafından varlığı gökte ve yerde (manevi ve maddi<br />

âlemde) ve her ikisi aras ında tezâhür eden Rab şeklinde yorumlarmr Musa'nın gerçek<br />

cevab ı ise, "O gök ve yerin Rabbidir" şeklinde idi.<br />

49


i'i-kuvve)12 5. Bu durumuyla o, bir ibâdet konusu de ğildir12 6. Ibâdet konusu<br />

Bir (el-ehad) değil, Rab'dir 127. Fakat böyle bir birlik, e ğer biz bir kere di ğer<br />

yönü, yani çokluğu, kabul edersek, anla şılır bir duruma gelir. Çünkü o,<br />

tek ba şına çokluğun tamamını a şar (ondan münezzehtir). O, tamam ıyla,<br />

hiç bir zaman kurtulam ıyaca ğı Körlü ğe aittir. O, yakıc ı parlakl ığın (es-subuhât<br />

el-muhrika) 128 kendisine ait oldu ğu Bir'in hali, tezahürünün, olgular ın<br />

tüm çokluğunu yok etmeye sebep oldu ğu ve böylece Hak'tan ba şka hiçbir<br />

şeyin kalmad ığı Bir'dir. "Ey dostum", diyor ib nu'l- Ar abi, "birlik örtüsünün<br />

kald ırdaca ğım hiç bir zaman bekleme; ümidini böylece Birlik'e (elvallidiyye),<br />

yani ilâhi Isimlerin birli ğine", ba şka deyi şle II'de aç ıklanan<br />

Hakikat'e "ula şmaya (onun bilgisine ula şmaya) hasret"'". Onca zâti birliğin<br />

söz konusu olduğu yerlerde mutlak agnosticism (bilemezcilik) ve gnosticism<br />

(ariflik) birle şir. "Allah'dan ba şka hiç kimse, Silfi bile, Allah' ı gerçek haliyle<br />

(yani O'nun Zât ım) bilmez"° 3°, çünkü Silfi çoklu ğa aittir. Bu önemli üçlük,<br />

İ b nu ' 1 - Ar ab ruhn bütün metafizik sisteminin çekirde ğini te şkil eder. Alemden<br />

ayrı, ya da âlemden ba şka bir anlamda var olan, fakat onu denetleyen ve hareketlerini<br />

idare eden bir şahsiyet olarak Allah' ın onun sisteminde yeri yoktur.<br />

Diyor ki:<br />

Ey Kendinde tüm şeyleri yaratan,<br />

Sen birle ştirirsin yarattığını .<br />

Varlığı sonsuz olan ı yaratırsın Kendinde<br />

Sen dar olansın (ed-Dayyik=s ı nırlı) ve her şeyi ku şatan (el-Vasic)1 3 1.<br />

İnanç konusu olarak Allah, kendi öz bilgimizden ç ıkard ığımız yalın bir kavram..<br />

d ır: O'na atfetti ğimiz subâti S ıfatlar kendi subâti s ıfatlar ımıza, selbi olanlar<br />

da kendi selbi (olumsuz) sıfatlar ımıza dayand ırılmışt ır. "O'nu bilir (yani<br />

kendi öz bilgimiz sayesinde) ve yarat ırız"132; "Kendisini bize bizimle tasvir<br />

eder"i33; ve bu durumuyla "Allah sadece yal ın bir sözdür"134.<br />

125. Fusils, s. 145; türk. çev., s. 81.<br />

126. Ayn ı eser, s. 118; türk. çev., s. 63.<br />

127. Futalult, ss. 766-67, 1.2 a şağıdan<br />

128. Futâheit, II, s. 468 ve III, s. 551.<br />

129. Kitâb el—Elif, Elyazmas ı Loth. 658, IV, var. 57. Ibnu'l-Ar abi, Bütün'ün birli ği (ahadiyyet<br />

el-mecn ııi`) ile Bir'in birliği (ahadiyyete el—ve ıhid) arasında bir ay ırım yapar; birincisi<br />

zûtl birlik, ikincisi ise ulûhiyettir. Furühtit, II, s. 578.<br />

130. Fusiis, s. 32; türk. çev., ss. 15-16.<br />

131. Fusâs, s. 139; türk. çev., s. 77.<br />

132. Ayn ı eser, s. 125; türk. çev., s. 68.<br />

133. Ayn ı eser, s. 28; türk. çev., s. 14.<br />

134. Ayn ı eser, s. 360; türk. çev., ss. 250-251.<br />

50


İ b nu'l-Arabî'nin sisteminde Islam ın Ahlaki Allah' ı yerinde, âlemle<br />

aynı sayıldığında, alemi idare eden ve canland ıran bir ilke olan bir Allah' ı buluyoruz.<br />

Bu, ibnu'l- Ar abrnin kuvvetli oldu ğu noktad ır. Onun zay ıflığı da,<br />

H e gel'inki gibi, Allah' ın (ya da H e gen"' sözüyle Mutlak' ın) bu etkin yönünü<br />

sadece itibari ya da daha ziyade mant ıki bir münasebete indirmesinde yatmaktad<br />

ır. Ibnu'l- Ar abi'ye göre, Allah'a yükledi ğimiz her s ıfat ancak Allah<br />

olarak O'nun derece ya da mertebesi itibar ıyla (bi'l-mertebe ya da bi'd-derece)<br />

O'na aittir'". Bu sadece şekli bir diyalektiğin neticesidir. Allah fiilen yaratmarnakla<br />

birlikte, yaratma O'nun mertebesine aittir: Gerçekte yarat ıcı ve yarat<br />

ılmış birdir. Aynı şey her şeyi bilirlik ve O'nunla âlem aras ındaki her münasebeti<br />

aç ıklıyan diğer s ıfatlar ı hakkında da söylenebilir.<br />

Ibnu'l- Ar abi, vandet-i vucadcu Bir ile yan yana Ahlaki bir Allah<br />

düşüncesini kabul etmenin ciddi bir tutars ızlığa yol açt ığından tamam ıyla<br />

haberdard ır. Ayn ı zamanda yaz ılar ında islamın te şbihi Allah' ının aç ık bir<br />

tasvirini muhafaza etmekten de geri kalmaz. Fakat bu, gerisinde onun vandet-i<br />

vire -Men Allah' ımn kolayca farkedilebilece ği sadece sözde bir maskedir. Bu<br />

şekilde fikirlerini bile bile gizleme te şebbüsü, bütün sisteminin hiç bir yerinde<br />

islamın Ahlaki Allah anlayışım te şkil eden s ıfatlar s ımfm ı becerikli bir aç ıklama<br />

tarz ındaki kadar aç ık değildir.<br />

c) Ibnu'l-Arabi'nin Allah' ın Ahlaki ve Ş ahsi İ sim ve S ıfatlar<br />

ı n ı Aç ıklama Tarz ı<br />

Bu amaca ula şmak için ibnu'l- Ar abi, iki esasl ı metod kullanır: L<br />

Bütün İsim ve S ıfatlar ın sadece subjective münasebetlere indirilmesi; onlar ın<br />

daha önce aç ıklandığı üzere, fiili olmaktan çok mant ıki ve psikolojik sayılmas<br />

ı; II. Sık Sık terimleri anlams ız hale sokan, ya da onlar ın mutad anlamlar<br />

ım tamam ıyla de ğiştiren filolojik bir yorumlama yolu. Bir s ıfat<br />

kelime anlam ıyla vandet-i vucadeu sistemine iyice uyarsa, 113111'1- Ar abi<br />

onu genellikle o halde b ırakır; uymazsa, yorumlar. Biraz önce bahsedilen iki<br />

yoramlama metodu, Futrıheit'daki ilahi Isim. ve Sıfatlar ı ele alan hacimli bir<br />

bölümde, dikkate de ğer bir şekilde kullanıhr13 6. Burada Ibnu'l-Ar abi,<br />

Hazarât bulunuşlar) terimini, Be ş Ilahi Hazret (Varlığın Be ş Mertebesi)<br />

ile ilgili olarak kullanddığından farklı bir anlamda kullanmak suretiyle,<br />

Hazarât dedi ği şeyle Ilahi isimleri bir sayar. Birinci yorumlama yolunu telkin<br />

eden, bu terimdir, çünkü burada ib nu'l- Ar abi Hazret'den Allah' ın mutlak<br />

soyut durumuyla aç ıklanan ilahi bir İsim şeklinde, Safirlin kalbinde tecelli<br />

eden <strong>tasavvuf</strong>i bir hali anl ıyor. Ibnu'l- Ar abi bu hazretlerden (ya da Isim.-<br />

135. Ayn ı eser, e. 386; türk. çev., s. 273.<br />

136. Futillıtıt, IV, ss. 250,421.<br />

51


lerden) sadece baz ılar ını sayıyor, çünkü, ona göre, bunlar say ıca sonsuzdurlar.<br />

" İlahlık Mertebesi" (el-hazret el-iMhiyye), mesela, Allah' ın Kendisini Allah<br />

olarak gösterdi ği haldir; "Rahman Mertebesi", Allah' ın Rahmân v.b. İsmiyle<br />

tecelli etti ği haldir. İlahi Isimleri yorumlaman ın bu özel tarz ı ve ib nu'l-<br />

Ar ab rnin bu konuda kulland ığı terimler, bildi ğim kadar ıyla, tamam ıyla<br />

kendisinindir.<br />

Her hazret, ilahi bir ismin ikili bir tazammunu şeklinde tecelli eder:<br />

onun içkin yönü, yani onun, Allah' ın temasa edildi ği özel görü ş aç ıs ına nispeti<br />

ve onun a şkın yönü, yani onun ilahi Zat'a nispeti. Öte yandan filolojik metod,<br />

Isimlerin kendi şekillerini (suretlerini) bir de ği ştirme te şebbüsüdür. A şa ğı -<br />

daki örnekler ne demek sitedi ğimi yeteri derecede göstereceklerdir:<br />

1. Mü'min (sükün verici) ilahi ismini ibnu'l-Arabi eman (süktin)<br />

kelimesine ba ğlıyarak aç ıklar. "Sükûn Vericinin Mertebesi" (hazret el-mü'-<br />

min) tamamıyla "Sükan Mertebesi" anlam ına bürünür ki, orada nefs, Allah' ın<br />

tabiat ı hakk ında derin dü şünceye dalmaktan kurtulur 137, ba şka deyi şle <strong>tasavvuf</strong>i<br />

sezgi ile ayn ı sayılır.<br />

2. Cabbâr (Zorlay ıcı) ismini her şeyi ilerlemeye zorlayan Bir şeklinde<br />

yorumlar:Zorlama (cebr)'yı İ bnu '1-Arabî, zorunluk (vuctib)'la aynı anlama<br />

al ır. "Bu, her yarat ışın altında yatan ilkedir. Seçmede (ihtiyarda) bile zorlama<br />

vardn" 138. Fakat zorlama İ b nu'l- Ar abi'nin görü şüne göre, bir d ış kuvvet<br />

de ğildir; şeyler, Bir'in kanunlar ı olan kendi iç zorunluk kanunlar ına itaat<br />

ederler.<br />

3. Mütekebbir (Kibirli) İsmi bütün mümkün s ıfatlar ı a şan (onlardan münezzeh<br />

olan) Yüce Bir, yani Gururlu=Münezzeh anlam ında yorumlamr.<br />

4. Gafara =örtmek, ya da kaplamak kökünden ç ıkardığı Gaffâr (Affedici)<br />

İsmi. Gaffar böylece kendisini Isimler suretine bürüyen Bir anlam ına gelir:<br />

En yüce örtü (ya da saret) ise Zâhir (d ış)'dir" 9.<br />

5. Adele=belli bir şeye doğru yönelmek kökünden ç ıkard ığı Adl İsmi.<br />

Onca Allah Adl'dir, çünkü O, zati zorunluk durumundan (hazret el-vuctid<br />

ez-zttri) ba şkas ıyla zorunlu durumuna (hazret el-vuctib bi'l-gayr) yönelmi ştir;<br />

ba şka deyi şle O, d ış alemde tezâhür etmeye yönelmi ştirm°. ibnul-Arabi<br />

irâdeyi de benzeri yolla aç ıklar. Irade ilahi Zat' ın tecelliye yöneli şidir. Tezâhür<br />

etmemi ş olan Zat, itidal (denge) durumundad ır, fakat tezâhür halinde, biraz<br />

önce aç ıklandığı üzere, adl durumundad ır.<br />

137. Ayn ı eser, IV, s. 260.<br />

138. Ayn ı eser, IV, s. 265.<br />

139. Ayn ı eser, IV, ss. 273-74.<br />

140. Ayn ı eser, IV, s. 302.<br />

52


6. Latif (İnce -iyiliksever- Pek ho ş) İsmini Ibnu'l-Arabi İnce Cevher<br />

anlamına alır ve onu hemen hemen maddi bir anlamda aç ıklar ı.n. "Allah<br />

yalnızca bir Cevher olarak incedir (latiftir), halbuki tezahürde O, pek aç ıkt ır.<br />

Bütün gözler O'na yönelir, ya da O'nunla görür. O'nun yan ında hiç bir şey<br />

olmadığı halde, o kime gizlidir ki"142 -Vandet-i vudidcu yorumlamaya<br />

müsait olan bütün Kur'an sürelerini ve hadisleri Ibnu'l-Ar abi, ilahi Zat' ın<br />

bütün varl ıklarda içkin oldu ğu görü şünü desteklemek için kullamr 143 .<br />

7. Hafiz (Her şeyi koruyan Bir) İsmini Ibnu'l-Ar abi, her şeyde sürek];<br />

olan ve onlar ın zat ı olarak her şeyi muhafaza eden Bir anlam ında bütün varlığın<br />

koruyucusu şeklinde yorumlar ı 44.<br />

8. Mukit (Veren) İsmini ib nu'l- Ar abi, varl ığıyla her şeyi besleyen<br />

şeklinde yorumlar14 5 .<br />

9. Rakib (Gözetleyici) İsmini Ibnu'l-Ar abi, her şeyin Zat' ı Kendisi<br />

olduğu için, her şeyi gözetleyen Bir anlam ına ahr146.<br />

10. İşiten (Semic). Bu isim Ibnu'l-Ar abi taraf ından Bilen (el-Alim)<br />

ad ına nispetle Kendi Kendisinin bilinci olarak tecelli eden Bir şeklinde aç ıklanır.<br />

Ibnu'l- Ar abi'ye göre, O "i şitir" demek, O subüt halindeki şeylerin<br />

hakikatlar ına ait zâti kelâm ın (el-keleim ez-zati) iç ça ğrısına cevap verir demektir.<br />

Bütün bunlar ın hepsi mecazi bir şekilde ifade edilir. Bu itibarla Süfiler,<br />

Ilahi Ahit ad ını verdikleri şeye de ğinen Kur'an, metnini nakletmekten ho ş -<br />

lanırlar. Şeylerin gizli hakikatlar ı sadece Allah' ın bilgisinde (fakat ibnu'l-<br />

Ar abi Allah' ın Zat ında diyecektir) mevcutken, Kendisini bu gizli hakikatlara<br />

açtığında (gösterdi ğinde), onlara şu şekilde hitap etmi ştir: "Ben sizin Rabbiniz<br />

değil miyim. Ve onlar cevap verdiler, cevet"" 47. Ibnu'l- Ar abi, Hallâ c'la<br />

birlikte, âyetteki "Konu şan" ve " İşiten" in Allah' ın Kendisi olduğunu ileri<br />

sürer. Fakat Hallâc, Bir'deki güç halinde çoklu ğu inkar ederken, Ibnu'l-<br />

Arabi, "i şte Allah Kendisini buna muhatap k ıld ı, yani Çok'un akıledilir<br />

suretlerinde tecelli etti anlam ında Kendisini muhatap k ıldı'" 48 diyerek bu<br />

141. Bak., Fustis, s. 376; Türk. çev., s. 262.<br />

142. Futültat, IV, s. 304.<br />

143. "Kim peygamberlere itaat ederse, Allah'a da itaat etmi ş olur". ( Kur., IV, 82). "Sen fırlat ıp<br />

atamazs ın, ama Allah atar" ( Kur'an, VIII, 17).<br />

144. Bak., "gözlerinin önünde yüzen" (Kur., LIV, 14) sözünü I nu'l-Ar abrnin yorumu.<br />

Futithat, IV, s. 317. Kars'la., Fusas, s. 194; türk. şey., s. 118.<br />

145. Futahat, IV, ss. 319-320. Kar., Fusas, ss. 117, 123, 194; türk. çev., ss. 63, 67, 118.<br />

146. Futahat, IV, s. 326. Kar., Fusâs, s. 285; türk. çev., s. 182. Burada İ bnu'l-Arabi Şehid<br />

ve Rakib Isimlerini izah eder. Genellikle "ve O (Allah), nerede olursan ol, seninledir",<br />

v.b. gibi Kur'ân 5yetlerini konu ile ilgili olarak nakleder.<br />

147. Kur'an, VII, 171.<br />

148. Kar., Massignon, Quatre textes.., s. 36. Ibnu'l-Arabi "görme" ve "konu şma" yı da<br />

benzeri bir şekilde aç ıklar.<br />

53


çokluğu kabul eder. Daha sonra görece ğimiz üzere, a(yein es-stıbita ( şeylerin<br />

gizli hakikatlar ı) görü şünü bu metne dayand ırır.<br />

II. Mucib (Cevap Veren) ismini Ibnu'l-Ar abi, mümkün varlıkların<br />

çağrısına (duasına) cevap veren Dr şeklinde, cevherin "suretlerinin" çağrısına<br />

cevap vermesi.'" yanisöretlere kendisinden tam onlar ın gerektirdikleri şeyi<br />

-tabi atlar ına uygun gelen şeyi-vermesi anlam ında yorumlar. Ibnu'l-Ar abi<br />

aynı zamanda halk aras ında yayg ın ilahi isimlere yeni Isimler de ilave eder.<br />

Mesela,<br />

12. Dehr ismi15°. Onca zaman, varlığı sonsuz oland ır (ma rd yetentıheı<br />

vuc ılduhu)<br />

ezel, ebed ve bunlar ın aras ında yer alan şeyi kapsamına al ır:<br />

Ibnu'l-Arabrnin görü şüne göre, zaman ilahi Zatla ayn ıdır. Bu, zamanı,<br />

"birbirini izleyen idraklerin sürekli sonsuza uzanmas ıyla varlığın zaten mevcut<br />

olan bütününü, sonsuzu aksettiren ebedin stireti"1 51 sayan Plotinuscu<br />

zaman görü şüne dikkate de ğer bir benzerlik gösterir. Plotinus ve ibnul-Arabr<br />

ye göre, zaman ebedi bir "an" d ır-"her şeyi do ğru yola ileten, gelece ği Şimdi<br />

gibi bilir" 1 52.<br />

Aynı<br />

şekilde ilınu'l-Ar abi, di ğer ilahi isim ve Sıfatlar ı, kendisini<br />

iyiden iyiye me şgul eden bir hedefe göre, yani islami ilkeleri ve dü şünceleri<br />

kat ı bir vandet-i vueild<br />

şekline çevirmek için yorumlar. islam ın yarat ıcı<br />

Allah' ı art ık Yaratan de ğil, Memin sonsuz söretlerinde tecelli eden Bir'dir:<br />

Rahmân da Rahmân demek de ğildir art ık. Rahmet, varlık "verme", v.b.<br />

ile ayırd ır.<br />

Ahlaki ve Şahsi sıfatlar ın önemi, ancak gerçek bir Allah-âlem<br />

yani Allah'dan ba şka bir şeyin bulunduğu yerlerde vard ır. Fakat ib nu'l-<br />

Ar abi'nin sistemi "ba şkasını" kabul etmez. Bununla birlikte, aras ıra olduğu<br />

gibi, dini bir duyguyla duyguland ığında sünni Allah anlayışı zihninde sabit<br />

ve açıktır. Fakat bu, onun felsefesi de ğil, duygusudur. Ço ğunliıkla bu sünni<br />

Allah sadece bir gölge ve bir dü ştü'.<br />

ilınu'l-Arabrnin as ıl belirtmek istedi ği, ister âlemle Allah' ın ikiliği<br />

isterse d ış âlemdeki nesnelerin, hatta Allah'a atfetti ğimiz S ıfatlar ın çokluğu<br />

olsun, her çe şit ikilik ya da çokluğun en sonunda subjective ve göreli oldu ğu<br />

dur. Fakat bizi uyard ığı hataya, yani subjective'i objective gibi görmek hata-<br />

149. FuMlicit, IV, s. 328.<br />

150. Ibnu'l-Arabi "dehri kötülemeyin, çünkü Allah dehr'dir" şeklindeki hadisle "bizi ancak<br />

dehr (zaman) yok eder", Kılr'ân, XLIV, 23, liyetini nakleder<br />

151. Whittaker, The Neo—Platonists, s. 75; Enneads, III, 7. 11.<br />

152. Enneads, IV, 4. 12.<br />

54


sına ço ğunlukla kendisi düşmektedir. Onca en sonunda subjective olan Allah<br />

ile âlem ikiliği , yaz ılar ında ço ğunlukla her zaman kabul etmeyi istedi ğinden<br />

çok daha somut ve gerçek olarak görünür. Sadece subjective münasebetler<br />

şeklinde beliren S ıfatlar ço ğunlukla uknumla ştırdmış olmakla birlikte, bu,<br />

ibnu'l- Ar abrnin motafizik nazariyesinden çok şiire olan e ğilimine işaret<br />

eder. O, salt bir filozof de ğildir. Dolayısıyla ondan tam bir mant ık! tutarlik<br />

beklenmemelidir. Onun Allah' ı tamamen vandet-i vucudcu ya da theistik<br />

yahut da Yeni-Eflatuncu tarzda de ğil, ancak bu üçün bir kar ışımı, en yüksek<br />

hayali türden bir kar ışım olarak tasvir edilmelidir.<br />

d) İlahi İ simlerin İki Yönü (Manzaras ı )<br />

ib nu'l- Ar Bir'le Çok ya da Allah ile Görülen Alem aras ında yaptığı<br />

tek ayır ım, daha önce de aç ıklandığı üzere, farkl ı bir tarzda ilahi İsimlerin<br />

iki m.anzaras ı şeklinde de ifade edilir. Bir birlik ve asl ında ilahi Zatla<br />

bir sayılinca, İsimlerin "etkin" oldu ğu, yani her ismin Bir'in faaliyetinin<br />

sonsuz i şaretlerinden birini ya da di ğerini belirtti ği söylenir. D ış dünyada<br />

tezahür eden bir Çokluk olarak, ba şka deyi şle d ış alemin kendisi olarak bak ıldığında<br />

(çünkü dış Mem ilahi İsimlerden ba şka bir şey değildir), onlar edilgin<br />

ve kabildir (alıcıdır). Birinci cihete ibn.u'l-1- Ar abi, et-tahakkuk<br />

(Hak'k ın görüş noktas ı), ikincisine de et-tahalluk (Yarat ılanın görüş noktas ı)<br />

diyor. Fiili tezahürü husûle getiren ikisi aras ındaki münasebet ise ta(alluk<br />

adını ahyor ı 5 3.<br />

Acyan es—S(ibita'ya nazaran dü şünülünce, İlahi isimler de etkindirler,<br />

çünkü bunlar gizlilik (subrıt) halindeki Görülen Alem'den ba şka bir şey de ğildirler,<br />

ve yeri gelince a`yan es-sâbita d ış âleme nazaran etkindir. Bütün bunlar<br />

üst ve alt'dan müte şekkil bir silsileyi meydana getirirler. Üst alta nazaran<br />

etkin, kendisinden üstte olana nazaran edilgindir..<br />

Fakat ibnu'l- Ar abryle birlikte biz, daima kapal ı bir dü şünce devresi<br />

içinde seyrederiz. Kendi metafizik Bir ve çok ö ğretisini aç ıklama zahmetine<br />

girerken, hepsini salt bir subjectivelik sayar. Bu kapal ı devrede hangi noktadan<br />

ba şlarsak ba şlıyalım daima tekrar ba şladığımız noktaya döneriz. Bu<br />

(düşüncede) ne kadar ço ğalt ılırsa ço ğalt ılsın, ya da imzan varl ıklar ın çokluğu<br />

bazan da say ısız S ıfat ve isimlerle nitelenen Bir Zât olarak kavranmaya<br />

çalışılsın, en sonunda, tek ba şına yaln ız tek Bir Hakikat oldu ğu, sözünden fazla<br />

hiç bir şey kazand ırmaz. Onun hakkındaki bütün bilgimiz subjective ve<br />

bo ştur. Çokluk olmad ığı gibi, S ıfat ya da İsimlerin çokluğundan -edilginlik<br />

153. Şerh Esıntı) Allah el—Husnrl, elyazmas ı Loth. Kat. 658, varak, 1-22. İ bnu '1-Ar abi burada<br />

ilâhl İsimlerin iki manzaras ı ve aralar ındaki münasebeti aç ıklar.<br />

55


ya da etkinlikten-bahsedilemez. Bunlar bizim kendi icad etti ğimiz ve Hakikat'ten<br />

anlamak istedi ğimiz manayı ifade için kullanmaya elveri şli terimlerdir.<br />

a) Sabit Örnekler ya da Gizli Hakikatlar (el-acyan es-sâbita)<br />

Bildiğime göre, ibnu'l- Ar abi, "sabit örnekler ya da şeylerin gizli hak:-<br />

katlar ı" şeklinde tercüme edilebilecek olan acyan es-sâbita deyimini az çok<br />

belirli bir anlamda ilk olarak kullanan ve ona metafizik bir sistemde üstün<br />

bir yer veren kimsedir. Onun dytin es-sâbita nazariyesi Eflatuncu İdeler<br />

nazariyesi, İ ş r âkilerin zihni varl ık öğretisi ve K elâmc ılar ı n cevher ve<br />

s ıfatlan bir ve ayn ı sayan ö ğretisinin garip bir kar ışımı dır. Ibnu'l- Ar abi'ye<br />

somut varl ık haline girmeden önce, Görülen Âlemdeki şeyler, Allah' ın ilahi<br />

Zat' ında kuvve halinde ve gelecekteki "olu şunun" ideleri (dü şünceleri) olarak<br />

Kendisi hakkındaki bilgisiyle aynı olan ezdi bilgisinin muhtevas ı idi. Allah<br />

Kendisini, kendi ben bilincine ula şmış bir durumda iken,Ibnu'l- Ar abrnin<br />

İlk Tacayyun (Belirlenme) dediği şeyde, Kendisine açar. Bu durumda O,<br />

Kendisinde ve Kendisi için Kendi Zat' ının belirlenmiş, süretleri olarak bu<br />

acyan' ın sonsuzluğunu görür. Bu siıretler O'nun kendileri hakk ındaki ezdi<br />

idelerini yans ıt ır ve onlara her bakımdan, uygun dü şerler. İşte bu süretleredir<br />

ki, ibnu'l- Ar abi cı`yeın es-sâbita ad ını veriyor. Böylece biz onlar ı, hem zihinde<br />

hem de Allah' ın Zat'ında, O'nun gelecekteki "olu şunun" gizli halleri olarak<br />

tammlıyabiliriz. Bu haller ancak ilahi isimler ve aralar ında varolan bütün<br />

mümkün münasebetler şeklinde ifade edilebilir. Bu acyan' ın çift mahiyet,<br />

başka deyi şle, bir yandan onlar ın Allah'ın zihnindeki ak ıledilir ideler ya da<br />

kavramlar olmas ı, öte yandan da ilahi Zat' ın belirli "halleri", ibnu'l-Arabi<br />

ve ekolünün mahiyet ve hüviyet sözlerini cayn sâbita sözüyle ayn ı şekilde<br />

kullanmasıyla izah edilir. Birincisi (mahiyet) cayn'm birinci manzaras ım,<br />

ba şka deyi şle onun bir ide ya da bir kavram olmas ını, yani onun zati bir<br />

"hal" olmas ını izah eder.<br />

Art ık acyan' ın, Zat' ın bu güç halindeki hallerinin Zât'dan ayr ı olduğunu<br />

ya da onlar ın ondan ayr ı olarak herhangi bir varl ığı olabilece ğini söyliyemediğimiz<br />

gibi, kendi zihni hallerimizin zihinlerimizden ayr ı olduğunu ya da onlardan<br />

veya gerçekte her hangi bir ba şka cevherin hallerinden ayr ı olarak herhangi<br />

bir ayr ı varhğa sahip olabileceğini söyliyemeyiz. Bununla birlikte, zihni<br />

bakımdan Zât ile acyân , ya da zihin ile halleri aras ında bir ayırım yapabilir<br />

ve onlar ı ayr ı olarak dü şünebiliriz. Acyân es-Sâbita gerçekte ilahi Zât ve ilahi<br />

Bilinç'le birdir. Fakat "haller" ya da "durumlar" olarak zihni hallerimiz ne de-<br />

56


ecede zihinlerimizi te şkil edemezlerse, onlar da ayn ı derecede ilahi Zat' ın<br />

kendisini te şkil edemezler. I b nu'l- Ar abi bunlara, hiç bir d ış hakikata ya<br />

da varlığa sahip olmayan anlam ında de ğil, halleri olduklar ı Zat'dan ayr ı olarak<br />

hiç bir ya da herhangi bir varl ığa sahip olmayan anlam ında, yokluk ad ını<br />

veriyori 54 . Ancak Bir Hakikat vard ır. Bir'i s ınırlayan ve belirleyen yok olan<br />

subjective bir çokluk ve subjective münasebetler vard ır. Acyan es-Sâbita'ya<br />

ibnu'l- Ar abi ilahi İsimlerin muktezalar ı (gerekleri) ad ını veriyor. Fakat<br />

bunlar ayn ı zamanda güç halinde bulunan zatlard ır. A


fikirler olarak bunlar, muhakkak ki, yahu bir subjective'li ğe sahiptirler. Fakat<br />

zatlar olarak var olan şeylerin hepsidirler, çünkü onlar cüz'i (tikel) ve belirlenmi<br />

ş olarak ilahi Zat' ın kendisidirler. Maalesef İ b nu'l - Ara brnin bu a'-<br />

yan' ı tavsif ederken kulland ığı dilin hitabi ve hayali yönü o kadar fazladır<br />

ki, bunlara, bilincinde oldu ğundan çok daha fazla somutluk ve ba ğımsız<br />

varlık bahşeder. Ayn ı zamanda İ 13 rıu'l- Ar abi onlardan, Allah Kendisini<br />

Kendisine bu acyan siiretlerinde pek kutsal bir ak ış (el-feyz el-akdes)halinde<br />

iken açt ı, derken, sanki onlar Allah' ın gelişme tarihi içinde belirli bir merhaleyi<br />

i şaret ediyorlarm ış gibi, bahseder. Onu, Allah vard ı ve hiç bir şey O'nunla birlikte<br />

de ğildi, sonra acyan es-sabita'n ın akıledilir stiretleri halinde tecelli etti;<br />

Allah ayin es-sabita'ya varlık elbisesini giydirdi (elbese el-acyetn el-yuri:1'd);<br />

onların ortaya ç ıkmas ına sebep oldu varl ıklar ve zatlar (acyttn) olarak biz<br />

Allah'da idik157; "Allah pek güzel İsimlerine (esttıgi' el-hüsni t) nazaran şeylerin<br />

acyan' ını ve kendi cayn' ım görmeyi diledi" v.b., v.b. 158 gibi sözleri kullanırken<br />

görmek, ender rastlanan bir şeydir. İ b nu'l- Ar abi ayn ı zamanda s ık s ık<br />

"idi", "olacak", "olu ş", "görünür", v.b. gibi, bir yandan Allah ile acygin<br />

es-sgibita aras ında, öte yandan da acYein es-siibita ile dış âlemdeki somut<br />

nesneler aras ında zaman ilişkileri bulunduğunu ifade eden deyi şler kullanır.<br />

Bu deyi şler kelime anlamlar ıyla alındıklar ı takdirde, tüm felsefesi için bir<br />

yıkım olur. Bu nedenle biz daima bu terimleri anlarken ihtiyat ı elden b ırakmamal<br />

ı ve İ b nu'l - Ar abrnin kan ıtlamalar ının genel akışını zihinde tutmalıyız;<br />

çünkü bize verdi ği ayrınt ılar ço ğunlukla aldat ıcıdı •. Özellikle bu noktada<br />

İ b nu'l - Ar abrnin dili, bir zaman ili şkisi olduğunu ima yollu belirtse de, hiç<br />

bir şekilde Allah ile acyan aras ında böyle bir ilişkiden söz etmek istemez. Daha<br />

sonra daha tam bir şekilde ele alaca ğımız üzere, "en kutsal akış" ın ezdi<br />

hayat dram ında sürekli bir vetire oldu ğunu, başlangıc ı olmadığı gibi sonunun<br />

da olmayaca ğını, Bir Zat'daki fiil hallerine zamanda bir kesintiye u ğramadan<br />

geçmelerini ve bunun her zaman böylece sürüp gitmesini kabul etmemize<br />

karşı çıkacak hiç bir şey yoktur.<br />

Yukarıda söylediklerimizden aç ıkça görülüyor ki, İ b nu'l-Ar abi'nin<br />

acyan es-sabita's ı Eflatun'un " İdeler"ine benzemekle birlikte, onlarla tamamıyla<br />

aynı değildir. Onların esasl ı yönü, ba şka deyi şle onların ilahi Zat'da<br />

bulunan cüz'i "haller" ve ayn ı zamanda ilahi bilinçte bulunan ak ıledilir sâretler<br />

olmas ı, onlar ı E flatun'un " İdeler"inden aç ıkça ayırmaktad ır. İ bnu'-<br />

1- Ar abrnin P1 ot in us'un İlk Aklı ile aynı saydığı ilahi bilinç (şuur ) acyan' ın<br />

bütün akıledilir stiretlerini; Zat ise, onların bütün kuvve hallindeki zatlarm ı<br />

kapsar. Birincisi, yani ak ıledilir sûretler ikincilere, yani zatlara tekabül eder<br />

157. Fusas, s. 274; türk. çev., s. 174.<br />

158. Fustis, s. 12; türk. çev., s. 6.<br />

58


ve onlar ı aksettirir. Ibnu'l-Arabi bu zatlara s ık s ık ruhlar ad ını verir ve<br />

ve onlara, s ırf idelere isnat edilmesi imkans ız olan görev ve faaliyetler atfeder.<br />

Allah Kendi bilincine İlk Akıl, Ruh arac ılığıyla var ır. Fakat dyan'dan her<br />

birinin (her ruhun) bilinci için ise, acyan' ın kendi zatlar ı, yani KWH Ruh'taki<br />

cüz'i "haller" halinde bulunan ruhlar birer vas ıtad ır' 59. Bu, Plotinus'un<br />

benimsedi ği Bir'in Zihni ve onun " İdeleri" görü şüne benziyor. "Zihin", diyor<br />

Ibnu'l-Arabi, "fiilen her şeydir, çünkü zat ında maddi olmayan şeylerin<br />

bilgisi şeylerin kendile,ridir" 160 . "(Bir'in) Zihni kendi nesnelerini, idrak gibi<br />

dışarda de ğil, kendisiyle bir olarak, bilir. Bu birlik en yücesi de ğildir; düşünme<br />

ve dü şünülme ikiliğini tazammun eder, dolay ısıyla ikinci s ırada bulunur""°.<br />

Ibnu'l-Arabrnin Bir'in bilgisini şeylerin acyan' ıyla ( şeylerin kendileriyle)<br />

ayni sayan görü şü, gördüğümüz gibi, esasta Plotinus'unki ile ayn ıdır.<br />

Fakat bu noktada üstad ı kadar kesin ve tutarl ı de ğildir: Bazan acyein<br />

bita'dan tamam ıyla saf ve basit olan ak ıledilir ideleri anlar görünür, hazan<br />

da onlar ın s ırf zatlar ını... Fakat onun genel ö ğretisinde belirtileri görülmekle<br />

birlikte, nadiren her ikisini birden anlar. Ibnu'l-Arabi, ilahi Bilgiyi ilahi<br />

Zatla aynı sayar ki, bu görü ş, Plotinus'un dedi ği gibi, ilahi Bilginin, Zat' ın<br />

(Plotinus'un Bir'i) bütün kuvve halindeki "halleriyle" ayn ı olduğu ve her<br />

"halin" ilahi Bilinç'te kendi dü şüncesiyle aynı sayılmas ı gerektiği noktas ına<br />

götürür. Ba şka deyi şle, her "hal" ayn ı zamanda hem Zat'daki bir hal hem de<br />

ilahi bilgideki bir hal olmal ıdır. ibnu'l-Arabrnin acyan es-sabitas ında her iki<br />

hal ortak ve gerçekte birdir.<br />

b) İ bnu'l-Arabi'nin Sisteminde Acyan es-Sabita'n ın. Yeri<br />

Acyan es-Sabita ibnu'l- Ar abrnin metafizik sisteminde Mutlak Hakikat<br />

olan Bir'le Görülen Mem aras ında orta bir yer i şgal eder. Ibnu'l-Arabi<br />

bunlara "gayb ın anahtarlar ı" ( ıneffirih el-gayb)1 62 ve "ilk anahtarlar" (elmefatih<br />

el-uvel) ad ını veriyor. Çünkü bunlar, ona göre, asl ında yarat ı-<br />

lışın ba şlangıc ı ve sonu olmadığına inanmas ına ra ğmen, yarat ılış tarihinde<br />

görülen ba şlangıç bölümü, yani kendisinde yarat ıklarnun sonsuzluğunu (gelecek<br />

tezahürlerini) tefekkür eden Yarat ıcı olarak Bir'in tecellisidir. Bu<br />

özel hal yaln ızca Allah' ın Kendisince bilinir Ilham ya da <strong>tasavvuf</strong>i ke şf<br />

bile onun s ırlama nüfaz edemez; çünkü bu, birli ğin ikinci dereceden en<br />

yüksek halidir. Burada Allah hem bilen hem de bilinendir. S ınırlı bir varlığın<br />

Mutlak' ı ve O'nun halini idrak edebilece ğini söylemek kendi kendisiyle<br />

159. Fustis, s. 46; türk. çev., s. 24; kar., Kelâm hakk ındaki bölüm.<br />

160. Enn., V, 4. 2. Bak., Mackenna, Ethical Treatises translated from Plotinus, Enneads (I—IV),<br />

(1921-1926), IV, s. 47. Kar., Enn, V, 9. 5. Bak., Mackenna, adı geçen eser, IV, 1, 93-94.<br />

161. Whittaker, adı geçen eser, s. 63.<br />

162. Fasit s, s. 248; türk. çev., s. 159. "Ve O, gayb ın anahtarlar ına sahiptir", Kur., V1, 59.<br />

59


çeli şkiye dü şmek demektir. Fena halinde bile böyle bir hal bilinemez; çünkü<br />

imkans ızd ır. Fakat a`yan es-sabita'n ın ilahi Zat'a olan özel nispeti, onlar ın<br />

nas ıl Allah' ın yarat ıc ı gücü ile irtibatta olduklar ı 1 63 ve nas ıl dış varl ık kazandıklar<br />

ı, bütün bunlar en yetkin Safi için bile bilmesi mümkün olmayan şeyler<br />

olmakla birlikte, I bnu'l- Ar a bi hakiki bir safi için acyan es-sabita'n ın<br />

özellikle kendi `ayn' ının bilgisini edinmenin o derecede imkans ız olmad ığını<br />

kabul eder. Diyor ki: "Ya da olabilir ki, Allah kendi cayn es-sabite'sini ve birbirini<br />

takip eden sonsuz hallerini açar, ve böylece o, Allah' ın onu bildi ği<br />

tarzda kendi kendisinin bilgisini (Allah olarak) ayn ı kaynaktan ç ıkarmak<br />

suretiyle, bilir.' 64 .<br />

Bir ile Görülen Âle ın aras ında orta bir mertebe olan onlar ın e şsiz<br />

mevkiinden dolay ı, acyan es-sabita,<br />

İ b nu'l- Ar abi'in görü şüne göre<br />

hem etkin hem edilgin (ya da al ıcı, kabil) olma e şsiz özelli ğine sahiptir.<br />

Bunlar bir anlamda Bir'den "ak ışlar", ilahi İsimlerin saretleri ve ilahi<br />

Zat'daki kuvve halinde "haller" oldukça edilgin ve al ıcıdırlar (Idibi/) 165 .<br />

Zatlar ına nazaran, yani kendilerinde, Görülen klemin d ış varlıkları durumuna<br />

gelmeleri için gerekli bütün kuvve hallerine sahip olduklar ından, bunlar<br />

etkin say ılırlar. Fakat burada etkinlik ve edilginlik mant ıki belirlenme (hüküm)<br />

den ba şka hiçbir şey ifade etmez. A`yan ilahi Isimlere nazaran edilgindir;<br />

çünkü ilahi Isimler olanlar üzerine hükümler yöneltirler. Bu hal bir küllinin<br />

cüz'ilerini belirlemesine çok benzemektediri 6 6 . Görülen nesnelere nazaran ise<br />

bunlar etkindir. Bu, kuvve halinin geldi ği fiil haline nazaran etkin olmas ıyla<br />

ayn ı anlamı ta şır, ba şka deyi şle her iki halde de sadece mant ıki belirlenme<br />

söz konusudur.<br />

IV<br />

a) Ibnu'l-Arabi'nin Varl ığın Birli ği Ö ğretisi<br />

Bu bölümün çe şitli yerlerinde İ b n u 'I- Ar a Unin. Hakikat' ın son mahiyeti<br />

ile ilgili ne çe şit bir ö ğretiyi benimsedi ği hakkında daha önce bir kaç ipucu<br />

163. Fusits, s. 249; türk. çev., s. 160. Kar., Fusûs, s. 246; türk. çev.,s.158. Burada / bnu '1-<br />

Arab I', ayn ı şeye "kaderin s ırrı" (s ırrı el-kader) adını veriyor. Bu, diyor t lı nu'l-Ar abi,<br />

Uzeyr'in, "Allah bunu ölümünden sonra nas ıl diriltecek" (Kur., IV, 261) sorusunu<br />

sorduu ğunda, Allah tarafından azarlanma nedenidir.<br />

164. Fusûs, s. 47; türk. çev., s 25.<br />

165. Fusûs s. 15; türk. çev., s. 7. "Kabil (al ıc ı) varlıklar ancak ve ancak O'nun pek kutsal<br />

feyzinden has ıl olurlar". Ibnu'l-Arabtbununla dyâ ıl es—sabita'y ı i şaret etmet istemektedir.<br />

Kar şıla., Fusûs, s. 109; türk. çev., s. 58. Bu pek kutsal feyze ayn ı zamanda Birlik'in<br />

hazreti, Rahmâni Hazret (el—hazret er—Rahmâniyye), İlk Taayyun; İsimlerin Hazreti,<br />

ruhlar alemi, v.b., v.b. ad ını veriyor.<br />

166. Kar., Fusûs, s. 25; türk. çev., s. 13.<br />

60


verilmi şti. Bunun tamam ıyla mantıki olan manzaras ı üzerinde ise, ilk bölümde<br />

durulmu ştu. Şimdi konunun meafizik cihetinin daha ayr ınt ıl ı bir izalunı<br />

vermek bu bölümün hedefidir. I nu'l- Ar abrnin Hakikat nazariyesi<br />

vandet-i vucâdcu bir nazariyedir. Bu nazariye bir kaç kelimelik kendi sözleriyle<br />

şu şekilde özetlenmi ştir: Yücelik Kendisi onlar ın zatlar ını (dytinuhe ş )<br />

te şkil etti ği halde, şeyleri yaratan Allah'a aittir" 167. Fakat bu, ne türlü bir<br />

vandet-i vudidculuktur <br />

Burada Allah' ın mutlak, sonsuz ve ezeli bir varl ık, bütün varolan, var<br />

olmu ş ve var olacaklar ın kayna ğı oldu ğu faraziyesinden yola ç ıkarak tedricen<br />

bir akosmism şeklini al ır. Buna göre, Görülen Alem, Halikat ın ötesinde uzanan<br />

sadece geçici bir gölgedir. Sonlu ve zamanda olan her şey, hayal mahsulü ve<br />

gerçek-d ışıd ır. Vandet-i vuefidculu ğun bu şekline iki yoldan biriyle ula şılabilir:<br />

I. O, ya Allah' ı her şeyi ku şatan ezeli bir Hakikat sayan dini bir Allah<br />

anlayışının sonucudur ve bu anlay ışın kökü genellikle Sâfi tecrübelerde bulunur;<br />

II.<br />

Ya da Hegel'in deyi şiyle, var olan her şeyin te şkil ettiği Hak veya<br />

Mutlak' ın asl ında bir, ezeli ve sonsuz, bilinemez ve bütün tecrübelerin üstünde<br />

olduğu faraziyesinin sonucudur. Bu, tak ınılan daha felsefi bir tav ırd ır.<br />

Buna göre, Hakk'a Allah demek, ya da üçüncü tekil ş ahıs zamiri ile O'ndan<br />

bahsetmek gerekmez, hatta ço ğunlukla öyle denmez ve o şekilde bahsedilmez.<br />

Birincisinin, ib nu'l- Ar abi ve ekolü dahil, Islam vandet-i vudıdeularm ın<br />

kendi öğretilerine ula şt ıklar ı bir yol olduğu anla şılıyor. Onlar bu yolda ister<br />

istemez kendilerini, ö ğretilerine mant ıki bir şekil vermek için, şu ya da bu<br />

felsefi diyalektik şekline ba şvurmak zorunda bulmu şlard ır. Ibnu'l-Arabi'nin<br />

durumunda ise, bu diyalektik, Allah' ın varlığını kanıtlamaya giri şmez; çünkü<br />

O, bütün kamtlamalarm ötesindedir. O, tek ba şına mümkün varl ıkları acyan'<br />

anda tezâhür eden Kendi varl ığının kanıt ıd ır „168. O'nun her yerde ve her<br />

zaman var olan varl ığını kanıtlamak nas ıl mümkün olabilir "Allah'dan<br />

ba şka hiç şey yoktur; yoktur varl ıkta O'ndan ba şkas ı. Bir yer bile yoktur ki,<br />

orada bütün şeylerin Zat' ı bir olsu ıı l®. "Kimden kaç ıyorsun; varl ıkta sade<br />

o vard ır"'" "Gözüm O'nun yüzünden (Zat' ından) ba şka şey görmez 171<br />

167. Fudthât, II, s. 604.<br />

168. Ayn ı eser, I, ss. 554, 593, 1. 17; 600, 1. 18.<br />

169. Ayn ı eser, I, s. 884. Kar., Ayn ı eser, II, s. 531, 1. 1.7.<br />

170. Ayn ı eser, II, s. 206.<br />

171. Yüz=Zat. Ibnu'l-Arabi, Kur'ân'dan s ık sık şu âyeti nakleder: "O'nun yüzünden ba şka<br />

her şey yok olur” Kur., XXVIII, 88.<br />

61


ve kula ğını O'nun sözünden ba şkas ını i şitm.ez"'". Bu diyalektik ayn ı zamanda<br />

ne bütün varl ıkların aslında bir oldu ğunu kan ıtlamay ı ne de Allah'tan ba şka<br />

herhangi bir varl ığın imkans ızlığım ispatlamayı düşünür; çünkü bu, zaten<br />

kabul edilmiş bir husustur. Bununla birlikte, bu diyalekti ğin tek amacı, insan<br />

aklının içkin olan eksikli ğini ve zatî bütünü bir bütün olarak kavramadaki<br />

başar ıs ızlığın! ve sözü edilen görülen nesnelerin çoklu ğunun kendi ba şlarına<br />

hiç bir hakikatlar ı olmadığını ve (çokluk olarak) onlar ın me şruiyetinin tek<br />

sebep ve izahuun, onlar ı anlad ığımız şekilde olduğunu ispat etmektir.<br />

b) Islam ın Allah' ı ve Vandet-i Vucild'un Bir'i<br />

islamın Allah' ı kavramından metafizik hakikat kavram ına, İslanun<br />

birliğinden, yani islam ın basit tektanr ıcı öğretisinden (tevhid) felsefi vandet-i<br />

vucad ö ğretisine, yani "Allah'dan ba şka ilah yoktur" önermesinden. "varl ıkta<br />

Allah'tan ba şka hiç bir şey yoktur" şeklindeki tamamıyla farkl ı bir önermeye<br />

intikal etmek, Müslüman vandet-i vudidcular için at ılan kolay, kolay olmakla<br />

beraber, me şru olmayan ve affedilmez bir ad ımdı . Şirke (çoktanrıctlığa)<br />

düşme korkusu idi ki, onlar ı, Allah' ı sadece mevcut olan tek ilâh şeklinde<br />

değil, aynı zamanda tek hakikat ve tek Varl ık olarak da tasavvur etmeye<br />

zorlamıştır. Bu intikal, ib nu'l- Ar ab rnin "Risalet el-Halve" adlı eserinin<br />

ilginç bir metninde aç ıkça görülmektedir. İ b nu'l- Ar abi burada diyor ki:<br />

"Senin tüm halvet (inziva) meseleni aç ık ya da kapal ı olarak herhangi bir<br />

türden şirkle ve mutlak inanç içinde bütün sebep ve vas ıtalar ı,bütün ve parçay ı<br />

inkar etmekle bozulmaya!' birlenme (tevhid) dolayısıyla, Allahla kar şı kar şıya<br />

gelmek üzerine temellendir; çünkü gerçekten sen böyle bir tevhid'den yoksun<br />

isen, muhakkak şirke dü şersin." 173. Sadece Allah ile kar şı kar şıya gelmek ve<br />

O'ndan ba şka bütün sebep ve vas ıtalar ı (vesei'it) inkar etmek, müslümanlar ın<br />

tevhid öğretisidir. Fakat Allah'tan bile bütün sebeplilik fikrini iptal etmek<br />

(ki "bütün" kelimesi bunu belirtir) ve "mutlak birlenmeyi" (et-tevkid el-mutlak)<br />

ileri sürmek (biz ibnul-Arabr ııin mutlak birlenme ile ne demek istedi ğini<br />

biliyoruz) vandet-i vueildcu bir ö ğretidir.<br />

Bilinçli ya da bilinçsiz olsun, bu intikali sa ğlad ıktan sonra Müslüman<br />

vandet-i vucadeular, kendi mevkilerini tespit etmeye ve ö ğretilerini do ğrulamaya<br />

çal ışmışlard ır. Bunlar aras ında felsefeye dönük olanlar ise, kendi hatas ız<br />

delillerini vecd tecrübesinde buldular ki, burada onlar kendi paylar ına bütünün<br />

birliğini ve Bir'in her şeyde içkirıliğini hissettiler. ibnu'l- Ar abi her iki<br />

172. Futrıltat, Il, s. 604.<br />

173. Elyazma Loth. Kat., 657 2, var., 14.<br />

62


metodu birle ştirmektedir. Fakat bunlar aras ında bulunanlardan ne filozoflar,<br />

ne Sûfiler, ne de ibnu'l- Ar abi gibi mutasavv ıflar, Allah' ın Bütün oldu ğu,<br />

ya da Bütün'ün bir birlik te şkil ettiği şeklindeki temel önermeleri kan ıtlamayı<br />

ba şarm ışlard ır. Vandet-i vuefulcular ve mutlak idealistlerin de görünü şte<br />

yaptıklar ı gibi, eğer (idealistlerin) Mutlak' ı ya da (müslüman vandet-i vueadcularm)<br />

Hak'k ı mevcutsa ve bu, bir birlik te şkil ediyorsa, onun âlem olmas ı<br />

gerekti ğini, yahut da bir bütün olarak ale ınin zati bir birlik oldu ğunu varsaymak<br />

için a priori bir sebep var midir Vandet-i vuctulcu Si ıfiler bu güçlü ğün<br />

tamam ıyla fark ındad ırlar ve ortaya koyduklar ı tek delil ise, ki bunu yanlışsız<br />

sayarlar, kendilerini Allah ile bir hissettikleri safi fena halinde ya şadıklar ı<br />

zihin—üstü sezgidir. Fakat bir tak ım safi tecrübeler alt ında kendisine Allah<br />

ad ını uygun buldu ğum bilinmez bir güçle bir hissetmemden, benim Allah ile<br />

bir olduğum ontolojik önermesini ortaya koymaya ve buradan da var olan, ya<br />

da olacak olan her şeyin Allah ile bir olduğu ve Allah' ın var olan şeylerin Bütününü<br />

te şkil ettiği şeklindeki çok daha geni ş bir genelle ştirmeye gitmeye<br />

kendimi yetkili sayd ığını' söylemem saçma olur. Safinin, bir tecrübe olarak<br />

kendi tecrübesini ya şamaya tam hakk ı vard ır. Fakat Hakikat' ın bütünü şeklindeki<br />

metafizik bir nazariyeye varan bir yorumu ona giydirmesi me şru görülemez.<br />

Safilik, haliyle, ontolojik bir ö ğreti olmad ığı gibi, ontolojik bir<br />

öğretinin temeli olarak da ele al ınmamal ıdır. İ bnu'l- Ar abi'nin, İslam<br />

vandet-i vucûdcularnun bir ço ğunun tersine, safili ğe bu aç ıdan bakmad ığı<br />

doğrudur. Onca safilik kendi ba şına bir hedeftir; safi ııin (ya da âlemin)<br />

Allah ile aslında bir oldu ğunu kan ıtlama vas ıtas ı değildir. Sufilik, "Hakikat'<br />

ın aslında bir oldu ğu" şeklindeki apaç ık önermenin do ğrulandığı bir tecrübedir.<br />

Ibnu'l- Ar abi Allah ile bir olmak anlam ında Allah ile birlenmeyi<br />

inkar eder, Onun nazariyesinde olu şun (olmanın) hiç bir şekilde yeri yoktur.<br />

Fakat, sen Allah ile birsin, şeklindeki zaten varolan gerçe ğin tahakkuku<br />

vard ır. Bu nedenledir ki, Ibnul-Arabi, kelimenin tam anlam ıyla, vandet-i<br />

vueadeu denmeye Hallâc gibi vandet-i vucadcu safilerin ço ğundan çok daha<br />

fazla layıktır. Dolayısıyla ibnu'l- Ar abrnin islam ın Allah kavram ını tamıyla<br />

de ğiştirdikten ve yerine esasta farkl ı bir kavram koyduktan sonra, Allah'ı<br />

bir şahsiyet haline sokan ahlaki s ıfatlar ı kendi hallerine b ırakmas ı ve O'nu<br />

bu şekilde tasvir eden bir dil kullanmaktan kaç ınmas ı zorunlu idi. ibrıu'l-<br />

Ar abi zaman zaman farkl ı iki Allah telakkisini -vandet-i vudıdcu ve theistikahenkli<br />

bir şekle sokmaya çalışırsa da, sonuç tam bir ba şarısızlığa uğrar. "Hiç<br />

bir şeyin O'nun benzeri olmad ığı" 174 şeklindeki Allah telâkkisini her yerde ve<br />

her şey olan vandet-i vucadeu Bir'le ahenkli bir hale getirmek nas ıl mümkün<br />

olabilir <br />

174. Kur'ân, XLII, 9.<br />

63


c) İ bn ııi-Arabi'nin Ö ğretisinde bir "Maliyet Telâkkisi<br />

Daha önce de belirtildi ği üzere, İ bnu'l- Ar abi'nin vandet-i vucadculuğu<br />

bir çe şit akosmismdir. Bu ö ğretide belirli türden bir ulûhiyetin bulunduğunu<br />

hat ırda tutmak önemlidir. Bu ulûhiyet, ba şka ne olursa olsun, dinin<br />

ortaya koydu ğu ahlaki ve şahsi bir Allah de ğildir. Hiç bir zaman vandet-i<br />

vucûd ö ğretisine ait bir Allah da olamaz 175. Onunki B ousset'nin de dediği<br />

gibi, "Allah' ın kendisinden ba şka her şeyi Allah yapan bir vandet-i vucad<br />

şeklidir. Fakat her şeyi Allah haline koysa bile, bir Allah telakkisi üzerinde<br />

ısrarla duru şudur ki, ib nu'l- Ar abi ve S pino z a l76 gibi şahsiyetlerin vandet-i<br />

vudıdculu ğunu kör maddecilikten ay ırır. Onlar ın dini duygu ve tav ır al ışlar ı<br />

ancak çok az bir şekilde s ıradan theistlerinkinden ayr ılır. Gerçekten de hazan<br />

onlar daha da derin ve şiddetli bir duyguya sahiptirler. Alemi Hakikat'la<br />

bir görseler de, bu Hakikate a şıkt ırlar ve ona taparlar. Ona taparlar derken,<br />

ona yakar ırlar de ğil, onun kendi kendisini sürdürmesi ve ba ğıms ızlığı kar şı -<br />

s ında yal ın " şekiller" ve "tezâhürler" olarak kendi çaresizliklerini idrak etmek<br />

suretiyle bunu yaparlar demek istiyoruz. Hiç bir theist, "böylece her şey için<br />

yalnız O'na güveniriz: di ğer şeylere güvencimiz gerçekte O'na güvencimizdir;<br />

çünkü onlar O'nun tezâhürlerinden ba şka bir şey de ğildir". diyen vandet-i<br />

vuctideu İ b nu'l Arabi'den daha derin bir duyguyu ızhar edemez. Bir<br />

defas ında Bayez1c1 Allah'a, "Rabbim, Sana ne ile yakla şabilirim" diye sormu<br />

ş, Allah da, "Bana ait olmayanla", yani kulluk ve ba ğlılıkla cevab ını<br />

vermi ştir"m Mad d e ci p an theist için önemli olan, olgular ın (var olanlar ın<br />

ve gerçek olanlar ın hepsi) çoklu ğudur. Öte yandan ibnu'l-Arabi (kendi<br />

tarz ında) olgular ın ötesinde uzanan, her şeyin alt ında yatan ve her şeyi kontrol<br />

eden Hakikat'a, bir aynadaki gibi, Görülen Alemdeki varl ığını ve yetkinliklerini<br />

aksettirene tapulu ve onlar ı yüceltir. Bu nedenledir ki, ibnu'l-<br />

Arabi, Hakikat' ın her iki manzaras ına (içkinlik ve a şk ınlık) a ğırl ık verir.<br />

Bununla birlikte bu a ğırlığın biri ya da di ğeri üzerindeki derecesi onun ruhi<br />

durumuna göre de ği şiklik gösterir. Onun içkin cihet üzerine verdi ği a ğırlık,<br />

zaman zaman o derece kuvvetlidir ki, bu, onun sistemine, Allah' ı E ş carilerin<br />

İlk Cevheri ile ve bütün olgular ı onun hal ya da arazlar ı ile aynı saydığı zamanki<br />

gibi, 178 maddeci bir vandet-i vucadculuk görüntüsü verir 179. Fakat diğer<br />

175. Kar., A. M. Fairbairn, Studies in the Philosophy of Religion and History, Londra 1876, s.<br />

382.<br />

176. Onlar ın ö ğretisine idealist ya da Ruhâni Panteism diyebiliriz.<br />

177. Konu takdire de ğer bir şekilde Futühât II, s. 21'de i şlenir. Aynı fikir dikkate de ğer bir<br />

tarzda ibnu'l-Ar abrnin "Şeceret el-Kevn", Kahire 1343, s. 27'de ifâcle edilir. Ibm'''.<br />

Arabi, burada, Bütün'e olan en derin duygular ını dile getirir.<br />

178. Bak., Fusıls, s. 376 ve ss. 227-228; türk. çev., ss. 262, 143-144.<br />

179. Bak., meselfi, Fusüs, ss. 357, 376; türk. çev., ss. 249, 262.<br />

64


zamanlar, yani içindeki dini duygu seslendi ği zaman, a şkın cihet üzerine daha<br />

fazla a ğırlık vermektedir. "Çünkü o, (yücelik O'na aittir)", diyor İ b nu'l- A r abi<br />

"yarat ıklarma hiç bir şekilde benzemez. O'nun zat ı bizce idrak edilemez, dolay<br />

ısıyla elle dokunduğumuz nesnelerle onu k ıyaslıyamayız; ne de O'nun<br />

filleri bizimkilere benzer", v.b., v.b."o.<br />

d) ibnu'l-Arabi'nin Vandet-i Vuead Ö ğretisi ve Yeni-<br />

Eflatunculuk<br />

ibnu'l- Ar abrnin vandet-i vucad ö ğretisinin, içerisinde pek az Hellenistik<br />

unsur ta şıyan tipik İslam düşüncesinin tabii bir sonucu oldu ğu meydandadır.<br />

Bu, sonsuz s ıfatlara ya da de ğişken hallere sahip asl ında bir Cevher şeklinde<br />

anla şılan E ş carilerin d ış âlem nazariyesinin benimsenmesinden ba şka<br />

bir şey de ğildir. Bu nazariye bir bütün halinde ibnu'l-Arabi'nin Hakikat<br />

öğretisinin şekli cihetini temin etmektedir; iki ö ğreti aras ındaki tek fark ise,<br />

E ş 'arilerin bütün olgular ın altında yatan Zat'a cevher, kendisinin ise Allah<br />

ya da Bir demeleridir. Yine gördük ki, bir ba şka şekilde ibnu'l- Ar abi'nin<br />

vandet-i vucad ö ğretisi islam ın tevhid ö ğretisinin me şru olayan bir uzant ı-<br />

sıdır. Fakat o, daha sonra görülece ği üzere, ne bununla ne E ş 'arilerin<br />

cevher ve s ıfatlar ö ğretisi ile, ne de Yeni—Eflatun cu Bir ö ğretisi ile aynıdır.<br />

Bu nedenle, denebilir ki, her ne kadar ibnu'l-Arabrnin bu ö ğretisinin, diğer<br />

bir çok ö ğretileri gibi, derleyici bir niteli ği varsa da, onun yine de orijinallik<br />

iddias ında bulunmas ı makuldür.<br />

ibnu'l-Arabrnin Allah' ı Yeni-Eflatuncular ınkinin aynı değildir.<br />

Yeni- Eflatuneuluk tam anlam ıyla bir vandet-i vueadeuluk şekli sayılmamalıdır.<br />

Bu sisteme göre, âlem, İbnu'l-Arabi'nin ifade etti ği şekilde<br />

Allahla, hattâ Allah' ın bir ciheti ile ayn ı değil, ancak Allah'dan bir ak ış<br />

(feyz)'d ır. ibnu'l- Ar abrnin ö ğretisinde ise, Plotinus'unki gibi, bir akış<br />

(feyz) düzeni bulunmaz; her ne kadar Plotinus'un terminolojisi ile konu şursa<br />

da, hiç de ğilse gerçekte böyle bir şey yoktur. Mukakkak ki ib nu'l-Ar abi'<br />

nin sisteminde Bir'in kendi kendine geli şimi, tezâhürii ve ço ğalmas ına benzer<br />

bir şey -"ilahi Nefes'in. (Öz'ün) görülen nesnelerin saretlerine inmesi" 181<br />

v.b., v.b,- bulmaktayız ve bu bir bakıma Yeni Eflatunculu ğ a benzemekle<br />

birlikte, Plotin.us'un sisteminin aksine, daha ziyade H e g e l'inki gibi mutlak<br />

idealism'dir, yani "s ırf diyalektikle in şa edilmesi" 182 sadece mant ıkidir, fiili<br />

ya da gerçek de ğildir. Bu terimlerin, Ibnu'l-Arabnain kulland ığı şekliyle,<br />

"Bir'in birliğini bozacak ya da onun varl ığını çoğaltacak veya kendisinden ba ş-<br />

180. Futhhât, T, s. 120. Kar., Tenzilı. ve Teshih hakkındaki bölüm.<br />

181. Fushs, s. 280; türk. çev., s. 177.<br />

182. Kar., Pfleiderer, Philosophy of Religion, Ing. çev., A. Menzies, Londra 1887, II, ss. 79 vd.<br />

65


ka bir şeyi bağıms ız bir varl ık haline getirecek olan" bir anlama al ınmas ı<br />

kastedilmemi ştir. "Bütün varl ığın hareketi", diyor Ibnu'l-Arabi, "daire<br />

şeklindedir; ba şlad ığı yerde biter"° 83. Yeni- Eflatuncu akış ö ğretisinde ise<br />

durum böyle de ğildir; doğru bir çizgi üzerinde ilerleyen bir harekettir. Bir<br />

akışlar serisidir; serinin her üyesi bir sonrakini yarat ır, ya da daha ba şka esrarl<br />

ı bir tarzda onu meydana getirir ve yarat ıc ıs ından a şa ğı olmas ına ra ğmen<br />

onun yetkinliğini yans ıt ır. Seri, yukardan a şa ğıya inen bir düzende, daha<br />

yukarıda olan daha a ş a ğıdakini yaratarak ve daha a şa ğıda olan da daha yukarıda<br />

olanın varlığını ve yetkinli ğini yans ıtarak a şağıya doğru devam eder.<br />

Serinin son üyesi, Görülen Âlemdir ve hiç bir zaman ilk üyeye, yani Bir'e<br />

ula şamaz. Ancak sfifi tecrübede gerçekte serinin en a şağı üyesine mensup<br />

olan insan nefsi bu zincirde en yüksektekilerden biri ile, yani Külli nefsle birle<br />

şir. Fakat ibnu'l-Arabrnin görü şüne göre, ak ış (feyz) yoktur, ve dolay ı-<br />

s ıyla her hangi bir gerçek anlamda mezcolma (birleşme) da yoktur. Yazar ımız<br />

nerede Yeni- Eflatunculu ğ un bilinçli bir etkisini gösterir durumda ise, bu<br />

etki, teferruat ım Ihvan es-Safa risâlelerinde bir örne ğini gördüğümüz<br />

I smacili dü şünürlerden alm ış olmas ı muhakkak olan alemin men şei hakk ında<br />

bize verdi ği bilgilerin ayrınt ılarında göze çarpar. Burada onun da Ihvân<br />

es -S afâ gibi farkl ı Yunan felsefe sistemlerini —Plotinus'un ak ışlar ı, Pt o-<br />

leme'nin. astronomisi ve Emp e d okles'in "Dört Unsur"u — geni ş çapta<br />

islam kozmolojisinden al ınmış teferruat y ığın ile bir araya soktu ğu anla şıhyor"4.<br />

Onun metafizik Hakikat nazariyesi, alemin onca zamanda bir ba şlangıc<br />

ı olmamas ına rağmen, çözülmez bir şekilde âlemin yarat ılışı hakkında<br />

kozmogoniyi ilgilendiren bu türden ayr ınt ılarla kar ışmış bir durumdad ır.<br />

Söz geli şi, Ibnu'l-Arabi, âlemin yarat ılış hareketinin d ış hakikatlarda tecelli<br />

etmek için, Bir'in zati sevgisinden do ğduğunu siiyler° 85 ve bu konuda Peygambere<br />

ait oldu ğu iddia edilen şu hadisi s ık s ık nakleder: "Ben gizli bir hazineyim,<br />

ve bilinmekten ho şland ığım içindir ki, bilineyim diye alemi yarattim".<br />

Fakat Bir'in tecelli halinde bilinme sevgisi Plotinus'un ak ışı ile aynı<br />

değildir. Ibnu'l- Ar abi'nin sistemi, kendi deyimiyle tecelliyât, "görüntüler"<br />

veya "kendini açmalar" ya da "tezâhürler", yani Bir'in ak ışlar şekdeğil<br />

de, O'nun hakk ındaki bilgimiz s ıras ında kendisini bize göstermesinin<br />

çe şitli yollar ı, şeklinde ifade edilmelidir. Maalesef, Ibriu'l-Arabi feyz 186<br />

