01.01.2016 Views

golge-derg-ocak-2016sy-100

golge-derg-ocak-2016sy-100

golge-derg-ocak-2016sy-100

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

oradan kalktı. Günler dededen kalma saatler gibi<br />

gürültülü bir işleyişle akıp giderken Sesler belirmeye<br />

devam ediyordu. Artık korkutmuyor, aksine bir<br />

tanıdıklıkla karşılanıyordu. lşıl, dedi kendi kendine,<br />

bir doktora görünsen iyi olur. Göründü de. Kadın,<br />

orada yokmuş gibi anlattı, adam dinledi. Aspirinden<br />

bir üst rütbeye o gün terfi etti. Köşedeki NEŞE<br />

eczanesinden keyfini yerine getirmesini umduğu<br />

ilaçlarını aldı önce, sonra da süpermarketten bir şişe<br />

kırmızı şarap. Gece ilerlediğinde, medeniliği bırakıp<br />

şişeden içtiği şarap gözlerine dolmuş gibiydi.<br />

Sırılsıklam yanaklarını yastığa bastırıp ağlamaktan<br />

boğulmayı diledi. İstediği hiçbir şey gibi bu da<br />

olmadı. Sadece sabah oldu ve işe her zamanki gibi<br />

dünden kalma kesif bir keyifsizlik ve tatsız tuzsuz bir<br />

yorgunlukla gitti. Etrafındaki yüzler yabancı, fonlar<br />

tanıdıktı. Kredisinin taksitini ödeyip ödemediğini<br />

merak ederken otobüsünü kaçırdı. Tıpkı şimdi<br />

olduğu gibi, bir sonraki otobüste yer bulamayışına<br />

hayıf1anmadı. Sessizce birbirinin aynı günleri<br />

tekrar etmeye devam etti. Arada bir, sırf tekdüzelik<br />

belli olmasın diye, devlet resmi tatiller ayarlamıştı.<br />

Yılbaşı akşamı işten kızlarla dışarı çıktı. Eğlendi.<br />

Sarhoş oldu. Bir başka tatil günü ise kendisini bir su<br />

kenarında buldu; ayaklarını uzatmış güneşin tenini<br />

yakışının mutluluğunu sindirmeye çalışıyordu.<br />

İnsan alışık olmadığı şeylerde hep bocalıyordu, ne<br />

kadar kolay olsa da. Birinin kendisine seslendiğini<br />

sanıp gözlerini açtı, doğruldu; ama etrafta kimse<br />

yoktu. Gözlerini tekrar kapadığında Sesler geri<br />

gelmişti. Bu kez bir motor değildi. Ya da hem bir<br />

motordu, hem de değildi. Bir şeyler anlatmaya<br />

çalışıyordu. Konuşuyor muydu? RRRR... RRRR...<br />

Hasır çantasının içinde telaşla ilacını aradı.<br />

Dudaklarını aralayıp küçük, beyaz bir hapı ağzına<br />

attı. Daha yutkunmadan rahatladığını, sesin giderek<br />

soluklaştığını duydu. Gözlerini kapatıp derin bir<br />

rüyanın içine daldı; denizdeydi. Bir yelkenliydi, sisli,<br />

puslu karanlık ve soğuk bir denizde boz bulutlan<br />

yararak ilerliyordu. Güvertesinde kimse yoktu, ya<br />

da dümeninde. Suyu yara yara, hata çıka gidiyordu.<br />

Her bir soluğunda dalgalar göğsüne göğsüne<br />

çarpıyor, yükselip tekrar suya iniyordu. Gövdesinin<br />

gerildiğini, çivilerinin yerinde oynadığını hissediyor,<br />

ama yine de durmadan, durulmadan güneşe,<br />

ışığa doğru gidiyordu. Artık dayanamayacak hale<br />

gelince gözlerini açtı. Yatağındaydı. Saat sabahın<br />

tam yedi otuz sekiziydi. Kaç saat, kaç gün, kaç ay,<br />

kaç yıl geçmişti? Ne kadar zamandır yol alıyordu?<br />

