13.07.2015 Views

mimarlığı “sosyolojik olarak” anlamak - Mimarlar Odası Ankara Şubesi

mimarlığı “sosyolojik olarak” anlamak - Mimarlar Odası Ankara Şubesi

mimarlığı “sosyolojik olarak” anlamak - Mimarlar Odası Ankara Şubesi

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

dosya 30TMMOB MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ ARALIK 2012<strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Mimarlığı sosyolojik Olarak AnlamakDosya Editörü: Nilgün Fehim Kennedy, Dr,Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi BölümüMimarlığı <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> anlamanın yolu “mimarlık nedir”, “mimar kimdir” gibi soruları cevaplayabilmektengeçer. Şüphesiz, her mimarın bu sorulara kendi yanıtı vardır ve bunları kendi dünya görüşüve tercihlerine göre yanıtlar. Ancak, her tarihi dönemde, mimarın birey olarak estetik anlayışını ve dünyagörüşünü etkileyen ortak etkenler de olmuştur. Bu etkenlerin tanımlanmasıyla farklı dünya görüşü ve tercihleresahip görünen mimarların ortak kültürüne ışık tutmak ve aynı zamanda, toplum ve mimar arasındakiilişkilere dair ipuçları bulmak mümkündür.Çağdaş sosyolojinin teorisyenlerinden Anthony Giddens 1 sosyolojik bir incelemenin ayrılmaz parçası olanüç bileşeninden söz eder: tarihsel duyarlılık, antropolojik bir içgörü ve eleştirel bakış açısı. Tarihsel duyarlılıkiçinde yaşadığımız toplumun farklılıklarını anlamamızı sağlarken, antropolojik içgörü aynı toplumuniçindeki farklılıkları kabul etmemize yardımcı olur. Bu iki bileşenin varlığı ise eleştirel bakış açısını ortayaçıkarır. Giddens’a göre bunlar için gerekli olan esas şey ise <strong>“sosyolojik</strong> hayalgücü”dür. Ancak bu yollabaşkalarının zihinlerine girebilir, onların eylemlerini ve bu eylemlere yükledikleri anlamları anlayabiliriz.Bu, günümüz sosyologlarının büyük çoğunluğunun benimsediği yaklaşımdır. Bu yaklaşımla mimarlık mesleğinisosyolojik olarak <strong>anlamak</strong> için öncelikle içinde yaşadığımız toplumu tarihsel bir perspektif içindedeğerlendirebilmek gerekmektedir. Bu değerlendirme mimarlık mesleğinin dünyadaki ve ülkemizdeki durumuylailgili benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyabilmek iyi bir başlangıç noktasıdır.Neil Leach 2 modern <strong>mimarlığı</strong>n tarihini değerlendirirken 20. Yüzyılın “yeni bir mimariye doğru” gibi ütopikyaklaşımlarla büyük bir iyimserlik içinde başladığını ancak, “<strong>mimarlığı</strong>n yeniden düşünülmesi” gerektiğitartışmalarıyla sona erdiğini söyler. Leach <strong>mimarlığı</strong>n, belli bir düşünme biçiminin ürünü olduğunuhatırlatarak <strong>mimarlığı</strong>n sorunlarının kaynağına inilmek isteniyorsa <strong>mimarlığı</strong>n üretim sürecindeki bu düşünmebiçimlerinin ve değerlendirmelerin dikkate alınması gerektiğini ekler. 3 Birey olarak mimar, toplumsaldeğişim sürecinden bağımsız değildir. Toplumsal değişim hem mimarın toplumsal konumunu hemde düşünce ve değerlendirmelerini etkiler. Günümüz mimarının, değişen toplumda hem mimar olarakhayatını kazanması gerekmektedir, hem de yapılı çevreye ve dolayısıyla topluma karşı sorumluluğu vardır.İçinde yaşanılan kapitalist sistemde bunlar çoğu zaman birbiriyle çelişir; birinin yerine getirilmesi için,diğerinin feda edilmesi gerekebilir. Mimarlığın sorunlarının temelinde, hem bireysel hem de kurumsaldüzeyde, bu çelişkili durumu çözmeye yönelik düşünce ve eylemlerin yattığı iddia edilebilir. TheodordosyaTMMOB <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> <strong>Ankara</strong> <strong>Şubesi</strong> AdınaSahibi ve Yazı İşleri MüdürüAli HakkanYAYIN KURULUBerin F. Gür, Cânâ Bilsel,Elvan Altan Ergut, Emel AkınEsin Boyacıoğlu, Serpil ÖzaloğluNuray Bayraktar, Ethem TorunoğluBülent BatumanDosya EditörüNilgün Fehim KennedyDosya KoordinatörüSerpil ÖzaloğluYayına HazırlayanPelin ÖzgümüşKapak Tasarım ve UygulamaÖmer Burak PolatKonur Sokak No:4/3 Kızılay <strong>Ankara</strong>Telefon:0 312 417 86 65 Fax:0 312 417 18 04e-posta: info@mimarlarodasiankara.orghttp://www.mimarlarodasiankara.orgISSN 1309-0704TMMOB <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> <strong>Ankara</strong> <strong>Şubesi</strong> tarafındanyılda üç kez yayımlanmaktadır.4000 adet basılmıştır. Üyelere ücretsiz dağıtılır.Burada yer alan yazıların içeriğinin sorumluluğu yazarına aittir.Kaynak gösterilmek koşuluyla alıntı yapılabilir.Baskı tarihi: Mart 2013BaskıDesen Ofset A. Ş.Birlik Mah. 448. Cd. 476. Sk. No:2 Çankaya - <strong>Ankara</strong>Telefon: 0 312 496 43 43 (pbx)info@desenofset.com.tr


KennedyAdorno’ya göre 4 bu çelişkilerin kaynağı <strong>mimarlığı</strong>n hem pratik ihtiyaçlara yönelik bir meslek olması hemde kendi başına bir sanat olması (ki sanatın böyle bir amacı yoktur)ve bunun sonucu olarak ortaya çıkanmuğlak karakterinin yarattığı iktidarsızlıktır. Adorno’nun bahsettiği iktidarsızlığı artıran en önemli etkenise, şüphesiz, mimarın mesleğini bir yatırımcı olmadan icra etmesinin imkânsızlığıdır.Bu değerlendirmeler Türkiye’deki mimarlar ve mimarlık mesleği bakımından da geçerlidir. Türkiye’demimarlık mesleğinin tarihi gelişmesinin, Batı’daki gelişmelerden tamamen farklı olmadığı, var olan farklılıklarınise kültürel olduğu ve daha da önemlisi Türkiye’de toplumsal alt yapının yani kapitalizmin farklışekilde ortaya çıkmasından kaynaklandığı söylenebilir. Türkiye’de kapitalizmin inşasının devlet tarafındanyürütülmüş olduğu gerçeğinin batıyı norm alarak değerlendirilmesi ve mimarlık mesleğindeki farklılıklarında bu gerçeği dikkate almaksızın açıklanmaya çalışılması en basitinden batı-merkezci bir bakış açısıdır.Örneğin Erken Cumhuriyet dönemindeki <strong>mimarlığı</strong>n siyasal olduğundan söz eden mimarlar özellikletoplumun kendine özgü gelişimini ve <strong>mimarlığı</strong>n toplumsal konumunu gözden kaçırmakta ve mimarınbunlardan bağımsız olabileceği gibi bir inanç taşımaktadırlar. Oysa bu farklılıkları kabul etmek mesleğinsosyolojik çözümlemesini yaparken Giddens’ın bahsettiği tarihsel duyarlılığa sahip olmanın ön koşuludur.Öyleyse bu noktada Türkiye’de mimarlık mesleğinin batıdakinden hangi noktalarda farklı olduğundankısaca bahsetmekte yarar var. Öncelikle, kapitalist üretim tarzında fazla yaşama şansı olmayan küçük, bağımsızmimarlık büroları -sayıları azalmaya başlamasına rağmen- Türkiye’de oldukça yaygındır. Ekonomikve siyasi koşullar, mimarların özel işler almalarını zorlaştırmaktadır; bunun sonucu olarak kamu ihaleleriküçük mimarlık bürolarının kendilerini idame ettirebilmeleri için hâlâ çok önemlidir. Ne olursa olsuniş alabilmek için başvurulan fiyat kırma pratiği bir yandan, “bizden olsun, çamurdan olsun” mantığıylaişi alan yetersiz kişiler öbür yandan, sadece üretilen mimarinin kalitesini etkilemekle kalmayıp, çokdaha fazla küçük büronun kapısına kilit vurmak zorunda kalmasına da neden olmaktadır. Bu mimarlarınyaşamlarını nasıl sürdürecekleri çok önemli bir meslek sorunudur.İkinci olarak, bugün, Türkiye’de mimarların daha acil çözüm bekleyen sorunları da vardır. Bunlar doğrudandoğruya mimarın topluma karşı sorumluluğu ve sanatçı yönüyle katkıda bulunduğu estetik sorumluluğuile ilgilidir. Bugün yapılı ve doğal çevreyle ilgili uygulamalar ve çıkarılan yeni yasalar ile toplumun hemyaşam kalitesinde hem de ortak belleğinde geri dönüşü mümkün olamayan hasarlar ortaya çıkmaktadır.Türkiye’de de konut sektöründeki artan arz, konutu temel bir insan hakkı olmaktan çıkarıp bir lüks tüketimmaddesine dönüştürürken, kentsel dönüşüm sonucu eski konutlarını kaybeden insanlar hem anılarınıhem de toplumsal dayanışma örüntülerini yitirmekte ve yalnızlaştırılmaktadırlar. Yalnızlaştırma toplumsalmanipülasyonun en önemli araçlarından birisidir ve mimarlık şu veya bu biçimde bunun aracı olmaktadır.Bunlara tepki olarak <strong>mimarlığı</strong>n, bugün, siyasallaştığından bahseden mimarlar da <strong>mimarlığı</strong>n siyasettarafından her zaman kullanılabileceği gerçeğini gözden kaçırmakta ve mimarın toplumsal konumundanbağımsız olabileceği inancını yeniden üretmektedirler.Sosyal bilimci ve kentsel coğrafyacı David Harvey, 2012’de <strong>Ankara</strong>’da verdiği bir konferansta 5 “kentseldönüşümün esas olarak soylulaştırma politikalarıyla, ‘kent merkezlerinin yeniden pazarlanması’ şeklindegerçekleştirildiğini” ve “özellikle kriz dönemlerinde sermaye birikiminin konut politikaları üzerindensağlandığını” öne sürmüştü. Harvey’e göre “kapitalizm dönemsel krizlerini, borçlandırma ve kredilendirmeyoluyla, insanları ‘konut sahibi olma’ya özendirerek efektif talebin artırılmasıyla aşmaya çalışmaktadır.” 6David Harvey’in anlattıkları, tüm dünyayı içine alan ekonomik krizin atlatılması için kentsel dönüşümprojelerinin ve konut edindirme çabalarının kullanılmasının sadece Türkiye’ye özgü olmadığını göstermesiaçısından önemlidir. Ancak, Türkiye’de bu politika, aynı zamanda, yeni rant araçları yaratmak içinde kullanılırken mevcut hükümetin izlediği ve yakın tarihle hesaplaşmayı hedefleyen rövanşist politikanında hizmetindedir. Bir diğer önemli fark da batı toplumlarında, toplumu ve çevreyi koruyacak sistemlerintüm aksaklıklarına rağmen işleyebilmesidir. Türkiye’de meslek odalarının işlevsiz hale getirilme çabalarıve yargı sistemindeki değişikliklerle var olan tepkilerin önüne geçilmeye çalışılması ise, en küçük bir karşıçıkmanın bile istenmediğinin göstergesidir. Bu durum Türkiye’de mimarların sırtına hiç olmadığı kadarbüyük bir toplumsal yük bindirmektedir ve yapılı çevreden sorumlu diğer mesleklerle ortak mücadelebugünün en acil konularından birisidir.2dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Kennedy<strong>Mimarlar</strong> bütün ortak noktalarına rağmen homojen bir grup değildir ve aralarındaki farklılıkları görmekmesleğin sosyolojik incelenmesi için gerekli olan antropolojik içgörüyü sağlar. Türkiye’de, içindebulunduğumuz sosyo-ekonomik koşullarda mimarları farklı konumlarda görmekteyiz. Mesleğin en büyükörgütlenmesi olan <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>, var olan duruma yasal yolları kullanarak, eylemlerle, basın açıklamalarıylamüdahale ederek bir karşı duruş sergilerken, medyadan izlediğimiz şekliyle iki farklı eğilimdahavardır. Birinci eğilim yapılan yanlışları görmekte ancak mimarların devreye girerek “hiç değilse” dahagüzel binalar ve çevreler yaratılmasını sağlayarak durumu iyileştireceğine inanmaktadır. İkinci eğilim isetamamen mevcut sistemden yana tavır almaktadır. Bu toplumsal panorama içinde her mimarın birey olarakdüşündüklerini ve eylemlerini <strong>anlamak</strong> da sosyolojik analizin bir parçasıdır.Son dönemlerde mimarlık teorisiyle ve mimarlık tarihiyle, mesleğin örgütlenme tarihiyle ilgili araştırmalardaönemli bir artış vardır. Mesleğin duayenlerinin kendi deneyimlerini aktardıkları kitapların sayısı çoğalmaktadır.Yurtdışındaki mimarlarla boy ölçüşebilecek kalitede ürünler üreten mimarların sayısı hızlaartmaktadır. <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>nın belli aralıklarla üyelerinin sosyo-ekonomik durumunu araştırdığı anketlermevcuttur. Ancak bütün bu çalışmaları birleştirebilmek için ve “nasıl bir meslek olduğumuzun bilimselolarak irdelendiğini, ‘meslek’ olmakla ‘disiplin’ ya da ‘sanat’ olmak arasındaki farkı, mesleğin ekonomipolitiğini,iç ve dış kültürümüzü, söylemimizi dilimizi, …konu yaptığımızı, özetle, mesleğimizin bir sosyolojisini”7 oluşturabilmek için <strong>mimarlığı</strong>n disiplinler arası bir bakış açısıyla da incelenmesine ihtiyaç vardır.Türkiye’nin sosyo-ekonomik sorunlarıyla mimarlık arasındaki ilişkilerin incelenmesinde ilk kapsamlı bilimselçalışma1969 yılında <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> tarafından düzenlenen bir seminerdir. 8 Bu seminerdeki sunumlarsadece mimarlar tarafından değil, Türkiye’nin o günlerde önde gelen sosyal bilimcileri ve iktisatçıları tarafındanda yapılmıştır. Seminer, 20. Yüzyılın başındaki ütopik ve iyimser- yeni “bir mimarlığa doğru”anlayışının Türkiye’deki yansımalarını görmek açısından önemli bir örnektir.1969’daki mimarlık semineri, disiplinler arası ilk etkinliktir. O zamandan bu yana, 1981’deki Mimarlık veEkonomi konulu seminer dışında, çok az sayıda disiplinler arası toplantı organize edilmiştir. Daha sonrakibilimsel toplantılar tam da Leach’in bahsettiği gibi “<strong>mimarlığı</strong> yeniden düşünme” amacına hizmet eden vemimarların kültürel teori, felsefe, sosyoloji gibi alanlardan etkilenişlerini ortaya koyan önemli adımlardır.Bu noktada, Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından yapılan iki anketten de sözetmek gerekir. Bunlardan birincisi, <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın 1975’te başlattığı, mimarların sosyal statüsü ileilgili olan ankettir. 1987’de, TMMOB, tüm TMMOB üyelerini kapsayacak şekilde genişletilen bu ankete,destek vermiştir. 9 Ali Artun’un bu çalışması 1999’da “Fordizmin ve Mühendisin Dönüşümü” başlığı ileyeniden basılmıştır. İkinci çalışma 1998-1999’da Ahmet Haşim Köse ve Ahmet Öncü tarafından yapılan,Kapitalizm, İnsanlık, ve Mühendislik: Türkiye’de Mühendisler, <strong>Mimarlar</strong> başlıklı araştırmadır. Köseve Öncü’nün çalışmasının en önemli sonucu, mühendis ve mimarların ekonomik konumlarının meslekiideolojilerinin seçiminde ve bu anlamda, örgütlenme tercihlerinde de belirleyici rol oynamakta olduğunugöstermesidir. 10Bu iki çalışma, Türkiye’deki mimar ve mühendislerin sınıfsal konumlarını ve siyasi-ideolojik eğilimlerinigösterdikleri için çok önemlidir. Öte yandan, mimarların çoğunun çalışma koşulları ve sınıfsal konumlarımühendislerle benzer olsa da, mimarlar kendilerine özgü farklılıklara da sahiptirler. Bu nedenlebu Dosyada mimar ve mimarlık mesleğinin farklılıkları <strong>“sosyolojik</strong> bir hayal gücüyle” anlaşılmayaçalışılacaktır.Dosyadaki yazıların birbirleriyle diyalog içinde olan, birbirlerini tamamlayan yazılar olmasına dikkat edilmiştir.Ayrıca katkıda bulunan yazarlara sadece akademik değil, isterlerse kendi deneyimlerini de aktarabilecekleriyazılar yazabilme serbestisi sağlanmıştır. Sosyolojik çalışmalarda bireyin aktif olarak kendieylemlerini yorumlaması ve bu deneyimleri okuyanların kendi deneyimlerinin ortak veya farklı yönlerinigörebilmesini sağlayan bu yöntem antropolojik iç görü ile de yakından ilişkilidir. 11Dosya yazıları üç bölüm altında toplanmıştır: Birinci Bölüm, Meslek; İkinci Bölüm, Eğitim ve ÜçüncüBölüm, Meşruiyet. Ayrıca bu Dosya’da bir “sonsöz” de yer almaktadır.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>3


KennedyDosya, Le Corbusier’nin “Bir Mimarlığa Doğru” adlı kitabından “Mimarlık veya Devrim” yazısıyla açılıyor.“Le Corbusier o sıralarda yaşanan toplumsal çalkantının nedenini, Sanayi Devrimi’nin yarattığı yeni yaşambiçimiyle bunun gereksinmelerine yanıt getiremeyen konut mimarisi arasındaki çelişkide görüyordu” ve“sürekli büyüyen somut gerçekler üzerinde usa yakın bir denetim sağlama arzusunu dile getiriyordu.” 12 Buarzuyla <strong>mimarlığı</strong>n toplumsal sorunların çözümünde çok önemli bir rol oynayacağı -hatta olası bir devrimiengelleyebileceği- inancının, bugün bile ideolojik yaklaşımı ne olursa olsun hemen her mimarın kolektifbilinçaltında olduğu söylenebilir.Birinci Bölümün ikinci yazısı ünlü Fransız filozofu Michel Foucault ile ölümünden iki sene önce yapılanbir söyleşidir. Söyleşi 1984 yılında Mehmet Adam’ın çevirisiyle Mimarlık dergisinde yayınlanmıştır.Foucault’ya göre mimarlık her zaman siyasidir ancak on sekizinci yüzyılda, “toplumları yönetme amaçlarınınve tekniklerinin bir gereği olarak mimarlık üzerine düşünme gelişmeye başlamıştır ve bu düşünceleresas olarak mimarların mimarlık üstüne düşüncelerinde değil ama siyasetçilerin düşüncelerinde ortayaçıkmıştır”. Foucault’nun söz ettiği durumu anlayabilmemiz için on sekizinci yüzyılın Fransız İhtilaliyle,Sanayi Devrimiyle, kapitalist üretim tarzıyla, ama esas olarak on dokuzuncu yüzyılda kurumsallaşan buüretim tarzının üst yapısı olan moderniteyle ve ulus devletlerle ilişkisini hatırlamamız gerekiyor. Foucault,söyleşide mimarın özgürleştirici niyetlerinin ancak halkın özgürlükleri kullanma pratikleri ile çakıştığı durumlardaolumlu etkiler yaratabileceği ve bunun aksinin de her zaman mümkün olabileceği konusundabizleri uyarmaktadır.2011 yılında kaybettiğimiz değerli sosyal bilimci Hasan Ünal Nalbantoğlu, mimar ve mimarlık konularınaher zaman ilgi duymuş ve bu konulardaki görüşlerini pek çok seminer ve konferansta ve kitaplarında dilegetirmiştir. Kendisinin basılı görüşlerinden değil, <strong>Mimarlar</strong> Derneği 1927’de yaptığı bir sunuşun ardındandinleyicilerin sorularına verdiği cevaplardan derlenen üçüncü yazıda her dönem <strong>mimarlığı</strong>n kendi şiiriniyaratması gerektiğini söyleyerek, geçmişteki büyük mimarlara saygı duymakla beraber onları mutlaklaştırmamamızgerektiği konusuna dikkatimizi çekmektedir.Birinci Bölümün dördüncü yazısı daha önce bahsedilen Ali Artun’un Fordizmin ve Mühendisin Dönüşümükitabında yer alan ve mimar ve mühendisin Türkiye’deki sosyo-ekonomik konumu açıklamaya yardımcıolan hipotezlerden oluşmaktadır. Ali Artun’un önsöz olarak yazdığı yazıda belirttiği gibi bu hipotezleraradan geçen 30-40 yıla rağmen emeğin, dolayısıyla da mimarın emeğinin de “büyük yapısal dönüşümü”nü açıklaması açısından hâlâ yol göstericidir. Ayrıca bir yandan mimara büyük önem atfeden kolektif bilinçaltınıntersine mimarın inşaat sektöründeki “iktidarsız” konumunu nesnel temelde açıklamaya çalışırken,diğer yandan da Michel Foucault’un sözünü ettiği mimarın erki iletme gücüne sahip olmadığı iddiasını dadesteklemektedir.Nilgün Fehim Kennedy, yazısında mekân üreticisi olarak düşünülen mimarın hem sanatçı hem profesyonelsıfatıyla aldığı eğitimin, yaşadığı koşulların ve mesleğin toplumsal statüsünün belli bir mimarlık“ethos”u oluşturduğundan söz etmektedir. Türkçeye belli bir gruba, bir toplumsal kuruma ait alışkanlıklar,adetler, özellikler olarak çevrilen ethos mimarların inşaat sanayindeki konumlarını, toplumsal rollerini kısacayaşanan toplumsal dönüşümlere bağlı olarak mimarlık meslek pratiğindeki değişimleri biçimlendirir.“Ethos”un en önemli bileşeni de mimarların sahip olduğu ‘kendiliğinden’ işleyen profesyonel bir meslekideolojisidir.Meslek Bölümünün son yazısı Ebru Aksoy’un alternatif bir mimarlık anlayışını ortaya koyduğu yazıdır.Yazının kişisel deneyimleri aktardığı bölümlerinde pek çok mimarın kendisinden bir şeyler bulacağı birbunalım, sıkışma, sürüklenmeden bahseden Aksoy, bir alternatif öneriyor ve ülke şartlarının mimarlarıittiği daralmanın bireysel olmadığını bilmemizin önemi vurgulayarak bizleri arayışların, çabaların ve sonuçlarınınpaylaşıldığı ortamları yaratmaya çağırıyor.Dosya’nın ikinci bölümü mimarlık eğitimine ayrıldı. Mimarı mimar, <strong>mimarlığı</strong> bir meslek ve disiplin yapanen önemli etkenlerden birisi olarak eğitimin, <strong>mimarlığı</strong> sosyolojik olarak anlamadaki önemi nedeniyleele alındığı ikinci bölümün ilk yazısı, sadece mimarlık eğitimiyle ilgili olarak değil, akademide çalışmayıseçen bir mimarın meslek pratiği olarak da okunabilir. Burçak Altay, kendi içsesini de paylaştığı yazısında,eğitimci bir mimarın temel görev ve sorumluluklarının uygulayıcı bir mimardan farklı olmadığını4dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Kennedysöyleyerek,mimarın mesleğini uygularken kendisine rehberlik eden etik kodların esas olarak eğitimle kazanıldığınıanlatıyor. Mimarlık eğitiminin, tasarım derslerinin daha önce soru sormasına izin verilmemişöğrenciler için başta yarattığı kaygıyı anlatırken aynı eğitimin bireyin “kendi sınırlarını zorladığı ve bireyselözgünlüğünü ilan etmesini desteklediği için” ne kadar coşku dolu olduğuna da dikkat çekiyor.İkinci Bölümün ikinci yazısında Yiğit Acar, “kökenleri fizik ve matematik alanlarında olan KompleksSistemler Teorisi ya da Kompleksite Teorisi”ni mimarlık eğitimine uygularken, mimarlık eğitimi alan herkesinhatırlayabileceği bir Temel Tasarım dersinden de örnek veriyor. Acar yazısında, Burçak Altay’ınbahsettiği,“öğrenciyi önce kaygıya sonra coşkuya yönelten” mimarlık eğitiminin başka hiçbir disiplindeolmayan özgünlüğünü bir kez daha vurguluyor.Üniversiteden yeni mezun genç bir mimarın, Ali Sinan’ın, sadece kendi düşüncelerine odaklanarak yazdığıyazısı, önceki iki yazıda bahsedilen eğitimin eğitici tarafından değil, öğrenci tarafından bakarak mesleğinsosyolojik analizinde anlamamız gereken ve Leach’in de bahsettiği <strong>mimarlığı</strong>n farklı düşünce biçimininnasıl şekillendiğini gösteriyor. Ali Sinan’ın yazısı meslek bölümünde anlatılanları daha yolun başındaki birmimarın nasıl algıladığını göstermesi açısından da önemli ipuçları içeriyor.Dosya’nın Üçüncü ve son Bölümünün başlığı olan Meşruiyet, <strong>mimarlığı</strong> sosyolojik olarak anlamamızındiğer önemli bileşenlerinden birisidir. Aydan Balamir meşruiyetin bir “haklılık” durumunu anlattığını vekaçınılmaz olarak “uyulması, tabi olunması söz konusu olan bir otoritenin varlığını ima ettiğini” 13 söyler.Öte yandan Balamir’e göre “meşruiyet konusu eninde sonunda güç ilişkilerini, bir statü arayışı ve güç mücadelesinibarındırır.” 14 Bu bağlamda <strong>mimarlığı</strong>n hem kentsel planlamayla, hem iç mimarlıkla hem de peyzajmimarisiyle kesişen faaliyet alanı da bir güç mücadelesi yaratmıştır. Dolayısıyla bugün mevcut iktidarınher türden mesleğin meşruiyet alanına doğrudan müdahale ettiği bir ortamda “kardeş disiplinler” olarakadlandırılabilecek bu üç disiplin ile ilgili farklılıkların ve benzerliklerin ortaya konulması mesleğin toplumsalkonumunu <strong>anlamak</strong> açısından önemlidir. Bugüne kadar “kardeş disiplinler”in meşruiyet konusundakikendi görüşleri ile ilgili olarak birbirlerinin ortamlarında söz alabildikleri pek görülmemiştir. Bu nedenlebu Dosya şehir ve bölge planlaması, iç mimarlık ve peyzaj <strong>mimarlığı</strong> ile ilgili üç yazıyla bu eksikliği aşmaya,farklılıkları ve benzerlikleri anlamaya yönelik bir katkıda bulunmaya ve bunu yaparken sosyolojik biranalizin eleştirel olmasını hayata geçirmeye çalışmaktadır.Üçüncü Bölümün ilk yazısında Meltem Gürel iç <strong>mimarlığı</strong>n dünyada ve Türkiye’deki gelişimini tarihsel birperspektifle anlatmakta ve “içle dış arasındaki çizgi nerede ve nasıl çizilir? İçi dıştan ayıran mimari tasarımnerede başlar, nerede biter? Buna kim karar verir?” sorularını sorarak aslında yapay bir “öteki”leştirmesorununa dikkat çekmektedir.İkinci yazıda Yıldız Tokman, daha çok kendi deneyimlerine dayanarak ve esprili bir dille ülkemizdekiplancı/mimar çekişmesinin ilk yıllarını bize aktarmaktadır. Tokman yazısını “meslek alanlarımıza odaklanan“iktidarın rant ve yağma politikalarını” durdurabilmek için kardeş mesleklerle/disiplinlerle uzlaşmave güçlerimizi birleştirme gereksinmesi eskisinden daha fazla...” sözleriyle bitirirken hepimizi tekrardüşünmeye çağırıyor.Üçüncü Bölümün son yazısında Selin Çavdar, peyzaj mimarisinin tarihsel gelişimini anlattıktan sonra günümüzdeözellikle konut pazarlanmasında konutun iç/dış mimarisinden daha çok çevre düzenlemesininkullanılmasının nedenlerini konut piyasasındaki reklamlardan örnekler vererek tartışıyor. Çavdar “ortayaçıkan mimarlık ve peyzaj <strong>mimarlığı</strong> üretimleri, temelde, projenin baş aktörü olan yatırımcının estetikzevklerini, bilgisini ama en çok da inşaat sektöründe yarışabilecek stratejik kurgularını yansıtmaktadır”sözleriyle aslında meşruiyet sorunun bütün “kardeş disiplinlerin” sorunu olduğunu çünkü esas otoriteninher zaman yatırımcı olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.Dosya, içinde yer alan bütün yazıların bir özeti olarak kabul edilebilecek ancak bunları yazı yerine çizgiyleanlatan Behiç Ak’ın eğitim ve meslek ile ilgili karikatürleriyle kapatılıyor.Mimarlığın bir meslek olarak sosyolojik incelenmesi çok daha kapsamlı çalışılması gereken bir konudur.Örneğin kamuda, özel sektörde, akademide çalışan mimarlar, büyük veya küçük ölçekli bir büroya sahipdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>5


Kennedymimarlar hepsi farklı toplumsal ilişkiler içindedirler. Onların kendi deneyimlerinin aktarılması da mesleğinbütünün anlaşılması açısından çok önemlidir. Ayrıca meslek ve disiplin, meslek ve sanat arasındaki farklarınortaya konulması için de başka çalışmalar mutlaka yapılmalıdır. Dolayısıyla bu sayının 21. Yüzyıladamgasını vuran “<strong>mimarlığı</strong> yeniden düşünmek” yaklaşımına ve bu doğrultudaki yapılan/yapılacak kapsamlısosyolojik analizlere bir giriş sağlayabilmesi umut edilmektedir. Bu umudun yazıya dökülmesineolanak sağlayan <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> <strong>Ankara</strong> <strong>Şubesi</strong>’ne, yayın koordinatörü Serpil Özaloğlu’na ve elbette yazılarıyla,çizgileriyle emek veren, katkıda bulunan bütün çizer/yazarlara sonsuz teşekkürler.DİPNOTLAR1Giddens, A., Sociology: A Brief but Critical Introduction, London: Macmillan,19862Leach, N., “Preface” Leach, N. (ed.), Rethinking Architecture, London& New York: Routledge,1997,s.vii3a.g.e.4Adorno, T., “Functionalism Today”, Leach, N. (ed), Rethinking Architecture, London, New York:Routledge,s. 6-195“The Crisis of Capitalismand the Urban Struggle” adlı konferans 13 Haziran 2012 tarihinde ODTÜ,KKM’nde gerçekleşmiştir.6Tırnak içindeki ifadeler David Harvey konferansını haberleştiren Sol Haber Portalı’ndan alınmıştır.bkz. http://haber.sol.org.tr (14.06.2012).7Teymur, N., “Değişenler, Değişmeyenler, Değişmesi Gerekenler”, Değişen Dünya, Değişen MeslekPratiği, Bursa <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> yayını, 2000.8Mimarlık Semineri, <strong>Ankara</strong>: TMMOB yayını,1969.9Bu araştırmanın ilk adı: Mühendisler <strong>Mimarlar</strong>– Ekonomik İlişki ve Toplumsal Bilinç Göstergeleri,Yüzyıl Ortalarından Sonraki Tezlere Bir bakış, Türkiye’de Mühendisler –<strong>Mimarlar</strong>; Hipotezler10Köse, A. H.& Öncü, A., Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik: Türkiye’de Mühendisler, <strong>Mimarlar</strong>,<strong>Ankara</strong>: TMMOB yayını, 2000.11Bu yaklaşım Fransız sosyoloğu Pierre Bourdieu’nun Türkçe’de “refleksif sosyoloji”olarak da adlandırılanyönteminden ödünç alınmıştır. Bkz. Bourdieu, P. &Wacquant, L., An Invitation to Reflexive Sociology,Cambridge: PolityPress,1992.12Serpil Merzi’nin LeCorbusier’nin “Bir Mimarlığa Doğru” kitabının Türkçe çevirisine yazdığı önsözdenalınmıştır. Kitap için bkz. Le Corbusier, Bir Mimarlığa Doğru, İstanbul: YKY,1999,s.11.13Balamir, A., “Mimarın Kimlik, Meşruiyet, Etik Sorunları ve Mimarlığın Disipliner Buhranı”,Kimlik,Meşruiyet, Etik, <strong>Ankara</strong>: TMMOB yayını,1996,s.2514a.g.e.6dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Bölüm 1: meslekMimarlık veya DevrimLe Corbusier 1Sanayinin her dalında yeni sorunlar ortaya konduve bunları çözümleyecek gereçler yaratıldı. Eğerbu gerçeği geçmişle kıyaslarsak bu bir devrimdir.Bina yapımında parçaların seri üretimine başlandı;ekonomik gereksinimler sonucu yapıda hemayrıntı öğeleri, hem de bütüne ilişkin yeni öğeleryaratıldı: Ayrıntıda ve Bütünde kesin sonuçlaraulaşıldı. Eğer bu durumu geçmişle kıyaslarsak,girişim yöntemleri ve bolluğu açısından bu birdevrimdir.Mimarlık tarihi yüzyıllar boyunca strüktürel özelliklerve bezeme konularında yavaş yavaş gelişirken,demir ve çimento elli yıl içinde, büyük biryapım gücünün ve kuralları altüst olmuş bir <strong>mimarlığı</strong>ngöstergesi olan kazançlar sağladı. Eğerbu durumu geçmişle kıyaslarsak, “biçemlerin1bizim için var olmadığını, çağın kendi biçeminihazırladığını görürüz; demek ki bir devrim oldu.Hepimiz bilinçli veya bilinçsiz olarak bu olaylarınfarkına vardık; gereksinimler bilincimize bağımlıveya ondan bağımsız olarak doğdular.Yerinden oynamış olan toplumsal çark, tarihselönemi olan bir ıslah ile bir yok olma arasında gidipgelmektedir.Tüm canlı varlıkların başlıca içgüdüsü bir barınaksahibi olmaktır. Toplumun çeşitli üretken sınıflarının-ne işçisinin ne aydınının- artık oturmayaelverişli barınakları yoktur.Günümüzün bozulmuş toplumsal dengesinin çözümündeyatan bina sorunudur: Mimarlık veyaDevrim.Sanayinin her dalında yeni sorunlar ortaya konmuşve bunları çözümleyebilecek gereçler yaratılmıştır.Daha önceki dönemlerle bizim çağımızarasında oluşan kopukluk yeterince anlaşılamamaktadır;bu çağın büyük değişiklikler getirdiğikabul ediliyorsa da gerçekte işimize yarayacak tekşey, kişinin kendi düşünsel, toplumsal, ekonomiketkinliğini sadece 19. yüzyıl başlangıcından öncekidönemle değil, genelde uygarlık tarihiyle kıyaslamasıdır.Böylece, toplumsal gereksinimlerinkendiliğinden kışkırtıcısı olan gereçlerin şimdiyekadar yavaş bir gelişim süreci sonucunda ortayaçıkan küçük değişimlerinin, çok kısa bir süreönce, inanılmaz bir hızla, bir çırpıda gerçekleştiğifarkedilecektir. Gereçler her zaman insanın elininaltındaydı: Bugün tümüyle yenilenen bu gereçler,denetimimizden geçici olarak kaçıyor. İnsan denenyaratık, nasıl tutacağını bilmediği yeni gereçkarşısında nefessiz, soluk soluğa kalıyor; gelişmedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>7


