güzelliği <strong>ve</strong> düşünceyi anlamaya çalışırken, kendivarlığını oluşturan aklı, gönlü <strong>ve</strong> ruhu da anlamayaçalışır. Ahlakı <strong>ve</strong> erdemi anlamaya çalışırken,kendi insanlığını da anlamaya çalışır. Buaçıdan bakıldığında, felsefe hiç de pratik ilgilerdenarınmış değildir. Kişi, felsefe ile, bizzat kendiiçinde, kendi dünyasında olan bir şeyi anlamayaçalışır. Felsefenin seçkin sınıfa ait görülmesi, aslındagizli <strong>ve</strong> açık, hayatın onlara ait görülmesigibi bir anlama da ifade eder. Sıradan insanlar,ancak onlara hizmet etmede bir anlama <strong>ve</strong> yeresahip olabilirler. Oyun onların oyunu değildir,hayat onların hayatı değildir, trajedi onlarıntrajedisi değildir. Onlar, kendi hayatlarının bilebaşrol oyuncusu değillerdir. Efendi <strong>ve</strong> efendiyehizmet, onların tüm hayatını tanımlar. Her şeybir soyluluk, seçkinlik <strong>ve</strong> üstünlük anlayışı içindeortaya çıkar.İslam literatürü, hikmeti bir bağış, lütuf <strong>ve</strong>ihsan olarak görür. Kuran’da, hikmetten “<strong>ve</strong>rilen”bir şey olarak söz edilir <strong>ve</strong> “kendisine hikmet <strong>ve</strong>rilenkişiye çok şey <strong>ve</strong>rilmiştir” denir. Bu <strong>ve</strong>rilme,içinde çeşitli yiyeceklerin olduğu bir sepetin birden<strong>ve</strong>rilmesi gibi bir şey değildir. Ona kavuşmakiçin bir çabanın, isteğin <strong>ve</strong> gayretin de olması gerekir.Dolayısıyla, kapasite <strong>ve</strong> potansiyel yanındabu kapasiteyi işler hale getirebilmek, onu beslemek,beklemek, onun için çabalamak da gerekir.Bu nedenle hikmet herkese aynı şekilde <strong>ve</strong> aynıölçüde <strong>ve</strong>rilmez. Herkes, diğerlerinden farklıolarak kendi yolundan yürür <strong>ve</strong> kendi hikmetinekavuşur. Bu <strong>ve</strong>riliş biçiminde kişinin gayreti,duyarlığı da etkindir. Öte yandan hikmetintümüyle <strong>ve</strong>rilmesi diye bir şey söz konusu da değildir.Zira onun tamamı hakkında insan bilincininbir kavrayışı <strong>ve</strong> öngörüsü olamaz. Allahınhikmet sahibi olması, peygamberlerin hikmetsahibi olması, nihayetinde insanların hikmet sahibiolması, aynı şey değildir. İnsan, ancak kendikavrayış gücü oranında <strong>ve</strong> yine kendine açık olanyönleriyle onu bilebilir. Dilin <strong>ve</strong> algılama yetisininsınırları içinde bilebilir. Bazı yönler açık <strong>ve</strong>anlaşılabilir bir niteliktedir. Bu açık alanda, insannedenleri anlayabilir, sonuçları kavrayabilir.Bir hadiseyi açıklayabilir. Bilim, daha çok olgusaldünyanın, nedenlere bağlı bir şekilde nasıl oluştuğunuaçıklarken, kavranılabilir alana yönelir.Ama niçin <strong>ve</strong> nedir gibi sorular ortaya çıkınca,işin hikmeti de söz konusu olur. Bu bir bakımametafiziğin temelinde olan “ilk nedenler” <strong>ve</strong>“nihai amaçlar” gibi, metafizik sınırlar içindekalan, insanın nesnel bilmenin kurallarına bağlıolarak bilemeyeceği bir bilme çeşididir. Hikmetinfelsefe ile buluştuğu nokta da burasıdır. Bunokta tamamen felsefenin de alandır. Nedir <strong>ve</strong>niçin gibi sorularla, varoluşun anlamına sondajvurma