Güneş neredeydi? Ayağının ucuyla perdeyi kaldırıp,<br />

yattığı yerden dışarı baktı. Karşı binadaki dükkânlar<br />

kapalıydı. Hafta sonu olmalı, diye düşündü. İçerisi<br />

sıcaktı, ama ayakları üşüyordu. Onları battaniyenin<br />

altına soktu. Parmaklarında zapt edilemez bir<br />

yanma vardı. Aklında ise kimse yoktu, yalnızca boş,<br />

sessiz bir oda. Deniz, kıyıya vuran dalgalar. Gözlerini<br />

kapadı. Yeniden bir yelkenliydi. Bata çıka ilerliyordu.<br />

Göğsünün gerildiğini hissetti. Şakaklarında bir sızı,<br />

parmak uçlarında gün yanığı, iğde kokusu bir acı<br />

tatlılık. RRRRR... Geri geldi. Direndi, yol almak istedi<br />

ama ses daha güçlü, daha baskın, acımasızca inledi.<br />

RRRRR... ÖLDÜRRRR... Ne?<br />

Sonraki birkaç ay, her şey bir memur<br />

sıkıcılığında devam etti. Değişik hiçbir şey<br />

olmadı. İşte yine Ahmet Beyler terfi aldı, Pınar<br />

Hanımlar dedikodu yaptı ve Muhsin Beylerin oğlu<br />

bilmemne üniversitesinde yükseğe başladı. Yüksek<br />

mühendislik, dedi Muhsin Bey, şu zamanda en<br />

kıymetli bir unvandı. Bunu sorgulamadı. Yükseklerde<br />

gözü yoktu. Takip eden günlerde, önüne gelen işleri<br />

bir makine titizliğiyle yaptı. Bundan olacak, epey<br />

bir süre dizel motordan bir ses seda duymadı. Öyle<br />

ki, biriken işlerin ucuz mürekkep lekelerinin küçük<br />

dünyasının atlasını resmettiği ellerini yıkarken göz<br />

göze geldiği sabunluk makineden epeydir haber<br />

almadığını hatırlattı bir gün. Seslerin yokluğu içine<br />

dert mi oldu? Neredeyse merak edecekti, ama<br />

buna yeltenmedi. Ancak, kendine itiraf edemediği<br />

bir ürkeklikle kalın dudaklarını büzüp Seslerin<br />

dizel motorunu taklit etmeye çalıştı. Sözcükleri<br />

fayanslara çarpıp yankılandığında eksik olan<br />

şeyin ne olduğunu anladı. Sesler. Tüm hayatının<br />

arka planında olması onu rahatlatıyordu da yeni<br />

mi farkına varmıştı? Yaşam gergin, endişeli veya<br />

utangaç anlarında beyaz gürültüsünü dinleyerek<br />

her şeyin yolunda, hala orada, dünyada olduğunu<br />

hatırladığı uzun mesafe bir telefon görüşmesiydi.<br />

Bu aydınlanışı uzun mesafe telefon<br />

görüşmeleri izledi. Yıllardır aramadığı arkadaşlarını<br />

arıyor, hallerini hatırlarını soruyor ve eski günlerden,<br />

ortak hatıralarından uzun uzadıya bahsediyordu.<br />

Kimisi hatırlamıyor, nazik olanları ise hatırlıyormuş<br />

gibi yapıyordu. Yaptığı görüşmelerin bir haritası<br />

çıkarılsa ortada kendisi bir güneş gibi patlayacaktı;<br />

her yöndeki şehirlere uzanan pamuk iplikleri. Her<br />

an koptu kopacak. Görünürde özlemden doğan<br />

bu görüşmelerin altında neyin yattığını anlamaya<br />

çalıştı. Özlüyordu, ama arkadaşlarını değil. Eskiyi<br />

mi? Ya da aradığı şeye hiç sahip olmamış mıydı?<br />

Bunu anlamalıydı. Bir başka ben mümkün müydü?<br />

Uzaktaki artık uzaktan tanıdıkları bir kenara<br />

bakıp kendisini en iyi tanımış olanlardan birini;<br />