Le Corbusierona övülmeye değer olduğu gibi, tiksinti vericide görünüyor; zihninde her şey bulanıyor; kendinidaha çok çılgın olayların buyruğunda tutsakhissediyor ve özgürlüğüne kavuşma, rahatlama,iyileşme duygusundan yoksun. Büyük bir bunalım,özellikle törel bir bunalım dönemi. Bunalımıatlatmak için olup biteni kavrayabilecek bir anlayışyaratmak, insan denilen yaratığa gereçlerinikullanmasını öğretmek gerekir. Bu yaratık yenikoşumlarını taktığı ve kendinden ne tür bir çababeklendiğini anladığı zaman, her şeyin değiştiğinin,iyileştiğinin farkına varacaktır.Geçmiş üzerine bir söz daha. Çağımız sadece son50 yılıyla, akıp gitmiş olan 10 yüzyılın karşısınadikiliyor. Geçtiğimiz 10 yüzyıl boyunca insan,yaşamını “doğal” olarak nitelenen sistemlere göredüzenledi; kendi işini kurup, tüm karar mekanizmalarındasöz sahibi olduğu küçük işletmesinibaşarıya doğru götürdü; güneşin doğuşuyla kalkıpkaranlık basınca yatardı; gereçlerini, bitmek üzereolan işinin ve ertesi gün yapacaklarının kaygısı ileterk ederdi. Kendi evinde, dükkân olarak kullandığıküçük bir bölümde çalışırdı ve ailesi her zamançevresinde bulunurdu. Kabuğunda yaşayanbir salyangoz gibi, tümüyle kendi ölçülerine göreyapılmış bir barınakta yaşardı; sonuçta yaşantısıylayeterince uyumlu olan bu durumu değiştirmesiiçin, onu doğal olarak hiçbir şey özendirmezdi.Aile yaşamı doğal düzeninde akıp giderdi. Babaçocuklarını önce beşikte, sonra da dükkândadenetlerdi. Gücün ve kazancın bölüşümü, ailedüzeni içerisinde sürtüşmesiz yapılırdı; aile çıkarınıorada bulurdu. Aile çıkarını orada bulduğuzaman, toplum dengelidir ve aynı düzen içindesürekliliğini sağlayabilir. Bu durum, aile çekirdeğininiçerisinde örgütlenmiş 10 yüzyıllık birçalışmanın öyküsüdür; hatta 19. yüzyıl ortalarınakadar, geçmiş tüm yüzyılların öyküsüdür.Bugünkü aile işleyişine şöyle bir bakalım. Sanayiseri üretime yöneldi; makineler, insanlarla tambir işbirliği içinde çalışıyor; zeki kişilerin seçimişaşmaz bir güvenlikle yapılıyor. Vasıfsız ve vasıflıişçiler, ustabaşılar, mühendisler, müdürler, yöneticiler,herkes olması gerektiği yerde; bir yöneticiniteliğine sahip vasıfsız işçi uzun süre vasıfsızişçi olarak kalmaz; bütün mevkilere ulaşılabilir.Uzmanlaşma kişiyi makinesine bağlar; herkestenkusursuz bir işçilik istenir çünkü üretilen parçanınyanlışları, parça bir sonraki işçinin eline geçtiğindegiderilemez, düzeltip ayarlanamaz; parçanınayrıntı görevini şaşmadan sürdürebilmesi içinkesinlikle doğru olması, bir bütüne kendiliğindenuyması gerekir. Artık baba, oğluna küçükmesleğinin sayısız gizlerini öğretmez; yabancı birustabaşı, sınırlı ve özlü çalışmanın gerektiği gibiyapılıp yapılmadığını ciddi olarak denetler. İşçiaylar boyunca, belki de yıllar boyunca, hatta tümyaşamı boyunca hep aynı küçücük parçayı yapar.İşinin sonucunu sadece, fabrikanın avlusundanteslim kamyonlarına doğru götürülen parlak, cilalıve yalın, bitmiş üründe görür. Artık küçük dükkananlayışı değil, kolektif bir anlayış vardır. Eğer işçiakıllıysa işinin amacını anlayacak ve bundan haklıbir gurur duyacaktır. Auto dergisi herhangi birarabanın saatte 260 km. yaptığını yayımladığındaişçiler toplanıp, “Bu hızı yapan bizim arabamız”diyeceklerdir. Bu, göz önüne alınması gerekenruhsal bir etkendir.Sekiz saatlik iş günü. Fabrikada sekiz saatten üçvardiya! İşçiler takımlar halinde vardiyalara ayrılır.Akşamın onunda işe başlayan sabahın altısındabitirir; bir diğerinin işi akşamüzeri ikide sona ere.Yasa koyucu işgününü sekiz saate göre ayarlarkenbunu sonucuyla ilgili ne düşünmüştür? Sabahınaltısından akşamın onuna, akşamüzeri saat ikidenertesi sabah altıya kadar serbest kalan işçi ne yapacaktır?Şimdiye kadar işçilerin zamanlarını geçirebilecekleribir tek bistrolar vardı. Bu koşullar altındaaileye ne olur? Barınak, insan denen yaratığıkarşılayıp misafir etmek için vardır ve işçi, özgürolduğu bunca saati değerlendirebilecek kadar kültürlüdür.Fakat hayır, hiç de değil, konut son dereceçirkindir ve insanlar bunca boş zamanı verimlikullanabilecek eğitime sahip değildirler. O haldeşöyle yazabiliriz: Mimarlık veya Ruhsal Çöküntü,Ruhsal Çöküntü ve Devrim.Başka bir noktayı inceleyelim:Bizi zorunlu olarak fazlasıyla düşündüren günümüzsınai etkinliği, saat başı, gözümüzün önüne,gerek doğrudan gerekse gazete ve dergileraracılığıyla, nedeni kafamızı kurcalayan, hoşnutkılan veya kaygılandıran, şaşırtıcı yeni nesnelerkoymaktadır. Modern yaşamın tüm bu nesneleri,uzun dönemde modern bir anlayış yaratır.Gözlerimizi korkuyla salyangoz kabuğu konutumuza,günlük, çürümüş, yarasız ve verimsiz ilişkileriylebizi sımsıkı saran eski, kokuşmuş nesnelereçeviririz. Her yerde bir şey üretmeye yarayan veürettiğini hayranlık uyandıran bir yalınlıkla ortayaçıkaran makineler görürüz. Şu anda içinde yaşadığımızmakine, içi verem mikrobuyla dolu eskibir guguklu saattir. Fabrikadaki, bürodaki, bankadakisağlıklı, yararlı ve üretken günlük etkinliklerimizle,her aşaması özürlü bir duruma dönüşenailevi etkinlikler arasında bir köprü kurmuyoruz.Her yerde aileyi öldürüp, ruhumuzu, çağa8dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Le Corbusieruymayan nesnelere köleler gibi bağımlı kılarakçökertiyoruz.Modern olaylarla yaptığı gündelik işbirliği tarafındanbiçimlenen insan zihni, bilinçli veya bilinçdışıbirtakım arzularını dile getirdi; bu istekler kaçınılmazolarak toplumun temel içgüdüsüne, aileyebağlanır. Bugün artık herkes kendine güneşin,ısının, temiz havanın ve temiz parkelerin gerekliolduğunu biliyor; ona beyaz, parlak bir yakalık taşımasıgerektiği öğretildi, kadınlarsa beyaz ve inceketenden hoşlanıyorlar. Bugünün insanı emeğinin,“kol emeğinin” neden olduğu beden ve zihinyorgunluğunu gidermek için kendine, düşünseleğlencenin, bedensel dinlenmenin ve beden eğitiminingerekli olduğunu sezer. Bu arzular demetitoplu istekleri oluşturur.Oysaki toplumsal örgütlenmemizin bunları karşılayacakbir alt yapısı yok.Bir başka nokta: Aydınların, modern yaşamıngetirdiği günlük gerçekler karşısında çıkardığı sonuçlarne olabilir?Çağımızın görkemli sanayi patlaması, aydınlardanmeydana gelen özel bir toplumsal sınıf yaratmıştır;bu aydınların sayısı öylesine çoktur ki, toplumunetkin kesimini oluştururlarFabrikada, teknik bürolarda, araştırma kurumlarında,bankalarda, büyük mağazalarda, gazeteve dergilerde, ilgimizi çeken akıl almaz nesnelerhazırlayan mühendisler, servis şefleri, yetkili kimseler,sekreterler, makale yazarları, muhasebecilerçalışmaktadır: Köprüleri, gemileri, uçaklarıçizenler, motorları, türbinleri yaratanlar, şantiyeleriyönetenler, sermayeyi dağıtıp, muhasebesinitutanlar, sömürgelerle ve imalathanelerle alışverişedenler, güzel veya berbat olan her türlü ürünüzerine onca makale yazanlar, çalışan, sürekli,doğum halinde olan, bunalımda olan ve bazen dekendinden geçen bir insanlığın heyecan eğrisinikaydedenler işte bu kişilerdir. Sonunda gözlemyapar ve yargıya varır hale gelirler. Bu insanlarıngözleri insanlığın büyük mağazalarının vitriniüzerine dikilmiştir.Işıltılı ve aydınlık modern çağ önlerindedir… Fakatengelin öte tarafında, uzaktadır! Kendilerine işlerininniteliğiyle orantılı olmayan bir ücret ödenenbu kişiler geçici bir hoşnutlukla evlerine girdiklerinde,eski salyangozun pis kabuğuyla karşılaşırlarve bir aile kurmayı düşleyemezler bile. Eğer ailekurarlarsa, yavaş yavaş bilinen acı günlere doğruilerlerler. Bu insanlar da, içinde insanca yaşanacakmakineler talep ederler.İşçi ve aydınların ailevi buyrukları izlemesiengellenmiştir; her gün, çağın yararına işleyen pırılpırıl gereçlerini kullanırlar fakat bunları kendileriiçin kullanma olanağından yoksun bırakılmışlardır.Bundan daha fazla cesaret kırıcı, rahatsızedici hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey hazır değildir.Öyleyse şunu yazabiliriz: Mimarlık veya Devrim.Modern toplum, aydınlarına emeklerinin tam karşılığıolanı bilerek ödemez; ama hâlâ kentin vekonutun değişimine karşı çıkan eski iyelik koşullarınıhoş görür. Eski iyelik sistemi mirasa dayanırve yalnızca devinimsizliği, hiçbir şeyin değişmemesinive statükoyu sürdürmeyi düşler. İnsanlığındiğer bütün işletmeleri, rekabetin zorlu töresineboyun eğmişken, mülklerinin tepesine oturmuşeski mal sahipleri, ortak yasadan kaçıp sultanalargibi hükmeder. Şimdinin iyelik yasasına dayanaraktutarlı ve işleyen bir inşaat bütçesi oluşturmakolanaksızdır. Öyleyse bina yapamayız. Ama eğeriyelik koşulları değişirse, ki değişmekte (işçi içinRibot yasası, kat iyeliğine göre bina yapımı, vb.,veya daha yürekli atılımlarda bulunan tüm özelveya devlet girişimleri), o zaman inşa edebiliriz,inşa etmek için büyük bir coşku duyarız veDevrim’den kaçınabiliriz.Yeni bir dönemin gelişi, ancak, sessiz sedasızyapılan ve onu hazırlayan bir çalışmanın sonucugerçekleşir.Sanayi kendi gereçlerini yaratmıştır,İşyeri alışkanlıkları değişmiştir,İnşaat sisteminde yeni yöntemler bulunmuştur,Mimarlık kendini yenilenmiş yasalar karşısındabulur.Sanayi yeni gereçler yaratmıştır; bu satırlara eşlikeden resimler 2 onların heyecan verici kanıtlarıdır.Bu gereçlerin tümü, yarar sağlamak ve insan emeğininyükünü azaltmak için yapılmıştır. Eğer buyeniliği geçmişle kıyaslarsak, bu bir devrimdir.İşyeri alışkanlıkları değişmiştir; işyerlerineşimdi ağır sorumluluklar yüklenmiştir; maliyet,süre, malın sağlamlığı. Çok sayıda mühendisişyerlerinde hesap yapıp, ekonomi yasalarınıyoğun biçimde uygularlar ve karşıt iki etkeni,birbirleriyle uyuşturmaya çalışırlar: ucuzluk ve iyidosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>9


Le Corbusierürün. Her girişimin kaynağında zeka yatar ve gözüpekbuluşlar arzulanır. İşyerinin ahlak anlayışıdeğişmiştir; bugünün büyük işyeri artık sağlıklı birorgandır. Eğer bu yeni gerçeği geçmişle karşılaştırırsak,yöntemler ve girişimlerin ölçeği açısındabir devrim olduğunu görürüz.Yapım, kendi yöntemlerini bulmuştur. Bu yöntemler,binlerce yıldır boşuna aranan “özgürleşmeyi”gerçekleştirmiştir. Yeterince kusursuz gereçlerdenyararlanıldığında, hesap ve buluşlarla her şeyinyapılması olasıdır ve bu tür gereçler vardır. Betonve demir, şimdiye kadar bilinen inşaat örgütlenmelerinitümüyle değiştirmiştir; bu malzemeler,matematiksel hesaba ve kurama, şaşmadan vehatasız olarak uygulanabilirler; böylece hemerişilen başarı açısından, hem de doğal olgularıanımsatan ve doğada gerçekleştirilen deneyimleriyeniden üreten görüntüleri açısından, biziyüreklendiren sonuçlar verirler. Eğer bu durumugeçmişle kıyaslarsak, sadece uygulanmayıbekleyen ve eğer alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyibilirsek, şimdiye kadar katlanılan güçlükleri aşıpgerçek bir özgürleşmeyi sağlayacak çözümlerinbulunduğunu görürüz. Yapım koşullarında devrimolmuştur.Mimarlık kendini değişmiş yasaların karşısındabulur. Öylesine büyük ölçekte yenilikler olmuşturki, saplantımız olan eski biçemler artık bunlarıgizleyemez. Yapım yöntemlerinin mimari biçemeve dizeme kazandırdığı öylesine büyük yenilikler,düzenlemede, sınai ve kentsel programlarda öylesinebüyük değişiklikler vardır ki, sonunda bunlarsağduyumuza gerçek mimari yasalarla seslenirler;bu yasaların temelinde kütle, dizem ve oranvardır.işinde katettiği tinsel yolun aynısına işi dışında dadevam etmesini engeller; bir aile kurup, dünyadakitüm hayvanların ve şimdiye kadar tüm insanlarınyaşadığı gibi, düzenli bir aile yaşantısı sürdürmesini,yani varlığının organik gelişimini engeller.Toplum böylece ailenin yıkımına tanık olur ve buyüzden yok olacağının farkına varır.Bir buyruk haline gelen modern anlayışla yüzyıllardanberi süregelen boğucu bir döküntüyığını arasında büyük bir uyuşmazlık hükümsürmektedir.Sorun, yaşamımızın gerçeklerini kapsamına alacakbir uyarlama sorunudur.Toplum elde edeceği veya edemeyeceği bir şeyişiddetle arzulamaktadır. Her şet ortadır; her şeygöstereceğimiz çabaya ve bu kaygı verici belirtileredikkatimizi yoğunlaştırmamıza bağlıdır.Mimarlık veya Devrim.Devrimden kaçınabiliriz.DİPNOTLAR:1Le Corbusier’in 1923 yılında yazdığı “BirMimarlığa Doğru - Versune Architecture” isimlikitabının içindeki bu yazı Türkçe çevirisinin285-304 sayfaları arasında yer almaktadır. Bkz.Corbusier, Le, Bir Mimarlığa Doğru, İstanbul:YKY,1999. Çeviren: Serpil Merzi2Metinde söz edilen bu resimler önceki nottabahsedilen kitapta yer almaktadır ancak bazı tekniknedenlerle bu yazıya alınmamıştır.Biçemler artık yoktur, bizim dışımızdadır; eğerhâlâbize musallat oluyorlarsa bu, asalakların verdiğirahatsızlığa benzer. Eğer bu durumu geçmişlekıyaslarsak, 40 yüzyıldır maddeler ve yönetmelikleraltında bunalan eskimiş mimarlık yasalarınınartık bizi ilgilendirmediğini görürüz; eski sistemile artık ilişkimiz kalmamıştır; değer yargıları gözdengeçirilip, düzeltilmiş, mimari kavramlardadevrim olmuştur.Dört bir yandan gelen tepkilerden etkilenip kaygıduyan bugünün insanı, bir yandan yararlı, kullanışlınesneleri tam bir yalınlıkla üreten, düzenli,mantıklı ve açık yeni bir dünya duyumsar, diğeryandan da kendini eski ve düşmanlık dolu bir ortamdaşaşırmış bulur. Bu ortam onun barınağıdır;kenti, sokağı, evi, apartmanı karşısına dikilir ve10dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Mıchel Foucault ile Söyleşi:Mekân, Bilgi ve Erk 1,2Söyleşiyi Yapan:Paul Rabinow 3 Çeviren:Mehmet Adam25 Haziran 1984 günü 57 yaşında ölen MichelFoucault Avrupa ve Amerika üniversitelerindeotuz yıl boyunca ders vermiş ve 1969’dan ölümünekadar Fransa’nın tanınmış kurumlarındanCollege de France ‘da öğretim üyeliği yapmıştır.İlk araştırması olan “Delilik ve Uygarlık” kitabındansonra “Kliniğin Doğuşu” ve “Disiplinve Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu” araştırmalarınıyayınlamış, “Şeylerin Düzeni” ve“Bilginin Arkeolojisi” adlı yapıtlarından da yöntemselyaklaşımı ile ilgili ipuçlarını vermiştir.Bu yapıtlarından başka çok sayıda makalesi vekendisi ile yapılan söyleşiler bulunmaktadır.Foucault’nun çalışmalarında mekân h e p önplanda olmuştur. Ancak genel bir mekân teorisigeliştirdiği, ya da mimarlık ve planlamayaözel bir önem atfettiği düşünülmemelidir.“Panopticon” örneğinde olduğu gibi, zamanzaman yapıların y a k ı n analizini yapmış olsada, bundaki amacı mekân parçalarının güç ilişkilerindeoynadığı rolü göstermektir. <strong>Mimarlar</strong>ınönemli bir bölümünün aksine Foucault, çevrenininsan davranışlarını belirlediğini savunmamaktadır.Rabinow ve Wright’ın derginin busayısındaki söyleşinin önsözünde belirttiklerigibi, “Foucault için mekân güç ve bilgiyle ilgilisöylemlerin gerçek güç ilişkilerine dönüştüğüyerdir”. Mekân, Foucault için, başlı başına biranaliz konusu değildir ve ancak diğer söylemlerleiçiçeliği ile önem kazanmaktadır.P.R.: Herodote’ta coğrafyacılarla yapmış olduğunuzgörüşmede <strong>mimarlığı</strong>n onsekizinci yüzyılsonlarında siyasallaştığını söylüyorsunuz. Dahaeskiden de, örneğin Roma İmparatorluğu’nda da<strong>mimarlığı</strong>n siyasal olduğu apaçık. Onsekizinciyüzyılın özelliği nedir?M.F.: O ifadem o hali ile gariptir. Tabii ki, <strong>mimarlığı</strong>ndaha önce siyasal olmadığını ve o zamansiyasallaştığını söylemek istemedim. Sadece onsekizinciyüzyılda, toplumları yönetme amaçlarınınve tekniklerinin bir gereği olarak mimarlık üzerinedüşünme gelişmeye başladı. Toplumun düzenininkorunması, salgın hastalıkların, ayaklanmalarınolmaması, ahlaklı, faziletli aile yaşamının sürdürülmesive benzerleri açısından kentlerin nasıl olmasıgerektiğinden söz eden bir tür siyasal yazınortaya çıktı. Bu amaçların gerçekleşmesi açısındankentin örgütlenmesi ile kolektif bir altyapınınoluşturulması nasıl düşünülebilir? Konutlar nasılinşa edilmelidir? Böyle düşünmenin onsekizinciyüzyılda ortaya çıktığını söylemiyorum, sadeceonsekizinci yüzyılda bu sorular üzerine kapsamlıve genel bir biçimde düşünülmeye başlandığınıdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>11


P.R.: Dolayısıyla bu değişikliğin mimarlık kuramınınkendisinde olması gerekmezdi.M.F.: Doğru. Bu değişiklik mimarların düşüncelerindeya da ilerde göreceğimiz gibi, tekniklerindeolan bir değişiklik değildi; ama siyasetçilerin kendileriniilgilendiren şeylerin seçimini ve onlarlailgilenme biçimlerini etkileyen düşüncelerindekibir değişiklikti. Mimarlık onyedinci ve onsekizinciyüzyılda bu etmenlerden biri oldu.P.R.: Nedenini söyleyebilir misiniz?Claude-Nicolas Ledoux, Chaux ideal kentsöylüyoruz. O zaman polis raporları ki, bunlar yönetimtekniklerine hasredilmiş bilimsel eserlerdir,okunduğunda, mimarlık ile şehirciliğin önemli biryer tuttukları görülür. Söylemek istediğim bu.P.R.: Eski uygarlıklarda, Roma’da ya daYunan’daki fark ne idi?M.F.: Roma’yı tartışırken, sorunun Vitrivius’unetrafında döndüğü görülür. Onaltıncı yüzyıldanitibaren Vitrivius yeniden yorumlanmaya başlandıama onaltıncı yüzyılda da -ve kuşkusuz ortaçağdada- Vitrivius’unki ile -eğer buna üzerinde düşünmekderseniz- aynı tarzda düşüncelere rastlanabilir.Siyaset, yönetim sanatı, iyi yönetim tarzı üzerineyazılanlar genellikle mimarlık ve kentlerinörgütlenmesine ilişkin bilimler ya da çözümlemeleriçermez. Jean Borlin’in Republic’inde (Paris,1577) <strong>mimarlığı</strong>n rolü üzerine etraflı bir tartışmayoktur ama onsekizinci yüzyıl polis raporları bunlarladoludur.P.R.: Teknikler ve pratiklerin olduğunu, ama birsöylemin olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?M.F.: Onsekizinci yüzyıldan önce mimarlıküzerine söylemlerin olmadığını söylemiyorum.Onsekizinci yüzyıldan önceki mimarlık tartışmalarınınsiyasal boyutu ya da öneminin olmadığınıda söylemiyorum. İşaret etmek istediğim onsekizinciyüzyıldan sonra; siyaseti, insanları yönetmeninsanatı olarak gören her siyaset tartışmasında,bir ya da birkaç bölüm, şehircilik, toplu kullanımlar,sağlık ve özel mimarlığa ayrılmıştır. Onaltıncıyüzyıldaki yönetim sanatı ile ilişkili tartışmalardabu bölümler yoktur. Bu değişim, belki mimarlarınmimarlık üstüne düşüncelerinde yoktur, amasiyasetçilerin düşüncelerinde var olduğu açıkçagörülebilir.M.F.: Sanıyorum, nedeni, kent sorunu ve Fransakadar büyük bir ülkenin yönetiminin topraklar bütününübir kent gibi düşünme gerekliliğinin onyedinciyüzyılda açık seçik ifade edilmesine benzer,birkaç olgu ile bağlantılı. Kent artık bir ayrıcalıklaralanı olarak görülmüyordu, tarlalar, ormanlar veyollardan oluşan alan içinde istisna değildi. Yazılıolmayan genel yasaların etkinlik alanının ötesindekiadalar değildi kentler. Aksine, yarattıklarısorunlar ve oluşturdukları kendilerine özgü biçimleriile ülkenin tümüne uygulanacak yönetimselrasyonalite için modeller sağladılar.Devletlerin büyük kentlere benzediği kabulündenhareket eden, ülke yönetimine ilişkin bir diziütopya ya da proje vardır; başkent kentin anameydanı gibidir; şehirlerarası yollar kentin sokaklarıgibidir. Şehirlerdeki katı ve etkin zabıta düzenitüm ülkeye yaygınlaştırıldığında devletin iyiörgütlenmişliği sağlanacaktır. Başlangıçta zabıtakavramı sadece kentte huzuru sağlayacak bir dizikural için geçerli idi, ancak yine o noktada polis,tüm ülkenin yönetimi için geçerli bir rasyonalitetürünün de kendisi oldu. Kentin oluşturduğu modeltüm devlet için geçerli kuralların varlık bulup,geliştiği yer oldu.Bugün Fransa’da bile polis kavramı çoğunluklayanlış anlaşılır. Bir Fransız’a polisle ilgili bir şeysöylendiğinde sadece üniformalı ya da gizli serviste(sivil) çalışanı anlar. On yedi ve on sekizinciyüzyıllarda “polis”, yönetim rasyonalitesine ilişkinprogram anlamına gelirdi. Bu, bireylerin geneldekidavranışlarını herhangi bir müdahaleye gerekkalmadan kendi kendini denetleme noktasınavarıncaya kadar her şeyin kontrol edildiği bir sistemikurmaya dönük bir proje gibi nitelenebilir.Fransızların zabıta altına alma çabalarının kendineözgülüğüdür bu. Öte yandan İngilizler; biryandan parlamenter gelenekleri, öte yandan yerelkomünal özerklikleri ve ayrıca da dini sistemlerindendolayı kıyaslanabilir bir sistem geliştirmediler.12dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Napolyon, polis devletinin (burada tartışılan polisdevleti, bildiğimiz anlamdaki polis devleti değil)on sekizinci yüzyıldaki eski örgütlenmesi ile onunbulduğu modern devlet biçimleri arasındaki kopmanoktasına yerleştirilebilir. Her neyse, bu sızmayı,uyarmayı, düzenlemeyi ve tüm toplumsalişleyişleri otomatikleştirmeyi sağlayabilecek polisfikri, onsekizinci, ondokuzuncu yüzyılda -ticaretalanında daha hızlı, diğer alanlarda daha yavaş olmaküzere- ortaya çıktı. O zamandan bu yana bufikir terkedildi, tersine çevrildi. Artık siyasallığınderinliklerine nüfuz edebilecek yönetimsel rasyonalitebiçiminin ne olması gerektiği sorulmuyor,aksine, yönetim olanaklı mıdır diye soruluyor.Yani müdahaleye gerek bırakmadan, işleyişlerinyönetimsel rasyonaliteye uygun ve en iyi olmasıiçin gerekli yönetimsel etkinliği sınırlayan ilke nedirdiye soruluyor.Bu noktada liberalizm gündeme geliyor. Benöyle sanıyorum ki, böyle bir yere gelindiğindeyönetimin aşırılaşmasının yönetimi olanaksızlaştırdığıfark edildi, amaçlar yönünde aşırı zorlamaamaçlananlara karşıt sonuçları kolaylaştırdı. Aynızamanda toplum düşüncesi de ortaya çıktı ve buon sekizinci yüzyıl sonunda siyasal düşüncedekien büyük buluşlardan biri idi. Başka bir deyişleyönetimin, sadece bir ülkeyle, bir alanla ve onuntebaasıyla değil, ayrıca, kendine özgü yasaları,tepki mekanizmaları düzenleyicileri kadar, karışıklıkolanakları da olan karmaşık ve bağımsızbir gerçeklikle de uğraşması gerekiyordu. Bu yenigerçeklik toplumdur. Toplumu yönlendirmeyekarar veren, kararı verdiği anda onun öyle polisaracılığı ile tümüyle nüfuz edilebilir olmadığını dakabul etmelidir. Toplumun ne olduğunu göz önünealmalı, onun özgül karakteristikleri, sabitleri,değişkenleri üzerine düşünmelidir.Paris, La Petite Roquette Hapishanesi, 1826-30, Mimar: HippolyteLebasBerlin, İkinci Moabit Hapishanesi, 1869-79, Mimar: HerrmannP.R.: Dolayısıyla mekânın öneminde bir değişiklikoldu. On sekizinci yüzyılda sadece bir ülkeve o ülkedeki insanların yönetimi söz konusu idi;örnek olarak Alexandre Le Maitre’in (1682) LaMetropolite’i seçilebilir -bir başkentin nasıl kurulacağınıanlatan ütopyacı bir eser- ya da bir şehir,bir bölge ve o bölgenin yönetimi için bir metaforveya simge diye alınabilir. Bunların tümü mekânlailişkili, oysa Napolyon’dan sonra toplumun o denlimekânsal olmadığı görülüyor.M.F.: Doğru. Bir yandan toplumun o denlimekânsallaşmamış olmasına karşın, öte yandandoğrudan mekânsal oldukları bilinen bir dizi sorunortaya çıktı. Kentsel mekânın kendi tehlikeleride var, örneğin hastalıklar, 1830’dan 1880’lerekadar Avrupa’da süren kolera salgınları; devrimler,aynı dönemde tüm Avrupa’yı sarsan kentselayaklanmalar. Belki yeni olmayan bu kentsel sorunlaryeni bir önem kazandılar.İkinci olarak; mekân ile erk arasındaki ilişkilerinyeni bir boyutu demiryollarıydı. Bunlar gelenekselyol şebekesine tekâbül etmesi gerekmeyenyeni bir iletişim ağı oluşturuyorlardı, ama toplumunözelliklerini ve tarihini de gözönüne almakzorundaydılar. Ayrıca ister direnişler, ister nüfusundönüşümü ya da toplumsal davranışlardakideğişiklikler olsun, demiryollarının neden olduğutüm toplumsal olgular da mevcuttu. Avrupa hemendemiryollarının neden olduğu davranış değişikliğineduyarlılık kazandı. Örneğin Bordeauxile Nantes arasında evlenmek olanaklı olunca neolacaktı? Daha önce olanaklı olmayan bir şeydibu. Almanya ve Fransa’daki insanlar birbirlerinitanıyınca ne olacaktı? Demiryolları olunca savaşyine olası mıydı? Fransa’da, demiryollarınıninsanlar arasındaki yolculuğu artırdığı ve insanevrenselliğinin yeni biçimler kazandığından hareketlesavaşların artık olanaksızlaştığını ileri sürendosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>13


ir kuram gelişti. Ama insanların öngörmedikleri-Fransız karşıtlarından çok daha zeki olan Almankomutanların tamamen farkında oldukları demiryollarınınsavaşmayı çok daha kolaylaştırdığıydı.Daha sonra gelen üçüncü gelişme de elektrikti.Dolayısıyla siyasal gücün uygulanması ile ülkemekânı ya da kent mekânı arasındaki ilişkilerde-ki bu ilişkiler tamamen yeni idi- sorunlar vardı.P.R.: Yani sorun eskiye kıyasla daha az mimarlıklailişkiliydi. Bunlar bir tür mekân teknikleri...M.F.: Ondokuzuncu yüzyıldan sonra mekânıntemel sorunları gerçekten başka türdendi. Bumimari nitelikli sorunların unutulduğu anlamınagelmez. İlk söylediklerim -hastalık ve siyasal sorunlar-açısından <strong>mimarlığı</strong>n çok önemli bir rolüvardı. Şehircilik ve işçi konutları üzerine düşünmeler,mimarlık üzerine düşünmelerdi.P.R.: Fakat <strong>mimarlığı</strong>n kendisi -Ecole des Beaux-Arts bütünüyle farklı bir mekânsal sorunlar kümesineaittir.M.F.: Bu yeni teknolojiler ve yeni ekonomik süreçlerde,ülkenin kentleşmesini polis devleti modelinedayandırmak yerine, mimarlık ve kentleşmeninsınırlarının çok ötesine uzanan bir mekanüzerine düşünme ortaya çıktı.P.R.: Sonucu olarak da Ecole des Ponts etChaussees.M.F.: Evet. Ecole des Ponts et Chaussees ve onunFransız rasyonalitesindeki büyük önemi bunun birparçasıdır. Mekânı tasarlayanlar, mimarlar değil,mühendisler, köprülerin, yolların, su kemerlerinin,demiryollarının yapımcıları ile politeknisyenlerdi(ve bunlar Fransız demiryollarının gerçekdenetleyicileriydiler).P.R.: Bu durum günümüze kadar devam etti mi,yoksa biz mekân teknisyenlerinin birbirleriyle ilişkilerindebir değişikliğe mi tanık oluyoruz?M.F.: Bazı değişikliklere tanık olabiliriz amabana öyle geliyor ki, şimdiye kadar hep topraklarıparselleyip, yapıp satanlarla Ponts etChaussees’dekiler ve benzerleri ile birlikteydik.P.R.: Dolayısıyla mimarlar artık, bir zamanlarolduğu ya da sandıkları gibi mekânın ustalarıdeğiller.M.F.: Bu doğru. <strong>Mimarlar</strong> o üç büyük değişkenin–yerin, iletişimin ve hızın- teknisyeni ya da mühendisideğiller. Bunlar mimarın alanının dışınakaçtılar.P.R.: Geçmişte ya da şimdi kurtuluşun veya direnmeningücü olan herhangi bir özel mimari projebulabiliyor musunuz?M.F.: Bana bir şeyin “kurtuluş” düzenine, diğerinin“baskı” düzenine ait olduğunu söylemek olanaklıgörünmüyor. Bir toplama kampının kurtuluşaracı olmadığı gibi bazı şeyler kesinlikle söylenebilirsede, bir sistem ne denli korkunç olursaolsun, her türlü direnmeyi engelleyen işkence veinfazın dışında, yine de direnme, başkaldırma vemuhalefet gruplarının oluşması için olanaklar –genellikle itiraf edilmese de- vardır. Öte yandanişlevsel olarak da bir şeyin tamamen –doğasıgereği- kurtuluşçu olabileceğine inanmıyorum.Özgürlük bir pratiktir. Dolayısıyla, aslında herzaman bazı baskıları değiştirmeyi, gevşetmeyi yada kaldırmayı amaçlayan projeler olabilirse de buprojelerin hiçbirinin varlığı, özgürlüğün projeninkendisi ile sağlanabileceğinin güvencesi olamaz.İnsanların özgürlüğü hiçbir zaman özgürlükleringüvencesi olan kurumlar ve yasalar ile sağlanmışdeğildir. Bu yüzden bu kurumlar ve yasalar tersineişleme yeteneğine de sahiptirler. Bu, yasalarınve kurumların, çift anlamlı olmasından değil,sadece özgürlüğün uygulanması zorunlu bir şeyolduğundandırP.R.: Bunun kentsel örnekleri var mı? Ya da mimarlarınbaşarılı olduğu örnekler.M.F.: Bir noktaya kadar bugün -bence hiç gerekliolmayan bir acımasızlıkla- gizli Stalinist diyetanımlanan Le Corbusier, eminim iyi niyetleresahipti ve yaptıklarını özgürleştirici etkiler adınaortaya koymuştu. Belki önerdiği amaçlar sonuçtaumduğundan daha az özgürleştirici idi, ama yinetekrarlayacağım, kanımca özgürlüğün kullanılmasınıngüvencesi hiçbir zaman nesnelerin yapısındakendiliğinden mevcut değildir. Özgürlüğüngüvencesi özgürlüktür.P.R.: Dolayısıyla Le Corbusier’i bir başarı örneğiolarak göremiyorsunuz. Sadece amacının özgürleştiriciolmak olduğunu söylüyorsunuz. Başarılıbir örnek verebilir misiniz?M.F.: Hayır. Başarılı olunamaz. Eğer birisi özgürlüğünetkin bir biçimde kullanıldığı bir yer bulacakolursa -ve belki öyle yerler vardır- bunun14dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


nesnelerin düzenlenmesi ile değil de, özgürlüğünkullanılması ile sağlandığını görecektir. Ama buda, her şeye rağmen insanları çöküntü mahallelerineterk etmemiz ve haklarını orada kullanmalarınıbeklememiz anlamına gelmez.P.R.: Yani mimarlık kendi başına toplumsal sorunlarıçözmez mi?P.R.: Oysa insanlar sık sık insanları özgürleştirmekya da baskı altına almak için ütopyacı tasarımlarbulmaya çabaladılar.M.F.: İnsanlar özgürleştirme makinaları düşlediler.Oysa öyle tanım gereği özgürleştirme makinalarıM.F.: Sanırım mimarın özgürleştirici niyetleri ilehalkın özgürlüklerini kullanmaktaki reel pratikleriçakıştığında olumlu etkiler yaratılabilir veyaratılmaktadır.P.R.: Ama aynı mimarlık karşıt amaçlara da hizmetedebilir.M.F.: Tamamıyla başka bir örnek vereyim;Guise’deki (1859) Jean-Baptiste Godin’inFamilistere’i. Godin’in <strong>mimarlığı</strong> açık bir biçimdeinsanların özgürlüğünü amaçlıyordu. Bu; sıradanişçilerin güçlerini, becerilerini kullanarak sergilemeleriiçin bir katılım fırsatı idi. Bir grup işçininözerkliğinin önemli bir işareti ve aracı idi. Amaherkese görünmeden kimse içeri girip çıkamazdı-mimarinin tümüyle baskıcı olan bir yönü-. Fakatbaskıcılığı, sadece oradakilerin orada olmalarınıdiğerlerini gözlemek için kullandıkları zamanlardaortaya çıkıyordu. Aynı yerde sınırsız cinseladetleri olan bir topluluğu imgeleyelim. Aynı yeryine özgürlük yeri olacaktır. Sanırım, insanlar tarafındanözgürlüğü etkin bir biçimde uygulamaktoplumsal ilişkileri gerçekleştirmek ve bunlarınkendilerini içinde buldukları mekânsal dağılımıayrıştırmaya çalışmak bir parça keyfi bir yaklaşımolur. Birbirinden ayrıldıklarında anlaşılmalarıolanaksız. Her biri ancak diğeri aracılığı ileanlaşılabilir.Andre Godin ve E. Andre, familistereBentham, Panopticondosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>15


