06.11.2014 Views

milliyetçilik

milliyetçilik

milliyetçilik

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

kanıt olarak gösterilebilir. Öte yandan cumhuriyet tarihinde ırka, kan bağına dayalı<br />

bir Türklük anlayışının ön plana çıktığı dönemler olduğu da – fazla dile getirilmese de<br />

– bilinir. 1932 yılında toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi’nde sunulan bildirilerin bir<br />

bölümünün kafatası ölçümleriyle dolu olduğunu, kongrede ‘Ortaasiyadan ve, orada<br />

yetişen, çoğalan ve başlı başına bir kültür yaratan insan kütlesinden bahsederken,<br />

tek bir ırk düşünüyorum, ve onun adına Türk diyorum’, ‘Bu Ortaasiya ırkının umumi<br />

olarak, açık vasfı Brakisefal olmasıdır ... teninin de sarı renkle münasebeti yoktur; esas<br />

ve umumi olarak beyaz tenlidir’ türü iddiaların tartışıldığını, bu iddiaların sahibinin<br />

Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’dan başkası olmadığını, aynı Afet İnan’ın bundan<br />

birkaç yıl sonra Atatürk’ün ve devlet kurumlarının da desteğiyle 64,000 kişinin<br />

‘antropometrik’ ölçümlerini kapsayan ‘Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri<br />

ve Türkiye Tarihi’ başlıklı bir doktora çalışması yaptığını, dönemin ırkçı havasının<br />

‘morfolojik’ incelemeler yapmak üzere Mimar Sinan’ın mezarının açılmasına kadar<br />

vardığını bugün pek az kişi hatırlamaktadır (Birinci Türk Tarih Kongresi 1932, 31; Yıldız<br />

2001; Arslan 2002; Ergin 2007). Atatürk’ün fikir babalığını yaptığı ve ilk kez 1934<br />

tarihinde sergilenen, librettosunda ‘Tarih diyor ki bize / Uygarlıklar ırmağı brakisefal<br />

soyda buldu, özlü kaynağı / Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı / Bu tarih,<br />

yükselişin, başlangıcı sayıldı / Avrupa, Anadolu, İran, ve orta yayla uygarlığa girdi /<br />

Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu?’ dizeleri bulunan ‘Özsoy’ operası neredeyse<br />

tamamen unutulmuştur (Refiğ 1997). Tıpkı Mustafa Kemal’in 1932 yılında Keriman<br />

Halis’in dünya güzeli seçilmesi vesilesiyle Cumhuriyet gazetesine verdiği demeç gibi:<br />

Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz [saklanmış, korunmuş] olduğunu gösteren<br />

dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz ... Bu güzel<br />

Türk kızımız ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya,<br />

dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar<br />

addetmekte haklıdır ... Şunu ilave edeyim ki, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu<br />

tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli intihap olunmuş<br />

[seçilmiş] olmasını, çok tabii buldum (1997, 132-3).<br />

Bu tür örnekler fazla bilinmez, çünkü resmi tarih 1930’ların Türkiyesi söz konusu<br />

olduğunda son derece utangaç bir tavır takınır. Bazı araştırmacılar 1930’lardaki ırkçı<br />

havayı, genel dünya konjonktürüne, faşizmin yükselişine bağlar ve bunun geçici bir<br />

sapma, bir tür istisna olduğunu iddia eder (örneğin Özbudun 1997; Karal 1997). Ancak<br />

bu iddiaya katılmak zordur, çünkü sistematik bir ırkçılık politikasından söz etmek<br />

mümkün olmasa da, Türklüğün hemen her dönemde ‘kayırıldığı’, eşitler arasında<br />

birinci olduğu söylenebilir. Türklük, en azından resmi düzeyde, ‘Türk ırkına mensup<br />

olmak’ şeklinde tanımlanmamıştır ama, birazdan daha ayrıntılı olarak göreceğimiz<br />

gibi, Türk kültürünü benimsemeyen, Türkçe konuşmayanlar, Türk milletinin bir<br />

parçası olarak kabul edilmemişlerdir. Bu anlamda, devlet ‘asimilasyonist’, yani<br />

‘özümlemeci’dir. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nün ‘asimilasyon’ tanımı bu<br />

açıdan oldukça öğreticidir: ‘Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları,<br />

38

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!