«Belki Mohaç'tasavaşmadık, belkiEnver Paşa ileTürkistan'a kadargitmedik, belkiSuriye cephesinde,Yemen'de ülkemiziçin, toprağımıziçin kandökmedik... Lâkinbütün birgençliğimiz«milliyetçi»duygularla tarihimizinbütün noktalarından,yaşadığımızdünyanınbütün coğrafyalarınayayılmış,her ırktan herülkeden istiklâlve kurtuluşsavaşlarına kadaruzandı...»tarihimizin bütün noktalarından, yaşadığımız dünyanın bütün coğrafyalarınayayılmış, her ırktan, her ülkeden istiklâl ve kurtuluş savaşlarına kadaruzandı.Ho Chi Minh istediği kadar solcu olsun, bizim gözümüzde Amerika veFransa'ya, dolayısıyla batı emperyalizmine karşı mücadelesinde bizden biriydi.Bin Bella, üstelik müslüman kardeşimiz; bütün türkülerini dinledik.Cezayir hep kalbimizin bir köşesinde öylesine kımıldadı, durdu. Arap Birliği'nin büyük mucidi ve kahramanı Abdülmasır; her zaman dikkatimizi çekti.«Biz İslâm'dan önce de Mısırlıydık, ondan önce de firavunlarla vardık» sözleri,sanki bizlere «birşeyleri» hatırlatıyormuş gibi geldi. Ama Nasır, ülkesindekiislamcı hareketlere karşı son tavırlarında gözümüzden düşse de, bugünküOrta-Doğu haritasının en büyük müsebibiblerinden biri olarak, «milliyetçi»çizgi içinde hep konuşmalarımızda, tartışmalarımızda, yarı aptal,yarı bizden yerini aldı. Bütün Baas Hareketleri ve batıcı rejimlere kurbanoluşlarının hikâyelerinden ise hep korktuk. Biz de mi bu garip milliyetçilerindüştüğü fukara siyasî sistemlerin ve güdümlü ideolojilerin kurbanı olacaktık?Bu soruyu ne kadar sorduk. Enver Hoca, Titö, Çin vb. kendine has,kendi kendine yeten, dışarıya kapalı, her siyasî hareket, aslında biraz «milliyetçi»kokuyordu, ve anılmaya, sözü edilmeye değerdi. Ve bütün bu siyasîtavırlar bizim tezimizi destekliyordu. Tabii ki, türküleriyle, posterleriyle,marşlarıyla, şiirleriyle tuhaf ittifaklar çizgimizin içine girebilirlerdi.Fotoğraflarımıza kend dünyamızdan devam edelim: îttihatçılardaft, Ça.kırcalı Efe'ye, Hamidiye Zırhlısından Rauf Orbay'a.. Namık Kemal'den şimditercih sıramızda kaçıncı sırayı alacağı şüpheli M. Emin Yurdakul'a kadar,oradan Arif Nihat Asya'ya çizilen yolda hep bizim düşlerimiz, slaytlarımız,hayallerimiz doluydu. Belki bizim türkümüzü, sahiden ve erkekçe, günümüzünbüyük halk şâiri Abdurrahim Karakoç «hep bizden havalarla» söylüyordu,ve uzaktan uzağa ne kadar seviyorduk.. Bizler «milliyetçi» idik.Ülkesi için dövüşen, ülkesi için aç kalan, ülkesi için horlanan, hangi ırktan,hangi ülkeden olursa olsun, bizden biriydi. Biliyorduk ki, bir kültürün çocuklarıbaşka bir kültüne karşı tavırlarında, kendi kültürlerinin derinliğindeyatan temiz niyetlerle dolu olmalı ve samimiyetle uzanmalı, samimiyetlekucaklaşmalıydı... Zenci ırkçı hareketin en keskin lideri Marcus Garvey'in«Bizim tanrımız siyahtır» sözleri dahi, o zamanlar, bizim için; köleliği, baskıya,zulme bir başkaldırıyı ifâde ettiği için, biraz olsun
Gökalp'in «fert yok cemiyet var», «gözlerimi kaparım vazifemi yaparım»vs. gibi fikirlerini büyük heyecanla karşılamamız, diğer tarafta tarih şuurununoturtulması gayretleriyle yayımlanan Türklerin İslâmlaşması dönemineait kitapları okuduğumuzda yarıda kaldı. Fert ve cemiyet öylesine birbirinefeda edilecek şeyler miydi? Veyahut flertin vatanda bütünleşip yokolmasını,yani ferdin ortadan kalkacağı bir cemiyeti inançlarımızla bağdaştıramadık.