Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
S a y f a | 33<br />
Tahtın varisi olan büyük şehzade Tuğrul Han iyi bir savaş eğitimi almış hırslı bir insandı.<br />
Yaşı 35’in üzerindeydi ve henüz evlenmemişti, kadınlara olan düşkünlüğü de herkes tarafından<br />
biliniyordu. Saray erkânından bir kâtibin oğlu olan Kayas’la gençliklerinden beri arkadaştılar ve o<br />
da sarayın içinde yetişmişti, Tuğrul’dan iki yaş büyüktü. Askerliğe heves edip orduya katılmış,<br />
savaşlardaki başarıları sonucunda komuta basamaklarını hızla yükselip bu genç yaşında iyi bir<br />
konuma gelmişti. O da Tuğrul Han gibi hırslıydı, gözü varabileceği yerlerin en üst noktasındaydı<br />
ve bunun olabildiğince çabuk gerçekleşmesi de Tuğrul’un geleceğine bağlıydı. İşbirliği yapmak<br />
bu eski arkadaşların her ikisinin de yararınaydı.<br />
Sürekli sarayda bulunmaktan sıkılmış olduklarını, şimdi bu izbe ortamda anlıyorlardı. Her<br />
insanın içinde bayağı bir yön vardır ve uygun ortamı bulduğunda kendisini göstermekten geri<br />
kalmaz bu yön, az ya da çok. İnsan içinde bulunduğu ortamın rutinliğini ve sıkıcılığını bazen<br />
ondan uzaklaştığı zaman anlıyordu, gerilen bir yay gibi boşalıyordu ondan sonra. Sürekli ve<br />
artan bir hırsla içinde boğuşup durdukları ve resmi ilişkiler üzerine kurulu o ortamdan<br />
uzaklaşmak, suyun altından çıkıp soluk almak gibi gelmişti ikisine de.<br />
Artık gizleyecek saklayacak bir yanı kalmadığı için herkes çok iyi biliyordu ki, Tuğrul Han<br />
babasının yerine bir an önce geçmeyi arzuluyor, artık onun yaşlandığını düşünüyor ve o tahta<br />
oturmak için babasının ölümünü beklemek istemiyordu. Çekilsin kenara keyfine baksın, diyordu.<br />
Ayrıca babası da gençliğinde, kendi kardeşleriyle taht için mücâdele etmemiş miydi? Ülke<br />
bölünme noktasına gelmiş, neredeyse iç savaş çıkacak olmuştu. Üstelik kendi öz ağabeyini<br />
boğdurtmuştu. Neyse ki o karışıklık fazla uzamadan son bulmuştu da, ülke bir felakete<br />
sürüklenmekten kurtulmuştu. Yani tahtı istiyor olmakta kendisi açısından hiçbir beis<br />
görmüyordu Tuğrul.<br />
Öteki taraf açısından bakılırsa aslında babası da, tahtın büyük oğlunun hakkı olduğunu<br />
düşünüyor ama tahta geçince ne yapacağını da adı gibi biliyordu; etrafına bir serseri sürüsü<br />
toplayacak, gününü gün edecek, har vurup harman savuracaktı. Saraya ülkedeki tüm<br />
rakkaseleri, dansözleri dolduracak, sefahat âlemleri yaşayacaktı. Biraz abartıyor olmakla birlikte<br />
oğlunu iyi tanıyordu ve Tuğrul eline fırsat geçtiğinde babasının tahminlerini büyük oranda<br />
tuttururdu.<br />
Yine de Tuğrul artık içinden dışarıya taşacak kadar belirginleşen bu arzusunun fazla<br />
ayyuka çıkmasını istemezdi, ne de olsa karşısında bir hakan vardı. O yüzden temkinli olmak,<br />
ateşe elini uzatmamak, doğru zamanı kollamak gerekirdi. Tarihlerinde evlat katili olan hakanlar<br />
da yok değildi, şu anda kendisi için uzak bir durum olarak görünse de, büyük salonun ortasında<br />
bir celladın ipiyle boğulmak işten bile değildi. “Ne kadar güzel,” dedi içinden; “damarımızdaki<br />
soylu kanın dökülmesi yasak, o yüzden de kan dökmüyorlar ama boğduruyorlar. Ben öldükten<br />
sonra ha boğmuşsun, ha kafamı kestirmişsin, ya da yağlı ilmeğe geçirtmişsin ne fark eder. Hatta<br />
öyle birşey olsa, kılıcı tercih ederim, daha hızlı ve kolay olur.” Sonra irkildi, neler düşünüyordu<br />
D e n i z K a r a k u r t<br />
<strong>ELMA</strong>