You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
S a y f a | 59<br />
dalları sallanıyor, yaprakları dökülüyordu. Sallanırken bir açılıp bir kapanan dalların arasından<br />
kımıldayan birşey gördü. Sonra bir kere daha gördü ama tırmanmayı sürdürdü. Karşısında,<br />
dalların arkasında hareket eden birşey vardı. Ama henüz anlayamıyordu ne olduğunu. Korkuları<br />
somutlaşıp, vücut bulup karşısına çıkıyordu galiba zihninin en derin dehlizlerinden.<br />
Zirveye ulaştığında Güneş doğuyordu. Kendisine söylenen zamanlama doğruydu ve çok<br />
geçmeden gözleri aradığı şeye ilişti. Elma oradaydı. Basit, sıradan bir elmaydı. Böyle düşünürken<br />
tam o anda üzerine değen ilk ışıkla birlikte elmanın renginin kırmızıya döndüğünü gördü. Bu bir<br />
ışık oyunu değildi, kesinlikle görmüştü. Elma göz açıp kapayacak kadar kısa bir sürede tamamıyla<br />
kızarıvermişti bir anda. Görmüştü. Ama meyveler ağır ağır olgunlaşıp gerçek renklerini yavaş<br />
yavaş uzunca bir zaman dilimi içerisinde bulurlardı. Böyle birden bire değil… Yoksa beyni<br />
kendisine bir oyun mu oynuyordu bu gece? Bir rüyanın içinde gibiydi. Belki de öyleydi.<br />
Uykusuzluğun ve uykuya karşı verilen uzun ve yoğun bir mücâdelenin ardından başına ateş<br />
basıyor, gözlerinin içi yanıyordu. Dünyaya bir merceğin ardından bakıyor gibiydi. Bu durum,<br />
görüntüler eğilip bükülüyormuş izlenimi bırakıyordu algısında. Sonra kafasını karşısındaki asıl<br />
soruna çevirdi. Homurtuyu ve esintiyi ve daha da ötesi sıcak bir soluğu yüzünde duyumsuyordu<br />
artık. Gerçek olabilir miydi böyle birşey? Zihninin bir yanılsaması mıydı bütün bu olanlar? Ne işi<br />
vardı burada? Niye, ne amaçla geldiğini bile unutmuştu artık. Bütün bunlar bir düş mü, yoksa<br />
geçek miydi? İkisi arasındaki sınırın bulanıklaştığını duyumsadı. Bu düşsel ıssızlığın içinde<br />
yalnızdı. Homurtu tiz bir çığlığa dönüştü.<br />
***<br />
Öğlene doğru Güneş, ateşin içinde kızıp çatlamaya gelmiş, akkorlaşmış iri bir taş gibi<br />
çevresine yaydığı ısıyla her yanı kavururken ormanın kıyısında birisi belirdi. Burada ağaçlar iyice<br />
seyrelmişti, sağda solda ufak tefek çalılıklar göze çarpıyordu. Biraz ileride alaca renkli iri bir<br />
tavşan koşarken aniden durup uzun kulaklarını dikip çevreyi dinledi, sonra tekrar sıçrayarak<br />
geniş yeşil yaprakları olan bir bitkinin arasına girip kayboldu. Ötedeki bir dağın yamacındaysa<br />
artık neredeyse bir adam boyuna varmış olan otlar hışırdayarak bir gölün yüzeyi gibi<br />
dalgalanıyordu. Yemyeşil bir göl gibi… Masmavi gökyüzünün alt kesimlerinde birkaç bulut,<br />
kumaşın üzerine dökülmüş bir iki damla mürekkep lekesini andırıyordu. Üç beş tane sığırcık<br />
oldukça alçaktan uçarak gidiyorlardı; kendi hâllerinde, acelesi olmayan, ücra yerlerde yürüyen<br />
birkaç yolcu gibiydiler. Aniden bir atmaca belirdi, hızlanarak kaçmaya çalışan kuşların üzerine<br />
doğru süzüldü. Nereden çıktığı, nereden geldiği belli bile olmadan, içlerinden bir tanesine<br />
tırnaklarını geçirerek aşağıya doğru inişe geçti, birkaç taştan oluşan yığıntının üzerine kondu.<br />
Üst kısımlarında bir ağaçkakanın ritmik tıkırtılarla kabuğunda delik açıp içindeki böcekleri<br />
yediği, kollarını sevgilisine doğru uzatan biri gibi dallarını açmış, rüzgârsız havada yaprakları<br />
kıpırtısız duran bir kayın ağacının dibinde toynaklarıyla hafifçe yeri eşeleyen kapkara bir at<br />
beklemekteydi. Sırtında çok sağlam ve sade bir koşum takımı vardı. Kaslı bacakları, uzun<br />
taranmış yeleleri, örülüp bağlanmış kuyruğu, süslü bileklikleriyle bakımlı bir hayvan olduğu her<br />
D e n i z K a r a k u r t<br />
<strong>ELMA</strong>