(alaş ya da sudür) Bir, Çok, v.b., v.b., gibi kelimleri kullanmaktad ır ki, bun-<br />

183. Futtihitt, I, s. 332.<br />

184. Mesela, Futilltat, III, ss. 578-80; Kar., Resa'il Ihvan es—Safti, III, ss. 4,18,119-120.<br />

185. FusCts, s. 408; türk. çev., s. 288-289.<br />

186. Bu meeâz Plotinus tarafından kullanılmıştır. Enıı., V, 2.1.<br />

66


ların kar şılığı Yeni-Eflatunculukta bulunmaktad ır. Fakat Ibnu'l-Arabi<br />

yine de onlar ı kendi tarz ında ve Plotinus'un verdi ği anlamdan başka bir<br />

anlamda kullan ır. Onca tecelli "ezeli ve sürekli bir görünmedir" 187. Zat'dan<br />

saretlere do ğru iki kaptan birinin di ğerine dökülmesi gibi de ğil de, Bir'in<br />

hazan. bir Zât hazan da bir sfıret olarak tasavvur edildi ği gibi, varlığın ezdi<br />

ve kesintisiz (sürekli) akışıd ır. Ibnu'l- Arabi ak ış telkin eden deyi şler<br />

kullandığı zaman, onlar ı daima mecazi anlamda kullanmay ı amaç edinir 188.<br />

Bütün halinde ib ılu'l-Arabi'nin sistemi, Yeni-Eflatuncular ı nkinden<br />

daha tutarl ı olmasa bile, daha tatminkard ır. O, Bir'le Çok aras ında ifade edilebilecek<br />

bütün münasebetleri aç ıklayan içkinlik cihetini i şe karıştır ır. Öte<br />

yandan Yeni- Eflatuncular, Bir'i Mutlak Hakikat sayarken, yine de ilemin<br />

bir akış olarak O'na ba ğlı olduğunu ileri sürerler. Bu ise Mutlak' ın tabiatına<br />

aykırıdır. Mutlak münasebetlerden kurtulu şun bir belirtisidir.<br />

e) ibnu'l-Arabi'n.in Görü ş üne Göre Tecelliler Sistemi Plotinus'un<br />

Ak ış lar ı n ın Yerini Al ı r<br />

ibnu'l-Arabi'nin bütün sisteminin esas ı<br />

şudur: Sonsuz saretlerde<br />

tecelli ya da tezâhür eden Bir Hakikat vard ır. Bu hakikati meydana getiren<br />

ya da yaratan bir şey olmad ığı gibi, kendisinden ba şka bir şeyin çıktığı bir<br />

şey de de ğildir. "Siıretlerde tecelli" sözü bile yan ıltıcıdır; çünkü Zât ve saretler<br />

düşüncemizin d ışında hiç bir zaman ayr ı ayr ı durmazlar. ibnu'l-Arabi'nin<br />

görü şüne göre, Plotinus'un akışlarına s ıfatlar ya da cihetler demek daha<br />

uygundur ve Bir olan Hakikat'a bu aç ıdan bakılır. İlk Akıl, Kani Nefs, Külli<br />

Tabiat v.b., v.b., ayr ık varlıklar ya da her hangi bir anlamda b'rbirinden<br />

bağımsız olmayıp, Bir'in, yani külli bilinç, âlemdeki etkin bir ilke olarak,<br />

Hayat veren ilke olarak görülen alemde somut bir şekilde beliren Bir'in farkl ı<br />

şekillerde tema şasıdır. Sadece onlar ı somut bir şekilde düşünmeye Yenidaha<br />

fazla yönelen ibnu'l-Arabrnin kuvvetli şairâne zihnidir ki, onlara<br />

Eflatuncu akışlar görünümü vermektedir. 189 .<br />

Böylece anla şılan Bir'in tecellileri a şağıda gösterilmi ştir. Bir'i bütün<br />

mümkün münasebet ve te şahhuslardan ayr ı olarak tasavvur etti ğimizde<br />

187. et—tecelli ed—dirim ellezi lem yezel ve Irt yeze ılu, Fusas, s. 15; türk. çev., s. 7. Kar., Fustis,<br />

s. 230; türk. çev., s. 144-145.<br />

188. Hristiyan mistikler gibi, o da nazariyelerini yan ıltıcı semboller ve mecâzlarla tasvir etmekten<br />

ho şlanır. Bir Nfır'u yansıtan'"aynalar" ya da bir kaynaktan akan ışıklar (nurlar), veya<br />

bir merkezden geli şen dâireler v.b. gibi terimleri kullan ır. Son tasvirle ilgili olarak bak.,<br />

Futrihrit, I, s. 339.<br />

189. Bak., meselk FutiWit, III, ss. 553-554. Burada İ bnu'l-Ar abi Yeni—Eflatuncu İlk Akıl,<br />

Evrensel Nefs ve Evrensel Cisim v.b. ye kar şılık olmak üzere el-Kalem, el-Levh el-Mahfûz<br />

ve el—Ar ş gibi terimleri kullanarak kendi ö ğretisini tasvir etmek için şekiller verir. Kar.,<br />

Futiihrıt, III, ss. 560-584.<br />

67


deriz ki: Allah Birlik halinde (ehadiyye) tecelli etmi ştir, ya da Körlük (eldinci)<br />

halinde, Zât halindedir. O, Görülen Memin kuvve halindeki varl ığına<br />

nispetle gözönüne abıunca deriz ki: Allah ilahilik mertebesin de (e-mertebe<br />

tecelli etmi ştir 190. Bu ayn ı zamanda ibnu'l-Arabi'nin deyişiyle,<br />

a


5. İlk'in dışında, bütün tecelliler (burada Bir, s ırf bir Zât olarak görülmüştür)<br />

hem edilgin hem de etkindir —öncekilere nispetle edilgin, sonrakilere<br />

nispetle ise etkin. Bu noktada Plotinus'u yak ından izlemektedir.<br />

6. Baz ı tecellilerin bütün oldu ğu görülüyor, yani baz ılarında Bir, külli<br />

bir manzarada görülür: söz geli şi, İlk Akıl; di ğeri ise kısmidir, yani burada<br />

Bir'e cüz'i cihetlerde tecelli etmi ş nazanyla bakılır: söz geli şi, Bir'in Yetkin<br />

İnsan'da («tamil Insanda) tecellisi.<br />

7. ibnu'l-Arabi Plotinus'un tersine, bu tecellilerden herhangi birinin<br />

(bütünle aynı nazanyla bak ıldığı zaman müstesna) yaratma gücünde olduğunu<br />

kabul etmez. Tek yarat ıcı faaliyet Bir'dir ve O'nun faaliyeti iledir ki,<br />

her hangi bir tecelli etmi ş nesneye yarat ıcı denebilir.<br />

8. Biraz önce izah ı yap ılan tecelliler sistemi ibnu'l-Arabi'nin ilâhî<br />

rahmet şeklinde ifade etti ği şeyle ay ındır193.<br />

9. Akışların gerçekte sadece tecelliler oldu ğunu ileri süren İ bnu'l- Ar ab<br />

nin öğretisinde bile, Hakikat' ın zati birli ği hakkındaki esasl ı önerme kanıts ız<br />

kalmaktad ır.<br />

193. Bak., Fusıls, s. 348; türk. çev., s. 240.<br />

69


BÖLÜM II<br />

Ihnul-Arabrnin Kelam (Kelimetullah=Logos) Ö ğretisi<br />

A<br />

Islam Kelâmı şeklinde ifadelendirilebilecek olan deyime i şaret etmek<br />

üzere İ bnu'l-Ar abi'nin kulland ığı 22'den fazla terim bulunmaktad ır194.<br />

Açıklamalar ıyla birlikte, bu terimlerin bulundu ğu yerler daha sonra belirti- ,<br />

lecektir. Ibnu'l- Ar abi'yi böylesine şaşırtıcı derecede geni ş bir terimler<br />

koleksiyonu kullan ır vaziyette bulmam ızın her şeyden önce iki sebebi vard ır.<br />

Önce bu, Ibnu'l-Arabrnin malzemesini çok çe şitli kaynaklardan, her kaynağın<br />

terminolojisini mümkün oldu ğu kadar muhafaza ederek, ç ıkarmış<br />

olmas ından dolayıdır. Burada, söz geli şi, Ibnu'l-Ar abi Süfilerden, Kelâmotlardan,<br />

Yeni—Eflatunculardan, Kur'ân'dan v.b. ald ığı terimleri kullan ıyor.<br />

İkinci olarak onun vandet-i vucildculu ğu bütün şeylerin son sebebi olan Bir<br />

Hakikat için herhangi bir şeyin adını kullanmas ını kendisine sağlamaktad ır.<br />

Aşağıda naMettiğimiz terimler bu defa Kel:am olarak nazara alman Bir Hakikat'ın<br />

çe şitli cihetlerine işaret ederler.<br />

194. Bu terimlere şu örnekler gösterilebilir:<br />

1) Muhammed'in Hakikat ı (el—hakikat el—Muhammediyye).<br />

2) Hakikatlarm Hakikati (el—hakikat et—halarik).<br />

3) Muhammed'in Ruh'u (yak Muhammed).<br />

4) İlk Akıl (el—akl el-evvel= Plotinus'un Noas'u).<br />

5) Arş (el—arş).<br />

6) En Büyük Ruh (er—rah el—dzam). -<br />

7) En Yüksek Kalem (el—kalem el—acla).<br />

8) Halife.<br />

9) Yetkin İnsan (el—insan<br />

10) Alemin Aslı (asl<br />

11) Gerçek Mem (âlem el—hakiki).<br />

12) Berzah<br />

13) Hayat Felek'i (Felek el—hayat).<br />

14) Yaratma vas ıtası olan Hakk (el—Hakk el— ınahlük bihi).<br />

15) Heyfılâ ya da İlk Madde.<br />

16) Rûh.<br />

17) Kutup<br />

18) Her şeyi ku şatan Bir'in Kulu (Abd el—Cami`), v.b., v.b...<br />

70


İ b n u'l- A rabrnin anlad ığı şekliyle İslam Kelânu çok farkl ı aç ılardan ele<br />

al ınabilir. Tamam ıyla metafizik bir kategori olarak ona, İlk Akıl denir: Bu,<br />

Plotinus'un Noas'u ya da St o al ılar ı n Külli Akl ı'd ır; daha ziyade bu ikincisidir.<br />

ibnu'l- Ar abi, bir anlamda St o al ılar gibi, daha ziyade tabiatç ı<br />

monist idi: Onun Kelâm ı âlemin üstünde a şkın bir ulahiyetin bir manzaras ı<br />

(ciheti) de ğil, daha çok âlemdeki içkin Akli İlke'dir. Safi görü ş açıs ından, ayn ı<br />

Kelâm.a Hz. Muhammed'in Hakikat' ı 195, "Mührün Ruh'u", Kutup, Yetkin<br />

İnsan v.b. adlar ını vermekte ve bu adlar ı verirken de ona bütün ilahi ve<br />

bat ıni bilgideki etkin ilke olarak bakm.aktad ır 196. Insanla ilgili olarak ibnu'l-Arabi'ilin<br />

bu Kelâm ı .A.denfle ve İnsanın Hakikati v.b. ile bir sayd ığın ı<br />

görüyoruz. Halbuki bir bütün olarak âleme nispetle ona Hakikatlar ın Hakikati<br />

(Hakikat el-Haki-i'ik) ad ını vermektedir 197. Her şeyin bir kayd ı olarak da ona<br />

Kitap ve Yüce Kalem demektedir. Her şeyin ast ım kendisinden ald ığı zât<br />

olarak ise, ona Heyrıla ve İlk Cevher (el-Maddet el-Ula) v.b. ad ını verir.<br />

Böylece biz ibnu'l-Arabrnin Kelâm nazariyesinde, daha eski Kelâm nazayelerine<br />

dayanmakla ve onlardan gelmekle birlikte, tek ve kendine özgü<br />

olan, Hakikat ın baz ı yönlerini (cihetlerini) bir bütün olarak anlad ığı şekilde<br />

izaha çal ışan bir görü şle kar şı kar şıyayız. Hakikat ister Hakikatlarni Hakikati<br />

isterse İnsanın ya da Hz. Muhammed'in Hakikati olsun, asl ında Bir'dir.<br />

Ibnul-Arabi'nin Kelâm ö ğretisini, hatta di ğer öğretilerden herhangi<br />

birini anlamaya çal ışırken, önümüze ç ıkan en büyün tehlike, onun tam bir<br />

vandet-i vudıdcu olduğunu unutmam ız ve bu terimlerin Bir Varhk' ın çe şitli<br />

yönlerinden ziyade çe şitli varlıklara i şaret etti ğini dikkate almam ızdır.<br />

a) İbnu'l-Arabrnin Logos (Kelâm) Nazariyesinin Ontolojik<br />

Yönü: Hakikatlar ın Hakikati olarak Kelâm: Alemin. yarat<br />

ıc ı s ı, Hayat Vericisi ve Akli ilkesi olarak Kelâm i".<br />

Bilgimize giren bütün nesneler, diyor İ bnu'l- Arabi, üç metafizik<br />

kategori alt ında toplan ır: a) Kendili ğinden (per se) var olan ve bütün var<br />

195. İslâm sfıfileri, Kelâm' ı Muhammedle aynı saymalar ı görü şünü Peygambere atfedilen şu<br />

hadste temellendirmi ş görünüyorlar: "Adem çamurla su aras ında iken, ben peygamberdinı".<br />

İbnu Arabi Felsefe 10<br />

196. Bu Muhammed'in Hakikatı'na, bütün bât ıni bilgilerin kayna ğı olarak bak ılmca, buna Siifiler<br />

"Peygamberlerin (resullerin) mührünün me ş' alesi (miskât hdtem er—rusul)adm ı verirler:<br />

bu, her 5üfinin kalbinin en iç k ısmında (s ırr) yerle şiktir. İ bnu'l-Aralı Fyi yakından<br />

izleyen Fili, buna yarat ılmamış (kadim) Rûh'un (Kutsal Ki& ya da Kah) tersine, Yarat ıl-<br />

"ini ş Rüh ad ını veriyor ve ib nu'l-Ar abi ile birlikte yarat ıklar terimini bu anlamda kullanıyor.<br />

Bunlar şu Kur'ân âyetlerini naklederler: "Ruhumdan ona (Adem'e) üfledim" ve<br />

"onu bitirdiğimde ve ona Ruhumdan üflediğimde..." (Kur., XXXVIII, 72 ve XV, 29).<br />

197. Bak., Uklet el—Mustavfiz'a yazılan giri ş, Kleinere Schriften... ss. 42-43.<br />

198. Bu konunun baz ı yönlerini ibnu'l-Arabi in ş a ed—DeVâ'ir ve Uklet el—Mustavfiz'da<br />

(bak., Kleinere Schriften.., es, 13 vd.) ve Fudthât'ında, I, ss. 151 vd., i şlemi ştir.<br />

71


olanlar ın aslı olan Mutlak Varl ık; b) Mutlak Varl ık vasıtasıyla var olan mümkün<br />

varl ık -aksi halde "yokluk"; bu varl ık, âlemin kendisidir; e) ne var ne de<br />

yok olan; ne ezeli ne de zamanda olan varl ık; bu, ezdi ile ezdi olan, zamanda<br />

olanla da zamanda olan varhkt ır. Varlığın bu kategorisi hakk ında art ık<br />

Allah' ın Memden önce oldu ğunu söyliyemiyeceğinıiz gibi, bu varlık kategogorisinin<br />

de âlemden önce oldu ğunu söyliyemeyiz. O, âkmden önce olmakla<br />

birlikte, onun önceliği yalnızca mant ıki bir önceliktir. Uliihiyetin iç manzaras<br />

ıdır. Ulahiyet ise, onun d ış manzaras ım te şkil eder: İşte bir, "Hakikatlar ın<br />

ya da " İdelerin idesi'" 99, En Yüksek Cins ( Summum Genus ) - İlk Akıl v.b. dir<br />

Bütün ideleri ve var olan şeyleri mutlak sarctte kapsar: Ne bu bütün ne bir<br />

parçad ır, ne de arama ve eksilme gücü vard ır200. Tanımlanamaz. Maddeye<br />

mümkün olduğu kadar en yak ın bir durumda bulunur (Plotinus'un rahani<br />

Maddesi gibi bir ş ey)2°°. Varlıkların çoğalmas ıyla çoğalır, fakat (dü şünceden<br />

ba şka yerde) bölünmez. Onun Allah ya da Mem oldu ğu söylenebilir. Fakat<br />

yine hiçbiri olmad ığı da söylenebilir. Mem ondan, eilz'inin külliden has ıl<br />

olduğu gibi, hani olur202. Çe şitli nesnelerin hakikatlarm ı (ideler hakikatlarla<br />

aynı sayılmıştır) ihtiva eder. Fakat tek ba şına, aynı cinsten olarak kal ır<br />

Allah'ın bilgisiyle en yak ın münasebette bulunur. Kendisinin Allah taraf ından<br />

bilinmesi yine kendisiyledir, yani o, Allah' ın bilincidir. Ilahi bilginin kendisi<br />

olmaktan ziyade, onun muhteva ve esas ıdır. Onda bilen, bilinen ve bilgi birdir.<br />

Mem onunla tecelli etmi ştir. "Olu ş" aleminin ak ıledilir ve ilk örnek idelerinin<br />

"hazine"sidir. Böylece tasvir olunan "Hakikatlar ın Hakikati" art ık belirli<br />

şartlar -altında fil haline gelen bir kuvve hali olmad ığı gibi, Allah'dan<br />

başka bir şey de olmayıp, bu halinden ba şka bir şekilde de ifade edilemez.<br />

O, âlemin tecelli eden ilkesi olarak tasavvur olunan Allah't ır. Başka<br />

deyi şle o, külli bilinç şeklinde bir tezâhür olarak belirli hiç bir zaman ve<br />

mekanda de ğil, bütün hakikatlar ın altında yatan Hakikat ve bilinci Kendi<br />

Zat'ı ile aynı olan bir varl ık olarak Allah't ır.<br />

199. Ibnu'l-Arabrnin, Hakikat el—Hakei'ik teriminin ashm Kelâm'a, "Idea, Ideon" ad ıııı<br />

veren Origenes'e borçlu olduğu anlaşılmaktadır. Hallâc'm da aym Hakikat el—Hakâ'ik<br />

deyimini kullanmas ı hayret vericidir. Fakat Hallâc bu terimden, Ibnu'l-Arabi gibi,<br />

Allah'ın bir cihetini de ğil, Allah' ın Kendisini anlar. Bak., Tevasin, ss. 16, 19, 25. Bu<br />

deyimi I bnu'l- Aral;i, Aristocularm Dü şünce kategorisi ile e ş anlamda kullan ır.<br />

200. Bak., Kleinere Schriften s. 17.<br />

201. Plotinus'un "varl ık âleminde sûri farkl ılıkları kabul eden", Enn., Il, 4.2. Buna İbnu'<br />

1-Arabi, el—Hebâ, (Sis ya da Toz) ad ım veriyor ve bundan uzamı olan ve yer i şgal eden<br />

kaba maddi cevheri anlam ıyor Ilınu'l-Arabi, Madde'yi o derecede ruhanile ştiriyor ki,<br />

madde maddi olmaktan ç ıkıyor. Onun daha iyi bir ad ı "ruh" ya da "ruhani âlem"dir.<br />

Ibnu'l-Arabi, ona evrensel idea ya da külli ad ını verdi ğinde ne mantıkçıların küllisini ne<br />

de psikologlarm "idea" s ım anlar Söylemek istedi ği, âlemin "kırmızılık", "karelik" ve<br />

"sertlik" v.b. gibi bir tak ım küllilerden te şekkül ettiği de ğildir.<br />

202. Kar., acyün es—sâbita ve hangi anlamda il ı nu'l-Arabi realisttir bölümü.<br />

72


Hakikatlarm Hakikati tamam ıyla, kendi müspet varl ığını "yans ıtan"<br />

alemde tezahür eder. O, yetkin oldu ğu için, onun yetkinli ğini açığa vuran<br />

Mem de yetkindir 203. Fakat Mem bu yetkinli ği tahlili olarak gösterirken<br />

sadece İnsan (Yetkin İnsan, Hayvani İnsan de ğil) onu terkibi bir surette yansıtmaktad<br />

ır.<br />

İ bnu'l- Ar abi Hakikatlarm Hakikati ya da İlk Akıl v.b., v.b., ye İnsanın<br />

iradi faaliyetine pek fazla benzeyen yarat ıc ı bir faaliyet atfeder ki, biz<br />

daha önce yaratma, ve Yarat ıc ı olarak Allah'tan ne anlad ığını görmüştük.<br />

ibnu'l- Ar abi diyor ki: Onun, şeylerin gizli hakikatlar ına (dyiin es-iltbita)<br />

nispeti zihinlerimizin iradri hallerine olan nispetinin aymd ır204. Bu yarat ıcı<br />

faaliyet yanında, ib nu'l- Ar abi, Hakikatlar ın Hakikat ına aklilik de atfetmektedir.<br />

Daha önce de gördü ğümüz gibi, bunun arac ıh ğı iledir ki, Allah<br />

kendi bilincine var ır. Plotinus gibi, ibnu'l-Arabi de, "kendini dü şünmenin<br />

Bir'e de ğil, (burada Hakikat el-Halarik olan) Zihn'e ait" 205 olduğuna inanır.<br />

Bu bilinç, Yetkin İnsan'da en yüksek noktas ına ula şmıştır. Yaratman ın<br />

amacı, yani Allah' ın bilinme arzusu, O'nda gerçekle şir. Ve yine Yetkin İnsandad<br />

ır ki, Allah, Kendisini mükemmel bir şekilde bilir.<br />

Hakikatlarm Hakikati, (bilgimize) filme sürecince, Mutlak' ı mutlaklığında<br />

ıı yoksun b ırakan ilk ad ımı gösterir. Bu, Allah' ın muhatap oldu ğu İlk Taayyün<br />

(Belirme)'dür. Peygamberlerin şu hadisi de buna i şaret etmektedir:<br />

"Bana senden daha sevgili bir yarat ık yaratmad ım: seninle veririm, seninle<br />

alırım ve seninle cezaland ırırım, v.b., v.b. ,,206 .<br />

Aşağıdaki şekiller Hakikatlarm. Hakikati nazariyesinin tamam ını tasvir<br />

etmemize ve bunun Ar abrnin metafizik ö ğretisindeki yerini göstermemize<br />

hizmet edebilir:<br />

203. I bnu'l- A r Leyse fi'l-imkar ı abderu mimmâ kan (daha yetkin bir âlemi tasavvur<br />

etmek ya da ona sahip olmak imkan dahilinde de ğildir) sözünü G az ülrye atfeder, Bak.,<br />

Kleinere Schriften.., s. 25. Kar., Plotinus. Burada Plotinus diyor ki: "Öteki dünya müstesna,<br />

ilahi olanın bu dünyadan daha güzel bir süreti olabilir mi" Inge,Christian Mysticism,<br />

Bampton Lectures 1933, s. 93.<br />

204. Bak., Kleinere Schriften., s. 70.<br />

205. Enn., V, 1. 9.<br />

206. Ibnu'l-Arabi, Tefsir el—Kur'ân, I, Kahire 1283, s. 6.<br />

73


Ilahi<br />

Zât<br />

Şekil. I- Ilahi Zat'la Alemin<br />

Akil'. Ilkesi aras ındaki mü<br />

nasebeti tasvir etmektedir.<br />

Küllii<br />

> Akıl<br />

Külli<br />

Akıl<br />

Şekil. II- Külli Ak ılla, onun<br />

muhtevalar ı aras ındaki münasebeti<br />

göstermektedir ve<br />

bu, Bir'in kendi bilincinde<br />

olma halidir.<br />

Şekil. III- Allah' ın Zihninde<br />

Bilincin "odak noktas ını"<br />

te şkili bakımından Hakik otlar<br />

ın Hakikat ının Insanla<br />

olan münasebetini tasvir etmektedir.<br />

Şekil. IV- Hakikatlarm Hakikati<br />

ile Görülen Alem aras<br />

ındaki ili şkiyi gösterm ktedir.<br />

Ilahi Zât' ın Görülen<br />

Alemdeki bütün varlıklar',a<br />

ilgili sadece bir yönü (i/tifâte=<br />

sıra) vard ır, fakat Hakikatlar<br />

ın Hakikati ise varl ıkların<br />

say ısı kadar çok yönlere<br />

sahiptir207 .<br />

Hakikatların<br />

Hakikati<br />

Hakikatlarm<br />

Hakikati<br />

İnsan<br />

(Yetkin<br />

İnsan)<br />

Görülen<br />

'Mem<br />

Hakikatların<br />

Hakikati<br />

207. Kleinere Schriften.., s. 82.<br />

74


) Kelâm' ın Tasavvufi Yönü<br />

ib nu'l- Ar abrnin Kelâm görü şünün <strong>tasavvuf</strong>i yönü, Süli mertebelerinin<br />

ba şı (reisi)ve onların "bat ıni" bilgilerinin "vatani" olarak Hz. Muhammed'-<br />

le bağlant ı halindedir. Fakat Kelâmla ayn ı sayılan, Hz. Muhammed, yani<br />

Muhammed'in süreli de ğil, bütün ve bat ıni bilgide etkin ilke olan Muhammed'-<br />

in Hakikati'dir208 .<br />

Bu ilkenin Hz. Muhammed'le ayn ı sayılmam ibnu'l-Arabi'den çok daha<br />

önce diğer Sffiler, söz geli şi, Hallâc tarafından ileri sürülmüştür. Fakat burada<br />

bulduğumuz şekliyle felsefi bir şekle sokulmamıştı. Hz. Muhammed -Muhammed'in<br />

Hakikati- ibnu'l-Arabrnin ö ğretisinde en mükemmel tezühürünü<br />

"Yetkin insan" 209 kategorisindeki insanlar s ınıfında bulan İlk Akıl; Külli<br />

İlke demektir. Kutup, Peygamber ve Velilerin Ruhâni Ba şkanı derken,<br />

ibnul-Arabrnin demek istedi ği budur.<br />

c) Muhammed'in Hakikati, Kutup ile di ğ er Peygamber ve<br />

Veliler aras ındaki Münasebet<br />

Bu nokta ibnu'l- Arabrnin Fusils el-Hikem'inde tam olarak i şlenmi ş<br />

olup, bu kitab ın tek konusunu te şkil eder. Fusüs'da her Peygambere bir<br />

"logos" (kelâm) denmekle birlikte, mertebelerin "Reisi", yani Muhammed<br />

için ayrılan Kelâm ad ı onlara verilmez. İbnu'l-Arabî her şeye, Akıl ve Hayat'<br />

ın külli ilkesine i ştirak etti ği müddetçe, Kelâm ad ını verir; ba şka deyi şle<br />

her şey Allah' ın sözüdür (ke/imesidir) 210, fakat Peygamber ve veliler, özellikle<br />

külli Kelâm Muhammed'in faaliyet ve yetkinliklerini mükemmel bir derecede<br />

ortaya koyduğu için, ayırdedilmiştir. Hz. Muhammed'le di ğer peygamber<br />

ve veliler aras ındaki fark, bir bak ıma, bütünle parçalar ı aras ındaki farka<br />

benzer. Hz. Muhammed onlarda ayr ı ayr ı bulunan şeyleri kendisinde birle ş -<br />

tirir, fakat onunla Adem aras ındaki fark, özellikle bir varl ığın iç ve d ış<br />

yönleri aras ındaki farkt ır. Bu âle ırlde Hz. Muhammed, Adem'in (İnsanlığın)<br />

iç yönüdür. Öteki âlemde (gayb âleminde) Adem iç yön, Hz. Muhammed ise<br />

dış yön olacakt ır (yani Hz, Muhammed'in sureti=Adem=insan=insanlik<br />

(Nastıt) halbuki Muhammed'in Hakikati=Gerçek Adem=Uluhiyet (Lâhât) )211<br />

208. Küşâni birincisini "bütün ilühi isimlerde ve zühiri varl ığın bütün mertebelerinde tezahür<br />

eden Bir" ile; ikincisini ise, İlk Teayyünde tezahür eden ilahi Zât'la ayn ı sayar. Bak., Kü şâni,<br />

Fusiis Şerhi, s. 340.<br />

209. Yalnız Muhammed'e, Muhammed'i nHakikat ı ya da Rûhuna Abd Allah denebilir, diyor<br />

İ bnu'l-Arabî, Çünkü Allah bütün ilâhi isimleri içine alan İsim'dir. Diğer "Yetkin<br />

insanlar"a, onlar ın mertebelerinin ba şı olan Abd Allah' ın ikinci dereceden Ilkeleri ya<br />

da Tezühürleri sayıldıkları için, Abd el-Melik, Abd er-R âbb v.b. denir. Futfilıiit,<br />

II, s. 8, 1. 10 a şağıdan.<br />

210. ilınu'l-Arabi şu Kur'ân âyetini naklediyor: "De ki: deniz Rabbimin "kelimeleri" için mürekkep<br />

mi idi" Kur., XVIII, 98. Bak., Fusils, s. 270; türk. çev, s. 173.<br />

211. Bak., Fuulhiit, II, s. 115, 1. 12. Nüsüt ve Lühût deyimleriyle ilgili olarak Ib ılu'l-Ar abi<br />

ile Hallâc aras ındaki fark, ibnu'l- Ar a brnin Metafizik Nazariyesi ile ilgili bölümde<br />

açıklanmıştır.<br />

75


Peygamberler, için, özellikle Kur'an'da Hz. İsa212 için oldukça garip<br />

bir şekilde kullan ılan "kelimeler" denmesinin sebebi şunlardan biri olabilir:<br />

I. İslam yazarlar ın ın bu terimi Iskenderiye Yeni- E fl at uncul ar ı n d an<br />

ve Yahudi filozoflar ından almış olmalar ı büyük bir ihtimal dahilindedir.<br />

II.<br />

Sebep belirten "ol" (kun) kelimesinin "müsebbeb" (sebep olunan<br />

şeyler-yaratıklar) yerine kullan ılmasından do ğan bir durumdur; ba şka deyi ş -<br />

le bu Arap Nahivcilerinin isticmül es—sebeb mekân el-müsebbeb dedikleri haldir.<br />

III.<br />

K a ş âni'nin de Fusüs Şerhinde telkin etti ği üzere yarat ıkların Külli<br />

Zat'a (Rahmân' ın Nefesi) nispeti, konu şulan sözlerin insan nefesine nispetinin<br />

aynıdır.213 Nas ıl konuşulan "kelimeler" saretlerinin, yani anlamlar ının<br />

ötesinde ve üstünde bir şeye i şaret ederlerse, ayn ı şekilde kelimeler de kendi<br />

saretlerinirı, ba şka deyi şle kendi gizli Hakikatlarm ın (Muhammed'in Hakikati<br />

ya da Hakikatlar ın Hakikati veya Allah) üstünde ve ötesinde bir şeyi gösterirler.<br />

Fakat daha önce de i şaret etti ğim gibi, birinci ihtimal en kabul edileni<br />

gibi görünmektedir.<br />

Bu kelimeler ya da "Allah' ın sözleri" (Verba Dei), hepsi bütün akli varlıklar<br />

vas ıtas ıyla hareket eden ve ibnu'l-Arabi'nin Ruh ya da Muhammed'<br />

in Hakikati ile ayn ı saydığı, bir Külli İlke'de birle şirler. Bu, bütün vahiy ve<br />

ilhamlardaki etkin ilkedir. İlahi bilgi, onunla, bütün Peygamber ve Velilere,<br />

hatta Muhammed'in kendisine nakledilir. Cevâmic el-kelim sadece Hz. Muhammed'in<br />

Ruh'una verilmi ştir 214. "Adem su ile balç ık aras ında bir şey iken Muhammed<br />

bir Peygamberdi"2 ı 5 .<br />

ve Velilerde tezâhür etmi ştir.<br />

Onun ruhu Adem'den beri bütün Peygamber<br />

212. "Muhakkak ki, Meryem o ğlu isâ Mesih ancak Allah' ın Resulü (elçisi), Meryem'e gönderdiği<br />

Kelâmı (sözü) ve O'ndan bir Ruh'tur", Kur., IV, 169. Bu ayette biz, HristiyanKelâm<br />

öğretisinin ilk esaslar ına sahip oluyoruz. İsâ, Kelâm ve ruhla ayn ı sayılmıştır. Yine görüyoruz<br />

ki, Kur'an, her hangi bir ruba da Allah' ın "kelimesi" demektedir, ve her şey Allah'<br />

ın bir kelimesidir. Rüh, "Emr alemi" ne (âlem el—emr ), enır=o1,----kelâm'a aittir. Bak.,<br />

Kur., XVIII, 109 ve XVII, 87; kar şı., Futhhât, IV, s. 253, I. 7 a şağıdan.<br />

213. Kâ şâni, Fushs Şerhi, s. 275.<br />

214. Kelim sözü "kelimeler" ya da "logoi" anlam ına al ındığı takdirde, Allah' ın sözleri veya en<br />

kapsamlı "kelimeler" ya da kelimelerin birli ği. Fakat kelim ayn ı zamanda ilâhi Bilincin<br />

muhtevalar ı, Ilahi Isimlerin bağlı olduğu nesneler, ya da ilâhi isimler anlam ına da al ınabilir.<br />

Bak., Fushs, s. 429; türk. çev., s. 309. Kar., Futültiit, I, ss. 109-110. Burada I bnu'l-Ar abi,<br />

Cevâmi. el-Kelim'in a) ilahi Zât, b) Görülen Alem, ve c) bunlar aras ındaki münasebet olduğunu<br />

söylüyor. Kar., Futhhât, II, s. 756. Muhammed'in, bütün bat ıni bilginin kayna ğı oldu ğu<br />

hakkında ilınul-Arabrnin söyledikleri için bak., Fushs, ss. 9, 51, 54, 60 v.b., v.b.; türk.<br />

çev., ss. 3, 27, 30, 33... Kutb'un tasviri için kar., Futhhât, I, s. 196, 1. 15 a şağmdan.<br />

215. Bu, sülilerce, bir riih olarak Muhammed'in öncesizli ği ve ezelili ğinin bir kanıtı sayılan bir<br />

hadistir. Gazali bu görü şü reddederek, hadisi şu şekilde anlamland ırır• Muhammed ezelden<br />

bir peygamber olarak tayin ya da takdir edilmi ştir. İ bnu'l-Arabî ise, kozmik bir ilke<br />

olarak Muhammed'in, yani Muhammed'in Ruhunun ezelili ğine inanır. Bak., Fushs, s. 54;<br />

türk. çev., s. 30 Kar., Futlihât, I, s. 174.<br />

76


Çe şitli Peygamber ve Velilerin (ibnu'l-Arabi'nin hikmet dedi ği) bilgilerini<br />

"Mühür"ün (Hz. Muhammed'in) Ruh'undan nas ıl ç ıkard ıklar ını ve onlardan<br />

her birinin etkisi alt ında bulundukları belli bir ilahi İsimle belirlenmi ş<br />

bir bilgiye nas ıl sahip olduklar ını göstermek Fustis el-Hikem'inde Ib nu'l- Ar a-<br />

bi'nin ana hedeflerinden biridirm 6 . Yalnız Hz. Muhammed bütün ilahi isimlerin<br />

ya da bütün di ğer Isimleri kapsam ına alan "Allah" isminin etkisi alt ındad<br />

ır.<br />

"Müslüman bir Veli", devam ediyor İ b nu'l- Ar abi, "bilgisini İsa ya da<br />

Musa gibi bir Peygamberden tevârüs etti ği zaman bile, bunu Hz. Muhammed'-<br />

in ruhu ya da "niir" u vas ıtas ıyla yapar" 217. Bu, ibnu'l-Arabi'ye göre,<br />

İslam "Peygamberli ğe" benzedi ği bir noktad ır; şu anlamda ki,<br />

hem İslam Velileri hem de Peygamberler ayn ı bilgi pınar ından içerler 218.<br />

Hz. Muhammed varl ıktaki tek ve e şsiz varlıkt ır: onun ferdiyeti de buradan<br />

gelir. Onun üstünde Mutlak Zat'dan ba şka hiç bir şey yoktur. Onu<br />

İlk Akıl ya da Hakikatlar ın Hakikati ile aynı saymak saretiyle İ b nu'l- Ar abi,<br />

ona, Ezeli ile zamanda olan, Zorunlu ile mümkün, Gerçekle Görülen, Etkin'le<br />

edilgin v.b. aras ında bir ba ğ te şkil eden Uliihiyet ile Görülen Mem aras ındaki<br />

berzah ad ını verir2'9.<br />

Bu şekilde açıklanan Hz. Muhammed'in Hakikati (ya da Ruh'u) külli<br />

Kelâm' ın baz ı yönlerini ifâde etti ğinden dolayı a şağıdaki hususiyetlere sahiptir:<br />

1. O, Allah'da ikâmet eden aç ıklayıcı -kendisine sahip olan herkese bütün<br />

ilâhi bilginin nakledicisi, hatta bütün kutuplar ın kutbu (yani Hz.<br />

Muhammed'in kendisi) ,dirzzo. Bu görü ş devamlı olarak çe şitli şekillerde tecessüm<br />

eden ismâ'ili ı Masum İmam öğretisine hayret verici bir benzerlik göstermektedir.<br />

Fakat ismâcilikrin. tersine Ibnu'l-Arabi, gizli İmam ya da<br />

Kutbun (Muhammed'in Hakikati) masum oldu ğunu kabul etmekle birlikte,<br />

"harici İmam"ın masumluğuna inanmaz221.<br />

216. Sadece peygamber ve veliler de ğil, her akıllı varlik da, Ibnu'l-Arabrye göre, ilöld<br />

Isimlerden biri ya da di ğerinin etkisi altında olup, her birinin bilgisi belirli bir İsimle tayin<br />

edilmiştir. Bak., Futâhât, I, s. 279, I. 14 a şağıdan.<br />

217. İlmu'l-Arabi, Risâlet fikeyfiyyet ilâ Rabb el-izze, Elyazması 657', var., 8-9.<br />

218. Ibnu'l-Arabi şu hadisi nakleder: "Vmmetimin hakimleri İsrail okullarını:1 peygamberleri<br />

gibidir".<br />

219. Bak., Fusi"Ls, s. 310; Türkçe çeviride yeri tespit edilemedi.<br />

220. Muhammed'in Ruhunun tezâhürleri hakk ında bak., Futiihât, I, s. 196.<br />

221. Fuldıllât, III, s. 183, 1, 1 vd..<br />

77


2. Bir kozmolojik İlke olarak ona ( bnu'l Arabi'nin anlad ığı manada)<br />

tüm yarat ışın "sebeb"i olarak bak ılır O, (Rülı el-Kuds) 222 ve Allah' ın<br />

yarat ıcı faaliyeti (el-Hakk el-Mahlisıku bihi) 223 ile ayn ı sayılır. Bu, Wordsw<br />

ort h'ün yıldızları yörüngelerinde tutan "Ödev" i, bir çe şit iç ahengine benzeyen<br />

bir şeydir. Alemin koruyucu ve idare edici İlke'sidir: Bütün varl ıklardaki<br />

hayat veren İlke'dir.224<br />

d) Ibrıu'l-Arabi'nin Kutup (ya da Hz. Muhammed'in Hakikati)<br />

Nazariyesinin Genel Metazifik Ö ğretisiyle olan<br />

Münasebeti<br />

Bir Kozmik İlke olarak Kutbun kesin durumu, hem Allah'a hem de Peygamber<br />

ve Veliler düzenin olan nispeti, İbnu'l-Arabi tarafından daha<br />

önce i şaret edilen tenzih et-tevhid (Allah' ın birliğinin mutlak a şk ınlığı)<br />

"makam" ıyla ilgili olarak pek güzel bir şekilde izah edilmi ştir. Bu konuda<br />

İ bnu'l-Arabrnin kendi sözlerini serbest bir tercüme ile sunmaktan daha<br />

iyi bir şey yap ılamaz. "Her ne kadar", diyor ibnu'l- Ar abi, "bu safi makam<br />

(menzilet tenzih et-tevitid) Mutlak birlik'in ve Allah' ın aşkın oluşunun sezgi<br />

ile kavranmas ından ibaret olsa da, ayd ınlanma fiilinde (yani Sûfrnin kalbinde)<br />

doğan bilgi somut bir şey şeklinde verilmi ştir. Bu, bir çatuun, üzerinde yay ıldığı<br />

5 sütûna dayal ı bir ev gibidir. Ev, kendisine ula şmayı imkansız k ılan<br />

kapısız duvarlarla çevrilidir. Evin d ışında, bununla birlikte, d ış duvara<br />

bitişik bir sütûn vard ır. Ayd ınlannuş safiler, Müslümanlar ın Hacer el-<br />

Esved'e dokunup onu öptükleri gibi, bu sütuna dokunup onu öperler 225 .<br />

222 Ibnu'l-Arabi, Muhammed'in Ruhunu şu Kur'an âyetinde sözü edilen Ruhla ayn ı sayar:<br />

"Muhakkak ki, Meryem o ğlu İsa Mesih Allah' ın elçisi, Meryem'e gönderilen Kelân ı'l ve<br />

O'ndan gelen bir ruhtur" Kur , IV, 169 Ib ılu'l-Arabi diyor ki, Muhammed Mulki idi ve Meryem'e<br />

gönderilen ruh da ona aitti. Bak., Futithât, I, s. 109, 1. 14. Ibnu'l-Arabl şunları<br />

ilave ediyor: "O (Muhammed) do ğrudan do ğruya ya da dolayl ı olarak bütün âleme ait<br />

kelimelerin koruyucusu (mulki) dur." Bak., Futhhat, I, ss. 109, 121 ve III, s. 580.<br />

Burada Muhammed = Yüce Kalem Kar., Fudıhât, III, s. 101, 1. 12 a şağıdan.<br />

223. Ibnu'l-Ar abi bu terimi İ bn B arr a can'dan alm ış olsa gerektir. Bak., Futdhât, II,<br />

s. 79. Ibnu'l-Ar abi, ayn ı zamanda Tusterrnin el—Adl sözünü el—Hakk el—Mahlük bihi<br />

ile aynı anlamda kullandığım söylüyor.<br />

224, Futtihtit, I, s. 99, 1. 10.<br />

225. Kutb'a ya da her hangi bir kutba (Kutb'un her hangi bir tezahürüne) Hacer-i Esved ad ının<br />

verilmesi Ilınu'l-Arabrde n daha öncedir. Mesela, Ebû Medyen Ol. 594 / 1197)'e, bir<br />

defasında (takdis için) halk ın kendisine dokunması ve kendisini öpmesi hakkında, bunun<br />

kendisi üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmad ığı sorulmuş; o da, "Hacer-i Esved,<br />

halkın ona dokunmas ı ve onu öpmesinin etkisini hisseder mi Hacer- i Esved benim"<br />

cevabım vermiştir.<br />

Bu sembolik temsil, Ibnu'l-Arabrnin de i şaret ettiği üzere, İ bn Meserre'den al ınmıştır<br />

(bak., Futhhât, II, s. 767; kar., A. Palacios, Abenmasarra y su Escuela, s. 69). P alacio<br />

s, hiçbir geçerli nedene dayanmaks ızm, bu sembolizmde ifade edilen bütün nazariyeyi,<br />

Ibnu'l-Arabrnin bu sembolizmle ilgili olarak İ bn Meserre'dan söz etmesi d ışında hiçbir<br />

delil olmaksızın, İ bn Meserre'ya atfeder. Bu sembolizm ba şka, ılınu'l-Arabrnin ona giydirdiği<br />

yorum başkadır. I bnu'l-Ar abi daha ba şka bir çok sembolizmi sailerden ve<br />

filozofzoflardan alm ış ve onları kendi sisteminin ışığında yorunılamıştır.<br />

78


Sütfin yaln ızca bu stifi makamda de ğil, bütün makamlarda da görülür ve dokunulur.<br />

O, bu "makamlarda" safiye aç ılan bilginin bir yorumcusu durumundad<br />

ır. Aç ık bir dili vard ır. Stifiler bu makamlardan (menazil) bir kısmına<br />

girme vas ıtalar ından yoksundurlar. Dolay ıs ıyla onlar sadece (bu makamlar<br />

hakkındaki) bilgilerini bu d ışar ıdaki sütunlardan al ırlar ve kendilerine söylenilen<br />

şeyi doğru kabul ederler; çünkü Süfilerin ke şf aleminde onun söyledi ği<br />

her şeyde masum olduğuna dair delilleri vard ır"22 6<br />

Böylece ibnu'l-Arabi, makamlar ı ve onun arac ılığı ile hareket eden<br />

İlke'yi yukar ıda aç ıklanan sembolik tarzda izah eder. Öyle görünüyor ki, bir<br />

bütün olarak kavranamayan ve nakledilemeyen yap ının, Hakikat'in bütünü<br />

için bir sembol oldu ğuna hiç şüphe yoktur: Onun d ış kısımlar ı dış alemi, iç<br />

kısımları ise rühani alemi temsil eder. Yap ının dışını içine bağlıyan d ış sütün<br />

külli Kelam -Kutup ya da Muhammed'in Ruh'u- Süfilerle Rühani Mem aras<br />

ındaki (yani İlahi ile İnsani aras ındaki) aç ık dilli "yorumcu" dur. Fakat<br />

iıe Allah'dan ne de âlemden ayr ıd ır.<br />

e) Kelâm' ın Üçüncü Ciheti: Yetkin İ nsan olarak Kelâm<br />

ibnu'l-Arabi yetkin sözünü benzeri olmayan bir anlamda kullan ır.<br />

Yetkinlikten müspet varh ğa sahip olmayı anlar. Bu durumuyla o, baz ı ahlaki<br />

ya da ba şka türden eksiklikleri pek Mâ içine alabilir. Bir şey, sahip oldu ğu<br />

müspet varhk derecesine nispetle - ya da ibnu'l-Arabi'nin kendi deyi şiyle,<br />

ortaya koydu ğu veya ortaya koymak gücünde oldu ğu ilahi Sıfatlar ın sayısına<br />

nispetle-yetkindir. En yetkin varl ık Allah, ve Allah' ın en yetkin tezahürü<br />

de Yetkin İnsan'd ır ki, bu terimi bu özel anlamda ilk kez kullanan ibnu'l-<br />

Arab i'dir.<br />

ibnu'l-Ar abrnin Kelâm ö ğretisini, onun Yetkin İnsan görü şünü dikkate<br />

almadan ele alan hiç bir ara şt ırma tam de ğildir. Çünkü bu, onun Kelâmımn<br />

ameli cihetini, ba şka deyi şle onun insanla olan münasebet ve İnsan'da<br />

tezâhürünü aç ıklar. Böylece onun Kelâm nazariyesi, bütünüyle takdim edildiği<br />

takdirde, a şağıdaki unsurlar ı ihtiva etmektedir:<br />

I. Hakikatlar ın Hakikati. olarak Kelâm : Metafizik cihet;<br />

II.<br />

III.<br />

Muhammed'in Hakikati olarak Kelâm: Safi cihet; ve<br />

Yetkin İnsan olarak Kelâm: İnsani cihet.<br />

St o alilar ve Philo 227 gibi, ibnu'l-Arabi de, kuvve halinde zuhür etmemiş<br />

Akıl —Logos Endiathetos— ile zuhür etmi ş Ak ıl —Logos Prophorikos- ara-<br />

226. Bak., Futâlitit, II, s. 767, 1. 11.<br />

227. İ bnu '1- Ar abrnin Kelâm nazariyesi ile (Kelâm'in üzerinde durdu ğumuz ciheti ile)<br />

Philo ve Stoahlarınki aras ındaki benzerlik o derecede belirgindir ki, İ bnu'l-A r a brnin<br />

şu veya bu şekilde onlardan etkilendi ğinde hiçbir şüphemiz olamaz.<br />

79


s ında bir ayırım yapar ki, bunlar ı cümledeki s ıras ına göre Hakikatlar ın Hakikati<br />

(ayn ı şekilde Muhammed'in Hakikati ya da Kutup)'la ve Yetkin Insanla<br />

aynı sayar. Her şeyde içkili olan ve buraya kadar Hakikatlar ın Hakikat]. ve<br />

Muhammed'in Hakikati ile ayn ı sayılan ilahi Bilinç ya da daha ziyade Alt-<br />

Şuuru meydana getiren külli Ak ıl Ilkesi, her varl ıkta e şit derecede bulunmaz.<br />

İnsan bu ilkenin kendisinde öylesine yüksek bir dereceden tezâhür etti ği tek<br />

varlıktır ki, Halife (Allah' ın halifesi), Sûret (Allah' ın sûreti) 228 ve Küçük<br />

Allem (el-Kevn el-Camic ) 229 ya da Allah'ın bütün S ıfat ve yetkinlilderini<br />

yansıtan Ayna — hatta Allah' ın Kendisi denmeye lay ıktır. İ bnu'l -Ar a bi<br />

bütün bunlar ı pek cesur bir şekilde şu metinde ortaya koyuyor; a) "Yaln ızca<br />

iki varlık haklı olarak kendilerine Allah derler: <strong>Kitaplar</strong> ında Kendisine Allah<br />

diyen Allah' ın Kendisi, ve Bayezid gibi Yetkin İnsan (el-abd el-ktımil)" 2";<br />

ve b) Allah, yücelik O'na aittir, say ılamaz derecede çok güzel İsimlerine nazaran<br />

onlar ın acyamm, (ya da isterseniz, Kendi cayn ım diyebilirsinir), kendisine<br />

varlığın bütün cihetleri verilmi ş olduğu için "yaratmanın bütün maddesini<br />

ihtiva eden ve bununla Allah' ın s ırrımn yine Kendisine aç ıldığı külli bir<br />

varl ıkta görmeyi diledi; çünkü kendisiyle kendisini gören bir şeyin ru'yeti,<br />

kendisini bir ayna yerini tutan bir ba şka şeyde gören şeyin ru'yeti ile ayn ı<br />

değildir..." Idem bu aynan ın cilasının "aynı" ve bu sûretin ruhu, yani Insandır.<br />

Ve onda Allah tezâhür etmi ştir. Melekler ise bu "suret" in, yani Silfilerin<br />

"Büyük İnsan" (el- İnsan el-Kebir ) dedikleri âlemin "güçler" inden<br />

b azdar ıdır 231.<br />

228. Müslümanlar uygulamada, "Allah Adem'i kendi sûretinde yaratt ı' şeklindeki eski Yahudi<br />

geleneğini Muhammed'e atfetmekte müttefiktirler. Bak., Fusits, s. 322; türk. çev., s. 220.<br />

229. Bak., Fusüs, ss. 13, 19 v.b., v.b.; türk. çev., ss. 6, 8.<br />

230. Bak., Futühât, IV, s. 13, 1. 4 aşağıdan.<br />

231. Fusiis, ss. 12-16; türk. çev., ss. 7-9. I bnu'l-Ar ab i'nin nazariyesinin bu bölümü, kendi<br />

nevinde Hallâc' ınkine benzemektedir. I bnu'l-Ara bi, daha önce de aç ıklandığı üzere,<br />

Lâhût ve Nüstit'u ayn ı sayarken ve onlar ı sadece cihetler olarak görürken, ö ğretmeni H allâc'dan<br />

da ileri giderse de, onun Lâhût ve Nüsüt ö ğretisinden bir kere daha yararlan ır.<br />

H allâ c, kesinlikle Hristiyan hulul ö ğretisinden etkilenmi ştir. b nu '1- Ar a bi ise, H allâ c'm<br />

terminolojisini kullanmakla birlikte, H ana c' ın öğretisini kendi vandet-i vucild sistemine<br />

tahvil eder ve onun içinde eritir. Adem'in, "Allah' ın sureti" olduğu şeklindeki Yahudi geleneğin<br />

felsefi anlam ını Ibnu'l-Arabi'ye ö ğreten Ha llâ c'd ı. "Allah ezeliyete", diyor<br />

H allâc, "her şeyden önce bakt ı, Kendi ihti şamımn asluu tasavvur etti ve sonra da Kendi<br />

yüce Sevinç ve Sevgisini, onlarla konu şmak gayesiyle, Kendi d ışında tasarlad ı. 0, aynı<br />

zamanda, bütün S ıfatları ve İsimleri ile birlikte, kendisinin bir suretini yaratt ı. Bu sûret,<br />

Allah'm yüceltip şereflendirdiği Adem, yani Huva Huva idi. Yücelik, içersinde Kendi<br />

Lühût'unun parlak ışığı (nuru) bulunan Nasütunu ortaya koyan Allah'md ır. Sonra 0, yiyen<br />

ve içen Kendi süretindeki yarat ıklarma göründü". (Bak., Tevasin, s. 130).<br />

H allâ c'm bu dikkate de ğer nazariyesi hemen hemen il ınu'l-Arabi'ninki ile aynıdır.<br />

H all â c'm Huva Huva's ı b nu'l-Ar abrnin İnsan el—Kümil'ine ilk örnek olan dü şün<br />

cedir; aralarmdaki tek fark, H all â c' ın dualist olu şu ve İ bnu'l—Arabi'nin ise vandet—i<br />

vudideu monist oluşudur. Hallâ c'm ortaya att ığı ikilik, onun şu ünlü şiirinde pek iyi<br />

bir şekilde görülür:<br />

Ben sevdi ğim 0: sevdiğim 0 ise benim;<br />

Biz bir bedende ikamet eden iki ruhuz.<br />

Beni görürsen O'nu görürsün,<br />

O'nu görürsen, her ikimizi görürsün."<br />

80


ibnu'l-Arabrnin alemde tezahür eden her şeyi kendisinde özetleyen Yetkin<br />

Insandan anlad ığı da budur. O, "âlemin ruhu —sebebi, felekler (gök küreleri),<br />

makamlar ı, hareketleri v.b. dir".<br />

Büyük Varl ık' ın ((demin) ruhu<br />

Bu küçük varl ık ( İnsan Tdır.<br />

Onsuz Allah demezdi,<br />

En Büyük ve Kudretli Ben'im.<br />

Benim mümkün bir varl ık olu şum,<br />

Veya benim "yok olu şum" yahut da yeniden dirili şim<br />

Seni perdelemesin.<br />

Beni tetkik edersen (görürsün ki)<br />

Ben büyü ğüm ve her şeyi ku şatan.<br />

Benim zât ımla teztihür eder<br />

Ezeli ve zamanda o/an232.<br />

Bu, hayvâni insan (el-insan el-hayavâni) de ğil, İ b nu'l - Ar a brnin kullandığı<br />

kesin anlamda "ak ıllı" insan, Yetkin insand ır. Bu, bütün Peygamber ve<br />

Velilerin, ya da kelimenin tam anlam ıyla "Ariflerin", kapsam ına girdiği sınıft<br />

ır.<br />

Her şey, gücü nisbetinde, külli Akli İlke'yi ortaya koyar233. Canl ı olmayan<br />

varl ıklar bile, İ b n u'l - Ar a brnin akli ad ın ı verece ği kendi iç kanunlar ına<br />

uyduklar ı müddetçe, bu gizli aklîli ği gösterirler. Yarat ışın tamam ı, en aşağı<br />

madenden tek ve e şsiz mahiyeti dolayısıyla yücelen en yüksek insan türü<br />

(Yetkin İnsanJ'a kadar, akli bir yap ıdır. " İnsanın", diyor ib nu'l- Ar abi,<br />

" şerefini ve âlemdeki yerini ancak Allah' ı mükemmel bir şekilde zikretmesini<br />

bilenler bilir"2 34. O, Allah' ı mutlak olarak "bilme" imkan ı, kudreti dahilinde<br />

olalı tek yarat ıkt ır. Gerçekten de onun arac ılığı iledir ki, Allah Kendisini bilir;<br />

çünkü o, Allah' ın tezahür halindeki bilincidir. Diğer yarat ıklar ise, Allah' ın<br />

mahiyeti hakkında, kendileri hakkında bildikleri kadar ını bilirler; çünkü görülen<br />

nesneler O'nun S ıfatlar ından ba şka bir şey de ğildir. Onlar ın bilgisi kendisinde<br />

Allah' ın bütün s ıfatlar ını bir araya getiren İnsanınkine kıyasla eksik<br />

ve yetersizdir. Meleklerin Allah hakk ındaki bilgisi bile eksiktir. Onlar Allah' ı<br />

Görülen Alemle hiç bir ili şkisi olmayan a şkın bir Hakikat olarak bilirler. Sadece<br />

İnsan, Allah'ı hem Hak olarak hem de Halk olarak bilir; çünkü o, kendisi<br />

(Yetkin İnsan) Hak ve Halk235, iç .ve d ış (Idam ve ziihir) 23 6 , ezeli ve zaman-<br />

232. Furûlait, I, s. 152.<br />

233. Fusıls, s. 34; türk. çev., s. 17.<br />

234. Ayn ı eser, s. 325; türk. çev., s. 223.<br />

235. Fust-ıs, s. 36; türk. çev., s. 18.<br />

236. Ayn ı eser, s. 31; türk. çev., s. 15.<br />

81


l ıdır2". Yetkin İnsanın kalbi külli Kelâm' ın (Hakikatların Hakikat ı, Muhammed'in<br />

Hakikat ı, v.b.) tezâhür yeridir, ve sadece onda bu Kelâm'm faaliyetleri<br />

en tam ifadelerini bulur. Yetkin İnsan Hakikatla do ğrudan irtibat<br />

halindedir ve onunla külli ve cüz'inin asil birli ği gerçekle şir.<br />

Şimdi şu soru ortaya ç ıkıyor: Yetkin İnsanın yetkinli ği gerçekte neden<br />

ibarettir. İ b nu'l- Ar abi de bu konuda, kendisini pek yak ından izleyen Oh ile<br />

birlikte, iki ayr ı meseleyi birbirine kar ıştırmış görünmektedir: Bunlar meselenin<br />

felsefi ve safi yönlerini te şkil eder23 . Burada Insan ın ( İnsanlık), Allah' ın<br />

bütün s ıfatlar ının en yetkin tecessümü oldu ğu ve sadece Yetkin Insanda ve<br />

Yetkin Insanla Allah' ın bütün yetkinliklerinin tecelli etti ği metafizik nazariye<br />

ile Yetkin İnsan kategorisine giren belirli bir s ınıf insanın baz ı safi şartlar<br />

altında Bir Hakikatla kendi zöti birli ğini idrak etti ği ve bu idrak vas ıtas ıyla<br />

onların kendileri ve Allah hakk ındaki bilgilerinin mükemmelle ştiği şeklindeki<br />

safi nazariye birle ştirilmiştir. Hal böyle olunca, Yetkin İnsan, varl ığında mı<br />

yoksa bilgisinde mi yoksa her ikisinde birden mi yetkindir. İ bnu '1- Ar abi'nin<br />

de dedi ği gibi, "ilahi birliği (el-ce ın'iyye el-iMhiyye), yani Ilahi Mertebe (elcentib<br />

el-iltıhi,) 'ye ait olan bütün s ıfatlar ı ve Hakikatlar ın Hakikat ı ile Tabiat<br />

Âlemini" ortaya koydu ğu için mi yetkindir 239 Ba şka deyi şle, Yetkin İnsana<br />

bu ad Allah' ın yetkin bir tezâhürü oldu ğu için mi yoksa kendi safi tecrübesi<br />

s ıras ında Allah ile zati birli ğinin önemini idrak etti ğinden dolay ı mı<br />

verilmi ştir ibnu'l- Ar abi, muhakkak ki, her ikisini de kasteder, fakat bu<br />

iki mesele aras ındaki ayırımı (farkl ı) aç ıklamaz. Yetkin bir insan, onun nazariyesine<br />

göre, Allah ile kendi adi birli ğini idrak etmedikçe yetkin de ğildir.<br />

İşte bu, herhangi bir insam 240 Yetkin bir İnsan'dan ay ır ır. Herkes bu anlamda<br />

sadece kuvve halinde bir küçük âlemdir. Yetkin İnsan ise fiil halinde bir<br />

küçük aleradir, çünkü Allah' ın bütün s ıfatlar ını ve yetkinliklerini fiili olarak<br />

ortaya koyar, ve bu ortaya koyma, o ılun zati birliği tamam ıyla gerçekle<br />

şmeden, eksik kal ır Böylece şu sonuca vard ır ki, her Yetkin insan' ın,<br />

ibnu'l- Ar abrnin anlad ığı manada, bir safi olmas ı gerekir; çünkü sadece<br />

safilikte böyle bir idrake ula şılır.<br />

237. Ayn ı eser, s. 19; türk. çev., s. 8. " İnsan, Allah' ın Zat' ı olan kendi zat ına nazaran, hak (gerçek),<br />

ezdi ve iç'tir, fakat Allah' ın zat ın ın tezâhür etti ği saretine nazaran, görülen, zamanl ı<br />

ve dıştır".<br />

238. Kar., Prof. R.A. Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, Cambridge 1921, s. 85.<br />

239. Fusrıs, s. 17; türk. çev., s. 7. Kar., Futiddıt, II, s. 88. Burada ibnu'l-Arabi şu soruyu<br />

soruyor: "İdem'in ( İnsanın) hususiyeti nedir" Ve cevap veriyor: "ilahi Hazret, ya da<br />

istersen bütün ilahi Isimler diyebilirsin".<br />

240. İ bnu'l-Ar abi, ço ğunlukla "insan" terimini belirsiz bir şekilde kullanarak, ondan Yetkin<br />

Insan ı anlarsa da, iki terimi birbiri yerine kullanmas ı karışıklığa sebep olur.<br />

82


f) Küçük Alem olarak Yetkin İ nsan<br />

Daha önce de gördük ki, ibnu'l-Arabi Yetkin İnsan'a Hakikat' ın iç<br />

ve d ış yönleri ad ını vermektedir. Bu, onun Küçük Alent'den ne kastetti ğini<br />

özetler. Yetkin İnsan, Hakikat' ın (yani Allah ile Alem'in) küçü]tümü ş bir<br />

suretidir. Ibnu'l- Arabi Yetkin İnsan' ın, bir küçük Mem olarak, kendisinde<br />

ayr ı ayrı tezâhür eden ya da hem rid ıâni hem de maddi alemlerde tezâhür<br />

edebilen her şeyi ne şekilde birle ştirdiğini aç ıklamak için çaba harcamaktad ır.<br />

Onun Küçük Mende Büyük Mem aras ında i şaret etti ği benzer noktalar ın<br />

örnekleri şunlard ır. Yetkili İnsan' ın zat ı, İlahi Zat' ın bir halidir. Onun ruhu,<br />

Külli Ruh'un bir halidir. Onun cismi, Külli Cismin (el-Ar ş) bir halidir. Onun<br />

bilgisi, İlahi bilginin bir kopyas ı ya da yans ımas ıdır. Yetkin İnsanın kalbi,<br />

Kabe'n.in (el—Veyt el-Macm,fir) Gökteki Örne ğine tekâbül eder. Onun ruhi<br />

melekeleri Meleklere, belle ği (hafızasL) Satürn'e, anlay ışı Jüpiter'e, Akl ı Güne<br />

ş'e v.b., v.b., kar şılıkt ır241.<br />

Yetkin Insanda tezâhür eden Külli Kelâm gibi, Yetkin İnsana da ibn.u'<br />

1-Arabi tarafından berzah ad ı verilir. Bu, Allah ile âlem, İlahi ile İnsani<br />

aras ındaki bir "şey" anlamında de ğil, her ikisini mükemmel bir şekilde birle ş -<br />

tiren ve ortaya koyan tek yarat ık anlamındad ır.<br />

g) Alemin Sebebi olarak Yetkin İ nsan<br />

Vandet-i Vucadeu Ibnu'l-Arabi, yarat ışın s ırrım, onun, Bir'in zat ına<br />

ait bilinme ve tezâhür etme242 a şkından geldiğini ve Allah'ın, Görülen Alemin<br />

saretlerinde tecelli etti ğini söyliyerek aç ıklar. Kendisinde ve Kendisiyle<br />

Kendisine bilinmek üzere sûretlerde ve her şeyin üstünde şeylerde tezâhür eden<br />

Bir'in bu ezdi Kendi güzellik ve yetkinliklerini seyretme a şkı, diyor ibnul-<br />

Arabi, en tam tahakkukunu O'nun tek bilicisi olan ve S ıfatlar ını mükemmel<br />

olarak ortaya koyan Yetkin İnsan'da bulmu ştur. Yetkin İnsan O'nu "bütün<br />

şüphelerin ötesinde" bilir, daha do ğrusu O'nu nefsinin iç "gözü" ile idrak<br />

eder. "Onun Allah'a nispeti ne ise, gözbebe ğinin (bedeni) göze nispeti de odur..<br />

ve onunla Allah yarat ıklarını seyreder ve onlara rahmet gönderir, yani (onlar<br />

ı yarat ır)" 243 . Bu anlamdad ır ki, Ibnu'l-Ar abi, Yetkin İnsana yarat ışın<br />

241. Bak., ibnu'l-Arabi, et-Tedbirlit el- İlâhiyye, Kleinere Schriften.., s. 211. b nu'l- Ar abi<br />

ile, Büyük ılemle Küçük Mem aras ındaki münasebet hakk ında Ihytın es- S afâ'n ın söyledikleri<br />

aras ında dikkate de ğer bir benzerlik vard ır ki, bu, Ihvan es-S afâ'run<br />

Ar a bi üzerinde tesiri oldu ğu fikrini kuvvetle telkin etmektedir. Bak., mesela, Resâil Ihvan<br />

es-Safâ, III, ss. 25-27 vd..<br />

242. Sufiler Hz. Peygambere atfedilen şu hadisi nakletmekten ho şlamrlar: "Ben gizli bir hazine<br />

idim ve bilinmeyi şiddetle istedim, böylece yarat ıkları meydana getirdim ve beni onlarla<br />

bildiler".<br />

243. Fusûs , s. 19; türk. çev., s. 8.<br />

83


nedeni ad ını verir, çünkü yarat ışın hedefi yalnız Yetkin İnsanda gerçekle şir244.<br />

