Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
S a y f a | 30<br />
Tuğrul masanın yanındaki sandalyelerden birisini alıp babasına yakın bir yere ama tam<br />
karşına gelmeyecek, hafif çaprazdan görecek biçimde koyup oturdu. Etrafa göz gezdirdi;<br />
binlerce yıldır olduğu gibi aynı kalan, hiç değişmeyen zaman ötesi bir mekân gibiydi burası.<br />
İlençlenmiş 34 , sonsuza kadar değişmeden kalmaya mahkum edilmiş bir yerdi sanki, tüyleri<br />
ürperdi. Zaman geçiyor, insanlar değişiyor, onca acılar çekiliyor ama madde yerinde öylece<br />
değişmeden duruyordu insana inat, ona nispet yaparcasına. Bu adaletsiz birşeymiş gibi<br />
geliyordu Tuğrul’a.<br />
Babasını hiç bu kadar perişan görmemişti bütün ömrü boyunca. Annesi öldüğünde de<br />
üzülmüştü ama bu kadar yıkılmamış, kısa bir sürede kendisini toparlamıştı. Toprak kaybettiği<br />
zamanlar olmuş, savaşlarda orduları yenilmişti ama bu kadar uzun süreli bir kedere kapıldığına<br />
ilk defa tanık oluyordu. Artık varlığını bile unuttukları sürgündeki üvey ağabeyleri, gelin olarak<br />
gittiği ülkede bulunan ve yıllardır görmedikleri, başka bir anadan doğma üvey ablaları da dahil<br />
olmak üzere babalarının tüm çocuklarına verdiği sevgiyi toplasalar Ayda’ya gösterdiği bu ilginin<br />
yarısı, hatta çeyreği kadar bile etmezdi. Ne tuhaf bir sevgiydi? Altında yatan gerekçelerin<br />
tümünü biliyordu. Evet, annesinin ölümü neden olmuştu bu duruma. Ama yine de babası gibi<br />
bir adamı bu kadar yıktığına bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Anlaşılmaz birşeydi bu. Bilmediği<br />
şeyler de vardı aslında. Ölümlerin eşiğinden dönmüş olan babası, o zamanlarda bile hayatın<br />
anlamına dair bu kadar kafa yormamış, kendisini bu kadar sorgulamamıştı.<br />
En büyük oğlunu uzun yıllar önce düşman ülkelerden birisine esir olarak verirken bile en<br />
ufak bir üzüntü belirtisi göstermemişti. Üstelik oğlu gittiğinden bu yana doğal olarak ne o<br />
gelebilmiş, ne de yanına varıp ziyaret eden olmamıştı. Yıllardır yüzünü gören yoktu, yalnızca<br />
senede bir iki kez haberi gelirdi, iyi olduğuna dair. O ülkeden bir kızla evlenip, çocukları olmuştu,<br />
sadece bu kadardı bildikleri… Hasım ülkelerin güvence olarak tahtın varislerinden birisini bazen<br />
tek taraflı, bazen de karşılıklı olarak esir şehzade göndermeleri eski bir gelenekti. Bu şehzade<br />
oradaki sarayda gayet iyi bir biçimde yıllarca, hatta on yıllarca ağırlanır, kendisine hürmet<br />
edilirdi. Böylece olası bir savaş anında şehzadenin kellesinin gidebileceği endişesiyle kağan<br />
temkinli davranır, keyfi yere savaş ilan etmekten kaçınırdı. Veya diğer ülke isteklerini karşı<br />
tarafa yaptırabilme gücüne sahip olurdu. Mesela vergi vermekten kaçınabilir veya kendisine<br />
vergi verilmesini ya da miktarının artırılmasını talep edebilirdi. Bazen de talihin, tarihte ender<br />
insanların başına gelebilecek bu tuhaf oyununu yaşayan şehzade, ülkedeki yönetim değişiklikleri<br />
sonrasında ya serbest bırakılıp ülkesine gönderilir veya sırf savaş çıkartmak amacıyla bir bahane<br />
bulunup idam edilirdi. Şehzadeyi idam etmek yerine, diğer ülkede iç karışıklık çıkarmak amacıyla<br />
bunu bir fırsat olarak değerlendirmek de mümkündü.<br />
Konuşmaya başlayan Tuğrul;<br />
– Belki inanmayacaksın ama ben yine de söyleyeceğim. Geçen gün yaptığın toplantıdan<br />
bu yana ben de dâhil kimseden çıt çıkmadığının farkındayım. Ama kimse suçlanamaz bu yüzden,<br />
çünkü öyle garip bir durum ki, hiç kimse ne yapacağını bilemiyor gerçekten. Yine de bence<br />
34 İlençlenmek: Lânetlenmek.<br />
D e n i z K a r a k u r t<br />
<strong>ELMA</strong>