You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Öykü: Oğuz Özgür UĞUR<br />
Öykü<br />
Kış Cini<br />
Tahir’in köyüne kış bu sene hiç olmadığı kadar<br />
sert gelmişti. Ocak ayının başında zemheri fırtınasıyla<br />
gelen soğuk, toprağı ucu bucağı görünmeyen<br />
beyaz örtüyle kaplamıştı. Yaşlı köylüler kara kışın<br />
insanı alt eden zorluklarına karşı hazırlıklarını<br />
tamamlamaya çalışıyordu. Herkesin birkaç ay<br />
yetecek kadar erzakı vardı. Hayvanlarının bazılarını<br />
satmışlar, kalanları ise ahırlara bağlamışlardı. Derin<br />
bir kış sükûnetine bürünmenin vakti gelmişti.<br />
Dağdan kestikleri odunları taşıma işini köyün<br />
delikanlılarından Tahir’e yüklemişlerdi. Az çok eline<br />
para da geçiyordu Tahir’in. Kış bitince şehre yerleşip<br />
uygun bir kızla evlenmenin hayalini kuruyordu.<br />
Ocak ayının ortasında fırtına dinmiş, bembeyaz<br />
karların üzerine cılız güneş ışıkları vurmuştu. Tahir<br />
köy mescidinde kıldığı Cuma namazının ardından<br />
babasının mezarını ziyaret etmeye karar verdi. Kar<br />
tekrar bastırdığında fırsatı olmayacağını biliyordu.<br />
Anasının <strong>ocak</strong>ta pişirdiği mısır ekmeğini torbaya<br />
koyup kuşağına bağladı. Allah’a emanet yola<br />
koyuldu. Mezarlık köyden güneye doğru iki tepe<br />
aşınca taşlı tarlanın bitişiğindeydi. Dönüş yolunda<br />
orman içinden taşıyabildiği kadar yakacak taşımak<br />
istiyordu. Karanlığa kalmamak için yola erken<br />
çıkmıştı. Çocukluğundan beri ona yoldaşlık eden<br />
köpeği Yamalı peşine takılmıştı. Gökyüzü açık<br />
olmasına rağmen cansız güneşin önleyemediği<br />
bir soğuk hâkimdi. Mezarlık yanına varması vaktini<br />
alacaktı. Bazı yerlerde bileğini geçen karda yürümek<br />
bir süre sonra yorucu olmaya başlamıştı. Yapraklarını<br />
sonbaharda dökmüş, karla kaplı meşe ağacının<br />
dibine geldiklerinde Yamalı bir koku almışçasına<br />
havlamaya başladı. Tahir dikkatlice çevreyi süzdü.<br />
Belinde taşımayı alışkanlık haline getirdiği bıçağının<br />
sapını kavradı. Yamalı, ağzıyla Tahir’in paçasına<br />
çekiştiriyordu. Sanki ilerlemesini engellemek ister<br />
gibiydi. Tahir göremediği hedefe bıçağını doğrulttu.<br />
Kendi etrafında dönüp hareket eden bir cisim<br />
aradı. Bir şey göremeyince bıçağı kabzasına soktu.<br />
Köpeğin başını okşayıp sessiz olmasını söyledi. Kuş<br />
cıvıltılarından başka bir şey duyamıyordu. Aniden<br />
gelen titretici bir soğuk hissetti. Kara bulutlar<br />
gökyüzünü hızla kaplıyordu. Gökteki çarşaf yırtılmış<br />
gibi dolu yağmaya başladı. Hava kısa sürede tipiye<br />
dönmüştü. Tahir yanındaki meşe ağacından başka<br />
hiçbir şey göremez oldu. Köpeğin huzursuzluğu<br />
devam ediyordu. Tahir yüzünü sert tipiden korumak<br />
için yere çömeldi. Parmaklarının arasından çevreyi<br />
kolaçan ederken karşıdan ona doğru gelen bir şeyin<br />
olduğunu fark etti. Başta onun bir domuz ya da<br />
irice bir kurt olduğunu sanmıştı. O şey yakınlaştıkça<br />
Tahir’in dehşeti artıyordu. O ne bir domuzdu, ne bir<br />
kurt ne de bir insan. Tarif etmesi çok zordu. Bir inekten<br />
daha uzun değildi. Yüzünü kaplayan gür sakalları<br />
vardı. Uzun siyah saçları sakalıyla birleşiyordu.<br />
Ona ait olmayan ama hangi şeytani yaratığa<br />
