Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
O koyaktan bu küçük tepeye, su izine rastlarım umuduyla, güçlükle inmişti. Karşısında büyük tuz çölü ve<br />
uzaklarda nemin varlığına işaret eden hiçbir bitkinin ya da ağacın olmadığı vahşi dağlar uzanıyordu. Tüm<br />
bu uçsuz bucaksız bölgede hiçbir umut ışığı yoktu. Kuzeye, doğuya ve batıya çılgınca ve şüpheyle baktı,<br />
ardından yolculuğunun sonuna geldiğini, nihayet o kıraç, sarp ve kayalık cehennemin kendisine mezar<br />
olacağını düşündü. “Ha yirmi yıl sonra kuş tüyünden bir yatakta ya da burada ölmüşüm, ne çıkar,” diye<br />
mırıldandı, iri bir kaya parçasının gölgesine sığınarak.<br />
Oturmadan önce tüfeğini bıraktı ve sağ omzunun üzerinde taşıdığı gri bir şala bağlı bohçasını yere<br />
indirmeye çalıştı. Bohçası, taşımaya gücünün yetmeyeceği kadar ağır gözüküyordu. Çünkü, bohçayı tam<br />
yere koyacakken, bohça elinden kaydı ve sert bir şekilde düştü. O anda gri bohçadan bir inilti duyuldu ve<br />
içinden koyu kahverengi gözlü, yanakları gamzeli, küçük ve korkmuş bir yüz göründü.<br />
Çocuk, “Canımı acıttın!” dedi sitem dolu bir ses tonuyla.<br />
“Canını isteyerek yakmadım, dedi adam büyük bir üzüntüyle.” Konuşurken bohçayı çözdü ve bohçanın<br />
içinden zarif ayakkabıları ve ketenden küçük bir önlüğü olan; pembe güzel elbisesi, bir annenin özenli<br />
bakımına işaret eden, beş yaşlarında, güzel küçük bir kız çıktı. Çocuk uzun yolculuktan dolayı aşırı<br />
derecede yorgun düşmüştü ama, sağlıklı kolları, yol arkadaşından daha az ıstırap çektiğini gösteriyordu.<br />
Adam, “Şimdi nasılsın?” diye sordu. Çünkü küçük kız hâlâ başının arka tarafını örten altın rengindeki<br />
kıvırcık saçlarını ovuyordu.<br />
“Öp de geçsin,” dedi büyük bir ciddiyetle, acıyan yeri göstererek. “Annem öyle yapardı. Annem<br />
nerede?”<br />
“Annen gitti. Fakat, merak etme çok geçmeden ona kavuşacaksın.”<br />
“Gitti demek!” dedi küçük kız. “Hoşça kal dememiş olması tuhaf; halamlara çaya giderken her zaman<br />
hoşça kal derdi. Onu görmeyeli üç gün oluyor. Hava korkunç sıcak, değil mi? Suyumuz ya da yiyecek bir<br />
şeyimiz yok mu?”<br />
“Hayır, tatlım, hiçbir şeyimiz yok. Bir süre daha sabretmek zorundasın, sonra her şey düzelecek. Başını<br />
göğsüme yasla, o zaman kendini daha iyi hissedersin. İnsanın, dudakları kurumuşken konuşmak kolay<br />
değildir ama sanırım sana her şeyi açıklayacağım. Elindekiler de nedir?”<br />
“Güzel şeyler! Hoş şeyler!” diye bağırdı çocuk neşeyle, elinde iki küçük parıltılı mika taşı tutarak. “Eve<br />
geri döndüğümüzde bunları kardeşim Bob’a vereceğim.”<br />
“Çok yakında daha güzel şeyler göreceksin,” dedi adam kendinden emin bir şekilde. “Yalnızca biraz<br />
bekle. Söyle bakalım, - ırmağın kenarından ayrıldığımız zamanı hatırlıyor musun?”<br />
“Oh, evet.”<br />
“Hani demiştim ya, karşımıza çok geçmeden başka bir ırmak çıkacak demiştim. Ama bir şeyler ters<br />
gitti; pusulalar, haritalar ya da herhangi bir şey bizi yanıltmış olabilir ve nehre ulaşamadık. Suyumuz bitti.<br />
Senin için bir damla su kaldı kalmasına ama - ama -”<br />
“Ama yüzümüzü yıkayacak suyumuz kalmadı,” diye sözünü kesti küçük kız, adamın ümitsiz yüzüne<br />
bakarak.<br />
“Hayır, içecek suyumuz kalmadı. İlk ölen Bay Bender oldu, onu <strong>Kızıl</strong>derili Pete, Bayan Mcgregor,<br />
Johnny Hones ve annen takip etti, yavrum.”