31.12.2014 Views

Yukarılara doğru güverc nler g b kanat çırpalım ve çok ... - Yeni Ümit

Yukarılara doğru güverc nler g b kanat çırpalım ve çok ... - Yeni Ümit

Yukarılara doğru güverc nler g b kanat çırpalım ve çok ... - Yeni Ümit

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Bahçe mânâsına gelen Ravzâ, inanmış<br />

insanların mukaddes şeylere karşı duydukları<br />

alâka, bu alâkadan kaynaklanan<br />

duygu, düşünce <strong>ve</strong> tasavvurların sürekli<br />

değişen telakkilerle, sanat-mâbed-metâf-ı<br />

kudsiyân1 mülâhazaları içinde öteden<br />

beri, bir çeper <strong>ve</strong> bir surla sınırlandırılmaya<br />

çalışılmış bir “Hazîratü'l-kuds”tür.<br />

Ravzâ-i Tâhire karşısında hayat, hep bir hülya <strong>ve</strong> rüya<br />

gibi yaşanır. Bütün bütün ona sırtını dönmeyen hemen<br />

her ruh, onun elinden aşk şarabı içmiş, mest olup kendinden<br />

geçmiş gibi, bir türlü bu sihirli âlemden ayrılmak<br />

istemez. Burada fikirler durur, ruhlar duyguların tesirine<br />

girer <strong>ve</strong> bütün gönülleri bir vuslat arzusu sarar. Burada,<br />

insanın içinde birer çiçek gibi açan mahrem hülyalar, âdeta<br />

insana Cennet bahçelerinin hazlarını <strong>ve</strong> cennetliklerin<br />

neş’e <strong>ve</strong> huzurunu tattırır gibi olur. Burası, hassas ruhların<br />

hülyalarına matkap salmak için Kudret eliyle ta ezelden<br />

plânlanıp kurulmuş <strong>ve</strong> hisleri, istekleri, sevgileri tutuşturan,<br />

besteleyip mırıldanan, dünyada, gökler ötesinin bir<br />

uzantısı gibidir. Burada, kendini inanç buudlu tasavvurların<br />

rengîn <strong>ve</strong> zengîn iklimine salabile<strong>nler</strong>, uçsuz bucaksız<br />

hülyalara dalar; yaşadıkları hayatın içinde bir sır, bir hafî,<br />

bir ahfâ 5 yolcusu gibi çok defa bizim için gizli kalan <strong>ve</strong><br />

insanoğlunun asıl benliğini teşkil eden bir başka “ben”in<br />

var olduğunu duyarlar. Âdeta, şehadet âleminin ince tenteneli<br />

perdesi delinip de her şeyin hakikatiyle beraber insanın<br />

özü de meydana çıkmış.. dolayısıyla herkes kendini<br />

uhrevîleşmiş gibi hisseder <strong>ve</strong> öbür âlemin âhengine uyar<br />

<strong>ve</strong> kendini firdevsî hazlar içinde bulur.<br />

Bizler, her zaman kendimizi Kâbe’de ibadet, Ravzâ’da<br />

da aşk u hasret kuşağında hisseder; birincisinde kulluk sırrını<br />

idrakle cevap <strong>ve</strong>rmeye çalışır, ikincisini de samimiyet<br />

<strong>ve</strong> <strong>ve</strong>fa ile kucaklarız. Buralarda duyduğumuz şeylerin aslını<br />

tam tefrik edemesek bile, en duygulandırıcı şeylerden<br />

daha duygulandırıcı, en <strong>ve</strong>cd <strong>ve</strong>rici şeylerden daha coşturucu,<br />

hülyasıyla mest olduğumuz bir âlemi, kendine has<br />

ahengi, şiirî büyüsüyle duyar <strong>ve</strong> ifadesi imkânsız hislerle<br />

yerlere kapanacak hâle geliriz.<br />

Her zaman, aşk u şevkin gelgitleri arasında yaşanan<br />

buradaki hayat, bir vuslat demi, bir “şeb-i arûs” 6 neş<strong>ve</strong>si<br />