ait olduğunu hiçbir insanın söyleyemeyeceği<br />
upuzun siyah kıllardan ibaret bir post giyiyordu.<br />
Postun altından gözüken ayakları maymunların<br />
kıllarla kaplı ayaklarına benziyordu. Tahir aklını<br />
kaçırdığını düşündü. İfritin soğuk gelince mi ortaya<br />
çıktığını yoksa soğuğu getirenin ifrit mi olduğunu<br />
bilemiyordu. Karın üzerinde geri geri gitmeye çalıştı.<br />
Yamalı karşılaştığı varlıktan ürkmüş bir ileri bir geri<br />
gidiyor, diş gösterip hırlıyordu. Tahir, “Allah’ım yardım<br />
et!” diye yakardı. Bildiği bütün duaları, şeytan kaçıran<br />
sureleri okumaya başladı. Sesiyle beraber tüm<br />
bedeni de titriyordu. Ancak orada yalnız değillerdi.<br />
Tahir’in göremediği beyazlığın içerisinden bir kurt<br />
ifritin üzerine atıldı. İfrit korkunç kuvvetiyle kurdu<br />
havada yakalayıp hiç zorlanmadan boynunu kırdı.<br />
Yamalı kurdun başına gelenleri görünce bir köşeye<br />
sindi ve görünürden kayboldu. İfritin kan çanağı<br />
gözlerinden öfke fışkırıyordu. Tek bir hamlede<br />
kurdun arka bacağını koparmıştı. Ağzıyla derisini<br />
yüzdü. Bacağı eklem yerinden kırdı. Var gücüyle<br />
kurdun dişlerini sökmeye başladı. Kana bulanmış<br />
dişleri bir bir kemiğin baş kısmına geçirdi. Ortaya<br />
tarağa benzer bir alet çıkmıştı. Tahir meşe ağacının<br />
arkasına gizlenmiş, olanları dehşet içinde izliyordu.<br />
İfritin adım adım üzerine geldiğini gördü. Soğuktan<br />
değil korkudan titriyordu artık. Belinden bıçağını<br />
çıkardı. Bıçağın işe yarayıp yaramayacağından emin<br />
değildi. Ama aklına gelen en iyi şey buydu. “İnsan!”<br />
diye bir gürleme duydu. Tahir’in daha önce hiç<br />
işitmediği tuhaf bir sesi vardı ifritin. “O pis kokunu<br />
alıyorum!”. Tahir olduğu yerde dondu kaldı. Bıçak<br />
elinden düşmüştü. Bir nefes sonra ifrit yanına<br />
gelmişti bile. “İnsan!” diye inledi ifrit. “Ne kadar<br />
da çirkinsin!” Tahir’in soluğu kesilmişti. Korkudan<br />
bayılmak üzereydi. “Yoksa benim kim olduğumu<br />
bilmiyor musun?” Tahir hayır anlamında başını<br />
salladı. “Çok yazık. Karakoncolos dersiniz bana. Hiç<br />
mi duymazdın namımı?” Tahir bu ismi daha önce<br />
duymuştu. Küçükken ninesinin anlattığı hikâyelerde<br />
geçerdi. Kış cini derlerdi. Çocukların yaramazlık<br />
yapmaması için anlatılan şeylerden olduğunu<br />
düşünürdü. Gerçek olduğuna hiç inanmamıştı. Bir<br />
gün karşısına dikileceği aklına gelecek son şeydi.<br />
“Duydum” dedi. “Ne olur bırak beni.” Cin hoşnut<br />
gözükmüyordu. “Senden tiksiniyorum insan” dedi,<br />
yere tükürdü. “Sana tek bir soru soracağım. Sonra<br />
nereye gidecekmişsen git. Sana sorum şudur:<br />
Nereye gidecekmişsin?” Kelimeler Tahir’in ağzında<br />
yuvarlanıyordu. Kekeleyerek, “Köye, vallahi köye”<br />
dedi. Karakoncolos cevap karşısında sinirlenmişti.<br />
Soluğundan çıkan dumanda öfkesi görülebiliyordu.<br />
Elindeki kemikten tarağı Tahir’in suratına indirdi.<br />
Tahir kendine geldiğinde hava kararmıştı.<br />
Saatin kaç olduğunu söyleyemezdi. Canı yanıyordu.<br />
Yüzündeki donmuş kana dokundu. Az ötesinde<br />
yanan ateşi fark etti. Ateş onu donmaktan<br />
korumuştu ama gördüğü manzara neredeyse ona<br />
aklını kaybettirecekti. Karakoncolos demirden<br />
yapılmış büyük bir çıngırağın içine ateşten yükselen<br />