İnsan (Yetkin İnsan) olmasayd ı, yarat ış amaçs ız olacakt ı, çünkü Allah bilinmemiş<br />

olacakt ı : Böylece Yetkin İnsan sayesindedir ki, bütün yarat ış ortaya<br />

konmu ş, yani Allah hem alemde hem de Yetkin İnsanda tecelli etmi ştir.<br />

Böylece ibnu'l-Arabrnin görü şüne göre, İnsan ın şerefi mübala ğa<br />

edilemiyecek kadar yüksektir. İnsan, Allah' ın şimdiye kadar yaratt ığı en yüce<br />

ve en saygı-de ğer yarat ıktır. Korunmal ı ve şereflendirilmelidir, çünkü " İnsan'a<br />

ihtimam gösteren kimse Allah'a ihtimam göstermi ş olur"24 5. Yine<br />

ibnu'l-Arabi diyor ki: "Allah' ın, şeriat ın korunmas ı uğruna bile olsa, sonunda<br />

insan nefslerini yoketmesine ra ğmen, insan türünün muhafazas ımn dini<br />

bağhlıktan çok daha fazla gözetilmeye hakk ı vard ır" 24 6. "Allah insanı o<br />

derece yüceltmi ştir ki', ilave ediyor İ bnu'l- Ar abi, "en yüksekten en a şağıya<br />

kadar göklerde ve yerde olan her şeyi onun denetimi alt ına yerle ştirmi ştir" 247 .<br />

ib nu'l- Arabrnin dilinde bu, Yetkin İnsan'da bir araya gelmi ş olarak alemde<br />

var olan her şey demektir.<br />

ibnu'l- Ar abi insanı (Yetkin İnsan), biraz önce aç ıklanan anlamda,<br />

sadece âlemin yarat ılış sebebi saymaz, ayn ı zamanda âlemin koruyucusu ve<br />

muhafaza edicisi olarak da kabul eder. "Yetkin İnsan oldukça, Mem durumunu<br />

sürdürür". " Şimdiki âlemin haznesinden ayr ılınca ve ondan uzakla şınca Allah<br />

tarafından oraya yerle ştirilen şeylerin orada kalm ıyacağmı ve orada bulunan<br />

şeylerin ileri ç ıkarak her parçan ın bir diğeriyle bir olaca ğını ve bütün bunlar<br />

ın öteki 'Meme nakledilerek ebedi olarak mühür lenece ğini görmüyor<br />

musun"248 .<br />

Bu ilginç parça, Yetkin İnsan' ı yarat ılışın sebebi sayan ayn ı görü şün bir<br />

ba şka yönünü bize gösterir. E ğer "sebep" yok olursa, eser de muhakkak yok<br />

olur. Eğer Allah' ın, uğruna tecelli etti ği İnsan yok olacak olursa; ba şka deyi şle,<br />

e ğer art ık bilinmemek Allah' ın iradesi ise, Allah hemen herhangi bir şekilde<br />

tezahür etmeyi b ırakacak ve bütün âlem yok olacakt ır; çünkü İbnu'l-<br />

244. Allah'ın yaratış hedefinin gerçekle şmesi şu Kur'an âyetinde gösterilen "sorumluluk"tur:<br />

"Muhakkak ki biz, "sorumluluk"u göklere, yere ve da ğlara sunduk, fakat onlar bunu<br />

ta şımayı reddederek, kaçmd ılar; ancak insan bunu ta şıdı". Kur'an, XXXIII, 72; kar,<br />

Kleinere Schriften.., s. 134.<br />

245. Fusils, s. 324; türk. çev., s. 222.<br />

246. Fusiis, s. 323; türk. çev., s. 221. I bnu'l-Ar abi, bunun İslamda genel bir tutum oldu ğunu<br />

gösterme ğe çalışarak şu Kur'ân âyetini naklediyor: "ve e ğer bar ışa yönelirlerse, sen de ona<br />

yönel ve Allah'a tevekkül et". Kur., VIII, 61.<br />

247. Fusrts, s. 402; türk. çev., s. 282, Kur'ân'a at ıf. "Allah' ın göklerde ve yerde olan her şeyi<br />

buyru ğunuz alt ına verdi ğini görmedin mi" Kur., XXXI, 20. Kar., Kur., XIV, 37; XVI,<br />

12, 14; XXIX, 61.<br />

248. Fusits, s. 20; türk. çev., s. 8.<br />

84


Ar abr- nin görü şüne göre, âlem Bir Zat' ın süretlerinin çoklu ğu de ğildir de<br />

nedir "Ebedi olarak mühürlenecek olan öteki âlem" bu ilahi Zat'd ır. Ba şka<br />

deyişle Hakikat' ın D ış yönü ebediyyen yok olacak ve sadece İç yön kalacakt ır.<br />

Bu, Ib nu'l- Ar abrnin nazariyesinin mant ıki sonucudur, fakat yine<br />

de hazan. Yetkin İnsan'a bir ba şka anlamda, yani Yetkin insan'in bir kozmik<br />

ilke olarak alemi fiilen muhafaza etti ği, koruduğu ve denetledi ği anlamında,<br />

alemin muhafaza edicisi ve koruyucusu ad ını verir249. Sfifinin yarat ıcı faaliyeti<br />

hakkında söylenecek şey, burada da ayn ı şekilde söylenebilir. Fakat İbnu'l-<br />

Arabrnin bazan yapt ığı gibi, iki ayr ı şeyi, yani alemi muhafaza eden, koru<br />

yan ve ona hayat veren bir kozmik İlke olan Külli Kelâm (hakikatlar ın<br />

Hakikati ya da Hz. Muhammed'in Hakikati, yahut da No ıls, v.b., v.b.) ile<br />

bu İlke'nin somut tezâhürleri, yani "Yetkin İnsan" kategorisinde dahil olan<br />

insanlar s ınıfını birbirine kar ıştırmamal ıyız. Öyle görünüyor ki, Yetkin İnsan'a<br />

gerçek anlamda bütün alem;n koruyucu ve deneVcisi ad ını verdiğinde,<br />

bundan ya fena ad ı verilen safi tecrübede kendisini Nolisla ayn ı sayan<br />

Yetkin İnsan, Allah- İnsan, ya da Noüs (Hakikatlarm Hakikati), yani yarat<br />

ıcı ve akli İlke, daha ziyade ikincisi olarak Allah' ı anlar. Hal böyle ise<br />

"Yetkin İnsan" art ık bir insan ya da bir suret de ğil, külli İlke, Allah'ın Kendisidir.<br />

Onun yetkinliği, yetkin olan her şeyde tezâhür eder. "Madenlerin en<br />

yetkini olan", diyor ibnu'l- Ar ab "alt ın, en yetkin bitki olan şecer el-vakvâk<br />

(vakvak a ğacı) ve en yetkin hayvan olan İnsan, Yetkinliklerini ona (Yetkin<br />

İnsan'a) borçludur". "Yetkin İnsan, alemin hakikatlar ına ilahi hakikatlar ı<br />

ilave etmi ştir; bunlardan dolay ı Halifelik haklı olarak ona isnat edilir. O<br />

(Yetkin İnsan), her siirete üflemi ş ve kendinden bir ruh yaratm ışt ır; ve süret<br />

bununla hayat bulmu ştur" 2", v.b, v.b.. Aç ıkt ır ki, burada ib nu'l- Ar abi<br />

Yetkin Insandan insanı, peygamberi ya da veliyi anlamaz, daha ziyade<br />

onun demek istedi ği, Ruh el-Kuds ya da Hakikatlar ın Hakikati. veya<br />

Muhammed'in Hakikati yahut da Allah' ın Kendisidir. Bu durumuyla ibnu'l-Arabrnin<br />

böyle bir İlke'ye Yetkin İnsan demeye hakkı yoktur.<br />

11) ibnu'l-Arabi'nin Kelâm Ö ğretisinin Kayna ğı ve Genel<br />

Mülahazalar<br />

Bildiğim kadar ıyla ibnu'l- Ar abi, çe şitli kaynaklardan al ınan ve bir<br />

birlik haline getirilen ve islam ın İlk Kelkm ö ğretisi diyebilece ğimiz terkibi<br />

249. S iihre ve r di Mak Lal "daha yüce âlemden (yani insan nefsinden) ak ıp gelen nar, Kudret<br />

ve Bilginin hayat suyudur (el-iksir ) ve âlem ona boyun e ğer; çünkü ar ınmış nefislerde<br />

Allah' ın nurunun bir yans ıması temsil edilmi ş ve yarat ıcı bir ziya onlarda temerküz<br />

etmiştir" derken benzeri bir görü şü ifade eder..<br />

250. Bak. Futüheit, III, s. 571. 1. 11 vd..<br />

85


ve sistemli bir nazariye, ya da daha ziyâde bir nazariyeler gurubu ortaya atan<br />

ilk Müslümand ı. O, sadece böyle bir ö ğretiyi ortaya koyan ilk ki şi de ğil, zannedersem,<br />

ayn ı zamanda herhangi bir önemi haiz bir kelâm ö ğretisi meydana<br />

getiren son ki şiydi. Ondan sonra gelenlerin hepsi şu ya da bu şekilde onun<br />

düşüncelerini, hatta hazan kelime kelime tekrar etmi şlerdir.<br />

İ bn.u'l-Arabrnin felsefesinin di ğer bölümleri ile ilgili olarak bir kaç<br />

kez kendisine i şaret etti ğimiz Hallâc, burada ibnu'l-Arabrnin m.ür şidlerinden<br />

biri olarak ortaya ç ıkar. İ bnu'l-Arabrnin Kelâm ö ğretisini onun<br />

hazırladığı kesin bir şekilde görülmektedir. Hallâc, İslam Kelâm ı gibi bir şeye<br />

i şaret eden ve Hz. Muhammed'in ulahiyeti251 üzerinde ısrarla duran ve hattâ<br />

onun ebedi ve ezeliliğini ileri süren ilk Siifilerdendi. "Muhammed'in varl ığı",<br />

diyor Hallâc, "yokluktan bile öncedir; ad ı ise Kalem ad ından önce gelir.<br />

Cevherler ve arazlardan, önce ve sonramn (nispetler olarak) hakikatlar ından<br />

önce bilinmekte idi. Ne do ğulu ne de bat ılı olan bir "kabile"den gelir"252.<br />

H allâc'a göre, Hz. Muhammed sürekli olarak S'ûfilerin kalplerini yakan<br />

sönmeyen Nur'du. Bütün peygamber ve veliler "nurlar ım" (bilgilerini) ancak<br />

Peygamberlerin Nur'undan al ırlar. "Onun Nur'u Kaleminkinden daha parlak<br />

ve daha ezdi (akdam)'dir" 2 53<br />

Bu yönde daha sonra gelen büyük hareketi, H allâ c' ınkinden muhakkak<br />

ki daha felsefi olan "el-Mutest" nazariyesiyle el-Gazali ba şlatmışt ır.<br />

Gazalrden sonra ibrı u'l-Arabi sahnede görününceye kadar herhangi<br />

bir önemi haiz hiç bir şey yap ılmad ı. O, Hallâc' ın basit konusunu benimsiyerek<br />

metafizik bir Kelâm nazariyesi haline koydu ve kendi metafizik sistemi<br />

içinde ona bir yer ay ırdı. Onu takip eden C ili onun özel bir yönünü klasik şekliyle<br />

aslında İbnu'l- Arabrnin kendi nazariyesi olan Yetkin İnsan nazariyesinde<br />

geli ştirdi.<br />

tbnu'l-Arabrnin ba şkalarından ald ığı Kelâm doktrininde en az ından<br />

iki ayr ı unsur bulunmaktad ır: a) geni ş çapta St o al ılard an, Philo'dan ve ,<br />

Yeni- Efla tunculard an al ınan ve yine bu doktrinin metafizik ve insani<br />

cihetini geni ş çapta etkileyen Hellenistik unsur; b) ba şlıca Ismacililer<br />

ve Hallâc'a ait olan ve daha çok <strong>tasavvuf</strong>' yönü etkileyen İslami unsur.<br />

251. Bak., Tclsin es-Sirâc, Tevâsin, s. 9.<br />

252. Bak., Tevâsin, s. 12. Bu naklin son kısmı şu Kur'ân âyetinde sözü edilen Nûr'â i şâret eder:<br />

"Allah yerle göğün Nûrıulur". Kur., XXIV, 35. Hallâc Hz. Muhammed'i bu Nurla aym<br />

sayar.<br />

253. Tevâsin, ss. 11-12. Kalem= İlk Akıl. İ bnu'l- Arabi bunu Muhammed'in Hakikat ı ile bir<br />

görür.<br />

86


Hellenistik unsurun Hristiyan254 ve Yahudi dü şünürler tarafından geni ş<br />

ölçüde de ğiştirildikten ve hatta onun bu de ği şik şekli baz ı İslam filozoflar ı<br />

veya H all â c gibi Stıfilerin ellerinde daha fazla de ği şlikliğe tâbi tutulduktan<br />

sonra İ b nu'l- Ar a i'ye ula şmış olmas ı pek muhtemeldir. KWH Kelâm' ın<br />

bütün üretici ve yarat ıc ı faaliyetlerinde esash bir İlke olarak Teslis'e verilen<br />

a ğırlık bir Hristiyan damgas ı ta şımaktad ır. Fakat ibnu'l- Ar abi'yi etkileyen<br />

Hr ıstiyanh ğm kendisi de ğil, onun alt ında yatan felsefe idi. ib nu'l-<br />

Ar abrnin teslisi üç şahs ın (uknumun) değil, sadece göreli (nisbi) cihetlerin<br />

bir teslisidir. Muhammed'in Hakikati bile üç k ısımd ır: 255 Bu, mant ıki akılyürütmenin<br />

üç unsuru v.b. olsa gerektir. İ bnu'l-Arabî bu dü şünceyi pek<br />

cesur bir şekilde a şa ğıdaki gibi deyimlendirir: "Her ne kadar bir olsa da,<br />

benim. Sevgilim üçtür"25 6 .<br />

b u'l- Ar abrnin Kelâm doktrini ile Incil ve St.<br />

John'un ilk mektubunda ortaya kondu ğu şekliyle Hristiyan Kelâm doktrini<br />

aras ındaki bir ba şka dikkate de ğer benzerlik, Muhammed'in Hakikati ile<br />

İsa'nın (Kelâm) her iki doktrinde ele ahnma tarz ında aç ıkça gösterilmi ştir.<br />

İsa, Baba ile Mem aras ında bir arac ı, "zamana tâbi âlemin tezâhür etti ği zamans<br />

ız Hayat't ır... Kelâm, Baba'n ın şerefidir: onda ve onunla Allah' ın ezdi<br />

olarak kendisine yerle ştirdiği bütün zenginlikleri zamanda te şhir eder... Vahyedilen,<br />

rehber v.b., v.b. O'dur" 257. Bütün bu tasvirler ayn ı şekilde ibnu'l-<br />

Arabrnin doktrininde bulunan Muhammed'in Hakikati ile Yetkin İnsan'a pek<br />

iyi bir şekilde uygulan ır. Fakat buna ve İ bnu'l- Ar ab rrlin nazariyesinde Muhammed'in<br />

(Muhammed'in Hakikat ının) Hristiyan Kelâm nazariyesinde İsa'-<br />

ninkine bir dereyece kadar benzer bir yer i şgal etmesine ra ğmen, iki nazariye<br />

aras ındaki fark sonunda esasl ı olarak kal ır. İ b nu'l - Ar a rnin Muhammed'i,<br />

bütün peygamber ve velilerde yerle şik akli İlke, Kutup sayan görü şü ( Methodius'u<br />

takip eden) M a c ari u s'un "Kelâm' ın ( İsa'nın) dindâr nefslerle birlenmesi"<br />

görüşüyle baz ı benzerlikler göstermektedir. Ona göre, "her nefsde bir İsa doğar"<br />

2' 8 Fakat bnu 'I- Ar abi, Muhammed'in Hakikat ının külliliğini her şeyde<br />

yerle şik akli İlke olarak ifâde ederken, bu noktan ın da ötesine geçer. Ayr ıca<br />

gördük ki, İ b nu '1 - Ar abi her türlü "ittihad" (birlenme) ya da "hulül" fikirlerini<br />

mutlak surette reddeder ki, bunlardan ikincisi Hristiyan doktrininin<br />

temelidir. Muhammed'in Hakikati ulühiyette bir ikinci şah ıs olarak de ğil,<br />

belirli bir cihetten Allah' ın kendisidir259. Sonra Hristiyan doktrinindeki Ba-<br />

254. Özellikle İskenderiyeli Kilise Babalar ı .<br />

255. Fuslîs, s. 429; türk. çev., ss. 309-310. Kar., Fusils, s. 205; türk. çev., ss. 124-125.<br />

256. ibnu'l-Arabi, Terciimiin İng. çev., R.A. Nicholson, Londra 1911, ss. 70-71; kar.,<br />

Futühât, III, s. 171.<br />

257. Bak., Inge, Christian Mysticism, ss. 46-48.<br />

258. Bak., Inge, Personal Idealism and Mysticism, Paddock Lectures 1934, s. 79.<br />

259. Kar., Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, s. 87.<br />

87


a, ibnu'l-Arabrnin Vandet-i vuctıdcu Bir'i kadar Görülen "demden uzak<br />

de ğildir. Hala Sevgi, I şık (nur) ve Rüh olarak nitelendirilmektedir. Halbuki<br />

İ bnu'l- Ar abrnin. Bir'i (Zat' ı), ancak Muhammed'in Hakikat ı ad ını verdiği<br />

bir arac ı vas ıtasıyla hareket eden ve bilinen a şkın, yalda şilamayan ve s ıfatsız<br />

bir Varlık'tır. Son olarak, İ bnu'l- Arabrnin doktrininin Hristiyan doktrininden<br />

çok daha geni ş bir uygulama alanı bulunmaktad ır. Sadece bir Kelâm<br />

değil, kelâmlar vard ır: (her şey bir Kelimetullah oldu ğu için), her şey<br />

gücünü ve bilgisini Kelâm'dan alan bir kelarr ıdır; çünkü bütün e şya hem<br />

Zihin'de hem de Kelam'm Zat' ında bulunmaktad ır.<br />

Biz şimdi teker teker bu kaynaklar üzerinde duraca ğız. H all â c'dan gelen<br />

etkiler hakk ında yeteri söz söylendi ği için, bundan sonra ele al ınacak olan<br />

konu, Kutup nazariyesi, yani Kelâm' ın <strong>tasavvuf</strong>i yönü ile ilgili olarak<br />

ismacililerin İ bnu'l-Ar abi üzerindeki etkisidir.<br />

Kutup fikri Safilik kadar eskidir. İlk Süfiler ortak bir ilham ve vahiy<br />

kayna ğına inanarak, bu kayna ğın Muhammed ve vârisleri ile ayn ı oldu ğuna<br />

inand ılar. Fakat İ bnu'l-Ar abrden önce, hiçbir devirde, Muhammed'in<br />

bir hayat, yaratma, ilham ilkesi ve hatta Allah' ın Kendisi ile ayn ı olduğu böylesine<br />

ısrarla kabul edilmemi ştir. Ibnu'l-Arabi art ık tamam ıyla Sisıfiliği<br />

yans ıtan yaz ılarda gördü ğümüz Kutup fikrini muhafaza etmemektedir. Onun<br />

kutbu bir Veli ya da Peygamber de ğil, kozmik bir İlke'dir. is ma 'il ilerin<br />

ve Karmatilerin masum i ınâmı İslam kaynaklar ında bu görü şe en yak ın<br />

olanıdır. Mesela, imamilerden Ahmed b. el-K eyy al, a şağıdaki hususiyetlerin<br />

Yetkin im.am' ı yans ıttığını bildirir:<br />

I. "Yetkin İmam, yüksek feleklere, a şağı âleme (el-enfus) hakim olacak<br />

gücü (kudreti) veren kimsedir".<br />

II. "Yetkin İmam bütün küllileri kendi zat ında birle ştirir" (karrara<br />

el-külliyye fi nefsihi) 26°.<br />

Bu nokta, İ 13 nu'l-Ar abrde gördü ğümüz Kelâm gibi, bir şeyin faaliyetini<br />

genelle ştirme e ğilimi göstermektedir. Fakat özellikle K armatilerinki ile<br />

ibnu'l-Arabrnin görü şü aras ındaki en önemli benzerlik, mertebeler zinciri<br />

konusundad ır. Külli aklın tezâhürleri say ılan Karmatilerin I/at ıkları (akıllı<br />

varlıkları), İ bnu'l-Arabrnin nazariyesinde Peygamber ve Velilere (logoi)<br />

pek uygun dü şmektedir261. Karmatilerin 6. devir nat ıklar (ak ıllı varlıklar)<br />

260. Bak., Şehristani, el—Milel ve en—Nihal, ne şr.: Cureton, I, s. 138.<br />

261 Imamiler (Batıni Fırkası) pek garip bir şekilde peygamberleri (Mit ık/ar ı) "yetkin ve olgun<br />

insanlar" (kdrail betlig) şeklinde tasvir etmektedir. Bu, I b nu'l-Ar a Unin "Yetkin Insan"<br />

ının kayna ğı olması pek muhtemel olan bir deyimdir. Bak., Şehristâni, adı geçen eser, I,<br />

s. 148.<br />

88


mertebesinin ba şı, her iki s ıralamada da (ibnu'l-Arabi ve K armatilerin.<br />

s ıralamas ında) ayn ıdır; ba şka deyi şle o, Hz. Muhammed'tir. Bu iki nazariye<br />

arasındaki esasl ı fark ise şudur: K armatiler, bât ıni bilgilerin kayna ğını 6.<br />

devrin (burada Muhammed kaynakt ır) ötesine, Plot in u s'un İlk Akl' ına kadar<br />

götürdükleri halde, I b nu'l- Ar abi' bu İlk Akl' ı Muhammed'le (Muhammed'in<br />

Ruh'u ile) ayn ı saymaktad ır. Karmatilerin. ve İ s mâ'ililerin, imamlar ı<br />

hakkında vermi ş olduklar ı bilgileri bütün ayr ınt ılar ıyla kabul etmedi ği<br />

gibi, baz ı isma(ililerin tersine, herhangi bir hulûl, tenâsüh (ruh göçü) 2 62<br />

ya da birlenme (ittihad) nazariyesine de inanmaz. Muhakkak ki, ismacililere,<br />

Karmatilere 2 63 ve daha ba şka bir çok filozoflara pek çok şey borçludur, fakat<br />

ne birincilere ne de ikincilere mensuptur. İ bnu'l-Ar abi'nin kutup nazariyesinin,<br />

eklektik (derleme) olmakla birlikte, di ğer n.azariyeleri gibi, tamam ıyla<br />

kendisine ait oldu ğu söylenebilir.<br />

Daha önce de belirtildi ği üzere, Ak ıl İlkesinin, kuvve ve fiil halindeki<br />

tezâhürleri aras ındaki esasl ı fark ı ve onun Kelam doktrininin kendine has bir<br />

özelliği olan be şeri cihet hakk ında söylediklerinin bir ço ğunu ibnu-l-Arabi<br />

Stoalılara borçludur. Kelâm ın be şeri yan ı ve Allah'la insan aras ındaki kar şılıklı<br />

ilişki üzerinde o derecede durur ki, (Angelus Sile sius gibi), Allah' ın<br />

varlığı insan için nas ıl zorunlu ise, insan ın varlığının da Allah için o kadar<br />

zorunlu oldu ğunu düşünün. "O nas ıl bağımsız olabilir", soruyor İ bnu'l- Ar abi<br />

"Ben O'na yard ım edip, el uzat ıyorum. Ben (Yetkin İnsan) O'nu biliyorum,<br />

bildiğim için de O'nu yarat ıyorum" 2 64<br />

St ol ılara göre, Kel:am sadece insan ın kendisine o şekilde iner ki, böylece<br />

onun ki şiliği Ken.= fiili bir parças ı sayılabilir. Hem E flat un c ulan hem<br />

de St o al ılar insan nefsinde ilahi bir unsur bulundu ğunu ö ğretilerinde ileri<br />

sürerler. Bu fikir, öyle görünüyor ki, Hristiyan ve ayn ı zamanda Müslüman<br />

Safi ve filozoflar ı tarafından farklı bir yönde geli ştirilmiştir. Mesela, St.Paul<br />

diyor ki: "Ben ya şıyorum, ama bende ya şayan ben de ğil, İsâ'd ır" 2 6 5. H all c,<br />

St. Paul'un nazariyesindeki İsa'nın yerine Allah' ı (el-Hakk) koyarak ayn ı<br />

fikri ele alm ış ve, daha önce de belirtti ğim üzere, ibnu'l-Arabi'nin Yetkin<br />

262. Bak., Şehristani, adı geçen eser, I, ss. 133 vd..<br />

263. Massignon'nun Karmatiler, felsefeleri ve etkileri hakk ındaki son derece güzel makalesi,<br />

Encyclopedia of Islam, say ı : 30, ss. 771 vd.. Kar., Prof. Browne, Lit. Hist. of Persia, I, s.<br />

391 vd..<br />

264. Fusüs, s. 125; türk. çev., ss. 67-68. Ibnu'l- Ara brnin nazariyesinin bu k ısmı, Hegel'in şu<br />

görü şüne benzemektedir: Allah' ı tema şa ettiğimizde, biz, gerçekte kendimizi tema şa ederiz.<br />

265. Aynı fikir daha sonra Ortaça ğ Hristiyan mistikleri tarafından tamam ıyla ele al ınmıştır<br />

Mesela, Eckhardt diyor ki: "Baba kelâm ı nefse söyler, ve o ğul do ğduğunda, her nefs Meryem<br />

olur". Bak., Inge, Personal Idealism and Mysticism, s. 80.<br />

89


İnsan öğretisinin temeli olan Lalııit ve Neisiit görü şünü bunun üzerine temellendirmi<br />

ştir.<br />

P hilo'nun Kelâm Velsefesinin İ b nu'l- Ar a Unin öğretisi üzerine etkisi<br />

pek açık bir şekilde terminolojileri aras ındaki hayret verici benzerlikte görülür.<br />

I b nu'l - Ar abi'nin Kelâm kelimesini kulland ığı çift anlam, yani ezeli hikmet 266<br />

ı) ve "Söz" ( İbrancadaki anlamı) tamamıyla (Yunan felsefesindeki asil anlam<br />

P hil o'ya ait bir karakterdedir. ib nu'l- Ar a bi ve P hil o'dan derlenen<br />

şu terimler de bu benzerli ği ortaya koymaya yard ım edebilir:<br />

Philo'nun Kelâm'Inı ifâde eden<br />

tabirler<br />

1. Yüce Haham<br />

2. Şefaatci ya da Paraclete<br />

3. Allah' ın Yüceliği<br />

4. Allah'ın Karanlığı ya da Gölgesi<br />

5. İdelerin İdesi ya da İlk örnek İde<br />

6. Allah ile Alem aras ındaki orta merhale<br />

7. Vahiy ilkesi<br />

8. Allah' ın ilk doğan O ğlu<br />

9. Meleklerin Ilki<br />

10. Halife<br />

11. Anthropos Theoii ton aidioâ logos<br />

Kelamım<br />

ifâde eden tabirler<br />

1. İmam ya da Kutup<br />

2. e ş—Şefi(<br />

3. İnsânu (aynu'l-Hakk<br />

4. El-Habâ ya da Sisli-et el-Hakk<br />

5. Hakikat el—Ilakâ'ik<br />

6. Berzah<br />

7. Muhammed'in Hakikat ı Nur.<br />

8. et-Ta(ayyun el-Evvel ( İlk<br />

Taayün, İlk Yarat ılan Varlık,<br />

İlk Akıl, v.b..)<br />

9. Ruh<br />

10. Halife<br />

11. "Kelâm", Yetkin İnsan,<br />

Ruh, Alemin Sebebi, v.b..<br />

Ve nihayet hem Philo hem de Ib nu'l - Ar abi, öyle görünüyor ki,<br />

devaml ı olarak, a) Kelâm ı, külli akıl şeklinde telakki edilen Ulâhiyyet<br />

saymakla, b) be şer! hattâ kül! nefsin yaln ızca bir yönü, ba şka deyişle<br />

"kendisiyle kıyas kabul etmeyen Ezdi Nur'un ancak bir yans ıması" saymak<br />

aras ında karars ızd ırlar.<br />

Bu bölümü, bu sayfalarda izah edilen ö ğretinin bir bütün olarak İ b nu '1-<br />

Arabrnin eserlerinin hiçbir yerinde bulunamayaca ğını söyleyerek bitirece ğim.<br />

Buna rağmen, unsurlar ı, yazarın çok say ıda kitaplar ı aras ına serpi ştirilmi ş ,<br />

fakat bu haliyle bile bir karakter birli ği gösteren, şekilden yoksun bir doktrini<br />

biçimlendirmek için bir te şebbüste bulunulmu ştur.<br />

266. İ bnu'l-Ar abi, "Kelime"yi ya Allah' ın ezeli hikmeti (ki o zaman Hakikatlar ın Hakikat ı<br />

ile aynı sayar) ya da külli Ak ıl (ki o zaman da Ruhla ayn ı sayar) anlam ında kullanır.<br />

90


B<br />

a) İbnu'l-Arabi'nin Nübevvet, Risâlet ve Velâyet (Velilik)<br />

Görü ş ü, Hatem el-Evliyâ (Velilerin Mührü) Meselesi<br />

Sâfiler aras ındaki yaygın inanca göre, islâm velileri, silsilenin ba şı olan<br />

Hz. Muhammed'in -manevi vârisleridir. Her "vâris", veliler silsilesinin son<br />

üyesi olan ibnu'l-Arabrnin hatem el-Evliya's ına gelinceye kadar, kendisine<br />

rehberlik eden "nur"u, Muhammedin. Nur'undan al ır (ibnu'l-Arabrruin<br />

kendi deyişiyle tevârüs eder). Buraya kadar İbnu'l- Arabi, diğer silfilerle<br />

beraberdir; onun konuya yeni say ılabilecek katkısı şu noktalarda toplanabilir:<br />

1. Kelâm doktrininde gördü ğümüz üzere, İslâm veliliği (hilttfeti) meselesini<br />

metafizik bir nazariye haline koyu ş tarz ı.<br />

2. Veli, Peygamber ve Resul aras ındaki kesin ilişki ve farkın izaln.<br />

3. Veli kelimesinin anlamına verdiği geni şlik.<br />

4. İslam velilerine mal etti ği haklar.<br />

5. \Velilerin mührü (hatem el-evliyet) nazariyesi ve kendisini bu mühür<br />

addetmesi.<br />

b) Veli'nin Anlam ı<br />

İ bnu'l-Arabi'ye, hattâ Sâfilerin büyük bir ço ğunluğuna göre, velâyet,<br />

kutsallık ya da dindarlık anlamına gelmez. Oysa bu hususiyetler ar ızi olarak<br />

bir velide bulunabilir. Ibnu'l-Arabi'nin anlad ığı şekliyle veliliğ'in ayırdedici<br />

belirtisi "marifet", tamam ıyla vandet-i yucildeu bir niteli ği olan marifettir.<br />

Nazariyesine göre, ancak bir tezâhürü oldu ğu Allah'Ia olan kesin irtibatuu<br />

anlamas ını ve Bir Hakikat'la kendi asil birliğini idrak etmesini sa ğlıyacak bir<br />

marifet derecesine sahip olan herkes velidir. Ba şka deyi şle, ibnu'l-Arabrnin<br />

"Yetkin İnsan" ya da gerçek "Melâmi" dedi ği dereceye ula şan bir insan velidir.<br />

İ bnu'l-Arabi'nin kulland ığı "Melâmi" kelimesinin izah', onun veliden<br />

ne anlad ığını ortaya koyabilir. Melâmiye kelimesini genel anlamda bir<br />

yandan inziva (halvet) halinde iken, aralar ında gizli bir zühdi terbiye uygulayarak<br />

ço ğunlukla ba şkalarının ele ştirisini (ya da ay ıplamasım, melâm. Melâiniye<br />

ad ını buradan alırlar) davet eden d ış davranışlarından dolay ı Melâmiye<br />

adı verilen bir dervi ş fıkrasının ad ı olarak kullanmay ıp, bât ıni dokrinlerini<br />

kendilerine saklayan, s ırların ı halka, hattâ birbirlerine bile aslâ aç ıklamayan,<br />

kendi deyi şiyle Sâfilerin en üstünü kar şılığı olarak kullan ır Melâmiler, İ b nu%<br />

1-Ar abi'ye göre, bilinmekten kaç ınıp, sıradan kimselerin ay ıplamasına ya<br />

da övgüsüne önem vermezler. Kalplerini yaln ızca Allah doldurur: O'nunla<br />

görür, O'nunla i şitirler. Kendi nefslerini bile bile unuturlar, çünkü kendilerini<br />

91


"gayb" in derinliklerine sal ıverirler 267 . Ibnu'l-Ar abi ilave ederek, bunlara<br />

iki sebepten Melâmetiye ad ı verilmi ştir, diyor;<br />

1. Nefsini ayıplama (melam), bunlardan belirli dereceye ula şanlarmın<br />

tarikate giri şinin bir bölümünü te şkil eder: Fakat buradaki nefsini ay ıplama,<br />

nefsin ister övülecek ister verilecek herhangi bir hareketi kendisine ait saymamas<br />

ı hususunda uyar ılmas ı anlamındad ır.<br />

II. Bunlar d ış davranışlarından dolay ı ay ıpland ıklar ı zaman, kamu<br />

oyuna kulak asmazlar. Onlarca bütün fiiler Allah' ınd ır 268 .<br />

Ibnu'l-Ar abi, veli kelimesinde yapt ığı gibi, "Melâmi" kelimesinin<br />

anlamını şu hususlar ı da kapsam ına sokmak için geni şletir:<br />

sayılır'- 69 .<br />

1. Bütün peygamberler ve resuller. Hz. Muhammed bunlar aras ında<br />

2. Baz ı Safiler.<br />

3. Abdu'l-Kâdir el-Gilan.i gibi ki şiler (el-efrâd).<br />

4. Muhafızlar (el-umand')<br />

5. Dostlar (el-ahbâb)<br />

6. Vârisler (el-Verese), v.b., v.b.. 27°<br />

Ayn ı şekilde veli kelimesini de bütün peygamber ve resulleri kapsam ına<br />

alacak şekilde kullan ır. Ona göre, resul Allah' ın tebliğini nakletmek gibi<br />

harici bir görevle görevlendirilmi ş üstün vas ıfli bir veli; nebi (peygamber)<br />

ise Gayb Alemleri hakk ında e şsiz bir bilgiye sahip olduğundan, diğer velilerden<br />

ayr ılan bir velidir. 27 °<br />

Bu şekilde izah edildi ği takdirde, velilik bütün manevi rutbelerin temeli<br />

ve hepsinde mü şterek olan tek 'unsurdur. Buna Ibnu'l-Ar abi şunlar ı da<br />

ilave ediyor: Bu, asl ında ilahi bir Sıfatt ır (çünkü Allah Kendisine Veli ad ın ı<br />

verir), ve kelimeyi insanlara uygulad ığımız takdirde ise sadece Allah'la zati<br />

birliklerini idrak etmi ş olanlara aittir. Hem peygamberlik hem de resullük<br />

ten daha umâmidir; nübüvvet ve risâlet onun özel dereceleridir. Nebilik<br />

ve resullük sadece geçici olduklar ı halde, o, sürekli bir haldir 272 . Ona<br />

ait olan "bilgi" sonsuzdur, çünkü nebi ve resulün bilgisi sonlu oldu ğu halde,<br />

o, Allah' ın bilgisiyle ayn ıdır.<br />

267. Melâmetiye'nin tam tasviri için bak., Futahât, III, ss. 44 vd.; kar., Futiih(ıi, I, ss. 244, 262,<br />

1. 16 a şağıdan, s. 277, 1. 10; 316, 1. 11 a şağıdan.<br />

268. Fudılıtıt, III. s. 46, 1. 5.<br />

269. Ayn ı eser, II, s. 21. 1. 5.<br />

270. Futahât, II, ss. 24-29.<br />

271. Ayn ı eser, II, s. 69; Fusas, ss. 52, 253; türk. çev., ss. 27-28, 161-162; Futiıhât, III, s. 33.<br />

1. 5.<br />

272. Fusiıs, s. 51; türk. çev., s. 27.<br />

92


c) Velilik ve "Umfimi Hilafet" (el-Hilafet el-Ân ı me)<br />

Ib nu'l -Ar abrnin Kelam ö ğretisinde kendisini Muhammed'in ruhu<br />

ya da Hakikati olarak ortaya koyan külli Kelâm, onun "Umil ıni Hilafet"<br />

den ne anlad ığını açıklar. Allah' ın gerçek halifesi, her birine halife ad ı verilebilecek<br />

olan peygamber ve veliler (Yetkin İnsan zümresine giren insanlar<br />

s ın ıfı) şeklinde devaml ı olarak tezahür eden Muhammed'in Ruh'udur.<br />

Bütün bunlar bu "Umami Halifeli ği" aç ıkça gösterirler. Biz bunlar<br />

ın hepsine veli diyebiliriz, çünkü ib nu'l- Ar abi'ye göre, her peygamber<br />

ve her resul, bir bakımdan, velidir. ibnu'l-Arabi, bütün bu velilerin (kelimeyi<br />

en geni ş anlamında kullanarak) velilik.1Prini meydana getiren bilgiyi<br />

(yani bat ıni bilgiyi) Muhammed'in Ruh'undan ald ıklarını söyler. Buna ek<br />

olarak peygamber ve resuller, tamam ıyla kendi peygamberlik ve resullük bilgilerine<br />

sahiptirler.<br />

Veliler derecesinde iken peygamber ve resuller daha kamildir (yetkindir).<br />

Ib nu'l-Ar abi herhangi bir velinin bir peygamber ya da bir resulden<br />

daha kâmil, ya da daha üstün oldu ğunu de ğil, peygamber ya da resulün<br />

velilik yönünün, onun peygamberlik ya da resullük yönünden üstün oldu ğunu<br />

söylemek ister273.<br />

İ bnu'l- Ar abi böylece kendisine özgü bir şekilde bütün resul, nebi ve<br />

velileri bir mü şterek unsurda bir araya gelen ayn ı zümrenin içinde sayar:<br />

Bu unsur, her vahiy ve ilhamdaki etkin ilkedir. Ba şka deyi şle Kelarn veya<br />

Muhammed'in Ruh'udur. Ibnu'l- Ar abi daha da ileri giderek, Âdem'den<br />

Muhammed'e kadar Peygamberlerin bütün şeriatlar ının, kendi ifadesiyle,<br />

Muhammed'in dini olan İslam da içine alan,bütün dinler anlam ında kullanarak<br />

İslam dediği evrensel dinin, be şer ırkının muhtelif zamanlardaki ihtiyaçlar<br />

ına göre, geçici tezâhürlerinden ba şka bir şey olmadığını belirtir274.<br />

Böylece velilik ve peygamberlik sonra erdi ğine göre, geriye sadece unıami<br />

hilafet (el-hilafet el-Ctmme) kalır. Ibnu'l- Ar abrnin ifadesine göre, "umfımi'<br />

hilafet", kendileri de Muhammed'in şeriat ına bağlı olan tamamıyla İslam<br />

velilerinin bir miras ıdır275 .<br />

273. Fus ıls, ss. 252-253; türk. çev., ss. 161-162. nu'l-Ara bi şunlar ı da ilave ediyor: peygamber<br />

ubûdiyet yönünden bir veliden daha kamil oldu ğu halde, veli rubûbiyet yönünden bir<br />

peygamberden (velilik ve peygamberlik ayn ı şahsın iki yönü olarak görüldü ğü için) daha<br />

kâmildir.<br />

274. Fakat burada İ bnu'l-Arabî islamdan, daha sonra ele alaca ğınuz, kendi vandet-i v-udidcu<br />

dinini anlıyor.<br />

275. Biraz önce izah edilen um ılmi hilafetle tamamen peygamber ve resullere ait olan Te şriq<br />

hilafet aras ında İ b nu '1-Ar a bPnin yapt ığı ay ır ımı hat ırda tutmak gereklidir. Birincisi<br />

Velilerin Mührü ile, ikincisi ise Peygamberlerin Mührü (Hz. Muhammed) ile sona erer.<br />

93


d) ibnu'l-Arabrnin İ slâm Velilerine mal etti ği Haklar<br />

Diğer müslümanlarla birlikte İslâm ın son ilâhi din ve her müslüman ın<br />

onun şeriat ıyla bağlı olduğunu itiraf ederken, İ bnu'l- Ar abi, Peygambere<br />

vahyedilen şeriat ın bilgisinin ayn ı tarzda ve ayn ı kaynaktan baz ı sufilere<br />

de vahyedildi ğini kabul eder. Bu Siıfilere, itibari olarak, Muhammed'in halifeleri<br />

ad ı verilir: Gerçekte ise bunlar Muhammed'inkilerle ayn ı olan ve do ğrudan<br />

doğruya Allah tarafından vahyedilen kendi şeriatlar ımn takipçisidirle1 276 .<br />

İ bnu'l- Ar abi diyor ki: "Tasavvuf dilinde ona ( İslam şeriat ının bilgisiyle<br />

ilgili vahyi Peygamber'le ayn ı kaynaktan alan SCıfiye) biz Allah' ın halifesi<br />

deriz: Fakat halk dilinde Peygamberin halifesi ad ı verilir. Peygamber öldüğünde,<br />

hilâfetlerini (onun bilgisini) do ğrudan do ğruya Allah'tan alan ba şka<br />

halifelerin de bulunduğunu bildiği için, kendisinin yerini alacak birinden<br />

bahsetmemesinin nedeni budur" 277 .<br />

Bu Süfilerin ke şfi Peygamberin şeriat ı ile çatıştığı takdirde, onların<br />

hatâ yapmalar ı muhtemel oldu ğu için de ğil, ke şifleri üzerinde yapt ıklar ı yorumlar<br />

yanl ış olabilece ği için, biz ikinciyi takip etmeliyiz 2 78 Ibnu'l- Ar abi<br />

bu Safilere peygamber gözüyle bakmaktad ır. Onlar ınki en-nübüvvet el—mutlaka<br />

veya en—nübüvvet el-iimme (mutlak ya da umûmi peygamberlik)'tir, sadece<br />

peygamberlere ait olan en-rtiibüvvet<br />

(husûsi peygamberlik) de ğildir279.<br />

Bu, hiçbir yeni şeriat getirmeyen bir çe şit peygambeliktir. Sadece baz ı<br />

Sûfilerin Peygamberlere ait olan manevi mertebeye ula şmalar ı .ve İslâm şeriat<br />

ı hakk ındaki bilgilerini Muhammed'in ald ığı kaynaktan almalar ı demektir.<br />

İ bnu'l- Ar abi, bir kısmını Kur'ân' ın te şkil ettiği "Allah' ın sözleri bugün<br />

bile kullar ıııın kalpleri üzerine tilâvet edilerek o şekilde inmektedir ki, böylece<br />

Veli kendisine (bir melek ya da aldi nefsi taraf ından) tilâvet edilen (okunan)<br />

şeyi, Hz. Peygamber kendisine gelen vahiyleri nas ıl gördüyse, öylece görür"280<br />

demektedir.<br />

Bunun yan ında /bn u'l- Ar abi (yukar ıda aç ıklanan türden) veli taraftar ı<br />

bir müslümanın, değişmez ve de ğiştirilemez olduklar ı için, Peygamber'e<br />

Kur'ân'da ya da kutsi hadislerde vahyedilenler d ışında, içtihada dayanan her<br />

İslam şeriat ını neshetme ve de ğiştirme hakkı olduğunu belirtmektedir. Böyle<br />

276. Fusüs, ss. 313-314; türk. çev., 211-212.<br />

277. Fusüs, s. 314; türk. çev., s. 212.<br />

278. Futâltat, III, s. 9, 1. 4.<br />

279. İbnu'l-Arabi bu noktada, G a z â 1 i'nin en-nübüvvet el-müktesebe (kazan ılmış nebilik) dediği<br />

şeyi, kendisinin "mutlak ya da umüml nebili ği ile ayn ı sayarak, Gaz â1 ryi<br />

savunur. Futüldtt, II, ss. 3-4. İ b n M e s e r r e'nin mürldi Ismail b. Abdullah<br />

er-Ru , ayn î, ayn ı görü şü benimsemi ştir. Bak., Ilan Hazm, el-Fisa I, IV, s. 199.<br />

280. Futiihât, II, s. 666, 1. 10.<br />

94


ir veli ayn ı zamanda,' "ravileri ne kadar tarafs ız olursa olsun", geçerli ği tasavv<br />

ıdi ke şf yoluyla uygun bir şekilde tespit edilmeyen her hadisi iptal etme<br />

hakk ına da sahiptir"'.<br />

Vandet-i vueâdcu İ bnu'l- Ar abi bile bu noktada, Kur'an hükümlerinin<br />

de ğişmezli ği hakkında ayn ı şeyleri ileri sürdü ğü halde, Kur'ân' ı Allah'dan<br />

gelen son vahiy sayan ve böylece müslüman Velilerin, peygamberin sonlu<br />

vahyi ile safinin külli ke şfi aras ında hiçbir çat ışma olmad ığı takdirde, sadece<br />

içtihadla var ılan hükümlere de ğil, genel olarak İslam şeriatma ilaveler yapma<br />

hakkı olduğunu iddia eden Ebû S acid b. Ebi'l-Hayr gibi bir Safi kadar<br />

cesaretli de ğildir282. İ bnu'l-Arabi'ye göre, Kur'an Kur'ân olarak, yani<br />

Muhammed'e vahyedilen İslam şeriat ının bir tecessümü olarak, son kitapt ır.<br />

Ayni şey Peygamber'in kutsi hadisleri hakk ında da söylenebilir. Bildiğimiz<br />

bir kitap olan Kur'ân' ın eksik oldu ğunu aç ıkça belirtmesine ra ğmen, İ b nu'<br />

1- Ar abi'nin görü şüne göre, bu şeriatm ilave ve tadillere yeri yoktur 283. Veliler,<br />

Kur'an kadar hak olan ke şif sahibidirler, fakat islam şeriatma ilavede ya da<br />

hiçbir şekilde tadilde bulunamazlar.<br />

e) Velilerin Mührü<br />

(hatem el-evliya)<br />

Burada ibnu'l-Arabrnin Kelâm Ö ğretisinde peygamber ve velilerin<br />

bütün vahiy ve ilhamlar ında etkin (faal) ilke ile ayn ı sayılan Muhammed<br />

(Muhammed'in Ruh'u) hakk ında daha önce söylenenleri hat ırlamak iyi olur.<br />

Aynı şekilde Hz. Muhammed ile Muhammed'in Ruh'u veya Hakikati aras ında<br />

ib nu'l- Ar yapt ığı ayır ımı hat ıra getirmek de önemlidir.<br />

ib nu'l- Ar abi'ye göre, (Hz. Muhammed dahil) bütün peygamber ve<br />

veliler Muhammed'in Ruh'unun tezâhürleridir. Ruhi silsilenin ba şı ve sonu<br />

odur.<br />

Velilerin Mührünü di ğer veli ve peygamberlerden ay ırdeden, sadece onda<br />

Muhammed'in Ruhunun tamam ıyla tezâhür etmi ş olmas ıdır: Bu Akil.' İlke'nin<br />

en hakiki manevi varisi ve Muhammed'in Ruhu bat ıni öğretisinin do ğrudan<br />

doğruya nakledildi ği silsilenin son üyesi odur. Bir çok yazarlar ın aksini iddia<br />

eder görünmelerine ra ğmen, ibnu'l- Ar abi, Velilerin Mührün.den (sonuncusundan)<br />

sonra herhangi bir (müslüman veya ba şka bir inançta) yerinin gelmesi<br />

ihtimalini inkâr eder. "Mühürlü olan, İslami verâsetten. (irs Muharnmedi)<br />

doğan veliliktir ,,264 . Diğer veliler Mühürden sonra gelebilirlersede, art ık bunlar<br />

281. Fusils s. 315; türk. çev., s. 214.<br />

282. Bak., Nicholson, Studies.., s. 60.<br />

283. Bak., Futiihât, II, s. 588, 1. 9 a şağıdan.<br />

284. Futüllt, Il, s. 64, 1. 5 a şağıdan.<br />

95


Muhammed'in do ğrudan do ğruya vârisleri de ğillerdir. Bunlar Mühür vas ı-<br />

tasıyla diğer peygamber ve velilerin varisleridir.<br />

İ b nu'l- Ar abi Muhammed'in (Muhammed'in Ruhunun) k ıdemi ve öncesizli<br />

ği hakkında söylediklerini Velilerin Mührü (Mührün Ruhu) hakk ında da<br />

tekrar eder. "Muhammed olsun Velilerin Mührü olsun, her ikisi de :Adem<br />

su ile balç ık aras ında bir şey iken meveuttular" 2". Fakat Velilerin Mührünün<br />

Ruhu, Muhammed'in Ruhu de ğil de ne olabilir Biz ona Peygamber'in<br />

sûretinde Muhammed ve Mühür sfiretinde Velilerin Mührü deriz. "Bunlar<br />

aras ındaki tek fark, Velilerin Mührü sadece bir veli ve bir varis oldu ğu halde,<br />

Muhammed'in bir resul, bir nebi ve bir veli olmas ıd ır"2". ibn.u'l- Ar abi,<br />

öyle görünüyor ki, Ruhu, Muhammed'in Ruhu ile ayni olduğu için, onu "marifet,<br />

ilahi ilimler ve hakikatlar ın bilgisinde faal (etkin) ilke ile ayn ı sayarken<br />

Mührün kendisini de ğil, Ruhunu kastetmektedir. ibnu'l- Ar abi diyor ki:<br />

"Onun bât ım (iç yönü) Peygamber'inki ile ayn ıdır"287. "Onun me şalesinden.<br />

bütün Peygamberler tebli ğ ettiklerini (yani vahiyleri v.b.) görürler'" 288<br />

ğrudan do ğruya Allah'tan alan ve di ğer bütün ruhlar ı bilgi ile<br />

"O, bilgisini do<br />

besleyen varistir" 289.<br />

Şimdi geriye Velilerin Mührünün kim oldu ğunu anlamak kalmaktad ır.<br />

İ bnu'l- Arabi iki çe şit velilik ve iki mühürden söz eder. Birincisine (peygamber<br />

oldu ğu kadar bir veli de olan) 'Adem'le ba şlayıp ( İslam gelene ğinin bildirdiğine<br />

göre, bu âlemdeki ikinci hayat ı sıras ında) İsa ile sona eren umumi<br />

ya da mutlak velilik (el-velayet el-iimme veya el-mutlaka); ikincisine ise el-<br />

Hiltifet el-Muhammedi veya Veltiyet el-Muhammediye (Islami hilafet ya da<br />

velilik) ad ım verir. Birincisinin Mührü İsa'd ır; ikincisininki ise, öyle görünüyor<br />

ki, İ bnu'l-Arabrnin kendisidir. Hz. İsa gerçekten ibnu'l-Arabrnin<br />

en-Nübüvvet el-Cımme'sinin mührüdür, çünkü müslüman halk ın gelene ğine<br />

uyan ibnu'l- Ar abi, İsa'nın bu âleme tekrar gelerek, asil şeklini verece ği<br />

ve hakiki şeriatını aç ıklıyaca ğı İslam dinine uyaca ğına inanmaktad ır. Fakat<br />

İ bn.u'l-Arabi'ye göre, her peygamber ayn ı zamanda bir veli oldu ğundan,<br />

İsa da bütün velilerin sonuncusu olacakt ır290. Islam veliliğinin mührü, öte<br />

yandan, hakiki mühürdür, çünkü onunla birlikte islam ın miras ı (el-irs el-<br />

Muhammedi) sona erer. Onu takip eden hiçbir veli Muhammed'in Ruhunun<br />

vas ıtasız bir varisi olduğunu iddia edemez. ibnu'l-Arabi, Velilerin Müh-<br />

285. Fusûs, s. 54; türk. çev., s. 30.<br />

286. Ayn ı eser, s. 55; türk, çev., s. 30.<br />

287. Ayn ı eser, s. 53; türk. çev., s. 29.<br />

288. Ayn ı eser, s. 52; türk. çev., s. 27.<br />

289. Ayn ı eser, s. 60; türk. çev., s. 33. Bak ın ki, bütün bu tasvirler Ibnu'l-Arabrnin anlad ığı<br />

şekilde Muhammed'in Hakikat ına aynı güzellikle uygulanırlar.<br />

290. Futiihât, II, s. 64, 1. 2 a şağıdan.<br />

96


ünden, kelimeyi nitelendirmeksizin kulland ığı zaman, genellikle onu kastetmektedir.<br />

I b nu'l- Ar a b Vnin, Velilerin Mührünü muhtelif tasvir şekillerine bakarak,<br />

hüküm verirsek, aç ıkça görülmektedir ki, Mühürden kendisini kastetmektedir.<br />

Kendisine aç ıkça Velilerin Mührü ad ını verdiği bir parça vard ır ki orada<br />

"ben veliliğin Mührü, şüphesiz, Ha şimi ve isevi miras ın (Mührü) 9yüm, '291<br />

demektedir. Daha bir çok yerlerde de buna sadece kapal ı bir şekilde dokunmaktad<br />

ır. Mesela, şu sözleri söylerken: "Islam velili ğinin Mührü soylu bir Arap<br />

ailesindendir; zamarum ızda ya şamaktad ır; H. 595 / M. 1198 y ılında ona rastladım<br />

ve Allah' ın ba şkalar ından saklay ıp bana açtığı gizli i şaretini gördüm" 292<br />

ib nu'l- Ar abi, Mehdi'yi islam velili<br />

ğinin Mührü şeklinde tasvir ederek, ayn ı<br />

şekilde şunları söylüyor: "Zamanımızda dünyaya gelmi ştir. Onunla kar şıla ş -<br />

tım ve üzerindeki Mühür i şaretini gördüm... O, me şhur Beklenen Mehdi<br />

(el-Mehdi el-Muntazar) değildir, çünkü el-Mehdi el-Muntazar Peygamber<br />

ailesinin bir üyesi ve (Peygamberin) hakiki soyundand ır; halbuki Velilerin<br />

Mührü sadece manevi bir varistir" 293. H. 599 / M. 1202 yılında Mekke'deki<br />

rüyalar ından birini anlat ırken de Ib nu'l- Ar abi şunları söylüyor: "Rüya<br />

gibi bir durumda sanki Kabe'nin alt ın ve gümüş tuğlalardan yap ılmış olduğunu<br />

gördüm. Bina, eksik olan iki tu ğla d ışında tamamd ı; bunlardan biri alt ın, diğeri<br />

ise gümü ştü. Nefsimin kendisini bu iki tu ğla yerine yerle ştirdiğini gördüm<br />

ve anlad ım ki, ben onlar ın tâ kendileri (caynlart) idim. İşte o zaman bina<br />

tamamland ı. Uyanıp Allah'a şükrettim ve kendi kendime, "benim gibileri<br />

takip edenler aras ında ben Peygamberler aras ındaki Allah'ın resulü (Muhammed)<br />

gibiyim" 294, yani Velilerin Mührüyüm. Ib nu'l- Ar abrnin rüyas ındaki<br />

bina, öyle görünüyor ki, ruhi mertebeler silsilesi yerine kullan ılmıştır; gümüş<br />

tuğlalar velilerin, alt ınlar da peygamberlerin yerini tutmaktad ır. (Biri alt ın<br />

diğeri gümüş olan) iki tu ğlamn bo şluğunu doldurmakla, öyle görünüyor<br />

ki, Velilerin Mührü' ıliin hem (gümüş tuğla, yani Peygamberin d ış yönüyle<br />

temsil edilen) Peygamber'in bir saliki hem de (alt ın tuğla, yani onun iç yönü<br />

ile temsil edilen) bir veli olduğu gerçe ğine de ğinmektedir.<br />

Buna ek olarak I bn.u'l- Ar abrnin eserlerinde Islam velili ğinin Mührüyle<br />

kendisini kastetti ğini şüphe bırakmıyacak şekilde kanıtlayan ba şka işaretler<br />

de bulunmaktad ır295.<br />

291. Ayn ı eser, I, s. 319.<br />

292. Ayn ı eser, II, s. 64,1.10 a şağıdan.<br />

293. Ayn ı eser, II, ss. 65-66.<br />

294. Ayn ı eser, I, s. 416, 1. 10; kar., Fusils, ss. 53-54; türk. çev., ss. 28-29.<br />

295. Bak., mesela, Fusûs , s. 53; türk. çev., ss. 26-27. Burada Mührün ismi ve künyesinin Hz.<br />

Peygamberinki ile ayn ı olduğunu söylemektedir.<br />

97


BÖLÜM III<br />

İbnu'l-Arabi'nin Bilgi Nazariyesi, Psikololi ve Tasavvufu<br />

Bilgi Nazariyesi<br />

Bu bölümün konusunu te şkil eden üç kesim İ bnu'l- Ar abrnin <strong>tasavvuf</strong>ıntu<br />

özetler. Sadece kolayl ık olsun diye burada teker teker ele al ınmışlard ır;<br />

do ğrusu bunlar ayn ı konunun muhtelif üç manzaras ıd ır. ibnu'l-Arabi'nin<br />

<strong>tasavvuf</strong>u kendi sufi felsefesinin ameli bir sonucudur; bilgi nazariyesi kendi<br />

tecrübesinde ve tecrübesiyle nas ıl bilgi elde etti ğinin ve bu bilginin muhtevas<br />

ının ne olduğunun nazariyesidir; psikolojisi ise, böyle bir tecrübeden geçen<br />

nefsin bir tahlilidir.<br />

(Kelâm hakk ındaki) bundan önceki bölümde ibnu'l- Ar abrnin sistemine<br />

hangi anlamda "Ak ılc ı Monism" denebilece ğini izah ettik. Ona göre,<br />

âlemin tüm yap ısı akli ve canl ı bir binad ır296. Fakat "bu yap ının baz ı parçalar ı<br />

diğerlerinden kendi akliliklerinin daha çok bilincindedir; di ğerleri ona sahip<br />

olmakla birlikte hiçbir şekilde bundan haberdar de ğildir. Diğer bütün varl ıklar<br />

ın üstünde olan İnsan, ibnul- Ar abi'ye göre, en yüksek derecesinde bu<br />

akliliğe sahiptir. Ancak Yetkin İnsan fiili olarak, di ğer insanlar ise kuvve<br />

halinde buna sahiptirler. Daha sonra aç ıklanaca ğı üzere, insan nefsi asl ında<br />

akli bir varl ıktır; fakat ib nu'l- Ar abrnin bilgi nazariyesini filozoflar ınkinden<br />

esasl ı bir şekilde ayıran, kendisinin, filozoflar ın tersine, akli nefsi (ya da<br />

bazan dediği gibi "kalb" i) akılla aynı saymamas ıdır.<br />

Ibnu'l- Ar abi, farkl ı iki bilgi türü ay ırdetmektedir: a) "Yak ınlık kurmak<br />

suretiyle elde edilen bilgi" diyebilece ğimiz marifet, ve b) akli bilgi ya da<br />

mant ık; istidlal anlamına gelen ilim297. Birincisi tamam ıyla nefse, ikincisi<br />

296. Fustis, s. 295; türk. çev., yeri tespit edilemedi.<br />

297. İlk kitaplar ında, meselâ, Mevakic en—Nucl ım, ss. 28-29,32-33, adli eserinde İ bnu'l -Ar abi,<br />

<strong>tasavvuf</strong>i bilgiye marifet de ğil, ilim demektedir. Ebu T 5lib el-M ekki ve Tusteri'yi<br />

takip ederek Sufilerin pek ço ğunun tamam ıyla Allah'a hasrettikleri alim ad ının sufiye verilmesine<br />

itiraz etmez. Daha sonra ise sufiye ârif demekte ve bu kelimeyi Allah'a da uygulamak<br />

suretiyle, onu "alimden ay ırdetmektedir. Ba şka deyi şle ilmi mantiki nazar ya da zihin<br />

kar şılığı olarak, marifeti ise ilahi ilim, hakikatlar ın bilgisinin kar şılığı olarak kullanmaktad<br />

ın Futiihât, II, s. 393.<br />

98


ise akla aittir. Böylece bu iki bilgi türünden her birinin mahiyetinin ne olduğu<br />

hususunda şu sorular ortaya ç ıkmaktad ır: Nas ıl elde edilir Akli nefsle<br />

akıl ve bunlarla külli nefs aras ında ne gibi bir ili şki vard ır İ bnu'l-Arabi<br />

bu sorulara cevap verirken, <strong>tasavvuf</strong> ö ğretisinin becerikli bir izah ını da bize<br />

vermektedir.<br />

a) Çe ş itli Öneme (Hüküm) Türleri<br />

Bilgi sadece türde de ğil, elde edildiği yollar bak ımından da farkl ılık<br />

gösterir. Ibnu'l- Ar abi, bu ilkeye dayanan bir önermeler (ya da önermelerle<br />

ifade edilen hükümler) tasnifi vermektedir. Ona göre, normal olarak bütün<br />

bilgiler 6 meleke ile elde edilir: Bunlar be ş duyu ve ak ıldır. ( İ bnu'l-Ar abi<br />

aklı da bir meleke sayar). Bunlar say ıca farkl ı, fakat asl ında birdir298. Bununla<br />

birlikte baz ı kimseler vard ır ki, bunlar şeylerin bu normal kurallar ına uymazlar:<br />

Onlar bütün bilgi türlerini sadece duyular ından biri ya da ötekiyle elde<br />

ederler; baz ılar ı da bilgiyi hiçbir duyu ya da meleke ile elde etmezler 299 .<br />

ibnu'l-Arabi kehânet, telepati, ipnotizma ile elde edilen bilgiyi, daha da<br />

önemlisi hadsi (sezgiye dayanan) ya da bat ıni ad ını verdiği bilgi çe şidini<br />

anormal saymaktad ır. Geni ş anlamıyla, ibnu'l- Ar abi bütün önerme ya da<br />

hükümleri iki ana s ınıfa ay ırır:<br />

1. Zorunlu hükümler. Bunun alt ında şu bölümler bulunur:<br />

I. İdraklere ait olan bütün hükümler (tamam ıyla idraklere ait, yani<br />

zihnin i şe karışmadığı bilgiler).<br />

II.<br />

Baz ı akli bilgiler. Bununla ibnu'l-Ar abi, öyle görünüyor ki,<br />

tamam ıyla matematik ve si.ıfi mant ığın a priori (apaçık) önermelerini kastetmektedir.<br />

III. Bütün lıadsi (sezgiye dayanan) hükümler (batıni hükümler) 3°°.<br />

2. Mümkün hükümler. Bunlar ın alt ında da hem ziline hem de duyulara<br />

dayal ı hükümler yer al ır.<br />

Zorunlu hükümlerle ibnu'l- Ar abi, zorunlu olarak gerçek olan hükümleri<br />

kasteder. Mümkün hükümler ise, gerçek olabilen, fakat gerçeklikleri zorunlu<br />

olmayan hükümlerdir. Idrak hükümleri, ibnu'l- Ar abi'ye göre, objektive<br />

hakikatlara uygun dü şmedikleri için yanl ış sayılabilirler, fakat İ bn.u'l- Ar abi<br />

yine de bir şeye uygun dü şmeleri dolayıs ıyla zorunlu olarak gerçek ad ını verir.<br />

298. Futiihât, I, s. 278.<br />

299. Ayn ı eser, I, s. 279.<br />

300. Bergson'un kulland ığı anlamda kullanılan sezgi (hads )kelimes iyukar ıda izah edilen hükümlerin<br />

üç çe şidini de içine alır.<br />

99


Bir kimsenin penbe bir fare gördü ğünü söyledi ği zamanki hükmü, İ b nu'l-<br />

Ar abi'nin görüşüne göre, o kimsenin muhakkak bir şey görmü ş olmas ı, yani<br />

idrakinin muhakkak objective bir şeyle şartlanmış olmas ı dolayısıyla gerçektir.<br />

Bu "bir şeye" penbe bir fare demek, duyular ın değil, zihnin bir hatas ıdır.<br />

Serap olayı gibi bütün vehimler ibnu'l- Ar abi taraf ından bu şekilde aç ıklamr.<br />

D ış hakikatlara mutab ık olmayan ve herhangi bir d ış nesne tarafından<br />

şartlanmanu ş olan hükünder hayal-gücünün uydurmalar ı ve dolayısıyla<br />

zorunlu olarak yanl ışt ır. ibrı u'l-Ar abi devamla, "böylece zihnin duyular ı<br />

idare etti ği tarzda akl ı idare eden akli bir güç (meleke) tahayyül etti ğimiz<br />

takdirde, böyle bir gücün akla nazaran, zihnin duyulara narazan hata yapt ığı<br />

tarzda, hata yapabilece ği, yani böyle bir gücün akl ın apaç ık önermelerinden<br />

bazılarının, akla zorunlu olarak gerçek göründükleri halde, yanl ış olduğunu<br />

belirtmesinin muhtemel -olduğu tasavvur edilebilir" diyor. Ibnu'l-Arabi<br />

böyle bir melekenin (yetinin) olup olmadığım söylememektedir. Asl ında onun<br />

üzerinde durmak istedi ği şey, yukar ıda sözü edilen türden zorunlu bilginin<br />

kendiliğinden gerçek olduğu ve bazan yanlış olduğunu belirtilmesinin sebebini<br />

ise zihnin ya da bir ba şka esrarengiz "hakim"in hatal ı hiikmün.ün te şkil etmesidir.<br />

b) Hadsi (Sezgiye dayanan) ya da Bât ıni Bilgi<br />

Zorunlu bilginin üç çe şidinden üçüncüsü (yani hadsi bilgi) en önemli<br />

olanıdır ve İ bnu'l-Arabi'nin bilgi felsefesinin çekirde ğini te şkil eder. Diğer<br />

safiler gibi o da mant ıki aklın sahip oldu ğu bilgiden tamam ıyla farkl ı olan bir<br />

bilgi çe şidinin imkamna inanmaktad ır. Bu bilgi çe şidi bu defa d ış nesnelerin<br />

değil, Hakikat ın kendisinin vasıtas ız idraki, ba şka deyi şle aklın muhtemel<br />

ve sadece tahmini bilgisine kar şılık şeylerin ne iseler o olmalar ı halindeki hakikatlar<br />

ının bilgisidir30L. Spinoza'nın insan bilincinin "Amor intellectualis<br />

Dei" (akli Allah a şkına) garkoldu ğu bir hal olduğunu söylediği üçüncü bilgi<br />

türü (Scientia intuitiva) buna pek benzemektedir" 2.<br />

Sâtiler bu bilgi türüne ınakal olarak "zevk" (vas ıtas ız idrak) ad ını verirler.<br />

Bu deyim bir kavrama fiilinden çok bir iç idrak hali olan vas ıtas ız tecrübe<br />

haline işaret eder. Bazan buna ilahi bilgi (ilm ledünni=ledünni bilgi), sırlar ın<br />

301. Futiihat, I, ss. 38-39. İ bnu'l-Ar abi'den önce Hallâc, insan akl ıııın hakikatları kavrama<br />

gücünden yoksun oldu ğunu ileri sürmü ştür. "Dü şünceler sadece münasebetleri ortaya koyan<br />

fikirlerdir". Bak., Tevasin, s. 16. Gerçek bilgi do ğrudan doğruya Külli Nefsten cüz'i nefslere,<br />

ya da Hallac'm deyi şiyle, "Nûrdan nura" (Teviisin, s. 34) intikal eder. Hank "Hakk" ın<br />

bilgisi ile tfıl ve arz dedi ği şeye tekabül eden "görülen" in bilgisi arasmda bir ay ırım yapar.<br />