çabası, öteden beri felsefenin en sık çalışmaalanlarından biridir. Bunu daha felsefeninkaynağında, “sorgulanmamış bir hayat yaşanmayadeğmez” diyen Sokrates’te görürüz. Felsefeninbir yönüyle İslam kültüründe hikmet olarak ifadebulması, felsefe kültürünün İslam kültürüne,İslam kültürünün de felsefe kültürüne uygunluğunugösterir.Hikmet, her ne kadar felsefenin karşılığıolarak kullanılmış olsa da, felsefe gibi seçkin <strong>ve</strong>entelektüel bir sınıfın değil, hemen her sınıftan,her milletten, her meslekten <strong>ve</strong> her yaştan kişininkullandığı, kullanabileceği, kendisiyle kendisiniifade edebileceği bir kavramdır. Bu yönüyle sağduyununsesi gibidir. Sağduyu, onun “<strong>ve</strong>rilen” birnitelik olma özelliği ile bağdaşır. Bu durumda,hikmet bir bilgi <strong>ve</strong> düşünce olmaktan çok, bilgi<strong>ve</strong> düşünceyi üretme yetisidir, “fıtrat”tır. Kişi,bu yeti sayesinde duygu, düşünce <strong>ve</strong> deneyimleriniifade edebilir. Bu anlamda felsefi bilgideki“uzmanlaşma” <strong>ve</strong> “filozofluk durumu”, hikmetteyoktur. Ona sahip olmak için seçkin <strong>ve</strong> soylu birkişi olmaya gerek yoktur, özgür bir kişi olmayada gerek yoktur. Ancak belirli tür bir arılığa, saflaşmaya<strong>ve</strong> yaşantıya gerek vardır. O daha çok,belirli bir şekilde yaşarken, belli bir duyarlılık sonucuelde edilen, kişiye “saf yaşantı”nın bir karşılığıolarak gelen bir niteliktir. Öncelikli amaç birvaroluş biçimi, bir ahlak <strong>ve</strong> doğrultu ortaya koyabilmektir.Bu saf yaşantının ürünü olarak hikmetgelir, kalbe dolar. Başta İbn Arabi, Mevlana<strong>ve</strong> Yunus Emre gibi sûfîlerin “gönlü arındırma”,“bir ayna gibi parlatma” <strong>ve</strong> onu “hikmete duyarlıhale getirme” anlayışı, hikmeti öncelikle bir“duyarlılık” haline getirir. Bu nedenle de “<strong>ve</strong>rilen”bir şeydir. Kişi bu arınmanın <strong>ve</strong> duyarlılığınbir ürünü olarak hikmete kavuşur. Halis yaşantı,hikmetten gelir <strong>ve</strong> hikmeti oluşturur.Buradan hareketle söyleyecek olursak, hikmetinortaya çıkışı, daha çok bir bağış <strong>ve</strong> bağlanışla34eylül-ekim-kasım2013
ilgili olduğu için, sosyal <strong>ve</strong> sınıfsal bir ayrıcalıkgerektirmez. Özgür <strong>ve</strong> soylu bir kişi hikmet sahibiolabileceği gibi, özgür <strong>ve</strong> soylu olamayan birkişi de hikmet sahibi olabilir. Burada bireyin sosyalsınıf <strong>ve</strong> statüsü değil, hikmete olan duyarlığı<strong>ve</strong> yatkınlığı dile gelir. Sözgelimi bir kişinin hikmetsahibi olabilmesi için soylu, zengin bir kişiolması gerekmez. Hikmet kişiyi seçer <strong>ve</strong> bulur.İnsanlar gündelik deneyimlerini, duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini“hikmetini anladım”, “her şeyin birhikmeti vardır” sözlerinde de olduğu gibi hikmetsözcüğü ile ifade ederler. Bu durumda, hikmet,bir yanıyla entelektüel yaşantı <strong>ve</strong> deneyimi ifadeederken, bir yanıyla da pratik yaşantıdaki zihinselaydınlanmayı dile getirir; bu şekilde sadeceözsel bilgiyi değil, erdemli yaşantıyı da ifadeeder. Bu nedenle hikmet temelli toplumlarıntefekkür <strong>ve</strong> düşünce gelenekleri praxis ile kaynaşmışdurumdadır. Pratik hayattan kopuk, saltbilmeye yönelik düşünce gelenekleri yoktur. Bukültür içinde, kişi bilerek yaşar, yaşayarak bilir.Bilgi <strong>ve</strong> düşünce hayattan çıkar, hayatı besler,yine hayata döner. Varoluş sırrı üzerine tefekkür,hikmetin beslenme kaynaklarından biridir.Kişi varlığın yaratılış hikmeti üzerine düşünerek,kendisi, içinde yaşadığı evren <strong>ve</strong> bütün bunlarıntanrısal irade ile ilgili bağıntıları konusunda derinbir kavrayışa erişir. Evreni estetik olarak algılayanbir bilincin, onu bilgi <strong>ve</strong> düşünce olarak dakavraması beklenir. Bu anlamda hikmet bir yönüyledoğa bilimi, bir yönüyle toplum bilimi, biryönüyle felsefe, bir yönüyle, sanat, bir yönüyleteknoloji, ama hepsinden önce ahlaktır. Bir duyarlık,bir sezgi, bir varlık <strong>ve</strong> varoluş bilincidir.Muhammed İkbal’in aklın <strong>ve</strong> gönlün, bilimin <strong>ve</strong>aklın birleştirilmesi görüşü, bu bilinçten gelenbir çağrıdır. Bu kavrayışın, yalnız insanın içindekalması hikmeti oluşturmaz. Onun söze dökülmesi,yazıya geçirilmesi, başkalarına ulaştırılmasıda gerekir. Ancak bu yazılı <strong>ve</strong> sözlü ifade biçimindedüşünce berraklaşır, görünür hale gelir.Dolayısıyla, sözün <strong>ve</strong> düşüncenin gerçek anlamdahikmet haline gelebilmesi için ifade edilmiş,başkalarına ulaşmış, başkalarının idrakiyle karşılamışolması da gerekir. “Kalemle yazmak” daöğretilen bir şey olarak, hikmetin zaman içindebirikmesine, başkasına ulaşmasına <strong>ve</strong> süreklilikgöstermesine aracılık eder. “Okuma” eylemininkonturlarından biri de kişinin kendisine ulaşanhikmeti okuması, anlaması, kendi benliğindetecrübe etmesidir. Bu durumda hikmet, bir kişininanladığıdır. Ama aynı zamanda başkalarınaulaşarak oları dönüştüren <strong>ve</strong> onlarının idrakindeçoğalandır da.Bu nedenle, hikmet, esas olarak her bir kişiyekendisini açması <strong>ve</strong> her bir kişinin bizzat görmesigereken bir şeydir. Toplu olarak gelmez, tümden<strong>ve</strong>rilmez. Aşama aşama, peyderpey gelir. Belilibir idrakte, belirli bir bilinçte ortaya çıkar, bellibir bilincin ürünüdür, belli bir bilince hitapeder, o bilinç üzerinden insanlığa ulaşır. Buradahiç kimse bir başkasının yerine görmez, birbaşkasının yerine bilmez, bir başkasının yerinedüşünmez. Aynı şekilde bu felsefede de böyledir.Felsefede de herkes kendi sorusunu sınar, kendicevabını <strong>ve</strong>rir. Hiçbir filozof bir başkası adınacevap <strong>ve</strong>rmez, kendi adına cevap <strong>ve</strong>rir. Hiç kimsenincevabı bir başkasının cevabının yerine geçmez.Soruyu bir kişinin cevaplamış olması, onudiğerleri adına da cevaplanmış kılmaz, soruyuortadan kaldırmaz. Dolayısıyla felsefe <strong>ve</strong> hikmet,her bir anda, her bir yaratılışta, her bir kişininbakışında kendini tazeleyen, yineleyen bir şeyolduğundan, tüketilip ortadan kaldırılamaz. Ohep orada, insanı hayrete düşürmeye, sormaya<strong>ve</strong> soruşturmaya devam eder. İnsan o kadar sorarsoruşturur, cevap <strong>ve</strong>rir, kitap yazar ama soruyuyine de bitiremez. Bu tüketilmeyen kaynak karşısındaancak şunu söyleyebilir: “Hikmetindensual olunmaz.” Bu ifade sormanın soruşturmanınyolunu kesen değil, açan niteliktedir. O, biryandan insan zihni açısından “bilinebilir” olanısormayı <strong>ve</strong> soruşturmayı önerirken bir yandan dayaratılıştaki sır unsuruna, gaip olana saygıyı ifadeeder; sorunun her bir açılışı, ifşası karşısında duyulanhayranlığı dile getirir.