01.01.2016 Views

golge-derg-ocak-2016sy-100

golge-derg-ocak-2016sy-100

golge-derg-ocak-2016sy-100

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

hedef kitlesi bu konuları pek de bilmeyenler. Bizim<br />

çok popüler bazı komedyenlerimizin benzer filmler<br />

yapmaları gayet faydalı olabilirdi. Bu açıdan bakınca<br />

değerli bir film.<br />

27 Kasım Cuma:<br />

16:45 – Bosna Hersek’den gelen filmlerin<br />

önemli bir kısmının yakın geçmişte yaşanan<br />

savaşla ilgili olmasına ya da savaş sonrası<br />

yaşanan acıları ele almasına alışkınız. Elbette bu<br />

dönem, yaşanan insanlık suçları nedeniyle farklı<br />

yönleriyle ele alınması gerekli bir dönem. Ancak<br />

bu dönemi anlatan kimi filmler özellikle seyirciyi<br />

duygulandırmaya yönelik kimi formülleri fazlasıyla<br />

kullandığını da düşündürüyor bazen. Bu yıl Bosna<br />

Hersek’in Oscar adayı olan Gündelik Yaşantımız<br />

(Nasa Svakodnevna Prica) ise ana karakter olarak<br />

bir savaş gazisini konu etse de bildik formüllere<br />

itibar etmemesi ile dikkat çekiyor. Kariyerinde çok<br />

sayıda kısa film olan yönetmen Ines Tanovic, bu ilk<br />

uzun filminde Bosna Hersek’li bir ailenin gündelik<br />

yaşantısını anlatmış gerçekten de. Bu anlamda<br />

adının da çok iyi seçildiğini söylemeliyiz. Tanovic’in<br />

amaçladığı, bu ailenin hayatını gerçeğe uygun bir<br />

şekilde anlatmaksa bunu başarmış. Ancak bunu<br />

yaparken çok akılda kalıcı bir sinema kullanmadığını<br />

kabul etmeliyiz. İyi ama akılda kalıcı olmayan bir<br />

film olarak festival arşivindeki yerini aldı.<br />

Bu filmden sonra programda özellikle<br />

izlemek istediğim Ana Yurdu vardı ama bilenler<br />

bilir, yeni başladığım bir televizyon olayı var. Daha<br />

ilk haftalardan aksatmak istemediğim için festivalin<br />

ikinci gününü de tek filmle kapadım. Umarım Ana<br />

Yurdu vizyon şansı bulur.<br />

28 Kasım Cumartesi:<br />

14:15 – Haftasonu için seçtiğim ilk film<br />

beklenmedik bir sürpriz oldu. Annemle Geçen Yaz<br />

(Que Horas Ela Volta?), Brezilyalı zengin bir ailenin<br />

yanında hizmetçilik yapan Val’in hikayesi. Val, yıllarca<br />

ailenin tüm işlerini yaparak onların bir parçası olmuş.<br />

Hatta evin oğlu Fabinho’yu o büyüttüğü için onun<br />

için ikinci bir anne gibidir (filmin İngilizce adının The<br />

Second Mother olduğunu hatırlatalım). Val yıllarca<br />

ailenin isteği dışında hiçbir şey yapmayan uyumlu<br />

bir hizmetçidir. Ancak o da yıllarca kendi kızından<br />

uzak kalmıştır. İşte günün birinde artık genç bir<br />

kadın olmuş olan kızı Jéssica, üniversite sınavlarına<br />

hazırlanmak için annesinin yanına gelince işler<br />

karışır. Güzel bir genç kadın olmasının yarattığı<br />

sorun bir yana, o kendi ayakları üzerinde durabilen<br />

ve sınıf bilinci de olan bir kadındır aynı zamanda.<br />

Filmin yönetmeni ve senaryo yazarı olan Anna<br />

Muylaert, sınıf çatışmasını anlatmak için mutlaka<br />

sert ve asık suratlı bir film yapmak gerekmediğini<br />

çok başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Filmde bol bol<br />

gülüyoruz ama Muylaert’in vermek istediği mesajı<br />

da alıyoruz. Bunda Val’i oynayan Regina Casé’in payı<br />

da büyük. Örneğin, filmin en güzel sahnelerinden<br />

birinde Val, yanında çalıştığı ailenin yıllardır<br />

girmediği havuzuna girdiğinde o heyecan, zafer,<br />

gurur ve tedirginlik duygularını birlikte seyirciye<br />

geçirmeyi başarmak kolay değil. Brezilya’nın Oscar<br />

adayı olan bu filmin ilk beşe girme ihtimali de<br />

yüksek. Umarım bu durum bizde vizyona girmesine<br />

de vesile olur da bu güzel film daha fazla seyirciye<br />

