Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Çiçekler Vazoya Değil Kök Salacak
Toprağa İhtiyaç Duyar
Ya İnsanlar?
Özlem Tanrıverdi
Devedikeni, papatyagiller familyasından bazı dikenli bitkilerin
ortak adıdır. Genellikle yol kenarlarında ve ekili olmayan tarlalarda
yetişir. Devekengeli, meryemanadikeni, sütlükengel olarak da bilinir.
Bu bitkinin bir diğer özelliği ise İskoçya’nın ulusal sembolü olmasıdır.
İskoçya’yı işgale gelen İskandinavlar pusuya yatmışken, aralarından
birinin devedikenine basıp bağırması ve pusuyu İskoçlara belli
etmesi üzerine, çiçek İskoçya’nın sembolü hâline gelmiştir. Merak
etmeyin bu yazı, bir çiçeğin belgesel metni olmayacak, daha mühim
bir meselemiz var.
Şimdi, metnin ilk cümlesine hatta ilk kelimesine gidelim. Devedikeni.
Kaçımız bu çiçeğe dokunmak, onu koparmak istemiştir ya
da seveceğim derken ellerinin arasında onu yıpratmıştır? Eminin ki
hiçbirimiz. Neden? Çünkü yaradılışı gereği kendini dış etkenlerden
koruyan güçlü bir savunma mekanizmasına sahip. Tıpkı İskoçya’da
sembolleştiği durumdaki gibi… Aynı soruyu bir de aynı aileye mensup
olan papatya için soralım. Bu defa cevap; “birçoğumuz” hatta
büyük bir olasılıkla “hepimiz” olacaktır. Bu durum ne yazık ki insan
doğasında da böyledir. Yaradılışı gereği naif olan kadınlar, insanoğlunun
en çok ezilen, hırpalanan, hor görülen cinsidir. Sebebi; fiziksel
olarak bir devedikeni gibi güçlü bir mekanizmaya değil papatya
gibi narin bir yapıya sahip olmasıdır. Bu, aynı zamanda, tıpkı büyük
balığın küçük balığı yemesi gibi bir durum… Dahası da var. Bu dişi
insanoğlu, duygusal bakımdan da zayıf… Bunun da etkisiyle eril insanoğlu
tarafından, hatta kimi zaman ise hemcinsi tarafından hor
görülür. Anlayacağınız üzere konumuz “Kadına Şiddet” fakat bu durum
buz dağının görünen kısmı.
Bu konuyu ele almamızdaki amaç farkındalık yaratarak kadın
sığınma evlerinin çoğaltmak değil. Çünkü bu, dalından koparılan
bir çiçeği suya bırakmak gibi geçici bir çözüm olur. Nasıl ki bir kuş
kafeste değil de ait olduğu doğada kanatlarını kullanabilirse insan da
bağlı olduğu aile ortamında insani duygularını tam anlamıyla yaşamalıdır.
Bu benzetme çocuklar ve çocuk esirgeme kurumları için de
geçerli. Temel amaç; gerek psikolojik, gerekse fiziksel şiddeti engellemek,
önlemek, çare aramak, çözüm bulmak…
Evsizlere yurt olmak onların yemek, tuvalet barınma gibi en temel
ihtiyaçlarını karşılamaktan başka ne işe yarayabilir ki? Bu çözüm
yeterli mi? Elbette değil. Tehdit edici unsur ya
da unsurlar bulunup, çözülerek doğalarında
yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmalı, ötekileştirmek
değil. Çünkü bu ilerde psikolojik
sorunlara da yol açar. Fakat bu sorunları yaşayan
bütün insanlara ulaşmak da zor…
“Peki, ne yapmalıyız?” kısmına gelecek
olursak. Bir çocuğa kitap okuma alışkanlığı
kazandırmak isterken bile sözden ziyade gözlemin
daha etkili olduğunu hepimiz biliyoruz
ve bir bireyin davranışının temelinde aileden
aldığı eğitimin yattığını da aile içi eğitimin
önemini de. Peki, ya o aile ne kadar eğitimli,
ne kadar bilinçli?
Ne yazık ki ailemizi seçemiyoruz öyle değil
mi? Bunda da adaletsizlik yok mu? Peki,
bu durumda ne yapmalıyız? Biri babalığın ne
demek olduğunu, çocuğa yaklaşım tarzının
nasıl olması gerektiğini, eşlerin birbirine müdahalesindeki
o sınırın ince çizgisini şanslıysa
ailesinden ya da okuduğu bölümün derslerinden
görüp öğrenirken diğerleri nereden edinmeli?
Zaten bunun çaresi bulunsa bu yuvalara
gereksinim de azalacak. Çözüm basit aslında.
“Aile Eğitimi” adı altında bütün vatandaşların
zorunlu eğitim alması… Bu eğitimler ile
bireyler anne baba olmayı deneme yanılma
yöntemiyle keşfetmez. Bir çocukla nasıl iletişim
kurması gerektiğini önceden bilir. Böylece
yanılma sürecinde bir bireyin geri dönüşü
çok zor olan psikolojik sağlığı da güvene alınır.
Sağlıklı aile ortamında büyüyen çocuklar
demek, sağlıklı toplum demek.
46