milliyetçilik
milliyetçilik
milliyetçilik
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
‘doğal’ olaylar olarak algılanmasıdır. Bu bakış açısı, her gelişmenin bir başlangıcı<br />
ve muhtemelen sonu olduğunu, belirli koşullara bağlı olarak ortaya çıktığını<br />
gizler, olayları ‘tarihsizleştirir’, ‘nedensizleştirir’ ve ‘doğallaştırır’ (Thompson 1990,<br />
65). Özellikle millet ve <strong>milliyetçilik</strong> tartışmalarında bu sorun oldukça belirgindir.<br />
Akademik literatürde bu konuyu en çok irdeleyen araştırmacı olan Rogers Brubaker<br />
(1996, 1998)’a göre, etnik gruplardan ya da milletlerden söz ederken farkına varmadan<br />
onlara gerçeklik kazandırır, onları belirli bir amacı olan kolektif aktörler olarak<br />
tanımlarız. Deyim yerindeyse, onları ‘kişileştiririz’. Gündelik dilimizde ‘Sırplar’,<br />
‘Hırvatlar’, ‘Fransızlar’ sınırları belli, homojen, organik bir bütün oluşturur. İçerdikleri<br />
farklılıklar, bölünmeler, kırılmalar yok sayılır. Burada temel sorun, siyasette<br />
kullanılan kategorilerin akademik çözümlemelere sızmasıdır; yani milliyetçi pratikte<br />
bir karşılığı olan ‘millet’, ‘milli kimlik’, ‘milli kültür’ gibi unsurların milliyetçiliği<br />
anlamaya çalışırken sorgulanmadan, ‘gerçekmiş’ gibi kabul edilmesidir.<br />
Brubaker’e göre bu sadece akademik bir sorun da değildir. ‘Gerçeklik kazandırma’<br />
aynı zamanda toplumsal bir süreçtir ve milliyetçi pratikte önemli bir yeri vardır.<br />
Milletlerden, etnik gruplardan ezelden beri var olan, ebediyete kadar da var olmaya<br />
devam edecek olan, tarih-dışı yapılar olarak söz eden siyasi aktörlerin amacı,<br />
aslında bu grupları yaratmaktır; kitleleri seferber etmek, bir araya getirmek, bu<br />
yolla da ‘milleti’ oluşturmaktır (2002, 166-7). Akademik çözümlemelerimizde siyasi<br />
aktörlerin diline tutsak düşer, milletlerin tarihsel kökenlerini unutursak, içlerinde<br />
barındırdıkları farklılıkları, zaman içinde geçirdikleri değişimleri göz ardı edersek<br />
sadece milletleri ve <strong>milliyetçilik</strong>leri anlama şansımızı kaybetmez, aynı zamanda<br />
etnik girişimcilerin çabalarına da meşruiyet kazandırmış oluruz. Dolayısıyla<br />
yapmamız gereken ‘ulus-devletin uluslararası sistemde en geçerli siyasi ve kültürel<br />
model olmasını sağlayan nedir?’ sorusunu sormaktır; milliyetçiliği bu derece güçlü<br />
ve geçerli kılan etkenleri sorgulamaktır. Bu, Brubaker’ın da belirttiği gibi, milletlerin<br />
varlığını, başka bir deyişle birçok insanın uğruna canlarını vermesini sağlayacak<br />
ölçüde ‘gerçekliğe’ sahip olduğunu inkar etmemizi gerektirmez. O gerçekliği farklı<br />
bir şekilde kavramsallaştırmamızı, milleti doğal, ezelden beri var olan bir topluluk<br />
olarak değil, kurgulanmış, tarih içinde belirli koşullar altında ortaya çıkmış bir<br />
yapı olarak görmemizi sağlar; yani ‘rastlantısallığını’ anlamamızı kolaylaştırır.<br />
Bu son nokta çok önemlidir, çünkü milletlerin ve <strong>milliyetçilik</strong>lerin doğuşu (aslında<br />
tarihin gelişimi) büyük ölçüde rastlantısaldır. Farklı koşullar altında farklı sonuçlar<br />
doğacaktır. Örneğin Napolyon Waterloo Savaşı’nı kaybetmese ya da Hitler Rusya’yı<br />
işgal etmeye kalkışmasa, bugünkü Avrupa siyasi haritası büyük olasılıkla çok farklı<br />
olacaktır (1996, 16).<br />
Buraya kadar söylediklerimizi toparlayalım. Milliyetçilik her ne kadar sınırları belli,<br />
homojen bir ‘biz’ hayali kursa da, böyle bir ‘biz’ yoktur. Her millet bünyesinde belirli<br />
ölçüde farklılık barındırır; milleti oluşturan bireylerin millete dair farklı kurguları,<br />
farklı projeleri vardır. Geleceğe yönelik özlemler bireyden bireye, gruptan gruba<br />
24