17.09.2014 Views

ELMA DENİZ KARAKURT

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

S a y f a | 87<br />

Zaman susmuş, yalnızca duyuluyordu,<br />

Ahenkli yürek atışları evrenin.<br />

Keskin bir gül kokusu fışkırıyordu,<br />

Kesilmiş atardamarından gecenin.<br />

“İçerisi nasıl aydınlanıyor?” diye düşündü kendi kendine, tamamen kapalı bir mekân gibi<br />

gözüküyordu burası. Geldiği tünelden zaten ışık girmesi mümkün değildi. Yukarılara, çok<br />

yüksekteki kayalık tavana baktı gayrı ihtiyari. Birer su oluğu büyüklüğündeki küçük deliklerden<br />

ışık süzülüyordu içeriye. Sadece ışık. Ne kadar yukarıya kadar çıkıyordu bu ışık olukları<br />

bilemezdi, belki de arkadaki dağların yüksek bir bölgesine kadar. Işık oluklardan doluyordu<br />

buraya; bu mağara da içine çekiyor, soğuruyordu 171 ışığı, çorak toprağın suyu emdiği gibi.<br />

Çevrede türlü türlü başka meyve ağaçları görünüyordu. Ve o güne kadar hiç görmediği,<br />

bilmediği daha pek çok çeşit ağaç, hepsi yan yanaydı ve akıl sır ermez bir şekilde bu aynı iklimin<br />

içinde birlikte büyüyebiliyorlardı. Belki de ortam şartları sürekli aynı kaldığı, hiç değişmediği için<br />

mümkün olabiliyordu bu. Tomurcuklanmış, çiçeğe durmuş ağaçlar meyve vermiş olanlarla yan<br />

yana, onlar da yemişleri olgunlaşmış diğerleriyle kucak kucağaydı. Kim bilir ne kadar emek<br />

verilmiş olmalıydı burasını bu hâle getirebilmek için. İşte dışarıda gördükleri güvercinler de<br />

buradan, az önce gelmiş olduğu tünele geçiyorlar oradan da dışarıya çıkıyorlardı. Ak üzerine gök<br />

renkli bu kuşların birkaç tanesi ileride, bahçenin ortalarındaki büyükçe bir zeytin ağacının<br />

dallarına kondular. Bu görkemli sivri yapraklı ağacın dallarını zeytinler taramıştı 172 .<br />

Neden sonra bu büyük bahçenin başka bir köşesinde çıkış gördüğünde burada bulunuş<br />

amacını anımsadı. Eğer o kapıyı görmese sanki sonsuza dek burada kalacakmışçasına<br />

kendisinden geçmişti. Kendi kendine kızdı, gezmeye gelmemişti. O tarafa yönelerek bir süre<br />

yürüdükten sonra dışarıya çıktı; uzun bir koridoru geçti, duvarlara sağlı sollu meşaleler dizilmişti<br />

belirli aralıklarla. Kaya yontularak düzleştirilip bir duvar görünümü verilmiş, üzerlerine çeşitli<br />

hayvan figürleri kazınmıştı. Bir tanesinde koca bir öküze elindeki mızrakla saldıran bir savaşçı<br />

betimleniyordu. Bu resimler sanki yüzlerce yıldır buradaymış gibi eskiydiler. Bir başka resimde<br />

ise başı iri, kocaman gövdesinin önü arkaya doğru daralan, ince belli ak bir köpek çizilmişti.<br />

Koridorun sonuna vardığında süslü taş kemerli bir kapıdan geçti.<br />

Karşısında inanılmaz büyüklükte, geniş ve yüksek tavanlı bir salon buldu. Bomboştu<br />

burası, sadece iki yanda sırayla dizilmiş kapılar vardı. Onlarca, yüzlerce kapı… Kapıların önünde<br />

pars, kaplan ve kurt heykelleri görünüyordu. Yukarıya doğru bir baca gibi çıkan ve çok hafif<br />

eğimi olan dimdik ve geniş bir boşluk gördü yüksek tavanda; oradan içeriye kıvılcımlar saçarak,<br />

şerareler oluşturarak dolan bembeyaz ışık insanın gözünü kamaştırıyordu. Bu koca salon<br />

sütunsuz, direksiz çökmeden nasıl duruyordu böyle, akıl almaz birşeydi, çadırlar bile direksiz<br />

ayakta duramıyordu. Belli ki burası da dağın altına gömülü devasa bir mağaraydı. Ama burada<br />

171 Soğurmak: Emmek, özümsemek.<br />

172 Taramak: Sarmak, kaplamak anlamında.<br />

D e n i z K a r a k u r t<br />

<strong>ELMA</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!