"Hakk"ı bilmek, kendin görmektir: zihnin bilgisi s ınırlı ve dolayl ıdır. Bak., Tevasin, s. 75.<br />

302. Bak., Joachim, A Study of the Ethics of Spinoza, Oxford 1901, s. 181.<br />

100


ilgisi (ilm el-esretr) 303, Gayb' ın bilgisi (ilm el-gayb) 304 ve peygamberler, veliler<br />

v.b. gibi "bu dünyada öteki dünya yarat ılışına (en-ne ş'et el-uhreviyve)<br />

sahip olan kimselerin bilgisi" 305 de derler. Bundan dolay ı biz bu bilgi türü<br />

için, onu diğerlerinden, özellikle nazari dü şünceden ay ırdetmek şart ıyla<br />

sezgi, derin görü ş (firâset) ya da hakikat ın vas ıtasız idraki terimlerini kullanabiliriz.<br />

c) Hadsi (Sezgiye dayanan) ya da Bat ı ni Bilginin Hususiyetleri<br />

Öyle görünüyor ki, ibnu'l- Ar abrnin anlad ığı şekliyle bâtini bilginin<br />

en göze çarpan hususiyetleri şunlard ır:<br />

1. Bâtıni bilgi doğuştan; akli bilgi ise kazan ılmışt ır. Bât ıni bilgi bütün<br />

yarat ıkların varlığını ayd ınlatan ilahi feyze (el-feyz el-iltthi) aittir. Insanda<br />

baz ı <strong>tasavvuf</strong>i şartlar alt ında, mesela zihnin tam edilginlik halinde tezahür<br />

eder."6 Herhangi bir al ışt ırma veya terbiyenin sonucu de ğildir; insan kalbinin<br />

en derin bo şluklar ında uykuda yatmaktad ır.<br />

2. Aklın ötesindedir. Geçerli ğini denemek için akl ın otoritesini davet etmemeliyiz.<br />

Tersine, e ğer akıl ile sezgi çat ışırsa, birincisi daima ikincisi u ğruna<br />

feda edilmelidir. Peygamber ve velilerin bize anlatt ıklar ı aklımızla uzla şmaz<br />

bir görünümde iseler, peygamber ve velilerin sözünü do ğru olarak kabul etmeliyiz;<br />

akıl böyle bir hakikat ın hakemli ğini yapamaz. Ak ıl hazan hakl ı<br />

olabilir, ama Ibnu'l-Arabi onun hakl ılığı= arızi olduğunu kabul etmektedir.<br />

Akıl ilahi bilgiye karışmadığı gibi onu yorumlamaya da çal ışmarnalıdır"<br />

3. Belirli bir röhi ar ınma derecesine ula ştığı zaman Sûfinin kalbinin<br />

her tarafına ta şan nör şeklinde kendisini gösterir. Terbiye (riyazet) ancak<br />

hayvâni nefse ait olan ve kalbi ezdi bilgi ve kemalleri yans ıtmasından al ı-<br />

koyan "perde"leri kald ırmaya yard ım ettikçe gereklidir.<br />

303. Bak., Futâhât, I, s. 38. ibnu'l-Ar abi burada bilgiyi üç çe şide ayırır• aklın bilgisi (ilm<br />

— hallerin bilgisi (ilm el—ahvâl) ve sırlarm bilgisi (ilm el—esrar). ibnu'l-Ar abi,<br />

ilahi bilgi ya da sırlar ın bilgisinin alt ına hadsi bilgi ve cans ız varhklar ın bilgisi gibi şeyleri<br />

koyar; çünkü cans ız varl ıkların bile Allah' ı bilip, yücelttiklerine inanmaktad ır. Bak.,<br />

Futâhât,I, s. 375 ve II, s. 403. Kar., Fuvâhât,III, s. 341, 1. 8 ve s. 343, 1. 1...<br />

304. İki çe şit gayb vard ır: Mutlak gayb, yani bilinmeyen ilahi Zât ve bilinmesi baz ıları için<br />

mümkün, bazıları için ise imkans ız olan izâfi bilgi Bak., Futâhât,IV, s. 163.<br />

305. FusVis, s. 369; türk. çev., s. 256.<br />

306. Bak., Fusâs, s. 371; türk. çev., s. 257. Burada s ı7fiye, dü şüncesinde o derecede edilgin<br />

olması tavsiye edilir ki, böylece o, cans ız e şya durumuna ula şır.<br />

307. Futâhât, II, s. 394, 1. 3.<br />

101


4. Batpli bilgi sadece baz ı kimselerde somutla şır (maddile şir). Velilik<br />

kazan ılanıadığı gibi, o da kazamlamaz. İ bn u'l- Ar abi'ye göre, o, her şeyden<br />

önce takdir edilmi ştir. Veli veli olarak do ğmuştur. Hiç kimse veli olamaz veya<br />

bât ıni bilgiyi elde edemez. Bütün bunlar Allah' ın takdirine kalm ışt ır"s:<br />

"Her birimizin bilinen bir makamı vard ır"309. Böylece ke şf derken İbnu'l-<br />

Ar abrnin bütün kastettti ği, sadece kuvve ha]indeki bilginin aç ılması ve<br />

insanın kalbinde uyumakta olan ilahi bilincin uyanmas ıdır. Perdeler kald<br />

ırdınca, "kalp gözü" ezdi ve zamanl ı, fiil ve kuvve halinde her şeyi subût<br />

hallerinde gerçekte nas ıllarsa öylece görürn°.<br />

5. Verse yerse ihtimaliyet ürünü veren nazara bilginin tersine, sezgi<br />

kesin bilgi verir311. Birinci ııin hedefi Hakk,'In gölgesi -Görülen _Mem- ikincisininki<br />

ise, Hakikata). kendisidir. Bu bilgiyi elde etmenin tek yolu hakikat<br />

lar ın " şuhûd"312 (vasttastz mü şahade) vas ıtas ı ile bilinmesidir. Allah' ın bilgisi<br />

şuhûd olduğu gibi, inâyet etti ği kimselerin bilgisi de şuhad'tur.<br />

6. Bât ıni bilgi asl ında Allah' ın bilgisi ile aymd ır313. Çe şitli türleri varm ış<br />

gibi görünürse de, asl ında birdir. Aslında Allah' ın bilgisinin ayn ı oluşu şu şekilde<br />

kamtlamr• hiç kimse bât ıni bilgiyi ke şfedip, Allahla asil birliğini, yani<br />

Allah' ın (herhangi bir ön kesinti olmaks ız ın) sûfinin "i şitme", "görme" ve<br />

bütün diğer melekeleri haline gelerek fena halini idrak etti ği sûfi "Makam" a<br />

daha önce ula şmadıkça, bu bilgiyi elde edemez3 14. Bu, Allah'ta ve Allah'Ia<br />

elde edilen Allah' ın bilgisidir. O, ayn ı zamanda, bizim O'nunla elde etti ğimiz<br />

O'nun hakkındaki bilgimizdir (marrifetuke bihi bihi) 315 . Bu husus üzerinde daha<br />

tam bir şekilde ibnu'l-Arabrnin fenâ nazariyesini i şlerken duraca ğız. Onun<br />

aslında ayn ı türden olduğuna gelince, ibnu'l- Ar abi, farkl ı kanallardan<br />

geliyor gibi görünüyorsa da, onun ortak bir kaynaktan ç ıktığını kabul eder.<br />

308. "Subât halinde ne isen, varl ık halinde de osun", Fustis, ss. 122-123; türk. çev., s. 66.<br />

309. KurYın, XXXVII, 164; kar., Fusıls, s. 122; türk. çev., s. 66.<br />

310. Fusûs, ss. 245-246; türk. çev., ss. 157-158.<br />

311. Fustis, ss. 336-337; türk. çev., s. 231.<br />

312. Şuhıld (vasıtasız görme) deyimi Plotinus'un fürz'sm ın karşıhğıdır.<br />

313. Tek fark şudur: Allah' ın bilgisi mutlak; sufininki ise, smul ıdır. Fusfıs, s. 378; türk. çev., s.<br />

263. Bu farkın bir başka ifâde şekli de ilahi Bilincin kuvve halinde oldu ğunu söylemektir:<br />

bu, I b nu '1- Arab rnin Yetkin İnsan' ında fiili hale gelir. I nu '1- Ar abi bunun "bilinceye<br />

kadar" (Kur.; XLVII, 33) sözünden anla şılan mana olduğunu söylüyor.<br />

314. Fusils, s. 378; türk, çev., 263.<br />

315. Futidult, II, s. 393,1.23. Kar., Fusüs, s. 198; türk. çev., s. 121. Buna ayn ı zamanda "Kaderin<br />

sırrı"ıun bilgisi de denir. Ib ılu'l-Arabi diyor ki: "Kaderin s ırrını (Sur el—Kader)<br />

teferruath olarak (tafsflen ) bilen kimseler vard ır. Bunlar ya Allah' ın kendi bilgisini onlara<br />

tanıtması ya da kendi acyâmn ı onlara açıklamas ı suretiyle Allah' ın bilgisinin muhtevas ını<br />

bilirler. Onlar ın kendileri hakk ındaki bilgileri, Allah' ın onlar hakk ındaki bilgisine e şittir,<br />

çünkü her iki bilgi de ayn ı kaynaktan elde edilir." Fustis, s. 47; türk, çev., s. 24.<br />

102


Bütün insani meleklerin hüviyeti olan bilen cevher bir oldu ğu için bilgisi de<br />

birdirm 6 . tbn.u'l- Ar abi, İşrakileri takip ederek, (ayn ı zamanda S ırf Varlık<br />

olan) "S ırf Nar"un bütün bilgilerin kayna ğı olduğu fikrindedir. Duyular ve<br />

bütün diğer insani yetiler (melekeler) bu Niir'un tezahürünü sa ğlayan aracılardır.<br />

Nar bütün bilinçli varl ıklardaki tek idrak eden ilke, kendili ğinden<br />

görülen ye diğer şeyleri görünür yapan tek şeydirm.<br />

7. Bâtıni bilgi açıklanamaz. Duyum idrakleri ve duygulara benzer, ba şka<br />

deyi şle ancak vas ıtas ız tecrübe ile bilinebilir. Kör bir kimseye k ırmız ının<br />

ne demek oldu ğu açıklanamadığı gibi, <strong>tasavvuf</strong>i bir tecrübe ile bu tecrübeyi<br />

geçirmi ş bir şahsa aç ılan bilgi de izah edilemez. Böyle bir bilgi ııin anlamını<br />

ancak safi idrak edebilir. Onu tavsif -etmenin tek yolu, safilerin her zaman<br />

yapt ıkları gibi, onu muğlak ve şaşırt ıcı mecazlarla izah etmektir. "Görüntü<br />

(ru'yet), görecek olan için meydandad ır" diyor Plotinus..<br />

8. Safi, bâtıni bilgi vasıtas ıyla Hakikat ın mahiyetinin tam bilgisini elde<br />

eder. O hem tenzihi hem de te şbihi belirtir. Ilahi tecelli vas ıtas ıyla<br />

Bir'in. Çok'a nas ıl girdiğini görür ve Bir'in hangi anlamda Çok'tan farkl ı<br />

olduğunu bilir. Ilı nu'l-Arabrye göre, bu, bütün dinlerin vazetti ği ve vehimlerin<br />

tasvip etti ği öğretidir 318. Safinin Allah'a atfetti ği tenzih (aşktnitk)<br />

filozoflar ınki ile aynı değildir. O, "ru'yet" halinde sfıfiye aç ılan Bir'in mutlaklığıd<br />

ır. Sonuçlamaya (istidlede) ve mant ıki akılyürütmeye dayanmaz.<br />

O, CamPubn de dedi ği gibi, "Zeyd'i şahsen bilmeye benzer -di ğeri ise onu<br />

adıyla bilmek gibidir"m 9.<br />

d) ihnu'l-Arabi'nin Tasavvufi Bilgisi<br />

Yukar ıdaki sayfalarda İ bnu'l- Ar abrnin <strong>tasavvuf</strong>i ya da halini bilgiden<br />

ne demek istediğini açıklamak için bir te şebbüste bulunulmu ştur. Şimdi ise<br />

onun <strong>tasavvuf</strong>i bilgisinin biraz önce nitelendirildi ği türden olup olmad ığı<br />

meselesi ortaya ç ıkmaktad ır. Bu husus, hiçbir yerde filozofun ve basit bir<br />

316. Fusfts, s. 185; türk. çev., s. 110.<br />

317. Burada Ilı nu'l-Ar abi, öyle görünüyor ki, I şrâkiler ve onlar ın terminolojisinin geni ş<br />

ölçüde etkisi alt ında kalmıştır. Bak., Futgliett, III, s. 365, 1. 23 ve I, s. 57, 1. 18; kar., Sühreverdi,<br />

Hikmet el-i şrâk, Şirazrnin Şerki ile birlikte, Kahire 1315; ve Futithat, III, ss.<br />

365 vd..<br />

318. Fustis, s. 357; türk. çev., s. 248. I b nu '1-Ar abrnin buna vehimlerin bilgisi deyi şinin sebebi<br />

şudur: b nu'l-Ar abi, te şbihi belirtmenin vehme, tenzihi belirtmenin de akla ait oldu ğuna<br />

inanmaktad ır. Her ikisi ancak <strong>tasavvuf</strong>i bir tecrübede ula şilabilir Sufinin vehmi bunları,<br />

çelişik olmaktan çok tamamlay ıcı sayar: "Vehme ya da hayale sahip olmayan, gerçek<br />

bilgiye de sahip de ğildir", diyor Ihnu'l - Ar a bi.<br />

319. Gazâll ve kelâmc ılar Allah bilgisinin âlemin bilgisi ile elde edilebilece ği fikrindedirler.<br />

İ bnu'l-Arabî ise, bunu yukarıda aç ıklandığı şekilde inkâr eder.<br />

103


mü'minin rülıi yüceli şi (mirac) sıras ında elde ettiği iki bilgi çe şidi hakkında<br />

İ bnu'l- Ar abrnin verdiği pek güzel izalundan daha iyi aç ıklanmamışt ır"°.<br />

Burada ibnu'l- Ar abi hayali bir şekilde mü'minin ve filozofun, Mirâc hadisesinde<br />

oldu ğu gibi, Hakikate do ğru ald ıklar ı yolu tasvir etmektedir. Sars ılmaz<br />

bir imandan ba şka hiçbir silah ı olmad ığı halde, (ibnu'l- Ara bi garip bir<br />

şekilde islâm.da iman üzerinde ısrar eder), ayn ı zamanda bir stıfi olan mü'min,<br />

her an biraz daha inanç kazan ıp yanılmaz hakikatlar ı öğrenerek, yolculuk<br />

merhalelerinden geçer, fakat yolda şı olan filozof derin bir şüphe ve şaşkınlık<br />

içinde kal ır. Sonunda filozof bütün dü şüncelerini bo ş şeyler addederek atar;<br />

süfinin yolundan gitmeyi ve İslâma dönmeyi arzu eder. Gök kürelerinden<br />

her biri onlar ın yolculuğunun bir merhalesine i şâret eder. Her merhalede,<br />

filozof da mü'min de bir şeyler ö ğrenir, fakat filozof bilgisini "küreler" (feleklerfden<br />

ald ığı halde, mü'min kürelerin ruhlar ından alır. Birincisi görüneni<br />

ya da zâhiri, ikincisi ise hakikat]. ö ğrenir. Feleklerin (gök kürelerinin) ruhlar ı,<br />

bât ıni bilgilerini mü'mine nakleden peygamberlerdir. ibnu'l- Ar abi bu<br />

peygamberlerden her birinin a ğz ından kendi <strong>tasavvuf</strong> sisteminin bir bölümünü<br />

anlatt ırarak, kendi ola ğan vandet-i vudidcu tarz ında izah ettirir. Meselâ,<br />

Müsâ'ya kendi evrensel din ve vandet-i vuef ıd nazariyesini; Yüsura sonsuz<br />

ve sonlu güzellik nazariyesini ve sûretin kemâli meselesini; A dem'e sebeplilik<br />

nazariyesini, hakiki ve görülen (zâhir) sebeplerin anlam ını, ruhi ve maddi<br />

"hilüfet"in anlamını izah ettirir. İsâ hayat ve rühiyetin anlam ını ; İdris ise<br />

"hallerin" de ğişkenliği ve cevherlerin de ğişmezliği v.b. nazariyesini aç ıklar321.<br />

"Mü'min" (et-tabi) ve filozof bu "yolculuk"ta ayn ı amaç, yani Hakikata<br />

ulaşma pe şindedir, fakat onlar ın yollar ı ve çabalar ının sonuçlar ı farkl ıdır.<br />

Meselâ, filozof d ış âlemde sebebi olan olaylar ın müşahadesinden elde ettiklerinden<br />

daha fazlas ını bilmeyi hiçbir zaman bekliyemez. Öte yandan tabi<br />

(mü'min) Bir sebebin nas ıl her şeyde i şlediğini bizzat "görür". Yine filozof<br />

Allah' ın mutlak tenzihini (aşk ınlığını) ifâdeden öteye gidemez; mil' ınin. zevk<br />

(doğrudan doğruya idrak) vasıtas ıyla Hakikat ın her cihetini, yani tenzih ve<br />

te şbihi bilir. Sisıfi hallerinden birinde, (ayn ı zamanda silfi olan) mü'min Hak'la<br />

adi birliğini idrâk eder. Bu bilen ve bilinenin ayn ı olduğu bir haldir ve filozofun<br />

gücünün tamam ıyla ötesindedir.<br />

7 gök küresinden geçtikten sonra, filozof daha öteye gidemez; mü'min<br />

ise rühi yüceli şine devam ederek (tamam ıyla <strong>tasavvuf</strong>i) diğer kürelere girer<br />

320. FutIthea, II, ss. 359-374. ilınu'l-Arabi'nin, Futiihât'm bu bölümünden çok daha sonra<br />

yazd ığı FUSIIS'Ull ana fikrinin ilk izleri bu bölümde ortaya konmu ştur.<br />

321. Yedi kürenin, peygamber ve meleklerinin nitelendirilmesi, büyük ölçüde, BM'nin onlar ı<br />

nitelendirmesine benzer. Burada ve felsefesinin daha bir çok bölümlerinde Cin, ibnu'l-<br />

Ar abrnin kendisi üzerindeki etkisinin i şâretlerini göstermektedir. Kar., Nicholson, Studies<br />

in Islamic Mysticism, ss. 122-123.<br />

104


ve orada uhrevi ve <strong>tasavvuf</strong>i konular kendisine ö ğretilir. Filozof bunlardan<br />

tamamıyla habersiz kal ır.<br />

Böylece ibnu'l- Ar abi Hakikat ın gerçek bilgisi dedi ği şeyi izah ederek,<br />

ona yarma yolunu çizer. Filozofun ak ılla bildiğini safi tecrübesiyle "görür",<br />

fakat ibnu'l-Arabî gibi bir safi ne görmektedir Onun tam anlam ıyla bir<br />

safi olduğunu söylemek veya bât ıni adını verdiği bilgiye tamam ıyla <strong>tasavvuf</strong>i<br />

demek güçtür. Onun "mü'min" i de "filozof"u da bütün filozof ve kelâmc ı-<br />

larca ortak olan konular ı ele al ır; Ibnu'l-Arabi'ye göre, aralar ındaki tek<br />

fark, mü'minin hakikati do ğrudan do ğruya temas halinde, filozofun ise sadece<br />

zâhiri ve görüleni bilmesidir. Biri bütün problemlerin s ırr ına vakıf olurken,<br />

diğeri için bunlar çözülmez bilmecelerdir. Fakat Ibnu'l-Ar abi, bu s ırrın ne<br />

olduğu, veya süfinin bütün görülenlerin arkas ındaki gizli Hakikati nas ıl olup<br />

da bildiği hususunda bizi tamam ıyla karanl ıkta b ırakır. (Ibnu'l-Arabi'nin<br />

yerini alan ve nazariyelerini aç ıklayan) mü'minin ve filozofun ele ald ığı türden<br />

konular ı göstermek için misaller ço ğaltdabilir. A şağıdaki örnekler kafi<br />

gelecektir.<br />

1. E şcariyenin görü şüne dayanan cevher ve s ıfatlar (arazlar) nazariyesi.<br />

2. Nefeslerin yenilenmesi (tecdid el-enfâs) ve Hakikat ın saretlerinin<br />

sürekli yokedilme ve yeniden meydana getirilmesi (el-halk el-cedid) ad ını<br />

verdi ği görüşüne nazaran, Zamamn süreklili ği görü şü. Bu da yine E ş ' ari y e ni ıl<br />

arazlar ın yenilenmesi (teccrid el-acrâz) ö ğretisine dayan ır 322 .<br />

3. Büyük çapta Yeni- Eflatuncu olan yar ı sudurcu Bir görü şü.<br />

4. Eflatun'un İdeler nazariyesine ba ğlı olan şeylerin akıledilir ilk<br />

örnekleri (acyan es-sâbita) nazariyesi.<br />

5. Zorunlu ve Mümkün meselesi; "hakiki" ve "izafi" (göreli) varhkla<br />

metafizik kategoriler aras ındaki fark.<br />

sorusu.<br />

anlamı .<br />

6. Iradeye nazaran sebeplilik meselesi.<br />

7. Zorunluk ve hür irâde meselesi, ve ceza, mükâfat, iyilik ve kötülük<br />

8. İnsan ın evrendeki yeri, Lahât ve Neisât'un (Tanrılık ve insanlığın)<br />

Bu gibi konular ibnu'l- Ar abrden önce, onun ele ald ığı şekilde, hiçbir<br />

safi tarafından ele alm.mam ıştır. Bunlar safilikten çok felsefe ve <strong>tasavvuf</strong>a<br />

ait konulard ır. Ibnu'l-Arabi'nin. "mü'min"inin bilgisi tamam ıyla safiliğe<br />

322. Bak., Fusiis, s.. 300-301; türk. çev., s. 197.<br />

105


ait olmaktan uzakt ır. Her türlü kaynaktan elde edilmi ş ve ola ğanüstü bir<br />

hayal-gücü ile pek şa şırtıc ı bir tarzda birbirine ba ğlanm ış, aralar ında fark<br />

gözetilmeyen unsurlar ın bir kaxrnakar ışıklığıd ır. Daha önce de gördü ğümüz<br />

üzere, bunlar Hellenistik veya (E ş`ariler, Mu`tezile, i şrâkiler v.1), gibi şu veya<br />

bu İslam ekolüne ait olan) islâmi konulard ır. Ibnu'l-Arabi, ayn ı zamanda,<br />

eski stifi ö ğretileri de benimsiyerek kendi vandet-i vueudcu sistemine yerle ş -<br />

tirir. Onun ak ılyürütme tarz ı, delillerine süfiyane bir çe şni vermek veya onlara<br />

bir sfıfi elbisesi giydirmek için harcad ığı çabaya ra ğmen, kesinlikle felsefidir.<br />

Bu, bir dü şünür olan Ibnu'l- Ar a brnin orijinalli ğine kar şı bir kanıt<br />

olarak kabul edilmemelidir. Bununla sadece onun siifiden çok filozof unyan<br />

ına layık olduğu gösterilmek istenmi ştir. Onun orijinalli ği,<br />

1. Şüphesiz kendisine ait olan ola ğanüstü bir incelikteki aç ıklamalarıyla<br />

ta ınamlayıel unsurlarını ekseriyetle bir ba şkas ından ald ığı felsefi bir plan ı<br />

doldurmakta,<br />

2. En yüksek derecede bir hayal ve rüya aleminin insan ı olmas ı gerçeğinde,<br />

toplan ır.<br />

Onun sistemine siifi bir görünü ş veren, felsefi veya kelâmi bir ö ğretiyi<br />

alarak hayret verici derecede verimli bir hayalgücünün yard ımıyla sUfile ş -<br />

tirmesidir. Ibnu'l-Arabi, umümi sistemine uymalar ı için, anlamlar ını değiş -<br />

tirdiği deyimlerini de kullan ır. Bütün bunlar ibnu'l- Ar abi'nin eserlerinde<br />

sâfiyane bir hava yaratmaya yard ım eder, fakat daha derin bir dü şünce<br />

akımı bir baştan bir ba şa iç taraflara nüffız eder. İşte bu, onun vandet-i vudidcu<br />

felsefesidir. Ib nu'l- Ar abi ço ğunlukla söylediği her şeye inanmaktad ır<br />

ve bunda da tamam ıyla samimidir, fakat onun kendi hayalgücünün kurban ı<br />

olduğunda hiç şüphe yoktur. Sufilik bir felsefe sistemi de ğil bir tecrübedir;<br />

ı bnu'l- Ar abrnin verdi ği gibi, iyice tasarlanm ış bir nazariye de ğil, duygusal<br />

bir haldir. Söylediği her şeye destek olarak her zaman felsefi bir delil ileri<br />

sürmediği yerlerde gerçek filozoflardan ayr ılır görünmektedir. Bir çok hallerde,<br />

filozofa münaka şal ı bir noktaym ış gibi görünen şeyler ibnu'l- Ar abi tarafından<br />

matematiksel veya ıriantıki anlamda de ğil, geçerliğinin zevkle (do ğrudan<br />

doğruya idrakle) ispat edildi ği anlam ında apaç ık bir önerme say ılır.<br />

Onun bütün sistemi bu türden bir postülalar (mevzua) gurubuna dayan ır.<br />

Bize, felsefesinin her noktas ında mant ıki bir delil sunmak yerine, hazan onların<br />

alabildiğine hayali bir izah ın ı vermektedir. Kendisi hakiki bilgiye ula ş -<br />

manın bir vas ıtas ı olarak hayalgücünün yeri ve de ğeri üzerinde ısrarla durmaktad<br />

ır. Bu husus pek aç ık bir şekilde gösterilmi ştir. Kendisine hakiki, hatta d ış<br />

âlemin somut nesnelerinden daha hakiki gelen şeyleri hayalgücünde görmü ş -<br />

106


tür. Gerçekten de hayalgücü, onca, duyum aleminden daha yüksek bir varl ık<br />

sahas ıd ır. Maddi ve manevi âlem aras ındaki bir bağd ır. Bir kelime, hattâ<br />

(kelimedeki) bir harf veya nokta zihninde türlü ça ğrışımlar yığınıııı uyand ırmak<br />

için yeterlidir. Bu y ığınla yukar ıda sözünü ettiğimiz felsefi plan doldurulmuştur.<br />

Mesela, şuhüd halinde iken, ilahi Hilviyetin d ış ve iç manzaralar ım<br />

görmüştür. Hüviyeti, ışığını (nurunu) 4 küreye (Empedokles'in Unsurlar ı)<br />

gönderen, k ırm ız ı bir hah üzerine yerle ştirilmi ş nurlu bir resim halinde / 3 323<br />

sûretinde görmü ştür. Bu resim, Ibnu'l-Arabi'ye göre, taht ı bu halıda olan<br />

bir ruha sahiptir (yani onun iç manzaras ıdır.)<br />

Hah görünü şte Bir KWH Cevher, riihani âlemdir; bu nurlu resmin ışığının<br />

gönderdiği 4 küre, görünü şte tabiat aleminin geleneksel 4 unsurudur (ate ş ,<br />

hava, su ve toprak). Böylece bütün mesele İ b nu'l- Ar abi'nin zihninde hemen<br />

a şağıdaki şekle benzer bir şey haline bürünmü ştür.<br />

Görülen :Alem<br />

"Toz" şeklinde tezâ-<br />

----•-•--•-> hür eden ilâhi<br />

(a`ma)<br />

Hah (Bilinmeyen<br />

Zöt)<br />

Açıkça görülmektedir ki, (ibnu'l- Ar abi'nin sfifi bilgi diyece ği) böylesine<br />

iyice işlenmiş bir rüyayı zorunlu kılan şey, olağanüstü bir canhlığı olan arapça<br />

m (he) kelimesinin görülen süretidir ve s şeklinde yazıldığı gibi jı. (O, yani<br />

Hüviyet) (huva) şahıs zamirindeki ilk harftir. İ b nu'l- Ar abi' ılin sunduğu<br />

tasvir 8 harfine iyice yakla şmaktad ır. Bu görülen süreti Görülen Alemdeki<br />

ilahi Hüviyet ve onun tezahürleri ile birle ştirmek onun zihninin tam bir<br />

hususiyetini te şkil eder. İşte bu, tbnu'l- Ar abrnin s ık s ık doğrudan doğruya<br />

mü şahade ile gördü ğünü söylediği ve her zaman bütün zihninde i şleyen<br />

şuuralt ı bir hayalgücünden ba şka hiçbir şey değilmiş gibi görünen türden<br />

bir şeydir. Daha bir çok misaller zikredilebilir, fakat ben bu türden dikkat<br />

çekici ba şka bir durumdan bahsetmekle yetinece ğini3 24.<br />

323. Fudiluit, II, s. 591.<br />

324. bnu'l-Ar al:X/1in mutlak tenzih (tenzih et-tevhid), yani ilahi birliğin kendisine ait olan<br />

tenzih, dedi ği şey hakkında bak., Futıllnit, II, s. 767. İlahi birlik (tevidd) onun zihninde<br />

kap ısız bir mimari yap ı şekline bürünür. (Bak., Kehlm hakk ındaki Bölüm.).<br />

107


II<br />

Psikololi<br />

A. Tasavvufi ve Metafizik Psikoloji, ibnu'l-Arabrnin Nefs<br />

Nazariyesi<br />

Diğer bütün Siifiler gibi, ibnu'l- Ar abi de insan "kalb" ine mecazi<br />

olarak bât ıni bilgiyi nakleden alet veya bu bilginin tecelli etti ği merkez ad ını<br />

vermektedir. Bu aletle kastedilen kalbin kendisi, yani gö ğüste yer alan bedenin<br />

bo ş ve koni şeklindeki parças ı değildir; "cismani ve manevi bak ımdan<br />

(sûreten ve manen) onunla ilgili oldu ğu halde, ondan farkl ı ve ba şka olan"<br />

bir şeydir325. "Kalp" kelimesi sadece İnsan ın akli yönünün, Rüh'un bir sembolüdür<br />

3 2 6 .<br />

(Filozoflar ın anladığı gibi) ibnu'l-Arabrnin kesinlikle görülen<br />

âleme ait ve bedene ba ğlı saydığı "akıl" ile aynı olmayıp, daha ziyâde, bir<br />

bedenle görevini yerine getirdi ği halde, ne bu bedenin kendisi, ne varh ğı bir<br />

bedene ba ğlı, ne de herhangi bir şekilde s ımrlarla s ınırlı olan "Külli Akıl<br />

İlkesi"nin ayr ılmaz bir "parça"s ıdır.<br />

Ibnu'l- Ar abi'nin söylediklerine göre, bu s ırlı güç (kuvvet), beden gözü<br />

gibi, şeyleri idrak eden, fakat idrak etti ği şey, Hakikat' ın kendisi olan "iç<br />

gözü" (cayn el-basira) dediği daha s ırlı bir melekeye (yetiye) sahiptir. Plotinus<br />

gibi Ibnu'l-Arabi de nefsin "gözü" nün tek ba şına "bütün diğer<br />

manzaralara kapal ı olduğu zaman", dü şüncenin ötesinde olanı görebilece ğine<br />

inanmaktad ır327.<br />

Bu "iç gözü"nü kör eden şeyler, hayvani nefsin bar ındırdığı kötü düşünceler<br />

ve maddi âleme ait olan her şeydir. Bu "perdeler" den bir kez kurtulunca,<br />

safinin kalbi Hakk ı kavramaya ba şlar ve Memin akli ilkesi ile do ğrudan do ğ-<br />

ruya irtibata geçer.<br />

a) Cüz'i Ak ıllarla Külli Ak ıl aras ındaki İ li ş ki<br />

Safinin kalbi filozoflar ın "cüz'i akl ı" ile ayn ıdır. Bu, ibnu'lArabrnin<br />

bazan ak ıl değil, akli nefs anlam ında kullandığı bir terimdir. Cüz'i ak ıl,<br />

ibnu'l-Arabi'nin görü şüne göre, KWH Akl ın bir hali, veya kendi deyi şiyle,<br />

onun cüz'ile şmesidir328. Aslında o, Külli Nefsle ayn ı, fakat kavram olarak<br />

325. Bak., Ibnu'l-Arabt, Mühiyyet el-Kalb, Elyazmas ı Loth. Kat., 6552, varak, 26, 11. K ısım.<br />

326. I b rıu'l- Ar abi kalbi, Kur'an' ın "doygun Nesf" i ile (en-nefs el—mutma'inna) aynı sayar.<br />

327. Whittaker, The Neo—Platonists, s. 103; kar., Futâhât, III, s. 263, 1. 17.<br />

328. Plotinus'un Nofıs'u ve Ibnu'l-Arabrnin İlk Akıl (el—akl el-evvel), ya da KWH Ak ıl<br />

(el—akl el—küM), yahut da Muhammed'in Hakikat ı (el-hakikat el—Muhammediyye) v.b....<br />

108


ondan farkl ıdır. İkisi aras ındaki ilişki külli bir kavramla onun cüz'ileri, veya<br />

bir sürekli kılıc ı ile onun sürekli k ıldıklar ı (birinciden çok ikincisi) aras ındaki<br />

ilişkiyle aynıdır. Ibn '1- Ar abi, Plotinus'un delilini tekrar etmeksizin,<br />

dördüncü Ennead' ının ana tezi, yani cüz'i nefslerin, bir bütünün "parça"lar ı<br />

olmalar ı anlamında olmamak üzere, Küllün (Bütünün) Nefsi veya KWH' Akl ın<br />

halleri olması görü şüyle aynı fikirdedir. Plotinus'un bizzat i şaret etti ği<br />

üzere, bir nefsin parçalar ından söz etmek saçmad ır, çünkü parçalar ın ancak<br />

büyüklüklere nispetle anlam ı vard ır, ve nefslerin ise büyüklü ğü yoktur. Bir<br />

nefsi çoğaltan, Bir Zat' ı çoğaltanla ayn ıdır, yani subjective nispetlerdir;<br />

yoksa nefsler bölünmezler 329. Zihni haller zihnin "parçalar ı" olmadığı gibi,<br />

cüz'i nefsler de Evrensel Nefsin "parçalar ı" de ğildir. Ibnu'l- Ar abi cüz'i<br />

akıllara "Evrensel (Külli) Nefsin güçleri" derken benzeri bir k ıyas ı (benzetmeyi)<br />

kullamr. 33°<br />

Evrensel (Kii/ri) Nefs kendisini daima bir bütün olarak bilir. Bu<br />

demektir ki, aslında kendi "parçalar ı"m (daha iyi bir terim bulamad ığım<br />

için kullanıyorum) da bilir, fakat "parçalar", parça olarak hiçbir şekilde<br />

bütünün bilincinde de ğildir. Onlar kendilerinin münferiden bilincindedir.<br />

Böylece biz, belki de ibnu'l- Ar abi'nin Allah ile <strong>tasavvuf</strong>i birlenmeden,<br />

Allah'a do ğru <strong>tasavvuf</strong>i yolculuktan ve nihayet "perdelerin kalkmas ı"v.b.,v.b.<br />

den ne kastetti ğini anlamak durumunday ız. Önce, "ittihad" (birlenme),<br />

Ibnu'l- Ar abrnin görü şüne göre, daima ınecazi anlama al ınmalıdır. Bütün<br />

cüz'i nefslerinin, onca, Allah' ın kendisi olan Evrensel (Kii//i) Nefsle zaten bir<br />

olduklar ı halde, bir safi tecrübede gerçek birlenme nas ıl olabilir (Allah.<br />

Kosmos'un Akli ilkesi). Görülüyor ki, bu "birlenme" cüz'i nefs için sadece<br />

bir uyanıklık hali ve iki ayr ı nefsin bir ala şımmdan ziyade kendisi ile Bütünün<br />

Nefsi (nefs-i Kül) aras ında zaten var olan birli ğin gerçekle şmesidir. Ibnu'l-<br />

Ar abi'ye göre, safinin son ba şarısı ve çabalar ının son hedefi Allah ile bir<br />

olmak de ğil, çünkü o zaten Allah'Ia birdir, fakat bu birli ğin anlamını kavramaktır.<br />

Bu nazariyeden en az ından iki sonuç ç ıkar:<br />

I. Gerçek olu ş yoktur: ne insan Allah ne de Allah insan olabilir. %nal-<br />

Arabrnin görü şüne göre, H all â c'm Ene'l-Hakk' ı kelime anlam ıyla do ğrudur.<br />

II. Safilerin bât ıni bilgisi doğrudan doğruya ferdi nefsten do ğar. Herhangi<br />

bir gerçek anlamda ke şf veya ilham edilmi ş bir bilgi de ğildir. Bilginin nakli<br />

329. Fuuti1hat, II, s. 88, 1. 9.<br />

330. ilınu'l-Arabi, Risale fi mana en—nesf ve'r—r ılh, ne şr.: Palacio, Acts of the 14th Oriental<br />

Congress, III, (Cezayir 1905), s. 154.<br />

109


veya iletilmesi gibi bütün bu terimler mecazi anlama al ınmalıdır. Fakat<br />

İ bnu'l- Ar abrnin bu konuda kulland ığı sembolik (remzi) dil, diğer yerlerde<br />

olduğu gibi, burada da büyük bir tehlike kay-na ğıd ır. Kelime anlamına al ınd ığı<br />

takdirde, bu hakikati açan (mu/ki) ile kendisine hakikat aç ılan ın, verilen bilgi<br />

ile bilgiyi alan v.b. nin ikili ğini kapal ı bir şekilde ifade eder. ibnu'l- Ar abi<br />

(Külli Nefs'e kar şılık olarak kulland ığı bir deyim olan) İlk Aklı o tarzda tavsif<br />

eder ve ona öyle hususiyetler atfeder ki, cüz'i ak ıllardan tamam ıyla farkl ı<br />

imi ş gibi görünür331. Fakat biliyoruz ki, ona göre, Külli Nefs cüz'i nefslerden,<br />

ancak bütünün parçalar ından ayr ılmas ı şeklinde, ayr ılır. ibnu'lArabi, ayn ı<br />

zamaıda, Külli Nefsle ayn ı ve bât ıni bilginin tek vericisi (el-mulld) olan Ceb-<br />

i. kastederek Ruh'tan söz eder ve bu hususa delil olarak Kur'ân'dan<br />

bir çok ayetler getirir332. ibnu'l- Ar abrnin kendisi de itiraf etti ği üzere, 333<br />

ği şudur: Tek (hakikat) verici (mulki), cüz'i "hallerin" gerçekte demek istedi<br />

deki Ruh, ke şf (verilen hakikat) ise nefsin (cüz'i nefsin) kendi ifâclesidir. İ b n u'<br />

1-Ar abrnin nazariyesi bir şahsi idealism (personal idealism) şeklidir. Siifinin<br />

bütün hazretlerde (mertebelerde) bilgi "ald ığı" söylenir, fakat bu bilgiyi<br />

"veren" her hazretin mahiyetine göre, çe şitli "saretler" de görünen "ben"<br />

(nefs)'dir. ibnu'l-Ar abi, Cebrâ'il'in Hz. Muhammed'e Kur'an' ı indirdığiııi<br />

kapalı olarak inkâr etmektedir. Hz. Muhammed'e Dihy et el- K elbi süretinde<br />

görünen Cebra'il de ğil, sadece Peygamberin etkin hayalgücünün bir<br />

ürünü idi. Ba şka deyi şle, o surette kendisine görünen kendi "ben"i (ayn ı)<br />

16334 . Muhakkak ki bazan İ bnu'l- Ar abi (Bir Zat' ın veya Bir Nefs'in) birli ği<br />

ile zahiri çokluk aras ındaki farkı mübala ğa eder ve böylece biz, bunun sadece<br />

onun kulland ığı dilin bir özelli ği, düşüncesinin bir hususiyeti oldu ğunu unutarak<br />

onun dualist oldu ğu inanc ına kap ılabiliriz. Fakat burada pek yak ından<br />

izlediği Pl otinus gibi, onun da, akli nefslerin Külli Nefsle zati birli ğine inandığı<br />

hususunda hiçbir şüphe olamaz 335 .<br />

Bu şekilde kavranan. Süfinirı kalbi veya nefs, tabir caizse, Allah'a Kendisini<br />

gösteren "göz" ve O'nun Mutlakl ığı de ğil de tezâhürleri şeklinde<br />

Kendisini bildiren âlettir, çünkü Allah' ın Mutlak olduğu bilgisi tamamıyla<br />

Kendisine aittir. İnsanın (Yetkin İnsanın) Allah' ın ilahi Bilincinin merkezi<br />

veya Allah' ın, İnsanın bilincinin merkez ve özü oldu ğunu söylemek, böyle bir<br />

nazariyeye göre, ayn ı olgunun iki manzaras ını ifade etmektir.<br />

331. Bak., mesela, Miihiyyet el—Kalb, varak. 30, k ı s ım II.<br />

332. Bak., Futûhât, s. 750.<br />

333. Fustis, ss. 63-64. "E ğer herhangi bir sufi (bir şahs ın) `sûretinin) kendisine, kendisinde olmayan<br />

bilgiyi naklettiğini görürse... bu şah ıs, onun o sûrette görünmü ş olan aynı (beni)'dir.<br />

Böylece kendisine ait olan a ğaçtand ır ki, diktiklerinin meyvas ını toplar".<br />

334. Futrıllt, II, s. 429, 1. 11 a şağıdan.<br />

335. Kar., Plotinus, Enneads, İng. çev., Mackenna, III, ss. 13-14.<br />

110


) Stıfinin Kalbinin De ğ i ş kenli ğ i<br />

Bununla ibn.u'l- Ar abi, daima sonsuz sûretlerde ve bütün varl ık<br />

"düzeylerinde tezâhür eden Hakikat ın, sanki bir aynada, her yerde Hakikati<br />

takip eden ve onu her şeyde tan ıyan gerçek Arifin kalbinde yans ımas ını kastetmektedir.<br />

Bir ezdi cevherdeki her "hal" veya de ğişiklik Arifin kalbindeki<br />

bir "hal" e yahut da bir de ğişmeye tekâbül eder. İşte ibrı u'l- Ar abrnin<br />

Allah' ın Arifin kalbinde "ihata" edildi ğini söylemekle kastetti ği budur.Arifin<br />

kalbi Allah' ı iki şekilde ihata eder:<br />

I. Ayrı ayr ı Büyük Alemde, mü şterek olarak da Küçük Alemde (Insanda)<br />

tezâhür eden bütün ilahi yetkinlikleri (kemâlleri) yans ıt ır.<br />

II.<br />

İnsana Allah denebilecek tek cihet olan İnsan ın ilahi (zati veya<br />

rahani) manzaras ını ihata etti ği şekilde Allah' ı ihata eder. Fakat ibnu'l-<br />

Ar abi, "kendini bilen Rabbini de bilir' 336 şeklindeki hadisin gerçek anlam<br />

ının bu olduğunu söyliyerek, bu iki"' anlamda ıı birincisi üzerine daha fazla<br />

ağırlık vermektedir.<br />

c) İ bnu'l-Arabi'nin Nefsin Mahiyeti Nazariyesi<br />

İ brı u'l-Arabi hiçbir zaman bize insan nefsi hakk ında bir görü ş sunan<br />

ilk S İVİ değildir. Hallâc, daha önce de Lethât ve Neisilt 338 konusu ile ilgili<br />

olarak gördüğümüz gibi, nefsi, İnsan ın ikili mahiyetinin tamamlay ı cı bir<br />

parças ı sayan ilk Siıfidir. Massignon'un i şaret etti ği üzere, çok daha sonrad ır<br />

ki, Hallâc'a ait olan nefs, müslüman dü şünürler, Yeni-Eflatunculuk ve<br />

diğer Yunan sistemlerini kendi felsefelerine yerle ştirdikten sonra, filozoflar ın<br />

"akli nefsi" ile ayn ı sayılmış ve nihayet ibnu'l-Ar abi ve Gazali gibi dü şünürlerin<br />

eserlerinde klasik bir şekilde belirmi ştir 339 .<br />

Me şş a'i (Aristocu) felsefeyi ana hatlar ıyla izleyen İ b nu'l- Ar abi,<br />

insanda beden, nefs ve ruh dedi ği üç ayr ı unsur tammaktad ır340. Arist o gibi<br />

o da üç nefsten, daha do ğrusu bir nefsin üç manzaras ından söz eder: a) Bitkisel<br />

(«bari), b) hayvani, ve c) akli nefsler. Fakat Aristo'dan, akli nefsi<br />

akılla (mant ık! aklın organ ı) ayn ı saymamakla ayr ılır. Cismi, mekanda uzam ı,<br />

zamanda süresi olan, bozulan ve de ğişken olan maddi bir sûret şeklinde tanım-<br />

336. Kar., Fusiis, s. 220; türk. çev., s. 138.<br />

337. Bak., Futtilult, I, s. 281. I bnu'l-Arabi şu hadisleri nakleder: "Ne yer ne gök, ancak mü'<br />

min kııllarımın kalbi Beni ihâta eder".<br />

338. Bak., Teviidn, ss. 136-137. Burada H all â c, iki "ruh" tan bahseder,<br />

339. Bak., Gazâli, el—Mezni ın es —Sagir, Kahire 1309, ss. 5-8. Gaz MI, ibnu'l-Ara bi gibi,<br />

nefsin kıdemine inanmaz.<br />

340. Bak., Fusüs, s. 322; türk. çev., s. 220. Kar., FıttiV ıiit, III, ss. 313-314.<br />

111


lar. Cisim,"Evrensel Cismin" (el-cism el-külli )özel bir "hali" veya Spinoza'n ın<br />

deyişiyle Uzam S ıfat ın ın özel bir "hali" dir. Öte yandan ibnu'l- Ar abi<br />

nefsi, hayati ilke -insan uzviyetindeki hayvâni hayat- şeklinde tan ımlamaktad<br />

ır. Nefs, Evrensel Nefsin (en-nefs el-külliyye) özel bir "hali" dir. Ve nihayet<br />

"ruh"u, tek hedefi gerçek bilgiyi aramak olan akli ilke olarak tan ımlar.<br />

evrensel Akl ın (el-akl el-külli) bir "hali", veya Spinoza'n ın deyişiyle Dü şünce<br />

Sıfat ının özel bir "hali"dir.<br />

ibnu'l- Ar abi "nefs" kelimesini nitelendirmeden kulland ığı zaman, ekseriyetle<br />

akli nefsi kasteder; aksi takdirde "bitkisel" (nebâti) "hayvani" ya da<br />

"akli" s ıfatlar ını yerle ştirir. Ona göre, bitkisel nefsin ba ş görevi, yiyecek aramak<br />

ve onu uzviyete dönü ştürmektir. Bu nefsin 4 gücü (yetiyi) vard ır: a)<br />

cezb, b) mesk (tutma), c) hazm (özümseme), ve d) def


işle ler ve varl ıklar' bedene ba ğlıd ır, fakat ruhla beden aras ındaki ilişki<br />

hiç de aç ık de ğildir. Bu hususu ibnu'l- Ar bir bütün olarak Hakikaten<br />

mahiyeti hakk ındaki çok daha geni ş nazariyesine nispetle gözönüne<br />

almaya ba şlar ba şlamaz, kendine özgü güçlükler ortaya ç ıkar. Bu güçlükler,<br />

öyle görünüyor ki, ibnu'l- Ar abryi rahats ız etmemi ştir. Buna kar şılık,<br />

kuvvetli monistik e ğilimlerine ra ğmen, ruh ve bedenle ilgili olarak bir dualist<br />

görünümü vermektedir. Akli nefs, diyor ibnul- Ar abi, ne ak ılla ne de bedenle<br />

aynıdır, oysa ak ıl onun tâli "yetilerinden" biridir ve bedenle birlikte<br />

olduğu müddetçe onunla i şlemektedir. Bedenden tamam ıyla ba ğımsızd ır;<br />

bedene "ili şmeden" önce oldu ğu ve ondan ayr ıldıktan sonra da olaca ğı gibi,<br />

fiilen ondan ayr ı olarak var olabilir. Ibnu'l- Ar abi, öyle görünüyor ki, ruh<br />

hakkındaki maddeci görü şü toptan reddederek, filozoflarla birlikte, ruhun<br />

beden dediğimiz ölüm ve de ğişmeye tabi olan karanl ık ve karma şık<br />

maddi cevherden farkl ı, basit344 bir çevher oldu ğunu kabul etmektedir.<br />

"Ruhla", diyor ibnu'l-Arabi, "karaci ğerdeki besin arama insiyak ım veya<br />

öfke (gazab) ve ihtirasa tepki gösteren insan yetisini (gücünü), yahut da duyum,<br />

hareket ve ihtiras v.b.'de kendisini gösteren ve ekseriyetle hayvâni<br />

nefs denen bir gücü (melekeyi), kalpteki hayat veren gücü de ğil, canlı ve faal<br />

olan, faaliyetleri sadece hat ırlama, hafıza, anlama (fâhime), ayırdetme<br />

(temyiz) ve tefekkür (dü şünme)'den ibaret kamil ve basit cevheri kastediyorum<br />

(bununla birlikte ibnu'l- Ar abi onu akılla aynı saymak istemez).<br />

Onun her türlü bilgiyi almaya kabiliyeti vard ır ve hiçbir zaman soyut fikirleri<br />

almaktan yorulmaz. Bu cevher, bu üç nefsin de "reisi" ve ona hizmet edip<br />

emirlerine boyun e ğen bütün güçlerin emiridir"34 3. Fakat devamla diyor ki:<br />

"Ruh ne bir cisimdir ne de bir araz; emr alemine (âlem el-emr, yani ruhütti<br />

diem) ait bir cevherdir. Ilahi emr de ne bir cisim ne de bir arazd ır; ilk Akıl,<br />

Evrensel Nefs ve di ğer S ırf Ruhlar (el-mufartkiit) gibi bir güçtür34 6. Ben<br />

sözüyle i şaret edilen hakikatt ır"347.<br />

Bu metinlerden en az ından şu sonuca var ılır : İ bnu'1-Arabâ de Spin o z a<br />

gibi ayırdedici s ıfatlarla ilgili olarak bir dualistir, yani İnsan tabiat ında<br />

344. O, maddi olmaktan çok şekli basitliktir. Pl o t inu s 'un ifadesine göre, o, her parçada Bütün<br />

ve Bütün'de (Külde) Bütündür (Küldür.) Enneads, IV, 2. 1. Akli nefs ve onun basitliginin<br />

tam bir tavsifi için bak., Futiıhât, II, ss. 912-913.<br />

345. Ristile fi ma`na en—Nefs ve'r—ruh, s. 153.<br />

346. Ayn ı eser, s. 154.<br />

347. Ayn ı eser, s. 152. İ bnu'l- Ar abi, akli nefsin bedenden ba ğımsızlığına delil olarak uykuda<br />

ve diğer benzeri şartlarda nefsin gayb aleminin bilgisini elde etti ği ve diğer faaliyetlerini<br />

sürdürmesini ileri sürer. Kar., ayn ı eser, ss. 157-158. Miihiyyet el-Kalb, varak. 39, kısım<br />

I'de ruhtan ayn ı şekilde "'am olan" cevher olarak söz eder ki, bu deyim, kelime olarak ahmrsa,<br />

modern psikoloji nazariyelerinde "epiphenomenalism" in bir ifâdesidir, fakat İbnu'l-<br />

Arabi, bu sözü mecazi anlamda kullanmaktad ır.<br />

113


hayvanl ık ve ak ıll ılık ya da kendi ifadesiyle, insani ve ilahi iki cihetin bulunduğuna<br />

inamr. En sonunda bu iki cihet ya da tabiat, Ibnu'l-Arabi'nin nazariyesine<br />

göre, birdir. Spinoza ve ibn u'l- Ar abi'nin görü şün<br />

sahibi olan Hallac, bunlar ı esasta farkl ı addeder. Hallâc ile Spinoza<br />

aras ındaki fark, birincinin insan tabiat ındaki iki unsura, ikincisinin ise esasta<br />

farkl ı iki s ıfata inanmas ıd ır.<br />

ibnu'l-Arabi'rtin tüm metafizik sistemini pek kat ı bir karakterde<br />

monistik bir felsefe olarak ele al ınca, nefs görü şünde beden ve ruh ikili ği olarak<br />

görünen şeyi en sonunda subjective saymam ız, gerekmektedir. Yoksa<br />

birbirinden tamamıyla ba ğıms ız olan fiziki ve riıhi eevherlerin gerçek ikili ğini<br />

itiraf etmek İ bnu'l-Arabi'nin tüm sistemine indirilen öldürücü bir darbe<br />

olurdu. Bundan dolay ı, ayırdedici s ıfatlar aç ıs ından onu dualist saymakla<br />

yetinmeliyiz. Böyle bir görü şe göre, beden ve ruh, ibnu'l-Arabi'nin ayni<br />

hakikat ın dış ve iç manzaralar ı ad ını verdi ği şeyden daha ba şka bir şey olamazd<br />

ı. Ölüm yokohua de ğil, sözü edilen maddi sûretin "parçalar ının" çözülmesidir.<br />

İ bnu'l-Arabi'nin gerçekte i şaret etmeyi şiddetle arzu etti ği, beden<br />

ve ruhun sonunda iki farkl ı şey, varl ık ya da cevher olmas ı de ğil, daha ziyade<br />

ruhu, beden denen ve fizyologlarca de ği şken ve yok olucu olarak anla şılan<br />

fiziki "kalıp" la ayn ı saymamam ızd ır. Ba şka deyi şle, I b nu'l - Ar abi bizi kör<br />

maddeciliğe kar şı uyarmaktad ır. Bütün "kal ıplar"' (ya da sûretler), onca, arkalarında<br />

varlıklarını meydana getiren bir hakikatla birlikte, sade yokluk<br />

—geçici gölgeler— say ılır. İnsan bedeni bir istisna de ğildir. Sözü edilen üç nefsin<br />

hepsi ve beden sonunda birdir. Fakat ibnu'l-Arabi daima bat ının zâhirden<br />

daha karara (yetkin) ve daha şerefli olduğunu kabul etti ğimden, nazariyesinde<br />

akli nefse, İnsanın gizli ciheti olarak, bu şerefli mevkii vermektedir.<br />

Aklî nefs insan ın, Allah' ın muhatab ı olan ve ahlaki ödevleri yerine getirmesi<br />

beklenen "parças ı"d ır.<br />

B. Tecrübi Psikoloji<br />

Ibn.u'l-Arabi'ye göre, esasen mudrik (idrak eden) hakikat birdir. O,<br />

buna Nur ad ını veriyor ki, onsuz hiçbir şey ne idrak edilebilir ne de idrak<br />

edilir348. Insanda bu nur daha önce aç ıkladığı= akli nefs şeklini alır. ibnu'l-Arabi,<br />

sadece bütün ak ıl etme (taakkul) sahalar ında i şleyen tek "Zihin"<br />

olarak kozmik görevlerinde de ğil, içinde bulundu ğu her ferdi varl ıkta da<br />

bu ilkenin (Nurun) birliği üzerinde ısrar eder'''. İnsan, bütün di ğer varl ıklar ın<br />

üstünde bu birli ğin en yüksek derecesine sahiptir. İşitir, hisseder, tadar, düşünür,<br />

hayal eder ve her şeyin üstünde duyumlar ve halk taraf ından<br />

348. Futülda, III, s. 365.<br />

349. Kar., Plotinus. Enn., IV, 4. 1; Mackenna, III, ss. 47-48.<br />

114


farklı adlarla bilinen, fakat Ibnu'l- Ar abi'ye göre, asl ında bir olan, yani bu<br />

Nur vas ıtas ıyla gayb âleminin, v.b., v.b. bilgisini elde eder. "E ğer sesi idrak<br />

edersen, idrak eden Nur'a "i şitme" dersin; Görme duyusuyla idrak edersen, ona<br />

"görme" dersin ve duyumlar, bu melekelerin sonuncusuna kadar böylece devam<br />

eder" 35°. Kısaca, nu'l- Ar abi'ye göre, nur, idrakin meydana gelmesine sebep<br />

olan her şeydir. Sadece bu de ğil, idrak edilen her şeyin de Allah' ın kendisi<br />

olan idrak eden Nur'a özel bir münasebeti olmas ı gerekir. Ba şka deyişle, Allah<br />

idrak eden ve idrak edilenlerin hepsidir. Bir şey bir çe şit zihinle (insan zihni<br />

olmas ı gerekmez) hiçbir hakikat olamaz. İ b nu'l- Ar a bi, hiçbir tutars ızlığa<br />

düşmeden hem tecrübi hem de tasavvuti psikolojisini, normal ve anormal<br />

psikolojiyi bu takdire de ğer nazariye üzerine kurmay ı ba şarır. Renkleri ve sesleri<br />

idrak eden, fikirleri kavrayan, hayalleri te şkil eden, v.b., Nur, Hakikat ın<br />

kendisini doğrudan doğruya ve vas ıtasız olarak idrak edenle ayn ıdır.<br />

lb nu'l- Ar a bi, belki de, bu hususu, yukar ıdaki düzgün şekliyle aç ıklamayıp,<br />

akıl ile akli nefs (ruh) ve tefekkür ile vas ıtas ız sezgi aras ında bir fark<br />

bulunduğunu kabul edecekti. Fakat bu fark hiçbir zaman nihai say ılamaz.<br />

Eğer bir fark mevcutsa, bu, Nur'un tezâhür etti ği farklı şekillerde olmal ıd ır.<br />

İdrak eden Nur, sfıfi sezgide tamamıyla hür oldu ğu halde, tefekkürde nispeten<br />

sinirli ve duyum-idrakinde duyular ın s ımrlamalar ı ile daha da kay ıtlı hale<br />

gelirler.3 51<br />

a) İdrak (Alg ı )<br />

İdrak, Ib<br />

- Ar abi'ye göre, şu yolu izler: Duyumlar, kendi hüviyet ve<br />

idrak edilen nesnelerin hüviyetini te şkil eden idrak eden Nur arac ılığıyla idrak<br />

eder. D ış dünyadan duyumlarla toplanan izlenimler, hemen onlar ı akla<br />

ileten kalbe giderler. Beyinde bulunan ak ıl, bu izlenimleri duyum-idrakleri<br />

olarak belirler ve hayalgücüne gönderir. Hayalgücü de bunlar ı, ödevi bu idrakleri<br />

tahlil ve ay ırdetme olan müfekkire'ye iletir. Temessül (birleştirme)<br />

ve temyiz (ay ırdetme) süreci bitince, zihin için ilgi çekici görünen bu idraklerden<br />

baz ılar ı, bütün melekeler içinde kalbe en yak ın olan hâfıza tarafından<br />

alıkonur3 52 .<br />

Bütün bu i şlemler s ıras ında kalp 333 (Nur), enerjisinin içinden<br />

aktığı çe şitli kanallar bulunmas ına rağmen, faaliyetdedir.<br />

350. Kar., Plotinus'un "canl ı bedenin farkl ı parçalar ı nefsin melekelerine i ştirak eder" şeklindeki<br />

ilkesi. Whittaker, The IVeo—Platonists, s. 47.<br />

351. I bnu'l-A r abi aynı görü şü Mâhiyyet el-Kalb adlı eserinde (varak. 36, k ısım I), Nfır yerine<br />

"kalb" kelimesini kullanarak, ifade eder. Onun, Nuran her şeyi idrak eden cevher oldu ğu<br />

görüşü, öyle görünüyor ki, geni ş çapta I şral düşüncenin etkisi altındadır.<br />

352. Bu, Ibnu'l-Ar abrnin Mâhiyyet el-Kalb (var. 35, 36) adlı eserinde bildirdikleridir, ve ayn ı<br />

konuda Ihvân es—Safâ'mn anlatt ıklarının metne sad ık bir kopyası durumundadır. Bak.,<br />

Resâ'il, IX.<br />

353 "Kalp" burada bedeni uzva i şiiret etmez.<br />

115


İ bnu'l-Arabî İnsandaki akli ilke olan kalp ile, melekelerin kendileri<br />

aras ındaki ayırdedici âmilin, bizzat kalbe ait olan nutk (ak ıl sahipliği) olduğunu<br />

kabul eder. Kalbin enerjisindendir ki, duyumlar ve zihni melekeler<br />

kendi akl ı.' faaliyetlerini elde ederler; kalp ise, daha önce de söyledi ğimiz gibi,<br />

pek alâ bunlars ız edebilir.<br />

Idrak durumlar ının (keyfiyyât maksi:Ise), veya duyusal keyfiyetlerin kalp<br />

tarafından, duyulur nesnelerin yoklu ğunda bile, idrak edilebilece ğini söylerken<br />

bir ad ım daha atar. O, bu nesneleri kendisinde, Nefsin ezdi İdelerinin kopyaları<br />

olarak görür 3 54 . İşte bu bizi bir sonraki noktaya iletir.<br />

b) Tasavvuri Bilgi (Kavramsal Bilgi=el-ilm et-tasavvuri)<br />

Bir realist olarak, Eflatun gibi ibnu'l-Arabi de, kavramlar ın (Eflat<br />

un'un. evrensel Ideal S ınırlar ı) nefsteki do ğu ştan fikirler oldu ğu, yani tek tek<br />

olaylardan elde edilen genellemeler olmad ığı faraziyesinden hareket eder.<br />

Fakat "nefs asl ında bilen bir cevherdir" ifadesi izaha muhtaçt ır. ibnu'l-<br />

Ar abi nefsin bu do ğu ştan fikirlerle do ğmu ş oldu ğunu mu, yoksa Ihvâne<br />

s - S afa'n ın anladığı gibi, fikirlerin nefste sadece kuvve halinde mi, yani<br />

nefsin daima bu evrensel fikirlerin anlam ını ancak d ış dünyada bu fikirlerden<br />

belirli örnekleriyle ortaya kondu ğu zaman, kavramaya haz ır olduğunu mu<br />

anlatmak istemektedir bnu'l-Arabi, birinci alternatife daha yatk ın<br />

görünmektedir. Nefsin bedenle geçici ili şkisi s ıras ında ezdi bilgiyi unutu şundan<br />

söz etmektedir. Sözü edilen kazan ıl ıauş (miistefâd) bilgi nefs tarafından hat ırlanan<br />

bilgidir. Peygamber ve velilerinki gibi baz ı nefsler hiçbir zaman bilgilerini<br />

unutmaz ve di ğer nefslere isabet eden hastal ıklara u ğramazlar 3 5 5 .<br />

İ bnu'l-Ar aUnin görü şü genel fikirlerin külliliğine (evrenselliğine) inanan<br />

İ bn R ü ş d'ünkine bir bak ıma benzemektedir. Her iki dü şünür de bu evrensel<br />

fikirlerin her insan nefsinin mü şterek bir hususiyeti oldu ğunu kabul etmektedir.<br />

Fakat İbnu'l-Arabi, bunlar ın insan nefsinde do ğuştan mevcut oldu ğunu<br />

ileri sürdüğü halde, İbn Rü ş d insan akl ının, ancak bütün fikirleri ihatâ<br />

eden faal (etkin) akılla münasebete giri ştiği zaman, genel fikirleri kavr ıyaca<br />

ğına inamr. Bu bak ımdan o, insan akl ını kuvve halinde bilen olarak görür.<br />

İnsan aklı kendi zat ında edilgindir, fakat etkin Ak ılla temas ı sayesinde<br />

etkinle şir.<br />

Ihnu'l-Arabi'ye göre, tasavvuri (kavramsal) düşünceden kastedilen,<br />

zaten varolan bu kavramlar ı birbirine bağlaınaktır. Küllilik (evrensellik)<br />

354. Bak., Mâhiyyet el—Kalb, var. 36.<br />

355. Bak., Futalult, II, ss. 912-913; kar., Risale... ne şr.: Palacios, s 161. İbnu'l-Arabi ayn ı<br />

fikri israki terimleri kullanarak ifâde eder. Futfthat. II, s. 360.<br />

116


halindeki "ilişki"nin kendisi bile, bu kavramlardan biridir. ibrı u'l- Ar abi<br />

bütün kavramsal bilgileri —d ış âlemin bütün bilgilerini— bir yandan zaten var<br />

olan nefs (ya da kavramlar ı) ile d ış âlemdeki nesneler aras ındaki basit bir<br />

münasebete, öte yandan bu kavramlar ı münasebete yerle ştirme sürecine<br />

indirir. Mesela, "bir cisim duruyor" önermesini te şkil etmek "cisim" kavramını<br />

zihinde "durma" kavramı ile münasebete koymaktır ki, her iki kavram da<br />

de ğişmez fikirlerdir. Bunlar aras ındaki münasebet de, küllililderi içinde al ındıklar<br />

ı takdirde, de ği şmez bir kavramd ır. Şahsi nispet (en-nispet es-sahsiyye),<br />

yani bu cismin şu anda durmas ı bile değişmez bir nispettir; şu anlamda ki,<br />

ait olmad ığı başka bir cisim hakkında söylenemez3 5 6 . E ğer şahsi münasebetin,<br />

duran cisim bir sonraki ânda hareket edebilece ği için, değişece ğini söylersek,<br />

ibnu'l- Ar abi, cismin tamamıyla ba şka bir münasebete girdi ği ve önceki<br />

münasebetin de ği şmedi ği şeklinde cevap verecektir. Bu nedenle her kavramsal<br />

düşüncede 4 unsur bulunur:<br />

I . Mutlak Münasebet (nisbe mutlaka)<br />

II . Kendisine bir nispet yap ılan şey (el-rnensilb ileyhi)<br />

III . Nispet edilen s ıfat (en-nisbe)<br />

IV . Şahsi münasebet (en-nisbe e ş- şahsiyye)<br />

Ibrıu'l-Arabi diyor ki: Aç ık kavramsal düşünce için en büyük engel<br />

müfekkire'dir; çünkü o, biraz önce izah etti ğimiz külli kavrandarm külliliğini<br />

s ınırlamaya yönelen hayallerle daima beraberdir 3".<br />

c) Şehvet ve irade'den Ibnu'l-Arabi'nin Anlad ıklar ı<br />

ibnu'l- Ar abi şehveti sadece şu veya bu tabii arzunun yüceltilmesi<br />

yolunda çaba sarfetme şeklinde tanımlamak suretiyle " şehvet" ile "irade"<br />

aras ında bir ay ırım yapar. Bu çaba ekseriyetle yöneldi ği şeyin tabiat ıyla belirlenir.<br />

Öte yandan irade, ona göre, konusu asla var olan bir şey (yani d ış âlemdeki<br />

somut bir şey) olmayan ilahi ve ruhi bir güç demektir. Yiyecek arzusuna<br />

da Ibnu'l-Arabi şehvet ad ını verecektir, fakat nefsin kemali, güzelli ği veya<br />

ahengi anlama arzusu, ya da Allah' ı görme arzusu v.b. iradenin bir fiilidir.<br />

