Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
92 Sansürle Mücadele Deneyimleri<br />
Düşünce Suçları Müzesi’ne<br />
doğru<br />
Şanar Yurdatapan<br />
Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim<br />
1997 yılıydı. İki yıl önce başlatılan<br />
-Türkiye’de pek alışılmadık bir yöntem olduğu<br />
için medya ilgisini de çekebilen- sivil<br />
itaatsizlikler zinciri devam ediyordu. 1995<br />
Ocak ayında Yaşar Kemal’in Der Spiegel’e<br />
yazdığı bir yazı nedeniyle DGM’de yargılanmasıyla<br />
başlayan imza kampanyası,<br />
Düşünceye Özgürlük adlı bir <strong>kitap</strong>ta -Yaşar<br />
Kemal’in yazısı dâhil- 10 suçlu yazının<br />
1040 yayıncı tarafından yayınlanması ve<br />
184 sanıklı dev bir davanın açılmasına<br />
yol açmış, ama iş bununla da bitmemişti.<br />
Artık her kimin başı benzer nedenlerle<br />
belaya girse, onun suç sayılan yazısını<br />
yayınlayarak yeni bir dava açılmasını<br />
sağlıyorduk. Ömrümüzün yarısı DGM’de<br />
geçiyordu. Savcılarla hâkimlerin baş belası<br />
olmuştuk; memurlar, mübaşirler hatta<br />
kapıda görevli polislerle dost olmuştuk. 1<br />
Bu yaşananlar, daha öncekiler gibi<br />
yaşlıların anılarında kalmasın, geleceğe<br />
ibret olsun diye bir “müze oluşturmak”<br />
fikri böyle ortaya çıktı. Gazeteciler Cemiyeti,<br />
Cağaloğlu’ndaki Basın Müzesi’nin<br />
bir bölümünü düşünce suçlarına ayırmayı<br />
kabul etti. Kolları sıvadık, yasak <strong>kitap</strong> ve<br />
dergileri bulmaya, avukatlar yardımıyla<br />
eski davaların tutanaklarını toplamaya<br />
başladık. Başta Nazım Hikmet, Yılmaz<br />
Güney ve Aziz Nesin Vakfı’nın yardımlarıyla<br />
çok sayıda belge biraraya geldi ama<br />
cemiyet bu işten yan çizdi, ortada kalakaldık.<br />
Topladıklarımızı özenle saklamayı<br />
sürdürdük, iyi ki de öyle yapmışız.<br />
İzmirli genç bir avukat Murat Alpaslan,<br />
aileden kalma eski İzmir evini bu işe<br />
tahsis etti. Bir grup avukatın yardımı ve<br />
ortak girişimiyle eski ev tamir edildi, boyandı,<br />
ortaya pırıl pırıl bir yapı çıktı. Arka<br />
bahçesinin bir işletmeciye lokanta olarak<br />
kiralanması, bunun geliriyle de müzenin<br />
açık tutulması hedefleniyordu. Ne var<br />
ki “Müze” açılması bir yığın formaliteye<br />
ve devletin iznine bağlı olduğundan bu<br />
hevesten hemen vazgeçildi, adının müze<br />
değil sergi olmasına karar verildi. Açılsın<br />
da adı önemli değildi tabii.<br />
Sonra sanatçılar devreye girdi. Eldeki<br />
malzemeyi büyük bir titizlikle odalara<br />
yerleştirdiler. Bu arada nerden çıktı ise<br />
bir de gerçek darağacı bulununca, evin<br />
bodrumu işkence aletlerinin sergilendiği<br />
bir yere dönüştü. Yasaklanmış düşünceler<br />
nedeniyle çekilmiş acıların tanığı manyetolu<br />
telefonlar, coplar, filistin askıları…<br />
Görmek bile insanın tüylerini ürpertiyor<br />
ama gerçek, o halde ibret için müzede<br />
yerlerini almalılar.<br />
Serginin açılışına olabilecek engellemelerin<br />
önünü kesmek için önemli bir<br />
konuğu davet ettik. O dönemde Avrupa<br />
Birliği – Türkiye Ortak Parlamentolar<br />
Grubu başkanı Hollandalı milletvekili Piet<br />
Dankert, açılış için İzmir’e gelince olası<br />
provokasyonlar da önlendi, çok güzel bir<br />
açılış yapıldı.<br />
Sonra ne oldu?<br />
İki şey oldu. Birincisi Cumhuriyet gazetesi<br />
yoğun bir kampanya başlattı müze aleyhine.<br />
Neden? Çünkü müzede yasaklanmış <strong>kitap</strong>lar<br />
arasında ayrım yapılmamıştı. Nazım