de çok zor olduğu bilinerek üstünde durulmalıdır.Ayrıca eğer, “Akıl”ın yok edilmesi gereken birdüşman olduğu düşüncesi, son derece tehlikeliise, bu akılcılığı eleştirel bir sorgulamaya tabi tutmakbizi akıldışılığa götürme riskini içerir demekteaynı derecede tehlikelidir. lrkçılığın, “SosyalDarwinizm’in parlak akılcılığını temel alarakbiçimlendiğini -ve bunu akılcılığı eleştirmek içindeğil, belirsizlikleri göstermek için söylüyorumveNazizmin en dayanıklı ve güçlü katkı malzemesinioluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu birakıldışılık idi ama öyle bir akıldışılık ki, aynı zamanda,sonunda akılcılığın bir biçimi oldu.İçinde bulunduğumuz ve mücadele etmemiz gerekendurum bu.P.R.: Bütün bunlardan sonra siz Habermas gibi birinekıyasla tarihselcilikten ve tarihe göndermelerdendaha az korkuyorsunuz. Mimarlıkta, çağdaş<strong>mimarlığı</strong> terk edip uçarı dekorasyon ve işlemeleredönecek olursak uygarlığı terk etmiş oluruz,diye iddia eden modernizmin savunucuları tarafındanbu konu, sanki uygarlığın bir krizi gibikonuluyor. Öte yandan kimi post-modernistler detarihe göndermelerin kendi başlarına da anlamlıolduklarını ve bizi aşırı akılcı bir dünyanın tehlikelerindenkoruduklarını ileri sürüyorlar.M.F.: Sorunuzu yanıtlamasa da şunu söyleyeceğim:Bir geri dönüş olduğu iddia edilen her şeybütünüyle ve mutlak olarak şüphe ile karşılanmalıdır.Bunun bir nedeni mantıksal; aslında geridönüş diye bir şey yoktur. Tarih ve titiz ilgilerintarihe uygulanması bu geri dönüş teması karşısındakien iyi savunmalardan biridir. Benim açımdandeliliğin tarihi ya da cezaevi çalışmaları tam bubiçimde yapılmıştı, insanların bugünü eleştirebilecekleriama “Ah o delilerin yaşadığı onsekizinciyüzyıldaki güzel günlere dönelim…” ya da“Cezaevlerinin birincil araçlar olmadığı günleregeri dönelim…” demelerine olanak vermeyen birbiçimde. Hayır, sanırım tarih bizi bu tür bir geridönüş ideolojisinden korur.Geri dönüş ideolojisine kesin bir biçimde karşıkoyacak doğru bir tarih kullanımının ya da tarihiçianalizin -pek o kadar- açık seçik yapılmadığıdüşüncesindeyim. Örneğin Avrupa’daki köylü mimarisiüzerine yapılacak iyi bir çalışma, küçük, otdamlı tek eve geri dönme isteğinin bütün anlamsızlığınıortaya koyacaktır. Tarih bizi tarihselciliktenkoruyacaktır, şimdinin sorunlarını çözmekiçin geçmişe bakan tarihselcilikten.P.R.: Özellikle mimarlar, bir kurumsal yapıyı;örneğin bir hastaneyi, bir okulu, disiplin ediciişlevleri açısından çözümleyecek olduklarındaöncelikle duvarlarına bakarlar. Bu onların tasarladıklarışeydir. Sizin yaklaşımınız mimarlık yerinedaha çok, mekân ile ilişkili; yani fiziksel duvarlaro kurumun yalnızca bir yönü. Bu iki yaklaşımıbina ile mekân arasındaki farkı siz nasıl karakterizeedersiniz?M.F.: Sanırım yöntem ve yaklaşım açısından farkvar. Yapabildiğim sınırlı çözümlemede çıkarttığım,<strong>mimarlığı</strong>n sadece bir taşıyıcı öğe olarak,mekâna belli sayıda insan tahsisini sağlayan, dolaşımlarınıyönlendiren ve aynı zamanda karşılıklıilişkilerini kodlayan bir pratik olduğu, dolayısıylasadece mekân içinde varlığı söz konusu olan biröğe olmak yerine bir toplumsal ilişkiler alanınabelli etkiler yaratmak üzere olan bir uğraşı.Örneğin, Ortaçağların arkeolojisi üzerine çalışanbir tarihçi biliyorum. Ortaçağlardaki ev mimarisindebacanın sorunları ile uğraşıyor. Sanırımkendisi belli bir anda bacayı evin içinde inşa etmeolanağının bulunduğunu ortaya koyma sürecinde-sadece açık bir oda ya da evin dışında bir bacadeğil, o anda herşeyin değişmesine, kişilerarasıilişkilerin oluşmasına olanak veren bir ocakla beraberbaca. Bunlar bana çok ilginç geliyor amaonun bir makalede ortaya koyduğu sonuç, düşüncelerve fikirler tarihinin hiçbir yararı olmadığı idi.