Ibnu'l- Ar abi "irade" yi o derece zihnile ştirir ki, buna göre, gerçekten<br />

iradi bir durumun bütün zevk verici ve rahats ız edici duygu ya da fikirlerden<br />

tamam ıyla hür olmas ı gerekir. Güzelli ği ya da yetkinli ği temasa etmek için bir<br />

eğilim duymak, ya da Allah' ı görmeyi arzu etmek, ayn ı zamanda böyle bir temasa<br />

ya da ru'yeti izlemesi muhtemel olan mümkün bir saadet hakk ında zevk<br />

verici bir fikir ya da duygu ile harekete getirilmi ş olduğu için, irade de ğil, bir<br />

356. Bak., Futâhât, I, s. 53.<br />

357. Bak., Futâhât, II, s. 39, 1. 18.<br />

117


şeyin arzusudur. İrâdenin somut şeylerle ilgisi olmad ığı gibi, soyut fikirlerle<br />

de arzu etmez" 8 .<br />

Bu ilgi çekici irade nazariyesi Sâfilerin ma şukun (sevgilinin=Allah' ın)<br />

i ştiyak ya da arzusu ile önemli münasebeti vard ır. İ bnu'l-F âriz ve İ bn u'l-<br />

Arabi Mutlak Güzellik ve Mutlak Kemâl'in, a şk ve mü şahadelerinin konusu<br />

(somut anlamda de ğil) olduğundan söz ederler, fakat Silfiden ba şka hiç kimse<br />

soyut a şkın ya da Mutlak' ın nıü şahadesinin ne demek oldu ğunu tamam ıyla<br />

anlıyamaz. Normal zihni ya şant ımızda bir fikir, bir duygu, hattâ bir hayalle<br />

şartl ı olmayan, ya da onun gerektirdi ği haz veya elemden tamam ıyla bo ş<br />

olan irâdi durumlara sahip olup olmad ığı= pek şüphelidir. İrâdenin objesiz<br />

(tikel nesnesiz) ve sâiksiz bo ş durumu sadece Sûfiler için mümkündür.<br />

İ bnu'l-Arabi, ruhâni şehvet nesnelerine sahip olman ın ve bu şehvetler<br />

giderildiğinde maddi şehvetlerin yüceltilmesiyle elde edilene mahiyet bak ımından<br />

pek benzeyen bir haz şeklinin tecrübesini edinmenin mümkün oldu ğunu<br />

söyliyerek sözlerini sona erdirir 359. Fakat böyle bir durum pek az ki şi tarafından<br />

ya şanılır (tecrübe edilir),<br />

d) ibnu'l-Arabi'nin Psikoloji ve Rüya Nazariyesinde Hayâlin<br />

Anlam ve Yeri<br />

Maalesef, hayal kelimesini İ b n.u'l- Ar abi pek kapal ı bir şekilde iki merhale<br />

aras ındaki herhangi bir orta yer anlam ında kullan ır. Körlüğe haya136°<br />

ında bir ara merhale der, çünkü o, mutlak Hüviyet ile Görülen Yilem aras<br />

(berzah)'dir. Zihni sûretler de hayaldir, çünkü bunlar ruhâni ile görülen âlem<br />

aras ında ara bir merhaledir. Boyalar da hayâldir, çünkü gerçek ve görülen<br />

hayat aras ında bulunan bir merhaledir. Aynadaki sûretler de hayaldir, çünkü<br />

kendilerine özgü bir türdür, yani ne somut nesneler ne de soyut fikirlerdir.<br />

Hz. Peygamberin Dihye sûretinde gördü ğünü söylediği Cebrâ'il de hayaldir<br />

v.b.. Kelimenin bu geniş anlamda kullan ılışı ibnu'l-Arabrnin hayalden ne<br />

kastetti ğini anlamamızı iyice güçle ştirmektedir. Acaba hayalin bütün bu<br />

türlerinin Mütehayyile dedi ğimiz melekenin nesneleri oldu ğunu söylemek<br />

mümkün müdür At, insan v.b. lar ın zihni suretlerini te şkil eden ve Hz.<br />

Muhammed'e Dihye şeklinde göründü ğü gibi sûretleri d ış dünyada aksettiren<br />

ve ayva-hayalleri meydana getiren melekenin kendisi midir Ibnu'l-Arabi<br />

böyle dememektedir. Fakat sadece bunu söylemek istedi ği sonucuna yara-<br />

358. Futiildit, II, s. 254.<br />

359. Bu, sufilerin mistik teerübede ittifakla zevk dedikleri şeyin aslını kuvvetli bir şekilde telkin<br />

etmektedir.<br />

360. Futîıhât, Il, s. 410.<br />

118


iliriz. Hayal kelimesini kulland ığı bir ba şka esnek anlam ise şudur: ibnu'l-<br />

Ar abi, öyle görünüyor ki, bununla gizli bir anlam ya da hakikat ın bir sembolü<br />

görevini yapan herhangi bir şeyi arılamaktad ır. Evren bu anlamda bir<br />

hayaldir. Rilyalar (hiç de ğilse baz ı rüyalar) hayaldir. Çünkü hem evren hem<br />

de (baz ı) rüyalar gizli hakikatlar ın sembolleridir.<br />

Bundan dolay ı I b nu'l- Ar abrnin hayal hakk ında söylediklerini anlarken<br />

dikkatli olmalıyız ve onun en az ından iki ayrı türünü de bu arada ay ırdetmeliyiz:<br />

1. Psikolojik tür, yani zihni sûretler ki sadece zihinde görülürler ve<br />

ondan ayr ı varlıklar ı yoktur. Rüyalar ı, vehinaleri ve uyamkken görülen normal<br />

halleri bu kategoride s ınıflandırabiliriz.<br />

2. Metafizik tür ad ını verebilece ğimiz hayaller. Ib ıau'l-Arabi'nin buna<br />

hayal demesine hiçbir neden yoktur.<br />

İkincisi üzerinde durmayaca ğız. Ibnu'l-Arabi birincisini iki türe ay ırır:<br />

a) Ayr ık (münfas ıl). Bu hayal sahas ında (hazret el-hayal), Muhammed'in<br />

gördüğü Cebrâ'il'in sûreti ve Musa'n ın asas ımn yerinde görülen y ılan gibi, bir<br />

dış tecessüm olarak görülür3 61 . Ibnu'l-Arabrye göre, bu (tamam ıyla psikolojik<br />

bir anlamda) görme hayallerinden farkl ı türden bir hayaldir3 62 ; b) Ayrılmaz<br />

(Muttas ıl). Ibnu'l- Ar abi, bununla alelade zihni sûretleri anlar görünmektedir.<br />

Bunu da yine iki alt s ınıfa daha böler: 1. Bilinçli olarak tahayyiil<br />

işlemi ile ziline getirilen sûretler, ve 2 zihne kendili ğinden, rüyalarda oldu ğu<br />

gibi, baz ı şartlarda gelen sûretler.<br />

Ibnu'l-Arabi'nin hayal nazariyesinin kendine has özelli ği, tamam ıyla<br />

psikolojik olmayışıdır. Hayaller, psikologun diyece ği gibi, bizzat varl ığı<br />

olmayan, sadece akla dayal ı mahsüller de ğildir.. Ibnul-Arabrnin (hatta<br />

Gazali'nin) varhk nazariyesinde onlara tahsis edilmi ş belirli bir yer vard ır.<br />

Baz ı hayaller, mesela ayr ık olanlar, ona göre, "zati Saha" (el-hazret ez-zeıtiyye )'<br />

ya aittir ve daima "anlamlar ı" ve ruhlar ı"() almaya haz ırdır363. Bunlar,<br />

Hakikatın insan zihnine, kendisini açt ığı sûretlerdir ve hatta Ibnu'l-Arabi<br />

onları duyulur âlemin sûretlerinden daha üstün saymaktad ır.<br />

e) Ibnu'l-Arabi'nin Rüya Nazariyesi<br />

Kalbin iç gözü (ayn el-basira) hakkında söylenenleri burada hat ırlamak<br />

yerinde olacakt ır. Çünkü bu, ibnu'l- Ar abi'ye göre, insan ın elindeki, ruhani<br />

Meme götüren tek anahtard ır. Buraya kadar do ğrudan do ğruya kalpten çık-<br />

361. Futiiiıiit, II, s. 411.<br />

362. Her ne kadar aralar ında herhangi bir fark göremiyorsam da...<br />

363. Futrıhtıt, II, s. 411.<br />

119


t ıklarm ı söyledi ğimiz vahiyler ve ilhamlar, hazan. Silfiye veya peygambere<br />

bir rüya şeklinde verilmi ştir. Bu, sad ık (doğru) rüya olmakla birlikte, tamam ıyla<br />

ba şka bir s ınıfa ait olan ba şka rüyalar da vard ır.<br />

Ibnu'l-Arabi'ye göre, hayalgücü, ister uyan ıkken istersen uykuda<br />

olsun, daima faaliyettedir. Uyamkken bu meleke, i şini uygun bir şekilde yapamıyacak<br />

kadar duyum izlenimleri tarafından celbedilir, fakat uykuda, duyular<br />

ve diğer melekeler istirahat halinde iken hayalgücü tamamıyla uyarnkt ır. Bazan<br />

ferdin günlük hayat ının olağan hadiseleri ile ilgili hayallere göre i şler ve<br />

onlar ı kalbin "iç gözü" ne takdim eder ki, o da bunlar ı bir ayna gibi yans ıt ır<br />

ve büyütür. Alelade rüyalar böylece meydana gelir. Bunlar, baz ı şevhet<br />

nesnelerine ili şkin fikir ve hayallerin sadece birer ça ğrışımlar ıdır.<br />

Fakat bazan "Levh-i Mahfüz" (bununla Ibnu'l-Arabi KWH Nefsi anl ı-<br />

yor), örnek fikirlerden bütün ihtiva ettikleriyle birlikte, İnsan ın akli nefsine<br />

kendisini açar3 64 . Hayalgücü bu fikirleri al ır ve böyle bir durumda bile onlar<br />

üzerinde etkili olur. ibnu'l- Ar abi diyor ki: (Böylece Külli Nefsle do ğrudan<br />

doğruya irtibat halinde olan) kalp, akt ığı halde kirlenmemi ş, içersinde her<br />

çe şitten nurlu nesnelerin yans ıdığı bir nehir" gibi olur36 5 . Böyle bir rüyan ın<br />

kendisine gösterildi ği kişi , ancak bu nehirdeki yans ımalar ı görür ki, bunlar,<br />

gerilerinde yatan hakikatlar ın sembolleridir.<br />

ibnu'l-Arabi'ye göre, her ne kadar bu rüyalar sad ık olsa da, sembolik<br />

olduklar ı için yorumlanmalar ı gerekir. Sembolleri hayalgücü temin eder,dolay ı-<br />

sıyla sembolleri hakikatlar ın yerine koymamal ıyız. Hz. Peygamber rüyas ında<br />

süt gördü ğünde, sadece bir sembol görmü ştür. Bunun arkas ındaki hakikat<br />

"bilgi" idi.<br />

İ bnu'l- Arabi bir sad ık rüya çe şidi daha verir ki burada semboller yer<br />

almaz ve hayalgücü müdahale etmez. "Kalp", hayalgücü daha sembolik<br />

bir anlam vermeden, ruhani izlenimleri (mecâni gaybiyye) doğrudan do ğruya<br />

yans ıtır. Bu türden rüyalar ın yoruma ihtiyac ı yoktur. Bunlar Hakk ın kendi<br />

tezâhürleridir ve en küçük ayr ıntılar ına kadar d ış dünyada (daha sonra) görülen<br />

şeylerle mutabakat halindedir. Bu rüyalar s ınıfına do ğrudan do ğruya<br />

ferdi nefsten ç ıkan baz ı vahiy ve ilham türleri aittir. ibnu'l- Ar abi, Evrensel<br />

Nefse vahyedici dedi ğinde, sadece ferdi nefste tecelli eden Evrensel Nefsi kaste<br />

tmektedir.<br />

364. Burada Ibnu'l-Arabi'nin demek istedi ği, daha önce de belirtti ğim üzere, Evrensel<br />

Nefsin bir hali olan İnsanın akli nefsinin yine kendisine tezâhür etmesidir.<br />

365. Meihiyyet el-Kalb, var. 45, kısım II.<br />

120


f) Sâfinin Yarat ı c ı Güeü 3 6 6<br />

"Yaratma" terimini ibnu'l- Ar abrninki gibi vandet-i vue ıldcu bir doktrinde<br />

Allah'a uygulamak yan ıltıcıd ır, fakat onu, ibn u'l- Ar abrnin yapt ığı<br />

gibi, âriflere tatbik etmek daha da yan ılt ıcı olur. Arifler, diyor ibnu'l- Ar ab<br />

sırh bir kudretle yarat ır. Ibnu'l-Ar abi bu kudrete, de ğişmeler has ıl edebilen<br />

ve dış dünyada teksif edildi ği şey ne olursa olsun şeyleri yaratabilen himmet 366<br />

(irâde kudreti) ad ını veriyor 367; bu görü ş modern spiritualizm'de ruhlar ın<br />

maddile ştirilmesine pek benzeyen bir görü ştür. Risâlet el-Kuds 368 adlı eserinde<br />

Ibnu'l-Arabi, her istedi ğinde, Ş eyhi Yiisuf el-Kiı mi'nin369 ruhunu<br />

çağırdığı bir çok vesileleri ve Şeyhin kendisini Ibnu'l-Arabi'ye nas ıl takdim<br />

edip, sorular ını cevapland ırdığını hat ırlar. ibnu'l-Arabi'nin şahsi müridi<br />

olan ünlü S a d r ud din el -Kone vi de diyor ki: " Şeyhimiz ibnu'l- Ar a b rnin<br />

ya ruhun bu dünyaya inmesini sa ğlamak ve onu istenen şahsın duyulur süretine<br />

benzeyen bir siirette (stire misttliyye) tecessüm etmi ş görmek suretiyle,<br />

veya ruhun, rüyalar ında görünmesini sa ğlıyarak, yahut da bedeninden soyunup<br />

ruhla bulu şarak herhangi bir ölü peygamber ya da velinin ruhuyla bulu şma<br />

kudreti vard ı" 370. Bu, sadece 1bn u'l- Ar abi'ye has bir şey değildir. Diğer<br />

siifiler de kendileri hakkında aynı şeyleri söylemi şlerdir.<br />

Ib nu'l- Ar abrnin himmet vas ıtas ıyla herhangi bir şeyi yaratma ya da<br />

herhangi bir ruhu maddile ştirmekten ne kastetti ğini anlamak için "Be ş hazretine"<br />

(hazarât=varhk sahaları) ba şvurmak gerekmektedir. Bu hazretlerden<br />

(varl ık sahalar ından) her biri, ayna gibi, bir üstündekini yans ıtır. Duyulur<br />

âlemin sahas ı (hazret el-his), örneklerin daha yukar ıda bulunan sahas ının<br />

366. Bu kısım Kelâm bölümünde evrenin sebebi olan Yetkin İnsan hakk ında söylenenlerle<br />

birlikte okunmal ıdır.<br />

366a Himmet kelimesi, İ b nu'l- Ar abi tarafından "Yetkin İnsan" ın kalbindeki ilahi enerji<br />

anlamında kullanılmaktadır. İ b nu '1-Ar abi, buna ayn ı zamanda s ıdk (gerçek sezgi: bak.,<br />

Mevâkicen-Nuchm, s. 83) demektedir; onun d ış dünyadaki etkili de ğişimleri hasıl etme<br />

kudretine tasarruf (denetim) adı verilir. Bak., Fushs, ss. 233-234; türk. çev., s. 148.<br />

İ b nu'l- Ar abi himmeti, do ğu ştan (cibille) ve kazamlmış şeklinde iki türe ay ırır, fakat<br />

bazı sufilerin bütün himmetleri do ğu ştan sayd ıklarını da ilave eder. Hayat ının ilk yıllarında<br />

İ b nu '1- Ar abi, himmeti, onun şeylerin yarat ıcısı olduğu şeklinde değil, vukuunda Allah' ın<br />

şeyleri yaratt ığı sebep şeklinde izah eder. (Bak., Meviiki`.., s. 84) Himmeti aynı şekilde hipnotik<br />

kudret ya da kendine telkin gibi bir şey sayar (Bak., Mevetki`.., s. 85). İ bnu'l-Ar abi,<br />

himmeti küllile ştirmiş ve onu alemdeki her hareket ve her de ği şikliğin nedeni olan gizli<br />

bir kudret saym ıştır s. 85).<br />

367. Fushs, s. 140; türk. çev., s. 77. Kar., Fusiis, s. 304; türk. çev., s. 202.<br />

368. Bu risâleden bölümler M. A. Palacio s taraf ından Muhyiddin adlı kitabında tercüme<br />

edilmi ştir.<br />

369. Ünlü Ebû Me dy en 'in bir müridi, İ bnu'l- Ar abi'nin Sev il'de ilk manevi şeyhlerinden<br />

biri idi.<br />

370. Prof. R.A. Nicholson'un, Life of Muhyiddin bnu'l-Arabi, ba şlıklı ne şrinden nakledilmi ştir,<br />

J. R. A. S. 1906, s. 816.<br />

121


(hazret el-misal) bir yans ıma8,1 sayılır ki, bu da daha yukar ıdakinin, yani<br />

ruhlar sahas ın ın (hazret el-ervâh) bir yans ımasıd ır. Mutlak Hüviyetin yans ı-<br />

malar' olan şeylere ula şıncaya kadar bu böylece devam eder 371. Fakat bu<br />

sahalar (hazretler), her biri mutlak ve temeli sûrette di ğerinden farklı olan<br />

ayrı sahalar de ğildir. Bir insan ın dış alemde duyulur bir sûrette ve ruhlar<br />

âleminde ruhani bir surette tezâhür etti ğinden söz edilebilirse de bu, bedeninin<br />

(fiziki sûretinin) esasta ve temeli bir şekilde ruhundan (ruhani suretinden)<br />

farkl ı olduğunu ifade etmez. Ne de bu, "Ruhlar Sahas ı"mn esasta ve temeli<br />

bir şekilde duyulur şeyler sahas ından farkl ı olduğu anlamına gelir. Bir defa<br />

bu hazretlerin, anlam ı kavran ınca, ib nu'l- Ar abrnin nazariyesindeki bir çok<br />

karanl ık noktalar daha anla şıl ır bir hale gelir. Gerç4te ne Allah ne de İnsan<br />

herhangi bir şeyi yeniden yaratm ıştır, fakat şeylerin Allah tarafından bu "Be ş<br />

saha" dan birinde veya di ğerinde muhafaza edildi ği 372 söylenebilir. Dolayısıyla<br />

bu hazretlerden birinde veya di ğerinde ya da hepsinde zaten varolanlar ın<br />

muhafazas ı anlamındaki yaratma, İnsan'a atfedilebilir. İnsanın (Yetkin İnsanın)<br />

kalbi bütün ilahi faaliyetler için bir merkezdir. Ayna gibi, Hakikat ın<br />

tezâhür etti ği bütün sûretleri yans ıtır. Kalbin bir gücü olan himmet vas ıtasıyla<br />

bu hazretlerden birinde ya da daha fazlas ında herhangi bir şeyin sûreti<br />

üzerine dikkatini teksif etmek sûretiyle, Safi o şey üzerinde mükemmel bir<br />

hakimiyet elde eder, ve bu hakimiyet vas ıtas ıyla şu ya da bu hazretteki bu şey,<br />

himmetin teklifi devam etti ği müddetçe, muhafaza edilir. Öyle görünüyor ki,<br />

ibnu'l- Ar abrnin, sûfinin yarat ıcı faaliyetinden kastetti ği de bundan ibarettir.<br />

Sûrinin kalbi, hayalgücü arac ılığıyla, kendisinde aksettirilen şeyi<br />

yans ıt ır. Bu durumda himmetin teksif edildi ği şey, bir d ış hakikata sahipmi ş<br />

gibi görünür; fakat onu sûfiden ba şkas ı d ış alemde göremez 373 .<br />

İ b nu'l- Ar abrnin nazariyesinde Allah' ın yaratmas ı ile İnsanın (Yetkin<br />

İnsanın) yaratmas ı aras ında şu fark vard ır: Allah'ın yaratmalar ı her zaman<br />

için ve bütün ha.zretlerde muhafaza edilir, çünkü Allah hiçbir zaman yaratmalar<br />

ım unutmaz. Halbuki İnsan ın yaratmalar ı ancak şu ya da bu zamanda,<br />

şu ya da bu hazrette muhafaza edilir, hepsinde de ğil. İnsan yaratmalar ını<br />

unutur unutmaz, onlar tamam ıyla varlıklarını kaybetmemekle birlikte, yok<br />

olurlar, çünkü hiçbir şey varlığını yitirmez, ancak İnsan'ın unuttu ğu hazretlerini<br />

yitirir.<br />

Fakat Ib nu '1 - Ar abrnin, sûfinin yarat ıcı faaliyetinden kastetti ği bundan<br />

ibaret olsa bile, subjective'le objective'i birbirine kar ışt ırmak sûretiyle<br />

muhakkak sûrette esasl ı bir hata yapmış görünmektedir. E ğer varlık sahalar ı<br />

(hazretler) sadece subjective ve yine onlarla tezâhür eden sûretler subjective<br />

371. KListıni, Fusüs Şerhi, s. 166; Gibb, History of Ottoman Poetry, I, Londra 1900, ss. 54-58.<br />

372. Bak., Fusiis, ss. 140-141; türk, çev., ss. 77-78.<br />

373. Bu, yukar ıda aç ıklanan hayâ1 munfas ıl'dır.<br />

122


ise, bir sal için bile , İbnu'l-Arabrnin dedi ği gibi, bu suretleri muhafaza<br />

etmek ve zaman zaman onlara d ış varl ık vermek nas ıl mümkün olabilir Bu,<br />

zihni sûretleri hat ırlamaya ve onlar ı bir zihinde muhafaza etmeye benzemeyip,<br />

himmetin alanı dışında varlığı olanı muhafaza etmektir 374.<br />

Bununla birlikte, hazretler konusunu ortaya atmaks ızın, bu nazariyeyi<br />

izah etmenin bir ba şka yolu vard ır. Eğer baz ı sdi hallerde, özellikle fenâ halinde,<br />

safi, tek yarat ıc ı olan (ibnul'-Arabrnin anlad ığı manada) Bir'le<br />

esasta birli ğini idrak ederse ve e ğer ibnu'l- Ar abi, Allah'a yüklenen bütün<br />

ilahi Sıfatlar ın bu durumdaki safilere yüklenmesini caiz görürse, neden ruhaniliği<br />

gerçekle şmiş olan sûfinin fiilen Allah' ın yaratt ığı tarzda<br />

yaratt ığı, yani sadece zaten varolan şeylerin d ış alemde tezahür etmesine sebep<br />

olduğu, ibnu'l. Ar abrnin görü şüne göre, söylenemesin Bu durumda<br />

safiler, arac ı gibi bir şey olurlardı ki, Allah' ın yarat ıcı faaliyeti bu arac ılarla<br />

ifadesini bulurdu. Bu, bir safinin tak ınmas ı gereken oldukça mümkün bir<br />

tavırd ır, ve İsa'nın çamurdan ku şlar yaratmas ı, Bayezid'in ölüyü canland ırması<br />

v.b. gibi mucizeleri izah edecek durum.dad ır 375 . Gerçekte ib nu1'- Ar abi,<br />

"Bir'le birlik halinde iken ve kendimizi gördü ğümüzde nefslerin himmetlerine<br />

göksel 'cisimlerin kar şılık verdiklerini bildiğimizi" söylediği zaman, bu<br />

görüşe iyice yakla şmaktad ır 376 . İsa'nın çamurdan ku şlar yaratmas ı mucizesini<br />

aç ıklarken, ibnu'l-Arabi şunları söylüyor: "Nefs üstün bir ruhanilik derecesine<br />

ula şınca, daha yukarıdaki sahalarda bulunan şeyleri yans ıtır ve ilahi<br />

nefesi (en-nefh ) kabul edecek hale gelir. İsa kuşları kuşlars ız yaratmanuştır.<br />

Kuşlar zaten vard ı -fakat bütün ku şlar de ğil. Kuşların nefsi, İlahi Nefeste<br />

ve cisimleri, Tabiatta idi; İsa'nın 'sözü', nefsleri cisimlerle birle ştirmi ştir" 377.<br />

ibnu'l-Arabi sözlerine şöyle devam eder: Her ne kadar Arifler himmet dedikleri<br />

bu esrarl ı güce sahipseler de, gerçek Arif iki nedenle onu uygulamaktan<br />

kaç ınacakt ır: a) Sadece Allah' ın bir kulu olarak durumunu idrak eder ve<br />

böylece yaratmay ı Rabbine b ırakmayı tercih eder; b) mutasarr ıf ve mutasarraf<br />

fihrnin esasta bir oldu ğunu bilir378. İ b nu'l- Ar a b Ebu's-Su'ad İbn<br />

e ş - Ş ib1 ve. Ebu Medyen ad ındaki iki şeyhin, tasarrufu hor görerek terkeden<br />

bu safiler s ınıfına dahil olduklar ını söyler379. Fakat, ibnu'l-Arabi ilave<br />

ediyor, e ğer Allah öyle dilerse, Safi tasarrufunu uygulama alan ına koyabilir.<br />

Abdulkadir Gilânrnin durumu böyleydi 3m.<br />

374. Fus -us, s. 140; türk. çev., s. 77.<br />

375. Fusûs, ss. 263, 271; türk. çev., ss. 169, 173.<br />

376. Ayn ı eser, s. 304; türk. çev., s. 202.<br />

377. ,1bnu'l-Arabi, Menikicen-Nuc'nm, ss. 126-127.<br />

378. Fusûs, s. 233; türk. çev., s. 148.<br />

379. Bak., Fusûs, s. 235; türk. çev., ss. 149-150. Futûhât, I, s. 243, 1. 18; s. 304, 1. 12 a şağıdan,<br />

v.b...<br />

380. Futûhât, I, s. 262.<br />

123


III<br />

Sufilik ve Safi Tecrübenin Son Hedefi<br />

a) Eski Sufilere göre Sufili ğin Hedefi<br />

Islam Sufiliğinin son gayesi sorusunun baz ı yönleri, Sufilik üzerinde<br />

çal ışan baz ı ara ştırıc ılar tarafından daha önce ele al ınmıştı', fakat bildi ğim<br />

kadar ıyla, Ibnu'l-Arabi'nin mensup oldu ğu vandet-i vudıdcu okulla ilgili<br />

olarak, bu konuda pek az şey ne şredilmiştir. Vandet-i vueadcu bir kimsenin<br />

mensup olduğu Sufili ğin son gayesi ne olabilir<br />

S-dinin mistik ya şantısının amac ının Allah'la "birlenme" oldu ğu genellikle<br />

kabul edilir. Safiler toplu olarak bu birlenmeyi mistik ya şantının olumsuz<br />

yönünü ifâde eden oldukça kapal ı fenâ (yokolma) terimiyle kar şılarken, aynı<br />

fikri payla şırlar; olumlu yön ise, tamamlay ıcı bekâ terimiyle ifade edilir" 2.<br />

S arra c' ın Luma's ı ve Ku ş eyri'nin Risii/e'si" gibi Sufilik hakk ındaki<br />

ilk eserler fena ve bekâ terimlerinin çe şitli safiler tarafından yap ılmış çe şitli<br />

tariflerini verirler. Bu tammlardan şu noktalar dikkatimizi çekiyor:<br />

1. Bu tammlardan ço ğu, karakter bak ımından, ya ahlaki ya da psikolojiktir;<br />

fenâ tecrübesinin metafizik bir nazariyesini vermekten uzakt ırlar. Bunlar<br />

çoğunlukla subjective bir tecrübe hakk ındaki ifadelerdir; böyle bir tecrübenin<br />

objective izah ı ile ilgili bir nazariye de ğildir.<br />

2. S arr â c olsun Ku ş eyri olsun, subjective bir tecrübenin tasvirinden<br />

vandet-i vucadculuk, hulal v.b. gibi ona dayanan felsefi bir nazariyenin te ş -<br />

kiline kayma tehlikesini sezmi ş görünmektedirler. Fakat K u ş eyri gibi sünni<br />

bir Safi bile, belirtti ği bu tehlikeden kaçamam ıştır. Bazan vandet-i vucadcu<br />

yoruma çok müsait olan bir dil kullanmaktad ır384. Bayezid, Cüneyd ve<br />

Hallâ e gibi nispeten ilk Sfifiler bu hataya dü şmüşlerdir. Fakat oldukça göze<br />

381. Bak., mesela, Prof. R.A. Nicholson, J. R. A. S.'deki makale, 1913, ss. 55-68.<br />

382. Ibnu'l- Ar abi, fena kelimesinin daima "den" ( can), bekâ kelimesinin ise daima "de,<br />

da" (f edat ı ile birlikte kullamlması gerekti ği üzerinde ısrar eder. Daha sonra görece ğimiz<br />

gibi, onun kastetti ği, fena ve beka terimlerinin izafi oldu ğudur, yani mutlak fena<br />

anlamsızdır. Bak., Futilhât, II, s. 675.<br />

383. Bak., Ebû Nasr Sarrâc, Lumac, ne şr.: Nicholson, Cambridge 1914, ss. 213-214, 426-427,<br />

341; Ku şeyri, Risdle, Kahire 1287, ss. 42-43. S ar ı:ile H. 378 / M. 988'de Ku ş eyri ise, H.<br />

465 / M. 1072'de vefat etti.<br />

384. Bak., Risfıle f î mana en-nafs ve'r-ruh, s. 43. Burada fena'n ın üç mertebesini tasvir eder.<br />

124


çarpan vandet-i vudıdcu sözlerine ra ğmen, 3g5 ib nu'l- Ar abi gibi bir Siifininki<br />

kadar Sûfili ği vandet-i vudıdculuğa ya da ba şka bir felsefi sisteme çevirerek<br />

bilinçli bir çaba onlar taraf ından harcanmam ıştır.<br />

3. Bu tariflerden ço ğu, fena denen tecrübede d ış âlem ve zihni hayat ın<br />

bilincinin pek bulanık hissedildi ği ve baz ı hallerde tamam ıyla kayboldu ğu<br />

hususunda ortakt ırlar<br />

4. Fena, hayvâni nefsin dünyevi arzular ından "sıyrılmas ı"ndan ba şlayan<br />

tedrici bir süreç, ben bilincinin git gide yok olmas ı ve Allah' ı müşahadeye<br />

mutlak garkolmayla sona eren bir durumdur.<br />

5. H. V / M. XI. yüzy ılın ikinci yar ısına kadar fenay ı huhıl ya da ittihâd<br />

(einswerden)' ı ifade edecek şekilde tan ımlayan Silfiler, sadece kendi şahsi<br />

tecrübelerini tasvir etmek istemi şler, bununla, ibnu'l- Ar abrnin yapt ığı<br />

gibi, Hakikatın son mahiyeti hakkında bir nazariye te şkiline yönelmemiş -<br />

lerdir.<br />

6. Sûfiliğin son hedefi ya tamam ıyla ahlaki ya tamam ıyla psikolojik, ya<br />

da her ikisidir, yani<br />

I. onlar ya alemde vukubulan her şeyin İlk Muharriki sayd ıkları Allah' ın<br />

Mutlak iradesine tam bir teslimiyeti; ya<br />

II. şahsi arzular ın mutlak terki ve Tabiat 'alemine ait olan kötü hususiyetlerden<br />

kendilerini kurtarmay ı hedef edinirler ki, bu, fena el-mectist ve<br />

baka amaca (günahın yokolması ve taat ın devamıd ır; ya da<br />

III.<br />

kastederler.<br />

ben şuurunun terkini ve sadece Allah' ı müşahadeye dikkatin teksifini<br />

Böylece ilk Silfiler tarafından izah edilen fena, terkin kar şılığı olan bir<br />

ba şka kelimedir, ve benin fenas ı (yokolmas ı) sadece "ben" şuurunun terki<br />

ya da "ben" in baz ı sıfat ve niteliklerinin terki anlam ına gelir. S ar ı. â c, hulilla<br />

inanan Sûfilere kar şı şu delili ileri sürer: "Mesele, insani s ıfatlar ın yok olması<br />

385. Kar., Luma'da (s. 28) verilen Z u'n-Nfın'un tanımı ile s. 29'daki C üney d'in tan ımı .<br />

Birincisi esas olarak Ayrılık S ıfatına ( el—muhâlefe ) dayanır; ikincisi ise tamam ıyla<br />

vandet-i vuefıdcu bir kal ıba sokulur. Metin şöyle devam eder: "tevhid, Insamn asl ına dünüşüdür;<br />

böylece o, var olmadan önce ne idiyse öyle olur". Yine diyor ki:" Tevhid (Insan ın)<br />

bütün zaman izlerinden (rusiim zamaniyye) mutlak kurtulu şu ve sonsuzluğun geni şliğine<br />

geri gidi şidir". Onca tevhid, ferdi "ben" in yok olmas ı ve zamanda olanın ebedi olana<br />

dönmesi idi. Aynı şekilde oldukça vandet-i vucadcu olan şu söz de Cüneyd'e atfedilir:<br />

"Onlar (Sufiler) ancak kendi varl ıkları olmadan var olur; (fena halinde) (fiili) bir ayr ılma<br />

olmadan ayr ılırlar" (kânû bilet keyn ve bânû bilâ bevn), Lumac, s. 33.<br />

125


ya da Allah'la bir olmak de ğildir. Bu küfürdür. Mesela, Allah' ın mutlak Kudret<br />

ve iradesinin tam olarak tarun.mas ından ba şka bir şey de ğildir 386 . Allah, İnsan'<br />

ın kalbine inmez, O'nun kalbine inen, Allah'a iman ve O'nun birli ğine<br />

(tevhid) ve zikr a şkına inançtır. Allah' ın hüviyet ve s ıfatlar ı insanlarınkinden<br />

farldıdır. Böyle olunca hulû1 nasıl mümkün olabilir .. Nas ıl siyah, siyah şeyden<br />

ayrılamazsa, smı de insanhğından ayr ılamazs ın. Be şer! vasıflar<br />

fakat her zaman ba şka be şer! vas ıflar onun yerini ahr' 387 .<br />

S arr â c' ın kanıtı, hücumlar ımn hedefi olan baz ı Siifilerin, Sufiliğin son<br />

gayesinin (huliil anlam ında) Allah'la bir olmak oldu ğunu kabul etmi ş olmalar ı<br />

gerekti ğine işaret ettiği anlaşılmaktad ır. Fakat bu bile, daha sonra görece ğimiz<br />

gibi, İ l) nu'l- Ar abrnin görü şünden farklıdır. K u ş eyri, öte yandan,<br />

fenâ ve bekan ın psikolojik haller, yani sadece baz ı zihni hallerin yerini ba şkalarının<br />

alması olarak mükemmel bir tahlilini vermektedir 388 . Ona göre, fena<br />

ve beld nefsin pek ince bir tahlilinin iki yönüdür; bu iki yön ise ilahi ve ruhani<br />

olana dikkatin teksifi ve görülenin terkidir. Böyle bir teksif, diyor Ku ş e yri,<br />

müşahade edilen nesnede tamam ıyla erimekle, hatta ben şuurunun tamamıyla<br />

kayb ıyla sonuçlanabilir, fakat bu, "ben" in yok olmas ı değildir. Bu, bir a şıkın<br />

sevgilisinde erimesi gibi bir şeydir 389 . Fenâ gibi hayati bir meselede I b n u'l-<br />

Ar abi'den önceki Sûfilerin tak ındığı tavır bu idi. Bunlar ileri sürseler sürseler,<br />

H all â c gibi bir hulûl ya da imtizac nazariyesi ileri sürmü şlerdir. Baz ıları<br />

"ilahi" ve "be şer!" nin izah ı imkansız ve tamam ıyla duygusal bir tecrübede<br />

birle ştiklerine inannuşlard ır. Bu tür Sisıfilerle tart ışmaya giremeyiz; ya onlar ın<br />

söylediklerine inanmam ız ya da saçma diye f ırlatıp atmam ız gerekir. Meseleyi<br />

nazar! bir şekle sokmak ve ne tamam ıyla tavsifi ne de tecrübeye dayal ı olan<br />

bu nazariyeden bizi haberdar etmek Ibnu'l- Arab! ve mektebine b ırakılmıştır.<br />

Plotinus ve bnu'l- Ar ab i'ye göre, "tecrübenin imkan ı sistemden<br />

çıkarılır, sistemin önermeleri tecrübeden de ğil". Tamamıyla bir kavrama<br />

çe şidi olmadığı için, siiti tecrübe, hiçbir ak ılyürütme temeli olamaz" 39°.<br />

Ibn.u'l- Ar abi vandet-i vudıd'dan hareket etmi ş, fakat onun vandet-i vucûdculuğu<br />

çok geçmeden sufiliğe kat ılmıştır. nu'l- Ar abi Bir'le Çok aras ında<br />

sahte gibi görünen bo şluğu doldurmaya çal ışıp, bunda, dü şünce aç ısından,<br />

muvaffak olam ıyarak, kendisine çat ışmamn tam bir çözümü gibi görünen<br />

şeyi sadece &idi tecrübede bulur. ibnu'l- Ar abi'ninkine benzer bir vandet-i<br />

vudidculuk hemen daima sufili ğe götürür. Öte yandan, H all c Ene'l-Hakk<br />

386. Bak., Lumac, s. 433.<br />

387. Ayn ı eser, ss. 426-427.<br />

388. Risâle fi mana en—nefs ve'r-ruh, ss. 42.<br />

389. Kuseyri, Risâ/e, ss. 32-33.<br />

390. Whittaker, The Neo—Platonists, s. 101.<br />

126


(Ben Hakk' ım) diye haykırdığında, kendisini, a şığı olduğu Bir'le bir hissettiren<br />

şiddetli bir dini duyguya yol veriyordu. Diyebiliriz ki, H all â c, tecrübesi<br />

üzerine bir hulul nazariyesi kurmu ştur. Fakat Ibnu'l-Arabi Allah'la bir olmakdan<br />

söz etti ğinde, zaten varolan bir birli ğin gerçekle ştirildi ği ya da tespit edildiği<br />

bir hali kastetmektedir. Safi Allah olamaz, çünkü Ibnu'l-Arabrnin<br />

nazariyesinde olu şma yoktur. Her şey gibi o da Allahla özde birdir. Sufinin<br />

bildiğini o burada tecrübe etmektedir. Ilahi olan zaten oradad ır. O sendir.<br />

H all ac' ın dediği gibi tabiat ındaki bir unsur da olmay ıp, sadece bir yöndür.<br />

Ibnu'l- Arabi, safinin kendi nefsinden geçmesi ya da Allah olmas ı fikrini<br />

reddeder. Bu sözleri söyliyenleri de pek hakir görmez.<br />

b) Fenâ'n ın Anlamlar ı<br />

Ibnu'l-Arabi'ye göre, fena şu iki anlamdan birine gelebilir:<br />

I. Fena'n ın tasavv ıdi manas ı. Bununla İ bnu'l-Arabî cehaletin yok<br />

olup, sezgi ile elde edilen Biitün'ün zati birli ği hakkındaki hatas ız bilginin<br />

bekas ını anlar. Siıfi kendi nefsinden geçemez. Fakat bir süret olarak asil<br />

yokluğunu idrak eder.<br />

II. Fena'n ın metafizik anlam ı.. Ibnu'l- Ar abi bundan Görülen Alemin<br />

saretlerinin yok olmas ım ve Bir küllî Cevherin devam ını anlar. Bu. Whinfield'in<br />

de ifade etti ği üzere, "sürekli olarak külli Noumenon'da yok olan hadiselerin"<br />

ezdi süreci 391 ; daha önce izâh edilen yeniden yaratma (el-halk elcedid)'dir.<br />

Ibnu'l-Ar abi bunu şu sözleriyle özetler: "Süretlerden birinin<br />

yokolması, Allah' ın bir ba şka sûrette tecelli an ındaki bakas ıdır" 392 .<br />

Tasavvufi fena, diyor Ibnu'l-Ar abi, eksiktir. Safi, kendisinin bir süret<br />

olarak, bizzat varl ığı olmadığım, fakat bu sûretin tabiata dolay ısıyla ondan<br />

tamamıyla geçemiyeee ğini idrak eder. Ibnu'l - Ar a bi burada şöyle bir soru<br />

soruyor: Safi için bile olsa, "nefsine ölü olmak" ve ayn ı zamanda Allah' ı<br />

her şeyi ku şatan Hakikat olarak bilmek nas ıl mümkün olabilir Zaten şuur<br />

"nefsin" devam ı demektir.<br />

Ibnu'l-Arabi, zanmmca, di ğer süfilerin birbirine kar ışt ırd ıkları iki<br />

tasavv ıdi hal aras ında bir ay ırım yap ıyor.<br />

1. "Nefsin" veya "ki şiliğin" bütün iz ve hususiyetlerinin yok olmas ı<br />

(el fenacan er-resm halen). Bu hal uykuya benzemektedir. "Sar ı ne kendi<br />

nefsiyle ne de "Rabbi" iledir; uykudad ır; cahildir".<br />

391. şebisteri, Gülşen-i Raz, İng. çev., E. A. Whinfield, Londra 1880. s. XIII.<br />

392. Fusias, s. 230; türk. çev., ss. 144-145.<br />

127


2. Hadsi bilgi halinde nefsin yok olmas ı. Burada Bütünün adi birli ği<br />

tecelli eder. Bu, Ibnu'l- Ar abrnin üzerinde durdu ğu <strong>tasavvuf</strong>i tecrübe<br />

cihetidir. I bn tı 'l- Ar abi' nin pe şinden ko ştuğu hatas ız bir tabiat ın bilgisidir.<br />

Gerçek anlamda "ben Allah oldum" veya "nefsime ölüyüm" demek<br />

cehalet; yaln ız kendi nefsini <strong>tasavvuf</strong>i tecrübede görmek şirktir. Yetkin Safi,<br />

bundan dolay ı, Allah' ı ve kendi nefsini <strong>tasavvuf</strong>i tecrübede, hem <strong>tasavvuf</strong>i<br />

bilgi hem duygu olarak (ilmen ve halen); kendi nefsini ise ancak <strong>tasavvuf</strong>i<br />

bilgi olarak (ilmen lâ hâlen) 393 gören kimsedir, yani yetkin safi hem Hüviyeti<br />

hem sareti tan ıyan, fakat onlar ın asil birliğini ve saretin mutlak yoklu ğunu<br />

da idrak eden kimsedir. Bu, ibnu'l- Ar abi'ye göre, bu hayatta safinin<br />

ula şabilece ği en mükemmel fena'd ır: Gerçek fenâ öldükten sonra sür-etin tamamıyla<br />

kayboldu ğu zaman ula şıhr.<br />

Böyle bir görü ş, ib nu'l- Ar abi'nin metafizik Hakikat nazariye i ile tam<br />

bir ahenk halindedir. Safilik,safinin Hakk' ın gerçek bilgisi pe şinde ula ştığı son<br />

noktad ır. Bu, Plotinus'da da oldu ğu gibi, "doğrudan do ğruya irtibat halinde<br />

bir olarak Ezeli'yi kavramakt ır ki, burada cüz'i nefs Noas'a yak ınlığnu idrak<br />

eder" 3'. "Nefs, Bir'i yabanc ı ve harici bir şey olarak de ğil, aslında ne ise o şekilde<br />

tem.a şa eder ve onunla tam birlik halinde nefsini kaybetti ği müddetçe onda<br />

bulunur ki, bu, akıl ve ilmin ötesindeki bir durumdur" 395. ibnu'l- Ar a Unin<br />

ulaştığı <strong>tasavvuf</strong>i neticelerin, gördü ğümüz gibi, metafizik sistemleri aras ındaki<br />

farka ra ğmen, P1 ot i nu s'un ula ştığı neticelerle mutabakat halinde olmas ı dikkat<br />

çekicidir. Bunlardan İ bnu'l- Ar abi'ninkiler daha mant ıkidir. İbnu'l-<br />

Ar abi'nin görüşüne göre, Bir'i kendisi olarak veya kendisinde tema şa eden<br />

ciiz'i nefs Bir'i hiç terketmemi ştir. Plotinus'a göre ise, Bir'in ancak uzağındaki<br />

bir sudaru veya yans ımas ıdır; buna ra ğmen birliğini gerçekle ştirir.<br />

Bunlar uzla ştır ılmas ı güç, birbirinden farkl ı iki ifadedir.<br />

c) Tedrici bir Süreç olarak Fena<br />

İbnul' - Ar abi'ye göre, fena yedi mertebeden ibaret olan tedrici bir süreçtir.<br />

Burada safi, sezgi (zevk) ile Allah'a nispetle kendi gerçek yerini bilir.<br />

Bu mertebeler şunlard ır:<br />

1. Günahın yok olmas ı (el-fena can el-mectısi). Eski safiler bununla bütün<br />

günahlar ın terkini anlam ışlardır. Fakat İbnu'l- Ar vandet-i vudid<br />

nazariyesine göre, bu, böyle bir halde safinin (ahlaki hükümlerinin hedefleri<br />

olarak değil, fiil olarak) bütün fiillerin do ğru olduğunu idrak etmesi demek-<br />

393. Bak., Mevalci` en—Nucrım, ss. 29-30.<br />

394. Kar., Enneads, IV, 8; II, 1. 6.<br />

395. Enneads, IV, 9; V, 5.<br />

128


tir; çünkü bütün fiiller Allah' ınd ır. Safi, diyor Ibnu'l-Â'r abi, bu mertebede<br />

ölçü tan ımaz O, s ırf iyilik (el-hayr el-mahz) olan "S ırf Nur"un huzurundadır<br />

(hazret en-Nur el-Mahz). Burada ahlaki yükümlülüklerin hiçbir tatbikat ı<br />

yoktur. Fiilleri kendi nefsine ait saymak, "S ırf Karanlığın" huzurunda (hazret<br />

ez-Zulmet el-Mahza) olmak ve şirke inanmakt ır396. Ib nu'l- Ar abi burada<br />

tam bir Antinomian gibi dü şünmektedir.<br />

2. Her ne olursa olsun bütün fillerin yok olmas ı. Bu mertebede Safi sadece<br />

Allah' ın mutlak ve âlemdeki tek fail oldu ğunu idrak eder. Ibnu'l- Ar abi<br />

insan ın hürriyeti sorusundp hem Muctezileye hem de E ş eariyeye çatar.<br />

Ne insanın mutlak bir yapma hürriyeti oldu ğuna inanan Muct e zile, ne de<br />

onu Allah' ın fiillerinin icras ında sadece bir alet kabul eden E ş cariler<br />

haklıd ır. Gerçek niı, Ibnu'l-Arabrye göre, Allah' ın Kendisidir.<br />

3. Mümkün varbkların sahip olduğu s ıfat ve vas ıflar ın yok olmas ı . Bununla<br />

ibnu'l- Ar abi, safinin böyle bir halde sözü edilen mümkün varl ığa ait<br />

s ıfat ve vas ıflar ın gerçekte Allah'a ait oldu ğunu idrak etmesini anlar. "I şitme,<br />

görme ve Insani s ıfatlar ın bütün hakikatlar ı (cemic dyan stfCtt el-cabd) sadece<br />

Allah'a aittir" 397. "Allah sende senin gözünle Kendisini görür ve böylece<br />

gerçekte Kendisini görmü ş olur. S ıfatlar ın yok olmas ının anlamı i şte budur".<br />

Ibnu'l-Arabi ayn ı<br />

şekilde diyor ki: "Gerçek safi Allah' ı Allah'tan Allah'ta<br />

Allah'ın gözüyle gören kimsedir; Allaha Allah' ın gözüyle de ğil de, Allah'tan<br />

Allah'ta gören kimse ârif de ğildir. Allah'ı ne Allah'tan ne de Allah'ta gören,<br />

fakat O'nu kendi gözüyle görmeyi umut eden kimse cahil ve perdelenmi ştir" 3"<br />

ilı nu'l-Ar abi, o ana kadar, fena'n ın bu mertebesini ya şayan herhangi<br />

bir kimseyi tanımadığını söyliyerek, onu di ğer mertebelerden ay ıran iki hususiyetten<br />

bahseder: a) Böyle bir mertebeyi ya şayan safi, kendi ki şiliğinin veya<br />

Allah'tan ba şka herhangi bir şeyin şuurunu elde edemez. b) Safinin bütün<br />

duyulan bir tek duyu veya meleke haline gelerek her şeyi idrak eder ve<br />

kavrar.<br />

4. İnsamn kendi kişiliğinin (ilıttntn) yok olmas ı. Ibnu'l-Arabi'ye göre,<br />

bu, s -afinin böyle bir durumda kendi zahiri nefsinin yoklu ğunu ve onun ask<br />

olan de ğişmeye"' ve bozuln ıayan eevherin lıekâsun idrak etmesi demektir.<br />

5. Bütün âlemin yok olmas ı, yani âlemin zâhiri cihetini tema şanın ve<br />

zâhirin alt ındaki gerçek cihetinin idrakinin durmas ı .<br />

396. Futiiheıt, II, s. 675.<br />

397. Futidult, II, s. 676, 1. 9.<br />

398. Fusüs, ss. 198, 147; türk. çev., ss. 121, 83. Kar., el-ecvibet el-la'ika, Loth. kat., 6591, var. 4.<br />

399. Futiihat, II, s. 677.<br />

129


6. "Allah'tan ba şka" her şeyin, hatta "fenâ" fiilinin kendisinin yok olmas<br />

ı. Bu mertebenin hallerinden biri, safinin muhakkak surette kendisini müşahade<br />

eden kimse olarak bilmeyi b ırakmas ıd ır. Temasa eden ve edilen Allah' ın<br />

kendisidir. Allah sonsuz hallerinin. (şu'an), yani tezâhürlerinin, hepsinde<br />

görülür.<br />

7. Allah' ın bütün s ıfatlar ının ve onlar aras ındaki münasebetlerin, yani<br />

Allah' ın, filozofların dediği âlemin "Sebebi" olmaktan çok "Hüviyeti" (Asla)<br />

olarak tema ş as ının yok olmas ı. Safi o zaman alemi bir sebebin eseri de ğil,<br />

"zuhur halindeki bir Hakikat olarak" (Hakk fi Zuhur) görür. Sebepliliğin,<br />

Yaratan, Müdebbir, Vahib v.b. gibi ilahi Adlar ın anlams ızl ığını idrak eder.<br />

Bu son merhale Ibnu'l- Ar abi gibi vandet-i vueadeu bir safinin bütün <strong>tasavvuf</strong>!<br />

çaba ve gayretlerinin son hedefidir. Her şeyin asil birli ğinin tam bir<br />

şekilde idrakidir. Sadece bu, onun bütün <strong>tasavvuf</strong>! felsefesini özetler. Bu<br />

bölümü şu noktalar ı işaretle bitirece ğim:<br />

1. Yukarıda tasvir edilen fena metebeleri genel anlamda <strong>tasavvuf</strong>! say ı-<br />

lamıyacak kadar fikri bir mahiyet arzetmektedir Bunlara <strong>tasavvuf</strong>! tecrübeden<br />

çok <strong>tasavvuf</strong>! felsefenin mertebeleri demek gerekir. il ı nu'l- Ar abi,<br />

bu mertebelerden baz ısinı ( ınelelâ, 3. mertebe) ya şayan, kendisi de dahil, hiç<br />

kimseyi tanımadığını itiraf etmektedir.<br />

2. Bunlar Ma s sign,on.'un diliyle ibnu'l- Ar abrnin ekolüne mensup<br />

olan sâfilerin "arifâne içe katlann ıalarmı"40° özetler. Ibnu'l- Ar abi (daha<br />

önce aç ıkladığımız üzere mant ık! bir karakteri olan) yarat ıc ı tekâmüle inanır.<br />

Bu mertebelerden o, Mutlak' ın bizim bilgimize ini şinde geçirdiği bütün mertebeleri<br />

aynı derecede mant ık! bir yolla tekrar katetmek sûretyile as ıl vatana<br />

do ğru bir seyahate ç ıkar. Bu mertebelerden sonuncusu, yani 7. si ibnu'l-<br />

Ar abrnin mutlak birlik makam ı (menzilet tenzih et-tevhid=tevhidin tenzihi<br />

makam ı) ile aymihraol.<br />

3. Sözü edilen safi fena mertebelerinden her birinde varl ığın aslı birliğinin<br />

pek çok manzaralar ından biri ya da di ğeri safi tarafından idrak edilir.<br />

Mesela, mutlak Şeriat veya mutlak irade, veya mutlak Hüviyet v.b., v.b.,<br />

olarak Allah...<br />

4. Fenâ' ıun her mertebesine bir bekâ mertebesi kar şılıktır: Geçici olan<br />

(fâni) zâhir, kal ıcı olan (bâki) ise hakt ır (gerçektir).<br />

5. Ibnu'l- Ar abi'nin tasavvunun son hedefi "gerçek bilgi" dedi ği şeye<br />

ula şmakt ır ki, bu, görünüşe göre, hadiselerin çoklu ğu olarak tasavvur edilen<br />

400. Bak. Encyclopedia of Islam (eski bask ı), s. 769.<br />

401. Futülıtit, Il, ss. 767-768.<br />

130


dış dünya hakkındaki bilgimizin tüm kuma şını mahvetmekte ve ister Kelâmi<br />

isterse ahlaki olsun, bütün Islami naslar ı ortadan kald ırmaktad ır.<br />

6. Fena ve bekâ ayn ı tecrübenin tamamlay ıcı iki manzaras ıdır. Burada<br />

hakk ın (gerçeğin) devam etti ği, zahirin çok oldu ğu görülür —fena "Allah'tan<br />

ba şka" her şeyin hususiyeti; bekâ ise yaln ız Allah' ın hususiyetidir42 .<br />

7. Bu mertebelerden her birinde "perdeler" den biri, yani bizce bilindi ği<br />

şekliyle Zahiri (Görülen) Memin hususiyetleri —Allah'tan ba şka her şey—<br />

ortadan kalkar ve süfi Hakka bir ad ım daha yakla şır. Bütün "perdeler" kalkınca,<br />

Hakikat mutlak ç ıplaklığıyla görünür ve nefsin hürriyetine ula şılır.<br />

O zaman sûfinin hedefine ula ştığı söylenir ve mutlulu ğu da orada bulunmaktad<br />

ır. Bu hedef Allah de ğildir, çünkü, diyor I nu'l-Ar abi, Allah hedefe<br />

kimsenin ta kendisi iken, bu hedef nas ıl Allah olabilir4°3.<br />

8. Süfinin en yüce mutlulu ğu, <strong>tasavvuf</strong>i sezgi (zevk) vas ıtas ıyla, Allah'<br />

la olan kendi adî birli ğini gerçekle ştirmesinde yatmaktad ır. Ona göre, kesinliğin<br />

bilgisi (ilm el-yakin) olan şey, şimdi kesinliğin ta kendisi (ayn el-yakin)<br />

mertebesine ula şır ki, orada art ık kesinliğin. hakikati (hakk el-yakin) ile kar şı<br />

ile kar şı kar şıyad ır4".<br />

402. Futiihât, II, s. 679. Ibnu'l-Ar abi, şu Kur'ân âyetini nakletmektedir: "sana ait olan sarfedilir<br />

gider, ancak Allah'a ait olan kal ır" (Kur., XVI, 98).<br />

403. Ibnu'l-Arabi, "falan falan sufi ula ştı (vösıl oldu)" denince, "Cehenneme" (ula ştı) diye sözü<br />

tamamlayan safi ile ayn ı fikirdedir. bnu'l-Arabi bunu, Allah' ın, <strong>tasavvuf</strong>i birliğin<br />

hedefi oldu ğunu kabul etmedi ğini göstermek için nakletmektedir.<br />

404. Bak., Futithât, II, ss. 752-753. Kar., Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, s. 247,<br />

Ibnu'l-Füriz'in Kiiside'sinin 514. mısra', yine bak., dipnot 514. Ibnu'l-F üriz'den<br />

alman a şadaki mısra, yukar ıda aç ıklanan fikri ifâde etmektedir.<br />

"yakin'in (kesinliğin) bilgisinden onun sezgisine; sonra da Hakk'm bulundu ğu onun<br />

hakikattna seyahat ederek."<br />

131


BÖLÜM IV<br />

İBNU'L-ARAB İ'N İN DINI —<br />

AHLA',K ve ESTETIK<br />

İbnu'l-Arabi'nin Evrensel Dini<br />

ib nu'l- Ar abrnin vandet-i vuctıd görü şü kesiminde ula şılan netice<br />

şu idi: E ğer ibnu'l- Ar ab Vninki gibi metafizik bir sistem herhangi bir din<br />

şeklinin doğmas ına sebep olacaksa, bu dinin mant ıki olarak muhakkak evrensel<br />

bir tabiat ı olmalıd ır, yani theistik olmay ıp <strong>tasavvuf</strong>': bir din olmal ıd ır.<br />

Bu sisteme göre, bütün tarikatlar (yollar) Allah'a ileten bir "do ğru Yol"<br />

(et-Tarik el-emem) 405'a iletmektedir. En kaba putatap ıcılık şeklinde"' en soyut<br />

din felsefesine kadar, ibnu'l- Ar abrnin ifadesiyle, do ğru olarak (yani<br />

vudıd görü şüne göre) yorumland ıklarında, Allah hakk ında inançlar ı"' yer<br />

aldığı görülen dinlerle kar şıla şmaktarz". Çok say ıdaki diğer inançlarla<br />

birlikte, Tektanr ıcılık ile Çoktanr ıc ılık, onun nazariyesi ışığında yorumlandıklar<br />

ı takdirde, evrensel dinden ba şka bir şey de ğildir. Ona göre, Tektanr ıcı-<br />

Ula Çoktanr ıc ılık aras ındaki fark, Bir'le Çok aras ındaki mant ıki farka kar şılıkt<br />

ır. Çoktanr ıcılık, çoktanr ıya inananlar ın, Bütünün mutlak Birli ğini idrak<br />

edememelerinden do ğmuştur ki, bu idrak edemeyi ş dolayısıyla bunlar nihayette<br />

bölünemez olan Varhk' ı bölünebilir sayarlar. "Gerçekte", diyor Ib nu'l- Ar ab i,<br />

"Allah' ın şeriki yoktur" 407, çünkü O, şerik denilenler de dahil, her şeyin ayn'<br />

405. Fushs, s. 8; türk. çev., s. 3. Et-Ta ılk el-emem, "asli Birliğin Yolu" (et—Tanik el-Ahadiyye)'<br />

dir.<br />

406. İ b nu '1- Ar ab bu görü şü "ve minhacen" (ve bir yol) kelimesini "ve minha etre" (ve ondan,<br />

yani bu dinden o meydana geldi) şeklinde okuyarak şu Kur'ân âyetine dayand ırmaya çalışmaktadır:<br />

"Her biriniz için bir din ve bir yol yapt ık", Kur., V, 52. Bu dinden bir<br />

evrensel dini (vandet-i vueild sistemini) kastetmektedir. Fakat Kur'ân' ın ifâdesini tahrif<br />

ettiği ve âyetin anlam ını tamamıyla de ği ştirdiği açıktır. Fusits, s. 405; türk. çev., s. 286.<br />

407. Fusils, s. 380; türk. çev., ss. 265-266.<br />

132


ıdır. Ibadet edilen her şey, O'nun bir sûreti ve manzaras ıdır408; fiilen O'ndan<br />

başka ibader edilen hiçbir şey yoktur: "Ve senin Rabbin, Kendisinden ba şkas<br />

ına ibadet etmemeni bildirdi" demiyor mu Bu, ibnu'l- Ar abi'nin "senin<br />

Rabbin Kendisinden ba şka hiçbir şeye fiilen ibâdet edilmedi ğini söylemi şti"<br />

şeklinde yorumlad ığı bir âyettir 4°9. Böylece ibnu'l- Ar abi çoktanr ıcılığı,<br />

sûretlere ve putlara tapanlar ın sadece sahne (mediti) ve manzaralar (vudih )<br />

veya bu Hakikat ın tezâhürleri olarak gördükleri ilahlarm ın "sûretleri ard ında<br />

bir hakikat oldu ğunu tamam ıyla idrak etmeleri şart ıyla, reddetmemektedir.<br />

Sûretler ve patlar tek ba şlarına, diğer bütün tezâhürler gibi bombo ş şeylerdir.<br />

Ar abi. şöyle soruyor: Putatapanlar "biz onlara belki bizi Allah'a<br />

yakla şt ırırlar diye ibâdet ediyoruz , m ı o dediklerinde, ilâhlar ımn noksanlık ve<br />

acizliğinden haberdâr de ğiller miydi "Bütün putlar ın en büyüğü Allah"t ır"411;<br />

sadece onun birli ğinden (el-mec ınâc) bütün âciz yarat ıklara "yard ım" gelir412,<br />

ve bütün yarat ıklar (sûretler olarak) çaresizdir.<br />

II.<br />

III.<br />

a) Allah'a İ man etme Yollar ı<br />

Allah' ın tabiat ı ile ilgili olarak inançlar ın te şkilinde üç yol vard ır:<br />

I. Peygamberi takip edenlerin yolu.<br />

Filozofun ve hürdü şiin.ürün yolu.<br />

:Arifin yolu.<br />

Mümin, ya da Peygamberin yolundan giden, iman ım, peygamberi<br />

örnek edinerek te şkil eder; dü şünür akla dayand ırır; di ğer ikisi gibi belli<br />

bir imanı olmadığı söylenebilen arif, Hakikat ın do ğrudan do ğruya idrakine<br />

(zevk) uyar. Bunlardan her biri, içerisinde Allah' ın bulunduğu bir anlayışa<br />

sahip olduğu gibi, "öteki dünyada Hakikat tecelli etti ğinde iman konusunu<br />

(yani ilah' ını) sonsuz Varlık'ta görür ki, o zaman bu Varl ık, bütün iman<br />

şekillerinde ortaya ç ıkar"413. Yaln ız o zaman onlar imanlar ının anlamını,<br />

Hakikatın gerçekteki halinin do ğrudan do ğruya "görüntüsünü" (ru'yetini)<br />

elde ettiklerinde, tam olarak idrak ederler. Ve yaln ız o zaman tek ba şımıza,<br />

aslâ kararm ıyacak görü ş keskinli ği ile kendisini imanlar ımızın sonsuz say ıdaki<br />

aynalarmda aksettiren Bir nesneyi görür ve Allah' ın hüviyetinin anlamını<br />

408. Ib abi ilâve ediyor: "ve her şeye onun zat ı olarak ibadet edilir". Fusüs, s. 387;<br />

türk. çev., s. 274.<br />

409. Kur'ân XVII, 24. Ibnu'l-Ar abi ayetin as ıl manas ını tamam ıyla de ğiştirmi ştir.<br />

410. Kur'an, X X XIx, 4.<br />

411. Futiihât, I, s. 317. Ibnu'l-Ar abi şu Kur'ân âyetine i şâret etmektedir: "Ey İbrahim,<br />

ilahlarım ıza bunu yapan sen miydin dedi. Hay ır, onların en büyü ğü olan bu idi". Kur.,<br />

XXI, 63. Ayette gözü edilen en büyük put'dan<br />

Ibrahim'in eliyle putlan k ıran<br />

Allahi anhyor. Kar., Fusâs, s. 87.<br />

412. Bak., Fu.sıls, s. 220; türk. çev., s. 138.<br />

413. Bak., ayn ı eser, s. 223; türk. çev., ss. 140-141.<br />

133


iliriz. Allah' ın bir sarete münhas ır olduğuna inananlar ba şkas ında değil,<br />

o belirli stırette onu görürler. Muctezi/e gibi O'nun vaidinin (uyardar ının)<br />

gerçekle şmesine inananlar, O'nu her şeyi içine alan mutlak Rahmeti ile tan ırlar,<br />

v.b..414 Sadece "ârifler", diyor İ ibnu'l-Ar abi, O'nu tecelli edece ği her inanç<br />

suretinde, şu anda bütün tezâhürleriyle tan ıdıklar ı gibi, tamrlar, çünkü arifler<br />

bütün inançların heyalas ı (maddesi )'dir41 5 .<br />

Allah'a iman şekilleri, bu inanç konular ının mahiyetine göre, de ğişir. Fakat<br />

Allah' ı mutlak evrenselliğinden yoksun b ırakan veya O'nun bütün mahiyetini<br />

hem a şkın hem de içkin (tenzad ve te şbihi) bir Hakikat olarak aç ıklamaktan<br />

âciz kalan herhangi bir inanç, ibnu'l- Ar abi'ye göre, k ısmi ve eksiktir.<br />

Bir y ıldıza ya da bir a ğaca ibadet etmek, Gerçek Allah' ın ancak kısmi<br />

bir tezâhürü olan bir ilâha ibadet etmektir. Fakat O'na her şekilde tap ınmak,<br />

ibadetin tek gerçek konusu olan Allah'a tap ınmakt ır. Diğer bütün ilahlar<br />

"inançlar ın akıledilir (makid) konularıdır". Biz onlar ı zihinlerinıizde yarat ırız<br />

bi'l-cac1)41 6. Ne kadar kısmi olursa olsun, herkes inanc ında haklı, fakat<br />

inanç konusunun Allah olmad ığı halde, Allah olduğunu söylemekte haksızd ır.<br />

Sadece arifler, İsmi bütün ilahi isimlerin en evrenseli olan hakiki Allah'a<br />

ibadet ederler 417. Onlara "zaman ın âbidleri" (ubbad el-vakt) ad ı verilir;<br />

çünkü zamanın her an ında, yepyeni bir tezâhürde, Allah'a ibadet ederler'''.<br />

Onların özel bir durumu vard ır: Onlar, Allah' ın s ırf aşkınlığını (tenzihini)<br />

ileri süren filozoflar ın inancı ile sırf içkinliği (te şbihi) ileri süren çoktanr ıcının<br />

inancını mezcederler, çünkü ne tek ba şına tenzih ne de tek ba şına te şbih<br />

Hakikat ın tüm mahiyetini, aç ıklar. Sadece te şbih, bir çoktanr ıcılık şekline<br />

götürür ki, ibnu'l- Ar abi bunu kötülemektedir. Sadece tenzih ise, bir Allah'<br />

la evren ikiliğine iletir ki, İ bnu'l- Arzbi bunu da reddetmektedir. Geriye<br />

kendisine kalan tek din, bütün dinleri içine alan ve garip bir şekilde İslam<br />

—Hz. Muhammed'in tektanr ıcı İslam değil, kendisinin İslam ad ını verdiği<br />

idealistik monism ya da vandet-i vudıd sistemi- olarak belirledi ği evrensel<br />

dindir. ibnu'l- Ar abi'ye, göre, İslam sadece Hz. Muhammed'in dini olmay ıp,<br />

bütün din ve inançlar ın. itadesidir49. İ bnu'l- Ar abi din felsefesini şu şiirinde<br />

öz etlemektedir :<br />

414. Bak., ayn ı eser, s. 223; türk. çev., ss. 140-141. Kar., Fusûs, s. 456; türk. çev., s. 330.<br />

415. Kar., Fusûs, s. 199; türk. çev., s. 122.<br />

416. Fusûs, s. 195; türk. çev., s. 122.<br />

417. el—ism el-câmi'. Fusûs, s. 284; türk. çev., ss. 180-181.<br />

418. Fusûs, s. 392; türk. çev., s. 276.<br />

419. Bütün dinlerin birli ği hakkında bak., Futiihat, I, s, 174; Incil, Tevrad ve Zebur<br />

134<br />

Olmak üzere<br />

üç ilahi kitab ın kar şılığı olan ve sular ını büyük bir nehir, yani Kur"Mfdan alan "üç nehir"<br />

hakkında bak., Futûhât, II, s. 369. Kar., Futûhât, I, ss. 345-346.


