Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
duğumuz tikel nesnelere hiç de benzemediğini görüyoruz. Bunların,<br />
hem tikel nesnelerin tikellikleriyle ilgili bütün özelliklerinden arınmış<br />
oldukları için tümüyle soyut, hem de belli bir öbek içinde bulunan ya<br />
da öyle bir öbeğin içine girebilecek türden olan, ve böylece sayıları<br />
sonsuza giden tikel nesneleri içerdikleri için tümüyle genel bir takım<br />
düşünce öğeleri olduklarını görüyoruz. Bu durumda dış dünyada hiç<br />
örneği bulunmayan bu düşünce öğelerinin bilgisini nasıl kazanacağımız<br />
ve en ilksel düşünce ve anlatımlarımızda bile bunları kolayca<br />
kullanma olanağını nasıl elde edeceğimiz konusu, çözülmesi olanaksız<br />
sorunlar ortaya çıkarabilirmiş gibi görünüyor.<br />
Bu yüzden Platon, kendisinde kavramların karşılığı olduğunu söyleyebileceğimiz<br />
‘idea’ ya da biçimleri, insanlardaki ölümsüz ruhun<br />
daha önceden bildiğini ve dünyadaki tikel nesnelerle yeniden karşılaştıkça<br />
eski bilgilerini ansıdığını ileri sürmüştür. Bunu günümüz diline<br />
çevirirsek, Platon’un, kavramların bilgisinin doğuştan olduğunu<br />
öne sürdüğünü kabul edebiliriz. Aristoteles de Platon’dan alıp kendisine<br />
göre düzelttiği biçimlerin bilgisinin her türlü tikel bilgilerden<br />
önde geldiğini öne sürmemiş olmakla birlikte, hangi aşamada olursa<br />
olsun böyle soyut bilgilerin edinilmesindeki güçlüğü göz önünde tutarak,<br />
insanlarda nesnelerin biçimlerini sezme yetisinin bulunduğunu<br />
söylemiştir. Bu, “kavramların bilgisinin doğuştan oluşu” ya da “insan<br />
zihninin kavramların bilgisini edinmeye elverişli oluşu” biçimindeki<br />
anlayışın felsefe tarihi boyunca değişik türden felsefe öğretilerini örtülü<br />
olarak ya da açıkça etkilediğini görüyoruz. Nitekim Kant da en<br />
azından ‘zaman’ ve ‘uzam’ kavramlarıyla, öteki bütün kavramların<br />
kendilerinden türetilebileceği ulamların (categories) deneyden elde<br />
edilemeyeceklerini, tersine deneyin bunlarla olanaklı olduğunu öne<br />
sürmüştür. Yani Kant da böylece, insan anlığında hem a priori bireşimsel<br />
bilgilerin bulunduğunu hem de anlığın yapısının dış dünyayı<br />
kavrayış biçimimizi etkilediğini kabul etmiş oluyor.<br />
Öte yandan soyut ve genel kavramların bilgisini edinmenin görünüşteki<br />
bu zorluğu deneyci felsefeyi de bilginin doğasıyla ilgili bir dizi<br />
yanlışlara sürüklemekten geri kalmamıştır. Bu yanlışlıkların, günümüzde<br />
de etkisini sürdüren bir güçlülükle, Locke’da belirgin biçimde<br />
ortaya çıktığını görüyoruz. Locke kavramlara “genel ideler” adını veriyor.<br />
Böylece ideleri genel ve tikel olarak ikiye ayırmış oluyor. Locke<br />
“algı, düşünce ve anlığın dolaysız nesnelerinin” hepsine ‘ide’ dediğine<br />
göre, onda, idelerin nesnelerin bilgisi anlamına geldiğini, dolaysız<br />
olarak, yani kendi tanımına dayanarak, öne sürme olanağı yoktur.<br />
Fakat, diyelim bir tikel adamı algıladığımız zaman edindiğimiz tikel<br />
ide ‘canlı’, ‘devingen’, ‘ussal’ gibi bir takım genel idelerden, ya da yine<br />
‘adam’ adını verdiğimiz başka varlıklarla olan benzerlikten oluşmuyorsa<br />
başka neden oluşabilir. Başka adamlarla benzerlik de o başka<br />
adamların kavranması yönünden yine bir takım genel ideler içer-<br />
77