İlgi çekici olan bu ikisinin kesinlikle ayrılamaz oldukları.Neden insanlar bacayı evin içine almakiçin o kadar uğraştılar? Ya da neden sahip olduklarıtekniklerini böyle bir amaç için kullandılar?Ve teknikler tarihinde bunların uygulamaya konulmasıyıllar hatta yüzyıllar aldı. Şurası kesin veçok önemli ki, bu teknik insan ilişkileri üzerindebiçimleyici bir etkiye sahipti, ama insan ilişkilerinio yöne iten bir stratejinin oyun içinde olmadığınıdüşünmek olanaksız. Her zaman ilginç olan, birbiriylebağlantı, hiçbir zaman anlamlı olmayan,bunun buna üstünlüğü.P.R.: Hem mekânda hem de toplumsal yaşamdakiinsanlararası ilişkileri betimleyen hiyerarşik piramitile yapının asıl planı -sonradan duvar, pencereolanları gösteren aynı söylem biçiminde midir?M.F.: Sanırım birkaç basit ve istisnai örnekteki mimariaraç az ya da çok vurgulama ile toplumsalhiyerarşiyi yineler. Askeri kamp örneğinde orduiçindeki hiyerarşi, her rütbeye ayrılan çadırların,yapıların yerleri ile doğrudan toprak üzerindedosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>17
okunur. Bir erke dayalı hiyerarşi doğrudan mimarlıkaracılığı ile yeniden üretilir, fakat bu her askerişeydeki gibi -toplumda ayrıcalıklı ve son derecebasit- istisnai bir örnektir.P.R.: Ama kendi başına plan her zaman, güç ilişkilerininifadesi değildir.M.F.: Hayır. Şansımıza insan imgelemi için erkilişkileri bir plandakinden daha karışık.P.R.: Biliyoruz ki, mimarlık bir değişmez değil;değişen fikirlerden, sistemlerden, değişik kurallardanoluşan uzunca bir geleneğe sahip. Mimarlığınbilgisi kısmen mesleğin tarihi, kısmen yapım bilimininevrimi, kısmen de estetik kuramlarınınyeniden yazımından oluşuyor. Bu bilgi biçimininözelliği sizce nedir? Bir doğa bilimi gibi mi, yoksa“belirsiz bilim” dediğiniz gibi bir şey mi?dipNotlar1Bu yazı ilk olarak Mimarlık Dergisinin1984-07-08 (205-206) sayısında yayınlanmıştır.Bkz. Mimarlık 84/7-8, s.12-172Foucault’nun bu söyleşisinin tamamını ve20. Yüzyılın önemli düşünürlerinin mimarlıkile ilgili düşüncelerini okumak için bkz. Leach,Neil (der.) Rethinking Architecture, London:Routledge, ([1997] 2002).3Michel Foucault ile Antropolog PaulRabinow 'un <strong>mimarlığı</strong>n siyasal örgütlenme vetoplumsal ilişkilerindeki rolü üzerine konuşmalarınınyer aldığı bu söyleşi, Skyline Dergisinin Mart1982 sayısında yayınlanmış olan İngilizce metindenbazı bölümleri alınarak çevrilmiştir.M.F.: Bu kesin ve kesin olmayan bilimlerarasıayrımının önemsiz olduğunu söyleyemem -busoruyu atlatmak olur ama beni daha çok ilgilendirenYunanlıların techne dedikleri, yani bilinçliamacın yönlendirdiği pratik akılcılık üzerine yoğunlaşmak.Sürekli, “Yönetim pozitif bilimin konusuolabilir mi?” sorusunu sormak da anlamlı mıbilmiyorum. Öte yandan, eğer mimarlık, yönetimpratiği, diğer toplumsal örgütlenme biçimlerininpratiği gibi bir techne olarak ele alınırsa ve bundafizik, istatistik gibi bilimlerin öğeleri kullanılırsailgi çekici olur. Fakat eğer mimarlık tarihi yapılacaksabence bu da temel bilimlerin ya da toplumbilimlerin tarihi gibi olmak yerine, techne’nin geneltarihi gibi olmalı. Bu techne sözcüğünün handikapı,çok özgül bir anlamı olan “teknoloji”yeçok dar bir anlam veriliyor, ahşap teknolojisi,ateş teknolojisi, elektrik teknolojisi anlaşılıyor.Oysa yönetim de teknolojinin bir işlevi, bireylerinyönetimi, ruhların yönetimi, kendi kendininyönetimi, ailelerin yönetimi, çocukların yönetimivs. Eğer mimarlık tarihi genel techne tarihi içineyerleştirilebilirse temel bilimlerle toplumbilimlerkarşılaşmasından çok daha ilgi çekici bir yönlendiricikavrama sahip olur.18dosya <strong>mimarlığı</strong> <strong>“sosyolojik</strong> <strong>olarak”</strong> <strong>anlamak</strong>