Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
S a y f a | 97<br />
avına odaklanmış yalnızca onu görüyordu artık, yeşille mavi arasında bir rengi vardı böceğin. Bu<br />
küçük cezbedici yeme doğru hızla yaklaşıyordu. Yaklaştı… Küçük bir kabarcık oluştu.<br />
Yakalamasıyla birlikte tekrar aşağıya çevirdi yönünü. Yüzey her zaman tehlikeliydi, daha ötesine<br />
geçtiğinde yaşam alanı son bulan o çizgiye yaklaşmanın sonu kötü olabilirdi, o çizgiden ne kadar<br />
uzak olursa o kadar güvendeydi. Bunu bilecek kadar tecrübeliydi artık. Hayatta kalabilmek için<br />
sürekli çevresini kollaması, dikkatli olması ve en ufak bir tehlike sezdiğinde kaçması gerekiyordu.<br />
İnce borular gibi kolları olan, ırmak tabanına tutunmuş bir su bitkisinin arasına girdi. Böceği<br />
çoktan yemişti.<br />
Birden bire ucu sivriltilmiş bir ağaç dalı balığın vücudunu delip geçti. Suda bir dalgalanma<br />
meydana gelirken çevrede küçük sürüler hâlinde gezinen balık yavruları hep birlikte uyum içinde<br />
bir o yana bir bu yana süratli dönüşler yaparak kaçıştılar. Hayvan çırpınırken çevresini kızıl bir<br />
renge boyuyordu, içinde gizlenmeye çalıştığı bitki de sallanıp duruyor, yayılan kızıllık suyun<br />
içinde eriyip, akıntıya karışıp kayboluyordu. Balık ağzını hızlı hızlı açıp kapatmaya başladı, gözleri<br />
artık donuk donuk bakıyor, yüzgeçleri ve kuyruğu sallanıyordu. Sonra sudaki bu kısa süreli ani<br />
karmaşanın ardından herşey eski hâline, olağan akışına dönmeye başladı; doğada yas tutma<br />
kavramına pek nadir rastlanırdı çünkü. İleride taşların ve kumun arasında bir yengeç ilerliyordu<br />
paytak paytak, bu şekilde giderken tabandaki çamuru kaldırıyor ve etrafındaki suyu<br />
bulandırıyordu. Kimi taşların üzerini kaplamış olan yosunlar yumuşacık hayvan tüyleri gibi<br />
yalpalanıyor, bazı sucul otlar rüzgârda dalgalanan çayırlar gibi akıntının etkisiyle yatıp<br />
kalkıyorlardı.<br />
Yaydığı sığır sürüsünü ileride kendi hâlinde otlamaya bırakıp, bacaklarını dizkapaklarının<br />
üzerine kadar sıvayarak ırmağın içine girmiş olan çoban elindeki ağaç dalını sudan çıkardı,<br />
ucunda bir balık çırpınıyordu. Değneği çektiği su bitkisinin arasından suya bir kızıllık karışıyordu.<br />
Daha ötede suyun kıyısında, otlakla ırmağın arasındaki koyu renk toprağın üzerinde çobanın<br />
çarıkları, heybesi ve değneği duruyordu. Birkaç adım ötesinde de irice bir taşın üzerinde iki tane<br />
balık vardı. Bu tuttuğu sonuncu ile birlikte artık karnını çok rahat doyururdu. Yüzünde birşeyler<br />
başarmış olmanın mutluluğu vardı ve gülümsüyordu. Birazdan ateş yakacak, odunların kora<br />
dönmesini bekleyecekti. Üç tane küçük dal parçasının uçlarını sivriltip balıkları bunlara geçirdi.<br />
Büyük beyaz köpeği ise şu an yere uzanmış kendini seyrediyordu sakin sakin. Hayvanın kulakları,<br />
kurtlarla boğuşurken kaptırmasın ve daha iyi işitsin diye kesikti. Ama yavruyken yapılan bu işlem<br />
galiba pek bilmeyen birisi tarafından gerçekleştirilmiş olmaydı ki, biraz fazla kaçırılmıştı. Yine<br />
herhangi bir boğuşma anında boğazından yakalanmasın diye çangal 176 adı verilen, dikenli<br />
çıkıntıları olan bir metal geçirilmişti boğazına. Dişlerini boğazına geçirmeye çalıştığında kurdun<br />
ağzına batarak, köpeğin boğulmasını engellerdi bu dikenli tasma.<br />
Heybesini açıp içinden, öğleyin azığından arta kalanları çıkardı. Zayıfça, orta boylu ve<br />
esmer teni güneşten yandığı için iyice siyaha çalan çoban on beşinde ya var ya yoktu.<br />
Çocukluğundan beri bu işi yapıyordu; hayvanları sabah günün ilk saatlerinde köyden toplayıp<br />
176 Çangal: Çengelli tasma. (Çengel kelimesinden.)<br />
D e n i z K a r a k u r t<br />
<strong>ELMA</strong>