Herkes Allah hakk ında çeşitli inançlara bağlandı .<br />

Bense onların inancliklartnın hepsini görüyorum'''.<br />

Ib n.u'l- Ar abi, evrensel dini ile ilgili olarak, ayn ı neticeye ba şka bir yoldan<br />

varmaktad ır. Onca, "a şk", bütün ibâdet şekillerinin temelidir. Ibadet etmek<br />

ibadet edilen şeyi sevmektir. Fakat "a şk", Ib nu'l- Ar abi devam ediyor,<br />

bütün varl ıklara nüfaz eden ve onlar ı birbirine ba ğlayan bir ilkedir. Şekil<br />

bakımından pek çok ise de, bir evrensel cins te şkil etmektedir. O, asil birliktir;<br />

ilahi Hüviyetin kendisidir. Bundan dolay ı ibadetin en yüksek ve en hakiki<br />

konusu, Allah' ın ibadet edildiği en yüksek tezâhür (meclisi), aşktır.<br />

Aşka yemin ederim ki, A şk bütün a şkların sebebidir; kalpte yer alan<br />

Aşk olmasayd ı, Aşk'a (Allah'cı)ibadet edilmezdj421,<br />

b) İ nançlar ı n Takdiri<br />

ibnu'l- Ar abi'ye göre, önceden tespit ve takdir edilmi ş inançlarla<br />

bu dünyaya geldik. Bu inançlar, Ibn.u'l-Arabi'nin evreninde her şey<br />

kendi zorunlu ve de ğişmez kanunlar ına uyarlar. Inançlar, bu alemde fiil<br />

haline gelen ezeli kuvvelerdir. Bunlar, kendisi de tespit edilmi ş ve belirlenmi ş<br />

olan fertlerin istidad ı422 ile birlenmi ş olup, bu istidada göre de ğişirler. Tektanr<br />

ıc ı ile vandet-i vucadcu, arifle agnostik, theistle atheist, müminle hiirdiişünür<br />

ezelden beri böyledir ve onlar ın inançlar ı, kendi istidadlanyla belirlenmiştir.<br />

Cüneyd'in, diyor ibnu'l- Ar abi, "suyun rengi, onu ihtiva eden kab ın<br />

rengidir"423 derken kastetti ği budur. Bu meselede Allah, ezelden beri her bir<br />

inanc ın ne olaca ğını bilen, her şeyden haberdar bir Varl ık rolü oynar. Ancak,<br />

O'nun bilgisi bile, inan.çlar ın ve bu inançlara mensup kimselerin istidaddlyla<br />

belirlenmi ştir. " Şüphesiz Allah kullar ına zulmetmez''424 şeklindeki Kur'an<br />

ayetini şerhederken, Ibnu'l- Ar abi diyor ki: "Ben (yani Allah) onlar ı sefâlete<br />

düçar eden ve sonra da onlardan güçlerinin yetmeyece ği şeyi isteyen çoktanrıcılığı<br />

takdir etmedim. Evet, Ben onlara, kendilerini bildi ğime göre, muamele<br />

ettim, ve onlar ın sadece bana kendilerinden verdikleri şeye bakarak gerçekte<br />

ne olduklar ını biliyordum. Bundan dolay ı, e ğer bir günah varsa, onlar günahkarlard<br />

ır. Onlara Kendi Zat ı mın gerektirdi ğinden ba şka hiçbir şey söylemedim,<br />

420. Futilhât, III, s. 175.<br />

421. Furfis, ss. 387, 390; türk. çev., ss. 274, 275. I bnu'l-Arabi şu Kur'an âyetine i şaret ediyor:<br />

"Kem) i hevas ın ı ilahi yerine koyan kimseyi gördün mü" Kur., XXV, 45. ilmul-Arabi<br />

hevadan "a şkı" anlamaktad ır ki bu, heva kelimesinin anlamlar ından birini te şkil eder.<br />

422. Fusıls, e. 216; türk. çev., s. 134.<br />

423. Fusüs, s. 456; türk. çev., s. 330.<br />

424. Kur7ın, III, 178.<br />

135


ve Benim Zat ım, içinde bulunduğu şekliyle, bence bilinmektedir... Söylemesi<br />

Ben'den, itaat edip etmemesi de onlardan"425.<br />

İşte ibnu'l-Arabrnin dini budur. Kat ı ve durgun görünse de bir din<br />

felsefesinin bize verebilece ği en asil fikirlerden baz ılarım ihtiva etmektedir.<br />

Sadece evrenselli ği bile övgüye de ğer. Hiçbir son gayesi olmayan bir din de ğildir.<br />

Onun son gayesi insandaki en iyiyi idrak etmek ve Her şey olan Bir Hakikatla<br />

onun asli birliğini kavramak siıretiyle İnsanın ilahlaştırılmas ıdır. Ahlaki<br />

hedefinin önemi daha az olmay ıp, Bütüne nüfuz eden ve onu birle ştiren A şk<br />

İlkesiııin —çünkü Allah A şk'.t ır— tam olarak tan ınmas ıdır. Bu dinde Allah<br />

gayr- ı şahsidir, ancak O'nu olduğu gibi kavramaktan âciz olanlar, şekilde,<br />

gerçek ibadet konusunun ne oldu ğunu bilmeleri şartıyla, O'na ibadet edebilirler.<br />

Gerçk Allah'a ibâdet etmek, O'nu dille zikretmek veya kalple<br />

hat ırlamak de ğil, kendin dahil her şeyde O'nu tema şa etmektir.<br />

II<br />

Ahlak ve Theodise<br />

a) Kader ve irade hürriyeti<br />

Vas ıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd'den 426 beri, yüzyıllarca, Islam Kelânıcılar<br />

ı arasında ana tart ışma konusu olan bu münaka şalı mesele, I bnu'l-<br />

Ar abi'nin zamamna gelinceye kadar hiçbir zaman tamam ıyla ahlaki temeller<br />

üzerine tatminkâr bir şekilde yerle ştirilmedi. O devrin kelâmedar ı, bu mahiyetteki<br />

bir problemi, çok daha az ilgi çekici olan dini unsuru bir tarafa b ırakarak,<br />

bir ahlak problemi olarak, kendi de ğerine göre, mülahaza etmekten<br />

tamam ıyla uzakt ılar. İ bnu'l- Ar abi de ayn ı sebebin cezas ını çekmi ş görünmektedir;<br />

gerçekten de onun getirdi ği çözüm, daha da yetersiz ve ula ştığı<br />

paradokslar daha da göze çarp ıcıd ır. Doğrusu, "Irade Hürriyeti", sorusunun<br />

İ b nu'l- Ar abi gibi vandet-i vueudeu bir süliyi hiç te rahats ız etmemesi gerekir.<br />

İ bnu'l- Ar übi. <strong>tasavvuf</strong>i bir dine ve her şeyin kayna ğı ve bütün fiillerin<br />

son fâili olan <strong>tasavvuf</strong>i bir Allah'a inanmaktad ır. Böyle bir sistemde ahlaki<br />

yükümlülüğün, nasıl yeri olabilir Ahlaken sorumlu olan kinidir ve haki ınde<br />

hukmedilen bir iken, bir kimse, kimin önünde sorumludur ibnu'l- Ar abi<br />

tamamıyla ahlaki anlamda ahlaki yükündülüğün inkarım kaçınılmaz bulmaktad<br />

ır. Açıkça böyle söylememekle birlikte, bu inkar, insamn hürriyeti ile ilgili<br />

olarak, bize verdiği malUmatta daha yap ıcı bir şekilde ifâde edilmi ştir. Bu<br />

425. Fusiis, s. 237; türk. çev., s. 153.<br />

426. Birincisi H. 131 / M. 748'de, ikincisi ise H. 144/ M. 761'de ölmü ştür.<br />

136


konuda İ bnu'l- Ar abi şunlar ı söylemektedir: İnsan kendi fiilerinden sorumludur,<br />

ve kendi kaderini kendisi yapmaktad ır. Buna rağmen, kendisi, ahlaki<br />

anlamda fail-i muhtar, yani fiillerini kendisinden ba şka harici ya da dahili<br />

herhangi bir belirleyici âmilden ba ğımsız olarak irâde eden bir fail de ğildir.<br />

bnu'l- Ar abrnin görü şüne göre, İnsan. şu özel anlamda sorumludur: İnsanın<br />

fiilleri do ğrudan do ğruya kendisinden ç ıkmaktad ır ve kendi istidad ıyla ve bu<br />

istidad ı idare eden kanunlarla belirlenmi ştir. Bu kanunlar öyle sabit ve değişmez<br />

kanunlard ır ki, Allah bile onlar ı deği ştiremez. Her şey ezelden takdir<br />

edilmiştir "Subatunda (sende gizli) olan, zuhurunda ortaya ç ıkar; kaderin<br />

sırrı işte budur". Ib nu'l- Ar abi, insan fiillerinin harici bir fail taraf ından<br />

belirlendiğine inanan Cebriye ile ayn ı fikirde de ğildir. Bu fâili Cebriye,<br />

kendilerinden farkl ı ve ba şka bir şey olarak Allah'la ayn ı görürler. ibnur-<br />

Arabi, aynı şekilde, Allah' ın insan ı ve bütün fiillerinin yaratt ığını kabul eden<br />

E ş carilerden de ayr ılmaktad ır. ibn.u'l-Arabi ısrarla ferde d ışarıdan<br />

yüklenen mecburiyet anlam ındaki cebri inkar eder 427; fakat yine de ihtiyâra<br />

(seçme gücüne) inanmaz. Onca, insanlar ın ihtiyar' (hür iradesi) yoktur. Onlar<br />

için sadece bir yol aç ıktır, ve seçmeleri gereken yol da budur, çünkü bu yol<br />

onların kendi zorunlu kanunlar ı tarafından belirlenmi ştir. İbnu'l-Arabi'nin<br />

ifadesine göre, insan öyle yarat ılmıştır ki, Allah' ın yap ılmasını arzu etti ği şeyi<br />

fiilen yerine getirir; bütün seçilmesi mümkün olan yollardan Allah' ın dilediği<br />

fiili meydana getirenini seçer. Bu, Leibnitz'in "Önceden tesis edilmi ş (ezdi)<br />

Ahenk" görü şüne geniş çapta benzemektedir.<br />

iyilik olsun kötülük olsun, hepsini kendisine bula ştıran insand ır, "öyleyse<br />

b ırakal ım sadece kendi övgüsünü ve yergisini yapsm ,,428 . Bu hususta<br />

Allah'a ait olan sadece belirli fiillerin gerçekle şmesini buyurmaktad ır. Bu,<br />

O'nun iradesini meydana getirmekle birlikte, bu irade, şeylerin sabit kanunlarıyla<br />

belirlenen bilgisi tarafından takdir edilmi ştir429. Böylece, İbnu'l-<br />

Arab rnin muhakemesinin bir özelli ği olan, kapal ı bir dü şünce dâiresi içinde<br />

döner dururuz.<br />

Aç ıkça görülmektedir ki, böyle bir nazariyede hür iradenin hiçbir faaliyet<br />

sahası yoktur, ve insan ın, tabii yerçekimi kanunlar ına uyarken bir adam ın<br />

üzerine dü şüp, onu öldüren bir ta ştan daha fazla sorumlu tutulmamas ı gerekir.<br />

Sorumluluk veya ahlaki yükümlülü ğün, irade olmad ıkça, hiçbir anlam ı yoktur.<br />

İ bn.u'l-Arabi'n.in nazariyesi Ahlak'ta İlmi Determinism olarak bilinen<br />

nazariyenin pek çok hususiyetlerini hâizdir. Sözü edilen iradi fiiller de dahil,<br />

427. Futüldit, I, s. 51,1. 6 a şağıdan.<br />

428. Fusfis, s. 160; türk. çev., s. 93.<br />

429. Fusiis, ss. 239-240; türk. çev., ss. 154-155. Kar., Fusüs, s. 123 veya 120; türk. çev., ss.<br />

66 veya 65: "O (Allah) onlar ı olduklar ı gibi biliyordu"...<br />

137


ütün filler, bu görü şe, göre, modern deterrainistlerin ifade ettikleri gibi, hepsi<br />

ilmi olarak hesaplamp izah edilebilen dahili ve harici kanunlar taraf ından belirlenmi<br />

ştir. İ bnu'l- Ar abi böyle bir nazariyenin deterministik yönüyle ayn ı<br />

düşüncededir. Fakat şunları da ilave etmektedir: a) Sözü edilen ilmi kanunlar<br />

Allah' ın kanunlar ından ba şka bir şey de ğildir; b) Insanda bulunan Allah' ın<br />

kanunlar ın' belirleyen, insan ın kendi istidadıdır, ve ahlaki yükümlülüğü de<br />

burada yatmaktad ır. Fakat bu pek saçma bir delildir. Bu nazariyenin gerçekten<br />

ifade etti ği, ahlaki bir yükümlülük de ğil, şekli bir yükümlülüktür. ib nu'<br />

1- Ar abi, kendisi de kabul etmektedir ki, Allaha de ğil de insana sorumludur<br />

(mükelleftir) denmesinin sebebi —her ne kadar Allah' ın bütün fillerin fâili<br />

(yaptctst) olduğuna inanıyorsa da— sorumluluğun (tektif) mantıki olarak kulun<br />

kendisine ait olmas ıdır. İtaat etmek kula, emretmek Rabbe aittir 43°.<br />

Ar abrnin Bir'le Çok aras ında yaptığı ayırım burada kendisini<br />

açıkça göstermektedir. Allah' ın bütün fillerin fiili olduğunu ifade ederken,<br />

sadece O'nun hüviyetinin, fiillerin isnad edildi ği insanın hüviyetini te şkil<br />

ettiği söylemek istemekte431 ve İnsanın kendi kaderinin yarat ıcısı ve fiillerinin<br />

fâili olduğu söylerken de, probleme Çokluk aç ısından bakmaktad ır. Daima şu<br />

iki durum aras ında gidip gelmektedir: Bir yerde, "fiil cayn'a de ğil, Rabbe<br />

aittir"432 bir ba şka yerde de "Allah, Kendisine insanlar ın isnâd ettikleri<br />

şeyleri yapmad ığını —bütün i şlerinin (fiillerinin) kendilerinden ç ıktığını-.<br />

onlara vahyetmi ştir" 433 demektedir. İ b nu'l- Ar abrnin. ayn ı zamanda,<br />

herhangi bir gerçek anlamda, ahlaki yükümlülü ğü inkar etmesinede sebep<br />

olan, fiillerde gerçek insan hürriyetinin bulundu ğunu inkar ı, umtımi vandet-i<br />

vudid sistemi ile tam bir ahenk halindedir. Ahlaki yükümlülü ğü sadece şekli<br />

bir yükümlülük durumuna indirince, ahlaki fiillerimizden kimin sorumlu<br />

olduğu hususunun pek az önemi vard ır. Kendimizin sorumlu oldu ğunu söylediğimizde<br />

doğruyu söylemiş olduğumuz gibi, Allah' ın sorumlu olduğunu söylediğimizde<br />

de yine do ğruyu söylemiş oluruz. Fakat yukar ıdaki görüş açısını<br />

her zaman hat ırda tutmam ız gerekir.<br />

Ib nu.'1- Ar abi sadece İnsanın ferdi hürriyetini de ğil, Allah'ın irade hürriyetini<br />

de iptal etmektedir. Allah ihtiyar etme (seçme) anlamında irade etmez,<br />

430. Fus -us, s. 124; türk. çev., s. 167. "O (Allah) mant ıki olarak mükellif (yükümlü k ılan), sen<br />

ise mükellefsin".<br />

431. Futilhât,II, s. 286, 1. 10. Ibnu'l- A r abi diyor ki: "Bütün fiilleri yaratan Insan de ğil, Allah'<br />

tır: Allah hem emreden hem de emredilendir". Kar. Fusûs, ss. 291-292; türk. çev., ss.<br />

184-186.<br />

432. Fusüs, ss. 146, 324; türk. çev., ss. 82, 222: "Baz ı fiillere haram, baz ılarına sevap dendi ği<br />

halde, Allah'a ait olmayan hiçbir fiil yoktur.<br />

433. Fusıls, s. 120; türk. çev., s. 65.<br />

138


olaca ğını bildiği bir şeyi buyurmas ı anlamında irade eder. Allah' ın takdir<br />

ettiği şeyin ya da fiilin olmas ı tamam ıyla kendi zorunlu kanunlar ına bağlıd ır.<br />

Mant ıki olarak, diyor İbnu'l- Arabi, şey veya fiil muhtemel olan pek<br />

çok şey veya fiillerden biri ya da di ğeri olabilirse de, asl ında bir tanedir. Yani<br />

Allah' ın bildiği olacakt ır. ibnu'l-Arabi ilave ediyor: "Allah irade etmi ş ol<br />

sayd ı, hepimizi do ğru yola iletirdi" demek manas ızd ır434. Allah' ın şeylerin<br />

tabiat ında bulunmayan bir şeyi irade etmesi imkans ızd ır. İnsanın özüne ait<br />

kanunlar, iyi ya da kötü olsun, yapt ıklar ı bütün i şlerde kesin etkendir. Bu<br />

husus bizi bundan sonraki meseleye götürür.<br />

b) Hay ır ( İyilik) ve Ş er (Kötülük) Meselesi<br />

ibnu'l-Arabrnin anlad ığı üzere, iyilik ve kötülük sorusu, çözümü için,<br />

"Hakikat" ve "Görünü ş" (Hakk ve Halk) dediği çok daha geni ş bir meseleye<br />

dayanmaktad ır. Hakikat sahas ında iyilik ve kötülük şeklindeki kar şıt davalar<br />

ın tatbikat ı yoktur. ibn u'l- Ar abi'de, Eflatun gibi, bu alana Mutlak<br />

İyilik (el-Hayr el-Mahz) ad ını vermektedir. Halk Aleminde (Görülen Alemde),<br />

öte yandan, hem iyilik hem de kötülü ğün hakikat ını kabul etmektedir 43 5.<br />

Fakat şunu ilave eder ki, e ğer iyilikle kötülük aras ında muhakkak bir ay ırım<br />

yapmam ız gerekiyorsa, iyili ği daima Allah'a, kötülü ğü de, gerçekte kötülü ğü<br />

yapan kendisi oldu ğu için de ğil de, baz ı fillerinin kötülü ğüne hükmedildi ği<br />

için, İnsana isnad etmeliyiz. Biz bir de ğerler ve kanunlar dünyas ında ya şamaktayız;<br />

fiil ve nesneleri bu de ğer ve kanunlara nispetle yarg ılarız. Ibnu'l-<br />

Arabi'ye göre, kötülük müsbet bir nitelik (keyfiyet) değildir. S ırf kötülük<br />

s ırf yokluk ve s ırf karanl ıkla ayn ıdır (eş- şerr el-mahz huva'l-adem el-mahz<br />

vecz-zulmet el-mahz). Sırf iyilik ise s ırf varl ık ve s ırf ışıkt ır. (el-m ıcad el-mahz<br />

huva'l-hayr el-mahz ve'n-nür el-mahz). İ b nu'l- Ar abi, Zerdü ştilerin. nar (ışık)<br />

ve zulmet (karanlık) tabirlerini kullanmaktad ır. Fakat bunlar ı, onlar gibi, iki<br />

bağıms ız ve gerçek İlke olarak görmez. Ona ve Sühreverdi el-Makti ıPa<br />

göre, "nur" la "zulmet" aras ındaki fark, bir kar şıtlık fark ı değil, varlık-yolluk<br />

farkıd ır. Ibnu'l- Arabi daha sonra müspet varl ığın bütün iyiliklerin kaynana<br />

ğı, olumsuz varl ığın ise bütün kötülüklerin temeli oldu ğuna inanan Spin<br />

o z a'ya benzemektedir43 6 .<br />

e) İyilik ve Kötülü ğün izafili ği (Göreli ği)<br />

ibnu'l-Arabi'nin iyilik ve kötülük dü şüncesi, tamamıyla ahlaki iyilik<br />

ve kötülüğe münhasır görünmemektedir. Mesela, ibnu'l-Arabi beden<br />

434. Kur'ân, IV; 150.<br />

435. "Kötülüğü dünyadan ilip kald ırmak imkâns ızd ır". Fusâs, s. 447; türk. çev., 323.<br />

436. Futâhât, I, s. 520, 1. 5.<br />

139


acı, bozulan sa ğl ık, yoksulluk, hayvanca zulm v.b. gibi şeyleri kötülük kavram ı<br />

içinde toplamaktad ır. Ona göre, ahlaki ya da ba şka türden olsun, bütün kötülükler<br />

izafidir. Asl ında kötü olan hiçbir şey yoktur. Allah da hiçbir zaman<br />

( ibnu'l- Ar abi'nin anlad ığı manada) kötülü ğü yaratmaz. Şeyler ve fiillere<br />

şu sebeplerden biri veya di ğeri dolayısıyla kötü denir:<br />

I . Şu ya da bu din onlar ı öyle sayd ığı için;<br />

II. Belli bir ahlaki ilkeye veya cemiyetin tasvip etti ği adet ölçüsüne<br />

kıyasla;<br />

III . Baz ı ferdi mizaçlara ayk ırı düştükleri için;<br />

IV Ferdin bazı tabii, ahlaki ya da zihni arzular ını tatmin edemedikleri<br />

için v.b..<br />

Şeylerin ve fiillerin iyilik ve kötülüklerirıi ölçmemizi sağlayan bu ve<br />

buna benzer ölçülerin d ışında iyi veya kötü olarak tasvir edemiyece ğimiz şeylerin<br />

yahu hüviyetleri (acyan el-mevcrıdat)'inden başka bir şey yoktur, diyor<br />

İ bnu'l-Arabi 437 .<br />

Ihnu'l- Ar abi'nin kötülük kategorisi alt ına girdiği söylenen şeylere ekolarak,<br />

cehalet, yalan, uyumsuzluk, düzensizlik, çirkinlik, günah, küfür,<br />

mizaç aykır ılığı v.b. yi yerle ştirebiliriz. Bütün bunlarda eksik olan bir şey,<br />

yani kötülediğimiz şeylere ilave edildiklerinde, onlar ı iyi yapacak olan müspet<br />

bir varlık veya nitelik bulunmaktad ır. Hiçbir şey kötü değildir: Var olan her<br />

şey iyidir. Başka deyişle, kötü dediğimiz şey, objective de ğil, subjective bir<br />

hakikakt ır. Fakat kötüniin kar şıtı olan iyi de subjective ve izafidir. Mutlak<br />

olan tek iyilik Sıfr Varlık (Allah, Iyilik )'tir.<br />

ibnu'l- Ar abi, ayn ı zamanda, iyilik ve kötülü ğün izafiliğini farkl ı bir<br />

tarzda izah etmektedir. Şeylerin iyilik ve kötülüğü hakkındaki hükmümüz<br />

bilgimize bağlıdır. Bir şeye veya bir fiile, onda gizli olan iyili ği bilmeyişimizden<br />

dolayı, kötü deriz. Her şeyin, diyor İ b nu'l-Ar abi, bir zâhiri ve bâtıni<br />

ciheti vard ır. Onun bât ıni cihetinde Yaratan' ın gayesi bulunmaktad ır. E ğer<br />

biz bu gayeyi bilmiyorsak, böyle bir şeye kötü dememiz muhakkakt ır. İ b nu '1-<br />

Ar abi söylemek istedi ğini tasvir etmek için ilac ı örnek olarak veriyor. Burada<br />

zahiri bir kötülük (mesela, ho ş olmayan bir ilac ı tatmaktan do ğan ho şnutsuzluk<br />

durumu) oldu ğu gibi, ilac ına kötü hükmünü veren bir hastan ın bilgi<br />

sahibi olmad ığı müspet bir iyilik durumu da vard ır. Dolayısıyla bir şey, ilaç<br />

gibi, iki sebeple kötü say ıhr, ve her durumda da izafi bir kötülüktür:<br />

437. Ibnu'l-Arabi'nin izafl iyilik ve kötülükten ne anlad ığı kakkında, Futûhât, II, s. 760,<br />

1. 2 vd.; kar., Fusils, s. 446; türk. çev., s. 322.<br />

140


I. Baz ı müspet niteliklerden yoksundur ve bu niteliklerden dolay ı onu<br />

kötü olarak gören hastan ın tadalma duyusuna ho ş gelmez,<br />

II.<br />

Onda bulunan iyilik hakk ında bilgisiz olan hastan ın bilgisine nispetle<br />

kötü say ılır.<br />

Aslında ilaç kötü olarak da iyi olarak da nitelenemez, ve ayn ı şey bütün<br />

diğer iyilik ve kötülükler hakkında da söylenebilir.<br />

Ibnu'l- Ar abi, hem iyinin hem de kötünün en sonunda Allah'dan geldiğini<br />

ilave ediyor. Ba şka sözlerle ifade edersek, bütün şeyler Allah' ın tezahürleri<br />

ve bütün fiiller O'nun fiilleridir, ancak biz onlardan baz ılarına iyi,<br />

baz ılar ına da kötü diyoruz. Allah' ın rahmeti bütün şey ve fiillerde görülür 438,<br />

çünkü O'nun rahmetiyledir ki, her şey var olmu ştur. Şeyler, Allah tarafından<br />

çe şitli kemâl (kemal=varlık) derecelerini gösterecek ve onlar hakk ında (ahlaki<br />

ya da ba şka şekilde) hükümlerimizin do ğmas ına sebep olacak şekilde yarat ılmışlard<br />

ır. Kemal ve noksanl ık, ahenk ve ahenksizlik, iyilik ve kötülük, itaat<br />

ve isyan, rezilei ve fazilet, uygunluk ve uygunsuzluk v.b. dü şüncelerine sahip<br />

olmamız, Allah' ın tam tabiat ını ve kendimizi bilmemiz için, O'nun irâdesi<br />

idi. El-Hadi (doğru yola ileten), el-Mudill (dalttlete düşüren), el-Gaffar (affedici),<br />

el-Mucazzib (azap verici), er—Rahim (bağışlayc ı) gibi ilahi isimlerin<br />

içinde sadece iyiliğin var oldu ğu bir alemde ne şekilde bir tatbikat' olabilir<br />

Ayrıca İnsanl ık için, iyilik ve kötülük fikirlerine ve fiilleri muhakeme etmemizi<br />

sağlayan kurallara (normlara) sahip olmak, lüzumludur. Bu türlü normlardan<br />

yoksun bir toplumun var olmas ı veya ilerlemesi imkans ızd ır.<br />

d) Ibnu'l-Arabi'llin Nazariyesinde iyilik ve Kötülü ğ ün<br />

Şeriatla olan Münasebeti ve Ilahi iradenin Yeri<br />

Bu husus ibnu'l- Ar abrnin Ahlak görü şünün pek karanl ık bir kısmını<br />

te şkil eder. Ba şlıca güçlük, bu konuda onun söylediklerini anlamakta olmaktan<br />

çok onu tutarl ı bir şekilde takip etmeye çalışmaktad ır. Daha önce de tamamıyla<br />

uzlaşmaz iki nazariyeyi, yani vandet-i vudid doktrini ile bir çe şit<br />

ahlaki yükümlülük doktrinini nas ıl uzlaşt ırmaya çal ıştığını ve ikinciye tam<br />

bir izah şekli bularak meseleyi nas ıl bağladığını görmü ştük. Burada Şeriatlaahlaki<br />

bir problem olan iyilik ve kötülük meselesini ahenk içine sokmaya<br />

nas ıl çalıştığını ve Islam dini ile şeriat ını ortadan kald ırmak suretiyle meseleyi<br />

nas ıl bağladığın ı görece ğiz.<br />

e) Ilahi irade'nin Anlam ı<br />

ibnu'l- Ar abi iki çe şit ilahi irade ay ırıyor: a) Me şia. Bununla her şeyde<br />

şeylerin olduklar ı gibi olmalarını dileyen Allah' ın ezeli "Kudret"ini-anlat-<br />

438. Fusıls, s. 448; türk. çev., s. 323. Kar., Futilhat, III, s. 563. 1. 1 a şağıdan.<br />

141


mak istemektedir. Kelâm dilinde buna, Ilahi Buyruk veya Kader v.b., ad ı<br />

verilir. Fakat bir ilim adam ı, onu, d ış dünyadaki bütün hadiseleri belirleyen<br />

kuvve halindeki kanunlarla ayn ı sayabilir. Doğrusunu söylemek gerekirse,<br />

meşia'ya hiçbir zaman irâde dememeliyiz. Ibnu'l- Arabi bu terimden ilahi<br />

Hüviyet'i anlamaktad ır. Me şia'ya el-vudid (Varlık veya Allah ) 4" ad ını<br />

verir ve Eba Tâlib el-Mekkrnin ona ar ş ez-zat (Zeit' ın tahtı) 44° demesini<br />

tasvip eder. b) Yarat ıc ı irade. Bununla Ibnu'l-Arabi Allah' ın kuvve halindeki<br />

varlıkları dış dünyada tezâhür ettirmesine vas ıta olan kudreti anlatmak<br />

istemektedir. Bir şeyin herhangi bir varl ığa sahip olmas ı me şianın bir fiilidir,<br />

fakat onun d ış dünyada tezâhür etmesi iradenin bir fiilidir. Irade ile Allah<br />

dış dünyada bir şeyin ya da bir fiilin vukuunu oldu ğu kadar, vuku bulman ıasını<br />

da irade eder441. Me şia ile irade aras ındaki bu ayırımı ibnu'l- Arabi,<br />

Hallâc'a borçlu olmakla birlikte, Hallâc'a göre, me şia daha çok Allah'dan<br />

sudûr eden Plotinus'un İlk Aklı gibi bir şeye benzemektedir.<br />

Incelenmesi gereken ikinci nokta, ilahi Me şia ile ilahi Emir arasındaki<br />

kesin münasebettir. Burada Ibnu'l- Ar abi, Hallâc' ı daha yak ından takip<br />

etraektedir442. Ibnu'l- Ar abi de onun gibi bütün. fiillerin ilahi Me şia'ya uygun<br />

olarak yap ıldığına, fakat baz ı fiillerin, yani sözü edilen kötü fiillerin asl ında<br />

Allah' ın emrine ayk ırı düştüğüne inanır443 Günahın (ma(siya) anlamı, Allah'<br />

ın bir fiili emredip vukuunu dilememesi, veya bir fiilin vukuunu irâda edip<br />

kullarına onu i şlemeyi yasaklamas ıdır. "Peygamberlerden Allah' ın emirlerini<br />

halka tebliğ etmesi istenir. Fakat Allah her zaman bu emirlerin yerine getirilmelerini<br />

irade etmez"444. Bir fiilin bir defa takdir edilince, vuku bulmas ı<br />

gerekir, ve vuku bulmamas ı imkansızdır. Hallâc ve ibnu'l- Arabrnin,<br />

bu konuda, üstadlar ı sayd ıkları iblis ve Firavun 'un isyan ı, Allah' ın iradedesine<br />

itaatin ta kendisiydi, ama ne var ki bu onun emrine bir tecâvüzdü 445.<br />

Bütün bu isyan filleri Allah tarafından ahlaki ya da dini kanunlar ın konular ı<br />

olarak de ğil, fiilen olarak takdir edilmi ştir Allah günah fiilini takdir etmez<br />

439. Futghtit, IV. s. 55, 1. 6 ağağşdan.<br />

440. Futiihât, II, s. 51, 1. 3 a şağıdan. Kar., Futithat, III, s. 62, 1. 8 aşağıdan, ve Futilhat, IV,<br />

s. 55.<br />

441. Ibnu'l-Ar abrnin "artma" ve "eksilme" (ziyade ve naks)'dan anlad ığı budur. Fusgs,<br />

s. 374; türk, çev., s. 260.<br />

442. Tevasin, ss. 148-149.<br />

443. Fusgs, s. 164; türk. çev., s. 96; Tevasin, ss. 46, 56.<br />

444. Fusgs, s. 164; türk. çev., s. 96.<br />

445. Halide, iblis ve Firavun'a kahraman (man ehl el—Fütüvve = Fütüvve ehlinden) adını<br />

verir. Hallâc, ilâve ederek diyor ki: Firavun'un davas ı, yani sözü, "ben senin Yüce Rabbinim",<br />

(Kur., LXXIX, 24) Allah taraf ından takdir edilmi şti; dolay ısıyla kendisinin davas ı,<br />

yani sözü, "Ben Hakk' ım" (Ene'l—Hakk) da aynı şekilde Allah' ın iradesiyle uyum halindedir.<br />

Bak., Tevasin, s. 50.<br />

142


veya kötülü ğü yaratmaz; O, bizim veya Kendisinin ahlaki' veya dini bir<br />

ölçüye göre hüküm verip, do ğru veya yanl ış dediğimiz fiilleri takdir eder, ve<br />

bizim veya Kendisinin iyi veya kötü olarak telâkki etti ğimiz nesneleri yarat ır.<br />

Allah fiilin ayırım. (yani fiili iyi veya kötü olarak de ğil, fiilin kendisini)<br />

irade eder. Ancak belirli özel şartlarla i şlendiği takdirde, fiile iyi veya kötü<br />

denir44 6. Fiiller fiiller olarak tamam ıyla Allah tarafından "tasvip" edilmi şlerdir.<br />

İ bnu'l- Ar abi diyor ki: "Rabbi kat ında makböl olan kimse said'tir, ve<br />

Rabbi nazaranda makbal olmayan kimse yoktur" 447. Öte yandan Şeriat gözünde,<br />

baz ı fiiller tasvip görür, baz ılar ı görmez. Allah bütün fiileri tasvip eyer,<br />

çünkü bütün fiiller en sonunda O'na aittir. Sözü edilen fiillerle Şeriat aras ındaki<br />

nizâ (çatışma) sadece geçici (arazi) ve görünü ştedir (zethiridir). Biz ona,<br />

iyi olsun kötü olsun, bütün fiillerin, onlar ın takip ettikleri tek kanun olan<br />

ilahi Me şia ile uygunluk halinde olmalar ından habersiz oldu ğumuzdan dolayı,<br />

nizâ veya çat ışma veya isyân ad ını veririz. "Günah ilahi İradeye" veya<br />

İ bnu'l- Ar abrnin kendi deyi şiyle "Allah' ınyarat ı c ı emrine (el-emr et-tekani)<br />

de ğil vas ıta olan dini emre (el-emr bi'l-vets ıta veya el-emr et-teklifi) isyandir,9448<br />

.<br />

Allah' ın insanlara bir fiili i şlemeyi emretti ğini, fakat yine de bu filin<br />

vuku bulmamasm ı irade etti ği veya buyurduğunu, yahut da bir fiilin vukuurıu<br />

dilediği, fakat yine onu i şlemeyi halka yasaklad ığını ve her iki durumda da<br />

onlara günahkar (etsin) dediğini söylemek saçma görünebilir. Fakat İ b nu'l-<br />

Ar abrnin görü şüne ve ayn ı zamanda Hallâc' ınkine göre, ilahi Emr'in gerçek<br />

bir emir olmayıp, onlar ın deyi şiyle ibtilâ, (deneme) olduğunu dü şünecek<br />

olursak, hal böyle de ğildir. İşte bu husus, Ibnu'l-Arabrnin Ahlak' ının zirvesini<br />

te şkil etmektedir ve gördü ğümüz üzere, s ırf antinomianismdir. İ b nu'l-<br />

Ar abi bir yandan ahlaki yükümlülü ğü, öte yandan ise şeriati ortadan kald<br />

ırmaks ızın meseleyi çözebilecek durumda olmad ığı gibi, böyle yapmasayd ı,<br />

tutarl ı da olamazd ı .<br />

ibnu'l-Arabi, yukar ıda izah edildiği manada Allah tarafından takdir<br />

edilmi ş (ya da ilşlenmi ş olarak) kötülük ve günah ın tabiat ını kabul etmek,<br />

O'nun hikmet ya da inâyetine kar şı değildir, demek suretiyle sonuca varmaktad<br />

ır. Tersine, e ğer Allah kötü dedi ğimiz şeyleri ya da günah dedi ğimiz takdir<br />

edilmiş filleri yaratmam ış olsayd ı, bu, O'nun hikmetine kar şı olurdu. Mem<br />

tam ya da mükemmel olamazd ı, çünkü noksan denilen şeyleri ihtiva etmek<br />

âlemin kemâlinin bir parças ını te şkil etmektedir. Sonra Allah' ın tam yetkinlikleri<br />

(kemedleri) de tezâhür edemezdi. Kötülü ğün varlığı, bazdar ımız ın, onu<br />

446. Fusiis, s. 319; türk. çev., s. 216.<br />

447. Fusits, ss. 145, 146; türk. çev., s. 81. Kar., F uttihat, II, s. 290, 1. 10-11.<br />

448. Fusiis, s. 319; türk. çev., s. 216.<br />

143


kald ırmas ı için Allah'a dua etmesine sebep olur. Onu kald ırırken ise, Rahim<br />

ve Rahmân gibi ilahi Isimler me şru görülür. ibnu'l-Ar abi sabr ın tan ı mı<br />

hususunda ilk safilerden ayr ılır. Bunlara göre, sab ır, kötülükle ilgili her çe şit<br />

şikayet tarz ından tam olarak kendini çekmeyi anlatmaktad ır. Onlarca<br />

Allah'a şikayette bulunmak ilahi Me şia'ya s ığınmakla 'uzla şamazd ı .<br />

İ b u'l-<br />

Ar abi'nin kendi görü şü ise şudur: Her hangi bir ferde de ğil de Allah'a şikâyette<br />

bulunmak, irade edilen ya da buyurulan şeyden sağlanan ho şnutlu ğu<br />

bozabilirse de, ilahi İrade'ye s ığınmayı haleldar etmez. Yine ilave ederek diyor<br />

ki: Allah' ın buyurdu ğunu değil, Buyruğun (el-Kaza) kendisini kabul etmek<br />

bize farz k ıhnmışt ır. "Kötülüğiin kalkmas ı için yap ılan dualar Allah'a<br />

sunulmalıdır", diyor ibnu'l-Ar abi, "... ac ıs ı olan bir şahs ın, kendisini bu<br />

acıdan kurtarmas ı için Allah'a dua etmesi gerekir, çünkü böyle yapmakla,<br />

Allah, bu ac ıyı Kendisinden kald ır ır"449. Tersi için ibnu'l-Ar abi şu delili<br />

getiriyor: Ac ıya tutulduğunuz zaman Allah'a şikayetten kaç ınmaya çal ış -<br />

mak, Kader'i ilahla şt ırmak demektir ki, bu, cehâlettir.<br />

Bu, ana hatlanyla, ibnu'l-Arabrnin Ahlak ım ortaya koymaktad ır.<br />

Bütün meselelerin etraf ında döndüğü nokta, n.efsin idrak edilmesidir. Her şey<br />

ve her fiilin ba şarması gereken bir son gayesi vard ır; bu da kendisini idrak<br />

etmesidir. O, böyle yaparken, Ahlaka veya Din'e göre, sözü edilen noksanhklar<br />

ı içine alan Allah' ın sonsuz kemallerinden birini ya da di ğerini idrak eder.<br />

İbnu'l-Arabî , pe şinden gidece ğimiz belirli bir ideale sahip ahlaki bir<br />

sistem de ğil, daha ziyâde Ahlaki bir Determinism nazariyesinin metafizik bir<br />

izahını vermektedir. Onunki normative bir Ahlak de ğildir; yapmamız gerekeni<br />

değil, işlediğimiz fiilleri nas ıl yaptığımızı, ve fiillerin as ıl fâilininin kim oldu ğunu<br />

bize bildirmektedir.<br />

III<br />

Miicazat (Ceza) ve Mükâfât (Ödül) Meselesi:<br />

İbnu'l-Arabi'nin Cennet ve Cehennem Anlayışı,<br />

ve Öteki Dünya Görü şü<br />

Dini inançlar ve ahlaki yükümlülük meselelerini, zorunlu olarak kat ı<br />

determinist temeller üzerine yerle ştirdikten sonra, Ib nu'l- Ar abi, mücazat<br />

ve mükâfât meseleleriyle; daima bu gibi meselelerle ili şkisi olan Cennet ve<br />

Cehennem kavramlar ı ile kar şı kar şıya kal ır. Gariptir ki, İ b nu'l- Ar abi,<br />

Cennet ve Cehennemden bahsetmekte ve onlara sisteminde belli bir yer ap ı.-<br />

maktad ır. ib nu'l- Ar abi, ayn ı zamanda, gelecek hayat ve daha bir çok uhrevi<br />

449. Fusıls, as. 339-340; türk. çev., s. 234; kar., Fusizs, s. 160; türk. çev., s. 93. Burada İ bnu'<br />

1-Arabi, Allah' ın haz ve elemi hissetti ğini söylüyor.<br />

144


meselelerden söz eder ve bu hususlar ı tasvir ederken, bu konudaki nmazzam<br />

İslam literatüründe yer alan en ince ayr ıntılar ı bile muhafaza eder. Fakat<br />

bütün bunlara ve ib nu'l- Ar abrnin fikirlerini gizledi ği kisvenin sünni görünü<br />

şüne rağmen, onun Cennetinin Cennet, Cehenneminin de Cehennem<br />

olmadığını anlamak pek güç de ğildir. Ayn ı sözler bu konuyla ilgili di ğer uhrevi<br />

teferruata da tatbik edilebilir. Onun Ahlâk'taki "determinism"i ve dindeki<br />

vandet-i vudidculuğu, var olan veya gelecek bir alemde olmas ını tamamıyla<br />

imkansız kılmaktad ır. Fakat yine de bu kavramlardan bahsetmektedir. Şimdi<br />

bu kavramlardan ne şekilde bahsetti ğini görece ğiz.<br />

Cennet ve Cehennem gibi şeyleri tasvirde İ b nu'l- Ar abi'nin ifadesi çoğunlukla<br />

iki kısımdan ibarettir: Tasvir edilen şeyin sünni bir tablosunu veren<br />

yap ıcı kısım, ve I b n u '1- Ar abrnin, ayn ı zamanda kendi vandet-i vud ıdcu<br />

görüşlerini de ortaya koyarak, güç bir i ş olan bu tasvirdeki sünni tabirleri<br />

izah et ıneyi45° üzerine ald ığı yıkıc ı kısım. Bu yap ıcı ve yıkıcı süreçler şu anda<br />

üzerinde durdu ğumuz konuda pek aç ık olarak görülmektedir.<br />

Önce ibnu'l- Ar abi, ço ğunlukla İslam irfamndan ald ığı arkeolojik ayr<br />

ıntılarla dolu, aç ık bir Cennet ve Chennem tablosu çizer. Cennet ve Cehenn.emin<br />

yerini4m pek maddeci bir tarzda "Y ıldızlı Gökküresi" (el felekel-mükevkeb)<br />

ile "Yıldızs ız Gökküresi" (el felekel-atlas) aras ında bir yerde olarak tasvir<br />

eder: Bu gökkürelerinden birincisi Cennet'in zemini, ikincisi ise çat ısıdır452.<br />

ibrı u'l- Ar abi, "Toplant ı yeri" (el-mahşer), "Yol" (es-strect), "tepe" (elkesib),<br />

K ıyamet Gününde Allah' ın saf saf meleklerle birlikte geli şi, terazi<br />

(el-mizan), Cennetin nimetleri ve Cehennem azab ı, Cennet ve Cehennemin<br />

tabakalar ı, orta mertebe (el-berzah), Hz. Muhammed ve di ğer peygamberlerin<br />

şefaat ı v.b., yi tasvir eder; hatta bize Cennet ve Cehennemin şekillerini<br />

de çizer453.<br />

Öteki dünyan ın Cennet ve Cehennem v.b. ile birlikte tasvirini tamamlad<br />

ıktan sonra, İ bnul' - Ar abi, kulland ığı tabirlerden herhangi birini mutad<br />

geleneksel anlamında almam ız gerekmediğini belirtmektedir. Ha şr, berzah,<br />

mizan, azâb, nacim v.b. gibi terimler, sadece "makamlar ın remzi timsalleri"<br />

(me`âni tucessed)'d ır. "Hadisin bize bildirdi ği", diyor ibnu'l- Ar abi, "sadece<br />

kelimelerdir ve bu kelimelerin ne demek oldu ğunu bulup çıkarmak, (yani<br />

arzu etti ğimiz manay ı ona vermek) bize b ırakılmışt ır"4 54, ve Ibnu'l-Arabi'<br />

nin yaptığı da bundan ibarettir. K ıyamet Gününde gerçek şefaat yoktur.<br />

450 islâmın âhiret görü şünü İ bnu'l-Ar a brnin tevili Ismaili ve Karmatilerinki ile dikkate<br />

değer bir benzerlik ta şır.<br />

451. Bak., Futültat, III, ss. 568-570.<br />

452. Ayn ı eser, III, s. 570.<br />

453. Ayn ı eser, III, s. 554.<br />

454. Ayn ı eser, I, s. 412,1.4 vd..<br />

145


Buradaki şefaat kelimesi sadece iki ilahi isim, Rahim ile Müntakim (Öcalıcı)<br />

aras ında bulunan bir münasebet demektir. S ırat, üzerinde her şeyin yürüdüğü<br />

ilahi Hüviyet'e ait olan do ğru yoldan ba şka bir şey değildir, çünkü o, her şeyin<br />

kendisinden ç ıktığı ve tekrar ona dönece ği kaynakt ır. Cehennem azab ı insan<br />

fiillerine ait sembollerden ibarettirt 5 5 . Cennet, diyor İ bnu'l- Ar abi, cenne<br />

=gizlemek fiilinden gelmektedir ve her şeyin cenneti, orada bütün çoklu ğun<br />

gizlenece ği ilahi Hüviyet'tir. Öte yandan, Cehennem mesafe veya uzakl ık<br />

(Imcd) demektir456, ve gerçek Cehennem, seninle Allah aras ında gerçek bir<br />

uçurum olduğunu tasavvur etmekte ve senin O'nunla olan zati birli ğini idrak<br />

etmemekte yatar.<br />

Bu terimlerden pek ço ğunun etimolojik kökünü ve İ b nu'1- Ar abi'nin,<br />

bunları kendi vandet-i vudıd doktrinine uydurmak için nas ıl aç ıkladığın ı<br />

incelemek bilgi vericidir. "Hasret Günü" (yevm el-hasre), mesela, onca "Aç ılma<br />

(perdenin kalkma) Günü"diir ki, hasara (perdenin kalkmas ı) fiilinden<br />

bu anlam çıkarılmıştır Yani "Hasret Günü" Bir Hüviyetin kendi mutlak<br />

evrenselli ği içinde tecelli edece ği gündür457. Azâb bizim anlad ığımız manada<br />

değildir; ona göre, azâb azube (tatlı olmak) fiilinden gelir. Böylece İ b nu'1-<br />

Ar abi Cehennem azab ım ebedi mutlulu ğa irca etmektedir 458. Haşr'dan da<br />

bütün ferdi nefslerin Bir Evrensel Nefs'de biraraya gelmesini anlar. Her insanın<br />

kıyameti (yeniden dirili şi) nefsinin ölümle bedenden kurtulduktan<br />

sonra, ruhani vatan ına dönmesidir v.b., v.b. 459.<br />

İ bnu'l- Ar<br />

ister bu dünyada ister ötekinde olsun, gerçek bir<br />

Cehennem ya da Cennet'in varl ığını inkar etmesi üç farkl ı şekilde ifâde edilir:<br />

1. Onlara hayali der. Bunlar, Hz. İbrahim'in hayal gücünün yaratmasından<br />

ibaret olan ate şinden daha somut veya gerçek de ğildir46°. Günahkarlar<br />

Cehennem ate şini görürlerse de, Hz. İbrahim'in kendi ate şinden hissettiği<br />

azâbtan daha fazlas ını duymazlar. Mü şrik'e gerçek görünse de, o zahiri<br />

bir ate ş olacakt ır.<br />

2. Cennet ve Cehennemi iki subjective hale indirir. Cehennem sadece bir<br />

kul olarak ferdi benin (nefsin) idrakidir. Cehennem nefsâniyet, Cennet ise<br />

ki şinin rublabiyetinin (ilahlığının), yani varlığının ilahi cihetinin idrakidir461.<br />

455. Ayn ı eser, I, s. 412,1.16 vd..<br />

456. Fusiıs, ss. 186-187; türk. çev., ss. 112.<br />

457. Futâhât, I, t. 391,1. 5 a şağıdan.<br />

458. Fusüs, s. 153;"türk. çev., s. 88.<br />

459. Futâhât, I, s. 406,1.19. Kar., Ihvân es—Safa, III, ss. 81,120 ve IV, s. 73.<br />

460. Fuslıs, s. 328; türk. çev., s 225.<br />

461. Fusiıs, ss. 286-287; türk. çev., yeri tespit edilmedi.<br />

146


3. İ bnu'l-Arabi Cehennemle Cennet aras ında hiçbir fark bulunmad ığını<br />

aç ıkça belirtir. Çünkü herkes için kurtulu ş olduğuna göre, bunlar aras ında<br />

nasıl fark olabilir Muhakkak ki, lanetlenmi ş olanlar Cehennem ate şinde<br />

kalacaklard ır462, fakat yine de orada sadece vasila'nin (Allah'a yakla şmanın)<br />

istisnasıyla, Cennetin bütün nimetlerini (mecâni el-cenne) tadacaklard ır.<br />

ibnul- Ar abi bütün cennet adlar ını cennet ehlinin oldu ğu kadar, cehennem<br />

ehlinin de tatt ıkları çe şitli saadet türleri şeklinde yorumlar. Onlar ın hepsi de<br />

hazz ı (na'im), ebediliği (huld), me'var (s ığtnmay ı), selâmet v.b. yi tadacaklard<br />

ır. Allah' ın rahmetine sahip olanlarla lanetlenenler aras ındaki tek fark,<br />

e ğer varsa, şudur: Birinciler Rabbin tecellisini görüp463, ilk görünü şünde onu<br />

idrak edeceklerdir; ikinciler ise ilkin onu tamyam ıyacak kadar perdelenmi ş<br />

olacaklar, fakat perdeler kalkt ığında bu fark da kaybolacakt ır.<br />

ibnu'l-Ar abi, tavsif etmekte büyük gayret ve titizlik gösterdi ği gerçek<br />

Cennet ve Cehennem fikrini bu şekillerde izah yoluna gider. Mead (öldükten<br />

sonra dirilmek) hususunda ilı n.u'l-Ar abrnin hiçbir şüphesi olmadığı anlaşılmaktad<br />

ır. Çünkü, ona göre, hayat devaml ı ve kesintisizdir. Var olan Bir<br />

Tek Varlık olduğu için bir tek de hayat vard ır. Bu dünya ve öteki dünya<br />

denilen şeyler, daha önce de söyledi ğimiz gibi, görülen ve görülmeyen cihetlerinden<br />

ba şka bir şey de ğildir. ibriu'l-Arabi orada "gelecek hayat" ın ya şanaca<br />

ğı bundan ba şka bir âlemin varlığını ısrarla inkar eder. Şu anda Bir'de<br />

yaşamaktayız; öldükten sonra da böyle ya şamaya devam edece ğiz. Fakat<br />

hal böyle olsa bile, ibnu'l- Ar abrnin sisteminde Cennet ve Cehennemin<br />

(geleneksel cennet ve cehennem olmalar ı gerekmez) yeri olabilir mi Ba şka<br />

deyişle, kendisinden geldi ğimiz bir evrensel Zat'a ya da Nefs'e dönü şümüzden<br />

sonra da, tamam ıyla ruhani türden de olsa, herhangi bir çe şit haz veya elemi<br />

tadacaklar ı tasavvur edilen.ilir mi Ibnu'l-Ar abi, öyle görünüyor ki, müspet<br />

elemi daha önce de gördü ğümüz üzere, inkâr etmektedir. "Allah' ın ihtar ının<br />

gerçek hiçbir gayesi yoktur"4 64. Ayni zamanda ebedi azâp hususunda Kur'an'<br />

da herhangi bir i şaret de yoktur: Kur'ân' ın bütün söylediği Cehennemdeki<br />

ebedi hayatt ır, fakat bu ebedi azâpla ayn ı şey de ğildir; çünkü, ona göre,<br />

Cehennemdeki hayat acisiz olacakt ır46 5 .<br />

"Her ne kadar küfür ve isyan ehli",<br />

462. Kur'an'da, "muhakkak ki Ben, cehennemi cin ve insanlarla tamam ıyla doldururum"<br />

(Kur., XXXIII, 13) şeklinde bahsi geçen Allah'm ihtanm yerine getirmek için...<br />

463. Kendisini el-Hakk ad ıyla gösterdiği zaman, Fusgs, s. 213; türk. çev., 135.<br />

464. Fusgs, s. 153; türk. çev., s. 87.<br />

465. Futahat, III, s. 100, 1. 9 a şağıdan. Gariptir ki, cehennemdeki ebedi azab ın inkarı İ bn<br />

Teymiye'ye atfedilir. Ona göre, bir zaman sonra cehennem ehli cennete nakledilecektir.<br />

Bu konuda şu hadisi nakletmektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a and olsun ki, öyle bir<br />

zaman gelecek, cehennemin kap ıları bomboş sallanıp duracak ve zemininde tereotu yeti şecektir<br />

(yani zemini serin olacakt ır)". Caluz da ayn ı görü şe bağlanmıştı •: Bak., ehrist<br />

ani'de el-Câhiziyye. Mürci'e, özellikle C ehm b. S afvan, hem Cennetin hem de Cehennemin<br />

ebediliğini inkar etmi ştir. Bak., Ebül-Hasan el-Makalat<br />

ne şr.: H. Ritter, e. I, İstanbul 1929, ss. 148-149.<br />

147


diyor I b nu'l- Ar abi, "sefalet ve ac ı evine (Cehenneme) gireceklerse de, orada<br />

Cennetinkinden farkl ı olacak olan bir saadeti tadacaklard ır"466. Her iki<br />

saadet çe şidi de esasta ayn ı olacak, fakat her birinde Allah' ın tecellisi farkl ı<br />

olacakt ır. Lanetlenmi ş olanlar ın tadaca ğı tek azâp çe şidi menfi türdendir;<br />

onlar bir zaman için en büyük saadetten, yani , kendi Özlerine döndüklerinde<br />

Allah'Ia olan ayr ılmaz birliklerinin idrakinden mahrum kalacaklar, fakat en<br />

sonunda ebedi saadeti herkes tadacakt ır.<br />

Bu kendine has Cennet, Cehennem ve khiret anlay ışı ile İ b nu'l- Ar abi'<br />

nin metafizik sistemi tamamlanmaktachr. Bütün şeylerin kendisinden ç ıktığı<br />

Bir, her şeyin yine O'na dönece ği birdir. Fakat dönü şlerinde O'nun tabiat'<br />

hakk ındaki bilgileri ve O'nunla olan münasebetleri nispetinde de ği şik saadet<br />

(aIdi saadet) derecesine ula şırlar. I b nu'l- Ar abi, "marifet" in önemi üzerinde<br />

o derecede durur ki, onu Cennet ile Cehennem ehli aras ındaki tek fark olarak<br />

kabul eder. Marifetin sars ılmaz imanla birlikte bize ibnu'l- Ar abrnin<br />

Cennetini, cehalet ve küfürün ise Cehennemi kazand ırmas ı rnuhakkakt ır467 .<br />

Bir'e döndüğümüzde inançlar ımız ın doğruluk ya da yanl ışlığını idrak ederiz,<br />

ve O'na nispetle durumumuz tamam ıyla bu gibi inançlar ın tabiat ıyla belirlenir.<br />

Sadece krifler O'nunla do ğrudan do ğruya irtibat halinde olacaklar ve<br />

bu, Cennetteki en yüksek ve en akli saadeti te şkil edecektir. Cehennemde, daha<br />

önce de i şaret etti ğim üzere, menfi ve ancak gerçek bilgi tecelli edinceye kadar<br />

sürecek olan "perde azal ır" (azâb el-hicâb) ve "cehalet azab ı" (azâb el-cehl)<br />

vard ır468. Ancak o zamand ır ki, Allah' ın evrensel rahmeti her şeyi kapsayacak<br />

ve her şeye hakim olacakt ır. ibnu'l- Ar abi ayn ı düşünceyi kesibi (kum<br />

tepesini) 469 tasvir ederken pek dikkate de ğer bir tarzda ifade etmektedir 466 .<br />

Onun dilinde kesib, öyle görünüyor ki, ilahi Zatla ayn ıdır. Kesib, beyaz bir<br />

misk otu yığınıdır, diyor ibrıul-Arabi, orada bütün nefisler "öteki dünyada",<br />

her biri rütbesine göre, kendi yerini alarak, toplanacaklard ır. Her nefs insiyaki<br />

olarak, bebe ğin annesinin kuca ğına, ya da demirin m ıknat ısa cezbedildi ği gibi,<br />

kesibe cezbedilecektir. Herhangi bir nefsin, orada nihai saadeti ııi bulacağı<br />

kendi yerinden ba şkasına cezbedilmesi imkans ızd ır. A şağı ve yukar ı şeklinde<br />

bir düzene göre s ıralanacaklar, fakat hepsi de kendi yerinde "mutlu bir ebedi<br />

uyanıklık, sükünet ve sevinç hayat ı tadacaklard ır ki, bu hayat ne ölüm ne de<br />

uyku ile kesintiye uğrayacakt ır. Duyularm, özellikle ald ın bütün s ınırları<br />

466. Fusâs, s. 153; türk. çev., s. 88. Kar., Futülıiit, III, s. 98, 1. 4 a şağıdan.<br />

467 "İman" ın önemi hakkında bak., Futrıllât, III, s. 568. 1. 13: Gö ğün tabakalar ı iman sayısıncadır".<br />

468. Futzlhat, IIT, s. 577, 1. 3 a şağıdan. Allah' ın evrensel Rahmeti için bak., Fustis, ss. 320, 335,<br />

351 v.b.; türk. çev., ss. 217, 231.<br />

469. Bu, Islâm gelene ğinde herkesin K ıyamet Gününde toplanaca ğı yere kar şılık olarak kabul<br />

edilir.<br />

148


as ılacak ve her nefs her şeyi gören ve ber şeyi işiten olacakt ır, çünkü her nefs<br />

(gerçek olu ş vuku bulmaksızın) Allah' ın Kendisi olacakt ır".<br />

Böyle bir nazariye en az ından Ibnu'l-Arabi'llin anlad ığı manada öteki<br />

dünyada ferdi varl ıkların şahsi kimliklerinin sevinç, hiç de ğilse akli türden<br />

bir saadeti mümkün k ılacak bir tarzda muhafaza edilece ğine i şaret eder.<br />

ibnu'l-Arabi, öteki dünyada fertlerin çoklu ğunun, bu âlemdeki zahiri<br />

yoklukla ilgili olarak söyledi ği gibi, sadece görünü şte olaca ğını açıkça söylemez.<br />

Böyle bir görü şte hemen hemen kaç ınılmaz olan bir çe şit dilemmaya<br />

düşmüş görünmektedir. Öteki dünyadaki fertlerin çoklu ğunu ya gerçek ya da<br />

subjective olarak kabul etmektedir. E ğer gerçek ise, tüm sistemi yerle bir<br />

olacakt ır, çünkü böylece o, bir Allah ve ferdi nefsler ikili ği kabul etmiş olacaktır;<br />

halbuki onca Allah (ya da Hakikat) asil birliktir. E ğer subjective ise,<br />

yani öteki dünyada gerçek çokluk olmayacaksa, (Ibnu'l-Arabrnin gerçekten<br />

ifade etmek istedi ği de budur)470, bir varlıkla diğerinin tecrübesi aras ında<br />

bir fark nas ıl olabilir, veya varl ıkların olmas ı nas ıl mümkündür. Nefsleri,<br />

Bir Evrensel Nefse son dönü şlerinde, kendilerini hiçbir zaman Bir Nefs'den<br />

ayırmayan veya gerçekten ona dönen (bizim zihni hallerimize benzer) haller<br />

olarak kabul etsek bile, güçlük yine de a şılmaz olarak kalacakt ır. Fakat<br />

dış dünyada varlığın çoklu ğunun zati (asil) bir birlik te şkil etmesini tasavvur<br />

etmek (Sufi bunu tasavvur edebilir), ula ştıklar ı ruhani saadeti tatt ıracak<br />

bir şuur derecesini muhafaza ettikleri halde, ruhani alemde nefslerin çoklu ğunun<br />

asil bir birlik te şkil etmesini tasavvur etmek kadar güçtür.<br />

IV<br />

Ihnu'l-Arabruin Estetik'i<br />

a) A şk Görü ş ü ve Sistemindeki Yeri<br />

ibnu'l-Ar<br />

vandet-i vucildculu ğunun en belirgin hususiyetii<br />

evrenselliğidir. Daha önce de gördük ki, Bir Hakikat ba şından sonuna kadar,<br />

hepsi de evrensel olan, bir çok cihetlerinden biri ya da di ğerinden gözönüne<br />

alınmışt ır. ibuul-Arabi'nin metafizi ğinde, meselal Bir, her şeyi kuşatan<br />

varlık, bütün varlığın son temeli sayılır. Ahlak'ında, faal ve mürid İlke ile<br />

aynıdır. Din görü şünde ibâdet edilen ulahiyettir. Tasavvufunda her şeye<br />

nüfüz eden Şuur'dur. Nihayet Estetik'inde ise, ibnu'l-Ar abi ayn ı Hakikati<br />

her şeye hakim olan A şk ve Güzellik olarak kabul eder.<br />

470. İ b nu'l-Ar ab "ve Allah her nefs için, nefsin nakledilece ği alemde aynı mahiyette bir<br />

vasıta (merkeb), bir cisim veya bir şekil yaratacakt ır" derken (Fusirs, s. 327; türk. çev.,<br />

s. 224), her ne kadar öteki alemde nefslerin "vas ıtalarından" söz ederse de... Bu merakib<br />

(vas ıtalar), her nefsin öteki alemde sâhip olaca ğı çe şitli ruhanilik derecelerini gösteren sembollerden<br />

ibârettir.<br />

149


Bir Hakikat ın bütün bu tezâhürlerinin alt ında yatan temelli etken,<br />

Ibnul-Arabi'ye göre, ilahi A şktır. Gariptir ki, pek çok vandet-i vuefıdeu<br />

Safi ilahi Aşk' ı alemde vukubulan her şeyin baş ilkesi 4olarak görmü ştür.<br />

Hallac bu tarzda konu şanların öneülerinden biri idi. Ebfı Sa cid b. Ebi'<br />

1- Hayr'a göre, Allp.h azap verici (el-Mucazzib) olmaktan çok k şık ve Rahim<br />

(el-Vedild) idi. Kur'an okurken, kas ıtlı olarak Cehennemden bahseden ve<br />

Cehennem azab ını tasvir eden bütün âyetleri atlard ı. Aşk bütün duygular ın<br />

en derin ve en köklüsü idi, ve gerçekten de bir ço ğu, inançlar ının son temelini<br />

Aşk'ta (<strong>tasavvuf</strong>i A şk'ta) buldular'<br />

b) Uç Çe şit A ş k<br />

I nul-Ar abi, tabii a şk, ruhani a şk ve ilahi aşk dediği üç çe şit a şk<br />

tammaktad ır. İlk ikisi üçünciinün bir türüdür. Ilahi a şktan Bir'in adi a şkını<br />

kastetmektedir. Bu, a şkın bütün diğer çe şitlerinin kayna ğı olan ezeli bir<br />

aşktır. Her türlü şekillendir ıneden önce "ferdiyet" ve basitli ği için Kendisini<br />

nefsi için ve nefsinde sevdi, ve bilinmek ve tezâhür etmekten ho şlandı . İşte<br />

yaratman ın sebebi bu idi. Bir, Kendisini sevmekle, Zat' ında gizli olan şeylerin<br />

bütün acyamm da sevdi. Bu şeyler, böylece, çe şitli şekillerde ortaya koydukları<br />

aşkla yüklenirler. "A`yan ın sevgisi", diyor Ibnu'l-Ar abi, "onlar<br />

henüz Körlük (el-acma) iken o ilk olarak Allah' ın yarat ıcı sözü olan (ol)'u i şittiklerinde<br />

ba şlamışt ır"47°.<br />

Ibnu'l- Ar abi'ye göre, ruhani a şk <strong>tasavvuf</strong>i a şk demektir. Bunun son<br />

hedefi ise, a şıkla ma şukun adi birli ğinin idrakidir 472. O, safiyi Allah'a yakla ş -<br />

'Uran ve ona Allahla birli ğini hissettiren be şeri a şk de ğil, kendini yeniden bulunea,<br />

bir "siiret" olarak Bütün'ün külli a şkıyla yakınlığım gerçekle ştiren<br />

ilahi Aşk'tır. O, bir Bütün (bir Zat) olarak ve bir eüz (Zat' ın özel bir tavr ı)<br />

olarak Bütün'ün a şkıdır. Safilerin cezbe (heyandin) dedikleri şey de budur.<br />

ibnu'l-Arabrnin vandet-i vueadeulu ğu burada, a şkın son gayesinin, onun<br />

hakikat= bilmek ve a şkın hakikati= ise Allah' ın Zat' ıyla aynı olduğunun<br />

ifadesinde aç ıkça ortaya ç ıkmaktad ır. Aşk Zat'a ilave edilen soyut bir nitelik<br />

değildir. kşıkla a şık olunan nesne aras ındaki bir münasebet de de ğildir. Bu,<br />

belirli bir aşk objesi tan ımayan arifierin gerçek a şkıdır. Ancak mü şrikler<br />

sûretleri sevenler 473. Nasıl Allah'tan ba şkasına ibadet edilmezse, ayn ı şekilde,<br />

Allah'tan ba şkas ı da sevilmez. x, y veya z'yi seviyoruz dedi ğimizde gerçekten<br />

söylemek istedi ğimiz şudur: Biz Allah' ı x, y veya z suretlerinde seviyoruz<br />

471. Futandt, II, s. 437, 1. 8 a şağıdan.<br />

472. Futahılt, II., s. 441,1.16.<br />

473. Futtihat, II, ss. 427-429.<br />

150


ve x, y veya z'nin kendilerini seviyoruz demek, onlara ibadet ediyoruz demek<br />

gibi, cehâlettir 474 .<br />

ibnu'l-Arabi, kendi <strong>tasavvuf</strong>i a şk nazariyesini, Hallâc gibi, hu-<br />