İmam Maturidi'nin Ehl-i Sünnet akaidinin mutlak hürriyetle, insan hürriyetiylealâkalı iman bahsini teşkil eden hususları okudukça, zamanla büyük birayrılığın kapısına geldiğimizi düşünüyorduk. «Gözlerimi kaparım» bkyiti isebizi çok ürkütüyor, beyni ve yüreği alınmış, robotlu, otomat şeyleri hatırlatıyordu.Oysa ferdi ön plâna çıkaran Prens Sabahattin'den öte tek alternatifimizvardı, islâm telâkkisi.. îslâmın uygun gördüğü bir şahsiyet. Ve böyleliklebelki de garip bir dualizmin içine yuvarlanmıştık.Cemil Meriçln tercüme ettiği daha sonra Kültür Bakanlığı yayınlarındanKadir Günay* imzasıyla yayınlanan Uriel Heyd'in bizim için o ünlü kitabındagözümüzü kamaştıran, (beynimlizi karıştıran) bu dualizmi hadsafhaya çıkaran bazı şeylerin söylendiğini gördük.. «Gökalp vatanı tanrılaş.*tırıyor muydu?» Bu gerçekte doğru muydu? Gerçekte «milliyetçi» düşüncemiz,millî karakterin, millî şuurun iyice netleşmediği bir ortamda vatanı tanrılaştırmagibi tedayiHerde bulunabiliyordu, öyle olacak ki, Cemil Meric'ingayretleriyle de felsefî, kavramlar dünyasına giriyor, kelimelerin batıda oluştuğuideal formların kendisine gidiyorduk. Fert gerçekten ortadan kalkıyor,herşeyiyle pustlaşan bir cemiyet telâkkisi mi geliyordu? Bu dualizmin kapılarınıkırmak genç beynimizin sınırlarını aşıyordu. Lâkin, herşey «Türk MilletininBekası» içindir, diye izah edilen ideolojik bir sloganlar dünyasında,Herşey islâm içindir şeklinde bir düzeltime bize daha kolay, daha anlaşılır,daha «bizden» geliyordu. Gökalp'in vatanını «put» konumundan alıp, tevhidçizgilerine çekmeye çalıştık.Tabiî, bu bizi ister istemez, Yeni Mecmua'dan, Genç Kalemler'den Sırat-ıMustakim'e ve Sebilürreşad'a yavaş yavaş çekiyordu. Tarih çizgimiz kaymıyorlâkin daha zengin kaynaklara yöneliyordu. Bu İslamcı düşünceye yakınlığımızbir a/ile içinde annesine küsüp babasının kollarına koşan bir çocukgibi, anneden babaya, babadan anneye bugüne kadar devam etti. Hemen hatırlatmakisterim ki, son dönemde «milliyetçi» fikrin ifâdesini tamamen İslâmiyetkenalan bir bakış açısını (başkalarını bilmem) lâkin bizler; S. AhmetArvasi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç'la öğrendik. Milliyetçi düşünce ve kahramanlardanmüslüman dünyaya geçişimrale, bir köprü oldular diyebilirim.Gazali'yle, girdiğimiz bu ülkede Seyid Kutup'tan, Mevdudi'ye, MüslümanKardeşler'den günümüz Türkiye'sindıeki tarikatlara kadar birçok düşünce bütüntartışmalarımızda, konuşmalarımızda yerini aldı. Gözlerimiz büyüyordu.Fakat, müslüman pratiğin munis, kendinden geçmiş, ayağım, tırnağınıeski bir hamamda saatlerce karıştırır görüntüsü, bizlerin başkaldıran, kar-Şikoyan, direnen «milliyetçi» duygularanızla bağdaşmıyordu. Koşan, kavgaeden, hakkını söke söke alan millî bir karakterin ta kendileri olmaya dahaçok yakışıyorduk ve böyle bir karakter ruhumuza işlemişti.Gökalp'le çok şey öğrenmemize rağmen hiçbir zaman onunla bir bayramsabahının neşe ve canlılığıyla kucaklaşamadık. O nasıl İslâm'a hayran kalıpsaygtyla karşısında eğildiyse, bizde Gökalp'e hayran kalıp saygıyla karşısındaeğildik. Fakat hiçbir zaman onun lâiklikle çizdiği sının kabullenemedik.Ve bir gün, işaret parmağımızın üstüne orta parmağımızı getirerek «küs»dedik. Babamıza küser gibi.. Sonra kendimizi çok garip tartışmalarda bulduğumuzda oldu... Babanzâde Naim Efendi'nin hâlâ garipliğini koruyan kavmiyetçidüşüncelerinden, -M. Akif, acaba «millet» derken, Gökalp'in bahsettiğini«milletMen mi bahsediyor, yoksa îslâmiyetıte anlaşıldığı şekilde «ümmeti»mi kastediyor.- Şeklindeki tartışmalara kadar.(Gün gelip bir şeyhin dizine çökecektik, fakat «gök düşse mızraklarımızlatutarız» diyen bu şimşek sözlerle ifadesini bulan, bu hudutlara sığmayanbörteçinenin ruhunda hiç de dize gelecek «düze inecek» emareler görül-«Zenci ırkçı hareketinen keskinlideri MarcusGarvey'in 'Bizimtanrımız siyahtır'sözleri dahi, ozamanlar bizimiçin; köleliğe,baskıya, zulme birbaşkaldırıyı ifâdeettiği için, birazolsun 'hoş karşılanıyordu'*.