u türden bir kişi değil. Mimarın benim üzerimdebir gücü yok. Bana yaptığı bir evi yıkarım da,değiştiririm de, yeni birimler de koyarım, baca daeklerim, mimarın bir denetimi yok. Dolayısıylamimar başka bir kategoriye konmalı, ama buonun toplum içinde uygulanan tüm erk tekniklerininörgütlenmesine, gerçekleştirilmesine yabancıkaldığı anlamına gelmez. Mimarlığı kullanan bellierk tekniklerini <strong>anlamak</strong> için mimarı, projeleri kadarkimliği -düşünme biçimi, tavırları- ile de elealmak gerekir, ama doktorla, rahiple, ruh hekimiyleya da gardiyanla kıyaslanamaz.Turgot Planıyok. Bu, özgürlüğü uygulamanın mekânsal dağılımlahiçbir ilişkisi olmadığı anlamına gelmez,ama sadece belli bir çalışma olduğunda etkilenilir;sapma ya da çarpıtılma halinde de anındaamaçlananın aksine etkiler doğar. Guise’in heryeri gözaltında tutan özellikleri, onun büyük birrahatlıkla cezaevi olarak da kullanılmasına olanakverebilirdi. Daha basiti de olamazdı. AslındaFamilistere’in bir disiplin ve dayanılmaz bir grupbaskısı oluşturma aracı olarak kullanılabilirliğiaçıktır.P.R.: Dolayısıyla, bir kez daha, mimarın niyetiesas belirleyici faktör değil.M.F.: Hiçbir şey esas faktör değil. Toplumu çözümlemedeilginç olan bu. Bu yüzden de benitoplumda erkin temelleri ya da kurumsallaşma vb.üzerine yapılan bu türden sorgulamalar -ki, bunlartanım gereği metafiziktirler- kadar rahatsız edenbir şey yok. Bunlar temel olgular değil, sadecekarşılıklı ilişkiler ve niyetlerin birbiriyle ilişkilerindekisürekli aralıklar söz konusudur.P.R.: Egemenlikle ilişkili siyasal biçimlerde doktorları,gardiyanları, rahipleri, hakimleri ve ruhhekimlerini ayrı bir yere koydunuz. Bu gruba mimarlarıda ekliyor musunuz?M.F.: Doktorlar ve benzerlerinden söz ederkenegemenlik kurucu kişilikler betimlemeye çalışmıyordum,daha çok erkin kimler aracılığıyla iletildiğiniya da erk ilişkileri alanında kimlerin önemliolduklarını anlatmaya çalıştım. Akıl hastanesineyatırılan bir hasta, Erving Goffman’ın çok iyi çözümlediği,oldukça karışık erk ilişkileri arasınabırakılır. Bir Hıristiyan ya da Katolik kilisesinin papazıda (Protestan kiliselerinde farklıdır) erk ilişkilerikümesindeki önemli bağlardan biridir. MimarP.R. “Post-modernizm” son zamanlarda mimarlıkçevrelerinde oldukça geniş bir ilgi topladı.Felsefede de üzerinde konuşuluyor, JurgenHabermas, Jean-François Lyotard kaydetmeyedeğer. Çağdaş bilgide (episteme) dil ve tarihselgönderme önemli bir rol oynuyor. Siz postmodernizmigerek mimarlık gerekse de onunaracılığıyla ortaya çıkan tarihi ve felsefi sorularaçısından nasıl değerlendiriyorsunuz?M.F.: Hemen şimdi olmuş olanın her zaman içinen temel baskı biçimi olduğu ve kurtulmamızgereken baş düşmanın o olduğu şeklinde, mücadeleedilmesi gereken yaygın ve kolay bir eğilimvar. Şimdi, bu basit tavır, peşinde bazı tehlikelisonuçlar getiriyor; ilki ucuz bir arkaizm arayışıeğilimi ya da geçmişte insanların sahip olduklarısanılan, ama aslında hiç sahip olmadıkları hayalimutluluk biçimleri. Örneğin, benim ilgimi çekenalanlardan biri de, çağdaş cinselliğin “ne denlikorkunç” diye betimlenişi. Artık sadece televizyonukapattıktan sonra ve seri üretilmiş yataklardasevişilebildiğinin düşünülmesi! “O eski mükemmelzamanlarda olmadığı gibi…” Peki, insanlarınonsekiz saat çalıştıkları ve bir yatağa sahip olanşanslıların, altı kişiyle aynı yatakta yatmak zorundaoldukları “o eski mükemmel zamanlara”ne demeli? Şimdiye ve yakın geçmişe duyulanbu nefretin de tümü ile efsaneye dayalı bir geçmiştenmedet umma gibi tehlikeli bir eğilimi var.İkinci olarak da, Habermas’ın ortaya attığı, Kantile Weber’in çalışmalarının terkedilmesi halindeörneğin akıldışılığın hatasına düşme riski var.Bununla tamamen hemfikirim ama aynı zamandabizim sorunumuz oldukça farklı. Bence eleştireldüşüncenin ve felsefenin, onsekizinci yüzyıldanberi ve şimdi ve umanın gelecekte de merkezi konusu,bu kullandığımız “Akıl”ın ne olduğu sorusudur.Tarihi etkileri nelerdir? Sınırlamaları nelerdir?Tehlikeleri nelerdir? Akılcı yaratıklar olarak içseltehlikelerle yolu kesilen bir akılcılığı nasıl yaşayabiliriz?Bu sorunun çok merkezi ve çözümünün16dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


de çok zor olduğu bilinerek üstünde durulmalıdır.Ayrıca eğer, “Akıl”ın yok edilmesi gereken birdüşman olduğu düşüncesi, son derece tehlikeliise, bu akılcılığı eleştirel bir sorgulamaya tabi tutmakbizi akıldışılığa götürme riskini içerir demekteaynı derecede tehlikelidir. lrkçılığın, “SosyalDarwinizm’in parlak akılcılığını temel alarakbiçimlendiğini -ve bunu akılcılığı eleştirmek içindeğil, belirsizlikleri göstermek için söylüyorumveNazizmin en dayanıklı ve güçlü katkı malzemesinioluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu birakıldışılık idi ama öyle bir akıldışılık ki, aynı zamanda,sonunda akılcılığın bir biçimi oldu.İçinde bulunduğumuz ve mücadele etmemiz gerekendurum bu.P.R.: Bütün bunlardan sonra siz Habermas gibi birinekıyasla tarihselcilikten ve tarihe göndermelerdendaha az korkuyorsunuz. Mimarlıkta, çağdaş<strong>mimarlığı</strong> terk edip uçarı dekorasyon ve işlemeleredönecek olursak uygarlığı terk etmiş oluruz,diye iddia eden modernizmin savunucuları tarafındanbu konu, sanki uygarlığın bir krizi gibikonuluyor. Öte yandan kimi post-modernistler detarihe göndermelerin kendi başlarına da anlamlıolduklarını ve bizi aşırı akılcı bir dünyanın tehlikelerindenkoruduklarını ileri sürüyorlar.M.F.: Sorunuzu yanıtlamasa da şunu söyleyeceğim:Bir geri dönüş olduğu iddia edilen her şeybütünüyle ve mutlak olarak şüphe ile karşılanmalıdır.Bunun bir nedeni mantıksal; aslında geridönüş diye bir şey yoktur. Tarih ve titiz ilgilerintarihe uygulanması bu geri dönüş teması karşısındakien iyi savunmalardan biridir. Benim açımdandeliliğin tarihi ya da cezaevi çalışmaları tam bubiçimde yapılmıştı, insanların bugünü eleştirebilecekleriama “Ah o delilerin yaşadığı onsekizinciyüzyıldaki güzel günlere dönelim…” ya da“Cezaevlerinin birincil araçlar olmadığı günleregeri dönelim…” demelerine olanak vermeyen birbiçimde. Hayır, sanırım tarih bizi bu tür bir geridönüş ideolojisinden korur.Geri dönüş ideolojisine kesin bir biçimde karşıkoyacak doğru bir tarih kullanımının ya da tarihiçianalizin -pek o kadar- açık seçik yapılmadığıdüşüncesindeyim. Örneğin Avrupa’daki köylü mimarisiüzerine yapılacak iyi bir çalışma, küçük, otdamlı tek eve geri dönme isteğinin bütün anlamsızlığınıortaya koyacaktır. Tarih bizi tarihselciliktenkoruyacaktır, şimdinin sorunlarını çözmekiçin geçmişe bakan tarihselcilikten.P.R.: Özellikle mimarlar, bir kurumsal yapıyı;örneğin bir hastaneyi, bir okulu, disiplin ediciişlevleri açısından çözümleyecek olduklarındaöncelikle duvarlarına bakarlar. Bu onların tasarladıklarışeydir. Sizin yaklaşımınız mimarlık yerinedaha çok, mekân ile ilişkili; yani fiziksel duvarlaro kurumun yalnızca bir yönü. Bu iki yaklaşımıbina ile mekân arasındaki farkı siz nasıl karakterizeedersiniz?M.F.: Sanırım yöntem ve yaklaşım açısından farkvar. Yapabildiğim sınırlı çözümlemede çıkarttığım,<strong>mimarlığı</strong>n sadece bir taşıyıcı öğe olarak,mekâna belli sayıda insan tahsisini sağlayan, dolaşımlarınıyönlendiren ve aynı zamanda karşılıklıilişkilerini kodlayan bir pratik olduğu, dolayısıylasadece mekân içinde varlığı söz konusu olan biröğe olmak yerine bir toplumsal ilişkiler alanınabelli etkiler yaratmak üzere olan bir uğraşı.Örneğin, Ortaçağların arkeolojisi üzerine çalışanbir tarihçi biliyorum. Ortaçağlardaki ev mimarisindebacanın sorunları ile uğraşıyor. Sanırımkendisi belli bir anda bacayı evin içinde inşa etmeolanağının bulunduğunu ortaya koyma sürecinde-sadece açık bir oda ya da evin dışında bir bacadeğil, o anda herşeyin değişmesine, kişilerarasıilişkilerin oluşmasına olanak veren bir ocakla beraberbaca. Bunlar bana çok ilginç geliyor amaonun bir makalede ortaya koyduğu sonuç, düşüncelerve fikirler tarihinin hiçbir yararı olmadığı idi.İlgi çekici olan bu ikisinin kesinlikle ayrılamaz oldukları.Neden insanlar bacayı evin içine almakiçin o kadar uğraştılar? Ya da neden sahip olduklarıtekniklerini böyle bir amaç için kullandılar?Ve teknikler tarihinde bunların uygulamaya konulmasıyıllar hatta yüzyıllar aldı. Şurası kesin veçok önemli ki, bu teknik insan ilişkileri üzerindebiçimleyici bir etkiye sahipti, ama insan ilişkilerinio yöne iten bir stratejinin oyun içinde olmadığınıdüşünmek olanaksız. Her zaman ilginç olan, birbiriylebağlantı, hiçbir zaman anlamlı olmayan,bunun buna üstünlüğü.P.R.: Hem mekânda hem de toplumsal yaşamdakiinsanlararası ilişkileri betimleyen hiyerarşik piramitile yapının asıl planı -sonradan duvar, pencereolanları gösteren aynı söylem biçiminde midir?M.F.: Sanırım birkaç basit ve istisnai örnekteki mimariaraç az ya da çok vurgulama ile toplumsalhiyerarşiyi yineler. Askeri kamp örneğinde orduiçindeki hiyerarşi, her rütbeye ayrılan çadırların,yapıların yerleri ile doğrudan toprak üzerindedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>17


okunur. Bir erke dayalı hiyerarşi doğrudan mimarlıkaracılığı ile yeniden üretilir, fakat bu her askerişeydeki gibi -toplumda ayrıcalıklı ve son derecebasit- istisnai bir örnektir.P.R.: Ama kendi başına plan her zaman, güç ilişkilerininifadesi değildir.M.F.: Hayır. Şansımıza insan imgelemi için erkilişkileri bir plandakinden daha karışık.P.R.: Biliyoruz ki, mimarlık bir değişmez değil;değişen fikirlerden, sistemlerden, değişik kurallardanoluşan uzunca bir geleneğe sahip. Mimarlığınbilgisi kısmen mesleğin tarihi, kısmen yapım bilimininevrimi, kısmen de estetik kuramlarınınyeniden yazımından oluşuyor. Bu bilgi biçimininözelliği sizce nedir? Bir doğa bilimi gibi mi, yoksa“belirsiz bilim” dediğiniz gibi bir şey mi?dipNotlar1Bu yazı ilk olarak Mimarlık Dergisinin1984-07-08 (205-206) sayısında yayınlanmıştır.Bkz. Mimarlık 84/7-8, s.12-172Foucault’nun bu söyleşisinin tamamını ve20. Yüzyılın önemli düşünürlerinin mimarlıkile ilgili düşüncelerini okumak için bkz. Leach,Neil (der.) Rethinking Architecture, London:Routledge, ([1997] 2002).3Michel Foucault ile Antropolog PaulRabinow 'un <strong>mimarlığı</strong>n siyasal örgütlenme vetoplumsal ilişkilerindeki rolü üzerine konuşmalarınınyer aldığı bu söyleşi, Skyline Dergisinin Mart1982 sayısında yayınlanmış olan İngilizce metindenbazı bölümleri alınarak çevrilmiştir.M.F.: Bu kesin ve kesin olmayan bilimlerarasıayrımının önemsiz olduğunu söyleyemem -busoruyu atlatmak olur ama beni daha çok ilgilendirenYunanlıların techne dedikleri, yani bilinçliamacın yönlendirdiği pratik akılcılık üzerine yoğunlaşmak.Sürekli, “Yönetim pozitif bilimin konusuolabilir mi?” sorusunu sormak da anlamlı mıbilmiyorum. Öte yandan, eğer mimarlık, yönetimpratiği, diğer toplumsal örgütlenme biçimlerininpratiği gibi bir techne olarak ele alınırsa ve bundafizik, istatistik gibi bilimlerin öğeleri kullanılırsailgi çekici olur. Fakat eğer mimarlık tarihi yapılacaksabence bu da temel bilimlerin ya da toplumbilimlerin tarihi gibi olmak yerine, techne’nin geneltarihi gibi olmalı. Bu techne sözcüğünün handikapı,çok özgül bir anlamı olan “teknoloji”yeçok dar bir anlam veriliyor, ahşap teknolojisi,ateş teknolojisi, elektrik teknolojisi anlaşılıyor.Oysa yönetim de teknolojinin bir işlevi, bireylerinyönetimi, ruhların yönetimi, kendi kendininyönetimi, ailelerin yönetimi, çocukların yönetimivs. Eğer mimarlık tarihi genel techne tarihi içineyerleştirilebilirse temel bilimlerle toplumbilimlerkarşılaşmasından çok daha ilgi çekici bir yönlendiricikavrama sahip olur.18dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Mimar ve Mimarlık Üzerine DüşüncelerHasan Ünal Nalbantoğlu 1Modern yaşamın birçok alanında olduğu gibi mimarlıkve öteki sanat alanlarında da azgın ego’laraözgü erk istençlerinin at koşturduğu günümüzdemekân oluşturmanın veya mekânları yaşamanınölçüsü belki de (…) “yaşamın işlenmemiş düzyazısı”nın ne çok yakınında durarak ne de fazlauzağına çekilerek yakalanabiliyor. Bu ölçü sözgelimi mimar Da-sein [insanın insan olarak içindevar olduğu Varlığa açılış (E.N.)]’ının vesile olduğuaçık ve temiz alanda, o kayranda kendini hissettirdiğinde,işte ancak o zaman ‘şey’lerde uyuklayanezgiyi uyandıran bir <strong>mimarlığı</strong>n terennümettiği hakiki ‘şiir’den de söz edebilmek mümküngörünüyor.Soru şu: Acaba, bu yeni koşullar altında şiir mümkünse,bu koşulların şiiri ne? Makinalaşmanın,otomasyonun şiiri mi? O tasarımlarda mecburiyetaltında kalındığında yahut ilgili piyasada kolunbüküldüğünde, en azından şirketin ayakta kalmasıiçin kavga verildiğinde o duruma boyun eğmekmi, yoksa onun dışında taviz vermemek şeklindetezahür eden, ortaya çıkan göreli özgürlük alanımı? Özgürlüğün reçetesi yok bir kere. Biliyoruzher özgürlük bir faturayla gelir, yani siz diyebilirsinizki, “ben sizin elinize oynamıyorum sayın bayım,paranız olabilir, ama paranız var diye banaaykırı geleni yapmam” diyebilir, direnebilirsiniz.O da “öyleyse ben de size vermiyorum, zatenyapacak olan sürüsünce var, onlar yapar” der,geçebilir.Mesele yalnızca bununla kalsa iyi. “Yaşamın işlenmemişdüz yazısı”nın ne fazla yakınına düşmedenne fazla uzağında kalmaksızın tasarımladığınızyapılar bir yere dikildiğinde o yerde ve çevresindeyaşayanları acaba ne kadar ve hangi yönlerdeetkileyecektir? Aslında bilmediğiniz bir şeyi söylemiyorum;bu bütün mimarların öğrenciliğindenberi bildiği, hissettiğiniz bir olay, sadece bir hatırlatmadabulunuyorum. Bu hatırlatmayı kendimizeyapabildiğimiz ölçüde zindeliğimizi bir biçimdeidame ettiririz diye düşünürüm.Ama örneğin Heidegger’in şu vurgusu çok önemli:Eğer, ben zamanla ebediyet arasına çekilen yanlışkarşıtlığı atıverirsem elimde ne kalır? Bunun birmimar tarafından düşünüldüğünü söyleyelim. Ozaman mimar ne yapar? Ebediyete kadar kalacakşeyler bırakarak ölümlülüğün üstesinden gelmektasası mı, yoksa yukarıdaki gibi ve benzer karşıtlıklarınve şablonların kapanına düşmeksizin kendiaçıklığı, kendi özgürlüğü içinde en güzelini,en uygununu kendi tasarımıyla yaratma çabasınagirmek mi olmalıdır derdimiz?dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>19


Dikkat ederseniz Sinan’ın döneminde bina ustalarıhep kendilerinin bina ederek bir tür şiir inşaettiklerinden dem vururlar sıklıkla. Bakınız, bubugün bile hâlâ ölmemiş bir şey, çoğu mimarınyüreğinde.Bir mimar-şair “ben yaşamın şiirini şu eserlerimleyazıyorum” diyebilir elbette. Ama buradaki ‘ben’modern anlamda kullandığımız mekân kavramınıbilmeden gerçekleştirmektedir bunu. Ortaya yeryer hayranlık uyandırıcı şeyler çıkıyor kalburüstüörneklerde. Bunun siyasi iktidarla olan ilişkisini,dahası mimarın iktidar kurmasıyla ilişkisiniülkemizde henüz doğru dürüst tartışmıyoruz. Bunakarşın, iktidara ilişkin tonla yüzeysel laf salatasıokuyor, dinliyoruz. Bu genellikleri irdelemedenfelsefe yapmaya öykünen, bazı eserlerindendolayı ya da başka yollarla bir biçimde tanınmışmimarlar da bu duruma bilmeden ya da bilerekkatkıda bulunabiliyorlar.Dürüstçe konuşursak, mimarlık bence çok önemlibir meslek; onun da ötesinde gönül koyan içinciddi bir ‘uğraş’, bir yaşam tarzı. Yaşamasını bileniçin belki de ‘fikirlerle yaşama’nın en yüce ve endoyurucu örneklerinden birisi. Başta Sinan Ustabeni affetsin, büyük eserler dikmiş mimarlarınyaptıklarına saygım elbet var; ama saygı kişileridevleştirip önünde ezilmekten geçmiyor.Eğer, bir mimar da bir yerle ilgili kutsal ve hattaulvi olduğunu düşündüğü bir tasarım yapıyor vegiderek gerçekleştiriyorsa o kişide kutsallığı uyandıranbir duyarlılık var diyebiliriz. Neyi ortayakoyduğu ve ortaya konulanın bizde uyandırdığıdırönemli olan; kendisinin yaptıklarını Müslümanlıkya da bir başka inanç adına meşrulaştırması değil.Ama bir mimar bir keresinde bunu gerçekleştirdidiye, her zaman ve yerde aynı başarının altınaimza atamaz, değil mi? Onu da hiçbir insandanbekleyemeyiz herhalde…dipnotlar1Bu yazı Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun 2005yılı Aralık ayında <strong>Mimarlar</strong> Derneği 1927’deyaptığı “ Mekân”: Bir ‘Modern Çağ’ kategorisiniSorgulamak başlıklı konuşmasından sonra dinleyicilerinsorularına verdiği cevaplardan derlenmiştir.Metnin tamamı için bkz. <strong>Mimarlar</strong> Derneği1927 – Dönem Etkinlikleri 2004-2006, <strong>Ankara</strong>:Yalçın Matbaacılık, 2006, s.285-312.20dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Türkiye’de Mühendisler - <strong>Mimarlar</strong>:Bazı HipotezlerAli Artun1975 yılında, <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’na mühendis vemimarların toplumsal formasyonlarıyla ilgili kapsamlıbir alan araştırması yapılmasını önerdim. Buönerinin kabul edilmesi üzerine başlayan çalışmalar1978’de sonuçlandı ve bu sonuçlarla ilgili verilerMühendisler <strong>Mimarlar</strong>… başlığıyla <strong>Mimarlar</strong><strong>Odası</strong> tarafından yayınlandı. Kitap, alt başlığındada belirtildiği gibi, bu veriler dışında başka bölümlerde içeriyordu: Ekonomik İlişki ve ToplumsalBilinç Göstergeleri, Yüzyıl Ortalarından SonrakiTezlere Bir Bakış, Türkiye’de Mühendisler-<strong>Mimarlar</strong>: Hipotezler. Aşağıdaki yazı, alt başlıktakibu son bölüm. Alan araştırmasına yön verenkimi hipotezleri kapsıyor.Mühendisler <strong>Mimarlar</strong>… 1999 yılında yenidenbasıldı, ama bu kez başlığı farklıydı: Fordizminve Mühendisin Dönüşümü. Çünkü bu ikikitabın yayın tarihleri arasındaki yirmi beş yılda,mühendislerin/mimarların çalışma koşullarındabir çığır açan dönüşümler gerçekleşmişti ve bende bu köklü dönüşümleri vurgulamak istemiştim.Ayrıca, ikinci baskının başına bu konuda birbölüm ekledim: Mühendis:1975-2000.Şimdi aradan bir on iki yıl daha geçti ve “postfordist”,“post-endüstriyel” olarak anılan bu yenidöneme özgü emek süreçlerinin örgütlenmesiyleilgili ilişkiler iyice kurumsallaştı. Siyasal bloklardöneminde, her iki blokta da baş tacı edilenmühendis,“endüstri-sonrası” dönemde otoritesinikaybetti. Bu otoriteyi finansman, işletme ve iletişimuzmanları devraldı. Buna karşın, 20. yüzyılbaşında fütürizm, konstrüktivizm, pürizm veBauhaus gibi sanat hareketleriyle birlikte mühendisliğe,makinelere ve Taylorizme öykünen mimarlık,yüzyıl sonunda sadece mühendisliği değil,diğer sanatları da gerilerde bırakan bir etki kazandı.Tabii bunda tasarımın dijitalleşmesinin yarattığıdeğişim önemli bir rol oynuyordu. Aslında mühendisinve mimarın bulunduğu geleneksel bütünemek süreçlerindeki parçalanmada dijitalleşmeöncü bir dinamik oluşturuyordu. Mekanik süreçlerindijitalleşmesinin yanı sıra, uzmanlaşmanınesnekleşmesi ve iletişimin çalışmanın bir bileşenihaline gelmesiyle birlikte emeğin kültürelleşmesinide (prekarite) kaydetmek gerekir. Bütün bugelişmeler, emeğin her zamankinden daha baskıcıbir denetim altına alınmasına, sömürünün dahada yoğunlaşmasına, bütün hayatı çalışma hayatınaçeviren biyo-polikaların etkinleşmesine ve sonunda,Richard Sennett’in tabiriyle, bir “karakterçürümesi”ne yol açtı.İşte aşağıdaki “hipotezler”, onlar etrafındaderlenen verilerle birlikte, geçtiğimiz 30-40yıldosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>21


zarfında yaşanan emeğin bu büyük yapısaldönüşümünün irdelenmesi bakımından haladeğerlidir sanıyorum.HİPOTEZLER 1IMühendisler, mimarlar, onları toplumda diğerlerindenfarklı bir toplumsal grup olarak ayırt edebilecekve kendi içlerinde genelleştirilebilecek ortaktoplumsal özelliklere sahip değildirler. Ekonomikilişkiler içinde farklı konumlarda, hatta farklı üretimtarzlarına bağlı olarak yer alırlar.IIÜretimin belirli alanlarında sermayenin birikimi,süregelen ekonomik ilişkilerde temel bir değişim,bir sıçrama yaratacak, egemen üretim tarzınınkapsamı dışındaki ilişkilere son verecek bir ölçeğeerişememiştir. Bu ilişkiler bütünüyle ‘kalıntı’olarak nitelendirilemez; bir çok marjinal alanda,kapitalistleşmenin özgün yapısına bağlı olarak,böyle ilişkilerin ‘yeniden üretildiği’ gözlemlenebilir.Zanaatkârınkini andıran bu ilişkilerin, birikimsürecinin etkisi dışında ‘bağımsız’ olarak varlıklarınısürdürebilmeleri elbette söz konusu değildir;önemli bir bölümü bu sürecin doğrudan denetimialtında gelişir ve biçimlenir. Mimar ve mühendislerinbir bölümü böyle zanaatkârca ilişkiler içindefaaliyetlerini sürdürürler.Kapitalist toplumda birleşme değil, ayrılma, üretimaraçlarının emekçiden ayrılıp emeğin karşısınabağımsız bir güç olarak, sermaye durumunda dikilmesi,olağandır. Sermayenin birikim sürecindeküçük üretimin, küçük sermayenin, küçük işletmeninvarlık koşullarını giderek ortadan kaldırmasıve üretimin her alanında emek sürecinin kapitalistörgütlenişini gerçekleştirmesi egemen olan eğilimdir.Ancak, egemen olan tarz, farklı, öncekibir tarzın kapsamındaki ilişkilerle bir arada varolabilir ve egemen eğilime rağmen, üretimin belirlialanlarında bu tür ilişkiler yaygın olabilir. Bubirlikte varoluşun koşulları, biçimlenişi, varoluşsüresi, vb. bağımlı bir ülkede bağımlılık ilişkileritarafından belirlenir. Dolayısıyla metropollerdekikapitalist gelişme modellerini yansıtmaz. Kaldı ki,bu modellerin de küçük üretimin yok oluşununkesin bir ‘son’a ulaştığı saf tekelci modeller halinialması mümkün değildir. Mimarlık, mühendislikbürolarında yaygın olan ilişkiler bu genellik içindebelirlenir ve bu genellik içinde açıklanabilir.Küçük mühendislik ve mimarlık bürolarındakiüretim süreci, kapitalist bir sürecin özelliklerindençok, bir zanaatkârınkinin özelliklerini taşır. Bu bürolarınbüyük bir bölümünde ücretli mimar veyamühendis, gene önemli bir bölümünde herhangibir ücretli yoktur. Büro sahibinin emeği belirleyicidir.Büro sahibi, üretim araçlarının sahibi olarakhem bir kapitalist, hem de kendi kendinin ücretliişçisidir. Kendi üretim araçları ile çalışarak kendiişgücünü yeniden ürettiği gibi, yarattığı artı-değerinbir bölümüne de sahip çıkar. Sermayesi modernsermayeden çok, bir zanaatkârın zanaat içingerekli araçlarından, işyerinden, vb. oluşan doğalsermayesi özelliğindedir. Büroların çoğunluğundabir sermaye birikimi oluşmaz; işyerinde kapitalistişbölümünden eser yoktur. Bir ya da birkaç ücretlininvarlığı, kendi başına, bu durumda temeldenbir değişimi belirlemez.Küçük mühendislik, mimarlık bürolarının 70’liyıllara kadarki gelişme hızı, bu yıllarda özellikleyapı üretiminde gerçekleşen büyük şirketleşmeler,bununla birlikte modern teknolojilerin ithalive geleneksel yöntemlerin etkinliğinin kırılmasıyladüşmeye başlamıştır. Bu durum, küçük bürolarınyenilerinin kurulmasında set çekerken, mevcutolanların yaşamları üzerindeki baskıyı arttırmakta,kendi içlerinde zaten var olan rekabeti şiddetlendirmekte,ücretlileri ve büro sahiplerini daha güçekonomik koşullara zorlamakta, öte yandan ücretlileşmeyibelirgin bir duruma sokmaktadır.IIIFaaliyet alanlarında sermayenin merkezileşmesive yoğunlaşmasının tehdidi altındaki küçük bürolarınayakta kalabilmelerinin bir koşulu da nitelikliveya yarı-nitelikli ama ucuz bir işgücü pazarınınvarlığıdır. Bu pazarda yer alanlar, işsizlikle, küçükbürolardaki düşük ücretli işler arasında gidip gelengenellikle yeni mezunlardan oluşur.Küçük bürolarda işlerin düzensizliği, sürekli birücretli kadrosunun varlığını önler. Bu bürolardakiücretlilerin bir bölümü çalışma yasaları dışındaistihdam edilirler. Mesleki öğrenimleriyle kazanılmışolduğu varsayılan niteliklerle bir ilintisi olmayangörevler üstlenebilirler. Ücretlilerin küçük vedağınık birimlere yayılmaları, bu birimlerde yaygınolan ekonomik ilişkilerin gösterdiği özelliklerve bunun ücretliyle büro sahibi arasındaki ilişkiyeve bilinçlerine yansıması sendikalaşmayı ve etkilibir ekonomik mücadeleyi engeller.IVEsas olarak sermaye birikiminin yeterli bir ölçeğeulaşamaması nedeniyle, emek sürecinin kapitalistörgütlenişinin henüz yerleşmediği, zanaatkârlıkilişkilerinin önemli ölçüde korunduğu bir alanyapı üretimidir. Küçük büro sahipliğinin ve böyle22dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


ürolardaki ücretli çalışmanın en çok yapı üretimiyledoğrudan ilgili olan mimarlar ve inşaat,elektrik, makine mühendisleri arasında gözlenmesitesadüfi değildir. Yapı üretimi, kapitalist ülkelerinhemen hepsinde, ürünün niteliği, pazarınkarakteri, üretimin toprak üzerindeki mülkiyetilişkilerince koşullandırılması, vb. nedenlerle tekelleşmeninen geç ve zayıf gerçekleştiği, üretimsüreçlerinin ‘modernleştirilmesi’nin geciktiği biralan olmuştur. Mimarlık, yapı teknikleriyle sıkıbağları, tarihinin köklülüğü, yapı üretimiyle mesleğinkendine özgü bağları ve dolayısıyla gelenekselkarakterini korumaya eğilimi nedenleriyle sözkonusu ilişkilerin daha güçlü olarak kendini belliettiği bir alandır.VÜretimin belirli alanlarında bilimin sistemli olarakuygulanması henüz gerçekleşmemiştir. Üretimeyön veren, bilimden ayrı olarak varlığını koruyantekniklerdir; bilim bu alanlarda henüz bir üreticigüç olarak etkili değildir. Dolayısıyla bilimin üretimeuygulanışının bir aracısı olan mühendis bualanlarda işlevini yerine getiremez ve işlevi henüzmühendisin yerinin oluşmadığı üretici güçlerinmevcut gelişme düzenine uyarlanır.VIModern mühendislik 19. Yüzyılın ortalarındanbaşlayarak olgunlaşmıştır. Sermayenin bilim üzerindeve bilimin de üretim süreci üzerinde tamegemenliklerini kurmalarından önceki dönemde,bilimin gelişmesinde edilgen, alıcı yan ağır basıyordu.Bu dönemde, zanaatkârlıktan edinilenbilgilerin sistemleştirilmesine çaba gösteriliyorve zanaatkârlıkla mühendislik iç içe gelişiyordu;geleneksel el emeğine dayanan teknik öğenin rolüdaha baskındı. Bilimin önderliği ele geçirmesi,doğa bilimleri öğreniminin atölyeler ve zanaatkârderneklerinin dışında, modern üniversiteler içindeörgütlenmesiyle birlikte 20. Yüzyılın hemenarifesinde gerçekleştirmiştir. Mühendis, bağımsızüreticinin, zanaatkârın yitirdiği tüm zihinsel işlevleridevralan, adeta onun bir mirasçısı olarak budönemde doğmuştur.Modern mühendisler kafa ve kol emeği arasındakikopuşun aracı ve sonucudurlar. Kendi zihinselfaaliyetlerinin de parça süreçler halinde ayrıntılaşmasıyla,emek süreçlerinin bütünlüğü üzerindekizihinsel denetimlerini yitirerek bu kopuşu kendiiçlerinde de yaşarlar.VIIMaddi üretim alanındaki modern bir kapitalist işletmedeücretli olan mühendis üreticidir. Emeğinniteliğinin ve işgücünün değerinin farklılıklargöstermesi, bir üretim sürecinin sonuç ürünününbütün bu değişik niteliklerdeki emeğin ortak ürünüolması durumunu ortadan kaldırmaz. O halde,mühendisin emeği, salt işyerinin işbölümü içindekiözel yerinden ve bununla uyumlu niteliğindenhareket edilerek artı-değerin yaratılması dışındagörülemez ve üretici olmayan kategorisinde tanımlanamaz.Ancak kendi başına, ücretli ve üreticiolması, onun toplumsal belirlenişini açıklamadayeterli değildir. Mühendislik, sermayeye ait olanve sermayeye özgü özellikler taşıyan yönetim vedenetim işlevinin gerçekleştirildiği otoriter yönetimyapısıyla bütünlenir. Mühendis, sermaye adınaemir ve kumanda yetkisine sahiptir. İşyerinde,kafa ve kol emeği kutuplaşması içinde kafa emeğinitemsil eder. Ancak bu kutuplaşmayı şiddetlendiren,ayrıntıda işbölümünün kafa emeğinede uygulanması ve mühendislik faaliyetlerinin demakineleşmesi sürecinde, bulunduğu kutuptanuzaklaşmaya başlar; mühendislik giderek kitleselbir karakter kazanır. Kapitalist işletmelerde emeksüreçlerinin örgütlenmesi, gelişmiş modellerinekıyasla önemli farklar gösterir. İşletme içi işbölümündeayrıntılaşma çok daha geri durumdadır.Yönetim, henüz, çok sayıda uzmanın çalıştığı,çeşitli bölümleri ve alt-bölümleriyle geniş bir şebekeyeyayılmış başlı başına bir örgüt durumunukazanmamıştır ve kitlesel karaktere sahip bir yapıyabürünmemiştir. Yönetime bağlı mühendislikfaaliyetleri dardır. Dolayısıyla işletme içindekimühendislik faaliyetlerinin örgütlenişi de henüzkitlesel bir görünüm taşımaz. Sonuç; sermayeyeait yönetim ve denetim işlevleri büyük ölçüdeayrıcalıklı durumlarını koruduğu için, mühendisde bu ayrıcalıklardan yararlanır; sermayeye ait işlevleritemsil ederken etkinliğini yitirmemiştir, buyönden sermayeyle bağı belirgindir.VIIIDevletin bir kapitalist olarak belirdiği üretim alanlarıdışında, devlet cihazında görevli olan mühendisbir bürokrat kimliğine bürünür. Doğrudanmesleğiyle ilgili öğeler onu bürokratik yapı içindebir kademeye oturtmanın dışında ikincil kalır. Pekçok durumda mesleğiyle ilgili bilgilerin büyük birbölümü, hatta tamamı görevini yürütmesi için gereklideğildir. Bir bürokratın özel işi ve buna bağlıolarak özel çıkarları, devletin işlevleri ve çıkarlarıylauyumludur. Varlığı bürokrasinin kendi yeraldığı dalının varlığını belirler. Üretim araçlarınınmülkiyetine sahip olmaması, maaşı dışında birgelirinin bulunmaması ve bu gelirinin düzeyininbüyük ölçüde üretim alanındaki ücretlere tabi olması,onun toplumsal ilişkiler ağı içindeki yerininbelirlenmesinde ağırlıklıdır. Ancak maddi üretimdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>23


