You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
çekiyordu; kadınların sokağa çıkması, özel ile<br />
kamusalın iç içe geçmesinin en görünür ve çoğu<br />
zaman da en gerilimli hali oldu bu haliyle. Kadınlar<br />
ancak 1980’lerin sonlarına doğru feministlerin<br />
öncülüğünde kamusal alanda kendilerine dair<br />
söz ve eylem üretme imkânı bulabildi. Bir yandan<br />
ailenin en mahremi sayılacak koca dayağını, ev<br />
içi şiddeti kitlesel eylemlerle kamusala taşırken,<br />
diğer yandan sokakta ve kamusal mekânlarda her<br />
gün yaşadıkları taciz ve şiddeti ‘mor iğne’ gibi<br />
çeşitli eylemlerle ifşa ettiler. Bu dönem, kadınların<br />
özgürlük talepleriyle kamusal alanı kendilerine<br />
mal etmeleri açısından önemli bir eşik oldu<br />
diyebiliriz.<br />
1980’li yıllardan itibaren kadınlar kamusal alanda<br />
başka bir gerilimle yüz yüze geldiler. 1980<br />
darbesi sonrası ülkeye hâkim olan ağır siyasal iklim<br />
ve ardından gelen kamuda başörtüsü yasağı,<br />
kamusal alana hangi kadınların nasıl gireceğine<br />
yönelik devlet tarafından sınırların bir kez daha<br />
çizilme hamlesi olarak ortaya çıkmış oldu. Genç<br />
kadınların üniversiteye başörtüsüyle girmek istemeleri<br />
ve buna ilişkin eylemlilikler sonucunda kamunun<br />
gündemine oturan başörtüsü, genel olarak<br />
tartışmalarda siyasi bir sembol olarak ele alındı.<br />
Muhafazakârlığın, geleneğin ve dinin temsili olarak<br />
görülen başörtülü kadın, Cumhuriyet’in çizdiği<br />
ideal modern kadın imgesiyle şüphesiz temelden<br />
çelişiyordu. Türkiye’de kamunun bir endişe alanı<br />
olarak ortaya çıktığını ileri süren Nükhet Sirman,<br />
1980’lerde yaşanan bu durumu modernleşme sürecinde<br />
kadın kimliğine ilişkin duyulan endişenin<br />
yerini siyasal rejimin belirsizliğinden kaynaklanan<br />
yeni bir endişeye bırakması olarak yorumlar. 9<br />
Kadınların kamusal alanla gerilimli ilişkisinde,<br />
Sirman’ın deyimiyle ‘endişe’nin dinamikleri ve<br />
aktörlerinin değişmesi açısından yeni bir dönem<br />
olan bu süreçte devamlılık arz eden şey ise ulus<br />
kimliğinin ve devlet rejiminin kadın bedenleri üzerinden<br />
tanımlanıyor oluşudur. Yazının başında da<br />
belirttiğim gibi, bunun kadınların hem ev alanıyla<br />
hem de kamusal alanla ilişkileri açısından bugün<br />
de etkisini gösteren önemli sonuçları olmuştur.<br />
Muhafazakârlaşan Türkiye’de kadınlar için sokağın<br />
tekinsizleşmesi<br />
Bu tarihsel çerçeveden hareketle günümüz Türkiye’sinde<br />
kadınların kamusal alanla ve buna bağlı<br />
olarak evle ilişkisine baktığımızda, önemli birkaç<br />
değişikliğe değinmek gerekir. Bunların en başında,<br />
2002 yılında tek başına iktidara gelen neoliberal<br />
muhafazakâr bir tutuma sahip Adalet ve<br />
Kalkınma Partisi (AKP)’nin, 1 Ekim 2013 tarihli<br />
demokratikleşme paketi kapsamında üniversiteler<br />
başta olmak üzere kamuda başörtüsü yasağını kaldırması<br />
gelir. Türkiye siyasi tarihi açısından kritik<br />
bir aşamaya tekabül eden bu durum, bir yandan<br />
kamu gündeminde kadın bedeni ve görünüşü üzerinden<br />
süregiden tartışmaları yeniden alevlendirirken,<br />
öte yandan farklı kadınlıkları ve kimlikleri içine<br />
alarak kamusal alanın çoğullaşmasında önemli<br />
bir rol oynadı. Ancak, AKP’nin 2010’dan sonra bu<br />
yaklaşımını bırakıp, giderek baskıcı ve tutucu eğilimlerini<br />
arttırmasıyla birlikte sözü edilen demokratikleşme<br />
süreci son bulurken, kamusal alan hem<br />
toplumsal hem siyasi düzlemde birçok boyutuyla<br />
giderek daralmaya başladı. Özellikle, çok sayıda<br />
ölümle sonuçlanarak çok sert bir şekilde bastırılan<br />
Gezi Parkı direnişinin ardından, bir yandan kamusal<br />
alanda baskı ve şiddet giderek artarken, diğer<br />
yandan kadınlara yönelik cinsiyetçi tutum ve açıklamalar<br />
kamu gündeminin merkezinden düşmez<br />
oldu. Kürtaj yasağı, sezaryen doğum ve kadınla<br />
erkeğin eşit olamayacağı gibi konuların yanında,<br />
kadınlara ilişkin yapılan tartışmaların başında şüphesiz<br />
kadınların sokakta nasıl davranması ve görünmesi<br />
gerektiği geliyordu. Buna göre, yeni makbul<br />
kadın evinde oturan, çocuğuna ve ailesine bakan<br />
olarak dinî ve geleneksel referanslarla yeniden<br />
tanımlanırken, kadınların sokakta kahkaha atması,<br />
hamileyken dışarda dolaşması, mini etek veya şort<br />
giymesi vb. her türlü davranış başta siyasetçiler olmak<br />
üzere kamuda tartışılır oldu.<br />
Bu tartışmaların ortak noktasının genelde kadınların<br />
sokağa çıkışını caydırıcı yasak ve engeller üzerinden<br />
şekillendiğinin altını çizmek gerekir. Ayrıca,<br />
çoğunluğu erkekler tarafından yapılan kadınların<br />
bedenleri ve görünüşlerine ilişkin yorumlar her<br />
ne kadar genelde bütün kadınlara yönelik olsa da,<br />
öncelikle belirli bir kadın grubunu hedef almış durumdadır.<br />
10 Çünkü başörtülü kadınlar muhafazakâr<br />
İslamcı toplumsallık içinde makbul kadın olarak<br />
tanımlanırken, onun dışındaki kadınlar kamusalda<br />
negatif bir imgeyle görünürleşir hale geldi. Bunu,<br />
özellikle 2017 yazından itibaren sokakta, toplu<br />
taşımada veya benzer açık kamusal mekânlarda<br />
şort, mini etek gibi kıyafetler giyen, sigara içen ya<br />
da sevgilisiyle öpüşen veya sarılan kadınlara karşı<br />
artan sözlü ve fiziksel saldırılardan yola çıkarak<br />
söylemek mümkün. Dolayısıyla, kamusal alanda<br />
hedef haline gelen kadınlar görünüş olarak İslami<br />
yaşam tarzını benimsemeyen, genelde okuyan ya<br />
da çalışan ve çoğunlukla genç ya da orta yaş aralığında<br />
olan kadınlardır. 11 Şüphesiz kamusal alanda<br />
korku ve endişe yaratan bu durumun uzun vadeli<br />
sonuçlarından biri ise kadınların farkında olarak<br />
ya da olmayarak ev alanına doğru çekilmeleri<br />
ev<br />
35