S.'yi aramayı denedi bir akşam. Sesi, gürültülü bir<br />

kalabalığın içinde zar zor seçiliyordu. Sanki geçmişte<br />

yaşadıklarının uğultusu söylenenleri bastırıyordu.<br />

Yanlış anlaşılmasın, onu özlediğinden falan da<br />

değildi. S. de bunun böyle olmadığını biliyordu. Ben<br />

eskiden böyle miydim? O telefon görüşmesinde<br />

bunu soramadı. Bu yüzden konuşmayı fazla<br />

uzatmadı. Bir daha aramaya da cesaret edemedi,<br />

ya da faydası yoktu; emin olamadı. Geçmişin yarım<br />

bırakılmışlığına dokunmak istemedi. Eski defterler,<br />

eski hesaplar, eskiler açılsın istemedi. İyiyim... Her<br />

zamanki gibi... Biliyorsun, uğraşıyorum... Ne iyi<br />

ettin... Hadi canım... Hâlâ mı? Hâlâ.<br />

Sevgili kardeşimiz. Unutulmuşluğun eskittiği<br />

bir fotoğrafın arkasına böyle yazmak nereden<br />

aklına gelmişti, hatırlamıyordu. Taşınırken ağzını<br />

bantladığı ve hiç açmadığı o kuruyu bir akşam<br />

açarken karşısına çıkan ilk fotoğrafın arkasında<br />

yazan ifadeyi, bu durumun bir yansıması, hiç<br />

doğmamış ikizinin bir hayaleti, oluşuna yordu.<br />

Oysaki yalnızca bir kardeşi vardı. Bu ayrışma,<br />

bu ikircikli yazgı. Çöpü eşeleyen itler gibi eski<br />

fotoğrafları karıştırıyordu. Dişe dokunur bir tanesini<br />

bulduğunda bir süre bakıyor sonra, sonra kimin kim<br />

olduğunu hatırlamaya çalışıyordu bazen. Bazen de<br />

unutmak istediği yüzleri görüp irkiliyordu. Eskinin<br />

ağır kokusu zihnine çökmüştü, gençliğinin tazeliğini<br />

hapsetmiş kareleri bulmak arzusuyla geçmişten<br />

sahneleri hızlıca geçiyor, işe yarayabileceğini<br />

düşündüklerini bir kenara atıyordu. İlkinde üzerinde<br />

beyaz bir elbise vardı. Yirmili yaşlarının başındaydı.<br />

Evde olmalıydı, ama hangisindeydi, hatırlayamadı.<br />

Sokağın başında kör bir bakkalın olduğu yokuş<br />

bir yer. Dar merdiven boşlukları, dökülmüş sıvalar.<br />

Kalabalık aileler ve kesif bir kızartma kokusu. Saçları<br />

omuzlarına dek düşüyordu. Yüzünde belirsiz bir<br />

gülümseme vardı. Elleri, bir şeye uzanır ya da bir<br />

şeyi yeni düşürmüşçesine açık kalmıştı, havadaydı.<br />

Fotoğrafı kimin çektiğini hatırlamadı. Bir başkasında<br />

üniversitedeydi. Arkadaşlarıyla bir bankta otururken<br />

görünüyordu. Kömür karası gözlerini güneşten<br />

sakınmak için iyice kısmış, başka bir yöne bakıyordu.<br />

Birini bekler gibiydi, sanki aklı başka yerlerde<br />

dolanıyor, bir şeyler arıyordu. Sıkıntıların başladığı,<br />

çatlakların derinleştiği ve açılan yarıklardan suların<br />

fışkırmadığı günler. Kurak günler. Bunu bastırmak<br />

istercesine dudaklarında kırmızı bir ruj, yansıyan<br />

güneşle ışıldıyor. Bir omzunda arkadaşının dirseği,<br />

diğerinde ise uzun deri çantası. Arkasında tarih<br />

yazılı bir başka resim. Dalgın bakışlar, dağınık saçlar.<br />

Muhtemelen uzunca bir uykudan yeni kalkmış,<br />

180 181

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!