M1 veya meze ile izah etmeyi reddeder. Hulûlcular ı n dediklerine kat ılırsa<br />

da, yorumlamalarda onlardan ayr ılır. Genellikle H all â e'a atfedilen kesinlikle<br />

bir huhıl ya da meze nazariyesine i şaret eden bir çok m ısralar naklederse<br />

de, bunlar ı kendi vandet-i vucad doktrinine göre izaha çal ışır475. Hallâc'm<br />

huhu nazariyesi şu me şhur mısralarda aç ıkça terennüm edilmi ştir:<br />

"Ben beni sevenim, beni seven de benim.<br />

Bir tek bedende bulunan iki ruhuz biz.<br />

Beni gördüğünde O'nu,<br />

O'nu gördüğünde de her ikimizi görürsün". 476<br />

ibnu'l-Arabi ise daha çok Spinoza'ya benzemektedir. Biz Allah' ı veya<br />

herhangi bir şeyi seviyoruz, Allah' ın bizde veya herhangi bir sûrette Kendisini<br />

sevdiğini demek istiyoruz. S p in o z a da ayn ı fikri şu kelimeleri° ifade<br />

eder: "Biz Allah' ı ezdi olan bir ba şka severiz, çünkü bizim Allah sevgimiz,<br />

bizde, Allah' ın Kendisini sevmesidir. Nitekim biz Allah' ı ezeliyet sûretinde<br />

tamr ız, çünkü bizim Allah' ı anlayışımız Allah' ın, bizde, (veya biz olarak)<br />

Kendini dü şünmesidir" 477.<br />

Aşkın üçüncü çe şidi tabii a şktır. Bu a şkın hedefi sevilen nesne ne olursa<br />

olsun, kendini tatmindir. Manevi a şkta, nefs ve bütün arzular ı Maşuk<br />

uğruna feda edilir. Tabii a şkta ise, fedâ edilen a şık olunan nesnedir. İbnu'l-<br />

Arabi bütün tabii, fizyolojik ve hatta mekanik cazibeleri ihtiva eden asil<br />

aşk (el-hubb el-unsiiri) dediği şeyi tabii a şka ithal eder. Bunu bile en a şağı<br />

ve kaba şeklinde ilahi a şkın bir tezahürü sayar.<br />

e) Güzellik A ş k ı n Temelidir<br />

Ibnu'l-Arabrye göre, a şk kendi ba şına bir son de ğildir; zati bir de ğeri<br />

yoktur. Bütün a şkların temeli ve sebebi Güzelliktir. Bu görü ş İ b nu'l-Ar a-<br />

bi'derı çok daha önce İbn Sina tarafından ileri sürülmü ştür. Ona göre, a şk<br />

bütün şeylerdeki ilk muharriktir (hareket ettiricidir): O her şeyi ayn ı zamanda<br />

Ezdi Yetkin (Ezdi Wintil) olan en Güzelin elde edilmesine yöneltir. Allah' ı<br />

severiz, diyor ibnu'l-Arabi, çünkü Allah Güzel'dir. O da bizi ve bütün<br />

474. Futâhât, II, s. 431, 1. 2 vd..<br />

475. Bak., meselâ, Fudthât, II, s. 445; III, s. 155.<br />

476. Tevetsin, s. 134. Kar., H all â c'm di ğer şiirleri, Tevasin, ss. 133, 134.<br />

477. Joachim, A Study in Spinoza's Ethics, Oxford 1901, s. 305.<br />

151


yarat ıklarım sever, çünkü bu, Güzel'i sevrnektir 478. Allah'ın Güzelliği, bütün<br />

Güzellik türlerinin kayna ğıdır. Bütün manevi ve fikri güzelli ğin kayna ğı olduğu<br />

kadar, şekil giizelliğinin de kayna ğıd ır. Buna ra ğmen, aslında Allah' ın<br />

güzelliği, bütün şekil ve sûretlerin ötesindedir. Allah şekil güzelliğini sever,<br />

çünkü şekil (silret) O'nun varlığını aksettirdiği gibi, Güzelliğini de aksettirir.<br />

Bundan dolayı Allah sevilmeli ve ibâdet edilmelidir. Yetkin bir Arif O'nu<br />

bu şekilde bilir, sever ve O'na bu şekilde ibadet eder.<br />

Bu şekilde izah edilen Aşk nazariyesinde, Ibnu'l-Ar abi bütün sistemini<br />

özetlemektedir. Sistemi bununla tam bir bütünlük kazanmaktad ır. A şk<br />

yaratmanın sebebi (veya Bir'in sonsuz siiretlerinde tezahürü), ayn ı zamanda<br />

bütün tezâhürlerin Bir'e dönme sebebidir. "Allah da", diyor ib nu'l-Ar abi,<br />

"ey Dâvâd, Ben'im onlara olan hasretim, onlar ın Bana olan hasretinden daha<br />

büyüktür, demiyor mu" A şk, en yücesinde en a şağısına var ıncaya kadar,<br />

Bir'in bütün tezâhürlerindeki faal ilkedir. Bütün yarat ıklarm üstünde A şkın<br />

üç çe şidini de yaşayan Yetkin İnsan'da zirvesine ula şır. Bütün, A şk ile birbirine<br />

bağlıdır ve onunla yaratmanın hedefi idrak<br />

478. Hadise göre, "Allah Güzel'dir ve güzel olan ı sever".<br />

152


EK<br />

İbnu'l-Arabi'nin Sisteminin Kaynaklar ı<br />

Belirli bir felsefe ya da <strong>tasavvuf</strong>un, ibnu'l-Arabrnin bütün sisteminin<br />

kaynağı olduğunu söylemek fiilen imkans ızd ır. Tabir câizse, Ibnu'l-Arabi'<br />

nin, her tarakta bezi vard ı ve malzemesini her kaynaktan elde etmekten<br />

çekinmiyordu. Sistemi son derece eklektik (derleyici) idi. Fakat daha önce<br />

gelen filozof, süfi ve kelâme ıların eserlerinde bu sistemin bir çok bölümlerinin<br />

gelişmesini sağlayan tohumları kolayca bulabiliriz. Islami ya da gayri İslami,<br />

sünni ya da gayri sünni olan her türlü kaynaktan fikirler derlemi ştir.<br />

Sisteminin ana fikri nispeten basittir. Fakat bu fikir etraf ında her taraftan<br />

muazzam bir literatür topl ıyarak, bütün bunlar ı özümseme yoluna girmiştir.<br />

Gramer 479 , fıkıh ( İslam, kelâm, <strong>tasavvuf</strong> ve felsefe bile, tamam ıyla<br />

özümsenerek, bütün varl ıkların birliği şeklindeki bu basit fikrin ışığında<br />

yorumlanmıştır. Bu basit fikirlerdir ki, Ibnu'l-Arabi' ılin bütün dü şüncesini<br />

renklendirmi ştir. Her ne kadar mümkün olan her yönde çat ışır görünen<br />

harikulade bir karma şık görü şler ve fikirler y ığını halinde sistemini ortaya<br />

koymakta ise de, uzun bir arama, eleme ve terkipten sonra, muhakkak hakl ı<br />

olarak, tutarl ıhk davas ı güdebilen ve onun denebilecek olan bir kal ınt ı bulabulabiliriz.<br />

Bu ek a) A. Palacios'un, ibnu'l-Arabi'nin İbn Masarra ve di ğer<br />

Endülüs sâfilerine çok şey borçlu oldu ğu şeklindeki nazariyesinin mübala ğalı<br />

oldu ğunu göstermek, ve b) Ibn.u'l-Arabi'llin felsefesini şu ya da bu şekilde<br />

etkilediğini sandığım kaynaklar ı ifade etmek için, iki bölüme ayr ılmışt ır. Bu<br />

husus, Ibnu'l-Arabi'nin sistemi ile onu etkiledi ğini sand ığım diğer filozof<br />

ve sfifilerin sistemlerindeki paraleliklerle ortaya konabilir. Bu Ek'in son k ısmı<br />

ise, İ b nu'l-Ar abrnin Kur'ân ve Peygamber'e atfedilen hadislerden ne kadar<br />

faydaland ığını göstermektedir 480.<br />

479. Bak., mesela, Fudthât, II, s. 192.<br />

480. Bak., mesela, Futilhât, I, ss. 430-490. Yine Bak., Futiihiit, II, s. 219. Burada I bnu'l-Ar abi<br />

"kıyas" ve iemr ı <strong>tasavvuf</strong> aç ısından izah etmektedir.<br />

153


Palacios'un nazariyesini ele almadan önce, Ibnu'l-Arabr ılin doğumuna<br />

hemen takaddüm eden yüzy ılda, Endülüs'de (Ispanya'da) Tasavvuf<br />

tarihinin genel bir panoramas ını vermek istiyoruz, çünkü o zamana kadar<br />

Bat ı'da Tasavvuf ad ına lâyık hiçbir şey yoktur. H. V/ M. XI. yüzy ılın ikinci<br />

yarısına kadar, Endülüs ve Kuzey Afrika'da bilindi ği kadarıyla, <strong>tasavvuf</strong>,<br />

felsefi bilgiden yoksun kimselerin tatbik ettikleri dini bir zühd sisteminden<br />

ibâretti. İslam Kelâm ı hakkında bir çok bilgilere sahip olmalar ı rnümkünse<br />

de, pek ço ğu bundan da yoksundu. Endülüs müslümanlar ı felsefe ve her türlü<br />

hür düşünceye kar şı idiler, Gaz âlrnin eserleri gibi eserileri bile, küfürle suçluyor<br />

ve çoğunlukla ate şe at ıyorlard ı. Öte yandan sünni sfıfiler, hatta hiç<br />

okuma-yazma bilmeyenleri, büyük sayg ı görüyor, kültürlü kelâmc ılar tarafından<br />

bile, el üstünde ta şımyordu.<br />

Daha çok doğudaki mutassavvıflara benzeyen yeni bir s ılfi mektebi<br />

ilk defa takriben H. 540 / M. 1145 tarihinde, o s ırada sûfiliğin batıdaki en büyük<br />

manevi merkezi olan el-Meria'da göründü. Öyle görünüyor ki, bu <strong>tasavvuf</strong><br />

türü oradan bütün Endülüs'e, özellikle Sevil ve Kurtuba'ya ve ayn ı zamanda<br />

Batı Portekiz'e yay ıldı. Sevil'de ortaya ç ıkan, bildiğimiz en büyük sisıfi,<br />

b. Barracân (öl. H. 536/ M. 1141) idi. Meria'da ise stıfilerin<br />

reisi, H. 536 (veya 537)/ M. 1141 (veya 1142)'de ölüp İbn. Barracân' ın<br />

yanına gömülen bât ıni bir safi olan Ebû'l-Abbâs b. el-Arif idi Kurtuba'<br />

da büyük bir muhaddis (hadisçi), kelân ıcı (mütekellim) ve dindâr bir sûfi<br />

olan Ebfı Berk el-Mâyurki ünlü bir mür şid<br />

Bir yüzyıldan, fazla bir zamand ır, yani H. 450/ M. 1058'den H. 560/ M.<br />

1164'e kadar bat ıda sûfilik bir geçi ş devresi geçiriyordu. İ bn B arracân,<br />

İbn K asi, İ bnu'l-Arif ve el-Mâyurki mektebi bu devrenin ortalar ına<br />

işaret etmektedir, ve nihayet arapça konu şan sûfilerin en büyü ğü olan I bn ır<br />

1- Arab ryi ortaya ç ıkarmıştır. Bat ılı kelâmc ılarm arzusu hilâfina, felsefe<br />

yayılmakta ve İ bn B â cce (öl. H. 533/ M. 1138), İbn Tufeyl (öl. H. 531/ M.<br />

1136) ve büyük İbn Rü ş d (öl. H. 595/ M. 1198) gibi filozoflar ön safta görünmekte<br />

idiler. Bu unsuru sufili ğe aktarmak İbn B arrac ân ve arkada ş -<br />

larının hedefi idi. Bunun için Gaz âlryi şeyhleri olarak kabul etmekle i şe ba ş -<br />

lad ılar. Bunlar (özellikle İ bn K asi)Ga z âlrnin görü şlerini izah ederek, büyük<br />

bir bağlılıkla bu görüşleri savundu. Aristo, Eflatun ve Yeni-Eflatuncular<br />

ı n felsefesi do ğudan getirilen tercümeler, İbn Rü ş d'ün şerhleri ve ö ğ-<br />

retmeni İbn T ufe yl'in eserleri vas ıtas ıyla zaten bilinmekteydi. Itikadi mez-<br />

481. O, İ bn Barracan ve Ibnu'l-Arif Kuzey Afrika valisi taraf ından Fas'a ça ğırılarak H.<br />

536 (veya 537)/ M. 1141 (veya 1142)'ye kadar gözalt ında tutuldu, ve bu y ıl içinde de İ bn<br />

B arracân öldü. El-Mâyurki bunun üzerine Bicilye'ye kaçarak vaazlarma orada devam<br />

etti. Bak., ibnu'l-Abbâr, T ekmile, ne şr.: Codera, Madrid 1889, s. 608.<br />

154


hepler hakkındaki bir çok kitap (mesela, Sehristânrninkikr) kullan ılmak<br />

ta idi. Endülüs'de de İ bn Hazm gibileri bu konuda yazmaya ba şlad ılar.<br />

Ihv an es- S afâ risâleleri gibi kitaplar da yayg ınd ı. Endülüs'de Felsefe<br />

ve Tasavvuf'dan yüzy ıllarca önce bilinen Sçholasticism, özellikle Muctezile,<br />

baz ı kimseler üzerindeki etkisini sürdürmeye devam etti. Ve nihayet<br />

Ku ş eyrrnin Risale'si gibi stıfi risaleler bat ı safilerince titizlikle incelendi.<br />

Bat ılı yazarlar bu konular ı birbirleriyle uzla şt ırma te şebbüsüne henüz girmemişlerdi.<br />

Bu görev bütün bu unsurlar ı birle ştirmeye çal ışan İ bnu'l- Ar abi<br />

ve bir dereceye kadar da ça ğdaş' ve hem şehrisi, İbnu'l-Arabî mektebine<br />

bağlı<br />

İ bn Seb'in (öl. H. 668/ M. 1269)'e terkedildi.<br />

Işte bu, ana hatlar ıyla, İ bnu'l - Arabrnin içinde doğduğu fikri atmosfer<br />

idi. Öyleyse bir çok dü şünürler gibi o da ça ğının insanı idi diyebilir miyiz<br />

Yukarıda izah edilen safi mektebine mensup oldu ğu kesin midir Muhakkak ki,<br />

İ bnu'l- Ar abi hayatının ilk 30 yılını Endülüs'de, özellikle İ bn B arr acan' ın<br />

vatan ı ve öğretim merkezi olan Sevil'de geçirmi ştir. Yine muhakkak ki, Tunus'da<br />

üzerine bir şerh de yazd ığı söylenen İ bn K asrnin Halen-Nacleyn'ini<br />

okumuştur482. ibnu'l-Arabi de el-Meria'da Ebû. Abdillah el-Gazzal ve<br />

Ebû'r-Rebi el-Kefif gibi do ğrudan doğruya İbnu'l-Arabi'in baz ı müridleri<br />

ile kar şılaştığım belirtmekte, daha fazla bir şey söylememektedir. 483<br />

Futûhât, Fuilıs ve Mevilkicen-Nucrım adlı eserlerinde bir çok Ibnu'l-Arabi<br />

vesilelerle bazan tasvip ederek hazan da reddederek İbn. B arr acan4",<br />

İ bn K asi.485 ve ibnu'l-Arif 486'e at ıflarda bulunmaktad ır. Bu üç silfiye<br />

ne kadar borçlu olduğunu söylememekte ise de, <strong>tasavvuf</strong>a ilk giri şinin, yakından<br />

şin olduğu anla şılan, onlar ın eserlerini çal ışmak sûretiyle, onlar taraf ından<br />

etkilenmi ş olmas ı gerektiği açıkça görülmektedir. Ibnu'l-Arabi'ye onların<br />

müridi olarak bakarsak, bu ancak onlar ın ve daha bir çok safi ve filozofların<br />

onun ö ğretmenleri aras ında sayılabilece ği anlamında olmal ıdır. İ bnu'l-<br />

Ar abrnin dü şüncesi daha çok do ğuda olgunla ştı .<br />

Bu üç safinin yazd ığı eserlere gelince, elimizde İ bn K asnain "Haren-<br />

Naqeyh"inin ve İbnu'l- Arif'in "Meha.'sin el-Mectilis"inin birer elyazma nüshas<br />

ı ve İ bn B arracân'a atfedilen üç eserin 487 de üç elyazma nüshas ı bulun-<br />

482. Futûhât, IV, s. 164, 1. 6'da İ bnu'l-Ar abi, bu kitaptan ve Tunus'ta İ bn Kasrnin o ğlu<br />

ile bu kitab ı okuduğundan bahsetmekte, fakat şerh hakk ında hiçbir şey söylememektedir.<br />

483. Futûhât, I, ss. 297, 724-725.<br />

484. Bak., Futûhât, I, ss. 75, 388' II, ss. 79, 136, 762, 859; III, s. 101; IV, s. 282.<br />

485. Bak., Futûhât, I, ss. 176, 388, 407, 943; II, ss. 68, 79, 211, 340, 907; III, ss. 8-9, 31, 218,<br />

428, 465; IV, s. 164; ve Fusûs, ss. 355; türk. çev., s. 245.<br />

486. Futûhât, I, es. 119, 145, 227, 297, 363; II, ss. 128, 189, 384, 421, 429, 811; III, ss. 520, 637;<br />

IV, ss. 105, 117, 714.<br />

487. Bunlar asl ında iki eserdir. Bak., Bibliyografya.<br />

155


maktad ır. Son üç nüshay ı elde edebildim ve hiçbirinde, bu mektebin muhakkak<br />

ki en fels.-4isi olan İ bn B arr a c â n' ın genel tutumuna bakarak, I b nu '1- Ar abi<br />

tutumuna herhangi bir benzerlik göremedim. Her ne kadar hakl ı olarak bir<br />

mutasavv ıf denebilirse de, İ bn B arr a c an, şüphesiz, vandet-i vucadcu bir<br />

safi de ğildir. Onun Kur'ân tefsirinin baz ı bölümleri tasayvufidir.<br />

ibnu'l- Ar a brnin bu üç safiye yapt ığı at ıflar o kadar azd ır ki, onlar ın<br />

görü şleri hakk ında bize pek az şey aç ıklamaktad ır. Sadece şurada burada<br />

ibnu'l-Arabrnin, daha yüzlerce fikirle ilgili olarak yapt ığı gibi, kendi sistemine<br />

yerle ştirdiği bu safilerden biri veya di ğerinden münferit bir fikre at ıfta<br />

bulunduğu görülmektedir. Şu fikirler en önemlileridir:<br />

1. ibnu'l:Aririn "akli bilgi" (ilim), "marifet " ay ırım ı488 .<br />

2. ilı n. B arracân' ın. el - Hakk el-Mahlaku bihi hakk ındaki görüşü489<br />

İ bn B arrac an bu deyimi, Kur'an'da bahsedildi ğini gördüğümüz ve Yarat ıkları<br />

hakkındaki bilgimiz sayesinde bildi ğimiz Allah anlamında kullanmaktad<br />

ır. Yani her türlü bilgiyi a şan el-Hakk'tan, ba şka deyi şle, gerçekte var<br />

olan bizzat Allah'tan farkl ı olarak Yaratan Allah ve âlemin Müdebbiri anlamında,<br />

kullanmaktad ır. El-Hakk el-Mahlaku bihi, Zuhal. Meminde her yerde<br />

temsil edilen S ıfatlar ı ve Filleri ile bize aç ıklanan Allah't ır. Bu alemde tezahür<br />

etmeyen bu isim, S ıfat ve Fiillerden baz ılar ı gelecek olan alemde tezahür<br />

edecektir. Bunlar her yerde i şleyen ilahi kanunlard ır ve böyle olmakla Allah' ın<br />

önceden takdir etti ği şeyleri asil tabiat ını ortaya koyarlar. İbn B arracan' ın<br />

görü şü sünni görü şe tamam ıyla uygundur. Onun el-Mahlaku bihi (bu deyimi<br />

ilk olarak onun ortaya att ığı anla şılıyor) deyimi şu Kur'ân ay-etlerine dayanmaktad<br />

ır: "Gökleri ve yeri oyun olsun diye de ğil, hak olsun diye yaratt ık<br />

(bil-Hkk)" (Kur. XLIV, 38). Ayd ınlık için güne şi, ışık için de ayı yaratan<br />

O'dur... Allah her şeyi hak olsun diye (bi'l-Hakk) yaratt ı" (Kur. X '5). Öte<br />

yandan, ibnu'l- Ar abi bu deyimi Kelâmia, Muhammed'in Hakikati v.b.<br />

ile (bak. Kelam Bölümü) ayn ı sayar.<br />

3. ibnu'l-Arif'in fen.a'n ın anlamı49° ve Allah' ın her şeyin sebebi olduğu<br />

hakkındaki görü şii491. ibnu'l-Arabrnin. Mehasin el-Mecisılis'den kısa<br />

naklinden ibnu'l - Arif'in de ibn.u'l- Ar abi gibi bunu vandet-i vudidcu<br />

manada mı anladığını söylemek mümkün de ğildir.<br />

4. İ bn K asrnin bütün ilahi Isimlerin ayn ı oluşuyla ilgili görü şii492<br />

488. Futülıdt, II, s. 421, 1. 12.<br />

489. Futtıhat, III, s. 101, 1. 12 a şağıdan.<br />

490. Ayn ı eser, III, s. 520, 1. 8 a şağıdan.<br />

491. Ayn ı eser, III, s. 117.<br />

492. Fustıs, s. 111; türk, çev., s. 60.<br />

156


T asavvufun ameli cihetinde İ bnu'l-Arabi'ye tamamıyla farkl ı türde<br />

sûfiler önderlik etmi şlerdir. tbnu'l-Arabi Futülten'inda ve Risalet el-Kuds'<br />

anda bunlardan bir ço ğuna i şaret etmektedir. Bunlara misal olarak şunlar ı<br />

gösterebiliriz:<br />

1. Yfı suf b. Halef el-Ktimi (öl. Iskenderiye H. 576/ M. 1180) 493 ,<br />

Ş ehy Ebâ Medyen'in has m.üridi idi. ibnu'l-Arabi onunla Sevil'de karşıla<br />

şmışt ır. ibnu'l-Arabi onu büyük bir zâhid ve kendi anlad ığı manada<br />

bir Melâmi olarak gösterir. Ayn ı zamanda zâhid olarak yeti şmesinde K mi'ye<br />

çok şey borçlu olduğunu itiraf ederek, Kiimi'nin kendisine ilk defa s ılfilik<br />

kelimesinin anlamını öğreten ve K u ş eyrrnin Risâle'sini tan ıtan ki şi<br />

olduğunu söylemektedir.<br />

2. Salih el-Adevi. Bu zat Ibnu'l-Arabrnin Sevil'de kar şılaştığı<br />

bir ba şka zâhid'tir. Bu zat ı manevi mür şidlerinden biri sayar ve pek mükemmel<br />

bir silfi şeklinde nitelendirir.<br />

3. El-Belevrnin ça ğda şlarından Eb ısı İ mran el-Mirtuli. ibnu'l-<br />

Arabi, el-Mirtulrnin bir zâhid olarak yeti şmesinde el-Haris el-Mulı a-<br />

s ıbi el-Ba ğ dadrnin yolunu takip etti ğini söylemektedir. Bir çok riyâzetler<br />

geçirmi ştir.<br />

tbrıu'l-Arabrnin kendi şeyhleri olarak kabul etti ği bu sufiler haldundaki<br />

sözlerinden, onlar ın görü şlerinden çok şahsi hayatlar ını, keramet v.b.<br />

'erini öğreniyoruz. Çünkü görü şüne göre, bunlar hiçbir görü şe sahip de ğillerdi.<br />

a) ibnu'l-Arabi ve İbn Meserre<br />

P alacios Abenmasarra adlı eserinde el-Meria Stili Mektebi ile çok daha<br />

eski 1bn M e serr e Mektebi aras ında tarihi bir irtibat tespit etmeye çal ışır. Ona<br />

göre, el-Meria Mektebinin ib ıı. Meserre Mektebi ile bir yak ınlığı vard ı. Buradan<br />

ibnurl-Arabi'nin felsefe sisteminin İbn Meserre (öl. H. 319/ M.<br />

931)'ye kadar götürülebilece ği sonucunu ç ıkarmak istemektedir. P al a c i o s'un<br />

kanaat ına göre, İbnu'l-Arabryi İbn Meserre ile ibnur-Arabi aras ında<br />

bir halka te şkil eden Meria Mektebi etkilemi ştir. Fakat bu genellendirmenin<br />

şu anda elimizdeki delillerin mümkün göremiyece ği kadar geni ş olduğu görülmektedir.<br />

Şu gerçeklerin önemle akılda tutulması gerekmektedir:<br />

1. Ne Meria Silfi Mektebi ile İbn Meserre ne de İbn Meserre ile<br />

İbnu'l-Ara aras ında tarihi ili şki olduğu hakkında herhangi bir bilgimiz<br />

vard ır.<br />

2. Bugün elimizde İ bn Meserr e veya herhangi bir m.üridi taraf ından<br />

yaz ılmış bulunan hiçbir kitab ı, hatta kitaplar ından parçalar bile yoktur.<br />

493. Futiiheıt, I, s. 327.<br />

157


3. 'bn Meserre'nin <strong>tasavvuf</strong>ta şöhret kazanmış olan hiçbir müridini<br />

bilmemekteyiz.<br />

4. İ bn Mes err e ve Mektebi hakk ındaki bütün bilgimiz şu metinlerde yer<br />

almaktad ır:<br />

a) İ bn Hazm, Fisal (II, s. 126; IV, ss. 80, 19J-200). Burada ibn. Mes err<br />

e' ınn Kader görü şüyle ilgili baz ı bilgiler buluyoruz. 1bn. Hazm, İ bn Meserre'yi<br />

bu noktada bir Muctezilî olarak nitelendirmekte ve İbn Meserre'<br />

nin Allah' ın bilgisinin iki çe şit olduğuna inandığını ilâve etmektedir: 1. Külli<br />

(evrensel) hakikatlar ın bilgisi, ve 2. tek tek nesnelerin (cüz'ilerin) bilgisi.<br />

b) İbnu'l-Arabi, Futilltüt (I, ss. 191, 194; II, s. 767; ve Fusüs, s. 125).<br />

Burada ibn.u'l-Arabi, İbn Meserre'nin İlâhi Ar ş'ı teviline i şâret etmektedir<br />

(bk., Kelâm. ve Tasavvuf Bölümleri).<br />

c) K ıfti, Tarih el-Hükemü, (ne şr. Lippert, ss. 15-16) ve S â cid b. S â cid<br />

el-Endelusi, Tabak& el-Umem, (Mar şık 1911, s. 666). Burada İbn Meserre'<br />

Empedocles felsefesi taraftar ı ve ate şli bir savunucusu oldu ğu şeklinde tasvir<br />

edildiğini görüyoruz.<br />

d) ibn, Meserre'nin sünnili ği ilgili önemli olmayan diğer at ıflar:<br />

İ bn M a s a r r a birçok Müslüman yazarlar, özellikle İ bn Hakan tarafından<br />

Metmah el-Enfüs ( İstanbul 1302 H.), s. 58'de mülhid say ılmıştır;<br />

İ bn Sâcid, Tarih el-Umem; el-Ferezi (do ğ. M. 962), Tarih el-Ulemâ<br />

el-Endelus ve Dahi:d, Buğyat el Mültemis, s. 78. Bütün bu yazarlar İ bn<br />

Meserre'y ı Muctezilî cedeli iyi bilen bir mülhid ve <strong>tasavvuf</strong> diline ince bir<br />

sembolizm katan bir &MI olarak tasvir ederler.<br />

e) İbn. Meserre'n ın müridlerine gelince, is ınâql er- Rucayni. ve bükad<br />

ı Munz ır b. S tı cid el-Bellûti müstesna, hepsi de isimlerinin ötesinde<br />

pek az şey bilebildiğimiz kimselerdir494.<br />

494. I. İ bn Meserre'nin A. 371/ M. 981'de ölen müridi el-Fenni hakk ında bak., Ferezi,<br />

el—ulemeı' el—Endelüs, ne şr.: Codera, Madrid 1891, s. 1329.<br />

II)İbn Meserre'nin H. 376 / M. 986'da ölen müridi e d-D e ccâl el-Kurtubî hakk ında bak.,<br />

Ferezi, adı geçen eser, s. 437.<br />

III) İ bn Meserre'nin H. 377/ M. 987'de ölen müridi Eb an b. Sag(' hakk ında bak., Ferezi,<br />

adı geçen eser, s. 54.<br />

IV) H. 355 / M. 965'de ölen B allfıti hakkında bak., Ferezi, adı geçen eser, s. 1452, ve el-Makkari,<br />

Nefh et—Tib, II cilt, Kahire 1279, I, s. 335.<br />

V) Telif el-Kurtubi hakk ında bak., İbn Abbâr, Tekmile, s. 281.<br />

VI)<br />

İ bn Meserre'nin en önemli müridi İ smail er-Ru


Şu anda İ bn Meserre ve Mektebi hakk ında elimizdeki bütün malzeme<br />

bundan ibarettir. Sadece bu aç ıdan, varsa bile, sistemleri hakk ında herhangi<br />

bir fikir edinmemiz imkans ızd ır. Pala cios, İ bn Meserre'nin olarak kabul<br />

ettiği ve tamam ıyla a) yukar ıda sözünü etti ğimiz çok nadir at ıflara ve b)<br />

söylediğine göre, İ bn Meserre'n ın ate şli bir savunucusu oldu ğu Empedocles'e<br />

atfedilen felsefeye dayand ırd ığı bir sistem meydana getirmeye çal ışmışt<br />

ır. Bu kaynaklardan sonuncusu üzerinde bizim tek otoritemiz, Sa`id el-<br />

Endelusi'dir 495 ki, KIM. ve İbn Ebi Usayb ı ca'n ın Empedocles ve<br />

İ bn Meserre hakk ında naklettikleri bütün bilgileri bu zattan ald ıklar ı anlaşılmaktad<br />

ır. Bu yazarlarla birlikte Ş e h ri st â ni ve Ş e hr a zuri'den, E mp e-<br />

d ocles'in felsefesinden ne anlad ıklarını özetleyen şu bilgiyi elde ediyoruz:<br />

1. Onlara güre, Empedocles, ilahi S ıfatlar ın birli ğini ve Bir Hakikatla<br />

onların ayn ılığnu ileri süren ilk şahıst ı. Allah her zaman s ırf bilgi, s ırf irade,<br />

rahmet, kudret v.b. ile ayn ı s ırf hüviyetten ba şka bir şey de ğildir. Allah,<br />

alemi Kendisi ile birlikte ezdi olan maddeden yaratmanu şt ır: Önce " İlk Unsur"u<br />

yaratm ış ; ondan da bütün mürekkep varl ıklar yarat ılmışt ır496. Allah<br />

Bir olan Hakikat ve çokluk kabul etmeyen bir Birliktir. Hüviyeti her türlü<br />

çokluğun. ötesindedir497. Bu görü ş , şüphesiz, karakteri itibar ıyla, eski Yunana<br />

ve özellikle Yeni- Eflatunculu ğ a aittir. İlahi S ıfatlar hakk ındaki kısım<br />

Muctezililer tarafından (Mesela, Allâf, öl. H. 226/ M. 840) geliştirilmiştir<br />

Fakat ne olursa olsun Empedocles'e atfedilemez, çünkü Empedocles<br />

ashnda ço ğulcu (pluralist)'fir. Empedocles, Parmenides'in "fele ğini"<br />

(gök küresini) ayn ı cinsten bir cevher olarak de ğil, birbirinden farkl ı 4 cevher<br />

veya unsurun kar ışımı olarak kabul eder.<br />

2. Bu müslüman yazarlara göre, Empedocles, yukar ı ve a şa ğı âlemlerin<br />

tek anla şılma vas ıtas ı olarak, insan nefsi üzerinde durmaya büyük a ğırlık<br />

vermektedir. İlk Cevher hakk ında do ğrudan do ğruya bilgi edinmek imkansızdır:<br />

Zahiri Mem hakk ındaki bilgi vas ıtas ıyla onu kavramaya çal ışmak da<br />

mümkün değildir. Sadece insan nefsi bu iki dünya aras ında yer alan halkad ır:<br />

"Kendini bilen Rabbini de bilir" 498.<br />

Nefs, diyor sözde E ınped o cles, basit. güzel ve maddi olmayan bir cevherdir.<br />

Onun güzellik ve ölümsüzlü ğünü inkar edenler bedene narazan onun<br />

dış manzaras ına bakmaktad ırlar499. Nefsin basitli ği uzvi de ğil, ruhanidir.<br />

495. el-Endelüsl, Tabakta el-Umem, (Ma şrık 1911), s. 666.<br />

496. Şehristani, adı geçen eser, II, s. 260.<br />

497. Kıftl, el-Hukemir , Leipzig 1902, ss. 15-16; Tabak& el-Umem, s. 666<br />

498. Şehrazun'den naklen Palacios, Abenmasarra.., s. 146, 1. 14.<br />

499. Ayn ı eser, s. 147, 1. 13 ve 26.<br />

159


"Ate şten ziyade ışığın basitliğine, daha do ğrusu ışıktan çok ayd ınlığın basitliğine<br />

benzentektedir""°.<br />

İnsan nefsi KWh (Evrensel) Nefsin sadece belirli bir tezâhürüdür. Onun<br />

son hedefi asil "kayna ğına" dönmektir. En yüksek ruhanilik derecesine eri şebilir.<br />

Bizim hayattaki hedefimiz de bu gayenin yerine getirilmesine yönelmelidir<br />

5". Evrensel Nefsin en yetkin tezahürü, her devirde cüz'i nefslerin asl ında<br />

İlk Unsur'a (el-Unsur) ait olan"2 ve ciiz'i nefslerinin bedenleriyle olan geçici<br />

ili şkileri s ıras ında unuttuklar ı bilgiyi hat ırlamak için gönderilen peygamberlerdir.<br />

Nefsin mahiyeti ile ilgili bu görü ş Yeni-E fl a t u n c ul a r ı n ki yl e, özellikle<br />

daha sonra görece ğimiz ihvan es-Safâ'ya benzerlik arzeden ismacili dü şünürlerin<br />

anlad ıkları şekliyle aynıd ır, ve orada Emp e d o cles'e ait hiçbir şey<br />

yoktur.<br />

Sehrist ani (yine Empedocles'e atfen) bu bilgilere Aristo'ya ait 3<br />

nefs görü şünü eklemektedir• Bunlar nebâti (bitkisel), hayvâni ve Ali nefslerdir,<br />

ve her biri bir a ş ağıs ındaki için bir "kabuk" (luşra) vazifesi görür. Su<br />

anlamda ki, Akıl (görünü şe göre Plotinus'un İlk Aklı) ruhani Cevher<br />

(e/- Unsur) için, nefs Akıl için, Tabiat nefs için, ((Plotinus'un) sudûr<br />

nazariyesinin son merhalesine gelinceye kadar, bir "kabuk" te şkil eder.<br />

Daha yukar ıdaki (yani öz) daha a şağıdakinin sûretlerini yans ıtır ve ortaya<br />

ç ıkarni° 3 .<br />

Bu, her yönüyle Yeni-E fl at un c ulu kt ur, ve hemen hemen kelime<br />

kelime Ihvân es-Safa'n ın risâlelerinde ifade edilmi ştir<br />

Bu yazarlar ın Empedocles'e atfettikleri belki de tek do ğru fikir şudur:<br />

1. Aşk ve Mücadele Görü şü"4.<br />

2. Dört Unsur ve "Felek" nazariyesi; sonuncusu da yine Yeni-Eflatuncu<br />

sudûr nazariyesiyle kar ışmış olarak Ihvan es- Safâ'da bulunmaktadır.<br />

Birincisine ise çe şitli yerlerde i şaret edilmekte ise de, ne onlar ın felsefesinde<br />

ne de İ bnu'l-Arabi'ninkinde önemli bir rol oynamaktad ır. Her<br />

"oluş" için gerekli olan birbirine tamam ıyla z ıt iki ilke (veya Emp e do cles<br />

bazan deyimlendirdi ği gibi, unsur)'un İ bnu'l-Arabrnin sisteminde yeri<br />

yoktur.<br />

500. Ayn ı eser, s. 147, 1. 14 ve 8.<br />

501. şehristani, adı geçen eser, II, s. 265; Enneads, IV, 3, 1.<br />

502. şehristani, adı geçen eser, II, s. 263.<br />

503. Şehristani, adı geçen eser, II, s. 262.<br />

504. şehristani, adı geçen eser, II, s. 261.<br />

160


Müslüman yazarlar ın H. VII / M. XIII. yüzyıla kadar, ana hatlanyla,<br />

E mp e d o cl e s'in felsefesinden anlad ıklar ı bundan ibâdettir. Yine aç ıkça görülmektedir<br />

ki, bu yazarlar, çe şitli felsefeleri birbirine kar ışt ırma ve bir filozofa<br />

bir ba şkas ının bütün felsefesini veya felsefesinin bir k ımun isnat etme şeklinde<br />

görülen kötü huylar ının bir sonucu olarak, o devrin do ğulu bilginlerince anlaşıldığı<br />

şekliyle, Hellenistik felsefe tarihinde pek s ık olarak kar şılaştığımı z<br />

bir ba şka hataya daha dü şmüştürlerdir.<br />

Böylece İbn Meserre'n ın gerçekten böyle bir felsefenin "taraftar ı ve<br />

savunucusu" mu olduğu, e ğer böyle ise, İ b nu'l- Ar abi'llin (onda do ğulu<br />

yazarlar tarafından E mp ed ocles'e atfedilen türden fikirlerin baz ı izlerini<br />

bulduğumuzu farzetsek bile) gerçekte bu fikirleri bir ba şka kaynaktan de ğil<br />

de, İ bn Meserre'den mi ald ığı sorusu ortaya ç ıkmaktad ır. İlk soruya cevap<br />

verme imkânlar ından yoksunuz. İkincisine gelince, daha sonra da görece ğimiz<br />

gibi, ibnu'l- Ar abrnin. Yeni-Eflatuncu felsefenin bu k ısmını İ bn Meserre'<br />

den de ğil, Ihvan es -S af â'dan ö ğrenmiş olması pek muhtemeldir. Şu iki husus<br />

önemle hat ırda tutulmalıdır:<br />

1. S â`id ve onun gurubunda olanlar ın kanaat ına göre, İ bn. Meserre'<br />

nin bildiği ve savundu ğu, yanlış olarak E mp ed o cles'e atfedilen felsefe,<br />

daha önce de gördü ğümüz üzere, tahrif edilmi ş Yeni-Eflatuncu fikirlerin<br />

bir derlemesi; İbn Meserre'nin de ğil, E mp ed ocles'in felsefesinin onlar<br />

tarafından bir ifâdesidir. Kesinlikle anla şılmaktad ır ki; bunlar E mp ed ocle s'i<br />

asl ından inceleyememi şlerdir. Böylece onlar ın, E mpe d o cles'in felsefesi<br />

dedikleriyle, özellikle nefs meselesi hakk ında Ihvan es -S afâ risâlelerinde<br />

bulduklar ımn aras ındaki benzerli ğe dayanarak, nolar ın bu konudaki malümatlar<br />

ım Ihvân es-S afâ'dan ald ıkları ve Yeni-Eflatuncu sistemin bu<br />

bölümünü yanlış olarak E mped ocle s'e atfettikleri şeklinde bir teklifte bulunmak<br />

istiyorum.<br />

2. Yanlış olarak E mped ocle s'e atfedilen felsefenin bu bölümü İ bnu'l-<br />

Ar abi ve Ihvan es-S afâ'da gördü ğümüz Yeni Eflatuncu felsefenin di ğer<br />

bir çok bölümleriyle ba ğlantılıdır, ve daha sonra görece ğimiz üzere, Ihvan<br />

es -S afâ risâlelerin.de aç ıkça zikredilmi ştir.<br />

Burada ispat edilmek istenen noktalar şunlard ır: a) İbn Meserre'mn<br />

siififelsefesi hakk ında, böyle bir felsefe varsa bile, henüz hiçbir bilgimiz yoktur;<br />

b) Palacios'un, ibnu'l-Arabrnin. İ bn. Meserre ve onun Mektebinden<br />

etkilendiği şeklindeki nazariyesine dayanarak olarak ileri sürdü ğü delil o<br />

derece yetersizdir ki, onu bir kenara atma yetkisini kendimizde bulabiliriz;<br />

c) ibnu'l-Arabi'nin İ bn Meserre'den ald ığı anla şılan tek şey, ilahi Arş<br />

sembolizmidir ki, ibrı u'l-Ar abi bunu da kendisine göre yorumlamaktad ır;<br />

161


d) Palacios'un el Meria Safi Mektebi ile İ bn Meserre'n ın Safi Mektebi<br />

arasında var olduğunu sand ığı tarihi ba ğlant ı sadece farazi bir ba ğlantıdır.<br />

Dolayısıyla ibnu'l-Arabrnin belirli bir ölçüde el-Meria Mektebinin Tasavvuf<br />

sisteminden etkilendi ğini kabul etsek bile, böyle bir etkinin İbn Meserre<br />

ve Mektebine kadar dayand ırılabilece ği sonucu ç ıkmaz.<br />

b) ibnu'l-Arabrnin. Dü ş üncesini Etkileyen Kaynaklar<br />

'bn u'l-Arabi'nin sistemini ayr ınt ılı bir şekilde incelememiz s ırasında<br />

onun felsefesinin baz ı bölümlerini ortaya koyarken faydaland ığı kaynaklara<br />

mümkün olduğu kadar i şaret etmeye ve onun görü şlerine yakınlığı olan baz ı<br />

sûfi, kelâmc ı ve filozoflara dikkati çekmeye çal ışt ık. Burada bu kaynaklar<br />

daha ayr ınt ılı olarak incelenecektir. Bunlar iki ana zümreye ayr ılabilir:<br />

1. Islami kaynaklar. Bunlara a) Kur'ân ve Hadisleri, b) Hallâc, Bayezid<br />

v.b. gibi ilk vandet-i vucûdcu safileri, c) İslam zâhidlerini, d) İslam kelamc<br />

ılar ım: E ş'ariye ve Mu`tezileyi, e) Karmatiler ve isma`ilileri (özellikle<br />

Ihvân es-Safâ'y ı), f) İran'ın Yeni-Eflatunculu ğa bağlı Aristocular ını,<br />

İ bn Sina'yı, g) i şrakileri dahil edebiliriz.<br />

2. İslami olmayan kaynaklar. Hellenistik Felsefe, özellikle Kelâm görü şü<br />

ile ilgili olarak Yeni-Eflatunculuk, Philo'nun ve Stoal ılar ın felsefesi. Bunlar ı<br />

daha önce ele alm ışt ık5w.<br />

Bütün bu kaynaklar ı tam anlamıyla incelemek, bu Ek'in s ınırlarını aşmaktad<br />

ır. Bunun için bunlardan en önemlilerini ele alaca ğız. Felsefi bakımdan<br />

ibnu'l-Arabi büyük ölçüde Yeni-Eflatuncudur. Aç ıkça anla şıldığına göre,<br />

onun bildiği ve tanıdığı Yeni-Eflatunculuk Ihvân es-Safâ'mn anlad ığı<br />

Yeni-Eflatunculuktu. Tasavvuf görü şü bakım ından ise, Hallâc'm heyecan ını<br />

de ğil, üslabunu payla şır. ibnu'l-Arabrnin çok daha fikri bir tutumu vard<br />

ır. Marıt ıki bakımdan ve ayn ı zamanda Ahlak ve Âhiret konusunda Ibnu'l-<br />

Arab! İslam, kelamc ılarım büyük ölçüde kullanmaktad ır.<br />

c) Ihvân es-SaWn ın Risâleleri, Farabi ve Müslüman Yeni-<br />

Eflatuncular ın Eserleri<br />

Ibnu'l-Ar abi ce ayn ı zamanda daha bir çok do ğulu ve bat ıl ı (Endülüs'<br />

de ya şayan) sa.filerin <strong>tasavvuf</strong> görü şleri için zengin malzemeyi Ihvân es-<br />

S afTdarı ald ıkları anla şılmaktad ır. Zaten diğer Yunan ve Hristiyan felsefeleri<br />

ile kar ışmış olan Yeni-Eflatunculuk ibnu'l- Arabrye bu kanaldan ula ş -<br />

mış olsa gerektir. Ihvân es-Safâ risâlelerinde ansiklopedik bir şekilde İslam<br />

505. Bak., Kelam Bölümü.<br />

162


Rasyonalizmini Sûfîli ği, Maniliği Zerdü ştliiğii ve daha bir çok Iran ve Yunandan<br />

alınmış fikirleri ve mezhep ayr ılıklar ını hep bir arada bulmaktay ız. Bunlar ı<br />

daha küçük ölçüde ibnu'l-Arabrnin kitaplar ında buluyoruz. Fakat Ihvân .<br />

es - S afâ risâlelerinden ald ığı şeyleri, onlara kendi vandet-i vud ıdcu fikirlerini<br />

a şılamak saretiyle, kendi arzu etti ği şekilde yorumlamış bulunmaktad ır.<br />

Ibnu'l-Arabi, do ğrudan olsun bat ıdan olsun, kendi vandet-i vucildeu<br />

anlayışım şekillendirmekte yard ımc ı olabilecek her dü şünceyi bir araya gerirmiştir.<br />

Bu sebeple Ihvân es-Safa risâleleri d ışında ba şka hiçbir kaynak<br />

onun gibi derleyici (eklektik) bir dü şünür için daha verimli olamazd ı. Onlardan<br />

aldığı şeyleri, t ıpkı İslam dini ve onun muazzam literatürü ile ilgili olarak yapmaya<br />

çalıştığı gibi, sistemine yerle ştirmeye çal ışmışt ır. Ibnu'l- Ar abi,<br />

ismacilileriu özellikle Ihvân es -S afâ'ya has nazari türdeki ö ğreti ve metotlarımn<br />

etkiledi ğ tek İslam mutasavvıfı da de ğildir. Aynı etki bir ba şka yerde<br />

de görülmekte ve ayn ı sebebin benzeri bir eseri meydana getirdi ği ortaya ç ıkmaktad<br />

ır. Mesela, Halepli Sühreverdrnin safi felsefesi ile İ bn Sebcin'inkinde<br />

ibnu'l-Arabi ve Ihvân es -S afa'mn felsefesinin bir çok bölümlerine<br />

benzeyen dikkate de ğer hususlar bulunmaktad ır.<br />

ibnu'l-Arabrnin, Ihvân es-S afâ risâlelerinde yer alan şeylerden çok<br />

Yunan felsefesine, mesela, özellikle Kelâm görü şüne Philo Judaeus ve<br />

Stoahların felsefesine a şina olduğu bir gerçektir. Böyle bir felsefeye nas ıl<br />

aşina olduğunu söylemek ise kolay de ğildirs". Öyle görünüyor ki, ibnu'l-<br />

Arabi, bu arada İslam Yeni-Eflatuncular ından ve F arübrden, özellikle<br />

Kur'ân'daki Kalem, Levh ve Arş kelimelerini Plotinus'un İlk Akıl, Evrensel<br />

(Külli) Nefs, Evrensel Cisim v.b. kar şılığı olarak kullanan ikincisinden çok<br />

şey öğrenmi ştir.<br />

d) ibnu'l-Arabi ile Ihvân es-Safâ'n ın birle ştikleri Noktalar<br />

İ bnu'l-Arabrnin, hayat ı boyunca, herhangi bir ismacili fırkaya mensup<br />

olup olmad ığını bilme imkanlar ıudan yoksunuz. Böyle bir fırkaya mensup<br />

olmaması ise pek muhtemeldir. İ bnu'l- Ar abi, İsmailileri s ık sık suçlamakta<br />

ve bir çok hususlarda onlara sald ırmaktad ır. Fakat onlar ı küçük görmekle<br />

beraber, o da, Gazali gibi, devaml ı olarak onlar ın fikirlerinden ve ıst ılahlarından<br />

yararland ığını çoğunlukla unutmaktad ır. Ibnu'l-Arabrnin felsefesini<br />

izah metodu yani İslami nasslardan ba şlıyarak yava ş yava ş onları tadil etmek<br />

sûretiyle arzu etti ği felsefi fikri onlara i şleme ve nihayet onlar ı açıklama tarz ı,<br />

aslında Ihvân es-S afâ' ıunki ile aynıdır. ibnu'l-Arabryi bu yola sürük-<br />

506. Bu fikirlerden bir ço ğu o sırada ortal ıkta dolaşmış olsa gerektir. B ınu'l-Arabi ve daha bir<br />

çok sufi ve filozoflar bu havay ı teneffüs ediyorlard ı. Bu fikirler aynı zamanda yunanca<br />

kaynaktan, Hristiyan rahip ve filozoflar ı vasıtasıyla şifahi olarak da yay ılmış olsa gerektir.<br />

163


leyen sâik, Ihv an e s - S af a'n ınkinden temelli bir şekilde ay ırdedilebilirse<br />

de, fiili sonucu aynıd ır. Ib u'l- Ar samimi olarak benimsemi ş göründüğü<br />

şey, onlar ın, Islami âhiret nazariyesini, Kur'an ve Hadislerin tamam ını<br />

tevil yoluna gitmeleri, tek hedefleri olan Islami ve ilkelerini y ıkmayı sa ğlama<br />

şeklindeki ana metotlar ı idi.<br />

Ibn.u'l- Ar abrnin sisteminin çe şitli bölümlerinde yer alan ibnu'l - Ar a-<br />

bi ile Ihv 'an es-Safa aras ındaki benzer hususlar vuku s ıras ına göre şunlard<br />

ır:<br />

Varlık Nazariyesi Hakk ında<br />

a) Plotinus'un sudûr nazariyesi ve "varl ık"ın dereceleri. Bununla birlikte<br />

I hv 'an es-S a f , I b nu'l- Ar ab i'den çok daha tam bir Yeni-Eflatuncu<br />

idi. (Bk. Vandet-i Vucûd Böl.).<br />

b) Onlar ın Mutlak Varl ık görü şü ile ibnu'l- Ar abrnin "Hüviyet"<br />

nazariyesi.<br />

c) Onlar ın Allah veya kendi deyi şleriyle Son (Ah ır) anlay ışı, yani Son'un<br />

sıfatlar ı olmadığı, tabiat ının çeli şki kabul etmeyece ği hakkındaki görü şleri.<br />

Ib nu'l- Ar abi. bu husus üzerinde ısrarla durmaktad ır. Şüphesiz ibnu'l-<br />

Ar a bi, bunu, Hakikat ın sadece bir yönünü ifade ediyor kabul eder 507. Onlara<br />

göre, Allah,Plotinus'un Bir'i gibi, her şeyin Hüviyeti olmaktan çok her şeyin<br />

Sebebi idi508. Diyorlar,i: Allah ruhani alemde de ğildir. O, bütün ruhani ve maddi<br />

âlemlerin sebebidir. Şeyleri, bir yap ı ustasının binayı in şa etmesi gibi de ğil,<br />

sayıların bir sayıs ından ç ıktıklar ı tarzda şeylerin Kendisinden ç ıktığı gibi yarat<br />

ır. Alem ne Al/ah't ır ne de O'ndan bir parçad ır; "O'nun lütuf ve iradesiyle<br />

yarat ılan"" 9 O'ndan sudiir etmedir, Bu, biraz tadile u ğramış olan Yeni-Eflatunculuktur.<br />

Ibnu'l- Ar abi bunu benimser ve sudürlar ı sadece subjective<br />

bir olay saymak sûretiyle, ona vandet-i vucûd görü şü içerisinde belirli bir yer<br />

verir (Bk. Vandet-i Vucûd Böl.). Onlara göre, ailem Heyûlâ ad ını verdikleri<br />

ruhani Cevher'in bir tekamülüdür 5w. Aynı zamanda Ib nu'l - Ar abi gibi, Zahiri<br />

Alemde Zamanın hakikat ını da kabul ederler. Allah âleme tekaddüm eder<br />

fakat bu sadece mant ık! bir önceliktir (tekaddümdür). Buna kar şılık, mesela,<br />

düm eder "feleklerin" "unsurlara" önceli ği, zamanda olan bir önceliktir 5n.<br />

507. Son'u tanımlar' hakkında bak., Resâ'i/ Ihvân es-Safâ, IV , s. 81; kar., I, s. 37.<br />

508. Bak., ayn ı eser, III, s. 41.<br />

509. Ayn ı eser, III, s. 109<br />

510. Ayn ı eser, III, s. 119.<br />

511. Ayn ı eser, III, s. 120.<br />

164


ibnu'l- Ar abrnin Futiihtteında zikretti ği "bir tek varl ıktan ancak bir<br />

ç ıkabilir" şeklindeki metafizik bir aksiyom sayd ıkları temel üzerine sudur<br />

(veya yaratma) nazariyelerini oturturlar512. Burada tamam ıyla Yeni-Eflatuncu<br />

olan ve ib nu'l- Ar abi'nin hemen hemen ayn ı kelimlerle tekrar etti ği<br />

sudörlarla ilgili bir tasvir verirler 513 . İlk Akl'a el-mahlök el-ibdâ'i (biricik<br />

yaratılm ış varlık), "yaratman ın âleti", Allah'tan sudör eden ilk şey ve Allah'ın<br />

sûreti v.b., derler. bnu '1-Ar abi bütün bunlar ı Hakikatlar ın Hakikati<br />

veya Kelâm' ın kar şılığı olarak kullan ır 514.<br />

Onların Evrensel (Külli) Nefs fikri, Tüm Nefsin 514a (ikinci sucliirun)<br />

bir tavr ı olan cüz"î (tikel) nefsin onunla münasebeti bir ba şka benzerlik noktas<br />

ıdır.<br />

Onlar ın sudürlar ı bir sebepler zinciri te şkil eder: Her biri, bir üstündeki<br />

tarafından husûle getirilir ve onun yetkinliklerini yans ıt ır515; yukar ıdaki<br />

a şağıdakini ku şat ır. Sudör ne kadar a şa ğıdaysa eksikliği ve Allah'a uzakl ık'<br />

artar. 51 6 .<br />

Is ınâcililer ve bu noktada onlar ı izleyen İ b n u' 1-Ar ab Empedocles'in<br />

"felek" ve "Dört Unsur"unu Plot inu s'un sudörlar ı ile ilgili listelerine koyarlar.<br />

Fakat "felek" den (el-felek el-muhit; Empedocles'in cs0oupo veya<br />

"Bütün" ü) Empedocles'in anlad ığı n ı anlamazlar. Onlara göre,<br />

felek sadece yukar ıda Mars, Jupiter, Saturn ve a şa ğıda Venüs, Merkür ve<br />

Ay'la birlikte merkezi Güne ş olan yıldızlı gökyüzüdür 517. Ayin alt ına Empedocles'in<br />

Dört Unsuru veya Unsurlar ın yerle ştirirler.<br />

Psikololi ve Bilgi Nazariyesi Hakk ında<br />

Psikoloji ve Bilgi Nazariyesi ile ilgili fikirleri bak ımından ib n u'l- Ar abi'<br />

nin Ihv an es -S af â'dan geni ş çapta yararland ığı anla şılmaktad ır. Şu hususlar<br />

ib nu'l- Ar abi' ıtin fikirleriyle onlar ınki aras ındaki esasl ı benzerli ği ortaya<br />

koyacakt ır:<br />

1. İnsan nefsini, mahiyeti hareket ve kavrama olan basit bir canl ı cevher<br />

olarak tarif etmeleri"'.<br />

512. Futılhât, I, s. 52.<br />

513. Bak., Ihvân es-Safâ, IV, ss. 230-231, ve III, s. 122.<br />

514. Ayn ı eser, III, s. 122, ve I, s. 37; kar., Kellim Bölümü. Geriye kalan sudürlar ı tasvirleri<br />

için bak., ayn ı eser, III, ss. 4, 7, 18; keza, IV, ss. 234-235, ve III, s. 6.<br />

514a. Ayn ı eser, III, ss. 9, 43-44; kar., Sühreverdi,<br />

515. Ayn ı eser, III, ss. 41-42.<br />

516. Ayn ı eser, III, s. 332.<br />

517. Ayn ı eser, I, s. 78; III, s. 23. Feleklerin etkileri için bak., IV, ss. 243-247.<br />

518. Ayn ı eser, III, s. 78; kar., III, s. 17.<br />

165


2. Nefs "Ben" veya "Sen" le anlat ılmak istenen şeydir; varl ığın ın tek delili<br />

ve dü şünceye dayanan bilgidir" 9 .<br />

3. İnsan nefsi Evrensel Nefsin özel bir "hali" dirsw<br />

4. Ruhani hayat ın en yüksek şekli ve insan nefsinin son hedefinin Evrensel<br />

Nefse dönü şü (görünü şe göre gerçek anlamda) ve bütün maddi ili şkilerden tamam<br />

ıyla kurtulu şu olduğu hususundaki görü şleri 521 . Onlar da, ibnul- Ar abi<br />

gibi, cüz'i nefsin (öldükten sonra) Evrensel Nefsteki hayat ı öteki dünya denilen<br />

şeyden ibâret oldu ğunu kabul ederler 522 . Nefsin öteki dünyadaki mutluluğu<br />

veya hicran]. Cennet ve Cehennemden ba şka bir şey değildir. Onlarla<br />

ibnu'l - Ar abi aras ındaki fark, onlar ın nefsin saadetini temin için maddi<br />

âlemin ve ona ait bütün ili şkilerin terki üzerinde daha çok durmalar ı, İ bnu'<br />

1- Arabrnin ise daha çok marifete a ğırhk vermesidir 523 .<br />

5. Nefse Allah' ın bu dünyadaki halifesi ad ın ı verirler (bk. Kelâm Böl.).<br />

6. Nefsin ve bütün Ruhani Memin ölümsüzlü ğü hakkındaki görüşleri 524 .<br />

7. Ruhani hayat ın en yüksek şekli peygamberlerinki veya vârislerinkidir:<br />

kar., Kelân ı Böl.525.<br />

jileri s2 6.<br />

8. Arabrnin hemen tamam ıyla tekrar etti ği tecrübi psikolo-<br />

9. Bat ıni bilgiyi gizli bir doktrin olarak kabul eden nazariyeleri ve<br />

Masum İmam görü şleri. Bk., ibnu'l- Ar a Unlu Kutub görü şü: Kelâm böl..<br />

Küçük Alem ve Büyük Alem Hakkmda<br />

1. "Mutlak İnsan" (el-instın el-mutlak) veya el-halife ad ım verdikleri<br />

görü şleri. Bu görü şüp ib nu '1- Ar abrnin. Yetkin İnsan görü şünün ilk örne ğini<br />

te şkil etti ği anla şılmaktad ır.<br />

2. Küçük âlemle büyük âlem aras ında ortaya koyduklar ı ortak noktalar527.<br />

(kar. Kelâm Böl.).<br />

519. Ayn ı eser, IV, s. 226.<br />

520. Ayn ı eser, III, ss. 43-44.<br />

521. Ayn ı eser, III, s. 120.<br />

522. Ayn ı eser, III, ss. 72-73, 81; IV, s. 189.<br />

523. Ayn ı eser, IV, ss. 190, 221-222.<br />

524. Ayn ı eser, IV, ss. 107-117, 120.<br />

525. Ayn ı eser, IV, ss. 153, 178, 180.<br />

526. Ayn ı eser, III, ss. 37-45.<br />

527. Ayn ı eser, III, ss. 26 vd..<br />

166


e) Hallâc' ı n Ibnu'l-Arabi'ye Etkisi<br />

Ibnu'l-Arabi'nin görü şünü etkiledikleri söylenebilen sfifiler aras ında<br />

Hallâc' ın en büyük etkiyi yaptığı anla şılmaktad ır. Öyle görünüyor ki,<br />

Ibnul'Arabi, Hallâc' ın <strong>tasavvuf</strong>i sözlerine yak ından â şinâ idi. Hattâ<br />

"es-Sirâc el-Vahhâc fî Serh Kelâm el-Hallaç" adıyla Hallâ c' ın deyimlerine<br />

bir şerh yazd ığı samlnıaktad ır528. Ayr ıca Ibnu'l-Arabi, Futâhât'ının bir<br />

çok yerlerinde Hallâc'a at ıflarda bulunmakta, bir kaç hususta onu nakletmekte<br />

ve kendi vandet-i vucildeu görü şlerini yerle ştirecek ya onlar ı desteklemekte<br />

ya da reddetmektedir 529 .<br />

Ibnu'l-Arabrnin. sisteminin genel olarak incelerken, Hallâc ve görü ş -<br />

leri, hangi noktalarda birle şip hangi noktalarda Ibnu'l-Arabrninkilerden<br />

ayrıldıklar ı ve ibnu'l-Arabrnin sistemindeki en hayati noktalardan baz ı-<br />

larının nas ıl Hallaç' ın fikirlerinden esinlendi ği hakkında daha önce baz ı iş â-<br />

retlerde bulunmu ştuk. Burada ise bu hususlar daha ba şka bir kaç ıyla birlikte<br />

özet şeklinde tekrar edilecektir.<br />

1. Bir ve Çok meselesi. Bu, Hallâç' ın Lâhât ve Nâsât veya Ttil ve Arz<br />

görü şünün tadil edilmi ş bir şeklidir530. (Bak. Bir ve Çok Hakk ındaki Böl.).<br />

2. Kelâm görü şü ve Muhammed'in ezelde varl ığı meselesi. Hallâc' ın<br />

Huva Huva's ı ile Ibnu'l-Arabi'nin Yetkin İnsani (bak. Kelâm Böl.).<br />

3. "Muhammed'in Nuru" nun do ğrudan do ğruya bir tecellisi olan ba mi<br />

bilginin mahiyeti (bak. Kelâm Böl.).<br />

4. Bizatihi Allah'a ait olan Birlik ile O'na atfedilen Birlik aras ındaki<br />

fark (bak. Tenzih ve Te şbih Böl.).<br />

5. Hakkın perdesi olan Halk Memi (bak. Hüviyet ve S ıfatlar Böl.) 531 ,<br />

528. Bak., Massignon, La Passion d'al-Hallâc, 2 cilt, Paris 1922.<br />

529. Bak., Futiihât, I, s. 219; II, ss. 15, 165, 445, 478, 720; III, ss. 22, 51, 52, 155; ve IV, ss. 105,<br />

309.<br />

530. Bak., Futilhilt, I, s. 219.<br />

531. Bak., Tevasi ıı, s. 73; Massignon, Quatre textes relatifs a Halide, Paris 1914, s. 80'de H all a.c<br />

diyor ki:<br />

"Benimle Senin an ında benim enniyem beni rahats ız ediyor.<br />

Lütfunla enniyemi ortadan kald ır".<br />

Öyle görünüyor ki, I b nu '1- Ar a b i'nin şu sözüyle anlatmak istedi ği de budur: (Fuslis)<br />

Halk Alemi kendi kendisinin perdesidir (Ve kova cayn el—hicab alt ı nefsihi). Ş ehristanI<br />

ennun kelimesini zatın kar şılığı olarak kullan ıyor (II, s. 336). Ibnu'l-Ar abi de Futfihtıt'<br />

ında (IV, ss. 49-50) diyor ki: Herhangi bir şeyin enniyesi, onun hakikat ıdır. Fakat İ bnu'l-<br />

Ar abi bu kelimeyi kullanma şeklinde tutarl ı de ğildir. Bazan onu Hüviyyet'in (O'lukun)<br />

zıddı olan Ben-lik'in kar şılığı olarak, bazan da ya Allah' ın ya da herhangi bir eüz'i hiiyiyetin<br />

zât ı anlamında kullanır. Bak., Futillıclt, IV, s. 50 ayetler.<br />

167


6. İlahi Aşk nazariyesi (bak. Güzellik, Estetik hakk ındaki Böl.).<br />

7. Me şia ile irade aras ındaki fark ve şeriatla ilahi buyruk aras ındaki<br />

münasebet (bak. Ahlak Böl.).<br />

8. Allah' ın bilinemezliği 5,3 2.<br />

9. Kur'ân' ın tevili. Kar., mesela, ibnu'l- Arabrninkiyle tamam ıyla<br />

aynı olan şu ayetin H all â e taraf ından tevili:<br />

a) Kur. II, 51: "Yaratan Allah'a tövbe edin ve nefislerinizi öldürün".<br />

Hallâc'a göre, "nefsinizi öldürün", ondan ve Allah'tan ba şka her şeyden<br />

kurtulun ki, yok yoklu ğuna dönsün ve yaln ızca Hak baki kals ın" demektir 533 .<br />

Biraz daha vandet-i vueildeu bir rengi olmas ı bir yana b ırakıhrsa, ibnu'l-<br />

Arab rnin tevili de aynıd ır.<br />

b) Kur., II, 256: "Diri, Kendi Kendine duran O'ndan ba şka ilah yoktur".<br />

Hallâc' ın bu ayeti şerhi 534. ibnu'l-Arabi'nin Kayyilm (Kendi başına<br />

duran) ismini teviliyle hayret verici bir benzerlik göstermektedir.<br />

e) Kur., XXIII, 72: "Muhakkak ki biz göklere ve yere sorumluluk yükledik,<br />

v.b.". Rana' c'a göre, "sorumluluk", İnsan' ın ilahi cihetidir. 53 5 İbnu'<br />

1- Ar abi ayni ayeti "sorumluluk" tan Yetkin tezâhür eden ve bu nedenle de<br />

de kendisine halife denen ilahi s ıraflar ı anl ıyarak bir tevile gider.<br />

d) Kur., XLVIII,,10: " Şüphesiz sana ba ğlılık akdinde bulunanlar Allah'a<br />

kar şı da aynı akitte bulunurlar". Bu ayetin şerhinde Hallac diyor ki: Bu<br />

Birlik Makamıdır (makam el-cem). ibnu'l-Arabi "Muhammed'id Hakikati.,<br />

Birlik Makam ıd ır" derken, ayn ı şeyi söylemek istemektedir5 36 .<br />

Şüphesiz Hallâc, ibnu'l-Arabi'nin mensup oldu ğundan farklı bir<br />

stıfiler zünıresine mensuptur. Fakat ibnu'l- Ar abi, Hallae' ın bir çok sözlerinde,<br />

kendi vandet-i vucadeu görü şlerinin tohumlar ını ekmek için verimli<br />

bir toprak bulmu ştur. Hallâc' ın fikirlerinden bir ço ğunu kendi sistemine<br />

uyduracak şekilde de ğiştirir. ib nu'l- Ar abrnin, Hallâc' ın bir taraftar ı<br />

olduğunu ve sisteminin Hallâc' ın sistemi olduğunu iddia etmek istemiyorum,<br />

