21.12.2022 Views

Lamure Dergisi 11

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Tevfik İleri’den

Mektup Var

Sadık YALSIZUÇANLAR

Vasfiye Hanım ile büyük kızı Câhide ve

küçük kızı Ayşe’nin babaları Tevfik Bey, Yassıada’da

pankreas kanserinin ikinci aşamasındaydı.

On yedi yıl mühendislik ve yöneticilik,

on sene bakanlık yapmış, hizmetlerle

geçen yoğun ve yorgun bir zamanın ardından

yirmi yedi mayıs bin dokuz yüz altmış

sabahı evinden yaka paça alınmış, hakaretlerle

dövülerek, sövülerek önce Harbiye’ye

getirilmiş, iki hafta sonra Yassıada’daki hücresine

nakledilmişti. Karar duruşması yaklaşmıştı.

Tevfik Bey, hâkimin, “Sizi buraya

tıkayan kuvvet bunu istiyor.” sözünden sonra,

buradaki yargı sürecinin hukukla bir ilgisi

olmadığını görmüştü. Kendisini zindana

kapatılmış bir tutsak gibi hissediyordu. İki

ayrı dava açılmıştı. Birisi, hıyanet-i vataniye,

diğeri ihaleye fesat karıştırmak ve kamu

varlığını suistimal idi. “Allah insana zaafından

vuruyor.” diye düşünüyordu. Karısına,

nişanlıyken yazdığı mektubu hatırladı. “Vasfiye’m,

birbirimizi ebedî bir aşkla seviyoruz.

Evleneceğiz ve çok mesut olacağız. Bir şartım

var: “Önce memleketimizi ve milletimizi

seveceğiz, sonra birbirimizi seveceğiz. Vatanımıza

ve aziz milletimize duyduğumuz aşk,

birbirimize duyduğumuz aşka mukaddem

olmalı.” demişti. Nişanlısından gelen mektup

ise şöyle diyordu: “Sevgili Tevfik, şartınıza

gelince… Zaten böyle düşündüğünü bilmeseydim

seninle evlenmeyi kabul etmezdim.”

Tevfik Bey ile Vasfiye Hanım, iki evladını

âşığı oldukları memleketlerine kurban

vermişti. İlk yavruları, Erzurum’da henüz

bebekken zatürreden ölmüştü. İkinci çocuklarını

ise Çanakkale’de yine bebek iken yitirmişlerdi.

Davanın içeriği Tevfik Bey’i kahrediyordu.

Vatana ihanetle suçlanmak, aklına

gelebilecek son şeydi. Hatta aklına hiç gelmeyecek

olandı. İkincisi daha vahimdi. On

yedi sene mühendislik ve yöneticilik, on yıl

bakanlık yapmıştı ama ailesi kiradaydı. Bankada

parası, evi, arabası, yazlığı yoktu. Dünya

malı adına herhangi bir şeye sahip değildi.

Maaşını ayın birinde alır, on beşinde bitirir,

sonraki maaşına mahsuben Ziraat Bankası’ndaki

ek hesabından avans çekerek ayın

sonunu getirirdi. Kızları Maarif Kolejinde

üç sene aynı formayı giymişti. Etek boylarını

her sene anneleri söküp uzatır, ütülerdi

ama yine de çizgiler belli olurdu. Üçüncü

sınıftayken etekleri alttan üç yatay çizgiyle

pileli gibiydi. Evinde kendisine ait müstakil

bir odası hiç olmadı. Akşamları çalışması

gerektiğinde oğlunun odasını ödünç alırdı.

Bir gün öğleyin hava soğuk ve yağışlı iken

Sıhhiye’de kirada oturdukları Çelik Apartmanındaki

daireye yemeğe geldiğinde, Atatürk

Lisesi’nde okuyan oğlu Cahit’in, okuldan

dönerken ıslanmış ve üşümüş olduğunu

gördü. Anne telaşlandı. İki çocuğunu bebekken

yitirmiş olmanın korkusuyla oğlunun

saçlarını kuruladı, giysisini değiştirdi, sıcak,

limonlu bir nane kaynatıp getirdi. “Öğleden

sonra dersin var mı?” diye sordu. Cahit,

“Var.” deyince kaygılandı. Kocasına, “Tevfik,

çocuk üşütmüş, öksürüyor, hafif de ateşi var.