dumanı dolduruyor, ağzına götürüp kara dumanı<br />
ciğerlerine çekiyordu. Dumanla beslenen cini gören<br />
Tahir kaskatı kesilmişti. Soluk bile alamıyordu.<br />
Bütün şeytani varlıkların ete kemiğe bürünmüş<br />
hali karşısında duruyordu. Karakoncolos iki demir<br />
çıngırağı zincirleriyle beline bağladı. Karanlığa<br />
doğru yürümeye başladı. Tahir çıngırakların git<br />
gide azalan sesine güvenerek doğruldu. Kuşağına<br />
bağlı torbadan çıkardığı ekmekle açlığını giderdi.<br />
Kuşağına doldurduğu karları ateşte eritip içti.<br />
Biraz olsun kendine gelmişti. Ateşten çektiği ağaç<br />
dalları onu köye kadar götürmeye yeterdi. Bugün<br />
yaşadıklarından sonra yabani hayvanlar gözünü<br />
korkutmuyordu. Köye dönmek için ayaklandı ama<br />
çıngırak sesinin duyulmaz olduğu yerde insan<br />
çığlıkları yükselmeye başlamıştı. Tahir olduğu yerde<br />
kalakaldı. Köyden peş peşe çığlıklar yükseliyordu.<br />
Köpeklerin inlemesini duyuyordu. Belki de cinden<br />
uzak en güvenli yer olduğu yerdi. Korkuyla ağacın<br />
dibine çöktü. Gün doğumuna kadar orada kalmaya<br />
karar verdi. Ateşi canlı tutması gerekiyordu. Aklını<br />
da. Meşe ağacından kestiği dalları ateşe sürdü.<br />
Erittiği karla yüzünü yıkayıp kuşağını başına<br />
sardı. Ateşi gördüğünde gelmesi gereken bütün<br />
hayvanlar sanki yer yarılmış da içine girmiş, o<br />
yarıktan cehennemin korkunç ifritleri fırlamıştı.<br />
Bir tanesi de hayatını geçirdiği köye musallat<br />
olmuştu. Uzaktan kesik kesik çıngırak sesi duymaya<br />
başladı. Sesin şiddeti arttıkça korkusu da artıyordu.<br />
Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. O şeyle bir kez<br />
daha karşılaşmak istemiyordu. Telaşla yürümeye<br />
başladı. Nereye gittiğinin bir önemi yoktu. Çıngırak<br />
sesinden uzaklaşmak istiyordu. Kör karanlıkta<br />
yolunu bulmaya çalışıyordu. Bir iki ağaca çarptı.<br />
Umurunda değildi. Çıngırak sesi kesilmişti artık.<br />
Yere oturup soluklandı. Mezarlık yolunu kestirmeye<br />
çalıştı. Taş tarlanın girişinde küçük bir kulübe vardı.<br />
Geceyi orada geçirebilirdi. Ancak yönünü bir türlü<br />
bulamıyordu. Yıldızlar da ona bir şey söyleyemezdi.<br />
Bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Birden karanlığın<br />
içinde daha karanlık bir şeyin durduğunu gördü.<br />
Karakoncolos önünde dikiliyordu. Ağzından<br />
sakalına kan akıyordu. Yorgun bir insan gibi hırıltı<br />
çıkarıyordu. Tahir çaresizce yere kapaklandı. Ellerini<br />
açmış af dileniyordu. Allah’tan mı yoksa cinden mi<br />
af dilediği belirsizdi. Cin eliyle omzuna dayadığı<br />
kemikten tarakla Tahir’in üzerine yürüdü. Tarağın<br />
dişleri dökülmüştü. Ortasından çatlamıştı. Kış cininin<br />
yeni bir tarağa ihtiyacı vardı. “İnsan!” diye haykırdı.<br />
“Hem beni bilmezsin hem de karşıma geçersin. Söyle<br />
bana sen kimmişsin?” Tahir başını kaldırdı. Küçükken<br />
ninesinden duyduğu hikâyeyi anımsadı. “Adım<br />
Tahir” dedi. “Kara Tahir.” Cin bir adım geri attı. “Kara<br />
mı dedin?” diye söylendi. Elindeki kemiği Tahir’in<br />
başının üstünden boşluğa fırlattı. “Git buradan<br />
zehirli mahlûk. Bir daha çıkmayasın karşıma!” dedi<br />
öfkeyle ve arkasına döndü. Karakoncolos ormanın<br />
derinliklerinde gecenin karanlığına karıştı.<br />
104 105