21.12.2022 Views

Lamure Dergisi 11

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

HEDİYE PAKETİ

Meltem Terzioğlu

Kapı çalıyor. Gözlerimi ekmekliğin üstündeki

saate çeviriyorum hızlıca. Akrep yedinin

üstünde, yelkovan on ikiyi gösteriyor.

Yaz vakti güneş erken batmayınca kocamın

geleceği saati bir türlü hesap edemiyorum.

“Kim o?’” diye sormak anlamsız. Gelen Yavuz’dur

herhalde, diye söyleniyorum kendi

kendime. Geç bile kalmış. Nedenini merak

etmiyorum. “İşler ucu ucuna da olsa yetişseydi

bari. Şimdi söylenip duracak, vay halime.’’

diyerek yarım kalan salataya dertleniyorum.

Dilimleme bıçağını doğrama tahtasının

kenarına bırakıyorum. Kapı bir kez daha çalıyor.

‘’Geldim!’’ Soğandan yaşaran gözlerimi

üst koluma bastırıp gözyaşlarımı siliyorum.

Tokalı ev terliğimin gittikçe artan sesi kapının

açılacağını haber ediyor. Nihayet kapıya

ulaşıyorum. Kapıyı açıyorum.

Yavuz iki büklüm olan belini dikleştiriyor.

Gururlu bir duruşu var. Mutfaktan yayılıp

evin her köşesine sinen yemek kokusu

yüzüne çarpıyor. Gözlerini devirerek bana

bakıyor. “Nerede kaldın be kadın? Beklemekten

ağaç oldum.”

Yanıt vermiyorum. Gözlerim kocamın

elindeki hediye paketine kilitleniyor.

“Ho hooşgeldin Yavuz. Elindeki neymiş

öyle?’’

Daha önce böyle büyük ve süslü bir

hediye paketi görmediğimi düşünüyorum.

Yavuz çapraz ev terliğini ayağına geçirdikten

sonra hediye paketini kucağıma tutuşturuyor.

“Yahu öyle aval aval bakma suratıma. Al

şunu, deli etme adamı.’’

Paket çok ağır... Kollarımda taşıyacak

gücü bulamıyorum. Ayaklarımı sürüyerek

kendime en yakın alanı seçiyorum. Mutfak.

Paketi mutfaktaki katlanır masanın üstüne

yerleştirirken bir yandan mırıldanıyorum:

“Nereden çıktı bu şimdi? Yoksam bana mı

aldın?” Yavuz yüzüne su çarparken dediklerimi

işitmiyor. Sararmış atletini çıkarıp

kirlilerin arasına üstünkörü fırlatıyor. Yatak

odasına geçip yeni ütülenmiş tişörtünü geçiriyor

üstüne. Koltuk altından yayılan koku,

yumuşatıcı kokusunu bastırıyor. Koridorda

ilerlerken “Kurt gibi acıktım valla. Ne yemek

yaptın kız?” diye söyleniyor. Salondaki sofranın

hazır olmadığını gören Yavuz sesini

temizliyor. Damarlarında bir şeyler kaynadığını

hissediyor. “Bu masa neden hala boş?

Saat kaç oldu? Sefalet sana diyorum?”

Jelâtin poşetin hışırtılı sesinden başka

bir şey duyulmuyor. Doğrama tahtasının

kenarındaki bıçağı sıkıca kavramış, hediye

paketini büyük bir heyecanla açmaya çalışıyorum.

Bir orasına bir burasına aldığı darbelerle

kevgire dönen paket halsiz düşmüş.

Dili olsa “Yeter!” diye haykıracak. Piyazlık

doğranmış soğanlar kendinden geçmiş.

“Alooooo? Kime diyorum ben?” Yavuz’un

sesiyle irkiliyorum. Gözlerim hızlıca

ekmekliğin üstündeki saate kayıyor. Akrep

sekize doğru yol almış. Yelkovan on birin

biraz ilerisinde. “Eyvah! Vallahi de billahi

de herif aç kaldı. Az daha sofrayı hazırlamazsam

yemek yerine beni yiyecek. Hem

de çiğ çiğ.” Canını okuduğum paketi bir

köşede bırakıp bankoya dönüyorum yüzümü.

Tencereyi elimle yokluyorum. Yemek

ılık. Hızlıca ocağın altını yakıyorum ama

kısık ateşte. Yemeğin dibi tutmamalı. Buzdolabına

koşuyorum. Önceden doğradığım

maydanozlarla beraber limon suyunu çıkarıyorum.

