İstikbal Dergi Ekim 2020 Sayısı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Gençlerin en çok eleştirildiği, pek çok
konuda eksik görüldüğü bir dönemdeyiz.
Herkesin dilinde “Gençlerle konuşulmuyor”
“Gençlerin bir hayat amacı yok”
“Hiçbir iş beğenmiyorlar” gibi cümleler var.
Sürekli geçmişle kıyaslama hali söz konusu.
TRT arşivlerinde yayımlanan programlara
bakıp “Nerede o aklı başında gençlik”
diye iç çekiyor herkes. Gençlerin durumları,
duruşları, üslupları, konuştukları meseleler tenkit
ediliyor.
Kullandıkları kelimeler, mizah anlayışları
da yadırganıyor.
Genelde sonuçları konuşmamızdan kaynaklanıyor
olacak ki, gençlerin eleştirilen duruma
gelmelerinin sebepleri göz ardı ediliyor.
HHH
Birinci sebep elbette eğitim.
Hangi kademede olursa olsun, eğitimden
çok bir yarış havası söz konusu.
Öğrencinin öğrenmesi, kendini geliştirmesi,
kendine bir şeyler katması çok önemsenmiyor.
O dönem popüler olan ‘en iyi’ olma standardı
neyse öğrenci ona yönlendiriliyor.
Eğitim şekli de buna göre evriliyor.
Gençler neyi sevdiğinden, neye ilgisi olduğundan
bîhaber oradan oraya savruluyor.
Belli bir yaşa geldiklerinde ise onlara
“senin hayat amacın yok” diyoruz.
Evet, belki gerçekten görünen bu.
Bir gayeleri yokmuş gibi duruyorlar.
Olabilir, çünkü ne istediklerini düşünmeye
fırsat vermeden bir yarışa dâhil edilmişler.
Sadece duruma göre ‘en iyi’ olmak için uğraşmaları
gerektiğini biliyorlar.
Bu durumu kabul edip yoluna böyle devam
eden gençler olduğu gibi, talibi olmadığı yarışın
içinde bulunmayı kabul etmeyenler de oluyor.
çinden gelmeyen şeyi yapmak istemedikleri
için o gençlere “aykırı” diyoruz.
Belki başarısız, tembel, çabasız olmakla
suçluyoruz.
AH BU GENÇLİK!
Bunların suç, hata, eksiklik olmadığını da
bilmek lazım elbette.
Ama tabii bu işin daha başka bir boyutu.
HHH
Akademik hayat dışında sosyal hayatta da
eleştiriler bitmiyor.
Aralarında 40 yaş olan bir amca bir gence
“Bununla hiç konuşulmuyor” diyor.
Hatta “boşa okumuş” diyor.
“Bizim zamanımızda…” diye devam ediyor
cümlelerine.
Kilit noktada burası işte!
“Bizim/sizin/onların zamanı”
Acaba farklı dili konuşuyor olmayı normal
kabul etmek gerekmez mi?
Varsayalım donanımlıbir gencimiz muhabbet
esnasındaçokluevren, yapay zeka, kuantum,
yazılım gibi şeylerden konuştu.
Kaç kişi buna dâhil olup muhabbeti sürdürebilecek?
“Amaan ben anlamam onlardan” denilecek
ve bu genç normal olmayan şeylerden konuşmakla
suçlanacak.
Belki “saçmalıyor” diye yadırganacak.
Saçmalamakla suçlandıkları şeyler ‘farklı’
alanlardaki konuşmaları ve görüşleri değil sadece.
Mizah anlayışları da çok eleştiriliyor.
Her şeyi mizah unsuru olarak gördükleri
için ciddiyetsiz kabul ediliyorlar.
Burada Nietzsche’nin şu sözünü hatırlamakta
fayda var;
“İnsan hayatta o kadar acı çeker ki,canlılar
arasında yalnız o,gülmeyi icat etmek zorunda
kalmıştır.”
