20.02.2017 Views

William_Golding_Sineklerin_Tanr_s_e_opt

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Futbol topları büyüklüğünde lifli topraklar, arka arkaya gümleyerek yere düştü, Roger ’e<br />

hiç değmeden. Roger, ucuza kurtulduğunu düşünmedi; önce hindistancevizlerine, sonra Henry’ye,<br />

sonra gene hindistancevizlerine baktı.<br />

Hindistancevizi ağaçlarının altı, yüksekçe bir kumsaldı. Yüzyıllar boyunca devrilip devrilip gene<br />

çıkan ağaçların kökleri, eskiden başka bir kıyının kumlarında bulunan taşları söküp ortaya çıkarmıştı<br />

burada. Roger eğilip bir taş seçti; nişan aldı, Henry’ye attı; ama ona değmemek için nişan<br />

almıştı.<br />

Zaman kavramının saçmalığını simgeleyen bu taş, Henry’nin beş yarda sağından fırladı, suya düştü.<br />

Roger, bir avuç taş topladı, atmaya başladı. Gel gelelim, Henry’nin çevresinde, çapı belki altı yarda<br />

olan bir alan vardı ki, oraya taş atmayı göze alamıyordu. Roger ’in eski yaşantısına bağlı ve<br />

gözle görülmediği halde henüz güçlü kalan kesin yasaklar, bu alanda egemendi. Analar babalar,<br />

okullar, polisler, yasalar, çömelen küçüğü korumaktaydı. Roger ’in varlığından haberi olmayan, yıkılıp<br />

giden bir uygarlık, Roger’in kolunu koşullandırıyordu hâlâ.<br />

Henry, plof plof diye suya düşen taşların sesini duyunca, şaştı. Uğraştığı sessiz saydam<br />

yaratıklardan vazgeçip, bir av köpeği gibi kıpırdamadan durdu, çevresinde halka halka yayılan sulara<br />

baktı. Taşlar bir bu yana, bir o yana düşüyordu. Henry, taşın düştüğü yana dönüyordu uysal uysal; ama<br />

hep geç kalıyor, taşı düşmeden önce göremiyordu. Sonunda, taşlardan birini havada görüp, güldü; ona<br />

şaka yapan arkadaşı aradı gözleriyle. Ama Roger, hindistancevizi ağacının arkasına sıçrayıvermişti<br />

gene. Gövdeye yaslanmış, soluk soluğa nefes alıyordu; gözkapakları titriyordu. Henry, taşlarla<br />

ilgilenmez oldu, uzaklaştı oradan.<br />

“Roger.”<br />

Jack, aşağı yukarı on yarda uzakta, bir ağacın altındaydı. Gözlerini açıp onu gören Roger ’in koyu<br />

esmer yüzünü, daha da karanlık bir gölge kaplar gibi oldu. Ama Jack, hiçbir şeyin farkına varmamıştı.<br />

Heyecanla el salladı, sabırsızlanarak Roger’i çağırdı. Roger, Jack’ın yanına gitti.<br />

Irmağın ucunda bir havuz vardı. Kumdan bir setle kapanmış, nilüferler ve iğne gibi incecik<br />

kamışlarla dolu, küçük bir göldü bu. Eric ile Sam, bir de Bill, orada bekliyorlardı. Güneşten kendini<br />

koruyan Jack, havuzun kenarında diz çöktü, ellerinde taşıdığı iki kocaman yaprağı açtı. Bu yaprakların<br />

birinde beyaz, ötekinde de kırmızı balçık vardı. Bunların yanında da ateşten getirilen bir kömür<br />

parçası.<br />

Jack, bir yandan çalışıyor, bir yandan da Roger’e açıklıyordu:<br />

“Kokumu almıyorlar. Beni görüyorlar galiba. Ağaçların altında pembe bir şey olarak.”<br />

Balçığı yüzüne sürdü:<br />

“Biraz da yeşilim olsaydı!”<br />

Yarı gizlenmiş yüzünü Roger ’e doğru çevirdi. Roger ’in anlamadığı bakışından belli olduğu için<br />

gene açıkladı:<br />

“Ava gitmek için. Savaşta gibi. Bilirsin ya... Yanıltmak için boyanmak. Hani bir şeyin başka bir şeye<br />

benzemesini isterler...”<br />

Ne demek istediğini anlatmak için kıvrandı:<br />

57

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!