06.11.2014 Views

milliyetçilik

milliyetçilik

milliyetçilik

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

karşı daha hoşgörüsüz, daha içe kapanmacı, daha ‘bencildir’. Bu noktada bir önceki<br />

cümlede söylenenlerin bizi otomatik olarak ‘bugünün Avrupası daha milliyetçidir’<br />

sonucuna götürmemesi gerektiğini vurgulamamız gerekiyor. Çalışmanın birinci<br />

bölümünde de belirttiğimiz gibi, <strong>milliyetçilik</strong> sürekli bir algı biçimidir. 1980 öncesi<br />

Avrupası’nın daha az milliyetçi olduğunu söyleyebilmek için, milliyetçiliği ölçülebilir<br />

bir değer haline dönüştürmek ve bunu farklı zaman aralıklarıyla ölçmek gerekecektir.<br />

Milliyetçiliğin ölçülebilir hale getirilip getirilemeyeceği konusundaki tartışmaları bir<br />

kenara bıraksak bile, bu tür ölçümler daha çok yenidir, dolayısıyla bize geçmişle<br />

kıyaslama yapma şansı tanımamaktadır. Yine de İkinci Dünya Savaşı’nda oynadığı<br />

rol yüzünden çok sorgulanan, kamusal alandan büyük ölçüde dışlanan milliyetçiliğin,<br />

bugünün Avrupası’nda daha hoşgörüyle yaklaşılan bir söylem olduğunu iddia etmek<br />

yanlış olmaz. Bir anlamda <strong>milliyetçilik</strong> ‘meşrulaştırılmıştır’. Bunu elbette tek başına<br />

radikal sağ partiler sağlamamıştır. Radikal sağ, bu süreci sömüren, hızlandıran<br />

bir siyasi aktördür. Süreçte, toplumda var olan korkulardan pay kapmaya çalışan<br />

merkezdeki siyasi aktörlerin de en az radikal sağ kadar katkısı vardır. Sonuç olarak,<br />

sorumlusu kim olursa olsun, bugün karşı karşıya olduğumuz Avrupa tablosu budur.<br />

Bu tablo, Türkiye’nin olası üyeliğinin doğurduğu korkular tartışıldığında daha iyi<br />

anlaşılacaktır.<br />

Göç<br />

Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan birçok araştırma ve rapora göre, göç ve<br />

sığınma talepleriyle ilgili problemler, uyuşturucu kaçakçılığı ve diğer uluslararası<br />

suçlar, Avrupa vatandaşlarını giderek daha çok kaygılandırmaktadır. Gerçekten de<br />

birçok Avrupa Birliği ülkesinde işsizlik oranlarının artmasından ya da sosyal güvenlik<br />

sisteminde, sağlık, eğitim gibi hizmetlerde yapılan kesintilerden genel olarak<br />

göçmenler sorumlu tutulmaktadır. Göçmenler, sosyal ve kültürel yönden de bir tehdit<br />

olarak görülmektedir. Egemen olan düşünce kalıplarına göre, göçmenler eğitimsizdir,<br />

asosyaldir, toplumun geri kalanına entegre olmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Kendi<br />

kültürlerini yaşadıkları ortamlara taşımaları, egemen kültürler açısından tehlike<br />

oluşturmaktadır. Artan suç oranlarından da yine göçmenler sorumludur.<br />

Birçok araştırmanın da ortaya koyduğu gibi, aslında bu kaygıların somut gerçeklerle<br />

ilgisi yoktur. Ancak siyasi aktörler var olan kaygıları gidermek yerine, üzerlerine<br />

körükle gitmekte, bir tür ‘korku siyaseti’ gütmektedirler. Bir önceki bölümde de<br />

işaret ettiğimiz gibi, bunda göçmen karşıtı, yabancı düşmanı popülist radikal sağın<br />

da azımsanmayacak bir rolü vardır. Siyasi stratejilerini bu korkuları beslemek,<br />

meşrulaştırmak ve yeniden üretmek üzerine kuran radikal sağ partilerin görece<br />

seçim başarıları, aynı konuları diğer siyasi aktörlerin de benimsemelerine yol açmış,<br />

hükümetler ardı arkasına göçmen karşıtı politikalar uygulamaya koyulmuşlardır. Bu<br />

hem ulusal düzeyde, hem de Avrupa Birliği düzeyinde geçerlidir. Bu noktadan yola<br />

çıkan Seyla Benhabib, Avrupa Birliği ülkelerinin tek ortak göç politikasının ‘korku’<br />

olduğunu iddia etmektedir (2002, 34).<br />

80

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!