çünkü Hallâc' ın böylesine i şlenmi ş bir sistemi yoktur. Daha ziyâde, Hallâc' ın<br />

ib nu'l- Ar abi'ye etki yapan en önemli kaynaklardan biri oldu ğunu söylemek<br />

istiyorum.<br />

532. Tevasin, ss. 70-72.<br />

533. Massignon, Essai sur les origines du Lexique technique de la mystique n ıusulmane, Paris<br />

1922, s. 24.<br />

534. Ayni eser, s. 25.<br />

535. Ayn ı eser, ss. 155-156.<br />

536. Ayn ı eser, s. 61; kar., FUSII.1 s. 30 1<br />

168


Ibnu'l-Arabi, Hallâc'dan ba şka daha pek çok siViden fikirler alm ış<br />

ve onlara kendi mutad vandet-i vucadcu rengini vermi ştir. Futidit'ında<br />

yüzden fazla yerde Beyezid'e at ıflarda bulunmakta ve Cüneyd'den,<br />

Ş ibli'den , Tusteri'den Abdulkadir el-Geylanrden ve onun miiridi<br />

Eba's-Su'fıd b. e ş - Şibl'den, Muhammed b. Abdulcabbar en-<br />

Nifferrden, Gazali ve daha bir çoklar ından s ık sık nakiller yapmaktad ır.<br />

Fakat onlara yapt ığı atıflar genel olarak bu safilerin görü şlerini ayd ınlatamıyacak<br />

kadar k ısa ve önemsizdir. Ancak aras ıra ibnu'l-Arabrnin şu ya da<br />

bu safinin görü şünü veya Nifferrnin Mevkif'i 537, İbn Barracan'm el-<br />

Hakk<br />

Tusterrnin el-Adl'i, Hallâc' ın Uthfıt ve Niisidu<br />

v.b. gibi onlar ın icad ı olan deyimleri aç ıklamaktad ır.<br />

f) Kelâmc ılar ın ibrıu'l-Arabi'ye Etkisi<br />

Şekil bakımından ibnu'l-Arabrnin, yak ından tanıdığı anla şılan İslam<br />

Kelamcdar ımn cedel metodundan, büyük ölçüde etkilendi ği görülmektedir<br />

539 . Onun Bir ve Çok nazariyeyi bir yönden E şcarilerin cevher ve arazlar<br />

görüşünün bir tatbikat ı olarak göze çarpmaktad ır (bk. Bir ve Çok hakk ındaki<br />

Böl.). İlahi S ıfatlar görü şü ise, Muctezininkilerle ayn ıdır. Sıfatlar ın orta bir<br />

yer i şgal ettiklerini, yani ne Allah ne de Allah'tan ba şkas ı olduklar ını kabul<br />

eden E ş'arilerden ayr ıl ır. Kader meselesinde ise, daha çok " İnsanın fiil kudreti<br />

olduğu, fakat bunu fiilen yerine getirmedi ğine" inanan E şcarilere yak ınlık<br />

duymaktad ır: Allah insanın ve onun bütün fiillerinin Yarat ıcısıd ır. ibnu'l-<br />

Ar abi, şüphesiz, onlar ın ortaya koyduğu nazariyeyi vandet-i vud ıd görü şüne<br />

göre tevil eder (bk., Ahlak Böl.).<br />

ibnu'l-Arabrnin bütün sistemi cedel metodunu kullanan delillerle<br />

doludur. Burada kelamcdar ın metot ve deyimlerini kullanmakta, fakat onlar ı<br />

<strong>tasavvuf</strong> sisteminin veya di ğer tamam ıyla hayal verisi görü şlerinin d ışında<br />

bırakmamaktad ır.<br />

g) ibnu'l-Arabrnin Sisteminde Kur'an ve Hadis Unsuru<br />

ibnu'l-Arabi, ister ilgisi olsun ister olmas ın, sözlerini desteklemek<br />

için daima Kur'an ve hadislerden medet umar. Onun genel olarak takip etti ği<br />

yolu Prof. R. A. Nicholson hakl ı olarak şu sözlerle tasvir etmektedir:<br />

" İbnu'l-Arabi ço ğunlukla bir Kur'ân metnini al ır, Philo ve Origenes<br />

537. Futülıcit, I, ss. 505, 771; II, ss. 187, 805, 827.<br />

538. Bak., Kelüm Bölümü.<br />

539. Bak., Futühât, I, ss. 49, 50-58, 100, 155-156, 207, 246, 260, 266, 341, 371, 390, 445, 675,<br />

747, 748; II, ss. 5, 10, 13, 243, 306, 323, 527, 570, 629, 679, 689, 703, 818, 845, 849, 853,<br />

881. 886; III, ss. 22, 61, 108, 280, 364, 527, 611, 632, 642, 701; IV, ss. 269-270, v.b., v.b..<br />

169


üzerinde çal ışanlar ın pek iyi bildikleri bir tarzda, ondan kendi görü şünü<br />

ç ıkar ır'"4. Ayn ı şeyi hadislere de uygular. Fakat ibnu'l- Ar abi'nin, sistemiyle<br />

ilişki kurduğu hadislerden bir ço ğu oldukça zay ıf ve şüpheli olduklar ı<br />

için, biz burada Kur'ân'a ve onu kendi için nas ıl ele aldığına i şaret etmekle<br />

yetinece ğiz. Nakletti ği Kur'ân âyetleri iki ana guruba ayr ılabilir: a) Vandet-i<br />

vudıdeu bir tevile elveri şli olanlar, ve b) böyle bir tevile elveri şli olmayanlar.<br />

Nazariyede ibnu'l- Ar abi tevili kötülemekte ise de, asl ında Kur'ân' ı<br />

tevilden çok daha kötü bir anlama metodunda karar k ılmaktad ır. Dilini<br />

ve gramerini bozma pahas ına da olsa, Kur'ân' ı kendi vandet-i vudıd görü şüne<br />

uyacak şekilde yorumlamaktad ır. Bazan Kur'ân Yeni-Eflatuncu bir sistem<br />

haline girer, bazan da bir ba şka felsefe türüne bürünür. Dolay ısıyla genellikle<br />

anladığımız şekliyle Kur'ân' ı bulmamız güçle şir.<br />

Ibnu'l-Ar abi, Kur'an'da istedi ği her şeyi bulur. Ayn ı tevil metodunu<br />

benimsediği takdirde, ba şka herhangi bir metinden de ayn ı sonuçlar ı çıkarabilirdi.<br />

Aç ıkça görülmektedir ki, bir çok yerde Kur'ân' ın müphemli ği ve her<br />

türlü fikrin bir kar ışımından ibaret olu şu, ib nu'l- Ar abi'nin onu bu tarzda<br />

kullanmas ını kolayla şt ırır. Söz anlam ının vandet-i vuci'ıdeuluğu ile uygun<br />

düştüğü yerlerde baz ı âyetleri söz anlamlanyla kabul etmektedir. Kur'ân' ın<br />

bu türde âyetlerle dolu oldu ğunda şüphe yoktur 541 . Kur'ân' ın Allah' ı bir<br />

taraftan tamam ıyla münezzeh ve e şsiz bir uhihiyet olarak tasvir edilirken,<br />

öte yandan da i şiten, gören, elleri, ayaklar ı ve yüzü olan biri olarak tasvir<br />

edilmektedir. Allah yerle göklerin nurudur. Her yeri o derece doldurur ki,<br />

"kuyudan a şa ğı bir ip salarsan, O'nun üzerine dü şer" (Hadisler). Biz nerede<br />

isek, O da bizimle beraberdir; O, bize şandamar ımızdan daha yak ınd ır. Tabii<br />

ve ahlaki sahalarda, bütün fiillerin yap ıcısı, tek fail sebep v.b. olarak tasvir<br />

edilir. Kur'ân'daki bu ve di ğer bir çok Allah tasvirlerinden ibnu'l- Ar abi<br />

zevk al ır, çünkü onlar ı dış görünü şlerine bakarak kabul etti ğinde, tabir câizse,<br />

iyice i şleyip sistemine dokudu ğu vandet-i vuctidcu fikirlerle yüklü bulmas ı<br />

muhakkakt ır. Öte yandan söz analam ının ona hiçbir faydas ı olmuyorsa, metni<br />

dâhiyâne bir filolojik cihaz yard ımıyla, izah ını arzu etti ği her görü şü elde<br />

edecek tarzda tevil yoluna giderek, bize, tamam ıyla yeni bir Kur'ân verir.<br />

Bir disiplin olarak Tasavvufun Kur'ân tarafından me şdı sayılmas ına gelince,<br />

Ibnu'l-Ar abi bu konuda en küçük bir i şaret bulduğu anda Kur'ân' ın<br />

otoritesine ba şvurmakta güçlük çekmez. Kur'ân' ın fazla kanaat eden saz<br />

540. Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, s. 149.<br />

541. Meselâ, Kur., VIII, 7; XLVIII, 10; LXXXV, 20; II, 110; LVIII, 8; XV, 29, v.b.,<br />

Vandet-i vuciıd görü şünü desteklemek için Ibnu'l-Arabrnin s ık s ık zikretti ği hadisler<br />

şunlardır: "Ben gizli bir hazine idim", "Nefsini bilen Rabbini de bilir", v.b..<br />

170


ve nefsi körelten zahidan.e bir hayat ı savundu ğu hususu şüphesiz gibi görünmektedir.<br />

Fakat Kur'ân ne <strong>tasavvuf</strong>un bir vandet-i vud ıd görü şünü savunmakta<br />

ne de bir kurulu ş olarak <strong>tasavvuf</strong>u tasvip etmektedir.<br />

İ bnu '1-Ar abi'nin zikretti ği Kur'an âyetlerinden ba şka bir gurubu da<br />

en küçük bir vandet-i vudid şüphesinin olmad ığı ayetler te şkil eder. İ b nu'l-<br />

Ar abi bu guruba tabii olmamakla birlikte, dahiyane olan bir tevil metodu<br />

uygulamaktad ır. Bu türden pek çok âyete, daha önce ahiret görü şü ve Hüviyet,<br />

Sıfatlar ve Isimler nazariyesi ile ilgili olarak, i şaret edilmi şti. Burada bir kaç ın ı<br />

daha zikredece ğiz.<br />

1. Kur., XLI, 53: "Alemin her yerinde ve kendi nefislerinde, hakikati<br />

onlara aç ıkça görününceye kadar, i şaretlerimizi onlara gösterece ğiz". ibnu'l-<br />

Ar abi burada "hakikat" tan Hakk' ı, yani bir şeyin Zat' ı olarak Allah' ı anlamaktad<br />

ır 543.<br />

2. Kur., XXIV, 35: "Allah göklerin ve yerin nikrudur..." Buradaki nar,<br />

İ bnu'l-Arabi'ye göre, Zat't ır.<br />

3. İ ur., XXVIII, 88: "O'nun yüzünden ba şka her şey yok olacakt ır".<br />

İ bnu'l- Ar abrye göre, Allah' ın yüzü her şeyin zatı olan Hüviyetidir. 4<br />

4. Kur., II, 31: "Adem'e her şeyin isimlerini ö ğretti". ibnu'l-Ar abrye<br />

göre, :Adem Allah' ın bütün Isimlerinin tecelli etti ği "Yetkin İnsan" ın kar şılığıd<br />

ır.<br />

dinidir.<br />

5. Kur., I, 6: "Bizi do ğru Yol'a ilet". Do ğru yol, onca, kendi evrensel<br />

6. Kelimelerin sözlük anlam ına bakarak tevile gitmesi, cenneti (benim<br />

Cennetim: Kur., LXXXIX, 30) deyimini s ıtri'ye (benim Nasiltum'a); rih<br />

(rüzgar: Kur, XXX, 50) sözünü rahat'a; mut -takan (dindâr: Kur., II, 172)'u<br />

veka (korumak'a kar şılık olarak kullanma tarz ında görülmektedir. Diyor ki:<br />

Muttalam Allah'ı, kendilerinin koruyususu olarak sayanlard ır5 44, çünkü "Hüviyet"<br />

sûreti korumaktad ır...<br />

Göründüğü kadar ıyla, uzla şmaz olan böyle bir kar ışımdan ibnu'l- Ar abi<br />

kendisine gerekli malzemeyi toplam ış, fakat insan ın zihninde öylesine kökleşmiş<br />

olan Hakikat ın nihai mahiyeti hakk ındaki temelli bir anlayışla çat ışan<br />

unsurları uzla şt ırma yolunu tutmu ştur. Genellikle Kur'arl'a ve Sünni İslâm'a<br />

542. Bak., Kur., XXXIII, 16; LXXIII, 2; XXIX, 44. Dindarl ıktan do ğan batıni bilgi<br />

hakkında bak., Kur., II, 282; VIII, 29, v.b..<br />

543. Futühât, IV, s. 117.<br />

544. Fusûs, s. 196; türk. çev., s. 120.<br />

171


a şvurmas ının izahı güç de ğildir. Fakat Sünni islamla onun vandet-i vudid<br />

felsefesi aras ındaki aç ık tutars ızlığı farkederek, ikinciyi kurtarmak için, birinciyi<br />

izah etmeyi kendisi için bir ödev saym ışt ır. I b n u'l- Ar a bi muazzam<br />

hafızas ı ve geni ş bilgisi olan biri idi; elde edebilece ği her kaynaktan yararlanlamm<br />

şt ır. Kaynaklar aras ında hiçbir tercih yapmaz. Ancak kendi genel sistemiyle<br />

ilişkisi olduğunu düşündüğü her şeyi onlar aras ından seçer. Bundan<br />

dolayı, onun ortaya koydu ğu felsefeyi belli bir dü şün.üre dayand ırmaya veya<br />

onu belli bir kayna ğa inhisar ettirme ğe çal ışumayız Bizim ancak onun ana<br />

davası ile ekseriya bu dava etraf ına ördü ğü teferruat y ığınını ayıklamamız<br />

gerekmektedir. Birincisi, şüphesiz, kendisine aittir; ikincisi ise derlenmi ş ve<br />

ve kanat ımca meseleyi karanl ığa bo ğmak veya arkas ına kendi vandet-i vucildcu<br />

fikirlerini gizlediği bir maske olarak kullanmak için oraya kas ıtlı olarak yerle<br />

ştirilmi ştir.<br />

Ibnu'l-Arabi'den önce makill bir şekilde taraftar ı veya savunucusu<br />

olduğunu söyliyebilece ğimiz vandet-i vudid felsefesinin böylesine tutarl ı<br />

bir sistemi daha gelmemi ştir. Onun bu yöndeki te şebbüsleri Felsefi Tasavvufta<br />

yeni bir devre i şaret etmektedir. O, sadece, islam dünyas ındaki o yeni dinin<br />

kurucusu de ğil, aynı zamanda kendisinden sonra bu konuda bilgi sahibi olan<br />

her müslümamn ba şvuraca ğı şeyhi ve en son otoritesi idi.<br />

172


Yararlan ılan Eserler<br />

ihnu'l-Arabi'nin kendi eserleri:<br />

1. el- Futûhât el-Mekkiyye, 4 cilt, Kahire H. 1293.<br />

2. Fusils el-Hikem, Şerhi ile birlikte, Kahire H. 1309.<br />

3. Tercümân el-Asvâk, İng. Çev.: R.A. Nicholson, Londra 1911.<br />

4. Nyberg'in Kleinere Schriften des Ibn el-Arald adlı eserinde (Leiden 1919) ne şrettiği kitaplar:<br />

a) Insâ' ed-Devâ'ir<br />

b) et—Tedbirât el-Ilâhiyye<br />

c) Uklet el-Mustavfiz<br />

5. Mevâkic en-Nucûm, Kahire H. 1325.<br />

6. Tefsir el-Kur'ân, Kahire 1283.<br />

7. Muhâdarat el-Ebrâr, Kahire H. 1282.<br />

8. The India Office Kütüphanesinde (Loth. Kat., 657) bulunan elyazmalar ı :<br />

a) Risâle fi keyfiyyet es—sulûk ila Rabb el-Izze<br />

b) Risâlet el-Halve<br />

c) Risâlet nisbet el-htrka<br />

d) Risâlet Eyyâm es- Şe'n<br />

e) Risâlet tâc et-terâcim<br />

f) Risâlet şerh elfâz es—sûfiyye<br />

9. The India Office Kütüphanesinde (Loth. Kat. 658) bulunan elyazmalar ı :<br />

a) Şerh esnıcr Allah el-hüsnâ'<br />

b) Mâhiyyet el-kalb<br />

c) Miskât el-envâr<br />

d) el-Insan el—Kâmil<br />

10. Şeceret el-kevn, Kahire H. 1343.<br />

11. An Explanation of the Prophetic Tradition "Whoso knoweth himself knoweth his Lord", a<br />

work which is ascribed to Ibnu'l-Arabi, J.R.A. S., Ekim 1901.<br />

12. el—Ecvibet el-lâ'ika `an el-es'ilet el-fâ'ika, elyazmas ı Loth. Kat., 659.<br />

13. Risâlet fi ~cila en-nefs ve'r-rall, neşr.: M. A. Palacios, (the Acts of the 14 th Oriental Congress),<br />

Cezayir 1905.<br />

173


Tasavvuf ve Felsefe ile ilgili Eserler<br />

Behleveri, Tahlîl Mu'dilât ibnu'l-Arabi, the India Office Kütüphanesinde kataloglanmam ış<br />

elyazmas ı .<br />

Gazâli, Ihyâ Ulüm ed-Din, 4 cilt, Kahire 1933.<br />

Gazali, Tehâfut el- Felâsife, Kahire H. 1302.<br />

Gazâli, Mi şkât el-Envar, İng. çev., W. W. T. Gairdner, Londra 1924.<br />

Gazali, Faysal et-Tefrika, Kahire 1901.<br />

ilcâm el-Avâmn ı, Kahire H. 1309.<br />

Gazali, el-Munktz min ed—Dalâl, Kahire H. 1309.<br />

Gazali, el-Meznün bihi alâ Gayri Ehlihi, Kahire H. 1309.<br />

Gazali, el-Mez ıdin es-Sagir, Kahire H. 1309.<br />

Hucviri, Ke şf el-Mahcab, İng. çev., R. A. Nicholson, Londra 1911.<br />

İbn Barracân, Şerh Esmâ' Allah el-Hüsnâ, elyazmas ı British Museum, Or. 411.<br />

İbn Barracân, Lisan el-Hakk<br />

elyazmas ı Paris (Arabe 2642). Farkl ı bir ba şlık<br />

ta şımakla ve Brockelmann'da (I, s. 434) farkl ı bir eser olarak gösterilmekle birlikte bu<br />

elyazmasuun İbn Barracân' ın bir yukarıdaki eserinin ayn ı oldu ğu anla şılmaktadı •.<br />

İbn Barracân, Tefsir el-Kur'ân, c. II, elyazmas ı Munich (Cod. 83).<br />

İbn Sel din, His Correspondance with the Emperor Frederick II, Journale Asiatique, seri: VII, c.<br />

XIV, sene: 1879.<br />

Ihvân es-Safâ, Resü'il, 4 cilt, Bombay H. 1305.<br />

Cami, Nefahât el-Uns, neşr.: W. N. Less, Lucknow 1915.<br />

Câmi, Leva'ih, İng. çeviri ile birlikte farsça metin: E. H. Whinfield ve Mh.za Muhammed Kazvini,<br />

Londra 1906.<br />

Abd el-Kerim., Futİthat'ın 559. Bölümünün Şerhi, elyazmas ı the India Office Kütüphanesi.<br />

Cilt, Abd el-Kerim, Hakikat el-Hakâ'ik, elyazmas ı Loth. Kat., 666.<br />

Cilt, Abd el-Kerim, el-Menâzil el- İlahiyye, elyazması Loth. Kat. 666.<br />

Nifferi, Muhammed b. Abd el-Mevâk ıf, elyazmas ı Bodlain Library Oxford, Dr. A.<br />

J. Arberry'nin kendi kopyas ı<br />

Kâ şâni, Isttlâhât es-Sitfiyye, Kalküta 1845.<br />

Ka şa ııi, Şerh es-Sâ'irin li'l-Haravi, elyazması Loth. Kat. 600.<br />

Kayseri, Husus el—Kilem fi me`âni Fusüs el—Hikem, elyazmas ı Cambridge University Library<br />

(Supp. Hand List of Moh. MSS. 1205 (a) yanl ışlıkla Sadr ed-Din el Künevrye atfedilmi ştir).<br />

Ku şeyri, Risâle, Kahire H, 1287.<br />

Sarrâc, Lumac, neşr.: R.A. Nicholson, Cambridge 1914.<br />

Şebisteri, Gülşen—i Râz, İng. çev.: E. A. Whinfield, Londra 1880.<br />

Şehrazuri, Ravdat el-Efrâh, bazı parçalar M.A. Palacios'un Abenmasarra... adl ı eserinde ne şredilmiştir,<br />

bak., Appendix (Zeyl) IV, s. 146.<br />

Şdrâni, Yevâkit, Kahire H. 1277.<br />

Şacrâni, el-Mevâzin ed-Dürriyye, elyazmas ı Loth. Kat., 677.<br />

Şdrâni, Tabakât es—Süfiyye, Kahire (tarihsiz).<br />

Sühreverdi, Hikmet el-Isrlik, Şirâzrnin Şerhi ile birlikte, Kahire H. 1315.<br />

174


Felsefe, Kelâm ve Hal Tercümesi <strong>Kitaplar</strong> ı<br />

Eşcari, Makâlât el-İslâmiyytn, c. I, İstanbul 1929.<br />

Bağelkli, el-Fark beyne'l-Firak, Kahire 1328.<br />

ed-Debbi, Bugyet el-Mültemis, ne şr.: Codera, Madrid 1885.<br />

İbn el-Abbar, et-Tekmile, ne şr.: Codera, Madrid 1889.<br />

İbn el-Abb3r, el-Muccem, neşr.: Codera, Madrid 1886.<br />

İbn Ebî Useybi`a, Uyan el-Entıti f î tabakiit el- etibbtr , Kahire 1882.<br />

İbn Ba şkuval, es-S ıla, ne şr.: Codera, Bibl. arab. hispana, c. I, II, Madrid 1883.<br />

İbn el-Ferezi, Ta'rth el-Ulema el-Endelüs, ne şr.: Codera, Madrid 1891.<br />

İbn Hazm, el- Fisal ,4 cilt, Kahire 1317-1321.<br />

İbn Hallikân, Vefeyât el-Acyt ın, 4 cilt, İng. çev.: De Slane, Paris 1888.<br />

İbn Hâkân, Matmah el-Enfüs, İstanbul H. 1302.<br />

İbn Hakân, Kaltrid el-İkyârt, Bulâk H. 1283.<br />

el-Hayyât, ve'r-redd alâ İbn er-Râvendi, ne şr.: Nyberg, Kahire 1925.<br />

Makkari, Nefh et-Ttb, 2 cilt, Kahire H. 1279.<br />

el-Kari, Ali., Risâle ft vandet el-vuctid, İstanbul H. 1294.<br />

Kıfti, Ahbâr el-Hükemâ', Leipzig 1902.<br />

Sdid b. Sdid el-Endelüsi, Ta'rih el-Umem, (Ma şrık 1911, ss. 666 vd.).<br />

Şehristanl, el-Milel ve'n-Nihal, neşr.: Cureton, Londra 1846.<br />

Taftazâni, Risâle ft vandet el-vucâd, İstanbul H. 1294.<br />

İslam Felsefesi, Tasavvuf ve islam Edebiyat ı ile ilgili Batılı Yazarların Eserleri<br />

Andrae, T., Die Person Mohammeds, Stockholm 1917.<br />

Browne, Prof. E. G., Literary History of Persia, I ve II. ciltler, Cambridge 1928.<br />

Browne, Prof. E. G., A Persian Literature under Tartar Dominion, I. cilt, Cambridge 1920.<br />

Codera, Decadencia y desapancion de los Almoravides en Espana, Saragosta 1899.<br />

De Boer, The History of Philosophy in Islam, Londra 1903.<br />

Dieterici, F., Theologie des Aristoteles, Leipzig 1882.<br />

Gibb, E. J. W., History of Ottoman Poetry, c. I, Londra 1900.<br />

Goldziher. I., Neoplatonische und Gnostische Elemente im Hadit, Zeitschrift für Assyriologie,<br />

c. XXII, 1909, ss. 314-344.<br />

Macdonald, D. B., Muslim Theology, Jurisprudence and Constitutional Theory, Londra 1903.<br />

Macdonald, D. B., Religious Attitude in Islam, New York 1911.<br />

Hallâc, Teviistn, ne şr.: L. Massignon, Paris 1913.<br />

Massignon, L., La Passion d'al-Hallac, 2 cilt, Paris 1922.<br />

Massignon, L., Essai sur les origines du Lexique technique de la mystique musulmane, Paris 1922.<br />

Massignon, L., Quatre textes relatifs it Halide, Paris 1914.<br />

Nicholson, R. A., Studies in Islamic Mysticism, Cambridge 1921.<br />

Nicholson, R. A., Idea of Personality in Sufism, Cambrige 1923.<br />

Nicholson, R. A., Mystics of Islam, Londra 1914.<br />

175


Nicholson, R. A., Origin and Development of Sufism, J.R.A.S. Ocak 1906.<br />

Nicholson, R. A., Biographies of Inbu'l-Arabi and ibnu'l- Fâriz extracted from Sezerât ez-Zeheb,<br />

J.R.A.S. Ekim 1906.<br />

Nicholson, R. A., The Goal of Mohammedan Mysticism. J. R. A. S. 1913.<br />

Palacios, M. A., Abenmasarra y su Escuela, Madrid 1914.<br />

Palacios, M. A., Islâm and the Divine Comedy, Londra 1926.<br />

Palacios, M. A., The Psychology of Ibnu'l-Arabi, Acts of the 14th Oriental Congress, Cezayir<br />

1905.<br />

Redhouse, J. W., The Most Comely Names, J.R.A.S. 1880.<br />

Başka Eserler<br />

Bigg, C., Chiristian Platonists of Alexandria, (2. bask ı) Londra 1913.<br />

Burnet, Early Greek Philosophy, Londra 1920.<br />

Inge, Philosophy of Plotinus, 2 cilt, Londra 1918.<br />

Inge, Personal Idealism and Mysticism, Paddock Lectures 1934.<br />

Inge, Christian Mysticism, Bampton Lectures 1933.<br />

Joachim, H., A Study of the Ethics of Spinoza, Oxford 1901.<br />

Mackenna, S., Ethical Treatises tr. from Plotinus' Enneads, I-IV. ciltler, Londra 1921-1926.<br />

Russell, B., Mysticism and Logic, Londra 1932.<br />

Whittaker, The Neo-Platonists, Cambridge 1928.<br />

Encyclopedia of Religion and Ethics, ne şr.: Hastings.<br />

Encyclopedia of Islam (eski bask ı).<br />

176


INDEKS<br />

abd Allah 75<br />

abd el-Cami' 70<br />

el-abd el-kamil 80<br />

and el-Melik 75<br />

abd er-Rabb 75<br />

abstracta 25<br />

adele 52<br />

el-adem el-mahz 27, 139<br />

adl 52, 78, 169<br />

agnosticism 50<br />

agnostik 135<br />

ahadiyyet el-mecmu 50<br />

ahadiyyet el-Vahid 50<br />

el-ahbab 92<br />

Âhir 164<br />

el-ahiret 42, 145, 148, 162<br />

ahkâm 29, 33<br />

ahlak 137, 141, 162<br />

ahlaki. Allah 51<br />

ahlaki determinism 144<br />

ahlaki iyilik 139<br />

ahlaki kötülük 139<br />

ahlaki sıfatlar 54<br />

ahlaki yüküınlülük 138, 141<br />

akıl 83, 99, 101, 108, 115<br />

akılcı monism 98<br />

akıl ve hayat ın külli ilkesi 75,<br />

akıl yürütme 48, 87<br />

akış 18, 60, 66, 67<br />

el-akl el-evvel 70, 108<br />

el-akl el-külli 108, 118<br />

aklın bilgisi 101<br />

aldi bilgiler 99<br />

aklı' ilke 71, 74, 81, 85, 87, 109, 116<br />

alcli nefs 99, 111, 112, 113, 114, 120<br />

Âlem 38, 81, 87, 98<br />

ûlem el-emr 76, 113<br />

Mem el-hakiki 70<br />

âlemin asl ı 70<br />

âlem el-hakiki 70<br />

âlemin aslı 70<br />

âlemin sebebi 90<br />

Memili sebebi olarak yetkin insan 83<br />

alet 108<br />

algı 115<br />

alıcı 55, 60<br />

el-alim 53, 90<br />

Allahın ahlaki ve şahsi sıfatlar ı 51<br />

Allah'ın bilgisi 102<br />

Allah' ın gölgesi 90<br />

Allahın halifesi 80, 94<br />

Allah'ın ilk do ğan oğlu 90<br />

Allah' ın irade hürriyeti 138<br />

Allah'ın karanlığı ya da gölgesi 90<br />

Allah' ın sözleri 76<br />

Allah'ın sûreti 80<br />

Allah' ın yüceliği 90<br />

Allah ile Âlem 38<br />

Allah-insan 85<br />

Allah ile Âlem arasındaki orta merhale 90<br />

alt şuur 80<br />

el-a'ma 49, 66, 107, 150<br />

Amor intellectualis Dei 100<br />

Anthropos Theou tou aidiou logos 90<br />

antinomian 129<br />

apaçık önermeler 99<br />

a priori 99<br />

aralık 43<br />

araz 47, 86, 113<br />

araz olan cevher 113<br />

arif 81, 98, 111, 121, 123, 133, 134, 135<br />

177


ünflik 50 berzah 70, 83, 90, 118, 145<br />

el-Ar ş 67, 68, 83, 158, 163 Be ş ilühi hazret 51<br />

ar ş, er-rahman 68 be ş saha 122<br />

ar ş ez-zat 142 el-Beyt el-ma'mur 83<br />

arz 30, 167 bilemezcilik 50<br />

asl el-âlem 70 bilen 53<br />

asil a şk 151 Bilgi nazariyesi 98, 165<br />

a şağı Mem 88 bilinmeyen zât 107<br />

a şk 88, 135, 136, 149, 150, 150, 152 Bir 28, 29, 32, 33, 34, 50, 51, 53, 54, 55, 59,<br />

a şkınl ık 34, 35, 36, 37, 38, 39, 48, 64, 103, 62, 65, 66, 67, 69, 71, 75, 83, 88, 103, 127,<br />

104, 134 138, 149, 167<br />

a şkınlık sıfatlar ı 38, 49 Bir cevher 47<br />

a şkın s ıfatlar 48 Bir hakikat 28, 29, 31, 55, 57, 67. 136, 149,<br />

ate ş 107, 146 159<br />

atheist 135 Bir'in bilgisi 59<br />

A'yan 30, 56, 57, 60, 150 Bir'ir birli ği 38, 50<br />

a'yân el-mevcudât 140 Bir'in zât ı 33<br />

A'yân es-sâbita 27, 29, 54, 55, 56, 57, 58, 59, Bir'in zihni 59<br />

61, 68, 72 73, 105 birleme 87, 89<br />

A'yan ın sevgisi 150 birle şme 66<br />

ayn 54, 56, 97 birlik 29, 49, 50, 68<br />

ayna ve hayaller mecaz ı 32, 80 birlik ciheti 34<br />

ayn el, basira 108, 119 birlik hali 68<br />

ayn el-yakin 131 birlik makamı 168<br />

ayn es-sâbita 57 Birlik tüm güçlerin toplam ı 49<br />

ayrılık sıfat ı 125 Bir Nefs 110<br />

azâb 145, 146<br />

azâb el-eehl 148<br />

azâb el-hicâb 148 33<br />

bir sayısı ve nokta ile dairenin merkezi sek-<br />

linde matemati ği ilgilendiren mecazlar<br />

azube 146 Bir zat 47, 58, 85, 109, 110<br />

bitkisel nefs 111<br />

bu'd 146<br />

baba 87, 89 Buyruk 144<br />

bad/. 35 bütün 21, 29, 33, 165<br />

ba şkasıyla zorunlu durum 52<br />

bâtın (i) 29, 81, 96, 99<br />

Bütün'ün birliği 50, 128<br />

Bütünün nefsi 109<br />

bâtıni bilgi 101,<br />

bâtıni cihet 140<br />

102, 103, 166<br />

büyük âlem 83, 111, 166<br />

büyük insan 80<br />

bâtıni hükümler 99 büyük varl ık 81<br />

beden gözü 108<br />

Beden ve azalan aras ındaki benzetme 33<br />

bekâ 124, 130 cabbar 52<br />

belirlenme 56, 62, 109 el-Câh ıziyye 147<br />

bellek 83 cebr 52<br />

ben (lik) 110, 125, 135, 136, 167 Cebriye 137<br />

- C -<br />

ben Hakk' ın kendisi değil, O'nun cehennem (anlay ışı) 144, 145, 146, 147, 166<br />

sırrıpm 32 cem' 29<br />

ben O ve 0 benim ben O ve O de ğilim 29 el-cem'iyye el-ilâhiyye 82<br />

178


cenne 146<br />

cennet (anlay ışı 144, 145, 146, 147, 166 ebedilik 86<br />

cevami' el-kelim 76 ebedi mutluluk 146<br />

el-cenab el-ilahi 82 edilgen 60, 77<br />

cevap veren 54 Eflatuncu ideler nazariyesi 56, 105<br />

cevher 32, 46, 47, 53, 54, 56, 65, 86, 160 el-efrad 92<br />

ceza 105, 144 el-ehad 50<br />

cezb 112 ehadiyye 38, 49, 68<br />

cihet d-cem' 34 einswerden 125<br />

cihet el •fark 34 eklektik 11, 89, 153<br />

cins 18 elem 144<br />

cisim 112, 117 el-emr et-tekvin 143<br />

el-cism el-külli 112 emr alemi 76<br />

cüz'i akıl 108 Enel-Ilakk 32, 109, 126, 142<br />

cüz'i haller 110 ene s ırrul-ilakk, Mal-Hakk ene 32<br />

cüz'ilerin bilgisi 158 el-enfus 88<br />

cüz'i nefs 100, 109, 110, 166 eııker en-nekirat 46<br />

cüz'i sebepler 40 en yüksek kalem 70<br />

cüz'l varl ıklar 24, 47 en yüksek tezahür 135<br />

epiphenomenalism 113<br />

esmer el-hüsnü 58<br />

çe şitlilik 29 estetik 149<br />

çok 28, 29, 32, 33, 41, 53, 55, 66, 67, 103, 138, etkin 55, 60, 77, 116<br />

167 etkin ilke 95, 96<br />

çokluk 28, 39, 47, 62, 148 evrensel cism 67, 112, 163<br />

çoktanr ıc ılık 40, 62, 132, 134 evrensel din 132, 134, 171<br />

evrensel ideal s ımrları 116<br />

evrensel nefs 67, 109, 113, 120, 146, 160,<br />

el-dayyık 50 163, 165, 166<br />

def' 112<br />

ex nikilo 42<br />

dehr 54<br />

eyne 28<br />

denge 52<br />

ezdi ahenk 137<br />

derin görü ş 101 ezdi hakikat 61<br />

derleyici 11 ezdi ideler 116<br />

determinism 145 ezeli kâmil 151<br />

dış 29, 39, 81 ezdi kudret 141<br />

dış dem 30, 55 ezelilik 43, 44, 86<br />

din felsefesi 48 ezdi /lar 90<br />

do ğrudan do ğruya idrak 104, 106 ezdi süreç 127<br />

do ğru yol 132, 171 ezdi ve sürekli bir görünme 67<br />

dostlar 92<br />

dönüş mecaz ı 33<br />

dört küre 107 faal ilke 95<br />

dört unsur 66, 68, 107, 165 faaliyet alanı 46<br />

dualisme 32 fark 29<br />

dualist 32, 113, 114 fark ciheti 34<br />

durumlar 56 fasıla 43<br />

duyulara dayal ı hükümler 99 fe-ehadiyetuhu mecmu'u küllihi bilkuvve 49<br />

179


el-felek el-atlas 145<br />

felek el-hayat 70<br />

el-felek el-mükevken 145<br />

felek (nazariyesi) 159, 160, 164,<br />

fena 124, 125, 127, 128, 129<br />

el-fena an el-measi 128<br />

el-fena an er-resm halen 127<br />

fena hali 102<br />

ferdi hürriyet 138<br />

ferdi nefs 146<br />

feyz 18, 66<br />

el-feyz el-akdes 58<br />

el-feyz el-ilahi 101<br />

filozof 103, 104, 105, 106, 133<br />

firaset 101<br />

gayb 68, 101<br />

el-gaffar 141<br />

gayb alemi 43, 115<br />

- G -<br />

gaybm anahtarlar ı 59<br />

gaybın bilgisi 101<br />

geçici gölgeler 114<br />

geni şlik 30<br />

gerçek 77, 103, 131<br />

gerçek âlem 70, 75<br />

gerçek bilgi 130<br />

gerçek nesne 32<br />

gizlemek 146<br />

gizli hakikatlar 56<br />

gizli imam 77<br />

gizlilik 55<br />

gnosticism 50<br />

gö ğün tabakaları 148<br />

gölge 32, 61<br />

gören 30, 39, 68<br />

göreli cihet 87<br />

göreli varl ık 27, 105<br />

görme 53<br />

görülen 68, 77<br />

görülen âlem 33, 39, 41, 43, 44, 45, 49, 55,<br />

56, 59, 60, 61, 66, 68, 74, 76, 77, 83, 88,<br />

102, 118, 127, 131, 139<br />

görülmeyen âlem 43<br />

görünmiyen 68<br />

görüntü (ler) 66, 103<br />

görünü ş 34, 48, 139<br />

görünü şler alemi 37<br />

gözetleyici 53<br />

gururlu 52<br />

165 güne ş 83<br />

güç (ler) 80, 88, 100<br />

güzellik 149, 152<br />

güzellik a şkın temelidir 151<br />

- H --<br />

el-haba ya da Süret el-Hakk 90<br />

el-hadi 141<br />

hads 99<br />

hadsi bilgi 99,100, 101, 128<br />

hafıza 83<br />

hafiz 53<br />

Hak halk ve halk Hak't ır, Hak halk de ğil<br />

29<br />

Hak'm görü ş noktas ı 55<br />

hakikat 18, 23,<br />

28, 29, 31, 34, 36, 39, 40,<br />

44, 46, 47, 48, 49, 50, 61, 63, 64, 67, 68,<br />

111, 171<br />

82, 83, 102, 103, 104, 108,<br />

hakikat el-hakaik 22, 68, 70, 90<br />

el-hakikat el-Muhammediyye 70, 108<br />

hakikatın dış yönü 85<br />

hakikatla görünen 31<br />

hakikatlerin bilgisi 98<br />

hakikatlerin hakikati 22, 71, 72, 73, 74, 76,<br />

77, 79, 80, 82, 85, 90, 165<br />

hakikat nazariyesi 61, 66, 128<br />

hakikat ve görünü ş 139<br />

hakiki nesne 32<br />

hakiki varl ık 105<br />

hakk 21, 28, 29, 31, 32, 39, 61, 63, 108, 130,<br />

131, 171<br />

el-Hakk bihi 70, 78, 156, 169<br />

el-Hakk el-mahlük frl-itikad 48<br />

el-Hakk el-mutehayyel 47<br />

Hakk fi zuhur 130<br />

Hakk'm gölgesi 102<br />

Hakk ın perdesi 167<br />

hak ve halk 34, 38, 81, 139<br />

hal 56, 59, 60, 65, 110, 111, 112<br />

hali 107<br />

71, 79, 81,<br />

halife 80, 90, 166<br />

halifelik 85<br />

halk 28, 29, 31, 32, 36, 38, 39, 44<br />

halk alemi 32, 139, 167<br />

el-halk el-cedid 43, 105, 127<br />

180


hallerin bilgisi 101<br />

halvet 62, 91<br />

harici imam 77<br />

hasret günü 146<br />

hâ şimi miras 97<br />

haşr 145, 146<br />

hatem el-evliyâ 91, 95<br />

hatem el-evliyâ 91, 95<br />

hava 107<br />

hayal 118, 119, 120<br />

hayal gücü 120, 122<br />

hayat feleki 70<br />

hayat ın külli ilkesi 75<br />

hayallenmi ş Allah 47<br />

hayır 18, 139<br />

el-hayr el-mahz 139,<br />

hayvani insan 73, 81<br />

hayvâni nefs 101, 111, 125<br />

haz 144<br />

hazarât 51, 121<br />

hazm 112<br />

hazret 39<br />

hazret el-ervâh 122<br />

hazret el-hayal 119<br />

el-hazret el-ilâhiyye 52<br />

hazret el-misal 122<br />

hazret el-mü'min 52<br />

hazret en-nur el-mahz 129<br />

el-hazret el-rahmaniyye 60<br />

hazret el-vucûb bi'l-gayr 52<br />

hazret el-vuefıd ez-zâti 52<br />

hazret ez-zulmet el-mahz 129<br />

el-hebi 72<br />

hellenistik (unsur, felsefe) 65, 87, 106,<br />

her şeyi koruyan Bir 53<br />

her şeyi ku şatan Bir'in kulu 50,70<br />

el-heyûlâ 68, 70, 71, 134, 164<br />

hilâfet 91<br />

el-hilâfet el-âmme 93<br />

hilâfet el-muhammedi 96<br />

himmer 121<br />

Hristiyan felsefesi 162<br />

hristiyan kelâm ö ğretisi 76, 87<br />

el-hubb el-unsuri 151<br />

hucliıs 34<br />

huld 147<br />

hulul (nazariyesi) 31, 80, 87, 126, 151<br />

hususi peygamberlik 94<br />

huva huva 80<br />

huve 107<br />

hüküm 60<br />

hüküm türleri 99<br />

hür düşünür 133, 135<br />

hür irade 105<br />

hüviyet 18, 28, 29, 31, 107, 130„ 146, 164,<br />

167, 171<br />

ışık 88, 107<br />

ıtlak 35<br />

icnıa 153<br />

iç 29, 39, 81<br />

- İ -<br />

iç gözü 108<br />

içkinlik 34, 35, 36, 37, 39, 48, 64, 134<br />

içkin s ıfatlar 48, 49<br />

iç yön 96<br />

idea 72<br />

idealist 64, 112<br />

idealistler 63<br />

idealistik monism 134<br />

ideal s ınırlar 47<br />

" İdeler" 58, 59<br />

idelerin idesi 18, 72, 90<br />

ideon 72<br />

idrak 115<br />

idrak durumları 116<br />

idrak eden hakikat 114<br />

idraklere ait hükümler 99<br />

ihtiyar 52, 137<br />

161 ikinci kavram 21<br />

ikinci suchır 165<br />

ebiksir 85<br />

ilâhi ar ş 158<br />

ilâhi a şk 150, 168<br />

ilâhi bilgi 59, 76, 83, 100<br />

ilâhi bilinç 56, 58, 80<br />

ilâhi bir isim 46<br />

ilâhi birlik 82, 107<br />

ilâhi bulunu şlar 51<br />

ilâhi cevher 46<br />

ilâhi cihet 40<br />

ilâhi feyz 101<br />

ilâhî hazret 82<br />

ilâhi hüviyet 107, 146<br />

181


ilahi ilim 98 ince cevher 53<br />

ilahi irade 141 insan 75, 82, 85, 111<br />

ilahi isimler 47, 50, 52, 54, 55, 57, 60, 76 el-insan el-hayvani 81<br />

ilahi isimlerin iki yönü (manzaras ı) 55 el-insan el-kâmil 36, 68, 69, 70, 80<br />

ilahi isimlerin sebepliliği 4u el-insan el-kelim 80<br />

ilahi kemaller 111 el-insan el-mutlak 166<br />

ilahilik mertebesi 68 insan ın hakikati 71<br />

insani eihet 79<br />

ilahilik ve rabl ık 31<br />

ilahi mertebe 82<br />

ilahi nefes 65, 123<br />

ilahi sıfat (lar) 47, 54, 92, 159, 169<br />

ilahi şuur 58<br />

ilahi tecelli 103<br />

ilahi yetkinlikler 111<br />

insanlık 75, 82, 105<br />

insan nefsi 85, 159, 166<br />

insanu aynu'l-Hakk 90<br />

inziva 62, 91<br />

ipnotizma 99<br />

irade 44, 105, 117, 168<br />

el-ilahiyye ve'r-rubûbiyye 31 irade kudreti 121, 136<br />

ilahi zât 37, 38, 46, 47, 49, 53, 56, 57, 74, 83, isevi miras 97<br />

85, 101 isimler 46, 49, 54, 55, 80, 171<br />

ilâhhk 38 isimlerin hazreti 60<br />

ilâhlik mertenesi 5 islami hilafet 96<br />

ilim 98, 156 islamın miras ı 95, 96<br />

İlk 69 Islam kelâmı 70, 71, 85, 86, 154<br />

İlk akıl 18, 58, 59, 67, 69, 70, 71, 73, 75, 77, Islam velileri (veliligi) 94, 97<br />

86, 89, 90, 108, 110, 158, 163, 165 Islam veliligi 91<br />

ilk anahtarlar 59 el-irs el-muhammedi 95, 96<br />

ilk cevher 64, 71 istefad el-vüdıd 43<br />

ilk madde 68, 70 istidlal 103<br />

ilk muharrik 125 itidal 52<br />

ilk örnek ide 90 ittihad 87, 89, 125<br />

ilk örnekler 105 iyi 18<br />

ilk taayyun 56, 60, 73, 75, 90 iyiliğin izafiligi 139<br />

ilk unsur 159, 160 iyilik 105, 139, 140, 141<br />

ilk yaratılan varl ık 90 iyiliksever 53<br />

illet 41<br />

iyilik ve kötülügiin şeriatla olan münasebeti<br />

ilm el-ahval 101 141<br />

ilm el-akl 101 izafi 30, 39, 68, 105<br />

ilin el-esrar 101 izafi bilgi 101<br />

ilm el-gayb 101 izafi varl ık 27, 105<br />

ilm el-yakin 131<br />

el-ilm et-tasavvull 116<br />

J<br />

ilm ledünni 100 jüpiter 83<br />

ilmi determinizm 137<br />

imânûler 88<br />

imam ya da kutup 90 kader 136, 142, 144<br />

iman etme yollar ı 133 kaderin s ırrı 60, 102<br />

imkan 27, 34 kabil 55, 60<br />

imkans ızlık 27 kadim ruh 71<br />

inançlar ın takdiri 135 kalbin iç gözü 119 , 120<br />

ince 53 el-kalem 67, 86, 163<br />

182


el-kalem el-alla 70 kötülük 105, 139, 140, 141, 143, 144<br />

kalp 108, 111, 116, 120 kudret ve bilginin hayat suyu 85<br />

kalp gözü 102 kul 34<br />

kâmil baliğ 88 kulluk 34<br />

kaplar ve dönü ş mecaz ı 33 kum tepesi 148<br />

karanl ık 139 kun 76<br />

kategori 18 Kur'an ve hadis unsuru 169<br />

kavramsal bilgi 116 kutsal bir akış 58<br />

kavramsal dü şüncede dört unsur 117 kutsal ruh 71<br />

el-kaza 144 kutup (naziyesi) 70, 71, 75, 76, 77, 78 79,<br />

kazamlmış varhk 57 80, 87, 88, 90, 166<br />

kehanet 99 küçük alem 80, 83, 111, 166<br />

kelâm 12, 44, 70, 71, 78, 79, 88, 89, 90, 93, küfür 40<br />

98 , 156, 165, 167 kül 21, 29<br />

kelâmcılar 47, 56, 169 külli akıl 71, 74, 80, 90, 108, 109, 163<br />

el-kelâm ez-ziti 53 külli bilinç 67, 68, 72<br />

kelamm tasavvull yönü 75 külli cevher 18, 24, 35, 46, 47, 68, 107, 127<br />

kelâmlar 88 külli cism 68, 83, 163<br />

kelâm nazariyesi 71, 86, 87, 89 külli hakikat 158<br />

kelimeler 76 külli ilke 75, 76, 85<br />

kelimetullah 70, 88 külli kelâm 77, 82, 83, 85, 87<br />

kemâl(ler) 141, 143 külli hu 48<br />

kendini açmalar 66 külli nefs 67, 68, 99, 100, 108, 109, 110, 120,<br />

kendini bilen Rabbini de bilir 48, 111, 159, 163, 163, 165<br />

170 külli ruh 59, 83<br />

kesib 145, 148 külli tabiat 67<br />

kesinliğin bilgisi 131 külli varhk 21<br />

kesinliğin hakikati 131 külli zat 28, 76<br />

kesinliğin ta kendisi 131 küllün nefsi 109<br />

ke şf 59, 94, 110<br />

el-kevn el-cami' 80<br />

keyfi 28 fakat 40, 75<br />

keyfiyyât mahsuse 116 lahat ve nasilt 30, 31, 80, 90, 105, 111, 167,<br />

keyfiyet 139 169<br />

kıdem 42 latif 53<br />

kıyamet (günü) 145, 146, 148 ledünni bilgi 100<br />

kıyas 153 el-levh el-mahfilz 67, 120, 163<br />

kibirli 52 locus 32<br />

ki şiler 92 logoi 76, 88<br />

el-kitab el-matar 68 logos 12, 70, 71<br />

Kitap 71 logos endiatheos 79<br />

konu şma 53 logos probhorikos 79<br />

kosmos 109<br />

kozmik ilke 85, 88<br />

kozmoloji 66 madde 33, 72, 134<br />

kozmolojik ilke 78 el-madde el-ula 71<br />

körlük 49, 50, 68, 150 mahiyet 56<br />

kötülüğün göreliği 139 el-mahlük el-ibtidai 165<br />

183


el-mah şer 145 monist 32, 33, 80, 114<br />

makam 102, 145 el-muazzif 141<br />

makâm el-cem' 68, 168 mucib 54<br />

ına'kû1 sânin 21, 24 el-mudill 141<br />

mâ lâ yetenâhâ vucûduhu 54 mudrik hakikat 114<br />

manevi a şk 151 el-mufârikât 113<br />

manevi vârisler 91 muhafızlar 92<br />

manilik 163 el-muhâlefe li'l-havâdis 125<br />

mantık 48 Muhammed'in hakikati 70, 71, 75, 76, 77, 79,<br />

mantıki belirlenme 60 80, 82, 85, 86, 87, 88, 90, 108, 156<br />

mantıki nazar 98 Muhammed'in halifeleri 94<br />

marifet 98, 156 Muhammed'in nuru 90, 91, 167<br />

masum imam 77, 166 Muhammed'in tuhi 70, 76, 77, 78, 79, 89, 93<br />

mazhar 46 95, 96<br />

mead 147 Muhammed'in sûreti 75<br />

meâni gaybiyye 120 Muhammed'in ulfıhiyyeti 86<br />

mecâll 133 Muhammed'in varlığı 86, 167<br />

meclâ 46, 135 muharrik 151<br />

meçhullerin en meçhulii 46 mukit 53<br />

mefâtih el-gayb 59 mustefâd varlık 57<br />

mefâtih el-uvel 59 "el-mutâ" nazariyesi 86<br />

mefku'ım külli 24 mutlak 22, 25, 35, 37, 38, 51, 59, 63, 67, 73,<br />

el mehdi el-muntazar 97 118<br />

melâm 92 mutlak a şkınlik 37<br />

melâmetiyye 92 mutlak birlenme 62<br />

melâmi (ler) 40, 91 mutlak birlik 78, 130<br />

meleke 99, 100 mutlak gayb 38, 101<br />

melekler 80, 83, 103 mutlak güzellik 118<br />

meleklerin ilki 90 mutlak hakikat 23, 59, 67<br />

menzilet tenzilı et-tevhid 78, 130 mutlak hayır 139<br />

el-mertebe el -ilâhiyye 68 mutlak huviyye 38, 118, 122, 130<br />

el-mertebe el-rahmaniyye 6J mutlak insan 166<br />

mesk 112 mutlak irade 130<br />

rue& 141, 142, 168 mutlak iyilik 140<br />

me şşâi 111, 154 mutlak kemâl 118<br />

metafizik cihet 79 mutlaklik 48, 73<br />

metafizik hakikat 21, 62, 66 mutlak monism 30<br />

metafizik hayaller 119 mutlak şeriat 130<br />

metafizik psikoloji 108 mutlak tenzih 104, 107<br />

mevcudun bi vucildun huve aynuha 24 mutlak varl ık 21, 22, 23, 24, 72, 164<br />

mevkif 169 mutlak varlık tüm varlığın kayna ğıdır 24<br />

mevzua 106 mutlak varolan 23, 24, 25<br />

mezcolma 66 mutlak varolmak 23<br />

mirac 104 mutlak velilik 96<br />

mişkât hâtem er-rusal 71 mutlak veya umumi peygamberlik 94<br />

el-mizân 145 mutlak zat 77<br />

monad 46 muvahhid 37<br />

Monism 7, 30 mücâzât 144<br />

184


mücessime 34, 35<br />

müdebbir 130<br />

mührü İsa 96<br />

mührün ruhu 71, 77, 55<br />

mükâfât 105, 144<br />

mü'min 52, 104, 105, 133, 135<br />

mümkün 27, 38, 42, 48, 77, 105<br />

mümkün hükümler 99<br />

mümkün varlıklar 27, 43<br />

münezzeh 52<br />

müntakim 146<br />

mürcie 147<br />

müsebbeb 76<br />

müşebbihe 34, 35<br />

mütekebbir 52<br />

mülün 145, 147<br />

nötık 88<br />

nüstıt 31, 75, 80, 105<br />

nazar": bilgi 102<br />

nebâti nefs 111<br />

nebi 92<br />

___ N<br />

nefeslerin yenilenmesi 105<br />

en-nefh 123<br />

nefs 110, 114, 116, 159, 166<br />

en-nefs el-külliyye 112<br />

nefs-i kül 109<br />

nefsin dört gücü 112<br />

nefsini ay ıplama 92<br />

nefsin mahiyeti nazariyesi 111<br />

nefs nazariyesi 108<br />

en-ne ş'et el-uhreviyye 101<br />

nisbi cihet 87<br />

nitelik 28, 37, 139<br />

noksanlik 141<br />

normatif ahlâk 144<br />

Noumenon 127<br />

Nous 70, 71, 85, 108, 128<br />

nûr 85, 86, 88, 90, 91, 103, 107, 114, 115, 171<br />

en-nûr el-mahz 139<br />

nutk 116<br />

nübüvvet 91<br />

en-nübüvvet el-âmme 94, 96<br />

en-nübüvvet el-ihtisas 94<br />

en-nübüvvet el-mutlaka 94<br />

nüfûz ve mânevi yiyecek mecaz ı 32<br />

objectif hakikat 140<br />

ol 76, 150<br />

olumsuz s ıfatlar 50<br />

oluş 56, 58, 72, 109 '<br />

ontology 12<br />

ontolojik yön 71<br />

ödül 144<br />

öncesizlik 42<br />

önerme türleri 99<br />

öteki dünya 42, 144, 147, 148<br />

öteki dünya yaratil ışı bilgisi 101<br />

öz 18, 65<br />

pantheism 7,9<br />

pantheist 64<br />

paraelete 90<br />

pek ho ş 53<br />

perde(ler) 101, 108, 131<br />

perdenin kalkma günü 146<br />

peygamber 75, 76, 77, 78, 81, 86, 88, 91, 92,<br />

93, 96<br />

peygamberlerin mührü 93<br />

pluralist 159<br />

postüla 106<br />

psikoloji 108, 118, 165<br />

putatap ıcılık 132<br />

putlar 133<br />

Rab 34<br />

rabhk 31 34<br />

er-rahim 141, 144, 146<br />

rahman 45, 54, 144<br />

rahman' ın ar şı 68<br />

rahman' ın nefesi 76<br />

rahmâni hazret 60<br />

rahmânilik hali 68<br />

rahman mertebesi 52<br />

rahmet 54, 141<br />

rakib 53<br />

realist 72<br />

resm 38, 46<br />

resul 91, 92, 93<br />

risâlet 91, 92<br />

riyazet 101<br />

rubûbiyyet 34, 48, 68<br />

185


uh 59, 70, 71, 72, 75, 76, 78, 88, 90, 108, s ırf nür 103, 129<br />

110, 112, 113, 115 sırf ruhlar 113<br />

rnhâni 68 sırf tenzlh 36<br />

ruhâni âlem 72, 79, 166 s ırf te şbilı 36<br />

ruhâni a şk 150 s ırf varl ık 103, 139, 140<br />

ruhâni cevher 164 s ırf yokluk 26, 139<br />

ruhâni hayat 166 s ırlann bilgisi 101<br />

ruhârd madde 72 sırr 71<br />

ruhâni pantheism 64 sırr el-kader 60, 102<br />

Rûh el-kuds 78, 85 sis 72<br />

ruh göçü 89 somut şey 25<br />

ruhi yticeli ş 104 sonra 43<br />

ruhlar âlemi 60 sonuçlama 103<br />

ruhlar sahas ı 122 sonuçlayıcı bilgi 37<br />

rüh Muhammed 70 sonsuz sıfatlar 45, 65<br />

ru'yet 103, 133 sorumluluk 84, 137, 168<br />

rüyalar 118, 119 soyut a şk 118<br />

rüya nazariyesi 118, 119 soyut a şkmhk 37<br />

- s -<br />

sâbitatun fi hazret es-subût 57<br />

sâbit örnekler ya da gizli hakikatler 56<br />

sâchk rüya 120<br />

saf iyilik 49<br />

saf ışık 49<br />

satürn 83<br />

scientia intuitiva 100<br />

sebep 40, 41, 78, 130<br />

sebeplilik 39, 41, 105, 130<br />

seçme 52, 138<br />

selld sıfatlar 50<br />

sembol 120<br />

sembolizm 78<br />

semi' 35, 53<br />

sevgi 88<br />

sezgi 99, 101, 102, 115, 128<br />

sezgiye dayanan bilgi (hükümler) 99, 100, 101<br />

s ıfât et-tenzih 48<br />

sıfât et-te şbih 48<br />

sıfatlar 32, 33, 46, 47, 49, 54, 55, 56, 80, 171<br />

sınırlı 50<br />

sınırlı bir varl ık 59<br />

sinirlilik 35<br />

es-s ırât 145<br />

s ırt 25, 36<br />

sırf ışık 139<br />

sırf iyilik 129<br />

sırf karanhk 129, 139<br />

soyutlar 25<br />

soyut suretler 36<br />

soyut varl ık 24<br />

söz 76<br />

su 107<br />

subjectif hakikat 140<br />

es-subuhât el-muhrika 50<br />

subût 55, 102, 137<br />

subuti sıfatlar 50<br />

sudfir 66, 165<br />

sfıfi (lik) 103, 104, 105, 106, 111, 115, 118,<br />

124, 129<br />

sufinin kalbinin değişkenliği 111<br />

sfıfi cihet 79<br />

Ali tecrübe 124<br />

süre misaliyye 121<br />

sûret (ler) 34, 40, 44, 47, 54, 67, 68, 80, 110,<br />

114, 150, 152<br />

sûret el-Hakk 90<br />

sûretlerde tecelli 67<br />

sûriş 68<br />

sükün mertebesi 52<br />

sükün verici 52<br />

sükün vericinin mertebesi 52<br />

sümme 43<br />

süreklilik 24<br />

süresi olan 24<br />

şahsi sıfatlar 54<br />

- -<br />

e ş - şart el-musahhihu li nefyihi 27<br />

186


şefaat 145, 146<br />

şefaatçi ya da paraclete 90<br />

e ş-şefi' 90<br />

şehvet 117<br />

şekil 26, 64<br />

şekli yükümlülük 138<br />

şer 139<br />

şeriat 94, 130, 141<br />

Şefik 132<br />

eş- şerr el-mahz 139<br />

şey (ler) 32, 44, 46, 83, 100, 140, 141, 164<br />

şeylerin gizli hakikatlar ı 54<br />

şirk 40, 62<br />

şulrüd 102, 107<br />

şuun 130<br />

taalluk 55<br />

et-taayyun el-evvel 90<br />

et-tabi 104<br />

tabiat alemi 82<br />

tabii a şk 150, 151<br />

et-tahakkuk 55<br />

et-tahalluk 55<br />

takyid 35, 38<br />

ta'lili bilgi 37<br />

tanr ılık 105<br />

et-tarik el-ehadiyye 132<br />

et-tarik el-emem 132<br />

<strong>tasavvuf</strong>" a şk 150<br />

<strong>tasavvuf</strong>" bilgi 103, 116<br />

<strong>tasavvuf</strong>"' ve metafizik psikoloji 108<br />

<strong>tasavvuf</strong>i sezgi 131<br />

<strong>tasavvuf</strong>'. yön 75, 88<br />

tasvir 38, 46<br />

tecdid el-enfas 105<br />

tecelli 66, 67, 68, 69<br />

tecelli etmek 44<br />

tecelliler sistemi 67<br />

tecelli yeri 46<br />

tecrübi psikoloji 114, 115, 116<br />

tecsim 35<br />

tedrici bir süreç olarak fena 128<br />

tefekkür 115<br />

tek hakikat 23, 37, 39, 40<br />

tek külli ruh 33<br />

teklif 138<br />

tek organik sistem 33<br />

tek tanr ıcılık 132, 134, 13u<br />

tek tanr ıcı ö ğreti 62<br />

tekvin 44<br />

tek zat 34<br />

telepati 99<br />

tenasüli 89<br />

tenzil ı 34, 35, 36,<br />

134<br />

tepe 145<br />

teslis 87<br />

te şbah 34, 35, 36,<br />

te şrii hilafet 93<br />

tevhid 37, 62, 65,<br />

39,<br />

39, 48, 103, 134<br />

78,<br />

et-tevhid el-mutlak 62<br />

48, 78, 103,<br />

0107, 126<br />

tevhidin tenzihi makam ı 130<br />

tevil 170, 171<br />

tezahür 47, 64, 66, 77, 130<br />

theist 32, 135<br />

theistik 55<br />

theodise 136<br />

tikel sebepler 40<br />

tikel varl ıklar 24, 47<br />

toprak 107<br />

toz 72, 107<br />

tul 30, 31, 167<br />

tümellik 48<br />

tüm nefs 165<br />

ubbad el-vakt 134<br />

uknum 87<br />

ulûhiyet 38, 49, 50, 64, 72, 75, 77, 90<br />

el-umana 92<br />

umumi hilafet 93<br />

umumi peygamberlik 94<br />

uzam 112<br />

uzunluk 30, 31<br />

üç çeşit a şk 150<br />

vâcib 27<br />

vacib bi'l-gayr 27<br />

vacib el-vuc ıld li zâtihi 24<br />

104, 107,<br />

valıdet-i vucild 9, 11, 18, 19, 21, 29, 33, 35,<br />

37, 39, 51, 53, 55, 61, 62, 63, 64, 65,<br />

80, 83, 88, 91, 93, 112, 124, 125, 128,<br />

130, 131, 134, 135, 141, 151, 163, 170,<br />

172<br />

187


vâhib 130 el-vudid el-Külli 21<br />

el-vâhidiyye 50, 68 el-vucûd el-mahz 139<br />

ahiy ilkesi 90 el-vudid el-mutlak 21<br />

vaid 134 vueüd e ş - şey' fi aynihi 25<br />

var-de ğil 25 vuctıd e ş - şey 25<br />

vâris (ler) 91-92 vudıd e ş- şey' frr-rukiim 25<br />

varlığı ba şkasıyla zorunlu 27 vue(id mutlak 24<br />

varlığın be ş mertebesi 51 el-vueüd el-mutlak asl külli yucild 24<br />

varl ığın birli ği 10, 21, 60 vücüh 133<br />

varlığın ikiliği 33<br />

varlığı sonsuz olan 54<br />

- Y -<br />

varlık 21, 23, 24, 25, 26, 27, 39, 43, 56, 71, yak ıcı parlakl ık 50<br />

132, 135, 142 yakla şılmayan ve sıfats ız varl ık 88<br />

varlık' ın türleri 26 yaratan 54, 130, 140<br />

varlık nazariyesi 12, 164 yarat ıcı emir 143<br />

varlık sahalar ı 121 yarat ıcı güç 121<br />

varlık veren 45 yarat ıcı irâde 142<br />

varlık "verme" 54 yarat ılan Allah (inançlar ımızda) 48<br />

var olan 24 yarat ılanin görü ş noktası 55<br />

varolma 25 yaratma 44, 150, 165<br />

varolmak 23, 25, 44 yaratma vas ıtası olan Hakk 70<br />

varolu ş 41 yaz ılı kitap 68<br />

vas ıtasız görme 102 yenilenen yarat ılış 43<br />

vas ıtasız idrak 100 yer 28<br />

vasıtasız mü şahede 102 yetiler 103, 113<br />

vasıtasız sezgi 115 yetkin imam 88<br />

el-vâsi 50<br />

ve ben Hak'k ım, zira ben hiçbir zaman Hak'-<br />

la hak olmaktan vazgeçmedim 31<br />

el-vedud 150 yevm el-hasre 146<br />

ve ene'l-Hakk fe innehu mâ z ıtltu ebeden y ıldızlı gökküresi 145<br />

hakkan 31 yıldızs ız gökküresi 145<br />

velâyet 91 yokluk 25, 27, 39, 47, 57, 72, 114<br />

el-velâyet el-âmme 96 yokolma 124, 125<br />

velâyet el-Muhammediyye 96 yoktann yarat ılış 42<br />

el-velâyet el-mutlaka 96 Yunan felsefesi 162<br />

veli 75, 76, 77, 78, 81, 86, 88, 91, 92, 93, 96, yüce âlem 85<br />

102 yüce Bir 52<br />

velilerin mührü 91, 93, 95, 96, 97 yüce haham 90<br />

velilik 91, 93, 96 yüce kalem 71, 78<br />

Verba Dei 76 yücelik 61, 80<br />

veren 53<br />

el-verese 92<br />

yuciib 52 zâhir 29, 39, 81<br />

vucüd 34, 132, 142 zâhiri âlem 29, 131<br />

vudid el-ma'nâ el-masdari 21 zâhiri cihet 140<br />

vuctld bi ma'nâ mevciid 21 zaman 45, 54, 164<br />

el vuctid el-Hakk 21 zamana tâbi âlem 87<br />

yetkin insan 36, 68, 69, 70, 71, 73, 74, 75,<br />

79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 87, 89, 90, 91, 93,<br />

98, 102, 110, 122, 152, 166, 171<br />

- Z -<br />

188


zamandal ık 34 zihnî suretler 119<br />

zaman ın âbitleri 134 zorlama 52<br />

zaman ili şkileri fikri 41 zorlay ıcı 52<br />

zamansız hayat 87 zorunlu 27, 28, 42, 43, 77, 105<br />

zat 28, 29, 33, 35, 37, 38, 40, 42, 44, 46, 47, zorunluk 52, 105<br />

48, 50 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, zorunlu hükümler 99<br />

61, 67, 69, 72, 75, 82, 88, 112, 135, zorunluluk 27, 34<br />

136, 150, 171<br />

zorunsuz 27, 38<br />

zât' ın taht ı 142<br />

zorunsuzluk 48<br />

zati birlik 29, 50, 82<br />

zuhûr 28, 43<br />

zati kelâm 53<br />

zuhur etmemi ş akıl 79<br />

zati zorunluluk durumu 52 zuhur etmi ş akıl 79<br />

zevk 100, 104, 106, 128, 131, 133 zulmet 139<br />

zihin 59, 73, 74, 88, 98, 99, 114 ez-zulmet el-mahz 139<br />

189

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!