T Ü R K B A S I N I N D A D I Ş H A B E R C İ L İ Ksadece maddi hatalar olmamasına dikkat ederiz. Eğer özel bir haberse özel kalmasınaçalışırız. Sansür literatürümüzde yok” (Mülakat 18). “Editoryal müdahaleolabilir, ama sansür asla.” (Mülakat 22)Basın mensuplarının özellikle çalıştıkları kurumu sahiplenici söylemleri ilginç vekısmen anlaşılabilir olmakla birlikte, sansür ve müdahale ile ilgili gerçeğin, yukarıdakitablodan biraz farklı olduğunu hissettiren katılımcılar da bulunmaktadır.Örneğin, genç dış habercilerden biri, sansürün kendi içinde derecelendiği birtarzdan ve “kırmızı çizgi” ile “görünmeyen kurallar”a ek olarak “gizli düzenlememantığı”ndan söz etmektedir: “<strong>Türk</strong> basınında ‘doğrudan sansür’ artık pek yok.Onun yerine düzeltmeler vardır; ya muhabirin gönderdiği haberi editör düzeltirya da haber müdürü doğrudan düzeltme yapar. Aslında hangi habere ne olacağınımuhabir de bilir, editör de. Çünkü bazen, mesela Ermeni meselesiyle ilgili, kritikhaberler çıkar ama her zaman olduğu gibi yazılamaz. Çünkü yanlış zamandır. Oyüzden her gazete, durduğu yere göre, muhabirlerin de editörlerin de bildiği, ‘gizlibir düzenleme mantığı’na sahiptir. Muhabir ve hatta masa başındaki adam onagöre seçer ve/veya yazar haberini…” (Mülakat 13)“Aslında hangi habere ne olacağını muhabir de bilir, editörde. Çünkü bazen, mesela Ermeni meselesiyle ilgili, kritikhaberler çıkar ama her zaman olduğu gibi yazılamaz. Çünküyanlış zamandır. O yüzden her gazete, durduğu yere göre,muhabirlerin de editörlerin de bildiği, ‘gizli bir düzenlememantığı’na sahiptir.”“Sansür yok, editoryal müdahale var” şeklinde özetlenebilecek ortak kanaatin yanında,kıdemli muhabir ve köşe yazarının şu sözleri, müdahalenin sadece teknikboyutla sınırlı kalmadığını göstermektedir: “Teknik müdahale mümkündür, çünkümaddi hata olmaması lazım haberinizde. Bazen siyasi mülahazalar sebebiylede bazı müdahaleler olabilir hemen her gazetede. Ticari ilişkiler sebebiyle debazı dönüşümler yapılabilir.” (Mülakat 22) Siyasi ve ticari bağlantıların doğrudandevreye girmesi veya gazeteciyi zorlamasına gerek kalmadan kendiliğindenişleyen bu dönüştürme mekanizması otosansürün varlığını güçlü biçimde vurgulamaktadır.<strong>Dış</strong> haberin muhtemel dönüşüm biçimleri hakkında yabancı kökenli,kıdemli gazetecinin verdiği bilgilerin ucu da otosansüre çıkmakta; buradahem bunun gerçekleşme alanları, hem de bilgi eksikliğinin neden olduğu “kendikendini sınırlama” işin içine girmektedir: “<strong>Dış</strong> haberin dönüşümü birkaç şekilde44
D I Ş H A B E R C İ L E R V E M E S L E K İ A L G Iolabilir. Yazar veya muhabir kendisi otosansür uygulayabilir; belli ilişkileri vardırgazetecinin, bazı kişileri/kurumları kırmamak veya memnun etmek için birhaberi dönüştürebilir. Bazen gazetecinin çalıştığı kurumun angaje olduğu ilişkilerdüşünülerek yine gazeteci tarafından otosansür uygulanabilir. Bunun dışındagazetecinin haberine gazete müdahale edebilir yine belli ilişkileri gözeterek. Birde ulusal çıkarla ilgili kimi konularda gazete veya gazeteci haberi dönüştürerek,konjonktüre uygun hale getirerek verebilir. Ama bana göre en büyük dönüşüm,gazetecilerin bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Aslında böylelikle kendi kendinisınırlandırmış, sansürlemiş oluyor.” (Mülakat 12) “Özellikle PKK gibi konulardasansür veya otosansür uygulanır, en azından muhabir uygular” diyerek açık sözlübir tavır sergileyen genç dış haberci, iyimser bir yorumda bulunmaktan kendinialamamaktadır: “Bugün 3 yıl öncesine göre daha iyi durumdayız.” (Mülakat 23)Meslekte duayen sayılan gazeteci ise, tecrübeli eller tarafından gerçekleştirilenteknik müdahalenin gerekçelerini meslekî alana özgü bir zorunlulukla açıklamaktadır:“Sansür kelimesini kullanmak doğru değil, ama bazı tecrübeli ellerinufak tefek müdahaleler yapması anormal değil. Çünkü dış politika haberciliği uzmanlıkister ve bizim basında uzman kişi sayısı çok az.” (Mülakat 16) Buna göre,uzman dış haberci eksiğinin, haberin “tecrübeli eller” tarafından elden geçirilmesisırasında, müdahalenin boyutunu genişlettiğini düşünmek yanlış olmasa gerektir.Ayrıca uzman olmayan muhabir, dış haberi kurumun yayın politikasına uygunbiçimde vermek konusunda da zorlanacağı için sistemin işleyişi içinde müdahalealanları artmaktadır. 19 Elbette teknik ve biçimsel bir gereklilik olan editoryalmüdahale ile yayın politikasının sonucu ortaya çıkan müdahale arasındaki farkher zaman aşağıdaki kadar açık olmayabilir: “Her gazetenin veya kanalın kendinegöre durduğu bir yer vardır; gazeteci veya kanalda dış haberle uğraşan kişi bunuaz çok bilir ve genelde de buna uygun davranır. Dolayısıyla en başta bir “otosansür”vardır. Editoryal anlamdaki müdahaleleri belli ölçülerde anlamak gerek;çünkü bizdeki muhabir yapısı nitelikli olmadığı için haberler genelde bazı düzeltmeleremuhtaç olabiliyor.” (Mülakat 15) Haberde perspektifin çok önemli olduğunusöyleyen ve “muhabirlere yeterince önem verilmediği için seviyeleri sankieskiye göre azalmış gibi” değerlendirmesini yapan genç bir yönetici ise, benzerbir yaklaşım sergilemekle birlikte, ajanslardan çeviri yoluyla gerçekleştirilen dışhaberciliğe eleştiri getirmektedir: “<strong>Türk</strong>iye’de dış haber yanlış algılanıyor. Ajanslardançeviri yaparak verdiğiniz dış haber, dış habercilik demek değildir. ÇünküBatılı kodlarla kodlanmış olan bir haberi kendi kodlarımıza dönüştürmeden nasıldoğrudan verebiliriz?” (Mülakat 17) Hemen hemen aynı kaygı, uzmanlaşma ve19. Ragıp Duran, “Sansür Artık Başka Türlü”,Ragıp Duran, “Sansür Artık Başka Türlü”, Burası Dünya Polis Radyosu içinde (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,1999), s. 70-76.45