Malzemeleri bir köşeye alıp mutfak

dolaplarından birini açıyorum. Dört yemek

tabağı, bir kayık kâse çıkarıyorum. Çekmeceyi

kendime doğru çekiyorum. Üç yemek

kaşığı - bir tanesi salatayı karıştırmak için

- iki çatal alıyorum. Kendinden geçmiş soğanları

kayık kâsenin içine yuvarlıyorum.

Bıçakla doğrama tahtasını iyice sıyırıyorum.

Ziyan olmasın. Yüzümü baharatların olduğu

köşeye dönüyorum. Pul biber, karabiber, sumak,

tuz... Baharatları kaptığım gibi soğanın

yanına koşuyorum yine. Hepsinden birkaç

cimdik ekleyip tek elimi kâsenin içine daldırıyorum.

Diğer elim ocaktaki yemeğin kapağında.

İnce kıyılmış maydanozları da ekleyip

yoğurmaya devam ediyorum. Son olarak

limon suyuyla zeytinyağını salatanın üstünde

gezdiriyorum. Soğan salatası hazır! Daha

fazla vakit kaybetmemek için elimde salatayla

salona koşuyorum. Yavuz tekli kanepeye –

her zamanki yerine - kurulmuş. Bacak bacak

üstüne atmış, karnını doyurmam için beni

bekliyor. Etraf sessiz.

“Ulan o kafanı şu yemek masasına sürtüp

kıvılcım çıkarmak vardı ya… Dua et

açım, halim yok.’’

Aldığı hediyeyi düşünüyorum. İçim

kıpır kıpır. Ettiği laflara edecek kelamım

28

yok. Mahcup hissediyorum. Salatayı yemek

masasına bırakıyorum. Kumanda gözüme

çarpıyor, sehpaya doğru ilişiyorum. Oyalansın

diye televizyonu açıyorum. Haberleri

kaçırmış olsak da en sevdiği dizi var bugün.

Hemen dizinin yayımlanacağı kanalı çeviriyorum.

Homurtuları az da olsa kesiliyor. Etrafa

yayılan soğan kokusunu duyunca masaya

doğru hareketleniyor. Mutfağa koşarken

içerden gelen sesi duyuyorum ‘’Ekmek nerede

ekmek? Bunu da ben mi söyleyeceğim.

Kadın diye aldık… Tövbe estağfurullah.’’

Ağzına kadar kuru fasulye dolu tencereyi

açıp daldırıyorum kepçeyi. Yemekleri tabağa

yerleştiriyorum. Bir başka tabağa da tereyağlı

pilavları servis ediyorum. Ekmek poşetini

koluma astıktan sonra bir tepsiye koyduğum

tabakları götürüyorum salona şangır şungur.

Dengemi kaybetmemek için büyük çabalar

sarf ediyorum. ‘’Şükür!’’ diye nara atıyor tok

sesiyle. Tabakları önüne diziyorum büyük bir

titizlikle. Kuruluyorum sandalyeme. Yavuz’u

izlemeye koyuluyorum. Sanki boğazından

yıllardır tek bir lokma girmemiş gibi yiyor

yemeğini. Pilav taneleri sigaradan sararmış

bıyığına yapışıyor. Kuru fasulyenin salçalı

suyu ağız kenarından taşıyor. Arada bir de

homurtular çıkarıp lokmasını çiğnemeden

yutuyor. Sürahiye uzanıp bir bardak da su

koyuyorum. Aklım hediyede. Bir an önce

paketi açıp bana ne aldığını görmek istiyorum.

Değer görmeye olan açlığım Yavuz’un

yemek için duyduğu açlığa benziyor. Gidip

bana alınan hediyeye kavuşmak istiyorum.

Onu tek lokmada yutmak, değer görmeye

olan açlığımı az da olsa bastırmak istiyorum.

“Yavuz’um ben bir koşu mutfağa gidip

gelsem? Bana ne aldığını görsem içim rahat

edecek. Çok meraklanıyorum.” diyebiliyorum

sonunda. Kafasını gelişigüzel salladıktan

sonra “Tatlı ne yaptın?” diye soyuyor.

“Keşkül.” diyorum sessizce. “İyi, gelirken

tatlıyı da getir.” Hemen mutfağa koşuyorum.

Terliklerim mermer zemin üstünde kaydı

kayacak. Paketin delinen yerlerine elimi daldırıyorum.

Kocaman bir kutu çıkıyor karşıma.

İç içe geçmiş tavaların üstünde kalın

harflerle Granit Döküm Tava Seti yazıyor.

Hem de altı parça. Yirmi üç yıllık hayatımda

aldığım ilk hediye. Seviniyorum. “Üstünde

etler kızartırım, çızır çızır.”diye geçiriyorum

içimden. Kutuyu açıyorum bir hışım. Tava-

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!