Türkiye’de Mimar Kimliği ve Mimarlık Meslek PratiğiÜzerine Sosyolojik bir Çalışma 1Nilgün Fehim Kennedy, Dr., Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi BölümüMimarın aldığı eğitim, yaşadığı koşullar ve mesleğintoplumsal statüsü belli bir mimarlık ethosuoluşturur. Bu ethos, mimarlara özgü özellikleriortaya koyduğu gibi, mimarın mesleğini icra ederkenuyguladığı kuralları da belirler. Bu nedenlemimarlık meslek pratiğini sosyolojik olarak incelemek,ethosu incelemekten bağımsız ele alınamaz.Ethosu ortaya çıkarabilmek için mimarların kişiselhabituslarına bakılabilir. Pierre Bourdieu’ye 2 görehabitus belli bir alanda (field) bilinçli eylemin vekonuşulan dilin altında ve irade ve dikkatin ötesindefaaliyet gösterir. Özgür iradenin değil amatercihlerin ve eğilimlerin sonucudur. Bu tercihleriise alanın yapısı belirler. Habitus hem bireyseldirhem de aynı sınıfsal pratiği paylaşan bireylerinbenzer habituslara sahip olması nedeniyle ortaktır.Dolayısıyla bu çalışmada mimarların ortakhabituslarını ortaya çıkarılmasıyla mimarlıkethosunun ve mimarlık meslek pratiğinin anlaşılabileceğiöngörülmüştür.Çalışmanın Teorik çerçevesiMimarın habitusunu anlamanın ilk koşulu <strong>mimarlığı</strong>nürünü olan mekânı <strong>anlamak</strong>tır. Simmel’e 3göre her mekân kendine özgüdür ve mekânınbir parçası diğeriyle benzerlik göstermez. Hermekânın çerçevesi, içinde kendi kuralları olanbir dünya olduğunu belirtirken, aynı zamanda odünyanın gerçekliğini ve etkilerini güçlendirir.Bir nesnenin mekânsal sabitliği onun etrafındabelirli ilişkilerin kurulmasına yol açar. Mekânsalyakınlık veya uzaklık insanlarda farklı duygu durumlarınayol açar ve ilişkileri etkiler. Mekânınsosyolojik özellikleri aynı zamanda insanlarınbiyolojik ve psikolojik özellikleriyle de ilintilidir.İnsanlar kendilerini güvende hissetmek içiniçgüdüsel bir biçimde alan tanımlaması yaparlar.Bu durum insanlara bir aidiyet de kazandırır. Buyüzden mekânlar insanların yaşam pratiklerini belirlediklerigibi, onların algılamalarını, tutumlarınıve değer yargılarını da yansıtırlar. Mekânsaldeneyimler, sosyal kategorilere göre farklı anlamlariçerirler. 4 Bu farklı anlamlar farklı algılamalara,farklı tutumlara ve farklı değer yargılarına yolaçtığı gibi, bu sürecin tamamı sosyal yapının içselleşmesinehizmet eder.Ancak, mekân aynı zamanda çok soyut bir kavramdırve fiziksel sınırlamalar olmadığı sürecealgılanması zordur. Mimarlığın işlevi bu noktadabaşlar. Mimarlık soyut mekânı elle tutulur, dokunulabilirhale getirir. Mimarın görevi de bütünfarklı gereksinmelere cevap verebilecek somutdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>25


mekânları yaratmaktır. Mimar görevini yerine getirirkenkendi habitusunu oluşturur.Moderniteye kadar mimar bu görevini, egemensınıfların, toplumun ve mimarın mutlak patronlarıolan imparatorların, kral ve sultanların, dinin himayesialtında ayrıcalıklı bir konuma sahip olarakyerine getirmiştir. Modernite, tarihin sahnesineulus-devletleri çıkarmıştır. Mimarlık, ulus-devletiçin de ulusal bir kimlik ve bilinç oluşturmanınen önemli araçlarından biri olmuştur. Türkiye’dede “Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı” böyledir.Ulusal bir mimarlık yaratmak inancı, mimarın“medeniyet ajanları” olarak hedeflenen batılı yaşambiçiminin taşıyıcısı ve toplumsal dönüşümünönemli aktörlerinden olması nedeniyle mimar,devlet ideolojisinin taşıyıcısı olmuştur. Bu durum,mimarlık tarihçileri tarafından Erken CumhuriyetDönemi mimarlarının mimarlığa sadece mimarlıkolarak bakmayıp, ulusal kimliğin mesajlarını taşıyandaha geniş anlamlar yükledikleri eleştirilerininyöneltilmesine neden olmaktadır.Özellikle mimarlık tarihçileri Gülsüm Baydar-Nalbantoğlu 5 ve Sibel Bozdoğan 6 çalışmalarındaErken Cumhuriyet Dönemi mimarlarının devletinideolojisiyle paralel meslek anlayışlarının,Türkiye’de <strong>mimarlığı</strong>n bağımsız bir disiplin olarakgelişmesinin ve Türkiye <strong>mimarlığı</strong>nda avangartakımların oluşmasının önünde engel oluşturduğunuiddia etmektedirler. Mimarlığın bütüntarih boyunca egemenlerin ideolojisinin taşıyıcısıolduğunu unutmaksızın, avangart akımlarınolmadığı iddiasına cevap vermek gerekirse, halkkitlelerini medeniyetten uzak, geri “öteki” olarakgören (ki Howard Caygill’e 7 göre avangart sanatınen önemli özelliği budur) ve onları dönüştürmeyeçalışan, üstelik savaş yorgunu, inanılmazyoksul bir ülkede dönemin Türk mimarlarıBatı’dakilere benzemese de kendi ülkeleri içinavangarttır. Mimarlığın bağımsız bir disiplin olarakgelişemediği iddiasına gelince, sözü geçentarihçilere göre bunun nedenleri Türkiye’nin modernleşmesürecinin yukarıdan aşağıya gerçekleşmesive modernleşmeyi talep eden bir sivil toplumunolmayışıdır. Mimarlık bu nedenle devletebağımlı olarak gelişmiştir ve Uğur Tanyeli’yegöre de Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlarıbürokratik elitlerdir. 8Bütünüyle “Avrupa-merkezci” bir bakış açısıylamodernleşmenin Avrupa’dakine uymayan biçimleriniyok sayan bu anlayış, aynı zamanda Avrupamodernleşmesini de “sivil toplum hareketi” olarakyüceltmektedir. Oysa Avrupa modernleşmesininöznesi de ulus-devlettir 9 ve modernleşme kapitalizmeulaşma yolları olduğu için her ülkede kendineözgüdür. 10Bu durumda, <strong>mimarlığı</strong> toplumun diğer kurumlarındanbağımsız ele almak ve Türkiye’de Avrupanormlarına uygun bir gelişme göstermediğini söylemek,hem <strong>mimarlığı</strong>n içinde bulunduğu tarihselve toplumsal durumdan bağımsız olabileceğiniiddia etmek, hem de ülkelerin özgül koşullarınıreddetmek anlamına gelmektedir. Ülkelerinözgül koşullarından kaynaklanan farklılıklarıreddetmek ise beraberinde benzerlikleri de yoksaymayı getirebilmektedir ve bugün Türkiye’deyaygın olan <strong>mimarlığı</strong>n dünya <strong>mimarlığı</strong>ndanfarklı geliştiği düşüncesi de, ne yazık ki, bu bakışaçısının sonucudur.Mimarlığın bağımsız bir disiplin olabileceğiinancı ise, dünya görüşlerinden bağımsız olarak,mimarlık teorisyenlerinin çoğunun paylaştığıbir inançtır. Modern <strong>mimarlığı</strong>n ünlü mimarı LeCourbusier toplumsal çalkantıların çözümü için“mimarlık ya da devrim” önerirken bu inancı taşımaktadır.Mimarlık tarihçisi Sibel Bozdoğan ErkenCumhuriyet Dönemi binalarının mimarlık mirasıiçinde yerini alabilmesi için Kemalizm’le bağlarınıkoparması gerekir derken de bu inanç vardır.Mimarlığın Türkiye’de farklı geliştiği düşüncesive <strong>mimarlığı</strong>n toplumsal yapıdan bağımsızolabileceği inancı mimarların habitusları üzerindeönemli etkilere sahiptir. Bu düşünceler,mimarların eğitimleri, örgütlenmelerinin etkilerive uluslararası etkileşim sonucu oluşturdukları“Kendiliğinden Profesyonel Meslek İdeolojisi”ninürünü olabilirler. Dolayısıyla mimarların habitusunuanlayabilmek için sahip oldukları ideolojiyi<strong>anlamak</strong> yararlı olabilir.Louis Althusser bilimi ve bilim insanlarının durumunutartışırken “Bilim İnsanının KendiliğindenFelsefesi”nden (BİKF) söz eder. 11 Bu düşünce sistemi,bilim insanının bilimsel pratik ve “bilim” hakkında,bilinçli veya bilinçsiz taşıdığı fikirlerden veyüklediği değerlerden oluşmaktadır. BİKF’in birbiriyleçatışan iki eğilimi vardır. Althusser bunlardanbirincisini materyalist eleman olarak adlandırır vebunun gündelik pratik içinde oluşan içsel inançve düşünceler olduğunu söyler. Althusser’e göreBİKF’in ikinci eğilimi bilim insanının pratiğinin dışındateorisyenler tarafından oluşturulur. “Bilimindeğeri”, “bilimsel ruh” gibi çeşitli biçimler alanve idealist eleman olarak adlandırılan bu ikinci26dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


eğilim pek çok durumda materyalist elemanla çelişirve onu yönlendirir.Bu yaklaşımı mimarlık alanına uyguladığımızdamimarların meslek pratiği içinde oluşturduklarıkendiliğinden düşünce ve inançları olduğu gibi,mimarlık teorisyenlerinin genel olarak mimarlıkhakkında oluşturdukları inanç ve fikirlerin de taşıyıcısıoldukları görülür. Bu çalışmada, Althusser’inBİKF’i mimarlığa uyarlanmış ve bilimsel pratiklemimari pratik arasındaki farkı vurgulamak amacıylamimarlık ideolojisi “Kendiliğinden ProfesyonelMeslek İdeolojisi” (KPMİ) olarak adlandırılmıştır.Bu ideoloji mimarların, <strong>mimarlığı</strong>n dünyayı değiştirmeyemuktedir bağımsız bir disiplin olabileceğiinancının temel kaynağıdır. Ancak KPMİ sadecebu konuda etkili değildir, mimarların meslek eğitimisonucunda edindikleri mekân kavramını daetkiler. Henri Lefebvre 12 üç çeşit mekân olduğunusöyler. Lefebvre’e göre uzmanların mekânı her zamankullanıcının mekânını yönlendirir ve dışlar.Bu, aynı zamanda, kendisini bir sanatçı olarakgören mimarın eserine müdahaleyi kabullenemeyişidirki mimarın kendisini sanatçı olarak görüşüde zaten sahip olduğu profesyonel meslek ideolojisininbir sonucudur.KPMİ, mimarın mimarlık mesleğinin meşruiyetikonusundaki düşüncelerini de etkiler. Meşruiyetmücadelesi bir güç mücadelesidir. Mimar aldığıeğitim ve pratiği sonucu yapılı çevrenin tek sorumlusuolmak ister. Oysa günümüzün değişenkoşullarında inşaat sanayiinde tasarım ve uygulamaalanında pek çok yeni uzmanlaşma ortayaçıkmıştır. Kentsel tasarım, peyzaj <strong>mimarlığı</strong>, içmimarlık gibi uzmanlaşma alanları mimarlık mesleğininfaaliyet alanını daraltmıştır. Türkiye’de ayrıcamüteahhitler de yapılı çevrede söz sahibidirve bu durum mimarların en önemli sorunlarındandır.Bu ilişkilerde kabullendikleri etik kurallarda habituslarının önemli bir parçasıdır ve doğrudanKPMİ ile ilişkilidir.Mimarın habitusunu dolayısıyla ethosu etkileyenfaktörler KPMİ ile sınırlı değildir. <strong>Mimarlar</strong>ındünya <strong>mimarlığı</strong> ile olan ilişkileri de etkenlerdenbirisidir. Bunların dışında mimarlarınörgütlenmeleri, mezun oldukları okul, meslekpratiğini icra ettikleri şehir, mimarın yaşı vetoplumsal cinsiyette habitus üzerinde önemli etkileresahiptir. Bourdieu herhangi bir alanda (field)bireyin uygulayacağı stratejileri sadece habituslaaçıklamaz. Aynı zamanda alan içinde bireyin sahipolduğu sermaye de etkilidir. Bourdieu’ye göreekonomik, sembolik ve kültürel sermaye çeşitlerivardır. Kültürel sermaye meşru bilgi birikimiyken,sembolik sermaye onur ve saygınlıkla ilgilidir.Bourdieu toplumsal çözümleme için [(habitus)(sermaye)]+(alan) = pratik şeklinde formüle ettiğibir yaklaşım önerir. 13 Bu çalışmanın temel aldığıformül de budur.Çalışmanın VarsayımlarıTürkiye ‘de mimarlık ethosunu ortaya koyan faktörleraşağıdaki varsayımlarla formüle edilmiştir:1. Uluslararası etkileşim mimarların habitusunukendi pratiklerinin ve <strong>mimarlığı</strong>n Türkiye’dedünyadan farklı olduğunu düşünmelerine nedenolarak etkiler.2. Sahip oldukları KPMİ’nin mimarların mekân,<strong>mimarlığı</strong>n bağımsız bir disiplin oluşu, <strong>mimarlığı</strong>nsanat bileşeni, <strong>mimarlığı</strong>n meşruiyeti, mimarınmesleğine bağlılığı, mimarın müşteri ve kullanıcıüzerindeki hâkimiyeti ve etik kuralları hakkındakidüşüncelerini belirlediği görülmektedir. Bumimarların sembolik sermayesini artırır.3. Mimarlık eğitimi profesyonel meslek ideolojisininoluşmasında önemli rol oynar. Eğitim mimarınkültürel sermayesini oluşturur.4. <strong>Mimarlar</strong>ın örgütlenmesi profesyonel meslekideolojisinin pekiştirilmesinde ve uluslararası etkileşiminyayılmasında önemli rol oynar.5. <strong>Mimarlar</strong>ın sosyal ve ekonomik ilişkileri meslekpratiklerini icra ettikleri şehre göre değişir.6. Mimarın meslek pratiğinde sahip olduğuölçütler, yaşla birlikte değişir ve bu değişim mimarınekonomik, kültürel ve sembolik sermayebirikiminde farklılık yaratır.7. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, kadın mimarlaraçısından meslek pratiğinde tasarım ve uygulamadafarklılıklar yaratır.Saha ÇalışmasıBu varsayımların doğrulanması amacıyla 2004 yılındabir saha çalışması yapıldı. Türkiye’de Ocak2004 tarihinde <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın 21 ildeki örgütlerinekayıtlı 29 695 mimar ve tescilli 8958büro vardı. <strong>Mimarlar</strong>ın ethosunu ortaya çıkartmakdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>27


için bu çalışma serbest mimarlarla sınırlandırıldıve bilinçli bir tercihle, görüş ve düşüncelerini veeserlerini dergilerde, kitaplarda yayınlayan ve dolayısıylaTürkiye’deki mimarlık teorisi ve söylemininbir parçası olan ünlü mimarlar yerine, mesleğin“sessiz çoğunluğunun” temsilcileriyle mülakatyapılmasına karar verildi. Böylece teori ve pratikarasında bir kopukluk varsa bunun da ortaya çıkabileceğiöngörüldü.6 değişik şehirde, 7 değişik mimarlık fakültesindenmezun, farklı yaş gruplarından 20 erkek,11 kadın, toplam 31 mimarla, kendi bürolarındaderinlemesine mülakat tekniğiyle yüz yüze görüşmelergerçekleştirildi. Şehir seçiminde farklıözelliklere sahip şehirler olmasına dikkat edildi.<strong>Ankara</strong> ve İstanbul’un dışında Bursa, Antalya veKonya hem Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunmalarıhem de farklı sermaye gruplarının vefarklı yatırımların merkezi olmaları nedeniyleseçilirken, Kastamonu da küçük kentlere örnekolarak seçildi. <strong>Ankara</strong>’da 12 mimar, İstanbul’da9 mimar, Bursa ve Kastamonu’da üçer mimar veAntalya ile Konya’da ikişer mimarla bürolarındagörüşüldü. Bu seçimlerde mimarlara ulaşılabilirlikde rol oynadı.<strong>Mimarlar</strong>ın 11’i büronun sahibiyken 20 mimarıngenellikle bir ortağı vardı ve kadın mimarlarda buortak genellikle eşleri oluyordu. 11 mimar 46-50yaş grubunda çoğunluğu oluştururken, onları 6mimarla 41-45 yaş grubu izliyordu. En yaşlı mimar58 yaşında <strong>Ankara</strong>’lı bir mimarken, en genç mimarda 28 yaşında Konya’lı bir mimardı. 8 mimarOrtadoğu Teknik Üniversitesi mezunu, 11 mimarİstanbul Teknik Üniversitesi, 3 mimar YıldızTeknik Üniversitesi, 3 mimar da Karadeniz TeknikÜniversitesi mezunuydu. Gazi Üniversitesi mezunu2, Selçuk Üniversitesi mezunu 2 ve şimdikiismi Mimar Sinan Üniversitesi olan Güzel SanatlarAkademisi mezunu 2 mimarla da görüşüldü. GaziÜniversitesi’nden bir ve Selçuk Üniversitesi’ndenbir mimar aslında bu üniversitelerin önceli olanDevlet Mimarlık Mühendislik Akademilerinin mezunuydu.10 mimar 16-20 sene serbest çalışmadeneyimiyle çoğunluğu oluştururken, 2 mimarsadece 1 yıldır serbest çalışıyordu. En yaşlı mimarise 34 yıldır büro sahibiydi. Bürolar genellikle 2-3kişiden oluşurken, 2 mimar bürolarının farklı yandallarda (mobilya üretimi, malzeme satısı ve diğermühendislik hizmetleri) da faaliyet gösterdiğinive bu nedenle 25-30 kişinin çalıştığını belirttiler.Bürolarında sadece mimari tasarım yapanmimarların sayısı 5 iken, tasarım, kontrol ve müteahhitlikişlerini birlikte yürüten mimar sayısı 17idi. 9 mimar ise tasarım ve kontrol aşamalarındafaaliyet gösteriyor, ancak müteahhitlik yapmıyordu.<strong>Mimarlar</strong> konuttan otele, hastaneye, resmibinalardan alışveriş merkezlerine kadar değişenalanlarda uzman olduklarını belirtirken, 8 mimarherhangi bir uzmanlaşmalarının olmadığını ve herprojeyi yaptıklarını söylediler.Kişisel bilgilerin dışında mimarlara 73 açık uçlusoru soruldu. Kadın mimarlar toplumsal cinsiyetve meslek ilişkisini ortaya çıkarmak amacıyla beşfarklı soruya daha cevap verdiler. Sorular kişiselbilgilerin dışında beş bölümden oluşmaktaydı.2. Bölüm mimarlık eğitimi ile ilgili 12 soruyuiçermekteydi. Bu sorularla mimarların mesleğineden seçtikleri, eğitim sırasında kafalarındaoluşturdukları mimar imajı, bunun gerçekleşipgerçekleşmediği, eğitimde neleri eksik buldukları,mezun oldukları okulların avantaj ve dezavantajlarıortaya çıkarılmaya çalışıldı. 3. Bölümmimarlık disipliniyle ilgili 13 sorudan oluşmaktaydı.Bu soruların cevapları, mimarların, <strong>mimarlığı</strong>bağımsız bir disiplin olarak görüp görmedikleri,Türkiye’de bir meslek ideolojisinin olup olmadığı,etik kuralları, <strong>mimarlığı</strong>n Türkiye’de ve dünyadakidurumuyla ilgili düşüncelerini açıklıyordu. 4.Bölüm mimarların mekân tasarımı, kullanıcıylaolan ilişkileri, mekânın insan ilişkileri üzerindekietkileri hakkında 13 sorudan oluşmaktaydı. 5.Bölüm, mimarlık mesleği ile ilgili 21 sorunun cevaplarıylameslek sorunları, örgütlenme, yaşanılankentin etkileri, mimarların sorunları nasıl çözdüklerigibi konuları açığa çıkarttı. Son bölümde ise,mimarlara mimar kimliği ile ilgili 14 soru sorularakkendilerini nasıl tanımladıkları, Erken CumhuriyetDönemi mimarlarını nasıl gördükleri anlaşılmayaçalışıldı. Her bölüm, yukarıda bahsedilenvarsayımların test edilmesini sağlayacak çeşitlisoruları içeriyordu. Mülakatlardan alınan cevaplarher varsayıma göre değerlendirildi ve mimarlarınortak habitusları ortaya çıkarılmaya çalışıldı.Mülakat sonuçları çalışmanın 7 varsayımını doğrularnitelikteydi. Bunun da ötesinde Türkiye’demimarlık teorisi ile pratiği arasında bir kopuklukolduğunu da ortaya çıkardı. Örneğin meslekpratiğini doğrudan uygulayan büro sahibi/ortağımimarlar, <strong>mimarlığı</strong>n bağımsız bir disiplin olabileceğineinanmıyorlardı. Etik kuralları sadecemimarlık için geçerli değildi. En büyük sorumluluğumüşterilerine ve daha sonra kendilerine karşıhissediyorlardı. Mimarın toplumsal dönüşümlerinönemli aktörlerinden birisi olması gerektiğinidüşünüyorlar ve Erken Cumhuriyet Dönemimimarlarının yaptıklarını doğru buluyorlardı.28dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Kadın mimarlar yaşadıkları sorunların mimar olmalarındankaynaklanmadığını, sadece erkekegemen toplumda kadın olmanın bazı zorluklarınıyaşadıklarını ve tasarım yaklaşımının zaten hermimar için farklı olduğunu söylüyorlardı.Bütün bunlar akademik çevrelerle, meslek pratiğiniuygulayanların habitusların farklılıklarınıortaya koyuyordu. Ayrıca mülakatlarda her mimarınkendi farklı eğilimleri de ortaya çıkmıştı. Budurumda ortak bir habitusdan nasıl bahsedilebileceğiönemli bir sorundu. Ancak Bourdieu aynısınıfsal konumu paylaşanların benzer durumlarıyaşamalarının farklı sınıfsal konumdakilerdendaha büyük bir olasılık olduğunu ve bunun daötesinde aynı sınıfsal konuma sahip bireylerinhabituslarının bir çeşit uyum içinde olduğunu 15söyler. Bu uyumu sağlayan ise, Bourdieu’ya göre,üretim faaliyeti içinde hemen algılanabilen veöngörülebilen ve bu nedenle sorgulanmadan kabullenilenşemalardır.<strong>Mimarlar</strong> açısından baktığımızda bu şemalarınbüyük ölçüde mimarların KPMİ aracılığıyla sağlandığınıgörmekteyiz. Bu ideoloji Althusser’indeyimiyle her ne kadar bireyin dünya görüşüylesıkı bağlar içinde olsa da, ondan bağımsız olarakele alınması gereken, sadece meslek pratiği vedisiplini ile ilgili bilinçli ya da bilinçsiz düşünceleridir.Yani, sadece, mimarın meslek pratiği vegenel olarak mimarlık hakkında düşündükleriniortaya koyar. İşte bu bağlamda toplumsal yapınınher bireye yaşattıkları aynı olmasa bile ortakbir habitustan bahsetmek mümkündür ve bu daethosu biçimlendirir. Çünkü ethos, Bourdieu’yagöre, bireylerin bilinçaltında, nesnel düzenin, budüzene göre mantıklı ya da mantıksız eylemin neolduğunu öğrenme süreçlerinin bir ürünüdür. 16Türkiye’de meslek pratiğini uygulayan mimarlarınethosu da, bu çalışmanın yedi varsayımındakideğişkenlerle biçimlenmekte ve mimarların meslekleilgili değerlerini ve inançlarını belirlemektedir.Kendileriyle görüşülen mimarlar Türkiye’deortak bir mimarlık kültürü olduğuna inanmıyorlardı.Oysa doğrulanan varsayımlarının işaret ettiğigibi, bu inanışın tersine, Türkiye’de mimarlıkfakültelerinin, örgütlenmenin ve Batı’nın etkisininyarattığı bir ortak mimarlık kültürü vardır.Çalışmanın SonucuÇalışma, Türkiye’de mimarların ethosunu belirleyenen önemli faktörün, sahip oldukları kendiliğindenişleyen profesyonel meslek ideolojileriolduğunu ortaya çıkartmıştır. Bir meslek ideolojisinesahip olunması yanlış bir şey değildir, üstelikbir meslekte uzmanlaşma, özel bir bilgi birikimigerektirdiği için kaçınılmazdır. Ancak, her şeyimesleğin daha doğrusu disiplinin dar sınırlarıiçine indirgemek tehlikelidir. Böylesi bir durum,özellikle mimarlık teorisyenleri açısından teori vepratiğin çelişmesiyle sonuçlanabilir. Althusser’indeyimiyle “bilim insanının kendiliğinden felsefesi”barındırdığı idealist eğilimle, bilim hakkındayanılsamalara yol açabilmektedir. Mimarlık alanında“bağımsız mimarlık disiplini”, “mimarındünya görüşünden bağımsız mimarlık anlayışı”,“toplumsal sorumluluk alanından bağımsızmimarlık sorumluluk alanı”, “salt mimarlık içinetik” gibi yaklaşımlar bu türden yanılsamalaraörnektir. Bu yanılsamalar sosyal gerçekliktenuzak bir mimarlık söylemi yaratmakta ve farklıdüşünceleri ve eleştirileri olsa da, bu söylembütün mimarları etkilemektedir. Oysa değişendünya koşullarında mimarlık için artık farklı yaklaşımlargerekmektedir. “Kentler: MimarlıkLARınPazaryeri” teması altında 3-7 Temmuz 2005 tarihleriarasında İstanbul’da yapılan XXII. DünyaMimarlık Kongresi’nde ortaya konulduğu gibidünya mimarları, artık, dünyada mimarlık hizmetlerindenyararlanabilen %2’lik mutlu azınlığındeğil, sessiz çoğunluğun hizmetinde olmayı güçlüve ortak bir biçimde talep etmektedirler. Bu taleplerkesinlikle, kendilerini sadece mimarlığa karşısorumlu hisseden mimarların talepleri değildir.Bunlar insanlığa ve dünyaya karşı sorumlu “yenibir mimarlık” talepleridir ve aynı zamanda, <strong>mimarlığı</strong>nyine ideolojik bir araç olarak, farklı bir“hâmi”nin hizmetinde olacağı yeni bir dünyayıöngören politik ve ideolojik taleplerdir.Çalışmadan çıkan sonuçlardan biri de Türkiye’demimarlarının çoğunun mesleklerinin geleceğindenumutsuz olduklarıydı. XXII. Dünya MimarlıkKongresi mimarlığa yeni bir umut ve yol göstermektedir.Ancak bunun için <strong>mimarlığı</strong>n eğitimdenbaşlayarak yeniden yapılandırılması ve kavramlaştırılmasıgerekmektedir. Disiplin ve meslek pratiğiarasındaki ikilik giderilmeli ve bunun eğitim üzerindekietkileri silinmelidir. Genç mimar adaylarıkitlesel <strong>mimarlığı</strong>n gerekleri doğrultusunda eğitilmelidir.<strong>Mimarlar</strong>ın sık sık kendilerini karşılaştırmaktanhoşlandıkları tıp ve hukuk meslekleri gibi,<strong>mimarlığı</strong>n da bir teknik servis hizmeti olduğugerçeği kabul edilmelidir. Şüphesiz, diğer mesleklerdenfarklı olarak, mimarların ülkelerinin sanatve kültür ortamına katkıda bulunma talepleri vardır,ama mimarın önceliği bu olamaz. Mimarlığındoğası gereği içinde barındırdığı sanatsal yön,dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>29


mimar işini söz konusu yeni mimari söyleme göreyaptığı zaman, kendiliğinden ortaya çıkacaktır vemimarlık teorisyenlerinin olası itirazlarına rağmeniyi tasarımın garantisi budur.Bourdieu, 17 habitusun tarihsel koşullara bağlı olduğunuve bu koşulların değişmesiyle değişebileceğiniöngörür. Bu çalışmanın gösterdiği gibi,Türkiye’de serbest çalışan mimarların habituslarızaten bazı yönleriyle teorisyenlerin habitusundandeğişiktir. Bu anlamda bütün mimarların bugünkükoşullarda sahip oldukları habitus ve dolayısıylaethos gelecekte değişebilir. Belki de bütünmimarların kendilerine sormaları gereken soru,mimarın yeni rolünün ne olduğu sorusudur. Belkide cevap, mimarın inşaat sektöründe teknik serviselemanı olduğu gerçeğini kabul etmektir. Eğer mimarlıktadeğişim isteniyorsa bu noktayı kabul etmekçok önemlidir. Bu da, ancak, hâkim ideolojininaracı olan ve aynı türden <strong>mimarlığı</strong> ve mimarıyeniden üreten mimarlık söylemi ve pratiğiyerine, daha insancıl bir <strong>mimarlığı</strong> köklerindenyeşertmek için politik bir mimarlık yaklaşımınıbenimsemekle mümkündür.DİPNOTLAR:1Bu yazı, yazarın 2005 yılında ODTÜSosyoloji Bölümünde, Hasan Ünal Nalbantoğludanışmanlığında tamamladığı “The Ethos ofArchitects, through an Anaylsis of ArchitecturalPractise in Turkey“ başlıklı doktora tezindenderlenmiştir. Teze ODTÜ ve YÖK kütüphanelerindenulaşılabilir. Ayrıca tez 2010 yılındaLambert Academic Publishing tarafından “TheEthos of Architects, A Qualitative Analysis ofArchitectural Practice in Turkey” başlığıyla kitapolarak basılmıştır. Yazıdaki saha çalışması 2004yılında yapılmış olmasına karşın bulguları açısındanhala güncel olduğu için bu dosyada yeralmaktadır.2Bourdieu, P., Outline of a Theory ofPractice. Cambridge, UK: Cambridge UniversityPress,1977.3Simmel, G., “The Sociology of Space” Frisby,D. & Featherstone, M. (Eds) Simmel on Culture,London: Sage Pub.,1997,s. 137-1704Harvey, D., “Flexible Accumulation throughUrbanization” SPECTRA no. 26, The YaleArchitectural Journal,1990,s. 251-272Architect, UC Berkeley: unpublished PhDthesis.1988.6Bozdoğan, S., Modernism and NationBuilding: Turkish Architectural Culture in theEarly Republic, Seatle &London: University ofWashington Press,2001.7Caygill, H., “Architectural Postmodernism:The Retreat of an Avant-Garde?” Boyne, R. &Rattansi, A. (Eds), Postmodernism and Society,London: Macmillan,1991,s. 260-2898Tanyeli, U., “Türk Mimarının EtikSorumluluğu: Bir Tarihsel DeğerlendirmeDenemesi,” Kimlik, Meşruiyet, Etik, <strong>Ankara</strong>:Chamber of Architects Pub.,1996,s. 108-1129Beck, U., Bonss, W. & Lav, C., “The Theoryof Reflexive Modernization: Problematic,Hypotheses and Research Programme,” Theory,Culture & Society Vol. 20 Number 2, April2003,s. 1-3410Jameson, F., A Singular Modernity: Essayon the Ontology of the Present, London & NewYork: Verso,2002.11Althusser, L., Philosophy and theSpontaneous Philosophy of the Scientists &Other Essays, London & New York: Verso,1990.12Lefebvre, H., The Production of Space,Oxford, UK, & Cambridge, USA: BlackwellPub,1998.13Bourdieu, P., Distinction: A SocialCritique of the Judgement of Taste, London:Routledge,1989.14Bourdieu, P., Outline of a Theory ofPractice, Cambridge, UK: Cambridge UniversityPress,1977.15Bourdieu, P., The Logic of Practice,California: Stanford University Press,1990.16Bourdieu, P.,a.g.e.,1977.17Bourdieu, P., Practical Reason-On theTheory of Action, California: Stanford UniversityPress,1991.5Baydar-Nalbantoğlu, G., TheProfessionalization of the Ottoman-Turkish30dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Eğlenceli Değilse, Sürdürülebilir DeğildirZ. Ebru Aksoy, Mimar, Permakültür Tasarımcısı 1Lise son… Bir dönemin sonu ve yaklaşan yenidönemin verdiği heyecan. Tüm arkadaşlardageleceğe yönelik hayaller, düşünceler. Umutdolu, değişim döneminin keyfini çıkartan, enerjikaylar. (Lise son benim için güzel bir yıldı gerçekten).Meslek seçimi telaşı. Her kafadan bir ses,bir de iç ses. Düşler. Bir şeyi “yapmak istiyorum”demenin verdiği benzersizenerji. Yoğun, doludolu ama bereketli bir geçiş dönemi.Mimarlık 1. Sınıf… Lisenin en kıdemlisi olmaktan,fakültenin en acemisi olmaya geçiş. Yepyenibir ortam. Bir yandan “mimar olmak istiyorum”demiş ve amaca doğru ilk engeli aşıp yeni biraşamaya umutla ulaşmış verdiği müthiş bir içselgüç ve güven. Diğer yandan, yeni bir mekânda,fiziksel ve daha da önemlisi sosyal ortamdayabancı, hatta “çaylak” hissetmenin verdiğitedirginlik. Liseden tanıdıklarla, lisedeyken yakınolunmasa bile, bu yeni ortamda hemen bir arayageliş. Farklı bir ilden geliniyorsa, memleketlilerinilk günlerdeki dayanışması.Tasarım stüdyosununo geniş, rahat, lise sınıfından çok farklı hali…Heyecanla ve güvenle karışık büyük bir ilgiylehocaları, konuşulanları, istenenleri takip vegayret… Arkadaşlarla tanışma, grup projeleri,yeni bağların oluşması.Mezuniyet…Okulun o ilk günlerindeki yapıcı veparlak enerjine yönde dönüşüp hangi yolu aydınlattıysa,onun ışığında yeni adımlar. Yaşamınsunduğu yollar arasından bir seçim…İşte bu noktada, heyecan ve merakla yapı üretimsüreçlerine dâhil olan yeni mezun bir mimarın,hangi özel çalışma alanında olursa olsun; tasarım,üretim, kontrol ya da planlama,umutlarınınartık kırılmaya, heyecanın körelmeye başlamaolasılığının yüksek olduğunu söylemem sanırımkabul edilebilir bir genelleme olur. Akademikortama girmeyen çoğumuz, eğer köfteci olmadıysak,2 mezuniyetimizden itibaren, geçerli yapıüretim süreçlerinde bir yerlere oturuyor ve sürüklenmeyebaşlıyoruz. Yapının ihtiyaç için değil,değişim değeri için üretildiği çağımızda, yapıüretimindeki kriterler en baştaki hayallerimizdenya da okulda kök salan tutkularımızdan çokfarklı olabiliyor… Bu değişim değeri üretim bandındahemen yerimizi alıyor, çarkın bir parçasıhaline geliyoruz. Ürettiğimiz fikir / proje / yapı,kısacası “ürün”ümüzle tarih boyu var olagelmişbağlantımız kopuyor.Sorunun sadece mimarlık pratiği ile de sınırlı olmadığıçok açık. Küçük hücrelere bölünmüş bilgive meslek pratikleri, aralarında dayanışma yerinedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>31


