milliyetçilik
milliyetçilik
milliyetçilik
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Elbette milliyetçiliğe yönelik ilgi sadece akademik alanla sınırlı değil. Milliyetçilik<br />
gerek kamuoyunun, gerekse görsel ve yazılı basının en sevdiği konulardan biri<br />
olmaya da devam ediyor. Tüm bu ilginin bir olumlu, bir de olumsuz yönü var. Olumlu<br />
yön, milliyetçiliğin modern toplumların hayatında oynadığı önemli rolün anlaşılmaya<br />
başlanması; olumsuz yön ise konunun popülerleşmesiyle birlikte milliyetçiliğe dair<br />
bir dizi yanlış kanının yaygınlaşması, tartışılmaz gerçekler olarak kolektif hafızaya ve<br />
gündelik dile sinmesi. Bu bölümün amacı, görsel ve yazılı basında sıkça rastladığımız<br />
üç popüler miti tartışmaya açmak. Bu mitler sırasıyla milliyetçiliğin çeşitli etkenlere<br />
bağlı olarak kimi zaman yükselen, kimi zamansa gerileyen, hatta yok olan bir ideoloji<br />
ya da bakış açısı olduğu görüşü; biri etnik, diğeri vatandaşlığa bağlı olmak üzere<br />
iki tür <strong>milliyetçilik</strong>ten söz edilebileceği, bunlardan ilkinin ‘kötü’, ikincisinin ise ‘iyi’<br />
<strong>milliyetçilik</strong> olarak algılanması gerektiği düşüncesi; ve her milletin homojen (türdeş)<br />
bir bütün olduğu, dolayısıyla tek bir <strong>milliyetçilik</strong> ürettiği yönündeki inanış. İlerleyen<br />
bölümlerde akademik literatürde sıkça tartışılan bu üç popüler inanışın sorunlu ve<br />
eksik yönleri göz önüne serilecek ve bu eleştirilerden yola çıkılarak milliyetçiliğe<br />
alternatif bir bakış açısı önerisinde bulunulacak.<br />
M‹ll‹yetç‹l‹k Yüksel‹yor mu?<br />
Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle bu kanıya nelerin yol açtığını belirlemek<br />
gerekiyor. Aslında bu kanı yeni değil. Milliyetçiliğe yönelik kamuoyu ilgisini açıklarken<br />
kısaca değindiğimiz gibi, 1989 yılında tek kutuplu bir dünya düzenine geçilmesiyle<br />
patlak veren etnik çatışma ve ayrılıkçı hareketler, milliyetçiliğin yükselişe geçtiği<br />
yönünde bir inanışın doğmasına da yol açtı. ‘Bastırılanın geri dönüşü’ adıyla anılan ve<br />
özellikle eski Doğu Bloku ülkelerinde görülen çatışmaları açıklamak için kullanılan bu<br />
bakış açısı, temel olarak Doğu-Batı çatışmasının gölgesinde kalan ve komünist rejimler<br />
tarafından ‘acımasızca’ bastırılan etnik ve milli duyarlıkların sistemin çöküşüyle<br />
birlikte geri döndüğünü savunur (örneğin Ignatieff 1993). Bu yarı-Freudyen yaklaşıma<br />
göre yıllarca süren ‘bastırılmışlık’, ‘ezilmişlik’ duygusu, etnik çatışmaların bugünkü<br />
şiddetini de açıklar: Milliyetçilik geri dönmüştür ve intikamını almaya kararlıdır!<br />
Öncelikle elimizde bu tezi destekleyecek somut veriler olup olmadığına bakalım.<br />
Minorities at Risk Projesi çerçevesinde iki senede bir yayımlanan ve 1950’lerden bu<br />
yana patlak veren silahlı bağımsızlık mücadelelerinin bir dökümünü çıkaran Peace<br />
and Conflict raporunun son sayısına göre, son elli yılda bağımsızlık ya da özerklik<br />
amaçlı toplam 71 silahlı çatışma yaşanmıştır. Raporun altını çizdiği en önemli nokta,<br />
1990’lardan itibaren bu çatışmaların sayısında bir düşüş gözlenmeye başladığıdır (bkz.<br />
Tablo 1). Buna göre örneğin 2001-2004 yılları arasında toplam 13 çatışma ya çözüme<br />
ulaştırılmış ya da kontrol altına alınmıştır. Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde<br />
silahlı çatışmaların sayısında ani bir artış gözlenmiş, ancak bu artış kısa süreli olmuş,<br />
1991’de 49 olan çatışma sayısı 2004 itibariyle 25’e düşmüştür. Bu 25 çatışmanın büyük<br />
bölümü de düşük yoğunlukludur ve bir çözüme doğru gitme eğilimi sergilemektedir.<br />
10