ulaşır (Not: Yazıyı bitirdikten sonra gelen habere<br />

göre film Oscar kısa listesine giremedi ne yazık ki).<br />

18:45 – Bir sonraki seanstaki Nefesim Kesilene<br />

Kadar’ı vizyonda izlediğim için bir süre ara verip<br />

güne Saltanatın Mezarlığı (Rak ti Khon Kaen) ile<br />

devam ettim. Doğrusu dinlenmeye ihtiyacım<br />

olacağını da biliyordum. Filmin 122 dakikalık süresi<br />

çok uzun değildi belki ama yönetmen Apichatpong<br />

Weerasethakul’un önceki filmleri, bu filminin<br />

de epey zorlu olacağının sinyallerini veriyordu.<br />

Filmi izlemeden bir-iki gün önce önemli sinema<br />

<strong>derg</strong>ilerinin yılın en iyileri listelerine girdiğini<br />

de görmüştük. Meraklı bir bekleyiş vardı ama<br />

yönetmenin önceki filminin bana göre olmadığını<br />

da biliyordum.<br />

Sonuç: Yönetmenin bu filmi de bana göre<br />

değilmiş. Sevenlere, yılın filmleri listelerine alanlara<br />

saygı duyuyorum ama ben 122 dakika boyunca<br />

perdeye baktım ve film hakkında hiçbir yorum<br />

yapamadan salondan ayrıldım diyebilirim. Peki<br />

film neyi anlatıyor? Gerçekten bilmiyorum. Uyuyan<br />

askerler, onlara bakan hemşire, medyum gibi<br />

karakterler var ama… (çok da haksızlık etmeyerek<br />

filmin konu ettiği kültüre hâkim olanların filmden<br />

keyif aldığını ekleyelim yine de)<br />

21:15 – Gezici Festival programını yapan<br />

arkadaşlar festivalin en zor iki filmini arka arkaya<br />

koyarak seyirciyi test etmişler sanırım. Bu seanstaki<br />

Tikkun da izlemek için çaba gerektiren filmlerden<br />

biriydi. Ancak burada bir önceki film için kurduğum<br />

cümleleri kurmam mümkün değil. Tikkun zor<br />

ama iyi ve etkileyici bir filmdi. Film, İsrail’in en<br />

koyu dinci bölgelerinden birinde yaşayan Haim-<br />

Aaron’u getiriyor karşımıza. Haim-Aaron, bir<br />

ilahiyat öğrencisi ama dinin kurallarını olabildiği<br />

en sert anlamı ile yerine getirmeye çalışıyor. Bu<br />

onu ölümün kıyısına yaklaştırsa bile. İşte o noktaya<br />

geldiği bir anda, babası sağlık görevlilerini çağırınca<br />

kalbi duran Haim-Aaron hayata geri döner. Ama<br />

onun hayata geri dönmesi Tanrı’nın emirlerine karşı<br />

çıkmak mıdır? İşte bu andan sonra karakterimiz<br />

kendi içinde bir inanç sorgulaması yaşamaya başlar.<br />

Yönetmen Avishai Sivan, hikâyesini ele<br />

alırken siyah-beyaz müthiş bir görsellik yaratmış.<br />

Anlatım tarzı olarak da ağır bir tempo ve az diyalog<br />

kullanımını seçmiş. Filmin sessizliğini anlatmak için<br />

şu örneği vereyim. Film boyunca salonun sağından<br />

düzenli olarak bir ses geliyordu. Bir süre bunu<br />

birisinin yaptığını düşünerek uyarmaya hazırlandım<br />

ama sonra periyodik bir ses olduğunu anlayarak<br />

hoparlörden geldiğini düşündüm. Sonradan<br />

festival ekibine söylediğimde o duyduğum sesin<br />

projeksiyon makinesinin fanı olduğunu anladık. Bu<br />

sessizlik ve ağır tempodan dolayı seyirciden belli bir<br />

çaba istiyor ama dış dünya ile iletişimi çok kısıtlı olan<br />

karakterin iç dünyasına girebilmemiz için doğru<br />

bir seçim olduğunu söylemeli. Tikkun bittiğinde<br />

etkileyici bir seyir deneyimi yaşamış olarak salondan<br />

çıkıyordunuz.<br />

29 Kasım Pazar:<br />

12:15 – Geldik festivalin en yoğun gününe.<br />

Pazar gününün film maratonu Paulina (La Patota)<br />

ile başlıyordu. Filmin giriş sahnesinde kariyerini ve<br />

nişanlısını bir kenara bırakarak idealist bir tavırla,<br />

Arjantin’in gelişmemiş bir bölgesinde öğretmenlik<br />

yapmaya hazırlanan Paulina ve babasının bu<br />

konu hakkındaki diyaloglarını izliyoruz. Çok iyi<br />

196 197

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!