ekabet yerleştikçe, bizleri bir konunun bütününügörmek, tasarlamak ve üretmek yerine, birbirindenkopuk, küçük uzmanlık alanlarına hapsediyor.Bütünü göremediğimiz, rekabete ve kısa dönemlikâra uygun çalışılan, güvensiz, dar ve karanlıkmekân ve uzamlarda, sadece önümüzdeki işin parçasınıyapmaya, öncesini sonrasını görmemeye,hatta sorgulamamaya itiliyoruz. Sıkıştırıldığımız,fiziksel ve zihinsel hücrelerde bir şeyler üretmemizbekleniyor. Çoğu zaman bu beklenen tanımlıbir somut ürün oluyor. Düşünmeyi, incelemeyi,yorumlamayı, yaratmayı değil, bilinen bir şeyiyeniden üretmeyi görev tanımımız olarak buluveriyoruz,hem de hiç farkına varmadan. Bu durum,sadece mimarlar ya da yapı üretim süreçlerindekimeslekler değil, yeni kapitalist sistemdeki tüm çalışanlariçin geçerli.Üretim süreçlerinin etkileri bununla da sınırlıdeğil. Daha kötüsü, toplumsal dokuda oluşankopukluklar. Birbirimizle ilişkilerimizi, toplumsalbağlarımızı da yitiriyoruz ya da zaten bu bağlarınyitmiş olduğu ortamlarda doğup büyüdüğümüziçin, başka türlüsünü tahayyül dahie demez halegeliyoruz. Geçmişlerimizde dayanışma toplumlarını,sadece ihtiyaç kadar üretilmesini ve paylaşımları,artık yazılı ve sözlü tarih çalışmalarındanokuyor, duyuyoruz. Mesleki uygulamalarımızda,endüstriyel bir üretim sürecinin üretim hattındakiizole “elemanlar” 3 haline geliyoruz. Kültür vemekân, kompartımanlara bölünerek birlikte parçalanıyor,çözülüyor.Bir yandan, <strong>mimarlığı</strong>n içsel çelişkilerinden birini;kolektif iş yapma/ekip çalışmasının bereketinekarşılık, bireysel baskınlığın arz ve talebi arasındakigerilimi, rekabet ve bireyselcilik kazanıyor.Varlık nedeni gereği diğer uzmanlıklarla, üreticilerleve kullanıcı ya da işverenle yapıcı iletişimiiçermesi, uyumlu bir ekip dayanışması olmasıgereken mimarlık, mevcut hâkim düzende mimarınkendini baskın ve ezici güç, “Mimar” 4 olaraksunmak zorunda kaldığı bir güçler şovu halinegeliyor. Dayanışma ve açık fikirle proje üretimiortadan kalkıyor, bireysel rekabet her aşamadaön plana çıkıyor. Diğer yandan, kullanıcı ile bağlarkopuyor. Mekânın sunacağı yaşam bir kenaraitiliyor, kullanıcının tasarlanan mekânlardakideneyimi tasarlanmak yerine, adeta moda dergilerindenbeğenilip seçilmiş “form”a uygunolacak şekilde tüm iç düzenlemeler planlanıyor.Mimarlık yaşayan mekân / yer’in değil, modayauygun nesnelerin tasarımına indirgeniyor. 5 Yapılar“moda” ve “reklâm” yoluyla yeni tüketim nesnesihaline geliyor.Bu süreç tüm meslekler için, hatta tıp için bileböyle işliyor. 6 Ancak bu noktada, mimarlık gibibir ayağı yaratıcılıkta diğeri de uygulama pratiklerindeolan meslek sahiplerinin hakim kapitalist/endüstriyel iş üretme süreçlerinden özel olaraketkilendiklerini söyleyebiliriz. Mimarlık okumayakarar verenlerin, karar dönemindeki birikim vefarkındalıkları, arzuları, beklentileri birbirlerindençok farklı olsa da, tüm bu hayallerde mutlaka çevreile ilgili bir duyarlılık, bir tutku ön plandadır.Çevreye, ilişkilere yönelik adı henüz konmamışbu duyarlılık, mimarlık eğitiminden sonra ve bueğitim sayesinde, bütünü görebilmeyi ve tasarlamayı,bütün, “bütün”ler ve parçalar arasındakiilişkileri tahayyül edebilmeyi düşünsel ve algısaldünyamızın doğal akışı, işleyişi haline gelir. Tamda bu yüzden, kapitalist iş üretim süreçlerinde mimarlıkya da daha genel olarak (her türlü) üretimsüreçlerinde ve ortamlarında çalışmak, mimarlarıdaha yoğun olarak mesleki arayışlara itiyor olabilirmi? Mimarlık okuyup başka işler yapan bireylerdesözü edilen bütünsel bakış, sisteme daha (?)yoğun eleştiriler ve arayışta, somut adım atmadaetkili olabilir mi? Diğer açıdan baktığımızda daşu soru çıkıyor; doğaya, toprağa, coğrafyaya doğrudanmüdahale içeren yapı üretimi, bu sürecedâhil olanlarda doğaya yönelik farkındalık, sorgulamave uyum arayışını hızlandırıyor olabilir mi?Mesleki tatmin, eğitim aldığı alanda çalışma oranı,iş ortamından ve gündelik olarak yaptığı işlerdenmemnuniyet konularında nesnel araştırmalarındeğeri büyük. Burada, nesnel araştırmalara değinmeden,günümüzde giderek yaygınlaşan sürdürülebiliryaşam odaklı deneyimlerin arayışlarımızakatkıları üzerinde kısaca durmalı.SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMSürdürülebilirlik takip edilmesi olanaksız olacakkadar çok farklı şekillerde, farklı anlam ve işlevlerehizmet etmek üzere kullanıldığından, her ortamve durumda öncelikle bundan ne anladığımızıpaylaşmak zorunlu gibi. 7 Sürdürülebilirlik kavramıile sürdürülebilir yaşamı kastediyoruz, olanaksızlığıçok açık olan sürdürülebilir büyüme ya dasürdürülebilir kalkınmayı değil. Kavram ilk olarak1972’de The Ecologist dergisinde yayınlanan, etkileyicimakale “A Blueprint For Survival (HayattaKalmak için Bir Plan)”da irdelendi. Yazarlar,Goldsmith ve Prescott-Allen, “Endüstriyel yaşambiçimin temel sorunu sürdürülebilir olmamasıdır”derken, metin boyunca sürdürülebilirlikve kalıcılık kavramlarını adeta birbirinin yerine32dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


kullanırlar. 8,9 Geçen zaman içinde uzmanlar da,uzman olmayanlar da sık sık sürdürülebilir kavramınıve türevlerini oportünist amaçlar için kullandılar,kullanıyorlar. Günümüzde, kavramın tanımıiçin, Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve KalkınmaKomisyonu’nun önerisi olan, “günümüzün ihtiyaçlarını,gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarınıkarşılama olanaklarını ortadan kaldırmadan karşılamak”kullanılabilir. Akıllarda kalması için, tamda şu anda küresel olarak içinde olduğumuz sürdürülemezdüzen’i ekonomist ve aktivist JonathanDawson’ın benzetmesiyle ifade edelim; “sadeceelmayı değil, elma ağacının kendisini de yiyoruz”.Sürdürülebilirlikle, ağacın bizden sonrakilere deyeterli meyve verecek şekilde hasat edilmesindensöz ediyoruz.Bu yaklaşım kısıtlı kaynakların kullanımının incelenmesindençıktıysa da, kısa sürede, kavramsalçerçeve zenginleşerek farklı gerçeklikler için deuygulanmaya başladı. Sosyal ve ekonomik gerçeklikleresürdürülebilirlik gözüyle bakmak, tamamentükenmeden yaşamı sürdürebilmenin, Goldsmithve Prescott-Allen’in makalelerindeki önemli vurgugibi, kalıcı olabilmenin esaslarını yeni bir gözle(mimarsanız, yeni bir yapı içerisinde) görmemizisağladı. Ralph Waldo Emerson’ın kendineyeterlilik, sevgi, dostluk, kavramlarından, 10 H. D.Thoreau’nun yaşam etiğinden, 11 Schuamcher’in“Küçük Güzeldir” 12 ve başka pek çok önemliçalışmadan aktarılan düşünceler günümüzde,Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilen“Gaia Sürdürülebilirlik İçin Eğitim” 13 eğitim paketindeyeniden şekillendi. Gaia Sürdürülebilirlikİçin Eğitim sisteminin bir parçası olan PermakültürTasarımı Eğitim programında sürdürülebilirlik şudallarla inceleniyor:Sürdürülebilirliğin 8 Dalı 141. Ekolojik sürdürülebilirlik; “yer”, gıda, fizikselaltyapı (ekolojik yapılar ve ulaşım), geridönüşümşemaları, suya özen ve atık Su Yönetimi,entegre yenilenebilir enerji sistemleri, ekolojikrestorasyon…2. Sürdürülebilir eğitim: Bireyleri ve toplumları,yaşadıkları dünyayı şekillendirecek ve dahakendilerine daha yeterli (self-reliant) olmalarınısağlayacak bir eğitim. Kapsamda küresel, uygulamadayerel, kültürel çeşitliliği koruyan, teori veuygulamanın iç içe olduğu, yaşamın özündeki çokkatmanlılığa odaklı ve disiplinler arası bir eğitim…3. Kültürel sürdürülebilirlik: Kültürel canlılık,sanatsal ve diğer kültürel etkinliklerin ve kutlamalarınvarlığıyla sürebilir. Yaratıcılık ve sanatlardünyayla ve birbirimizle ilişkilerimizin ve bir olmanınyaratıcı ifadeleri olarak görülür. Kültürelçeşitlilik ve kültürler arasılık, hem doğal çevremizdehem de toplumsal ilişkilerde sağlığın, canlılığınve yaratıcılığın kaynağı olarak görülür.4. Ekonomik sürdürülebilirlik: Ekonomik sistemlerin,değer değişimlerinin yerelleşmesi, herzaman yerel ihtiyaçların yerel kaynaklardan nasılkarşılanabileceğinin araştırılması. Bireylerin toplumun/ grubun ihtiyaçlarını karşılayacak, toplumsaldayanışmayı zenginleştirecek, kendilerini gerçekleştirebilecekleri,kirlilik yaratmayan, insan ve/yadoğal kaynakları sömürmeyen iş kollarına yönelmesinicesaretlendirmek. Takas, zaman bankası,gönüllülük gibi toplumsal dayanışma araçlarınıetkin olarak kullanan, işsizliğin ve fakirliğin olmadığı,tüm bireylerin topluma severek katkı verebildikleribir ekonomik düzen…5. Politik sürdürülebilirlik: Yukarıdaki / dışarıdakigüçten, içsel / toplumsal güce geçiş.Katılımcı karar alma süreçleri ve doğrusal değildairesel düzenleme ile herkesin sesinin duyurabileceği,kendini dairenin parçası hissedebileceğiölçekte yerleşimler…6. Sürdürülebilir İletişim: Grup / toplulukiçinde ve dış dünyayla yeterli/uygun iletişim teknolojilerinyaygınlığı. Grup içindeki yetenek vediğer değerlerin paylaşımı ve dış dünya sunulması.Yapıcı, destekleyici bireyler arası iletişim vedayanışma…7. Spiritüel sürdürülebilirlik: Tüm bireylerinkendi spiritüel tercihlerini, kutlamalarını ve diğerritüellerini yaşayabilmeleri, bireysel olarak özelalanlar olduğu kadar toplum olarak da kutlamave paylaşımları birlikte yapabildikleri alanlarınolması…8. Sürdürülebilir Sağlık: Basit sağlık hizmetlerininyerel olarak giderilebilmesi ve eğlence, oyun,müzik, hobi, doğa ve şifa, sağlıklı gıdaya erişimolanaklarının olması...Sürdürülebilirliğe dair bu alanların büyük bir bölümüaslında mekân tasarımıyla ve bunun için gerekenpratiklerle doğrudan ilişkili. Sadece bir tüketimmaddesi değil, topluma yararı olan, doğayave ekolojik döngüye katkı sağlayan işlerin parçasıolabildiğimizde sanırım hangi meslekten olursakdosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>33


olalım, hepimiz, kendimizi daha bütün, dahabağlantıda, daha mutlu hissediyoruz. Özelliklesıkışmanın artmaya devam ettiği Türkiye’dekikentlerde yaşayan mimarların ve/ya mimarlarlabenzer sosyo-kültürel birikime sahip bireylerinarayışları giderek artıyor. Bu arayışların fiziksel olmanınötesinde sosyal ilişkilere de yönelik, hattaöncelikle bunlarla ilgili olduğu düşüncesiyle, sistemindışına çıkmaya yönelik çabaların ve sonuçlarınındaha çok paylaşılabildiği ortamları umalım.Şartların meslek sahiplerini ittiği daralmanınbireysel olmadığı ve çok kişiyle paylaşıldığınınbilinciyle anımsayalım ki, EĞLENCELİ DEĞİLSE,SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİLDİR. 15***İş hayatının bir aşamasında. Bir yandan yoğun,çok yoğun iş yaşamı. Bir yandan seçimlerinmuhasebesi, içsel değerlendirmeler.Rutine binenve insanı tüketen işler, bu işlerin sorgulanması.Arayışlar, daha büyük heyecanla yapılacak işlerneler olabilir? Geçiş nasıl yapılır?...Bir gün, ön elemeden geçilerek davet edilen birproje görüşmesine gidilir. Teklif doğaya, hem debenzersiz güzellikte ve berekette iki ayrı ekosistemin,deniz ve ormanın buluşup kucaklaştığı, birbirlerinesu, ısı, rüzgâr, koku, canlı alıp verdikleriçok özel bir alana, insan yapımı bir garabet, kendineyetmediği gibi çevresini de perişan edecek,orada olacaksa çok başka şekillerde yapılmasımümkün olan, en basit duyarlılıklardan uzak,ama işte bir defa renkli mimarlık yayınlarındanseçilmiş ve işaretlenmiş bir ucubenin gerçekleşmesinesuç ortaklığı yapmayı içermektedir. İşte ozaman, mimarımız lise sondaki hayallerini anımsarve projeye dahil olmayı reddeder. “Hayır”demenin verdiği güç, sonunda yepyeni (aslındaçok eski ve çok gerçek), yürekten severek kendiniadayabileceği, birlikte yaratabileceği yönleregitmesi için bundan sonra hep onunla olacaktır.DİPNOTLAR:1z.ebru.aksoy@gmail.com,http://degisimicinyaratim.blogspot.com/2Mezun olduğum ODTÜ Mimarlık bölümünde,sonraları çok sevdiğim bazı hocalarımızca sık kullanılanve bizleri birinci sınıfta hayata hazırlamaya(...diyelim) yönelik bir ifade “köfteci olacaksanızboşuna mimarlık okumayın” idi. Herhalde amaç,niyetimizin gücünü sınamaktı. Şimdilerde, iyi birköfteci olmak için de mimarlık okumak gerektiğinidüşünüyorum.3İki anlamıyla da... Türk Dil Kurumu sözlüğünegöre; 1. Öge, 2. Bir toplulukta çalışan insanlarınher biri.4C. Abdi Güzer’in çeşitli yazı ve konuşmalarınaatıfla, “mimar” ve “Mimar” arasındaki fark vurgulanmakistenmiştir. “Mimar”, proje tasarımı yapar,“mimar” ise diğer tüm işleri.5Modern <strong>mimarlığı</strong>n önemli isimlerindenRichard Meier’in <strong>mimarlığı</strong>n bina değil kamusalalan tasarımı olarak ele aldığı özellikle Los AngelesGetty Müzesi üzerinden yaptığı konuşma için;http://www.archdaily.com/205401/video-richardmeier-on-creating-public-spaces/(02.10.2012)6Günümüzde hekimliğin durumuna ilişkin gözlemve eleştirileriçin ilk akla gelen kaynak: İlknurArslanoğlu’nun editörlüğünde bir grup tıp doktorununmakalelerinden oluşan kitap, Tıp Bu Değil,insanı metalaştıran tıbbı, toplum karşıtı politikalaradayanan “sağlıkta dönüşüm”ü inceliyor. İthakiYayınları, 2012.7Eko- ön eki almış sözcükler için de aynı şeygeçerli. Permakültür ise, bütünüyle dilimize yabancıduran, üstelik maalesef temelinde tarımdan doğduğuiçin Türkiye’ye de öncelikle tarım üzerindengirmiş, ancak bununla sınırlı olmayan bir tasarımbiçimi ya da doğanın (varsa) tasarım biçiminin incelenmesive diğer alanlara uygulanması için ilkelergeliştirilmesi olarak özetlenebilir.8Graham Meltzer’in Sustainable Community,Learning From the Cohousing Model, kitabındanaktarmayla, Trafford Yayınları, Kanada, 2005. Syf.1.9Makalenin bütünü için The Ecologist dergisininarşivine bakılabilir. http://www.theecologist.info/key27.html (08.10.2012)10R.W. Emerson, The Essays of Ralph WaldoEmerson, ABD:Harvard College, 11th edition,2003.11P. Cafaro, Thoreau’s Living Ethics, Atina veLondra: The University of Georgia Press, 2004.12E. F. Schumacher, Küçük Güzeldir,İstanbul:Cep Kitapları, 1989, çev. OsmanDeniztekin.13Gaia Education For Sustainability,http://www.gaiaeducation.org (08.10.2012)14Findhorn Ekoköyünde, Ekoköy / PermakültürTasarım eğitimi programında dağıtılan çok yazarlıkitapçıktan syf. 22-28. Ayrı bir yayın olarak basılmayançalışmanın alternatifleri için Gaia Educationweb alanına bakılabilir. http://gaiaeducation.net/index.php?option=com_content&view=article&id=48&Itemid=66 (08.10.2012)15Findhorn Ekoköyünde, 2011 Ekoköy/Permakültür Tasarım eğitimi grubumuzunsloganı. Dünyanın on beş farklı ülkesindendostlara sevgiyle…34dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Bölüm 2: eğitimEğitim-Etik-Pratik: Kişisel bir GörüşBurçak Altay, Dr., Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık FakültesiNasıl yazmalı? Akademik mi, kişisel mi olmalı?Bu ikisini birbirine nasıl bağlamalı? Bir yandangörüşlerimi daha resmi ve kuramsal bir çerçeveyeoturtmaya çalışırken diğer yandan araya anılar,duygular, iç konuşmalar, hayaller giriveriyor...Ama bir yerden başlamalı...‘Eğitimci bir mimarın temel görev ve sorumluluklarınelerdir?’ sorusunu kendime sorduğumda, aslındahedeflerin benzer şekilde yine kendim içinbelirlediğim ‘uygulayıcı bir mimarın’ veya ‘araştırmacıbir mimarın’ temel görev ve sorumluluklarıile çakıştığını söyleyebilirim. Hatta, daha da ilerigiderek, bu kadar iddialı bir şey söylemek birazcesaret istiyor ve doğrusu beni biraz ürkütüyorama, ‘bir insanın temel görev ve sorumlulukları’başlığı altında dahi tartışabilirim. Zira, her nekadar rolümü eğitim özelinde ele almaya çalışacaksamda istediğiniz zaman ‘mimar’ kelimesininyerine ‘eğitimci’yi ya da ‘ben’i , ‘öğrenci’ kelimesininyerine ‘uygulayıcı’yı veya yine ‘ben’i koyabilirsiniz.Elbette biraz anlam kaymaları olacaktırama çok da değil... 1Mimarlık meslek kimliğinin oluşumunda iki esasyapının belirleyici olduğunu düşünüyorum, kibunlar eğitimde de öğrencilerin kendi meslekikimliklerini meydana getirmekte etkin. Zamanzaman çatışan, zaman zaman örtüşen, ama hepmimarın kararlarını yönlendiren ve deneyiminiçerçeveleyen bu iki yapı, kendini şöyle göstermekte:Yaratıcı, sanatçı, bireysel, bağımsız, özerkbir meslek insanı olarak mimar ile sosyal, eylemipek çok aktöre bağlı, yaptığı işle çevresini biçimlendirenve bu durumda da toplumsal sorumluluklarıolan mimar. Eğitimdeki amacım, işte bu‘aynı anda varoluşla’ dolaylı yoldan bağlantılıolarak, iki temel sorumluluk üzerine odaklanıyor:Bunlardan ilki, kişinin kendine karşı olan (bireysel)sorumluluğu, ikincisi ise bir meslek insanıolarak başkalarına olan (toplumsal) sorumluluğu.Bireysel sorumlulukMimarlığın en bilinen tanımı ‘kullanışlılık, sağlamlıkve güzellik’, anlamı değişse de hala daha meslekoluşumunda geçerliliğini koruyor. Buradaki‘güzellik’ maddesinin, <strong>mimarlığı</strong>n bir meslekolarak kendini meşrulaştırmasında önemli bir yerivar. 2 <strong>Mimarlar</strong>, mesleklerini diğer mesleklerdenayıran en belirgin özellikler olarak sanat ve yaratıcılıkunsurlarını vurguluyorlar. 3 Sanatsal anlam yaratmakapasitesiyle birlikte mimar tasarladığı eserlekendi varoluşunu da destekliyor. Yapı, ancaksalt işlevsel gerekliliklerinin ötesine geçtiğindedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>35


‘iyi mimarlık ürünü’ mertebesine ulaşabiliyor ki,bu da onun yaratıcısının imzasını gerektiriyor.Pek çok kişinin de bir parçası olduğu uygulamasırasındaki tasarım sürecinin bir yerlerinde mimar,anlık da olsa, kendisiyle baş başa kalıyor, yüzleşiyorve ‘yaratıcı sanatçı’ kimliğiyle özdeşleşiyor.Zira, pek çok mimar için ‘mimar olmak’ her şeydenönce, ‘inşa etmek’ yoluyla kendini gerçekleştirmekve ifade etmek anlamını taşıyor. 4Elle tutulan değerlerin ötesinde, elle tutulamayandeğerlerin peşinde olmak mimarlık tarihinde yapıtlarıylave düşünceleriyle kendine saygın bir yeredinmiş pek çok tasarımcı için bir amaç. Örneğin,Philip Johnson, bir konuşmasında <strong>mimarlığı</strong> öğrenmeninbir müziği duyumsamak veya resmiöğrenmekten farksız olduğunu söylüyor. 5 LouisKahn için esin kaynağının çıkış noktası bireyinkendini sanat yoluyla ifade etme ve bu şekildevar olma gereksinimi, ve bunu maddeye dönüştürebilmevaadi. 6 Tadao Ando’ya göre ise, insanruhuna yeni bir soluk getirecek mimari yaratı, ancakmekanik bir indirgemeden öteye giderek birmekânı soyutlama ve evrensel düzeye dönüştürmeklemümkün. 7 Mimar, mesleği anlamlandırmayaçalışırken, aynı zamanda, yapıtları vasıtasıylakendini var edebiliyor.Mesleğiyle tasarım stüdyosunda tanışan öğrencilerinbaşta şaşakaldıkları ve bocaladıkları nokta iştetam burada. 8 O güne kadar ucu açık ve sonsuzçözüm olasılığı olan problemlerle pek sık karşılaşmamış,özellikle eğitim kurumu çatısı altındacevapların hep ‘öğretmenler’ tarafından kendisineverildiği birey, birdenbire sadece kendi kendisiyleve kendini ifade etme eylemiyle başbaşa kalıyor.Bu, zor bir süreç; bilinmezlikleri ve belirsizliklerikaygı üretiyor. Ama en zoru da, burada kişininkendini ortaya koymasının kaçınılmazlığı. May,özellikle günümüz toplumunda neden yaratıcıeylemin cesaret gerektirdiği üzerinde durmakta. 9Ortaya yeni bir şey çıkartmak neden sancılı? Buaslında kişinin kendi iç dünyasıyla yeni ve yoğunbir şekilde karşılaşması, yüzleşmesi. Yaratıcı süreçte,birey yoğunlaşmış bir bilinçlilik ile kendipotansiyelini ortaya çıkarabiliyor.Hayal kurun diyebilir miyiz öğrencilere? Niyediyemeyeceğiz ki… burada hayal kuramayacaklarsanerede hayal kuracaklar? Zaten kurguların,hayallerin, gerçekler kadar değerli olmadığını kimsöyleyebilir? Her bir mimari projenin bir hayal ilebaşladığını düşünürsek eğer, hayal kurulmadangerçek olamaz ki, gerçeğe dönüştürebilmek içinbir projenin kaçınılmaz olarak hayalini kurmaklazım. O halde işin başlangıcı ve olmazsa olmazıhayalden geçiyor, gerçekleştirilmeyi bekleyenkurgudan geçiyor. Özlemden geçiyor bir de.Eyleme geçme, yaratma özlemi ve belki de tutkusuve umudu... ya da sadece hayal kurmuş olmakiçin kurulan hayal...Elle tutulamayan değerlerin mimari ifadesini destekleyeneğitim de, tasarım sürecini sadece birproblem çözmeye indirgemekten öte, onu yenipoetik/şiirsel vizyonlara yelken açmak olarak görmekte:“Öyle bir pedagojik program olasılığı ki,bir yandan spiritüel/ruhani gelişime sürekli olarakaçıkken, (...) diğer yandan da özgün sorulara daher zaman sadık. Bugün, içinde bulunduğumuzelektronik evrende, mimarlığa gelince görünmezolanı ve aynı zamanda kişisel düş gücüyle ortakdüşlerimizin önemini kavramakta büyük güçlükyaşamaktayız...” 10Bir sınıf insana nasıl hayal kurdurtulur? Nasıl haydiberaber hayal kuralım denir? Nasıl cesaretlendirilir?Korkmamak öğretilebilir (mi?). Bilemiyorum.Haydi, beraber hayal kuralım, değiştirelim şurayıbaşka bir şeye dönüştürelim... tepesini aç içeri karyağsın, montlarımızı giyelim... şu duvarı gel kaplasarmaşıklarla, yeri cam yap altındaki toprağı hissedelim...uzat burayı ince uzun bir koridor olsunuçsuz bucaksız sonsuzluğa gitsin mekân... bırakınkendinizi hayallerinizin ulaşabildiği son noktalara...birinin hayali diğerine eklemlensin... sınırvar mı?? yok. O zaman olabileceklerde de sınıryok. Her şey mümkün, her şey ‘yapı’labilir... haydiçizin boyayın oluşturun yeni dünyayı, çizerkentekrar tekrar yapılandırın… korkmadan...Meslek eğitiminin merkezine oturan tasarlama eylemi,bireyin kendi sınırlarını zorladığı ve bireyselözgünlüğünü ilan etmesini desteklediği için doğalolarak öğrenci için bir coşku kaynağı olabiliyor.Tüm yoğun çalışmalara, uykusuz gecelere, problemlerinçözülemediği ve tıkanmaların yaşandığı,belirsizliklerle dolu sürecin sonunda öğrencininortaya bir ürün çıkarmasının verdiği sevinç, buürünün kendi yaratısı olduğu, ‘benim uzantım’diyebilmesinin verdiği doyum, bu zorlu sürecinsıkıntılarını bir anda silip süpürebilmekte. 11Ancak, tasarım süreci meslek eğitiminin sadece birkısmını oluşturmakta. İşte bu noktada daha genelbir perspektifle, bakış açımızı salt tasarlama eylemindekiyaratıcılıktan öte, eğitimde tüm eylemlerdeyaratıcı olmaya çevirmeliyiz. Bu çerçevedehedef, öğrenci, ne yapıyor olursa olsun, onun‘gereksinimler hiyerarşisinde’, ancak ve ancak36dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


diğer gereksinimleri büyük ölçüde karşılandıktansonra ortaya çıkabilen ‘kendini gerçekleştirme’gereksinimini desteklemek olabilir. 12 Burada bireyön planda. Onun bu süreci nasıl yaşadığı ve busürecin kendisine ve yaşantısına kattığı ‘anlam’ön planda. Zira, yaptığını, yaşadığını, ve yarattığınıanlamlandırma, ve anlamlı bulması önemli.‘Akış’ olarak da tanımlanan böyle eylemler insanıyeni bir gerçekliğe dönüştürüp bir keşif duygusuverirken, sanki kendiliklerinden oluveriyorlar.Kişinin doğal olarak daha karmaşık ve zenginhale geldiği sürecin sonunda farkındalık da doğalolarak artıyor. 13Tüm eğitim sürecinde önemli olan neyin yapıldığıdeğil hangi amaçla yapıldığı. Herhangi bir eylemhedef tarafından yönlendirilmekten çok kendisiiçin yapılıyorsa o eylemin içsel olarak güdülendiğinisöyleyebiliriz (intrinsically motivated). Bueylemlerle, bireyin birden fazla duyusu hareketegeçerken, yüksek odaklanmanın da varlığıyla birlikte,sürekli olarak bilgi ve becerileri gelişir, eylemindeneyimlendiği an birincil öncelik taşır. 14Oysa, sonunda bir ödül olan, ve bu ödülü eldeetmek için yapılan iş, salt eylemi yaşıyor olmaözelliğinden çıkıp sonuca ulaşmak için bir araçolmaya başlar. Bu durumda da ona olan içsel ilgimizazalır. 15 Eğitimde dışsal güdülenme ile içselgüdülenme olarak ayrılan bu iki durum, 16 öğrencininherhangi bir süreci nasıl yaşayacağına işaretetmekte. Ulaşmaya çalıştığımız, öğrencinin ödülününaslen eylemin ta kendisini yaşıyor olması.Ancak, süreci sebep-sonuç düzeyinden öteyetaşıyıp öğrencinin içsel güdülenmesini sağlamak,özellikle de çoğu yapılanın not ve benzeri sistemlerledeğerlendirildiği bir eğitimde oldukça zor.Öğrencinin meslek ile ilgili değişik eğitimsel aktivitelerinasıl deneyimlediği, ileride bir meslek uygulayıcısıolarak da kendini nasıl var edeceğinintohumlarını oluşturmakta. Öğrenci, eğitim hayatınısadece iyi not almak veya günü kurtarmak içindeğil, kişiliğine katkıda bulunduğu için, içsel birgüdülenmeyle deneyimliyorsa, bu ileride mesleğinide sadece maddi bir getirisi olduğu için değil,bireyi daha fazla geliştirdiği ve ‘mutlu’ ettiği içinicra etmesini destekleyebilir. Bu durumda, hangiaktiviteler bireyin kendine daha fazla katkıda bulunmasınınasıl sağlar; bir bilgi nasıl aktarılmalı,bir problem nasıl sunulmalı ki birey bu problemiçözmeye çalışırken özgürce ‘kendini gerçekleştirsin’ve ‘daha fazla kendisi olsun’ gibi bir sorularöncelikli oluyor.Aklıma takıldı projen, çıkaramadım bir türlü.Gece, projeni evire çevire uykuya daldım. Biripucu verip bıraktım seni ortada biliyorum, birçıkmazın içinde ve şaşkın... vardı tabii ki bir çözümhatta dilimin ucundaydı ama söylemedim.İnşallah bulur dedim kendi kendime, çoğu zamanbulamıyorsunuz çünkü ne yazık ki... Ertesigün heyecanımı gizlemeye çalışarak vardım stüdyoya.Ne yaptın? Yaptın mı bozdun mu? Yolunubuldun mu? Baktım gözlerin parıldıyor, koydunprojeyi önüme... baktım… Almışsın benim kritiğihiç hayal bile etmediğim bambaşka bir yerleretaşımışsın. Benim sana öneremeyip de yuttuğumçözümümü ta ötelerine götürmüşsün, yıldızlaraulaşmışsın...Bireysel olarak kendini geliştirebilen ve potansiyelininsınırlarına ulaşabilen öğrenci, bu özelliğiylebirlikte başkalarının da kendi potansiyelini gerçekleştirmelerinekatkıda bulunabilir. Bu noktadadeneyimlediği ve ürettiği bireysel olmaktan çıkıptoplumsal olmaya başlamaktadır.Daha fazlasını olabilirsiniz... daha iyisini yapabilirsiniz...siz şu anda olduğunuzdan daha fazlasınızaslında ve bu gücünüzü gösterebilirsiniz işte- yaptığınız işler ile, yarattıklarınız ile, bir başkasınaverebilecekleriniz ile, insanlara alternatif biryaşam sunma olasılığı ile...Toplumsal SorumlulukBir eğitimcinin en az birincisi kadar önemli olanikinci hedefi de, öğrencisinin ileride meslek pratiğindedoğru değerlere öncelik veren eylem kararlarınıalmasında dolaylı olarak etkin olmak; yanibir bakıma onun vicdanının sesi olmak. Buradaöğrencinin ne kadar çok bilgiyle donatıldığınınyanı sıra; gerektiğinde bu birikimden nasıl yararlanacağını,hangilerine öncelik vereceğini ve üstüntutacağını yapılandıran mesleki değerler sistemininde üstünde durulmalı.Meslekte bir yandan tasarım bireysel bir uğraşolurken, diğer yandan ve çok daha fazla, sosyalbir eylem. Benzer şekilde, meslek kendini bir sanatolarak tanımlayıp kendi sınırlarını belirlerken,aslında herhangi bir yapının var olabilmesi, yaniinşa edilebilmesi hemen hemen her zaman başkalarınabağlı. 17 Süreç, en başta müşteri olmaküzere, kullanıcılar, müteahhitler, mühendislerve diğer danışman profesyoneller, projeyi ortayaçıkaran ekip elemanları gibi pek çok grubunişbirliğiyle ilerliyor. Mimarın, bu süreçte verdiğiher karar, doğrudan ya da dolaylı olarak budosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>37


insanların varlığı ve etkileşimiyle şekilleniyor.Tasarlamak, pratik sohbetlerden ortaklaşa anlamçıkarmak aslında. 18Mimari meslek pratiğinde mimarın/mimari ekibinverdiği her karar, doğru/yanlış, kötü/iyi/daha iyigibi değerler arasında bir seçim yapmayı gerektiriyor.Mimarlık, başkaları ile birlikte ve başkalarıiçin üretildiği noktada da doğal olarak etik bir pratik:‘Nasıl yaşamalıyım?’dan başlayarak ‘mesleğiminasıl icra etmeliyim’, ‘bu noktada hangi kararıalmam daha doğru olur?’, ‘iyi olan nedir?’ sorularınısoran mimar, her aşamada kendi meslekideğerler sistemine dayanmakta. 19Uygulamada, mimarın etik duruşunun etkisi, birişi alıp almamasından ve hangi ücret üzerindenanlaşmasından başlayarak, tasarım sürecindekimüşteri ve diğer ortaklaşa çalıştıklarıyla olan ilişkilerindekiprofesyonel rolüne, bina yapımı sırasındave hatta bina tamamlandıktan sonra kendisi içinbelirlediği role kadar uzanıyor. 20 Mimarın kendinimüşteri ve kullanıcıya göre nasıl konumlandırdığıve kimliğini nasıl oluşturduğu, ortaya çıkanürünün kalitesini son derece etkiliyor. Örneğin,pek çok değişkene bağlı olarak, bir mimar kendiyaklaşımıyla çelişse dahi bazen müşterininbeklentilerini ön planda tutarken, bazense kendifikirlerini uygulayabilmek için pek çok stratejilerkullanabiliyor. Projeyi, salt mimarın profesyonelbirikiminden öte, yürütülen işbirliğinde ortayaçıkan uzlaşma ve çatışmalar şekillendiriyor. Binayapımı sırasında veya sonrasında da müşteri veyakullanıcılar öngörülen ve/ya istenmeyen değişiklikleryaptığında, mimar buna karşı olan tutumunubelirlemek durumunda. Bu tutumun belirlenmesinde,ortaya çıkan ürünün kalitesi, yapının kendisiiçin referans olma potansiyeli gibi faktörlerinyanı sıra, kişinin o noktadaki ekonomik durumu,işgücü olanakları gibi faktörler de etkin.Mimarın kimliğini oluştururken tasarım pratiğinindiğerlerinden bağımsız olmadığını ve olmasınında gerekmediğini; ancak ve ancak tasarımcınınbu ilişkileri kucaklayıp baştan kabul ederek, kendiprensipleriyle başkalarının prensiplerini uzlaştırabildiğinoktada ilerlediğini öğrenciye ifade etmelive eğitime bunu yansıtmalıyız. Mesleki donanımişbirliği içinde çalışma, uzlaşma, iletişim kurmagibi konuları da içermeli. Soyut meslek idealleriyleprofesyonel hayatta karşılaşılabilecek durumlarile bu ikisi arasındaki dengenin nasıl kurulacağıtartışılmalı. Aynı şekilde eğitim sürecinde örnekgösterdiğimiz ‘yıldız mimar’ların ortaya çıkarttıklarıeserlerin, pratik süreçteki işbirliğinin sonucuolduğunu da vurgulamalı. Mimarlık tarihi anlatımında,tek başına çalışıp yaratan mimari kahramanfigürlerin yanı sıra örnek alabileceğimiz‘lider’ mimarlar ve iyi bir binanın yapım sürecinedahil olan ekipler, şirketler ve müşterilerin de yeriolmalı. 21Toplumsal mesleki değerler içinde bence enönemli konu ise, tüm insanların, farklılıklarıylabirlikte eşit bir biçimde bu farklılıkları önemseyenbir çevrede yaşama hakları olduğu ve bizimbunu gerçekleştirme gücümüz ve sorumluluğumuz.Ancak, mimarın tasarım yaparken hayalindeoluşturduğu ‘kullanıcı’ ve onun üzerine kurguladığısenaryolar, çoğu zaman kendi özellikleri ileo güne kadar yaşadığı gözlem ve deneyimlerlesınırlı. 22 Kişisel deneyimini esas alan mimar, pekçok kez, farkında olmadan başkalarının deneyimininde buna benzer şekilde olacağını varsayıyor.Farklılıkları bir veri olarak almayan bir tasarımsonucunda insan-çevre uyumu da kısıtlı olmayamahkûm. Kullanıcı mülakatları, katılımı ve hattakullanıcıyla birlikte tasarım gibi olanakların, meslekpratiğinde zamansal ve ekonomik sınırlar sebebiyleçok da mümkün olmadığı günümüzde eğitimeçok iş düşüyor. Zira, öğrenci, yapılı çevreyikendinden farklı olarak deneyimleyen insanlarınfiziksel özelliklerine, psikolojik ve algısal durumlarına,ve çevreyle nasıl ilişki kurduklarına duyarlıolmalı ki ‘kullanıcı’ dağarcığı gelişsin ve uygulamadabu farkındalığı daha insan odaklı mekanlarüretebilme olanağı versin. Burada ‘bilgi’den öte,‘anlama’ ve ‘hissetme’yi ön plana alan; objektifverilerin yanı sıra kişisel olanı; insanların duygularını,ümitlerini, hayallerini, beklentilerini, düşkırıklıklarını ve kaygılarını içeren bir anlayış olmalı.Tasarımcı ancak bunları anlayıp kendisininmişgibi yaşadığında yaratıcılığını duyarlı tasarımlaradönüştürebilir. Kullanıcıyla kurulan empati, kişininbireysel deneyiminin üstesinden gelerektoplumun tüm kesimlerini içine alan bir tasarımüretmesini sağlayabilir. 23 Kullanıcı-merkezli bir tasarımanlayışı benimsendiğinde, üretilen ürünler/mekânlar da kullanıcının zevk alacağı, potansiyelinigeliştireceği, içsel olarak güdülenen eylemlerinidestekleyebilir. 24Git anneanneni, ziyaret et... öğren yaşlanmanıngetirdiği fiziksel değişiklikler mekânı kullanımınınasıl etkiliyor? Gel paylaş bizimle. Bu duvarlardolsun taşsın anneannelerle, dedelerle, onlarınbirikimleriyle… Üst mutfak dolabına yetişemediklerini,ağır koltuğu kaldırırken zorlandıklarınıgösterdikleri fotoğraflarla, veya kendilerince getirdikleriakıllı ve pratik çözümlerle anlayalım38dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


