58 -> 83aynı yaşam formu, tam şu anda içinde varolmakta olan yaşam kaynağı.Her gün değişiyorsun. Doğduğun gün, sadece bir günlükken de, yine kendini tanıyamazsın. "Aman Tanrım,bu ben miyim?" dersin. Her şey değişiyor; yaşlanacaksın ve gençliğin gidecek. Çocukluğun çok uzunzaman önce kayboldu ve bir gün ölüm de gelecek. Ama sadece form, biçim ölecek; öz değil. Hayatınboyunca değişen hep form oldu.Formun her an değişiyor. Ve ölüm de değişimden başka bir şey değil. Önemli bir değişim, daha büyük birdeğişim, daha hızlı bir değişim. Çocukluktan gençliğe geçerken, çocukluğu ne zaman geride bırakıp,gençliğe adım attığını fark etmiyorsun. Gençlikten yaşlılığa, her şey o kadar ağır değişiyor ki, gençliğinseni hangi tarihte, hangi yılın hangi gününde terk ettiğinin farkına varamıyorsun. Değişim çok ağır ilerliyor.Ölüm, bir bedenden, bir formdan, başka bir forma kuantum sıçramasıdır. Ama senin sonun anlamınagelmiyor.Sen asla doğmadın ve asla ölmeyeceksin.Sen her zaman varsın. Formlar gelip geçer ve yaşam nehri akmaya devam eder. Bunu yaşamadığın süreceölüm korkusu seni bırakmaz. Sadece meditasyon, bir tek meditasyon yardımcı olabilir.Ben söyletebilirim, bütün kutsal kitaplar yazabilir, ama bunlar bir işe yaramaz; hâlâ bir kuşku varolabilir.Kim bilir, belki bu insanlar yalan söylüyordur, belki bu insanlar kendilerini kandırmıştır. Ya da bu insanlarbaşka kitaplar, başka hocalar tarafından kandırılmıştır. Eğer kuşku varsa, korku da her zaman olacaktır.Meditasyon seni gerçekle yüz yüze getiriyor.Hayatın ne olduğunu şahsen bildiğin zaman, ölüm seni hiç rahatsız etmez.Ötesine geçebilirsin... Bunu yapacak gücün ve hakkın var. Ama bunun için küçük bir çaba harcayıpzihinden zihinsizliğe geçmen gerekiyor.BİR ÇOCUĞUN DOĞDUĞU ANI, HAYATIN BAŞLANGIÇ ANI OLDUĞUNU SANIRSIN. Bu doğrudeğil. Yaşlı bir adam öldüğü zaman, hayatının sona erdiğini düşünürsün. Bu doğru değil. Hayat, doğum veölümden çok daha büyük bir şeydir. Doğum ve ölüm, hayatın iki ucu değildir; hayat içinde birçok doğumve ölüm gerçekleşir. Hayatın bir başlangıcı ya da sonu yoktur; hayat ve sonsuzluk aynıdır. Ama senhayatın ne kadar kolay ölüme dönüşebildiğim anlamıyorsun; bunu kabullenmek bile imkansız.Dünyada tasavvur edilemeyen birkaç şey vardır ve bunlardan biri de hayatın ölüme dönüşmesidir. Hanginoktada artık yaşam değildir ve ölüme dönüşür? Çizgiyi nerede çekeceksin? Doğum için de, hayatınbaşlangıcı için de böyle bir çizgi çizemiyorsun: bebeğin dünyaya geldiği an mı yoksa rahme düştüğü an mı?Ama ondan önce bile annenin yumurtası ve babanın spermi canlıydı. Ölü değillerdi çünkü iki ölü şeyin biraraya gelmesi bir canlı yaratamaz. Çocuk hangi noktada doğuyor? Bilim buna karar verebilmiş değil. Kararvermek mümkün değil çünkü annenin yumurtalıklarındaki yumurtalar, doğduğu andan itibaren var.Bir şeyin kabullenilmesi gerekiyor, varlığının yarısı sen daha rahme düşmeden bile annenin içinde canlı.Diğer yarın da babanın katkısıyla geliyor. Onun da canlı olarak katkı yapması gerekiyor. Spermler babanınbedenini terk ettiği zaman canlıdır. Ama uzun bir ömürleri yoktur, sadece iki saatlik bir ömürleri vardır, ikisaat içinde annenin yumurtasına ulaşmaları gerekir. Eğer iki saat içinde ulaşamazlarsa, eğer sağda soldasürterlerse...Her spermin mutlaka kendine özgü bir kişiliği olması gerekir. Bazıları tembeldir; diğerleri yumurtaya doğrukoşmaya başladığı zaman, onlar sabah yürüyüşüne çıkmış gibi yürür. Bu şekilde yumurtaya aslaulaşamazlar, ama ne yapabilirler ki? Bu, onların doğuştan sahip olduğu bir kişilik: koşamıyorlar, ölmeyitercih ediyorlar, ve ne olacağının farkında bile değiller.Ama birkaç tanesi olimpik atlet gibi, hemen hızla depara kalkıyorlar. Ve çok büyük bir rekabet var çünkü