içinde yaşanır. Her çığlık, her inilti, dosta açılan kapıların<br />

gıcırtıları gibi yüreklere ürperti salar. Ruh “vuslat” der<br />

i<strong>nler</strong> ara sıra dost yüzü kendi çağıyla kapısının önünde el<br />

pençe divan duranların, gözlerini yummuş, saygıyla bir<br />

menfez kollayanların hayallerine kâh açılır, kâh kapanır.<br />

Ama sürekli imrendirir, sürekli ümitlendirir <strong>ve</strong> daima rikkatli<br />

geçer...<br />

Burada duvarlar, sütunlar <strong>ve</strong> aşk matkaplarıyla oyulmuş<br />

gibi görünen kubbeler, hatta döşemeler, sergiler hemen<br />

her şey, mavi, yeşil, sarı her rengin nazlı çiçeklerini<br />

andırır mahiyette, güzelliklerin en deri<strong>nler</strong>ine açılmış yaşıyor<br />

gibidir...<br />

Zaten her zaman nezih bir ruha benzetebileceğimiz<br />

Merkad <strong>ve</strong> Yeşil Kubbe, âşıkların duygu <strong>ve</strong> düşünce<br />

dünyala rın daki derinliklerle yan yana gelince öyle muammalaşır<br />

ki, in san bulunduğu yeri Cennet’ten kopup gelmiş<br />

bir parça sanır.<br />

Bugüne kadar mânevî havası <strong>ve</strong> ledünnî zevkleriyle pek<br />

çok feyizli makam gördüm.. bir hayli mübarek mahalleri<br />

müşâhede fırsatını buldum. Ama bunlar arasında, ruhumda<br />

en derin izler bırakan, Peygamber (sallallâhu aleyhi <strong>ve</strong><br />

sellem) köyü –o köyün izleri ebedlere kadar gönüllerimizde<br />

yaşasın– olmuştur. Ruhum o beldeyi her zaman bir<br />

“dâüssıla” hasretiyle kucaklamıştır. Kucaklarken de “İşte<br />

bir avuç toprağını cihanlara değiştirmeyeceğim beldeler<br />

beldesi!” demiş içimi çekmişimdir.<br />

Bunlar, bir ham ruhun duyup hissettiği şeyler. İrfanla<br />

<strong>kanat</strong>lanıp aşkla şahlanmış büyük sinelerin duyup<br />

hissettiklerini onlardan dinlemek <strong>ve</strong> onlardan öğrenmek<br />

icap eder. Bu mevzuda benim söylemeye çalıştıklarım<br />

ise, beceriksizliğin <strong>ve</strong> istidatsızlığımın çehresinde<br />

hamiyet ehlini gayrete getirme arzusundan başka bir<br />

şey değildir... Bu kadarcık olsun bir şey yapabilmişsem,<br />

onu Ruh-u Seyyidü’l-Enâm’ın te<strong>ve</strong>ccühüne <strong>ve</strong>sile<br />

sayar, kapısının tokmağına dokunur “Beni de Yâ<br />

Resûlallah..!” derim.<br />

*Bu yazı, <strong>Yeni</strong> Ümit dergisinin Temmuz-Ağustos-<br />

Eylül 1990 tarihli 9. sayısından alınmıştır.<br />

Dipnotlar<br />

1. Metâf-ı Kudsiyân: Kudsîlerin çevresinde dönüp durduğu yer ma’nâsına<br />

Şâir Nâbî’ye ait bir söz.<br />

2. Hazîrat’ül Kuds: Tasavvurlar üstü bir cennet bahçesi.<br />

3. Muvâcehe: Kıble tarafından Efendimiz’in nur-efşan kabrini çevreleyen<br />

mübarek parmaklıklar.<br />

4. Tedâî: Çağrışım.<br />

5. Hafî-Ahfâ: İnsandaki mahiyeti pek fazla keşfedilemeyen duygular.<br />

6. Şeb-i Arûs: Kutlu kavuşma, âşıkın maşukuna kavuşması anı.<br />

4

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!