öğrenelim onları. Anneannen de bilsin kendi birikimininve yaşam deneyiminin değerli olduğunu,önemsendiğini. Bilsin torununun eğitimine birparçacık da olsa kendisinin de katkıda bulunduğunuve senin yarın bir mekân tasarlarken bu paylaştıklarındanyararlanacağını... Artık kalkamadığıiçin uzandığı yatağında dört duvarı görmektenrahatsız olduğunu hatırlayacaksın. “Şu pencerebiraz daha alçak oluvereymiş ağaçları görürdüm,gelen geçene bakardım en azından” dediğinianımsayacak ve belki de daha alçak pencerelertasarlayacaksın; bir başka anneanne mutlu olacako zaman....Bu noktada, ne kadar ‘kullanıcı’, ‘öğrenci’, ’öğretimgörevlisi’, ‘mimar’, ‘iç mimar’, ‘tasarımcı’ gibikategorilerden uzaklaşırsak ve roller arası geçirgenliğiartırırsak, o kadar başarılı olacağımıza inanıyorum.‘Ben’, kaçınılmaz olarak ‘ben olmayan’ıberaberinde getiriyor, ama ‘biz’ katılımcı bir yaklaşım.‘Biz’ , içine alıyor, kapsıyor, kucaklıyor.Farklar azaldığında, ayrımlar azaldığında, ‘ben’arka plana gittiğinde, herkes ‘biz’ olduğunda ve‘biz’in dışında hiç kimse kalmadığında; herkesiçin-tasarımmümkün.Birey, bir yandan ‘ben’ olarak farklılığıyla var olmaya,kendi özel ve özgün biricik potansiyeliniortaya çıkarmaya ve üretmeye çalışırken aynı andao birey olma güdüsünü arka plana atarak üretiminiherkes için yapmaya niyetlenmeli. Bence, eğitimde işte bu mesleğin doğasında olan ikilemiuzlaştıracak ve birbirini destekler hale getirecek,çelişkilere çözüm üretecek mekanizmaları içindebarındıran bir değerler sisteminin oluşmasına katkıdabulunmalı.Bağla gözlerini öyle duyumsa çevreyi. Nasıl? Birtuvalete gir bakalım. Hijyenik olsun diye, hiç biryere dokunmadan hareket edilsin diye tasarlanansensörlü musluklar, sensörlü kağıt havlu makineleriişe yarıyor mu sen el yordamıyla tüm duvaryüzeylerine dokunarak yolunu bulmaya çalışırken?Tekerlekli sandalyeye otur, bak bakalım sandığınkadar kolay mı şuradan şuraya gidivermek?Neymiş tüm kitaplarda yazan, olması gereken eğiminen az iki katı olan rampadan aşağı uçarcasınainerken yaşadığın huzursuzluk ve korku; veya yukarıçıkarken kollarında hissettiğin zorlanma? Eh,en azından burada rampa var bak ilerideki binayayardımsız giremiyorsun bile, neler hissediyorsun?Bir de o gelen geçenin bakışları? Bu çalışmadansonra “yaşanılan zorlukları kelimelerle ifade etmekyetersiz, kendimi çok bencil hissettim…”diyebiliyorsan ve bu duygularını yarın meslekyaşamında hatırlayacaksan, bu yeterli. Benimkuzenim gelemedi Amerika’dan, yaşayamadı tekerleklisandalyede bu ülkede… evin duvarlarınındışında bir hayat olamayacağı için. Teyzemin deözlemini duyduk böylece, kuzenimin de… amabir sonraki neslin teyzeleri ve kuzenleri belkiyaşayabilecek kendi ülkelerinde sevdiklerine yakın…senin sayende, sizin sayenizde…DİPNOTLAR:1Benzer şekilde mimarlık eğitimi ile ilgili tartışacaklarım,içinde bulunduğum iç mimarlık eğitimive diğer tasarım disiplinlerinin eğitimi için debüyük ölçüde geçerli olacaktır .2M.S. Larson, Behind the Postmodern Façade,University of California Press, Berkeley, 1993, s.5.3J. Blau, Architects and Firms, MIT Press,Cambridge, MA, 1984.4M.S. Larson, a.g.e., s.105,107.5P. Johnson, “The Seven Crutches of ModernArchitecture”, Theories and Manifestoes inContemporary Architecture, ed. C. Jencks ve K.Kropf, Academy, West Sussex, 1997, s. 209.6L.I. Kahn, “Silence and Light”, a.g.e., s.237.7T. Ando, “Beyond Horizons in Architecture”,a.g.e., s.258 .8Bu görüş, kendi öğrencilik deneyimim ileBilkent Üniversitesi iç mimarlık öğrencilerinebelirli aralıklarla 12 yıl boyunca verdiğim TemelTasarım derslerindeki gözlemlerime dayanıyor.9R. May, The Courage to Create, Bantam,NY, 1976 .10A. Perez-Gomez, “Education of an Architect:Unraveling a Point of View”, Education of anArchitect: A point of view, the Cooper UnionSchool of Art and Architecture, The MonacelliPress, NY, s.17.11Her sene iç mimarlık birinci sınıfa başlayanöğrencileri için düzenlenen bölüm tanıtımı programındakonuşmacı olarak davet edilen 1., 2.,3. sınıfı bitirmiş öğrencilerimiz yaşadıkları sürecipaylaşırken hep de bu noktaya değinirler.12A. Maslow, Motivation and Personality,Harper, New York, 1954dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>39


13M. Cziksentmihalyi, Flow: The Psychologyof Optimal Experience, HarperCollins, NY, 1991.14K. Krippendorf, “Intrinsic Motivation andHuman Centered Design”, Theoretical Issues inErgonomic Science, cilt 5, sayı 1, 2004, s.43-72.15A. Kohn. Punished by Rewards, Boston:Houghton Mifflin, 1999. Kohn ödül sistemininkısa süreli bir başarı sağlamakla birlikte uzunvadede başarılı olmadığını, istenen bir davranışa‘içsel güdülenme’nin temel olması gerektiğinisavunuyor.16R.M. Ryan ve E.L. Deci, “Intrinsic andExtrinsic Motivations: Classic Definitions andNew Directions”, Contemporary EducationalPsychology, cilt 25, 2000, s.54-67.17D. Cuff, Architecture: The Story of Practice,MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s.11.18J. Forester. “Designing: Making SenseTogether in Practical Conversations”, Journal ofArchitectural Education, cilt 38, sayı 3, 1985,s.14-19 .22D. McDonagh ve J. Thomas, “Disability+Relevant Design: Empathic Design StrategiesSupporting More Effective New Product DesignOutcomes”, The Design Journal, cilt 13, sayı 2,2010, s.180-19823Tasarımda empatik anlayışa dair genel birçerçeve için bkz. M. Kouprie ve F. S. Visser, “AFramework for Empathy in Design: Stepping intoand out of User’s Life”, Journal of EngineeringDesign, cilt 20, sayı 5, 2009, s.437-448. Tasarımeğitiminde ve pratiğinde empatik anlayış içinbkz. McDonagh, D. ve J. Thomas, a.g.e. ; C.E.Postma, E. Zwartkruis-Pelgrim, E. Daemen veJ. Du, “Challenges of Doing Empathic Design:Experiences from Industry”, International Journalof Design, cilt 6, sayı 1, 2012, s.59-70; M.Strickfaden ve P. Devlieger, “Empathy throughAccumulating Techne: Designing an AccessibleMetro”, The Design Journal, cilt 14, sayı 2, 2011,s.207-23024bkz. K. Krippendorf , a.g.e.19Değer ve değerler sisteminin genel tartışmasıiçin bkz. R.W. Kilby, The Study of HumanValues, UP of America, Lanham MD, 1993. Yapılıçevre üretim sürecini kapsayan değerler sistemiiçin bkz. M. Pultar, “A Conceptual Frameworkfor Values in the Built Environment”, EvolvingEnvironmental Ideals: Changing Ways of Life,Values and Design Practices, ed. M. Gray, RoyalInstitute of Technology, Stockholm, 1997, s.261-267. Etik bir pratik olarak mimarlık için bkz.B.Wasserman, P. Sullivan ve G. Palermo, Ethicsand the Practice of Architecture, John Wiley,New York, 2000, s.33.20B. Altay. Professional Value Systems ofTurkish Architects with respect to Clients andUsers in Contemporary Residential DesignPractice. Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi,2000. Tez kapsamında mimarların tüm uygulamasürecinde müşteri ve kullanıcıya ilişkin değerleriaraştırılmış, bunun için <strong>Ankara</strong>’da serbest olarakçalışan en az 20 yıl deneyimli, 5’i kadın olan 24mimar ile, 1-1.5 saat süren açık uçlu mülakatlaryapılmıştır. Çalışma bulgularının Türkiye’deki sosyo-ekonomikbağlamı ve mesleğin tarihsel gelişimiçerçevesinde tartışması için bkz. T. Erman, B.Altay, C. Altay, “Architects and the ArchitecturalProfession in the Turkish Context”, Journal ofArchitectural Education, cilt 58, 2004, s.46-5321D. Cuff, a.g.e., s.25240dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Kompleksite Teorisi ve Mimarlık EğitimiYiğit Acar, Doktora Öğrencisi, ODTÜ, Mimarlık Fakültesi, Bina Ana Bilim DalıMimarlık eğitimi hakkında oluşan onlarca efsaneylediğer lisans eğitimlerinden farklılığını kanıtlar.Tanıtım günleri her düzenlendiğinde kafası karışıklise öğrencileri, sabahlamak, maket kıran hocalar,geziler, partiler, sosyal hayatın imkânsızlığı, aşırızorluk, gibi onlarca soruyla gelirler. Dışarıdanbakan bir insan için histerik bir manzara olmalı...Tasarım disiplinlerine yabancı olanlara açıklamakbiraz zor olsa da bu histerik görünüş, birtasarımcının yetişebileceği ortamı yaratmak içinkurgulanmış “planlı bir karmaşa”dır. Mimarlık/tasarım eğitiminin dışarıdan bakanlara yabancı gelebilecekbu özgün tarafları son zamanlarda pekçokalanda sıklıkla kullanılan bir teorik çerçeveiçinde kendine ilginç karşılıklar bulur; KompleksSistemler Teorisi.Kökenleri fizik ve matematik alanlarında olanKompleks Sistemler Teorisi ya da KompleksiteTeorisi, benzer diğer bilimsel gelişmeler gibiDoğa Bilimleri alanında doğup hızla Sosyal bilimleralanına aktarılmıştır. Sosyoloji, İdari Bilimlerve Şehircilik alanlarında bulduğu karşılıklarlabirlikte Eğitim Bilimlerinde de kendi karşılığınıbulmuştur. Bu konuyla ilgili birçok kitabın yanısıra Complicity 1 adıyla yayımlanan uluslararasıhakemli bir dergi de bulunmaktadır.Bu tarz disiplinler arası aktarımlar hep tartışma konusuolmuştur. Kompleksite Teorisinin şehircilikalanına geçişiyle ilgili, Şehircilikte KompleksiteTeorisi: Şehir Planlamaya Etkileri, isimli makalesinde,Juval Portugali, 2 bu geçişlerin iki türlüolabildiğinden bahseder; ya alanı yeniden empirikolarak tanımlarsınız ve teorinin mevcutmatematik modellerini alana uygularsınız, ya daalanın geliştirdiği kavramsal çerçeveyi benimserve mevcut alandaki karşılıklarını okuyarak iki alanarasında yorumsamacı bir bağ kurarsınız. Bu metinözelinde mimarlık ya da genel olarak tasarımeğitiminin Kompleksite Teorisindeki karşılıklarıarasında ODTÜ Mimarlık bölümündeki deneyimlerimedayanarak yorumsamacı bir bağ kurmayaçalışacağım.Mimarlık ve tasarım alanına geçmeden önceKompleksite Teorisi içinden alarak faydalandığımızkavramları açıklamak faydalı olacaktır.Bunlardan ilki Kompleksite Teorisinin kökenlerinindayandığı Sistemler Teorisinden gelensistem türleridir. En temel ayrımıyla sistemler ikiana grupta incelenebilir; açık ve kapalı sistemler.Kapalı sistemler dışarısıyla enerji alışverişiolmayan sistemlerdir. Kapalı sistemler süreklidenge ve maksimum entropiye doğru evrilirler.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>41


Somut olarak bir kapalı sistem olan tek şey evreninkendisi olarak nitelenebilir. Diğer kültürlerleetkileşimi olmayan kültürler ya da diğer gruplarlailişki kurmayan gruplar da kapalı sistemlersayılabilir.Açık sistemler ise çevre ile ilişki halinde, çevresiile bilgi ve enerji alışverişi içinde olan sistemlerdir.Canlı toplulukları, termo-dinamik sistemler,sıvı hareketleri, iklimsel durumlar ve sosyalgruplar, açık sistemlerin örneği sayılabilir. Açıksistemlerin bazılarında görülen önemli bir özellikise açık sistemlerin kendilerine dışarıdan gelenveriyi işleyebilme veya enerjiyi biçimlendirerekkendi parçaları haline getirebilme becerileri, yaniöz-örgütlenebilirliktir, başka bir deyişle açık sistemlerinöğrenebilme ve kendini adapte edebilmeyetisidir.Kompleksite Teorisi’nden ödünç alacağımız birdiğer kavram seti ise çekicilerdir. Çekiciler komplekssistemlerin süreçleri incelendiğinde sistemingenel davranışında belirleyici rol oynayan yadageri bildirimde bulunup sistemin toplam davranışınışekillendiren fenomenlerdir.Çekicilerin sıklıkla kullanılan dört ana türü vardır;noktasal çekiciler, periyodik çekiciler, tuhaf çekicilerve desensel çekiciler. Bunların ilk türü olannoktasal çekiciler sistem içerisindeki tek yönlü hareketlereişaret eder. Bir noktasal çekicinin sistemintemel belirleyici elemanı haline gelmesi, yanisistemin uzun vadede tek yönlü bir alçalma ya dayükselme hareketi göstermesi sonunda sisteminişlevsiz hale gelmesi anlamına gelir, bir ekonomiksistemde temel belirleyicinin sürekli ve tek yönlübir düşüş olması durumunun bir süre sonra sisteminsonunu getirmesi gibi. Periyodik çekiciler sistemiçerisinde tekrar eden değişimlere işaret eder,meteorolojik olayların döngüselliği gibi. Üçüncüçekici türü olan tuhaf çekicilerdir sistem içinde diğerdeğişimlerden ayrışan sistemin genelini etkileyenama davranışı tam olarak öngörülemeyen çekicilerdir.Tuhaf çekicilerin sıklıkla kullanılan birörneği vortekslerdir. Son tür olan desensel çekicilerise tuhaf çekiciler ve periyodik çekicilerin birarada olduğu bir tür olarak tanımlanır ve sisteminkaos halinde olduğuna işaret eder, birçok tuhafçekicinin sistem içinde ortaya çıktığı ve sistemintamamen belirsiz bir hale geldiği durumdur.Eğer mimarlık veya tasarım eğitim ortamını, özörgütlenen bir açık sistem olarak ele alırsak busistemin içinde etkin olan çekiciler nelerdir?Eğitim hayatına etki eden ve bu ortamda oluşanher türlü olgu bu listenin içinde olacaktır; tabular,efsaneler, rekabet, politik gruplar, tembellik, korku,yıldız öğrenciler, kıskançlık, aşk, nefret, merak,mekân. Liste daha da uzatılabilir. Böylesinemuğlak ve uzun bir liste mimarlık/tasarımeğitimini mistikleştirme çabası olarak algılanabilir.Aksine böyle bir liste mimarlık/tasarım eğitiminindoğası içinde gelişen bir dizi olgunun sistemli birbiçimde anlaşılabilmesini hedefler.Doğası gereği tasarım eğitimi ve buna bağlı olaraktasarım araştırmaları diğer bilim disiplinlerindenayrışır. Nigel Cross’un açıkladığı şekliyle; “metodbilim pratiği için hayati olabilir (çünkü sonuçlarıngeçerliliğini kanıtlar), ama tasarım pratiği içindeğildir (çünkü sonuçlar tekrarlanamayabilir, vehatta bazı durumlarda tekrar etmemeli ya da kopyalanmalılardır)”.3 Başka bir değişle genel bilimdüşüncesi metodik bir biçimde mevcut gerçekliğiincelerken, tasarım düşüncesi mevcut imkânlarınsunduğu yapıdan yeni bir yapıya nasıl geçeceğimizüzerine çalışır. Bu sebeple tasarım eğitimiortamı, öğrencilere kontrollü koşullarda belirlibir metotla nasıl deney yapıp sonuçlara varabileceğininöğretildiği genel bilim eğitiminden farklıolarak, öğrencilerin deneyin hem yürütücüsü hemde nesnesi oldukları değişik ihtimallerin süreklisınandığı bir ortamdır. Bu sebeple yıllar içindekemikleşmiş eğitim pratikleri olan çoğu bilim dalındanfarklı olarak tasarım eğitimi sürekli bir değişimiçindedir.Peki, bu çekici sınıflarının mimarlık/tasarım eğitimiiçindeki karşılıkları nelerdir ve bu durumlarıtemsil eden oluşumlara karşı eğitimciler olarakkendimizi nasıl konumlandırabiliriz? Yazının gerikalanında ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde dördünüöğrenci, dördünü araştırma görevlisi olarak geçirdiğimsekiz yılda gözlemlediğim, eğitim ortamınıetkileyen bazı etmenleri birer çekici olarak ele almayaçalışacağım.İlk çekici türü olan noktasal çekiciler dahaönce de belirtildiği gibi sistem içinde tek yönlühareketliliğe işaret eder. Tuhaf Çekiciler Olarakİnsani Değerler isimli makalesinde Antony Judgenoktasal çekicileri; yabancılaşma, durağanlık, seçeneksizlik,fanatiklik, referanssızlık ve duygusalboşluk ile eşler. 4 Daha önce de belirtildiği gibibir noktasal çekicinin sistemin temel belirleyicisihaline gelmesi sistemin sönümlenmesine (?) yolaçar. Mimarlık eğitimi özelinde noktasal çekicileri;politik umutsuzluk, sürekli negatif veya süreklipozitif eleştiri ile eşleyebiliriz. Negatif ve pozitifeleştirinin kontrolünün büyük oranda eğitimcinin42dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Figür-1Fotoğraf: Gonca Zeynep Tunçbilekişe bakış açısıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.Politik umutsuzluk ise dış etmenler tarafından oluşan,öğrencilerin mezuniyet sonrasındaki çalışmaortamına ve bina üretim sistemlerine karşı duyduklarıgüvensizliğin ya da itirazın bir yansımasıolarak ortaya çıkabilir, sonuçta da öğrenciyi yatoplu halde mesleğin reddine, ya da eylemsizliğeitebilir.İkinci tür olan periyodik çekiciler, eğitim süreciiçinde tekrar eden pratiklere işaret eder. Judgebu tarz çekicileri; sorumluluk, disiplin, tahminedilebilirlik ve güvenirlikle eşleştirilir. 5 Derslerinişlenişindeki periyodik eylemler bu gruba rahatlıklagirer. Çoğu eğitim pratiğinin büyük orandaperiyodik hareketlere dayandığını söyleyebiliriz.Mimarlık eğitiminde de özellikle servis derslerininbu yaklaşımla verildiği söylenebilir. Teknikçizim gibi becerisi ancak tekrar ve uygulamaile kazanılabilecek konular için her ders eskiz,stüdyo çalışması ev ödevi üçlemesi geçerli birpratiktir. Tasarım dersleri söz konusu olduğundaise süreçleri birbirinin tekrarı metodik bir yapıyaoturtmak kabul edilebilir bir becerinin kazanılmasınısağlarken, tasarım becerisinin sınırlarınınsınanması konusunda zayıf kalabilir. Periyodikçekicilerin en büyük özelliği bir müddet sonrakanıksanarak norm haline gelmeleridir. Tasarımpratiğinde analiz, örnek araştırmaları, kritik, jürisıralamasının kalıcı bir hal almasının özellikle öğrencininyüzleştiği üçüncü tasarım problemindensonra bu eylemlerin amaçlarının aşınmasına veöğrenci tarafından prosedür olarak algılanmalarınasebep olduğu söylenebilir.Üçüncü tür olan tuhaf çekiciler ise Judge tarafından;bireysel, kaotik, durağan olmayan, izafi vearaştırmacı olarak tanımlanır. 6 Tuhaf çekicilerinmimarlık/tasarım eğitimindeki karşılıklarını üçana grupta toplayabiliriz; efsaneler, hatırlanabilirolaylar ve gruplar.Efsaneler grubunun bir örneği olarak öğrencilerüzerinde istenilen bir etkiyi inşa etmek için yapılanabartılı hareketler ele alınabilir. Belki de enyaygın olanı projenin gereklerini yerine getirmeyenya da bir kompozisyonel bütünlüğü olmayanbir çalışmanın yırtılması olabilir. Pedagojik açıdantartışılabilir negatif bir örnek olsa da, öğrencideyarattığı şaşkınlık ile mesajı sağlam bir şekildeyerine ileten bir pratik olduğunu söyleyebiliriz.Bir diğer efsane durumu ise bir grubun okulda veokul dışında düzenli olarak başarı kazanmasıyladiğer öğrenciler için ulaşılması arzu edilen bir hedef,yüksek bir moral üretmesi de sayılabilir.Mimarlık eğitiminin bir diğer tuhaf çekicisi isehatırlanabilir olaylar olarak tanımlanabilir. Dahaönce bahsedilen periyodik eğitim çizgisi içindeöğrenci için özel deneyim alanlarının tasarlanmasıbu pratiğin örneklerini oluşturur.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>43


Figür-2Fotoğraf: Gonca Zeynep TunçbilekÖzel jüri aktiviteleri, çalıştaylar, geziler ve benzerieğitim ortamının bağlamını dönüştüren veöğrencinin “kalıbın dışında” düşünmesi sağlanır.Özellikle birinci sınıf temrinlerinde bu tarz akıldakalıcı olayları yaracak bolca fırsat yakalanabilmektedir.2012 yılında Arch101 dersinde verilmişolan; 15cm x 15cm’lik bir küpün içine sığabilecekboyutta, tel, kağıt ya da çıtadan yapılmış ve içinekonulan bir yumurtayı üç metre yükseklikten yapılacakbir serbest düşüşte kırılmaktan koruyabilecekbir nesne tasarlamak, problemi de böyle biramaç gütmektedir. Öğrencilerle birlikte, tasarımönerilerinin teker teker üç metreden bırakılaraksınandığı bir ders saati, içinde biçim-işlev ilişkisiüzerine hatırlanabilir bir an olarak sayılabilir (Bkz.Figür-1 ve Figür-2).ODTÜ pratiği düşünüldüğünde bir başka akıldakalıcı olay ise kesinlikle ODTÜ MimarlıkBölümünün gelenek haline getirdiği birinci sınıfyaz stajlarıdır. 7 Beş yıl öncesine kadar uygulananinşaat pratiğine dayanan stajda, öğrencilerin hembağlam değiştirdiği, hem birlikte yaşamanın kurallarınıöğrendiği hem de her seferinde farklı yapılarlasonuçlanan çok değerli bir hatıralar bütünüolarak tüm inşaat stajlarına katılanların aklında yeretmiştir.ODTÜ Mimarlık Fakültesinin eğitim faaliyetleri vefakültenin mekânsal kurgunun dışarıdan gelen öğrencitoplulukları için son derece çekici imkânlarsunması sonucu, fakülte çatısı altında öğrenciyesunulan hatırlanabilir anlar son derece zengindir.Sergiler, çağdaş dans gösterileri, partiler, jonglörgösterileri, koro çalışmaları, tiyatro çalışmaları,enstelasyonlar hatırlanabilir olayların hızlıcalistelenebilenleridir.Mimarlık eğitiminin bir diğer tuhaf çekici türüolarak grupları tanımlayabiliriz. Efsaneler ve eylemlerinbir arada olduğu bir tür olarak da tanımlayabileceğimizbu tuhaf çekici türü; gruplardır.Gruplar; belirli bir tasarım anlayışı, ya da tasarımanlayışını şekillendiren belirli bir dünya görüşüetrafında toplanmış öğrencilerin oluşturduğukolektif öğrenci inisiyatifleridir.ODTÜ genelinin de bir parçası olan politik geleneklerimarifetiyle, mimarlık bölümü öğrenciinisiyatifleri oluşumu için verimli bir ortam sunar.Hali hazırda ODTÜ Mimarlık Bölümü çevresindeson üç yıldır etkinliğini sürdüren CollectiveArchitecture 8 ekibi, yıllardır lisans öğrencilerininözeni ile aktivitelerine devam eden MimarlıkTopluluğu 9 ve bu yıl yine lisans seviyesinde şekillenmeyebaşlayan M! Grubu gibi oluşumlarlaODTÜ Mimarlık Bölümü resmi ve gayri resmî birçokekibe ev sahipliği yapar.Mimarlık ortamının diğer tuhaf çekicilerindenfarklı olarak gruplar kendi başlarına ayrı birer sistemoluştururlar. Yazının başında mimarlık eğitim44dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


ortamını açık bir sistem olarak kabul edip, sistemiçindeki çekicileri tartıştığımız gibi her grup içinde aynı çabayı yineleyebiliriz. Basitçe örneklendirmekgerekirse eğer bir grup dışarıyla ilişkisinikeserse açık bir sistem olmaktan kapalı bir sistemedönüşür ve sonuçta kendini yenileyemez bir halegelip işlevsizleşir.Tuhaf çekicilerle ilgili genel bir değerlendirmeyapacak olursak; efsaneler, hatırlanabilir olaylarve grupların temel bir ortak özelliği bu üçününde oluştuktan sonra varacağı son halin tam olarakkestirilemez oluşudur. Tıpkı tuhaf çekicilerinyaygın örneği olan vorteks durumunda olduğugibi, şekli kestirilebilirken varacağı son durum vezaman içindeki biçimlenişi bilinemeyen birer fenomenolarak mimarlık/tasarım eğitiminin ihtiyaçduyduğu doğurganlığı sunar.Son çekici türü ise desensel çekiciler olarak tanımlanmıştır;tuhaf çekiciler ve periyodik çekicilerarasında bir geçiş formu sayılabilen desenselçekicileri Judge; narsistik davranış, büyüme,sürpriz ve yenilenme ile eşleştirir. 10 Desensel çekicilerinsistemin hâkim elemanı haline gelmesiaynı zamanda sistemin tuhaf çekicilerle şekillenenkontrollü bir kaostan tam bir kaosa geçişi olarakda tanımlanır. Eğitim içinde çok seyrek rastlanabilecekböyle bir fenomeni, grupların çok arttığı,gruplar arası rekabetle hatırlanabilir olay sayısınınfazlalaştığı ve eğitim ortamının kökten değiştiği,eğitim ortamı içinde bir devrim durumu olaraktanımlayabiliriz.Sonuç olarak mimarlık eğitiminin içinde gelişenve bu eğitim ortamının dışından bakanlar içinhisterik veya gereksiz olarak algılanan bütün budavranışlar, olaylar, gruplar toplamı aslında yaratıcıdüşünceyi doğuran olgulardır. Mimarlık eğitimpratiğine yabancı olanlar için; gereksiz olaylar,disiplinsizlik örnekleri, öğretim üyelerinin kişiselegolarının ürünleri ve eğitim dışı aktivitelerolarak görülen bu olgular mimarlık eğitimininsonuçları değil, yürütülüşünün ayrılmaz parçalarıdır.Akademik dünyada çoğunlukla yöneticilerinmimarlık dışı alanlardan geldiği düşünüldüğündeyönetim kademesi için gereksiz olarak algılanabilecekbu durumlar toplamı eğitim ortamından koparıldığında,mimarlık eğitimi tasarım araştırmasıboyutunu kaybederek bir tasarımcı eğitimi değil,tek yönlü teknik personel eğitimi haline gelir.DİPNOTLAR:1Complicity: An International Journal ofComplexity and Education, web sitesi: (30.10.2012)2Portugali, J. “ComplexityTheories of Cities:Implicationsto Urban Planning, ”ComplexityTheories of Cities Have Come of Age, (ed.)Portugali, Juval; Meyer, Han; Stolk, Egbert; Tan,Ekim; Springer, Verlag Berlin Heidelberg, 2012, s.221-244.3Cross, N.; Designerly Ways of Knowing:Design Discipline versus Design Science, DesignIssues, 17(3), 2001 s. 49-55.4Judge, A.; Human Values as StrangeAttractors: Coevolution of classes of governanceprinciples, web sitesi: (30.10.2012)5a.g.e.6a.g.e.7ODTÜ Mimarlık Bölümü Yaz Stajları: websitesi: (30.10.2012)8Collective Architecture, web sitesi:(30.10.2012)9ODTÜ Mimarlık Topluluğu, websitesi:(30.10.2012)10a.g.e. Judge, A.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>45


Ezberimizi Bozan Mimar Olma Sürecimiz…Ali Sinan, Mimar, Araştırmacı 1Hayatın tekdüzeliği artarken, insanlar, zamanlar, objeler..., her şey birbirine benzemeye başlamıştı. O yıllardaher insan, bir sistemin içerisine itilip belli kurallara sahip olan toplumda yaşamaya zorunlu kılınıyordu.Birey olarak davranmak yerine birer makina gibi sorgulamadan, düşünmeden ilerledik. Önümüze koyulanbir sınav vardı ve niteliği ne olursa olsun bunu aşmak yaşıtlarımızın hedefi haline gelmişti. Sanattan,edebiyattan, bilimden yoksun yetişen bir neslin içerisinde kıvranan birer tek hücreli yaratıklardık sanki.Yaptığım ilk sistem dışı davranış ODTÜ Mimarlık bölümünü yazmak oldu. Hem de ilk tercih! Ne bilgisahibiydim ne de ailemden bir fert bu meslek ile meşguldü. Yazdım çünkü o zamana kadar gördüğüm tümmeslek grupları bu sisteme dâhil olmak üzere ilerliyorlardı. Mimarlık ise belki de bu ilerleyişin en öndegiden dalıydı. Binalar yıkılıyor yerine yeni yapılar geliyor insanlar artıyor, kentler büyüyordu. Rantın ençok dâhil olduğu alandı. Mimarlık eğitimine başlamadan “mimarlık” sadece bunları andırıyordu bana.Bölümüm içerisinde girdiğim ilk ders temel tasarım oldu. Hayatımda duymadığım kelimeler daha öncerastgelmediğim terimler ile karşılaştım. Ödevler arda arda geliyordu ve hayatımın o anına kadar böylebir eğitimden geçmediğimden dolayı anlam veremiyordum. Anlamıyordum! Dayanamayıp en sonundabunların ne olduğu sordum çünkü aklımda hep sadece çizmek ve yapı üretmek vardı. Değerli bir hocamdangelen cümle tüm düşüncelerimi değiştirdi.“Biz sizin ezberinizi bozuyoruz”. O andan itibarenbiz de ezberimizi bozmaya başladık. Kurallarımızı kendimiz oluşturuyor, projeler üretiyor ve fikirlerimizijüriler önünde çekinmeden sunuyorduk. ODTÜ Mimarlık eğitiminin bize ilk verdiği bu idi: “tartışmak.”İnsanların önünde açıkça fikrimizi söylemeyi, kabul etmeyi-ettirmeyi öğrendik ilerideki gerçek dünyadanhabersiz. Diğer bölümlerin aksine biz, ilk olarak insanı tanıdık. Bu öyle bir hal almıştı ki toplumdakiher bireyi bir hoca olarak görmeye başladık. İşte entelektüel olmanın başlangıcıydı sanırım stajlarımızda,proje için gittiğimiz yer görme gezilerimizde, karşılaştığımız her insana ve mekâna ayak uydurabilme,anlama-anlatma yeteneğini kazanma sürecimiz. Analizlerimizi hep insana, doğaya, yaşayan tüm varlıklarayönelik yapmayı öğrendik. Mekânları kurgularken aldığımız referanslar sosyolojiden, felsefeden, bilimdenoldu. Mimarlık eğitimimiz bize tüm bunları yorumlama ve sorgulama becerisini kattı. Biz stüdyolarımızdatoplu konutlar, hapishaneler, beş yıldızlı lüks oteller değil müzeler, eğitim alanları tasarladık. AVM’lerüretmek yerine insanların haklarını aradıkları, toplandıkları, sosyal-kültürel etkileşim içerisinde bulunduklarımeydanları çizdik, sosyal alanlar ürettik. Mimarlık eğitiminde ne yazık ki (!) biz rantı öğrenmedik.Mülkiyet diye bir kavram olmadı. Düşündüğümüz tek şey insandı. İnsanı da zengin-fakir, siyah-beyaz,kısa-uzun vs. gibi gereksiz yere gruplandırmadan, sadece insan olarak ele aldık. Tüm insanlığa hizmetvermek üzere eğitim hayatımızı tamamladık. Dört sene içerisinde biz ezberlediklerimizi unuttuk, toprağagömdük. Mimarlık eğitiminde her birimiz kendi sistemimizi yaratıp onunla yaşamaya başladık. Kentiöğrendik, sokağı tanıdık, insanı gördük. Diğer üniversitelerin eğitimi daha farklı olabilir ama sanırım biz“ODTÜ Mimarlık Bölümünde” bina yapmayı değil, yapmamayı öğrendik. Anladık ki mimar olmak sadeceyapı çizmekten öte bir şey, mimar olmak uygarlığı şekillendirmekti.Hepimiz heyecanla mezun olduk. Dışarı çıktık. Yavaş yavaş o bıraktığımız dünyaya, topluma geri döndük.Kızdığımız, bağırdığımız, tepki gösterdiğimiz yöneticilerin yanlarına yerleştik, beton canavarlarını üretenlerehizmet vermeye başladık yada buna yönlendiriliyoruz. Mimarlık eğitimi aldık ama bu sisteme göremimar olarak mezun olmadık. Eğitimimiz mi yanlış yoksa bu toplumun sistemi mi yanlış kavrayamadık.Sanırım hepimiz yavaş yavaş ezberimize geri döndük, döndürüldük.“Ezberlemeye” direnenlerin, direnecek olanların yetişmesi dileğiyle…DİPNOTLAR1ODTÜ Mimarlık Bölümü 2012 Mezunu46dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Bölüm 3: meşruiyetMimarın Ötekisi Olarak ‘İçmimar’Meltem Ö. Gürel, Doç. Dr., Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü“Bir bina sabun köpüğünün baloncukları gibidir.Eğer, hava içeriden düzenli bir şekilde dağıtılıp kontroledilirse baloncuk kusursuz ve muntazam olur. Dışiçerinin sonucudur.” 1Bu ifade 20. yüzyılın en etki bırakan mimarlarınınbaşında gelen Le Corbusier tarafından BirMimarlığa Doğru (Vers une Architecture, 1923)kitabında yazılmıştır. Le Corbusier’e göre plan içtendışa doğru gelişir; kütle ve yüzey planla belirlenir.Le Corbusier’in sözleri Frank Lloyd Wright,Mies van der Rohe, Walter Gropius gibi ModernAkım’ın yıldız mimarlarının iç mekâna verdiğiönemi yansıtır. Bu önem Henry-Russell Hitchcockve Philip Johnson tarafından iki büyük dünya savaşıarasındaki yıllarda Avrupa Modernizmi’niAmerikan mimari camiasına tanıtmak amacıylakaleme alınan Uluslararası Stil (The InternationalStyle,1932) kitabında da kendini gösterir. Herne kadar temelinde sosyal reform fikirleri yatanAvrupa Modernizmi’ni bir stile - bir reçete silsilesine- indirgeme tarafıyla kritik edilse de, kitapmodern mimariyi tanıştırma ve yaymada etkili olmuştur.Kitapta Hitchcock ve Johnson “hacim olarak<strong>mimarlığı</strong>n” Uluslararası Stil’in ana prensiplerindenbiri olarak tanımlar ve bu görüşü “çağdaşyapı metodlarının bir strüktürel iskelet veya kafes”sağlamasına bağlarlar. 2 Kuşkusuz, planın taşıyıcısistemden bağımsız olarak düşünülebilmesiEndüstri Devrimi sonrası 19. yüzyıl <strong>mimarlığı</strong>nınönemli gelişmelerindendir. Joseph Paxton tarafından1851 yılında inşa edilen sergi salonu, TheCrystal Palace, ve Victor Horta tarafından tasarlananve mimari yönüyle olduğu kadar dekoratif tarafıylada kendini gösteren Art Nouveau akımınınikonik temsilcilerinden Tassel House (1892-93), içhacmin açılmasının en seçkin örnekleri arasındadır.Modern Mimari bağlamında, Le Corbusier’nin1914 tarihli Dom-ino projesi taşıyıcı sistemi dışcephe ve iç hacimden ayıran öncü bir tasarımveya prototip olarak kabul edilir. Walter Gropiustarafından 1926 yılında tasarlanan Bauhaus binalarıyine kütle yerine hacim veya iç mekân olarak<strong>mimarlığı</strong>n ön plana çıkarıldığı önemli bir örnektir.Yaratılan iç hacim tasarım anlamında mimaridilin uzantısı olarak çerçevelenir.Modern Mimarlık’ta iç mekân vurgusu ünlü Türkmimarları Sedad Hakkı Eldem ve Seyfi Arkan’ınişlerinde de ön plandadır. Mekânın tek elden vetek tasarım felsefesi ile yoğrulması gerektiğini savunanModernist “usta mimarlar” gibi Eldem veArkan da iç mekânı mimarinin ayrılamaz bir bütünüolarak görmüşler, kendilerini iç, dış ve mobilyadahil olmak üzere mekânın tamamının tasarımındansorumlu aktörler olarak kabul etmişlerdir. Busöylem 1931 yılında basılan ilk Mimar dergisindedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>47