59 -> 83olay sadece annenin tek yumurtasına koşan birkaç yüz hücreden ibaret değil... Annenin yumurtalığındasınırlı sayıda yumurta bulunur ve her ay sadece bir yumurta serbest bırakır. O yüzden adet günleri vardır;her ay tek bir yumurta serbest kalır. O yüzden milyonlarca canlı hücrenin oluşturduğu kalabalıktanyalnızca bir tanesi... gerçekten çok büyük bir felsefi sorun! Bu bir şey değil, sadece biyoloji; çünkü sorunbu milyonlarca farklı kişilikten sadece tek bir kişi doğabilmesidir. Peki acaba annenin yumurtasınaulaşamamış olan o milyonlarca kişi kimdi? Hindistan'da Hindu akademisyenlerin, punditlerin,şankaraçaryaların doğum kontrolüne karşı kullandığı tezlerden bir tanesi bu.Hindistan tartışma konusunda çok zekidir. Papa sürekli doğum kontrolüne karşı olmaktan söz eder amaortaya tek bir tez bile sunmamıştır. En azından Hintli karşıtı birkaç tane çok geçerli sav ortaya koymuştur.Savlarından biri şudur: Çocuk doğurmayı hangi noktada keseceğiz? İki çocuk mu, üç mü? RabindranathTagore ailesinin on üçüncü çocuğuydu; eğer doğum kontrolü uygulanmış olsaydı Rabindranath dünyayagelmezdi.Geçerli bir argüman olarak görülebilir çünkü doğum kontrolü iki, en fazla üç çocuk yapmak anlamınageliyor; biri ölebilir ya da başka bir şey olabilir. İki çocuk doğurursan, onlar senin ve eşinin yerini alır venüfus artmamış olur. Ama Rabindranath ailesinin on üçüncü çocuğuymuş. On ikide durmuş olsalar bileRabindranath treni kaçırmış olacaktı. Acaba kaç tane Rabindranath treni kaçırıyor?Şankaraçaryalardan biriyle konuşuyordum. Şöyle dedim: "Çok doğru; tartışma hatırına bunun doğruolduğunu kabul ediyorum: Bir Rabindranath Tagore'u arardık. Ama ben onu aramaya hazırım. Eğer bütünbir ülke barış içinde yaşayacaksa, yeterli gıdaya, giyim kuşama sahip olup bütün temel ihtiyaçlarıkarşılanacaksa, bence buna değer. Bir Rabindranath Tagore'u kaybetmeye hazırım, bu o kadar önemlideğil. Dengeyi görmek gerekir: Sadece tek bir Rabindranath Tagore'un ortaya çıkması için milyonlarcainsanın açlıktan ölmesine neden mi olalım? Yani her aile on üç çocuk mu yapacak? Peki ama ya öndördüncü? On beşinci?"Bu küçük rakamları unut; her sevişmede erkek milyonlarca sperm bırakıyor... ve her sevişme sonucundayumurta döllenmiyor. Her sevişmede milyonlarca kişi yok oluyor. Onlar arasında kaç tane Nobel Ödülükazanacak insan, kaç tane başkan, başbakan olduğunu bilemeyiz. Her türlü insan olmalı.Benim hesabım şöyle: On dört yaşından kırk iki yaşına kadar, eğer bir erkek normal bir cinsel yaşamasahip olursa, neredeyse dünyadaki insan nüfusu kadar sperm üretmiş olur. Tek bir erkek, bütün dünyanüfusunu ortaya çıkartabilir. Hem de, zaten gereğinden fazla kalabalıklaşmış olan bir dünyada. Bütün buinsanlar özgün bireyler olur, insan olmalarından başka ortak yönleri olmaz.Hayır, hayat orada da başlamıyor; daha önce başlıyor. Senin için sadece bir varsayım; benim için birdeneyim. Yaşamın, geçmiş hayatındaki ölüm anında başlıyor. Öldüğün zaman, hayat kitabının bir bölümüsona erer; insanlar bunun bütün bir hayat olduğunu sanır: Aslında sonsuz bölüme sahip bir kitabın tek birbölümü. Bir bölüm kapanır ama kitap sona ermiş değildir. Sayfayı çevirdiğin zaman yeni bir bölüm başlar.Ölmekte olan bir insan bir sonraki hayatını tasavvur etmeye başlar. Bu, bilinen bir olgudur çünkü bölümkapanmadan önce yaşanır. Bazen bir insan son noktadan geri döner, örneğin boğulur ve bir şekilde sonanda kurtarılır. Neredeyse komaya girmiştir; ciğerlerindeki su boşaltılır, suni solunum cihazına bağlanır vebir şekilde kurtarılır; tam da, bu bölümü kapatmak üzereyken... Bu insanlar ortaya çok ilginç bulgularArtık kurtulmalarının mümkün olmadığını hissettikleri an, öleceklerini anladıkları an, bütün hayatlarınınbir anda gözlerinin önünden geçtiklerini anlatıyorlar. Doğduktan yaşadıkları son ana kadar. Saniyenin ondaya da yüzde biri gibi bir sürede başlarına gelen her şeyi görüyorlar. Hatırladıkları ve hatırlamadıkları;dikkatlerini çekmemiş ya da hafızalarında bulunduğunun farkında bile olmadıkları birçok olay. Bu hafızafilmi hızla, bir anda gözlerinin önünden geçiyor... Bunun anlık olması gerekir çünkü adam ölüyor, filmiizlemek için üç saati falan yok.Sen bütün filmi görsen bile, küçük ve önemsiz detaylarla adamın hayatı arasında bir bağ kuramazsın. Amaher şey bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor; bu kesin ve çok önemli bir olgu. Bölümü kapatmadanönce bütün deneyimlerini, gerçekleştiremediği arzularını, beklentilerini, hayal kırıklıklarını, çaresizliklerini,