25.04.2017 Views

J.R.R. Tolkien - Yüzüklerin Efendisi - İki Kule

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

i K i KULE<br />

70 AĞAÇSAKAL 71<br />

den taşlı yüzüne yansıyordu. Eteğindeki ağaçlann sürgünleri, o sıcaklığa<br />

ulaşmak istercesine sert ve dik olarak uzanmışlardı. Daha önce her<br />

şeyin kırık dökük ve kurşuni göründüğü ormanda, artık zengin<br />

kahverengi tonları ve parlatılmış deriden gibi duran ağaç kabuklarının<br />

pürüzsüz, siyahi grileri panldıyordu. Ağaçlann gövdeleri, taze çimenler<br />

gibi yumuşak yeşillerle kıpırdaşıyordu: Etraflarında ilkbaharın ilk<br />

günlerini çağrıştıran bir hava vardı.<br />

Taş duvarın yüzünde merdivene benzeyen bir şey göze çarpıyordu:<br />

Belki de doğal bir oluşumdu, hava koşullarından ve taşların çatlamasından<br />

oluşmuştu, çünkü kaba ve düzensizdi. Yukarılarda, hemen<br />

hemen ormanın ağaçlarıyla bir seviyede, uçurumun dibinde bir kaya<br />

çıkıntısı vardı. Burada biraz çimenden, kenardaki yabani otlardan ve<br />

iki eğik dalı kalmış bir ağaç kütüğünden başka bir şey yetişmemişti:<br />

Kütük, sabah güneşinde gözlerini kırpıştırarak orada duran eğri büğrü<br />

yaşlı bir adam gibi duruyordu.<br />

"Yukan çıkıyoruz!" dedi Merry neşeyle. "Bir nefes alıp, etrafa<br />

bakma zamanı!"<br />

Binbir zahmetle kayanın tepesine tırmandılar. Eğer bu merdiven<br />

yapma bir merdiven idiyse, onlannkinden daha büyük ayaklar ve daha<br />

uzun bacaklar için yapılmıştı. Tutsaklıklarında oluşan kesiklerin ve<br />

yaraların ne harika biçimde iyileştiğine ve enerjilerinin nasıl geri<br />

döndüğüne hayret edemeyecek kadar sabırsızdılar. Sonunda kaya tabakasının<br />

kenarına, hemen hemen yaşlı kütüğün dibine vardılar; sonra<br />

ayağa sıçrayıp derin derin nefes alarak ve doğuya bakarak sırtlarını<br />

tepeye döndüler. Ormanın üç dört mil kadar içine girmiş olduklarını<br />

gördüler: Ağaçlann tepeleri yamaçtan aşağıya, ovaya doğru iniyordu.<br />

Orada, ormanın kıyısının yakınında, uzun sarmallar halinde kara bir<br />

duman döne döne yükseliyor, dalgalanıyor ve onlara doğru sürükleniyordu.<br />

"Rüzgâr dönmeye başladı," dedi Merry. "Tekrar doğuya dönüyor.<br />

Burası serin."<br />

"Evet," dedi Pippin; "korkanm bu sadece geçici bir aydınlık, yakında<br />

her şey yeniden grilere bürünecek. Ne acı! Bu pejmürde yaşlı<br />

orman güneş ışığında ne kadar değişik görünmüştü. Neredeyse burayı<br />

sevecektim bile."<br />

"Neredeyse Orman'ı sevecektiniz bile demek! Ne âlâ! Sizden beklenmeyecek<br />

bir kibarlık," dedi garip bir ses. "Dönün de yüzlerinize<br />

nazar eyleyeyim. Her ikinizi de nahoş bulacağım gibi bir his içersindeyim,<br />

lâkin gelin aceleci olmayalım. Dönünüz!" Omuzlarına kocaman,<br />

yamru yumru boğumlu birer el kondu; kibarca fakat direnemeden<br />

döndürüldüler; sonra kocaman iki kol onlan havaya kaldırdı.<br />

Kendilerini olabilecek en olağandışı yüze bakarken buldular. En en<br />

azından on dört ayak yüksekliğinde, son derece kuvvetli, hemen<br />

hemen hiç ensesi olmayan uzun kafalı, insana, hatta neredeyse trole<br />

benzeyen bir surete bakıyorlardı. Yeşil ve kül rengi ağaç kabuğu gibi<br />

bir şeylere mi bürünmüş yoksa bu onun derisi mi, pek anlaşılmıyordu.<br />

En azından, gövdesinden kısa bir mesafe sonra kollan buruşuk değildi,<br />

kahverengi pürüzsüz bir deriyle kaplıydı. Her iki kocaman ayağının<br />

yedişer parmağı vardı. Uzun çehresinin alt kısmı yerleri süpüren kül<br />

rengi, hemen hemen kökler gibi incecik, uçlan ince ve yosunum-su,<br />

orman gibi bir sakalla kaplıydı. Fakat o an için hobbitler gözlerinden<br />

başka bir şeye pek dikkat edemiyordu. Bu derin gözler şimdi onlan,<br />

yavaş yavaş ve ağırbaşlılıkla, sanki delip geçerek inceliyordu. Gözler<br />

yeşil ışıklarla alacalanmış kahverengiydi. Daha sonralan Pippin sık sık<br />

onlarla ilk karşılaştığında hissettiklerini anlatmaya çalışacaktı.<br />

"Sanki gözlerin gerisinde asırlann hatırası; uzun, yavaş ve sabit<br />

bir düşünce ile dolu muazzam bir kuyu varmış gibi görünüyordu; ama<br />

yüzeyi şimdiki zaman ile pınldıyordu: Tıpkı çok ulu bir ağacın dış<br />

yapraklannda veya çok derin bir gölün dalgacıklan üzerinde titreşen<br />

güneş gibi. Bilemiyorum ama sanki toprakta yetişen bir şey... uyuyan bir<br />

şey de diyebilirsiniz ya da kendisini kök ucuyla yaprak ucu, derin<br />

toprak ile gökyüzü arasında gibi hisseden bir şey aniden uyanmış, size<br />

de sonsuz yıllar boyunca kendi iç işlerine baktığı yavaş ihtimam ile<br />

bakıyor."<br />

"Hram, Hum," diye mırıldandı ses; tahtadan yapılmış, çok derin<br />

sesli, nefesli bir çalgımnki gibi derin bir ses, "Hakikaten çok acayip!<br />

Aceleye lüzum yok, benim düsturum budur. Şayet sadanızı duymadan<br />

size tesadüf etseydim -sadanızdan hoşlandım: latif, cüzî sesler; ne<br />

olduğunu tam bilemediğim bir şeyleri hatırlattılar bana- evet, şayet<br />

sadanızı duymadan tesadüf etseydim size, minik orklar zanneder,<br />

ayaklanırım altında çiğner geçerdim üzerinizden; neden sonra fark<br />

^ederdim yaptığım hatayı. Çok acayipsiniz, filhakika. Kök ve filiz, çok<br />

acayip!"<br />

Pippin hâlâ şaşkınlık içinde olduğu halde artık korkmuyordu. O

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!