Aptullah Ziya tarafından kaleme alınan “Binanınİçinde Mimar” 3 başlıklı başmakalede ve Celal EsatArseven’in 1931 yılında yayınladığı Yeni Mimariadlı kitapta da karşımıza çıkar. Arseven bu konudaşöyle yazar:...odaların eşyası yorgancılık işinden çıkarak bugünartık bir mimar işi olmuştur. Eskiden mimar dörtduvarlı bir oda yapar, oda döşemesini yorgancılığabırakırdı. Bugün mimar evin içine konulacak en küçükiskemleyi ve o iskemlenin yerini düşünmeyemecburdur. 4Yirminci yüzyılın başından itibaren ve özellikleModern Mimarlık çerçevesinde, iç mekâna ve tefrişatınaverilen bu öneme karşın mimarlar ve mimarlıkprogramları iç mekânı ve kullanıcıyı önemsememeklesuçlanmıştır. Örneğin, İç Mimarlık(Interior Architecture) adıyla 1993 yılında basılankitaplarında John Kurtich ve Garret Eakin, “<strong>mimarlığı</strong>niç mekânı tariflemek için yaratılmasınakarşın, mimarlık öğrencilerine nesillerdir binalarınkalbini görmezden gelmelerinin öğretildiğini”savunurlar. 5 Mimarlık eğitiminin iç mekân donanımıiçin gerek duyulan konuları büyük nispettekapsam dışı bıraktığı tezi öne sürülür. 6 Mimarlığagetirilen bu eleştirilerin tohumlarına 19. yüzyılsonlarında, örneğin roman yazarı Edith Whartonve mimar Ogden Codman tarafından 1897 yılındakaleme alınan Evlerin Dekorasyonu (Decorationof Houses) kitabında rastlamak mümkündür.Kitaplarında Wharton ve Codman mimarın işinincephe ve planla sınırlandığını, buna mukabil içmekân tefrişatının ve iç mekânın detaylanarak hayatageçirilmesinin mimarlar tarafından önemsenmeyenbir meşkale olarak algılandığından şikâyetederler:Bugün önemsiz detaylar olarak görünen kalıp süslemeler,baştabanlar ve kornişleri tasarlamak aceleyle,baştan savma olarak yapılan önemsiz işler halinegelmiştir. Bu işler bittiğinde odaları dekore etmek vekullanıma hazırlamak için döşemeci çağrılır. 7Yazarlara göre bu durum çerçevesinde “ev dekorasyonu<strong>mimarlığı</strong>n branşı olmaktan çıkmıştır;” buboşluğu doldurmak için mimarlık eğitimi almış dekoratörlereihtiyaç vardır. 8 Mimarlığa getirilen bueleştiri aynı zamanda 19. yüzyıl sonunda ve 20.yüzyıl başında iç mimarlık/iç mekân tasarımı veyadönemsel tabirle dekorasyon mesleğinin mimarlıktanayrı yeni bir meslek olarak ortaya çıkışını datemsil eder. İç <strong>mimarlığı</strong>n ayrı bir meslek olarakilk örgütlenmesi 1877 yılında Amerika BirleşikDevletleri’nde New York Dekoratif SanatlarTopluluğu’nun Candace Wheeler tarafından kurulmasıylaanılabilir. Bir tekstil tasarımcısı olanWheeler aynı zamanda mesleki eğitimin gereğininsavunucusu olmuştur. Her ne kadar tartışmayaaçık olsa da kendini ilk “profesyonel dekoratör”olarak adlandırıp kartvizit bastıran dekoratör, yineAmerika Birleşik Devletleri’nden bir isim, Elsiede Wolfe’dur. Kariyerine tiyatro sanatçısı olarakbaşlayan De Wolfe, 40’lı yaşlarında kendini dekoratörolarak ilan eden bir kadın girişimcidir vebu alanda diğer kadın girişimciler üzerinde etkiliolmuştur. Bu bağlamda, yeri gelmişken belirtmeliyimki, ABD kapsamında iç mimarlık mesleğininkadın girişimcilere profesyonel hayatta biralan açtığı ve kamusal zeminde söz sahibi yaptığıyadsınamaz. ABD bir yana, dekorasyondan içmimarlığa giden zorlu yol çeşitli ülkelerde değişikseyirler aldıysa da, mimarlar ve iç mimarlararasında 20. yüzyıla geçişten bu yana tanımlananayırım ve iç mimarların profesyonelleşma çabaları,Massey’nin deyişiyle, “dekoratör atalarıyla”olan organik bağla doğru orantılıdır. 9Dekoratif sanatları, süsleme ve bezemeyi, ön planaçıkaran “dekoratör atalar” Modern Mimarlıkakımının usta mimarlarının süslemeye getirdiğieleştirilerden nasiplerini fazlasıyla almışlardır.Günümüzün Dekoratif Sanatları (L’Art Decoratived’Aujourdhui, 1925) adlı kitabında Le Corbusier“modern dekoratif sanatlar dekore edilmez” diyerek“kendi zamanlarını” anlamadığını düşündüğüdekoratörleri yoğun bir şekilde eleştirmiştir. 10Buna mukabil ünlü tasarımcı Charlotte Perriandile 10 yılı aşkın bir süre beraber çalışmış, zamanınaynası olarak yorumladığı birçok modern içmekân ve mobilya tasarımını binanın bir bütünüolarak işlemiştir. Tasarımlarında bezemeye büyükyer veren ünlü Amerikalı mimar Frank LloydWright ise dekoratörlüğü mekânın bütünlüğünübozan, dekorasyonu mekânsal kabuktan ayırandeğersiz bir meslek olarak görmüştür. 1952 yılındaAmerikan Dekoratörler Enstitüsü’nün (AID)şerefine düzenlediği bir organizasyonda Wright,zamanın ünlü dekoratörlerinden birini hedef alarak,bu düşüncesini açıkça dillendirmiştir.Modernizmin dekoratif sanatlara, mekânın dekoratifunsurlarına ve zamanın dekoratörlerine getirdiğibu duruş, uluslararası mimarlık camiasındayankılanarak derin izler bırakmıştır. Negatif birolgu olarak inşa edilen dekoratörlük, <strong>mimarlığı</strong>n,dekoratör de mimarın ötekisi olarak algılanmıştır.İç mekân tasarımının modern mimarlık çerçevesindekivurgusuna rağmen “dekoratör” kelimesininaşağılayıcı çağrışımı bu vurguda bir çelişkiyaratmıştır. Bu bağlamda, Amerikan <strong>Mimarlar</strong>Enstitüsü’nün İç Mekân komitesinin ilk başkanı48dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


olan William L. Pulgram’a göre, 1960’lı yıllardaiç mekân tasarımı küçümsendiği için mimarlarınçok da yapmayı tercih etmedikleri bir uğraş olmuştur.Kendi deneyimlerini paylaştığı bir mülakatta,Pulgram mimar olarak çalışmaya başladığıbir şirkette dekoratör diye anılmaktan korktuğuiçin önceleri iç mekân tasarımına bulaşmak istemediğindensöz eder ve birçok mimarın bu endişeyipaylaştığını belirtir. 11 Bu prestij endişesi içmimarlar için de geçerlidir. Mies’in yakın arkadaşıünlü tasarımcı Lilly Reich bile hayatının sonlarınadoğru dekoratör kelimesini tasarımcı kimliğindenayrıştırmak istemiştir. Reich, Bauhaus’da1932 yılında Dokuma Stüdyosu ve İç MimarlıkBölümü’nün başına gelmiştir. Mies Hitler rejimindekiAlmanya’dan ayrılıp Amerika’ya göç edenekadar Mies’in tasarımlarında Reich’in önemli biretkisi olmuştur. 1945 yılında, hayatının ve kariyerininsonlarına doğru, Reich Berlin’deki stüdyosununismini “İç Mimarlık, Dekoratif Sanatlarve Moda’dan” “Mimarlık, Tasarım, Tekstil veModa”ya değiştirmiştir. 12Kendilerini eğitim almamış dekoratörlerden ve“dekoratör atalardan” ayırmak isteyen genç tasarımcılar,II. Dünya Savaşını takip eden yıllarda“dekoratör” titrinden kurtulmak için büyük mücadelevermişlerdir. Örneğin, ABD’de basılanInterior Design and Decoration dergisi, 1937yılında bir sayısının başmakalesinde, Elsie deWolfe’u mesleğin kötü temsilcisi olarak vasıflandırmıştır.Buna karşın De Wolfe 1940 yılında,AID’nin “iç mimarlık mesleğinin öncüsü” olaraködüllendirdiği bir organizasyonda mesleğin profesyonelleşmedoğrultusunda köklerini sorgulamasınacevaben, “Benim zamanımda... tasarımcıolmak için tek yapmanız gereken şey iki veya üçyard kumaş ve bir veya iki sandalye alıp üzerinde‘Mary Tomtom-Dekoratör’ yazan bir tabelaasmaktı” demiştir. 13 1950’lerden itibaren “dekorasyon”ve “dekoratör” kelimeleri profesyonel organizasyonlarve akademik programların ve hattabirçok profesyonel yayının, lügatından çıkarılmıştır.Örneğin, 1937 yılından itibaren yayınlananAmerikan menşeili Interior Design and Decoration(İç Mekân Tasarımı ve Dekorasyonu) dergisi 1950yılında başlığından “Dekorasyon” kısmını atmış,Interior Decorator (İç Mekân Dekoratörü) dergisiise 1940 yılında ismini Interiors (İç Mekân) olarakdeğiştirmiştir. Türkiye’de bu dönemde düzenli birdekorasyon dergisi olmamakla birlikte, dergilerdekibu isim değiştirme eğilimini meslekle ilgilidönemin en önemli yayını olan Arkitekt dergisininisminde yapılan değişiklikten takip etmekmümkündür. Tam adı Arkitekt: Aylık Mimarlık,Şehircilik ve Dekoratif Sanatlar Dergisi olan dergi,1951 yılında alt başlığından “Dekoratif Sanatlar”kısmını atarak Arkitekt: Aylık Mimarlık, Şehircilikve Belediyecilik Dergisi olmuştur. ABD’de profesyonelorganizasyonlara baktığımızda, 1931 yılındaoluşturulan Amerikan Dekoratörler Enstitüsü(American Institute of Decorators, AID) içerisindebazı dekoratörlerin kendilerini “tastemaker” diyetabir edilen eğitim almamış ama zevk sahibi olduğudüşünülen diğer dekoratörlerden ayırmakistemesi üzerine fikir çatışmaları çıktığını görürüz.Bu grup yollarını ayırarak 1958 yılında Ulusal İçTasarımcılar Topluluğu’nu (American Institute ofInterior Designers, AIID) kurmuştur. Amerika’dadekorasyon terimi bu noktada resmi olarak terkedilmiş ve tasarım terimine dönüşmüştür. 1975yılında ayrılan bu gruplar birleşerek bugünküAmerikan İç Mekân Tasarımcıları Topluluğu’nu(American Society of Interior Designers, ASID)oluşmuşlardır. Buna benzer bir gelişmeyle,İngiltere’de 1889 yılında baştagelen zanaatçılartarafından kurulan Britanya Dekoratörler Enstitüsü(The Incorporated Institute of British Decorators)ismine 1953 yılında iç tasarımcı sözcüğünü eklemiştir.1976 yılında dekoratör kelimesi tamamıylaatılarak, organizasyonun ismi Britanya İç MekânTasarımcıları (British Institute of Interior Design,BIID) olarak değiştirilir. 14 Avrupa’da ise meslekiçin önemli bir kuruluş, Uluslararası İç <strong>Mimarlar</strong>Konfederasyonu (The International Federation ofInterior Architects/Designers, IFI) adıyla 1963 yılındaDanimarka’da oluşturulmuştur. 15Profesyonel anlamda benzer endişeler Türkiye’dede kendini gösterir. Dekoratör kimliği modernmimari söyleminin katkılarıyla da büyük nispettemekânı sadece süsleyen, bezeyen kişi olarakalgılamaktadır. Meslek her ne kadar dekoratörolarak hayat bulduysa da aslında Türkiye’de içmimarlık terimi dekorasyon terimiyle neredeyseeş zamanlı ve eş anlamlı olarak kullanılagelmiştir.Erken Cumhuriyet döneminde iç <strong>mimarlığı</strong>n dahilimimarlık diye anıldığını ve dekoratörlükle aynıanlama geldiğini Mimar dergisinin Mayıs 1932sayısında basılan “Dahili Mimari” adlı bir makaledegörebiliriz. Mimar Türkiye Cumhuriyeti’ndebasılan ilk mimarlık dergisidir ve 1933 yılındaadını Arkitekt olarak değiştirmiştir. “DahiliMimari” başlıklı makalenin amacı Güzel SanatlarAkademisi’nin Dekoratif Sanatlar Bölümü mezunlarındandekoratör Nizami Bey’in eskizleri eşliğindebu mesleği mimarlara ve diğer ilgililere yenibir uzmanlık alanı olarak takdim etmektir. Makaledekoratör diye tabir ettiği dahili mimarı şöyletanımlar:dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>49


Bugün binaların dahili tezyin ve tefrişi başlı başınabir san’at halini almıştır. Biz de gün geçtikçe, ihtiyaçhissetmeye başladığımız bu şube hakkında ihtisassahibi olan arkadaşlarımızın çoğalmasını ve kendilerinememleketimizde bir iş sahası izhar edilmesiniarzu eder ve arkadaşlarımıza muvaffakiyet temenniederiz. 16Dekoratör Nizami Bey Akademi’deki eğitiminitamamladıktan sonra Akademi tarafından dört seneliğineParis’teki Ecole des Arts Appliquès’e gönderilmiştir.Nizami Bey’in Le Corbusier, Bauhausve Art Deco karışımı eskizleri en son Fransıztrendlerini yansıtır. Bu trendlere iç mimarlar tarafındantasarlanan dönemin film dekorlarındada rastlanır. 17 Dönemde sayıları daha çok az olaniç mimarlar için film dekoru yapmak önemli biruğraşıdır. Akademi’deki eğitimde de bu konu üzerindedurulmuştur. Mimar Abidin Mortaş 1932 yılındayine Mimar dergisinde yayınlanan “Film veDekor” adlı yazısında bu dekorların halkı doğruseçimlere yönlendirme açısından çok önemli olduğunubelirtmiştir. 18 Bu değerlendirme 1930’luyıllarda iç mimarın rolünü belirleme açısındanönemlidir. Erken Cumhuriyet döneminde mimarBatılı bir yaşam stilini halka tanıştırmak veöğretmekle yükümlü bir eğitici olarak görülür.Mortaş’ın sözleri mimarca bir bakıştan iç mimarada bu görevin atfedildiğini gösterir. 19Dünyadaki gelişmeler doğrultusunda, iç mimarlıktabiri Türkiye’de 1954 yılında Dâhili <strong>Mimarlar</strong>Derneği’nin oluşturulmasıyla benimsenmiş, 1976yılında bazı mimarların da desteği ile İç <strong>Mimarlar</strong><strong>Odası</strong>’nın kurulmasıyla dekoratör kimliği resmenterk edilmiştir. 20 Dildeki bu incelik mesleğin meşrulaştırılmasıaçısından çok önemli görülür. GüzelSanatlar Akademisi profesörlerinden ve Dahili İç<strong>Mimarlar</strong> Derneği’nin kurulmasına emeği geçmişProf. Sadun Ersin’in deyişiyle “dekoratörlük meslekibir ünvan değildir.” 21 Buna karşın iç mimar,tasarım, yapı sistemleri, donatı, dokümantasyonve malzeme gibi konularda eğitim alarak donanımkazanmış meslek insanı olarak tanımlanmıştır.Bu tanım Türkiye’de köklerinde tezyinat sanatlarıolan iç <strong>mimarlığı</strong>, mimarlığa bir adım dahayaklaştırır. Burada bir parantez açmak gerekirse,Türkiye’de iç mimarlık eğitiminin temelleri ilk olarak1923 yılında Tezyinat (Süsleme) Bölümü’nünSanayi-i Nefise Mektebi’nde (eski Güzel SanatlarAkademisi ve bugünkü adıyla Mimar SinanÜniversitesi) kurulmasıyla atılmıştır. 22 Ancak iç<strong>mimarlığı</strong>n mimarlığa yaklaşarak kendini yapılandırmasınadeğişik ortam ve zamanlarda değişiktepkiler vardır. Örneğin, ABD ve İngiltere’de bukonu 1980’li ve 1990’lı yıllarda çok tartışılmış veiç mekân tasarımının iç mimarlıktan ayrı olarakbenimsenmesi görüşü ağır basmıştır. Bu görüşübesleyen duruşu, <strong>mimarlığı</strong>n ötekisi olmayı yenidenyapılandırma isteği olarak yorumlayabilirim:burada ötekilik – Foucault’nun çizdiği çerçevedebenzerlerinden veya “normal” olarak benimsenenden– farklı olmanın getirdiği dezavantajlı durumyerine, bir ayrıcalık unsuru – veya Derrida’nın deyişiylefarklı olma durumu – olarak yorumlanabilir.23 Bu yeni yapılandırma isteği ve kimlik arayışıgünümüz Türkiye’sinde de kendini göstermektedir.1950’lı yıllarda tartışılmaya başlayıp, 1970’liyıllarda resmi olarak kazanılan “iç mimar” / “içmimarlık” titrinin şimdi “içmimar” / “içmimarlık”olarak birleştirilerek, değiştirilmek istenmesi buarayışın göstergesi olarak okunabilir. Bu noktadayeni bir birleşim/ayrışım, benzerlik/tezatlık iç/dış tartışması başlar. Yirminci yüzyılın başındangünümüze büyüyerek tartışmalarla gelen içle dışarasındaki ayrışmanın ve birleşmenin nedeni kuşkusuzçağın koşullarıyla, bir talebin ortaya çıkmasıve uzmanlık alanlarının nicelleşmesiyle doğruorantılıdır. Ancak, içle dış arasındaki çizgi neredeve nasıl çizilir? İçi dıştan ayıran mimari tasarımnerede başlar, nerede biter? Buna kim karar verir?Architectural Record dergisinin editörü RobertIvy’nin 2000 yılında sorduğu şekliyle, “İç MekânKrallığı”nın anahtarı kimdedir? 24 Benim bu sorularacevabım ancak içle dış arasındaki eşiğin veyabir tanıma karşı koyan ara alanın değerini vurgulayanbaşka sorular sorarak olabilir. Dekoratörlerinmimarlaştığı, mimarların dekoratörleştiği noktadaiçle dış arasına net bir çizgi çekmek mümkün müdür?Bina güvenliği, kullanıcı konforu gibi meslekieğitimin olmazsa olmazları dışında, eğitimcilerinvizyonunda bu çizgiyi netleştirecek bir şablonmimar veya iç mimar olabilir mi? İç mekânı önplana taşıyan ve başlangıçta bütüncül bir olgu gibisunulan modern mimarinin bile aslında başındanberi çoğulcu bir akım olduğunu anladığımız vetartıştığımız durumda ve zamanlarda “İç MekânKrallığı”nın sadece bir anahtarı olabilir mi?DİPNOTLAR:1Le Corbusier, Towards a New Architecture,tercüme, Frederick Etchells ,1923, Fransızca, 1927,1. İngilizce tercümesi; New York: Dover, 1986,s.181.2Henry-Russell Hitchcock & Philip Johnson,The International Style, 1932; New York: W.W.Norton & Company, 1966, s.40.3Aptullah Ziya, “Binanın İçinde Mimar,” Mimar1/1, 1931.4Celal Esat Arseven, Yeni Mimari, İstanbul:Agâh Sabri Kütüphanesi, 1931, s.31.50dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


5John Kurtich & Garrett Eakin, InteriorArchitecture, New York: Van Nostrand Reinhold,1993, s. 461.6Bu konuda akademik bir çalışma için, MeltemÖ. Gürel & Joy K. Potthoff, "Interior Design inArchitectural Education," International Journal ofArt & Design Education, 25/2. 2006, s. 217-30.7Edith Wharton & Ogden Codman, TheDecoration of Houses. London: B.J.Batsford,1897, xix–xx. Gürel & Potthoff, "Interior Design inArchitectural Education,", s.219.8a.g.e.9Anne Massey, Interior Design of the 20thCentury, London: Thames and Hudson, 1990.10Le Corbusier, The Decorative Art of Today, tercüme,James I. Dunnett (1925; Cambridge: The MITPress, 1987), 81-4. Le Corbusier, s.100.11http://www.aia.org/secure/members/interiors/history.doc. 05 Ocak 2004 tarihinde bakılmıştır.12Mark Wigley, White Walls, Designer Dresses,Cambridge: The MIT Press, 1995, s.152.13Pat Kirkham & Penny Sparke, “A Women’sPlace…?” Part 1, Women Designers in the USA1900-2000, ed. Pat Kirkham .New Heaven: YaleUniversity Press, 2000, s.313-4; AID News”,November 1940.14İngiltere’deki gelişmeler için, Massey, InteriorDesign of the 20th Century, s.162.15http://www.ifiworld.org. 20 Nisan 2006 tarihindebakılmıştır.16“Dahili Mimari,” Mimar 5,1932, s.144-46.17Örnek olarak Akademi’nin Dekoratif SanatlarBölümü’nde seramik atölyesi öğretmeni olan dekoratörVedat Ömer Ar tarafından tasarlanan İstanbulSokakları ve Karım Beni Aldatırsa adlı film dekorlarınıverebiliriz. “Yeni Film Dekorları,” Mimar 9,1932, S. 260-261. Mimar Abidin (Abidin Mortaş),“Film ve Dekor,” Mimar 2, 1932, s. 48.18Mortaş, “Film ve Dekor,” s.48.19Meltem Ö. Gürel, "Dekorasyondan İçMimarlığa: Türkiye'de İç Mimarlığın Eğitim veMeslek Kuruluşları Açısından Tarihi," Türkiye'deTasarım Tarihi ve Söylemi, Sunumlar 1, TürkiyeTasarım Tarihi Topluluğu, İzmir EkonomiÜniversitesi, İzmir, 2006, 19-26.20<strong>Ankara</strong>’da bir mobilya galerisinin sahibi olanmimar Selçuk Milar bu girişime destek olan enönemli isim olarak anılır.21Sadun Ersin, 5 Mayıs 2006 tarihli görüşme.22Sanayi-i Nefise Mektebi sanatçı ve sanat tarihçisiOsman Hamdi Bey tarafından 1882 yılında kurulmuşve 1883 yılında resim, heykel ve mimarlıkeğitimi vermek üzere sekiz kişilik bir öğretim kadrosuve yirmibir öğrencisi ile öğrenime başlamıştır.Bölüm 1927 yılında Namık İsmail’in Akademi’ninbaşına getirilmesiyle yeniden yapılanmıştır. Namıkİsmail 1925 yılında Paris’de ziyaret ettiği, DekoratifSanatlar Sergisi’nden (Exposition Internationaledes Arts Dècoratifs et Industriels Modernes) çoketkilenmiştir. Bu sergi dekoratif sanatlar açısındançok önemlidir. Sergiyi benzerlerinden ayıran enönemli özelliği iç dekorasyonu en ön plana çıkarmasıdır.Sergi öncelikle Art Deco stili üzerine yoğunlaşmıştır.Zaten Art Deco değimi serginin başlığıolan Arts Dècoratifs’den alınmıştır. Sanayi-i NefiseMektebi’nde ilk iç mimarlık atölyesi 1929 yılındaTezyinat Bölümü’nde hoca olarak göreve başlayanAvusturya’lı Philip Ginther tarafından kurulmuştur.Ginther aynı zamanda bölüm başkanlığı yapmışve Akademi’nin Mimarlık Fakültesi’nde eğitim görenmimarlık öğrencilerine de iç mimarlık derslerivermiştir. Akademinin 1934 tarihli yönetmeliğinegöre Dâhili Tezyinat Atölyesi, bugünkü iç mimarlıkstüdyosunun ilk seklidir. Bu stüdyonun içeriği zamaniçerisinde ve öğretim üyesi profiline göre değişkenlikgöstermekle beraber 1930-1960 aralığınabaktığımızda genel olarak mobilya tasarımı ve yerleşimiağırlıklıydı diyebiliriz. Bu stüdyoya ilavetenöğrenciler desen çalışmalarının ve yorumlamalarınyapıldığı genel bir sanat eğitimi ve çizim derslerialırlardı. 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı YüksekEğitim Kanunundan önce bu program EndüstriSanatları Fakültesi’nde yer almaktaydı. Daha sonraMimarlık Fakültesi’ne taşındı. Türkiye’deki ikinciiç mimarlık programı yine İstanbul’da 1957 yılındaTürk-Alman işbirliğiyle kurulan Devlet TatbikiGüzel Sanatlar Okulu’nda başlamıştır. Bugünküadıyla Marmara Üniversitesi Güzel SanatlarFakültesi, İstanbul Teknik Üniversitesi MimarlıkFakültesi profesörlerinden Sabri Oran ve StuttgartGüzel Sanatlar Akademisi profesörlerinden RudolfSchnek’in kurucu üyelikleriyle eğitiminde Bahausmodelini esas almıştır. Bauhaus pedagojisi resim,heykel ve el sanatları gibi uygulamalı sanat kollarınıbir bütün olarak birleştirmeyi amaçlamıştır. İçmimarlık bölümü ilk mezunlarını 1960-61 yılındavermiştir. İsminin de öngördüğü gibi bu okuleğitiminde uygulamayı ön plana almıştır. Gürel,"Dekorasyondan İç Mimarlığa," 19-26. MustafaCezar, “Güzel Sanatlar Akademisi’nden 100 YıldaMimar Sinan Üniversitesi’ne,” Güzel SanatlarEğitiminde 100 Yıl, ed. Muhteşem Giray, İstanbul:Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, 1983.23Bu bağlamda eğitim kapsamında yaptığım biryorum için, Gürel & Potthoff, "Interior Design inArchitectural Education," s. 228.24Robert Ivy, “The Keys to the Kingdom,”Architectural Record 188, no. 9, 2000, s. 17.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>51


40 Yıllık bir Şehircinin Gözünden…L. Yıldız Tokman, Y.Şehir ve Bölge PlancısıNeden şehirci oldum?Her şehir plancısının farklı bir mesleği seçişhikâyesi vardır. Benim hikâyemin benzerlerininolduğunu biliyorum. 1 O yıllarda şehir planlamamesleği pek bilinmiyor, tanınmıyordu. ODTÜgiriş sınavında ilk tercihim mimarlıktı. İkinci tercihiminşehircilik olmasının nedeni ise İmar İskanBakanlığı’nda hukuk müşaviri olan amcamınBölge Planlama Dairesinde çalışmış olan TuğrulHoca’yı (Akçura) yakından tanıması, yeni olan bumesleğin geleceğinin parlak olduğu düşüncesinebeni de inandırmasıydı. Sonuçta puanım <strong>mimarlığı</strong>değil şehirciliği tuttu.İlk yılın sonunda “planlama yoluyla tüm dünyayıdeğiştireceğime” olan inancım o kadarkuvvetliydi ki, bölüm değiştirerek mimar olmafırsatını kullanmadım. Bu kararda Sümer Hoca(Gürel) ve Raci’nin (Bademli) verdiği stüdyo dersinin(Basic Design-CP 101-102) etkisi büyüktü.Doğrusu kendimizi geleceğin şehircileri olarak,komşu stüdyolarda dünyayı değiştirmeye tek tekbinalardan başlamak zorunda olduğunu düşündüğümüzgeleceğin mimarlarından daha güçlügörüyorduk. Mübeccel Hoca’dan (Kıray) öğrenmeşansına sahip olduğumuz sosyoloji öğretisinin,mimarlarla aramızdaki farkı bizim lehimize dahada büyüttüğünü, “dünyayı değiştirme gücümüzü”artırdığını düşünüyorduk.Mezuniyetten hemen sonra bir planlama yarışmasınakatılmam 2 1973 ilkbaharında Şehir Plancıları<strong>Odası</strong>’na 95 no’lu üye olarak kayıt olmamı gerektirdi.ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümünebaşladığım yılın ( 1968-1969), mimari bölümündekilerlestüdyolarımızın ayrıldığı ilk yıl olmasıyanında, meslek odalarımızın da ayrılma yılı olduğununfarkında değildim doğrusu...Odanın kuruluş hikâyesi-bir meslekialan kavgası mı?<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın kuruluşundan (1954 yılı) yaklaşık15 yıl sonra ayrı bir mesleki odası –ŞehirPlancıları <strong>Odası</strong> kurulma süreci ve sonrasındayaşananların mimarlar ve şehirciler üzerindekiolumsuz etkilerinin pek kolay geçmediğini, gelenekselşehirci-mimar çekişmelerinin sürüpgitmesinin kaynağı olduğunu düşünüyorum. Budüşüncem, bu süreci ve sonrasında olan meslekialan kavgasını ilk elden yaşayanların, odanınkuruluşunun 25 yılı değerlendirmelerini 3 veİlhan Hoca’nın (Tekeli) Nisan 1969’da ŞPO kurulmasıiçin TMMOB genel kurulunda yapılacak52dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


savunmaya esas olmak üzere hazırladığı yazısınıbir kez daha okuyunca iyice güçlendi.“Şehir Planlama Mimarlık Mühendislik üzerinesürülen bir krema değildir” başlıklı yazı odanınkuruluşunun 25. Yılında Planlama Dergisi’ndeyayınlandı.İlhan Hoca’dan izin isteyerek hala güncelliğini yitirmeyendeğerlendirmelerini“kardeş disiplinlerleilişkiler” başlığı altında, kendi deneyimimden çıkarakkaleme almamın istediği bu yazıda kullanmamın,iki meslek arasındaki ilişkileri /ilişkisizlikleriaçıklamamı kolaylaştıracağını düşünüyorum.Hoca, 25. yılda: “ŞPO kurulurken esas savunmamimarlar odasına karşı ŞP alanının mimarlık alanındanfarklı olduğu gösterilerek yapılmıştır. ŞPalanının mimarlıktan ayrı bir alan olarak savunulmasındamodernist bir çizgi, önceden kestiricisosyal bilimlere bir inanç,kenti kendi iç bütünlüğüve büyüme kuralları olan bir birim olarak görüşve çok yönlü akılcı planlamanın üstünlüğüneinanç görülmektedir”... “Oda kurulmuştur, 25yıl geçmiştir, hala iki oda arasında işbölümününnasıl yapılacağı konusunda bir uzlaşma gerçekleşmemiştir.”değerlendirmesini yapmaktadır. 4Savunma yazısı özetle: mimarların hakimiyetindegelişmiş olan planlama pratiğinin yetersizliği,şehir planlamanın çok yönlü, çok disiplinli bir faaliyetolması, sosyal bilimlerin önemi, şehir plancılarınayüklenen kamu yararını koruma misyonuanlayışı, mimarlık eğitiminin kent planlamasınıngerektirdiği beceriyi veremeyeceği ve kent planlamasınınçok disiplinli olarak örgütlenmesindebir ayrıcalığının olamayacağı, mimarlar odasındanşehir planlama odasının ayrılmasının toplumunsosyal gelişimi paralelinde doğal olarakortaya çıkan uzmanlaşmanın sonucu olduğunuvurgulamaktadır.Aynı yazıda; şehir planlamada uygulanacak yöntemlerleilgili fikir ayrılıklarının (mimar –şehirplancısı çatışması) “Şehir planlamayı imar planıyapmak olarak kabul eden ve bu konudaki tekellerinisürdürmek isteyen bir grup mimar ileşehir planlamaya sosyal bilimler içeriğini yeniplanlama tekniklerini getirmeye çalışan bir grupşehir plancısının çatışmaları olarak devam ettiğini”“şehir planlama becerisinin ancak mimar vemühendis formasyonu üzerine edinilebileceği”görüşünü savunan bu mimar grubunun gerçektesahip oldukları “imar planı yapma imtiyazlarınıkorumak isteyenler” olduğu belirtiliyor. 5<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın 1960 yılında; “mimarlıkokullarındaki şehircilik eğitiminin yetersizliğive şehir planlama eğitimi veren ayrı bir okulaihtiyaç olduğu” 6 görüşünün yerini 1969 yılında“Mimari okullarının verdiği eğitime göre her düzmimar şehircilik yeteneğine sahip olarak mezunolmaktadır.” 7 görüşü aldı.Doğrusu o yıllarda, büyük mimari büroların imarplanı yaparak sağladıkları gelirin önemsiz olduğunukimse söyleyemez...İmar plancı mimar-şehir plancısıçekişmesiMesleğime zorunlu olarak İmar İskânBakanlığı’nda başladım. Şehircilik bürosu açarakmesleğimi yapma isteğim ancak 2 yıl sonra mümkünolabilecekti. Şehir plancıları, kendi alanlarında,mesleki haklar bağlamında mimarlardanfarklı haklara sahip değildiler. Ancak planlamaylailgili kamu kuruluşlarında (İmar ve İskan Bankası,İller Bankası ) veya A - B grubu imar planı yapanmimari bürolarda 2 yıl çalışarak en alt grup olanF grubu karne alıp büro açma hakkına sahipolabiliyorlardı.Çalıştığım, görevi İller Bankası’nın yaptırdığı/yaptığıimar planlarını incelemek ve onamak olan,İmar İskân Bakanlığı Plan İnceleme Kurulu deneyimsizşehirciler ve deneyimli mimarlardan oluşuyordu.İmar Planı çalışmalarında ilk aşama olarakkentlere ilişkin sosyo-ekonomik verilerin toplanmasıve albüm halinde hazırlanması gerekiyordu.Ancak, adı analitik etüd olan bu çalışma, gerçekteimar planını pek de etkilemiş görülmüyordu.Okulda, bir kentte sosyo-ekonomik durumun planayansıması gerektiği öğretisinden geçmiş, amayansıtma fırsatı verilmeyen biz mektepli şehirciler,analitik etüdün imar planına yansıtıp yansıtılmadığınıbir matematikçi hassasiyetiyle irdeliyor, “imarplancı mimarlara” okulda öğrendiğimiz kentinsosyo-ekonomik analizini yapma hünerlerimizigöstererek, imar planlarını, inceleme ve onay sürecininher aşamasında defalarca geri çevirmektensonsuz bir mutluluk duyuyor, yılların “imar plancımimarları”na kök söktürüyorduk. İmar planlarıkonusunda deneyimsiz olmamız bizi hiç engellemiyordu.Biz zaten şehir plancısıydık, imarplancısı değil!Kamu kurumlarında çalışanlar olarak yan ödemekararnameleri ile başımız dertteydi. Tamamenrastlantısal bir şekilde (kurumda hangi kadrodosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>53


