17.09.2014 Views

ELMA DENİZ KARAKURT

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

S a y f a | 38<br />

görmüş birisi falan değildi. Diğerleri artık korkudan ormanın derinliklerine bakmaya<br />

çekiniyorlardı, belki de bundan sonra ormanlara girerken hep ürkeceklerdi.<br />

Koruluk<br />

Külük, elindeki eski bıçakla çevredeki çalıları kesip biriktiriyor, bir ipe bağlıyor ve<br />

sürükleyerek daha ileriye gidiyordu. Bu çalıları küçük demetler hâlinde bağlayıp süpürge<br />

yapacaklardı. Bir bağlam 48 da komşusu Ulya Nene’ye verecekti. Yaşlı, güçsüz bir kadındı ve<br />

evinde tek başına yaşıyordu. Geri kalanını ise satacaktı. Bu süpürge çalılarını iki üç yıldır mevsimi<br />

geldiğinde toplar, bağlar sonra da satardı.<br />

İşte şurada bir çalı daha gözüne ilişti. İyi çalı vardı bu yıl. Sevinçten yerinde duramıyordu,<br />

en az üç dört gün daha gelirdi buralara. Akşam hepsini ayıracak saplarını yontacaktı bu dikenli<br />

bitkilerin, sonra da keten iplerle bağlayacaktı. Kapıların önünü temizlemekte bire birdi bu sırsıl<br />

çalılar. Kullanırken, kuruyup yaprakları döküldükten sonra daha kullanışlı oluyorlardı.<br />

Avullarında 49 hemen herkeste bulunurdu bunlardan. İşte bu çalkı 50 yapma işi, Külük’ün yazın en<br />

büyük uğraşını oluşturuyordu çünkü para kazanıyordu.<br />

O gün akşama kadar çalı kesti. Sonra oturup çantasından çıkardığı kavuttan 51 yedi. İleride<br />

kendiliğinden oluşmuş bir gelincik tarlası vardı, içi siyah beneklerle süslü al bir örtüye benzeyen<br />

engin bir kilim gibiydi. Tarlanın içine girerek koşmaya başladı, narin ve nazik zarsı gelincik<br />

yaprakları koparak esintiyle birlikte havalanıyorlardı. Gelinciklerin aralarına yayılmış olan<br />

karahindibaların kömeçlerinden etrafa dağılıp uçuşmaya başlayan ve kapçıklarını taşıyan havlı<br />

tüyler de dönenerek düşsel bir dünyanın içine çekiyordu çocuğu. Deli gibi koşturup duruyordu<br />

tarlanın içerisinde, sonra yorulup kendisini çiçeklerin arasına attı. Tam tepesinin üzerinde<br />

gökyüzünün ocağı tüm dünyayı ısıtıyordu, bu ocak gitgide kızışacaktı bir iki ay içerisinde ve tüm<br />

bu tarlaları yakıp kavuracaktı, sapsarı kesilecekti buraları. Sonra şu görünen kavak ağaçlarının o<br />

yumuşacık yün gibi pamuksu tüyleri saçılacaktı her yana. Biriktirir topak topak tepe gibi yığar<br />

yakarlardı o tüyleri, birden parlayıverip sonra sönerdi. İleride, uçları topuzlu uzun kırbaçlar gibi<br />

sığırkuyrukları bitmişti tarlanın kıyısında. Daha ötedeki tozlu yolun yanındaysa öbek öbek dikenli<br />

kangallar 52 çiçek açmıştı. “Biraz dinleneyim de hele, soyar yerim,” dedi kendi kendine. Kangalı<br />

çok severdi ama fazla yedi mi dokunurdu. Yan dönüp ellerini başının altına aldı, gözleri ağır ağır<br />

kapandı. Uyuya kaldı.<br />

Gözlerini açtığında hava çoktan kararmıştı. Göz kapaklarını kırpıştırarak etrafına bakındı,<br />

nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir düşün içerisine mi uyanmıştı, anlayamıyordu. Sonra<br />

anımsadı, gelincik tarlasındaydı. Ayağa kalktı, tarladan çıkıp çalılarını buldu. Biraz ileride yerde<br />

48 Bağlam: Demet, deste.<br />

49 Avul: Köy.<br />

50 Çalkı (Çalgı): Çalılardan yapılan süpürge.<br />

51 Kavut: Öğütülmüş, şeker katılmış buğday kavurması.<br />

52 Kangal: Mevsimi uygun olduğunda soyulup yenebilen dikenli bir bitki.<br />

D e n i z K a r a k u r t<br />

<strong>ELMA</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!