Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
man o yerin sınırlarını aşan ilişkilerle, hareket ve iletişimle kurulduğunu ortaya koyuyor. 18 Bu anlayıştan<br />
hareket edildiğinde, bir gündelik yaşam alanı olarak ev üzerine yapılan çalışmalarda, evi toplumsal<br />
mekândan ayrı bir alan, bir korunma ve mabet alanı, dışarıdaki dünyanın karmaşasından uzak bir masuniyet<br />
bölgesi, ya da Walter Benjamin’in sözleriyle “evren tiyatrosu içinde bir kutu” 19 – ona uzaktan<br />
bakabileceğimiz bir kaçış noktası – olarak gören, ev üzerine literatürü de büyük ölçüde etkisi altına almış<br />
normatif kurguların sorgulanması gerektiği açık. En önemlisi, evin kamusal alandan tamamıyla ayrı ve farklı<br />
bir alan olduğuna dair yaygın kanıya dikkatle yaklaşılmalı. Massey gibi birçok feminist coğrafyacının da<br />
uzun zamandır tartıştığı gibi, ev hem özel hem de kamusal bir alan – dışarıdaki kamusal dünyadan ayrı<br />
kalarak değil, onunla kurulan ilişkiler yoluyla biçimlenen bir alan. 20 Burada kastedilen sadece gündelik<br />
hayatın sürdürülebilmesi için gerekli temel ilişkiler değil – toplumsal cinsiyet, sınıf ve etnisiteye dayalı<br />
kimliklerin kurulmaları, sürdürülmeleri ve müzakere edilmelerinde de asal rol oynayan ilişkiler bunlar.<br />
Evin sınırları dışındaki dünyadan kopuk bir kaçış alanı olduğu görüşü, günbegün kontrol altında tutulan bu<br />
ilişkilerin dikkatten kaçması ya da tamamıyla göz ardı edilmesi anlamına geliyor.<br />
Ev üzerine çalışırken başvurmamız gereken bir diğer önemli kavramsal dayanak ise ev ile pratik arasındaki<br />
ilişki. Ginsberg’in de öne sürdüğü gibi ‘konut’ nerede yaşadığımızla ilgili bir kavramken, ‘ev’ nasıl<br />
yaşadığımızla ilgili. 21 Ev, bireyler tarafından kurulan ve yaşatılan bir olgu; yani bu kurma eyleminden önce<br />
veya ondan bağımsız bir şekilde var olan ve anlaşılması mümkün olan bir şey değil. Ve ev gibi, evi kuran<br />
pratiklerin de hem maddesel hem de maddesel olmayan bileşenleri var: mekânda gerçekleştirilen fiziksel<br />
değişiklikler, mekâna yerleştirilen, korunan ve hatırlattıkları için saklanan nesneler, gündelik rutinler,<br />
yukarıda bahsettiğim sınırların korunması veya çözülmesine yönelik pratikler gibi. Burada, Michel de<br />
Certeau’nun 22 bireylerin yaşadıkları çevreleri kendi yaşamlarına, ideallerine ve inançlarına uyarlarken<br />
gerçekleştirdikleri gündelik yaşam pratiklerine dair tartışmalarıyla beraber, Daniel Miller’ın ev üzerine<br />
yazılarında kavramsallaştırdığı, Türkçeye ‘kalınan, konaklanan yer’in yanı sıra ‘uzlaştırma’ olarak da çevrilebilecek<br />
‘accommodation’ kavramı yol gösterici. Miller’a göre evi kurmak, bireyin barındığı yeri kendisine<br />
uygun hale getirmeye çalışırken (appropriation), kendisinin de ona uyum sağlayabilmek için dönüştüğü,<br />
farkında olmadan yer tarafından dönüştürüldüğü, karşılıklı bir uzlaşma / uzlaştırma süreci. 23 Evi anlamaya<br />
çalışırken hem mekânın hem de kullanıcının aktif olarak rol oynadığı bu süreci çözümlemeye çalışmak<br />
gerekiyor. Aslında ev dediğimiz şeyin tam da bu süreç olduğunu söylemek yanlış olmaz.<br />
Son olarak, evi biyografik, yani hayat hikâyeleri ve geçmiş deneyimler çerçevesinde anlam kazanan bir<br />
olgu olarak görmek gerektiğini belirteceğim. Bu anlayış, özellikle bugün mekânsal hareketliliğin hakim<br />
olduğu dünyada çok önemli. Hepimiz yola çıktığımız coğrafyalardan (bu ister aile evimiz olsun, ister<br />
içinde doğup büyüdüğümüz toplumsal çevre ya da ülke) vardığımız yerlere öğrenmiş olduğumuz roller ve<br />
değerleri de beraberimizde taşıyoruz. Gündelik yaşam mekânının ‘ev’ olarak kurulma ve anlamlandırılma<br />
sürecini bu yükten bağımsız olarak anlayabilmek mümkün değil. Bu da bireylerin geçmişte yaşadıkları yerlerdeki<br />
deneyimlerinin açığa çıkarılmasını ve bugünle ilişkilendirilmesini gerektiriyor. Doreen Massey’in<br />
‘yer’in tarihselliği üzerine kullandığı deyimiyle söyleyecek olursak, bugün ve burada ‘ev’ addettiğimiz şey,<br />
şimdiye kadar yaşadıklarımızın, hikâyelerimizin bir araya geldiği yer. 24 Aynı şekilde, bugün barındığımız<br />
mekânlar, bizlerden önce barınanların hikâyeleriyle yaşıyorlar. Kendi evlerimizi, başkalarının bıraktıkları<br />
izlerle ne yaptığımızı, nasıl başettiğimizi de düşünerek çözümlememiz gerekiyor.<br />
Kuşkusuz yukarıda aktarılan kavramsal çerçeve ev üzerine çalışmalarda benimsenebilecek metodolojik<br />
yaklaşımlar açısından da belirleyici. Evi bu kavramsal zenginlik içerisinden düşünmek ve çözümlemeye<br />
çalışmak, küçük ölçekli fakat derinlikli, etnografik nitelikte araştırmalara işaret ediyor. İnsanları gözlemlemeye,<br />
yaşamlarına katılmaya ve dünyalarını anlamaya çalışırken, onların bazı deneyimlerini de<br />
paylaşmaya ve bunları mümkün olduğunca kendi yorumlarına en yakın biçimde aktarmaya dayanan etnografik<br />
yaklaşım, farklı sosyokültürel bağlamlarda ev kurma pratikleri ve evin anlamı üzerine çalışan Peter<br />
Kellett, Daniel Miller, Katie Walsh gibi araştırmacılar tarafından da vurgulanıyor. 25 Bu araştırmacıların da<br />
belirttiği gibi, katılımcı gözlem ve derinlikli söyleşiler gibi etnografik yöntem ve teknikler, evin bireylere<br />
özgü ve ilk anda göze çarpmayan anlamlarını, gündelik yaşamın sıradan detaylarını ve özel alanı bir ev<br />
coğrafyası olarak kurmanın duygusal yanlarını çözümlemekte sosyal bilimlerdeki diğer yöntemlerden çok<br />
daha güçlü. Araştırmacının evin sınırlarını aşıp oradaki yaşamı geçici bir süre için dahi olsa deneyimlemesi,<br />
Miller’ın da belirttiği gibi, özel alan ve kamusal alan arasındaki ilişkilerin düzenlenme ve korunma biçimlerinin<br />
ve özel alanın güvenlikli ve sakin bir kabuk değil de bir müzakere alanı olarak kurulmasında rol<br />
4<br />
ev