20.11.2017 Views

edebiyat-kitabi

edebiyat 9 sınıf, deneme

edebiyat 9 sınıf, deneme

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Hikâye<br />

kovuğun ağzını parçalıyor, morarmış, buruşmuş küçük eli kurtarıyor. Çocuk elini kaşıyarak:<br />

— Amma da gürlüyor, diyor. Niye gürlüyor böyle Terenti?<br />

Kunduracı:<br />

— Bulut bulut üstüne biniyor da ondan, diye cevap veriyor.<br />

Dostlar, ormanın kenarından yürüyerek tarlaların arasında kapkara görünen yola çıkıyorlar. Gök<br />

gürültüsü azalıyor, köyün üzerinden doğru geliyor. Danilka, hâlâ elini uğuşturarak:<br />

— Geçenlerde burada Terenti, diyor, yaban ördekleri gördüm.<br />

Herhalde Gnirih Zaymışçah bataklığına gidiyorlardı. Fiokla istersen sana bir bülbül yuvası göstereyim.<br />

Terenti, kasketinin suyunu sıkarak:<br />

— A, bu olmaz, diyor. Tedirgin etmeyin onu. Bülbül güzel güzel öten mâsum bir kuştur. Tanrıyı<br />

övsün, insanları neşelendirsin diye yaratıldı. Onu tedirgin etmek günahtır.<br />

— Ya serçe kuşuna ne dersin?<br />

— O olur bak. Kurnaz, kötü bir kuştur serçe. Hep hırsızlık düşünür. Hiçbir zaman insanların iyi olduklarını<br />

istemez. (...)<br />

Gökyüzünde açık mavi bir leke görünüyor. Terenti:<br />

— Bakın, diyor, bir karınca yuvasını su basmış. Hayvancıklar boğulmuş.<br />

Dostlar, eğilip karınca yuvasına bakıyorlar. Kimisi boğulmuş, kimisi çamurdan kurtulmaya çabalıyor.<br />

Kunduracı gülümsiyerek:<br />

— Hadi, hadi gebermezsiniz siz, diyor. Güneş şöyle bir görünsün yeter. Budalalar, bu size ders olsun,<br />

bir daha çukur yere yuva yapmayın.<br />

Gene yürüyorlar. Danilka, genç bir meşe göstererek:<br />

— Bakın, diyor, bir arı oğulu.<br />

Gerçekten dalda ıslak vücutlarını birbirine dayamış, soğuktan büzüşmüş binlerce arı duruyor. O<br />

kadar çoklar ki, ne kondukları dalın altındaki yaprak, ne de dal görünüyor, hattâ bazıları birbirinin<br />

üstüne konmuş. Terenti:<br />

— Evet bu bir arı oğulu, diye anlatıyor. Yağmur yağmaya başlayınca gelip bu ağaca konmuşlar.<br />

Zaten bir oğulu yakalamak için ıslatmak yeter. Şimdi bu oğulu almak istiyorsan bir çuval getir, kondukları<br />

dalı çuvala sok, sonra dalı silkele, hepsi de çuvala düşerler.<br />

Küçük Fiokla birden yüzünü buruşturup boynunu kaşımaya başlıyor. Ağabeysi çocuğun boynuna<br />

bakıyor, büyücek bir kızartı görüyor. Kunduracı:<br />

— Hi, hi, diye gülüyor. Fiokla kardeş niçin çıkmış o kabarcık biliyor musun? Herhalde ağaçlardan<br />

birinde zehirli bir sinek vardı, onun üzerinden kayan bir damla boynuna düştü, sen de kaşıdın, ondan.<br />

Güneş, bulutların arasından sıyrılıyor, ormanı, tarlaları, dostlarımızı ısıtıyor. O kapkara korkutucu<br />

bulut çoktan uzaklara gitmiş, fırtınayı da beraber götürmüştü. Hava gittikçe ısınıyor, toprak kokusiyle<br />

karışık inci çiçeklerinin, ak dikenlerin, böğürtlenlerin kokusu havayı dolduruyordu. Terenti, tüylü bir<br />

çiçek göstererek:<br />

— Bunu, diyordu, burun kanamasında kullanırlar, iyi gelir.<br />

Uzaktan bir düdük sesi, sonra bir gürültü işitiliyor. Ama bu biraz önce bulutların götürdüğü gürültü<br />

değildir. Önlerinden bir marşandiz treni geçiyor. Lokomotif, kara dumanlarını salıvererek, puflıya<br />

uflıya yirmi vagondan fazlasını sürüklüyor. Belli ki çok kuvvetli. Çocuklar, canlı olmadığı, atlar da<br />

çekemediğine göre, lokomotifin kendi kendine nasıl gittiğini, bu kadar yükü nasıl taşıdığını merak<br />

ediyorlar. Terenti onu da anlatıyor:<br />

69

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!