Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Mükemmellik seviyesinde yan yana yatarlar. En mükemmeli bu dünya. Bu satırların altında başka<br />
bir mürekkeple yazılmış şu cümleler vardı: Tek bir dünya var, üç katmana ayrılmış; bunlar da yağlı<br />
membranlarla birbirinden ayrılmıştır. Ardından kırmızı mürekkeple yazılmıştı: İki dünya var, üst<br />
üste binmiş. İlki insanlara ait olan Gün ülkesi. İkincisi özgür halka ait olan ve ormanın birazcık<br />
gerisinde kalan Alacakaranlık ülkesi. Her iki ülke de Zaman’a itaat eder ama Alacakaranlık<br />
Kalp’le yönetilir, oysa Gün’ü yöneten Düşünce’dir. Sayfanın sonundaki büyük harfler şunu<br />
bağırıyordu: BUNLAR TÜMÜYLE GERÇEK.<br />
Augusta gayet net hatırladığını idrak etti. Bitmek bilmez partileri tüm detaylarıyla hatırladı. Cesedi<br />
buluşu, kısa aydınlanma anları, notlar. Cin, kulağına fısıldamak için eğildi.<br />
Keskin bir sarı ışık Augusta’nın gözlerine battı. Duvarları ahşaptan, çok küçük bir odada, yazı<br />
masasında oturuyordu. Çarşafları paramparça dar bir yatak, geri kalan alanın tamamını dolduruyordu.<br />
Yazı masası bir pencerenin altındaydı. Camın öbür tarafında, orman ışıkla yıkanıyordu.<br />
Yatağın yanında bir kapı vardı. Augusta kapıyı açınca, kendini öbür ucunda başka bir kapı olan dar<br />
bir koridorda buldu. Karşı duvarda bir boy aynası asılıydı. Bir zamanlar mavi bir uzun ceket ve kapri<br />
pantolon giymiş bir kadını gösteriyordu. Kumaşta yoğun kir lekeleri vardı, küften yeşillenmişti ve yer<br />
yer yıpranıp delinmişti. Eş merkezli ter çemberleri koltuk altlarından yayılıyordu. Gömleğin önü,<br />
kırmızı ve kahverengi lekelerle katılaşmıştı. Augusta yüzüne dokundu. Beyaz pudra, burnu ve<br />
yanaklarında çatlak katmanlar oluşturmuştu. Burnuyla ağzı arasında derin çizgiler vardı; gözlerinin<br />
kenarlarından daha fazla çizgi uzanıyordu. Göğüs cebinden bir altın zincir sarkıyordu. Zinciri çekti,<br />
madalyon avcuna düştü. Düzenli bir ritimle tik tak işliyordu.<br />
Augusta öbür kapıyı açtı ve başka bir sahanlığa çıktı. Her yanını aşırı parlak bir ışık kapladı.<br />
Kapıyı ardından çarparak, tekrar koridora döndü.<br />
“Dedim sana. Senin türün bu soruyu kaldıramaz.”<br />
Cin koridorda onun arkasında durdu, alçak tavan yüzünden omuzlarını ve başını eğmişti.<br />
“Ne yaptın?” dedi Augusta.<br />
“Ne mi yaptım? Sen ne yaptın, Augusta Prima?”<br />
Augusta’nın omzuna pat pat vurdu.<br />
“Senin beni davet etmeden bile önce başlamıştı, Augusta Prima. Zamanı istemeyen bir ülkede,<br />
zamanı ölçmeye çalıştın. Yüzen bir ülkenin haritasını çıkarmaya çalıştın.”<br />
Cin gülümsedi.<br />
“Orman seni tükürüp atıyor, Augusta. Artık zamanı ölçen ve harita çizen bir ülkedesin.”<br />
Augusta, omzunda duran eli kavradı. “Eve gitmek istiyorum. Beni tekrar eve götürmen gerek.”<br />
“Bu kadar çabuk mu? Pekâlâ. Tek yapman gereken öğrendiklerini unutmak.”<br />
Cin, Augusta’yı sıkıştırarak yanından geçip verandaya çıktı, orada bir iç çekişle boyunu en üst<br />
düzeye uzattı.<br />
“Hoşça kal, Augusta,” dedi omzunun üstünden. “Geri dönmek istiyorsan da acele et. Zamanla<br />
beraber gençliğin de geçiyor.”