“Hikmetinden sual olunmaz” derken, insanınbilgi <strong>ve</strong> bilme yetisinin sınırlarına işaret edilir,yaratılışın insan idrakine kapalı “sır” öğesineişaret edilir. Buna göre yaratılış, bütün olarakinsanın kavrayabileceği bir nitelik göstermez.Hikmetinden sual olunmaz sözü, bir yandanhikmetin tam <strong>ve</strong> kesin olarak nihai anlamda bilinemeyeceğini,onun her bir anda, her bir bakıştavarlığın yeniden tazeleneceğini, farklı bir aşamayageçeceğini, bu nedenle yeniden keşfedilmesi35eylül-ekim-kasım2013
- Page 1 and 2: ÜÇ AYLIK KÜLTÜR ve SANAT DERGİ
- Page 3 and 4: Beş Şehir'in sırrıNAZIM PAYAMŞ
- Page 5 and 6: Kanallar değişiyordu. Su kesilmi
- Page 7 and 8: İHSAN FAZLIOĞLUile şehir ve kita
- Page 9 and 10: yazı kültürünün geliştiği, o
- Page 11: Çünkü kâğıt, dolayısıyla İ
- Page 16 and 17: ihtirası, çok ve çabuk kazanma a
- Page 18: Uzasan, göğe ersen,Cücesin şehi
- Page 21 and 22: önceleri hattatlar, sonraları mat
- Page 23 and 24: Nasıl ki, ziyarete gelen önce bin
- Page 25 and 26: İsim-şehirKÖKSAL ALVERŞehirler
- Page 27 and 28: SABAH SÖZLERİGün sona erişmişs
- Page 29 and 30: Kitap ve hikmet üzerineVEFA TAŞDE
- Page 31 and 32: ye başlamıştır. Thomas Aquinas,
- Page 33: Mutlak İstenci sevmektir. Dolayıs
- Page 37 and 38: Gökler bile dışımızda değilCE
- Page 39 and 40: tu. Burada bahsedilen göz, “ilah
- Page 41 and 42: dığında sakinliği insanı da sa
- Page 43 and 44: tüphanesi için: “Yeni Eflatuncu
- Page 45 and 46: Cami, Mekke, Medine, Tunus’taki Z
- Page 47 and 48: ham maddesi olan ketenin bulunduğu
- Page 49 and 50: Şimdi radyodan bir ses geliyor kul
- Page 51 and 52: Kimi zaman dile gelip aşkDudaktan
- Page 53 and 54: ŞAİRİN/ ŞİİRİNGAYRİRESMİ T
- Page 56 and 57: Şehir, medeniyet ve kitapD. MEHMET
- Page 58: Fethedilmeyen İstanbul: PeraBEYHAN
- Page 61 and 62: Turbo TimaPERVİN (AZERBAYCAN)çev.
- Page 63 and 64: diği için Turbo Tima çok heyecan
- Page 65 and 66: İKİ AYRINasıl mı diyorsun?Yüre
- Page 67 and 68: man olur bilemiyorum.” diyerek bi
- Page 69 and 70: si’ndeki medreseye geldiler. Bir
- Page 71 and 72: Ne zamandır onu aradık, yandık y
- Page 73 and 74: dilinin gelişip zenginleşmesinin
- Page 75 and 76: iri olmalı burası.Evet, “Şehri
- Page 77 and 78: ZAMANI GELDİGönlümde yeşeren go
- Page 79 and 80: hayrülhalef üç tane aslan gibi e
- Page 81 and 82: Soldan sağa: Mustafa Yalçın, Öm
- Page 83 and 84: Şehrimizde yeni kitaplarM. NACİ O
- Page 85 and 86:
Bizim şehir*MAHİR ADIBEŞ"... ins
- Page 87 and 88:
eğilecek olanlara ışık tutsun d
- Page 89 and 90:
ebiliyoruz. Bir de o günleri hiç
- Page 91 and 92:
"Harput'a adanmış bir ömür"İsh
- Page 93 and 94:
21. Hazar Şiir Akşamlarının ard
- Page 95 and 96:
YELİZ ÖZTÜRKBirleyerek OluşmakF