oşsa ona alınmıştık) mimar kadrosuyla girmişolan şehirciler, şehirci kadrosunda olanlardandaha çok yan ödeme alıyordu. Bir türlü mimarlarlaaynı teknik hizmetler sınıfında olamadık.Nihayet, odadaki arkadaşların yıllar süren uğraşlarısonunda 10.10. 1983 tarihinde şehir plancılarıda teknik hizmetler sınıfına alındı. 8İmar planlarını kim yapmalı?1985 yılında çıkarılan 3194 sayılı imar kanununabağlı yönetmelikte 9 “Planlama işlerini yapacakmüelliflerde, Üniversite, Akademi veya YüksekOkulların şehir planlama, bölge planlama, kentseltasarım veya mimarlık fakülte veya bölümlerinden,şehir plancısı, bölge plancısı, kentseltasarımcı veya mimar unvanları alarak mezunolmaları veya bu disiplinlerden birinde lisansüstüöğrenimi yaparak Master Lisans veya Doktor dereceve unvanlarını kazanmış olmaları şartı aranır”denmekteydi.Görüldüğü gibi “planlama işlerini yapacak müelliflerde”şehir planlama dalında lisans eğitimi yapmazorunluluğu aranmıyordu. Kentsel tasarımcıveya mimar olarak mezun olanlar ile bu bölümlerdeYüksek Lisans veya doktora yapanların daplan yapmasına imkan veriliyordu.Bu durum tam 20 yıl sürdü. Nihayet 2005 yılındaçıkarılan yeni yönetmelik 10 “Plânlama işleriniüstlenecek müelliflerde, yükseköğretim kurumlarınınŞehir ve Bölge Plânlama Bölümlerindenlisans eğitimini tamamlayarak mezun olmak şartıaranır.”diyerek bunu değiştirdi.<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın, yönetmeliğin bu ve bunailişkin maddelerine itiraz ederek yürütmeyi durdurmakararı aldırması, belki de tarihinde ilk kezŞehir Plancıları <strong>Odası</strong>’nın davalı Bakanlık yanındamüdahil olarak yürütmeyi durdurmaya itirazlarıylasonuçlandı. İtiraz kabul edilerek, 2007 yılındaverilen yürütmenin durdurulması kararı, 2008 yılındaiptal edildi. 11Şehir ve Bölge Planlama lisans eğitimi olmayanlara“İmar Planlama Alanı” kapandı.Yaklaşık 40 yıldan fazla bir zamandır sürmekteolan “İmar Planı Mesleki Alan Savaşları” şehircilerinnihai zaferiyle sona erdi. Böylece kötü imarplanlarının tüm günahı bu alanın gerçek yetkilisi/sorumlusu şehircilerin omuzlarına yüklenmişoldu.Türkiye’nin kentleşme/kentleşememe sürecindegelinen noktada imar planlama süreci ve bu sürecinaktörlerinin payı yadsınamaz. Demek kiyeni yönetmeliğin kabulüne kadar olan zamandiliminden “İmar Plancı <strong>Mimarlar</strong>” en az “ŞehirPlancıları” kadar sorumlu. Gerçekte ortaya çıkan/bu kötü sonucun sorumluluğunu bizimle paylaştıklarıiçin onlara teşekkür borçluyuz!Şaka bir yana, şehir plancısı olarak sık sık hissettiğim“böyle bir planı nasıl yaptık?” suçlanmasınınyerine “bunu yapan mutlaka mimardır!” ön yargısıneyi değiştirir, Kentlerimizdeki artık geri dönülmesizor, hatta imkânsız planlama hatalarını kimdüzeltebilir ki?Güçlerimizi birleştirmekEsat Turak Hoca’nın 12 1 numaralı, benim ise 95numaralı Şehir Plancıları <strong>Odası</strong> üyesi olmamınüzerinden çok yıllar geçti, Oda kurulalı 43 yıloldu. Bu gün Şehir Plancıları <strong>Odası</strong>’nın 8 şubesi,30 temsilciliği ve 6512 üyesi var. 13 Şehir Planlamaeğitimi veren okulların sayısı her gün artıyor.Yazıyı hazırlarken “kardeş disiplinlerle ilişkileri”<strong>anlamak</strong> için Şehir Plancıları <strong>Odası</strong> ve <strong>Mimarlar</strong><strong>Odası</strong>’nın web sitelerini incelediğimde ortaktek etkinlik duyurusunun 19 Eylül 2012 tarihli“Mimar, Mühendis ve Şehir Plancıları DayanışmaGünü” nedeniyle gerçekleştirilen “Mesleğimize,halkımıza, ülkemize sahip çıkıyoruz.” iş bırakmaeylemi olduğu gördüm. 14 Bununla birlikte, benimdekatıldığım bazı STK ile birlikte sürdürülen“<strong>Ankara</strong>m Platformu” çalışmalarında iki odanınbirlikte çalıştığını biliyorum.Kuruluşlarından bu güne, her iki odanın da politiksöylemlerini yansıtan basın açıklamalarında,kentleşme politikalarının yanlışlığına yapılanvurgunun önemli bir yer tuttuğu biliniyor.Örneğin; Şehir Plancıları <strong>Odası</strong>nın 04.09.2012tarihli son basın açıklaması <strong>Ankara</strong> BüyükşehirBelediyesi’nin “Rant Odaklı Yanlış PlanlamaKararı Sonucu Oluşan Doğalgaz Boru Patlaması”hakkında. <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın web sitesinde ise16.08.2012 tarihli “İktidarın “Rant ve YağmaPolitikaları” derhal durdurulmalıdır” bildirisi var.<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>, yaptığı çalışmalarda, yayınladığıraporlarda “1960’lardan bu yana, hem planlı kalkınmaarayışına katkı hem de mesleğin uygulanmakoşullarının düzenlenmesi anlamında önemsediğini,“kamu ve toplum yararına planlama ve54dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


tasarım” anlayışının ülke bütününde yerleşmesiiçin yıllardır çaba gösterdiğini” vurgulamaktadır. 15<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın, kentlerin imarı konusundakamu ve toplum aleyhine çıkarılan yasal düzenlemelereve uygulamalara karşı çıktığını, hukukiyollara başvurduğunu, eylem yaptığını biliyoruz.Şehirciler ve mimarların sözcüsü olarak her ikimeslek odası da aynı kaygıyla kentsel dönüşüme,2B statüsündeki alanların kentsel alana dönüştürülmesineolanak sağlayan yasal düzenlemelerekarşı çıkmaktadır.<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>’nın “Dünya Mimarlık GünündeMimarlık, Kent ve Çevre Değerlerine SahipÇıkıyoruz” başlığı altında 4 Ekim 2010 tarihindeyayınladığı basın bildirisinde“Küresel, bölge, ülkeve kent ölçeğinde yaşanan bu sorunlar karşısında,kente, çevreye duyarlı ve uygulamalardan etkilenenbütün kesimlerin bir dayanışma içerisindeolmasına gereksinim vardır.” çağrısının şehir plancılarınıda kapsadığına eminim.Meslek alanımızda özellikle kent planlamaya/yönetimine ilişkin yanlış kararların olumsuz sonuçlarıçoğu zaman ancak uzun dönemde görülür.Bu nedenle sonuçlardan etkilenecek kişilerebunu anlatmak, birlikte karşı çıkmaya ikna etmek,desteğini almak kolay değil. Meslek odalarınıntoplumla kurması gereken ilişki sadece üyeleri ilesınırlanmayıp halkın desteği ile hareket etmeninönemi bilinmekte.Tam da bu noktada, meslek alanlarımıza odaklanan“iktidarın rant ve yağma politikalarını” durdurabilmekiçin kardeş mesleklerle/disiplinlerleuzlaşma ve güçlerimizi birleştirme gereksinmesieskisinden daha fazla...DİPNOTLAR1ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve BölgePlanlama Bölümü, 1968-1969 dönemi 1. Sınıf arkadaşlarımlayaptığım konuşmalar2Gaziantep Kent Bütünü PlanlamaYarışmasında, Mayıs 1973’de Satın Alma ödülükazanmıştık.3“Odamızın Kuruluşunun 25. YılındaBaşkanlar Söyleşisi”, Planlama Dergisi 94/ÖzelSayı, Sayı:11, <strong>Ankara</strong>:TMMOB Şehir Plancıları<strong>Odası</strong> Yayını, 1994, s.3-9.Değildir”(Ya da Şehir Plancıları <strong>Odası</strong> ÜzerineYazısını 25 yıl sonra Yeniden Okurken), PlanlamaDergisi 94/Özel Sayı, Sayı:11, <strong>Ankara</strong>:TMMOBŞehir Plancıları <strong>Odası</strong> Yayını, 1994, s.10-215age.,s.116Ayrıntılı bilgi için bkz: “Bildiri1960,Yurdumuzda İmar Çabaları”, <strong>Mimarlar</strong><strong>Odası</strong> Arşivi, <strong>Ankara</strong>, 1960. Bildiri, Türkiye’dekentleşmenin genel bir değerlendirmesinin yapıldığıve bu konuda politika önerilerinin geliştirildiğibir ilk metin olma özelliği taşımaktadır.7Şehir Plancıları Mimar ve Mühendisleri<strong>Odası</strong> Kurulması ile İlgili Komisyon Raporu,<strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong> Arşivi,<strong>Ankara</strong>, Mart 19698“Odamızın Kuruluşunun 25. YılındaBaşkanlar Söyleşisi”, kapsamında Şehir PlancısıÖznur Özer’le yapılan söyleşiden yararlanılmıştır.Planlama Dergisi 94/Özel Sayı, Sayı:11, <strong>Ankara</strong>:TMMOB Şehir Plancıları <strong>Odası</strong> Yayını, 1994,s.4.9“İmar Plânlarının Yapımını YükümlenecekMüellif ve Müellif Kuruluşlarının YeterlilikYönetmeliği” madde:6/B, 2/11/1985 tarihli ve18916 sayılı Resmî Gazete10“Plan Yapımını Yükümlenecek MüelliflerinYeterliliği Hakkında Yönetmelik” madde:6,07/01/2005 tarihli ve 26046 sayılı Resmi Gazete11http://www.spo.org.tr/genel/bizden_listele.php?sr=21&bizden_kod=78&od=12&1=1(25.09.2012)12İ.Tekeli, “Esat Turak’ın Türkiye’nin KentPlanlama Tarihi İçindeki Yeri”, Planlama DergisiSayı:2004/1, <strong>Ankara</strong>:TMMOB Şehir Plancıları<strong>Odası</strong> Yayını, 2004, s.6-11.13http://www.spo.org.tr/hakkimizda/istatistikler.php(25.09.2012)14http://www.mimarlarodasi.org.tr(25.09.2012)15“İmar Planlama Süreci ve <strong>Mimarlar</strong> <strong>Odası</strong>Yaklaşımı” Raporu-Raporlar ve Görüşler,10 Şubat2010http://www.mimarlarodasi.org.tr (25.09.2012)4İ. Tekeli, Şehir Planlama “MimarlıkMühendislik Üzerine Sürülen Bir Kremadosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>55


Yatırımcı Peyzajlar: Küresel Kentin Yeni Mitleri 1Selin Çavdar, Peyzaj Mimarı, ODTÜ, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Araştırma GörevlisiBugün orta ölçekten büyük ölçeğe birçok kentküresel sermayeye erişmek; kültürel, ekonomik vesosyal açıdan canlı kalabilmek amacıyla küreselağlara bağlanma ve onların arasında yer alma yarışıiçindedir. Yerel yönetimler ve politika üreticilerise, küresel yarış ortamı içerisinde, küresel yatırımcılarve onların iş ağları, kalifiye iş gücü içinkenti çekici kılmanın yollarını aramaktadır. Kentiküresel bir çekim merkezi haline getirmek, markalaştırmakve kentin prestijli, çağa özgü imgelerinitasarlamak için strateji setleri üretmektedirler.Kenti markalaştırırken ya da sosyo-mekânsal açıdandönüştürürken kuşkusuz en önemli adımlarkentte yeni mekanlar ve imgeler üretmek, kültür,sanat, spor gibi mega-etkinliklere ev sahipliği yapabilmekve dünyaca tanınan sanatçı, yazar vb.kimliklerin kentte yaşamasını sağlamaktır. Fakatküresel sermaye ve ona erişim konusu, artık sadecekent ve bölge ölçeğinde ele alınamamaktadır.Markalaşan kent parçaları; örneğin finansmerkezleri ya da mega-etkinlik alanları, küreselağlarda kentten bağımsız ama kentin fiziksel gelişimiüzerinde etkili birer mikro çekim merkeziolarak yerini almaktadır. Yeni gelişim alanlarınıninşa edilmesi ise farklı kentsel grupların yaşadıklarıyerden tasfiye edilmesi ya da yaşam biçimlerininve kentle ilişkilerinin zorunlu dönüşümü ilesonuçlanmaktadır. Dolayısıyla, inşaat sektörününkentteki en karlı yatırım sektörlerinden birine dönüştüğünüsöylemek yanlış olmayacaktır. Bu süreçte,özel sektörde çalışan mimar ve peyzaj mimarı,yatırımcının talepleri doğrultusunda yarışmaidealini mekânsallaştırmakla görevlidir. Alışverişmerkezleri, kapalı yerleşim-konut alanları (gatedcommunity), plazalar, iş merkezleri küreselleşenkentin yeni imgeleri ve ikonları olarak tasarlanmaktadır.Türkiye’nin küreselleşme serüveniiçerisinde ise İstanbul temsili bir öneme sahiptir.İstanbul’un mekânsal dönüşümü ve bu dönüşümekoşut yeni yaşam tarzları kenti hızla değiştirmektedir.Konut, sosyal merkez, spor kompleksi ve işve alışveriş merkezi gibi fonksiyonları bir aradasunan mega-projeler İstanbul’da parçalı bir şekildeyayılan dönüşümün göz ardı edilemeyeceksembolleridir. Projelerin yataydaki ve dikeydekibüyüklüğünün yanı sıra kent parçasının periferindekialanları ekonomik, fiziksel ve sosyal açıdandönüştürmedeki zorlayıcılığı birçok disiplin tarafındantartışılmakta; üretilen kamusal kullanımve erişim kısıtları, sosyal entegrasyon konuları giderekdaha fazla eleştirilmektedir. Bu yazıda elealınacak problem ise küresel kent İstanbul’un yenimekânları ve imgeleri üretilirken; kentin sosyal,kültürel ve strüktürel elemanlarından biri olanpeyzajın kavramsal ve temsili açıdan nasıl yenianlamlar kazandığını ve artık nasıl bir bağlamda56dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


ele alınması gerektiğini değerlendirmektir. Peyzajmimarı ve mimar, bu yeni bağlamı uzlaştıkları birkurgu üzerinden mekânsallaştıran ve karakterinibelirleyen yaratıcı aktörlerdir. Mimarın ürettiği yaşamalanlarından farklı olarak peyzaj mimarı, canlı(bitkisel) ve yapısal materyal kullanarak; ortayaçıkması istenen ambiyans/etki, tasarım kriterlerive ihtiyaç programı doğrultusunda dış mekanlarınörgütlenmesinden sorumludur. Bu yazıda elealınan projeler ise gerek sunum biçimleri gereksedoğal-insan yapımı elemanlar arasındaki fonksiyonelve görsel denge gibi tasarımla ilgili kararlaraçısından; maksadını yani kullanım değeriniaşan, pazarlama odaklı yeni bir dilin habercisidir.Kamusal değeriyle kentlinin gündelik deneyimlerinedair kolektif ve kişisel imgeler sağlayan peyzaj,dışa kapalı ve güvenlikli site projeleriyle birliktefarklı mesajlar veren bir kentsel mite dönüşmüş;yatırımcının paket program olarak sunduğu prestijgöstergesi, özel, güvenli yaşam çevrelerinin veyaşam tarzlarını estetize eden stratejik bir iletişimsunumaracı olmaya başlamıştır. Peyzaj kavramınıanlambilimsel (semantics) ve faydacıl (pragmatics)açıdan yeniden yorumlamak amacıyla bu yazıdaöncelikle peyzaj kavramıyla ilişkili bilgi kuramsalçerçeve özetlenecek ve sonra çeşitli örnekler üzerindenbir değerlendirme sunulacaktır.Peyzaj: toplum, ekoloji, estetik, iletişimPeyzaj kavramının içerdiği zenginlik ve karmaşıklık,onun bütüncül ve derli toplu bir tanım altındaele alınmasını güçleştirmektedir. 2 Peyzaj; araçsal,metalaşmış, tahrip edilmiş veya üretken olmayanbir olgu olarak ele alınsa dahi, gündelik kullanımdapozitif ve kimi zaman bağlam-bağımsız birçağrışıma sahiptir. Peyzaj kavramının sözü edilenpozitif çağrışımı ise onun ‘doğal’ aynı zamanda‘soyut’ olanla anlamsal açıdan ilintilendiriliş biçimindenkaynaklanmaktadır. Bu bakış açısındanpeyzaj, doğal ya da insan yapımı (tasarlanmış)ayırmaksızın, bir bütünlük, yüce (sublime), arınmışmanzara kavramlarına ait imgeler ile kendiiçinde evrilen bir kültürü gösterir. 3 Öte yandan,bu ‘soyut’ ve ‘çıplak’ peyzaj algısı, peyzajın farklıanlambilimsel ve faydacı yorumlanışlarını örtmekte;onun homojen, nötr ve pasif bir bütün olarakele alınmasına sebep olmaktadır. Peyzaj tasarımıiçerisindeki pitoresk (picturesque) akımın temsilcileritam da bu görüşten ilham alarak projelersunmaktadır. Oysa peyzaj, yaşayan bir varlık olmanınyanında, zaman içinde yeni deneyimler vemüdahalelerle anlamı ve çağrışımları farklılaşan,aktif, kültürel, estetik ve iletişimsel bir olgudur. 4Peyzajın demokratikleşme yolunda toplumsalbir araç olduğu fikrinin temelleri 1858 yılında F.L. Olmsted’in Central Park’ı projelendirmesi ileatılmıştır. Böylece, ‘peyzaj <strong>mimarlığı</strong>’ bir meslekdisiplini olarak ortaya çıkmıştır. Mimarlık alanındamodern hareketin doğuşuna kadar köklü birBeaux-arts etkisi taşıyan peyzaj <strong>mimarlığı</strong> okulları;modern hareketle birlikte peyzajı oluşturan tümöğelerin mekân yaratmak için kullanılabileceğinisavunmaya başlamışlardır. 5 Mimarlık ve planlamaiçerisindeki modern hareket, peyzajın birkentsel fonksiyon olarak bütüncül bir şekilde elealınması gerektiğini CIAM (International Congressof Modern Architecture) Atina Kartası ile duyurmuştur.Atina Kartası’na göre mahalle ölçeğindenbölge ölçeğine peyzaj, özellikle rekreatif açıdanplanlanması gereken bir strüktürel öğedir; çünkümodern kentli vakit geçirebileceği dış mekânlaraihtiyaç duyacaktır. Modern hareket; planlama ve<strong>mimarlığı</strong>n peyzaj ile ilişkisini yeniden şekillendirmişolsa da onun fonksiyonel, homojen, pasifbir öğe olarak tasarlamıştır.Oldukça genç bir meslek disiplini olan peyzaj <strong>mimarlığı</strong>modern hareketten etkilenmekle birlikte1970’lerde modern hareketin mekânı ele alış biçiminiyeniden tarif eden fenomenoloji, çevreselpsikoloji, göstergebilim ve kentsel tasarım gibialanlardan da beslenmeye başlar. Bu alanların uzlaştıklarıbir nokta: peyzajın, seyirlik bir manzaraolmanın ötesinde daha derin bir anlamda, ‘yer’eait imgeler sağlayan, kolektif kimlik ve anlam inşasındaetkin bilişsel role sahip bir medya olduğudur.6 Peyzajın bu kurucu kapasitesi, kültürel imgelemizenginleştirmekte; aidiyet, bağlantıda kalmave oryantasyon kavramlarının yer ile ilişkisine dairtemel bir zemin sağlamaktadır. Corner’ın 7 tanımındapeyzaj kavramı üçlü bir düzleme oturmaktadır:mekân ve zamanın kültürel açıdan zenginleşmesive bellekte anlamların ve sembollerin inşası;sosyal program ve fayda; ve ekolojik çeşitlilik vezincir Corner’ın tanımına ek olarak Thompson 8peyzajın toplumsal ve estetik özelliğini vurgulamakta,peyzaj <strong>mimarlığı</strong> pratiği içindeki artistikyaratıcıdinamizmi toplum ve ekoloji ile ilişkili birbiçimde göreve çağırmaktadır. Barthes’a 9 göre isepeyzaj, sosyal gerçekliği inşa eden bir göstergelersistemidir. Bir diğer deyişle peyzaj: bir iletişim sistemi,toplumun uygunlaştırmasına açık bir objelersistemidir. Bu nedenlerle, peyzajın göstergebiliminiüretebilmek için öncelikle peyzajı kuran ideolojiksüreç irdelenmelidir. Barthes, ‘Mitolojiler’adlı kitabında, peyzajı da bir mit olarak kavramlaştırmaktadır.Günümüzde peyzaj, mavi yolculukrehberlerinde çeşitli fotoğraflarla temsil edilen,dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>57


derin anlamından uzaklaşmış bir pazarlama aracıdır.10 Bu nedenle onun gösterdiği şey artık olduğugibi bir varlık olarak kendisi değil, aksine tüketim,turizm, nostalji ile ilişkili değerler ve temalardır.Peyzaj ile ilgili tüm bu kavramsal tartışmalar, peyzajınkent formunu strüktüre eden bir öğe olarakgörüldüğü; boşlukların dolulukları belirlemesigerektiğini savunan; yeni bir disiplinler arası alanolan ‘Landscape Urbanism’ adlı kentleşme modelinindoğuşuna öncülük etmiştir.Peyzajın anlambilimsel kavranışları yanında değinilmesigereken bir diğer konu da onun farklıölçekleri ve sunum biçimleridir. Mahrem alandankamusal alana uzanan ve çeşitli ara mekânlar içerenhiyerarşide, peyzaj; villa bahçesi ölçeğindenkent parklarına, meydan ve mega-etkinlik alanlarındanmilli parklara çeşitli ölçeklerde var olmaktadır.Dolayısıyla peyzaj <strong>mimarlığı</strong> pratiği de tasarım,planlama ve yönetim etkinliklerini içerisindebarındırmaktadır.Günümüz küresel metropolünde peyzaj bir anlamtutulması içerisinde sunulmaya başlamıştır.Mülkiyet sınırları içerisinde fazla tasarlanarak estetikbir tüketim kategorisine indirgenen peyzaj,kamusal değerinden ve kentli erişiminden uzaklaşmakta,özel alanın bir fonksiyonu olmaktadır.Kapalı yerleşim alanları, peyzaj ile ilgili bu anlamtutulmasının en iyi temsilcileridir. Fakat hızla büyüyenküresel kentte, peyzajın sosyal ve fizikseldönüşümüne neden olan üretim, tüketim, sosyalleşmedinamikleri tek başına peyzaj mimarınınçözümleyebileceği bir konu değildir. Dahası,peyzaj mimarı, yatırımcı – aracı- uygulayıcı- mimaraktörlerinden oluşan proje sürecinin en marjinindekiaktörlerden biridir. Yatırımcının kurgularınımekânsallaştırmakla görevli mimar, peyzajmimarı ve diğer tasarımcı disiplinler; aslında yatırımcınınistekleri doğrultusunda ve bilgisi sınırlarındaproje üretebilmektedir. Konutların ve sosyalservislerin niteliği ve onların alandaki yerleşimibelirlendikten sonra görevi başlayan peyzaj mimarı;tasarımın nasıl bir etki bırakacağı ya da imgeüretimi sorununa bağlı olarak dış mekândaki ortakalanların organizasyonundan, bitkisel ve yapısalmateryalin kullanım dengesinden sorumludur.Dışa Kapalı Konut Sitelerinde PeyzajKavramıFarklı çıkar gruplarının ve aktörlerin rol aldığıkentsel gelişme, yenileme ve dönüşüm ortamında,İstanbul çok çeşitli mimarlık deneyimlerine evsahipliği yapmaktadır. Bu yazıya konu olan dışakapalı konut siteleri ise hem mimarlık hem peyzaj<strong>mimarlığı</strong> açısından yeni tasarım dillerinin üretildiğive birbiriyle yarıştığı mekânlar olmanın yanısıra, küresel kentin yeni imgelerini inşa etmektedir.Sakinleri dışında kimselerin giremediği kapalısitelerin mahrem peyzajları, tanıtım kampanyalarında;gündelik hayatın akılda kalan imgeleri,bilinen kentsel ikonlar, eşsiz kültürel peyzajlarile bir araya getirilerek veya taklit edilerek sunulmaktadır.Peyzaj, önceleri imge üretiminin sadecefonunu oluşturuyorken, artık, tanıtım kampanyasınışekillendiren stratejik bir tüketim kategorisidir.Logo, fotoğraf, grafik ve üç boyutlu animasyongibi sunum araçlarında, peyzajın kendisi ve onuoluşturan öğeler sıklıkla kullanılmakta; diğer tüketimkategorileri ve pazarlama stratejileri ile iç içegeçmiş iletişim örüntülerinin merkezinde yerinialmaktadır. Bu doğrultuda, peyzaj tasarımını karakterizeeden anlambilimsel stratejilerin ise imitasyon-simülasyon, söylemsel aktivite, metafor,üç boyutlu grafik imaj ya da ikonların kullanımıolduğu söylenebilir. Peyzajın bir üst-söylem alanıolarak öne çıktığı bu projelerde peyzaj imgesi;toplumsal cinsiyet, aile, güvenlik, prestij, sınıf,kimlik, ayrıcalık, yüksek kültür gibi diğer söylemalanları ile çakıştırılarak sunulmaktadır.Figür-1: Imajlarda, şehringri ve kalabalık siluetinebir alternatif olarak kapalıkonut sitesi yeşil ve ferahbir yaşam alanı olaraksunulmaktadır. Peyzaj,orada yaşayanlarınerişebileceği ayrıcalıklı biryaşam biçimidir. Böylecepeyzaj, mekânsal birolgu olmakla kalmayıp,‘ayrıcalık’ ve ‘şehrinantitezi’ olarak bir mitedönüşmüştür.Internet kaynağı:http://www.estonsehir.com/items/view/74/ana-sayfa/58dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


Figür-2: İmajlardaki dışa kapalı konut bölgesi girişiminde, İstanbul Boğazı simüle edilmektedir. Boğaz çevresindeki konak evlerinin kopyaları ileyeni mimari dil eklektik bir şekilde bir araya getirilmiştir. Tüm sitenin merkezinde bulunan ve bir peyzaj tasarım öğesi olan su kullanımının büyüklüğü,su kaynaklarının tüketiminde kapalı konut sitelerinin rolünü göstermektedir.Figür-3: İstanbul Acıbadem’de inşaatı süren bu konut girişimi isefarklı peyzaj temalarından oluşan fazla tasarlanmış (over-designed)parklara sahiptir. Bunlardan merkezdeki elips formuna sahip alana,New York’un ikonlarından biri olan ‘Central Park’ın adı verilmiştir.Internet kaynağı: http://www.ak-asya.com/TR/# , son erişim:03.04.2012Figür-4: Bu projede ise bir Ege kasabası hayali müşteriye sunulmaktadır. Ege Bölgesinin eşsiz peyzaj karakteristiği bitkilendirme ile taklit edilirken;Foça, Assos, Alaçatı gibi bölgenin önemli turistik merkezler de projedeki meydan ve parkların hatta binaların temalarını oluşturmaktadır.Ege Bölgesi’nin kültürel peyzajının tematik tüketimi, nostalji ve mekanların ikonlaştırılması ile güçlendirilmektedir. Internet kaynağı:http://www.egeboyu.com/adwordsformu/?gclid=CICxp-H4868CFQpj3wodsj9SVg Son erişim: 03.04.2012dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>59


Figür-5: Kadınlara özel aktiviteleri peyzaj materyallerine ait görseller üzerine yerleştirerek elde edilen grafik yoğun bir peyzaj imgelemi oluşturmaktadır.Bu grafiklerde peyzaj ile kadın bir tutulmakta ve uzman sohbetlerinde ele alınan konuların sadece kadınların bilgilenmesi ile aşılabileceğiima edilmektedir. Internet kaynağı:http://www.estonsehir.com/items/view/74/ana-sayfa/Figür-6: Grafikte ‘apartman değil bahçe çocuğu olsun’ yazmaktadır.Çocukların yüzündeki mutluluk ve etrafta kendilerine bakanherhangi bir ebeveynin olmaması, söz konusu kapalı konut sitesininne kadar güvenli olduğunu göstermekte ve mutlu aile mitini pekiştirmektedir.Tüm bu kurgunun fonu ve grafiğin üzerinde adı geçenortak öğe ise yine peyzajdır. İnternet kaynağı:http://www.estonsehir.com/items/view/74/ana-sayfa/ , son erişim:03.04.201260 dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


SonuçAnlam üretimi açısından çok çeşitli tipolojilersunan site peyzajlarının, peyzaj <strong>mimarlığı</strong> pratiğiniinşaat sektöründe yeni ve önemli bir konumataşıdığı söylenebilir. Birbiriyle yarışan projelerin,tasarım açısından, insan yapımı ve doğal çevreyeuyumlu örnekleri de mevcut olmakla birlikte;kimi örneklerin kent içerisinde ya da yeni gelişimbölgelerinde gerek inşa edildiği kent parçasınındiline yabancı ve gerekse hassas ekolojileri gözardı eden mekânlar ürettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.Özel sektörde çalışan peyzaj mimarıise, yatırımcının isteklerine ve mimari dile uygunpeyzaj temaları ve açık alan projeleri üretmektedir.Özetle; ortaya çıkan mimarlık ve peyzaj<strong>mimarlığı</strong> üretimleri, temelde, projenin baş aktörüolan yatırımcının estetik zevklerini, bilgisiniama en çok da inşaat sektöründe yarışabilecekstratejik kurgularını yansıtmaktadır. Bu noktadanbakıldığında peyzaj, proje değerini artıran stratejikbir pazarlama aracıdır. Ama daha da önemlisipeyzaj, yeni anlamıyla, kent yaşamına koşut ayrıcalıklıve güvenli yaşamın imgelerini kuran birmit olarak tasarlanmaktadır. Corner’ın ‘yatırımcıpeyzajlar’(entrepreneur landscapes) olarak adlandırdığıbu peyzajlar aslında çağın ruhunu yansıtmakta;bir tüketim kategorisi olarak estetiğin veimge inşasının peyzaj <strong>mimarlığı</strong> ile ilişkisini yenidentariflemektedir. Küresel kentin yeni imgelerindenbiri olan dışa kapalı site peyzajları, peyzajıerişilemeyen ve ayrıcalıklı bir ‘mit’ olarak kentmekânına bırakmaktadır.DİPNOTLAR:1Bu çalışma, Selin Çavdar’ın ODTÜ Şehir veBölge Planlama Bölümü’nde devam etmekte olandoktora tezinin bir bölümünden derlenmiştir.2Mambretti, I., Urban Parks Between Safetyand Aesthetics: Exploring Urban Green SpaceUsing Visualization and Conjoint AnalysisMethods, Zurich, 2011; Olin, L., “Form, Meaningand Expression in Landscape Architecture”,Meaning in Landscape Architecture andGardens, ed. Marc Treib, New York: Routledge,1988.; Treib, M., “Must Landscapes Mean?Approaches to Significance Routledge, in RecentLandscape Architecture”, Meaning in LandscapeArchitecture and Gardens, ed. Marc Treib, NewYork: Routledge, 1995.; Corner, J., RecoveringLandscape: Essays in Contemporary LandscapeArchitecture, ed. James Corner, PrincetonArchitectural Press, 1999.; Thompson, I., Ecology,Community, and Delight, London: Spon Press,2006.3Corner, a.g.e.4Corner, a.g.e.; Thompson, a.g.e.; Turan,B. “Theoretical Debates on Landscape forCritical Urbanism Playing in the SemiologicalField”, Controversies Contrasts and ChallengesConference Proceedings, International PlanningHistory Society Conference, 2010, Turkey5Eckbo, G., Landscape for Living, ASLACentennial Reprint Series, 1950.6Lynch, K., The Image of the City, 1960.;Norberg-Schulz, C. Genius Loci, Towards aPhenomenology of Architecture, Rizzoli, NewYork, 1980.; Relph, E., Place and Placelessness,Pion Ltd. 2008.7Corner, a.g.e.8Thompson, a.g.e.9Barthes, R. Elements of Semiology, trans. A.Lavers and C. Smith, New York: Noonday Press,1977. Barthes’e göre içinde sosyalliği barındıranher türlü kavram, örneğin kent, peyzaj, zamaniçerisinde gösterenlerin göstergeye dönüştüğü,ve anlamların sürekli olarak değiştiği bir değerlersistemidir. Barthes’in göstergebilim çalışmalarındaönemli bir yere sahip olan mit kavramı, birgöstergeler sistemi içerisinde gösterenin göstergeile bütünleştikten sonra yeni konseptlerle ilişkilendirilmesisonucu oluşmaktadır. Bu bilgiyi Figür 1üzerinden örnekleyelim. Yeşil rengi, kent planlarındakullanıldığı gibi, peyzaj kavramını temsiletmektedir. Fakat peyzaj kavramını kent silueti ilebirlikte ele alan Figür 1’de peyzaj sadece peyzajolmaktan çıkmıştır. O artık ayrıcalık, sağlıklı vemutlu yaşam ideallerini temsil eden bir mite dönüşmüştür.Kısacası nesneler, temalar, süreçler veonların neyi işaret ettiğini okumak göstergebilimininalanıdır.10Barthes, R., Mythologies, trans. A. Lavers,London: Vintage, 1993.dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>61


sonsözÇİZGİYLE MİMAR VE MİMARLIKBehiç Ak, Mimar, Karikatürist,Yazar62dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>63


64dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>


ISSN 1309-0704TMMOB MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİKONUR SOKAK 4/3 KIZILAY ANKARA

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!