Bu halde yine yürüyerek okula giderse iyice

hastalanır. Acaba, seni Bakanlığa götürecek

olan makam aracıyla, okula bıraksanız…

Zaten okul, güzergâhınız üzerinde…” dedi.

Tevfik Bey, “Hayır Vasfiye’m, devletin arabasıyla

oğlumuzu bırakamayız. Arkadaşları nasıl

gidiyorsa o da öyle gidecek.” dedi. Tevfik

Bey, kul ve kamu hakkına karşı duyarlıydı.

Toz kadar bir hakkın üzerine geçmesini istemezdi.

Bu hassasiyetle yaşamıştı. Şimdi, tamamen

haksız yere kendisine iftira ediliyor,

suistimalle suçlanıyordu. Üstüne üstlük bir

duruşma sonra Yassıada’da, on beş yaşındaki

kızı Ayşe’yi gözaltına alıp hücreye attılar.

Genç kıza fenalık yapacaklar diye birkaç gün

gözüne uyku girmedi, çok üzüldü. Bütün

bunlar pankreas kanseri olarak bünyesinde

açığa çıktı.

Bir sabah, elli kelimeyi geçmeyecek şekilde

yazılmış ve hapishane idaresince açılarak

okunmuş, mühür basılmış mektubu açtı.

Karısı şöyle yazıyordu : “Sevgili Tevfik, dün

gece, Büyük Sevgili’nin huzurunda, önde

ben arkada melekler (kızlarını kastediyor)

ilk defa O’ndan bir şey istedik. Yarabbi, dedim,

bu Sen’in için pek küçük ama bizim için

pek büyük bir şey olacak. Bizi kavuştur da bu

hasreti artık dindir. Ben böyle deyince arkadan

Ayşe, “Öyle ya… Bu, kudretine de ağır

gelmez. Hem bu duamızı da kabul etmezsen

Sana bir daha dua etmeyeceğiz!”

Tevfik Bey, beyninden vurulmuşa döndü.

Hemen kaleme sarıldı, çizgili kâğıda şöyle

yazdı: “Ahh, melek Ayşe’m! Sıhhatli ve mesut

anlarımızda O’na hakkıyla şükredebildik

mi, musibet anında sitem ediyoruz? Ahh,

canım kızım benim! Senin o taze yüreğinde

böylesi bir isyanın patlamasına, burada

bulunmakla ben vesile oldum. Kendimi asla

affedemiyorum. Ama canım kızım, O’nun

verdiği nimetlerin bir zerresi için, ömrümüz

boyunca başımızın secdeden kalkmaması

icap eder. Aman kızım lütfen isyan etme.

O’nun sadece cemali vardır. Celal bildiğimiz

de lütuftur, unutma…”

Vasfiye Hanım bu satırları okuyunca,

cevabî mektubuna şöyle başladı : “Görüyorsun

ya Tevfik, sen, hep o âşığı olduğun Hazret-i

Mevlânâ gibi O’ndan gelen her şeyi sevdin.

Biz ise bazısından kurtulmak için dua

ediyoruz. İşte aramızdaki mertebe farkı bu.

Şevkin dâim olsun hayatım.”

Tevfik İleri’nin, eşi Vasfiye Hanım’a yazdığı

mektuplardan birkaç örnek sunuyorum:

14. 10.1936 Dellal

Öğleden sonra bir kamyonla Dellal’a

geldim. Altı saatte ancak gelebildim. Biraz

dinlendim ve işte sana bu satırları yazıyorum.

Birisiyle Erzurum’a gönderene kadar

da yazacağım. Biraz evvel hesap ettik, Elazığ’dan

Erzurum’a mektup ancak bir haftada

4

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!