HHH
Bazı şeyler üst üste geldiğinde, insanın sığınaklarından
birinin mizah olduğunu fark etmemiz
gerekiyor. “Şimdi gençler çok rahat”
denilse de gençlerin sınav, iş ve hayatlarını
devam ettirme stresleri o kadar yüksek ki…
Üniversiteye başlayana kadar geçirdikleri
stresli zamanın yerini umut ve neşe alması gerekirken
bu strese işsizlik ve gelecek kaygısı ekleniyor.
Bir dönem çaba sarf ediyorlar, iş arıyorlar,
başka başka sınavlara giriyorlar.
Ama sonra türlü engellerle gelecekleri baltalanıyor.
Çok kaygılı oldukları bu süreçlerde hayata
tutunmak adına bir şeyler geliştiriyorlar.
Bu da genelde mizah oluyor.
Her şeyle dalga geçmeye, her olayı mizaha
çevirmeye başlıyorlar.
Bu şekilde motive ediyorlar kendilerini.
Sonra hayatında hiç sınava girmemiş, hiç
kariyer kaygısı yaşamamış, KPSS, YDS, ALES
bilmeyen biri çıkıp “Siz de iş beğenmiyorsunuz,
isteyene iş çok, çalışana her türlü imkan var”
minvalinde şeyler söylüyor. Gençler bir dertlerini
anlatmaya görsün nankör oldukları başta
olmak üzere çok farklı şeylerde suçlanıyorlar.
Bu da yetmiyor gereksiz sorularla bunaltılıyorlar.
“Ne oldu senin iş” diye başlayan türlü sorular
geliyor.
Cevap vermeyi tercih etmedikleri zaman ya
da yüzleri asıldığında “ah bu gençlik” söylemleri
de başlıyor. Suçlamaları bir kenara koyalım ve
biraz kameranın kadrajını başka tarafa çevirelim.
Sürekli eleştirmek yerine bu noktaya nasıl
gelindiğine bir bakalım.
En azından anlamaya çalışalım.
Anlayamıyorsak , “ben bilmem o işleri” diyorsak
o zaman biraz susmayı deneyelim.
‘Bizim’ denilen ve özlenen o günlerdeki
gibi sükûtun altın oluşunu hatırlayalım.
Emine Girgin
“KENDİNİ SEV”
eminagirgin@hotmail.com
Sevmek, insanda
olumlu çağrışımlar
bırakan ancak tam
olarak anlatılmayan ya da tarif edilemeyen
şey. Hep bir şeylerle tarif
edilmeye çalışılan ya da bir şeylere
benzetilerek anlatılmaya çalışılan bir
kelime. Çok ya da az olup olmaması
önemli olan bir kelime; sevmek. Ama
bugün herkesin bizi sevmesinden
önce, kişinin kendini sevmesinin ne
kadar önemli olduğundan bahsedelim.
Sizin için mutluluk ve huzur neye
12
bağlı? Başkalarının sizi sevip değer
vermesine mi? Peki ya sizi eleştirip,
sevmediklerinde? İşte koca bir mutsuzluk…
Sahte huzurunuz başkalarının sizi
sevmesine bağlı olmasın. Eğer birinin
sizi sevmesini istiyorsanız önce kendinizi
sevin. Çünkü hayat, kendini
sevmeyen bir insanın karşısına onu
sevecek insanları çıkarmıyor.
Kendini sevmeyen kişinin kendisine
yönelen sevgiyi hissetmesi de zordur.
Sevilmeye layık olduğunuzu
hissetmiyorsanız birinin sizi
seveceğine de inanmazsınız.
Başkalarının bizi sevmesi de
kendimizi sevmemiz için yeterli
değildir. Kendimizi sevmek içimize
dönüp, kendimizle ilgili
düşüncelerimizi fark edip, üzerinde
çalışmamız ile olur.
Herkes hak ettiğini düşündüğü şeyi
seçer. Sevilmeyi hak ettiğinizi
düşünüyorsanız sizi sevecek kişileri
seçersiniz. Kendinize değer vermiyor,
sık sık eleştiriyorsanız seçeceğiniz kişi
de size bu şekilde davranacak bir kişi
olacaktır.